MEVLİD-İ NEBEVÎ'Yİ KUTLAMANIN HÜKMÜ:
Muhammed b.Salih el-Useymîn-ALLAH, İslâm ve müslümanlardan yana kendisine en iyi şekilde mukafatını versin- kendisine Mevlid-i Nebevî'yi kutlamanın hükmü sorulduğunda, o şöyle cevap verdi:.
Birincisi: Rasûlullah (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'in doğduğu gece kesin olarak bilinmemektedir. Aksine günümüzdeki bazı tarihçiler, Rasûlullah (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'in doğduğu gecenin Rebîul-Evvel ayının 9. gecesi olduğu ve 12. gecesi olmadığı gerçeğine varmışlardır. O halde 12. gece yapılan kutlamanın tarihî yönden hiçbir dayanağı yoktur.
İkincisi: Mevlid-i Nebevî'yi kutlamanın dînî yönden de hiçbir dayanağı yoktur. Çünkü Mevlid-i Nebevî'yi kutlamak ALLAH'ın dîninden olmuş olsaydı, Peygamber (sallALLAHu aleyhi ve sellem) bunu yapardı veya ümmetine bunu bildirirdi. Eğer o bunu yapmış veya ümmetine bildirmiş olsaydı, bu kutlama günümüze kadar (hadis kitaplarında) korunmuş olurdu.
Çünkü ALLAH Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
"Zikr'i (Kur'an'ı)kesinlikle biz indirdik ve onu (değiştirilmekten, tahrif edilmekten, ziyâdeleştirilmekten veya noksanlaştırılmaktan)elbette biz koruyacağız." (Hicr Sûresi: 9)
Böyle bir şey olmadığına göre, bu kutlamanın ALLAH'ın dîninde olmadığı anlaşılmış olur. ALLAH'ın dîninde olmadığına göre, bizim onunla ALLAH Teâlâ'ya ibâdet etmemiz ve O'na tevessülde bulunmamız câiz değildir.
ALLAH Teâlâ, rızasına ulaşmamız için bize belli bir yol tayin etmişse -ki bu yol Rasûlullah (sallALLAHu aleyhi ve sellem-'in getirmiş olduğu dîndir-, ALLAH'ın kulları olduğumuz halde, O'nun rızâsına ulaşmamız için kendi yanımızdan bir yol çıkarmamız nasıl câiz olsun?
Dîninden olmayan bir şeyi onun dînine yerleştirmek olan bu hareket, ALLAH Teâlâ'nın hakkına yapılan bir tecâvüzdür. Yine bu hareket, ALLAH Teâlâ'nın şu sözünü yalanlamayı içerir:
لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِيناً
"Bugün size dîninizi(zaferi gerçekleştirmek ve şeriatını tamamlamak sûretiyle) kemâle erdirdim. (Sizi câhiliyye karanlığından İslâm nûruna çıkarmak sûretiyle) üzerinize nimetimi tamamladım ve dîn olarak da size İslâm'ı seçtim (siz de İslâm'ı kendiniz için dîn seçin)" (Mâide Sûresi: 3)
Biz deriz ki, eğer bu kutlama dînin kemâlinden olsaydı, Rasûlullah (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'in vefâtından önce olması gerekirdi. Dînin kemâlinden değilse, bu takdirde dînden olması mümkün değildir. Çünkü ALLAH Teâlâ; "Bugün size dîninizi (zaferi gerçekleştirmek ve şeriatını tamamlamak sûretiyle) kemâle erdirdim" buyurmaktadır.
Her kim, Rasûlullah (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'in vefâtından sonra ortaya çıkmış olmasına rağmen, bu kutlamanın dînin kemâlinden olduğunu iddiâ ederse, onun bu sözü yukarıdaki âyeti yalanlamayı içerir.
Rasûlullah (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'in doğum gününü kutlayanlar, bu hareketleriyle Rasûlullah(sallALLAHu aleyhi ve sellem)'i yüceltmek,onu sevdiklerini göstermek ve Peygamber (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'in doğum gününü kutlamada o duygu için gayretlerine canlılık kazandırmak istediklerinde şüphe yoktur.
Bütün bunlar, ibâdettir; Rasûlullah (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'i sevmek, ibâdettir. Hatta bir insan, Rasûlullah (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'i nefsinden, evlâdından, babasından ve insanların hepsinden daha çok sevmedikçe tam îmân etmiş olmaz.
Rasûlullah (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'i yüceltmek, ibâdettir. Aynı şekilde onun şeriatına meyletmek olan onun aşkıyla yanıp tutuşmak da yine dîndendir.
O halde, ALLAH Teâlâ'ya tevessülde bulunmak ve Rasûlullah (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'i yüceltmek için onun doğum gününü kutlamak, ibâdettir. Bu kutlama, ibâdet olduğuna göre, onda olmayan bir şeyi ALLAH'ın dînine yerleştirmek, kesinlikle câiz değildir. Bu sebeple Peygamber (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'in doğum gününü kutlamak, bid'at ve haramdır. Üstelik bu kutlamada ne şeriatın, ne hissin, ne de aklın onayladığı büyük çirkinlikler olduğunu işitmekteyiz.
Peygamber (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'in doğum gününü kutlayanlar, içerisinde Rasûlullah(sallALLAHu aleyhi ve sellem) hakkında aşırıya giden kasîdeleri, nağmelerle söylemektedirler. Öyle ki bu kimseler, Rasûlullah (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'i ALLAH'tan daha büyük bir hale getirmişlerdir. Bu durumdan ALLAH'a sığınırız.
Yine, Peygamber (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'in doğum gününü kutlayanlardan kimisinin akılsızlıklarını ve saçmalıklarını işitmekteyiz.
Peygamber (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'in doğduğu kıssayı okuyan (mevlidhân), "Mustafa dünyaya geldi" dediği anda herkes tek kişinin ayağa kalktığı gibi ayağa kalkarak; "Şu anda Rasûlullah(sallALLAHu aleyhi ve sellem)'in rûhu aramıza geldi, ona saygı göstermek için ayağa kalkalım"demektedirler.
Bu hareket, aptallığın ve akılsızlığın tâ kendisidir.
Sonra bu kimselerin ayağa kalkmaları âdâbtan değildir. Çünkü Rasûlullah-sallALLAHu aleyhi ve sellem-kendisi için ayağa kalkılmasını çirkin görürdü.
Rasûlullah (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'in ashâbı, insanlar içerisinde onu en çok sevenler olmalarına ve onu bizden daha fazla yüceltmelerine rağmen, o hayatta olduğu halde kendisi için ayağa kalkılmasını çirkin görmesinden dolayı onun için ayağa kalkmadıklarına göre, uydurma hayallerle ayağa kalkan bu insanlara ne demeli?
Bu bid'at, yani Peygamber (sallALLAHu aleyhi ve sellem)'in doğum gününü kutlama bid'atı, asırların en hayırlısı olan ilk üç asır (sahâbe, tâbiîn ve etbâut-tâbiîn asrı) geçtikten sonra meydana gelmiş ve bu bid'atla birlikte dînin esasıyla ters düşen bu çirkin şeyler meydana gelmiştir. Bunun yanında erkeklerle kadınların birbirine karışması gibi daha başka çirkin şeyler meydana gelmiştir.
(Muhammed b. Salih el-Useymîn'in fetvâ ve risâleleri.Cilt: 2. Sayfa: 298-300)
Ebu Davud’un musned'inde rivayetine göre:
Bir adam Rasulullah’ın mescidine girdi. Farzı kıldıktan sonra kalkıp sünneti kılmaya başlamak üzere iken Hz. Ömer ona: ”Otur farz ile nafile arasında bir ara ver, bizden öncekiler böyle yapmamakla helak oldular”, dedi.
Bunun üzerine ALLAH Rasulu:
”Ey Hattab oğlu ALLAH seni doğruya isabet ettirdi.” buyurdu.
Hz. Ömer nafileyi farza hemen bitiştirerek hepsinin farz olduğu imajını ortadan kaldırmak istiyordu.(El-ibda S:40)
Bugün camiilerde sünnete uymayan ibadet adına birçok bidatler işlenmektedir. Farzlar kılındıktan sonra herkes aynı yerde hemen kalkıp nafileye-sünnete duruyorlar. Bu durumun, biraz önce Hz. Ömer’in (r.anhuma)den rivayet eden sünnete aykırı olduğu bir gerçektir.
Ayrıca mescid ve camilerde işlenen bidatlerden biride selamdan sonra müezzin komutla tesbih çektirmesidir. Bilindiği gibi peygamberimizin asr-ı saadetinde böylesi bir uygulama asla olmamıştır. Asr-ı saadeti takip eden diğer asırlarda da komutla tesbih çekilmemiştir. Çok sonra böyle bir bidat ortaya çıktı. Kim tarafından ve nasıl ortaya çıktığını biinmemekle beraber , Osmanlı'nın son dönemlerinde çıktığı tahmin edilmektedir.
Denildiği gibi bir deli kuyuya bir taş atar kırk akıllı onu çıkaramaz. Dinde bidatler hep böyle yerleşmiştir. Biri, işgüzarlık olsun kendini topluma ağıra satmak gibi mahsus bir niyetin saikasıyla yeri olmadığı halde ibadet(!) ambalajlı bir davranışta bulunur, bir başkası onu taklit eder birkaç defa tekrarlanırsa artık o yerleşik bir ibadet vasfını kazanır.
Hele buna karşı çıkılmadan uzun bir müddet üzerinden geçerse artık ona karşı çıkmak büyük bir suç , vahabilik , mezhebsizlik hatta dinsizlik telakki edilir.
Bundan dolayıdır ki, bazı âlimler şöyle demişler:
Bid'at (din adına uydurulan ibadetler) günah olan işlerden şeytana daha sevimlidir. Çünkü insanlar günahlardan tevbe etmesini düşünebilir de ama bidatten tevbe etmesini düşünmez.
Camilerde cemaatle kılınan namazlarda işlenen bid’atleri ki, bunların başına muezzin komutu ele alıp yüksek bir sesle tesbih ve duaları haykırması cemaate kavuşmayan sonradan gelen namazları kılanların kıraatlerini şaşırmasına yol açması büyük bir suçtur, günahtır.
Muezzinlerin sesli zikir ve tesbih çektirmelerinden dolayı namazdaki kıratı şaşırmamak çok çok zordur. Bu günah muezzinlikten sevap bekleyenlerin hanesine yazılacaktır .
“Her bid’at bir Sünneti öldürür.”
Çünkü: Selamdan sonra her fert müslüman’ın yapacağı zikirleri müezzin baskın bir sesle onları yapıyor artık cemaatın ağzı kilitleniyor ve herkes muezzinin güzel nağmesini dinliyor ve halk o zikirden mahrum kalıyor. İşte bu
Bid’at fertlerin bu zikir sünnetini öldürmüş oluyor.
“İkame-i Salat” denildiği zaman; farz namazlarının cemaatle kılınmasıdır. Bu da muezzinin bir ezan bir kamet getirmesi imamın tekbirle namaza girip selamla namazdan çıkmasıdır.
Nafileler zikirler tesbihler dualar fertlerin şahsi ibadetleridir. Cemaat namazıyla alakası yoktur. Namazdan sonra müezzini cemaati tutması onları temsilen zikir etmesi, tesbih çektirmesi, çok çirkin bir bid’attır.
Sahabe döneminde Rasulullahın zamanında olmayan uydurulmuş bir ibadet şekline İbn-i Mesud nasıl karşı çıktığına, ibadet ve mescidi bid’atlardan arındırmanın gereğini vurgulayan şu hadise bir delil olarak karşımıza çıktığını görmekteyiz:
“Bize el-Hakem İbnu’l Mubârak haber verip (dedi ki) bize Amr b.Yahya haber verip dedi ki;babasından (naklen) şöyle rivayet ederken duydum:
(babam) dedi ki sabah namazından önce Abdullah b. Mesud’un kapısının önünde otururduk. Çıktığımızda, onunla beraber mescide giderdik. Neyse (bir gün) Ebû Mûsa el-Eş’arî yanımıza geldi ve;
”Ebû Abdirrahman (yani Abdullah b. Mesud) şimdiye kadar yanınıza çıktı mı?” dedi.
”Hayır” dedik.
O da bizimle beraber oturdu. Nihayet Abdullah çıktı. Çıkınca toptan ona ayağa kalktık.
Sonra Ebû Musa ona şöyle dedi: ”Ebu Abdirrahman! Biraz önce mescide yadırgadığım bir durum gördüm. Ama yinede ALLAH a şükür. Hayırdan başka bir şey görmüş değilim".
(Abdullah) “nedir o?” diye sordu.
O da: ”Yaşarsan birazdan göreceksin” dedi (ve) şöyle devam etti:
”Mescide halkalar halinde oturmuş namazı bekleyen bir topluluk gördüm. Her halkada (İdareci) bir adam, (halkadakilerinin) ellerinde de çakıl taşları var. (idareci): ”Yüz defa ALLAH-u Ekber deyin” diyor, onlarda yüz defa ALLAH-u Ekber diyorlar. Sonra yüz defa Lâ İlahe İllALLAH deyin diyor, onlarda yüz defa La İlahe İllALLAH diyorlar. Yüz defada SubhanALLAH deyin diyorlar.”
Abdullah b. Mesud ;Peki onlara ne dedin? dedi.
Senin görüşünü bekleyerek –veya “senin emrini bekleyerek” – onlara bir şey söylemedim.” dedim.
Dedi ki; onlara kötülüklerini sayıp (hesap etmelerini) emretseydin ve (bununla) iyiliklerin hiçbir şeyinden zayi edilmeyeceğine dair onlara güvence verseydin ya! dedi.
Sonra gitti, bizde onunla beraber gittik Nihayet o, bu halkalardan birine geldi, başlarında durdu ve şöyle dedi:
”Bu yaptığınızı gördüğüm nedir?”
Dediler ki; Ebu Abdirrahman! (Bunlar) çakıl taşları. Onlarla ALLAH-u Ekber, La ilahe İllALLAH ve Subhanallah deyişleri sayıyoruz.”
Bunun üzerine Abdullah b.Mesûd (radıyallahu anhuma) dedi ki; Artık kötülüklerinizi sayıp (hesap edin!)Ben iyiliklerinizden hiçbir şeyin zayi edilmeyeceğine kefilim. Yazıklar olsun size! Ey Ummet-i Muhammed, ne çabuk helak oldunuz. Peygamberimizin (s.a.v.) şu sahabesi (içinizde hala) bolca bulunmakta. İşte onun elbiseleri, (henüz) eskimemiş: kardeşrı, (henüz) kırılmamış. Canım elinde olan (ALLAH’a) yemin olsun ki, sizler kesinlikle (ya) Muhammed’in daha doğru yolda olan bir din üzerindesiniz.
Onlar; ’’VALLAHi, Ebu Abdirrahman, biz, başka bir şey değil, sadece hayrı (elde etmeyi) istedik’’dediler.
(O da) şöyle karşılık verdi; Hayrı (elde etmek) isteyen niceleri vardır ki onu hiç elde etmeyeceklerdir. Rasulullah (s.a.v.) bize haber vermiştir ki; Kur’an’ı okuyacak olan bir topluluğun (bu okuyuşları sadece dilde kalacak), onların köprücük kemiklerine ileriye geçmeyecek. VALLAHi, bilmiyorum, belki onların çoğu sizdendir.'’
Sonra (Abdullah) onlardan yüz çevirdi.
(Amr b. Yahya’nın dedesi) Amr b. Selime, bundan sonra şöyle dedi: Bu halkalardaki (insanların) tamamını, en-Nehrevân olayında, haricilerin yanında bize karşı vuruşurken gördük.
(Dârimi, Mukaddime , 1 / 23, 210 , 206; Taberâni , 9/125; Mecmau'z Zevâ'id, 1/181.
Taberani bunu hasen bir isnad ile rivayet etmiştir.
Hadisin merfû kısmı için: Muslim, Musafirin, 275 - 1/663; İbn Mâce, Mukaddime, 12 - 1/59; Ahmed b. Hanbel, 1/380, 404)