18 Nisan 2018

İlm-i Ledün İlm-i Tevhid

İlm-i Ledün İlm-i Tevhid 

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH ADIYLA …
        
         Hamdolsun âlemlerin Rabbi olan Allaha, rahmeti ile koruyucu ve bağışlayıcıdır… 
Ön ve son Odur, evvel ve âhir odur… Zahir ve bâtın Odur… 
Onun benzeri gibi bir şey olmadığı gibi, işiten ve gören Odur…
İnsanların Rabbidir ki, kötü, hasetci insanlardan Ona sığınırım … 
O şeytanlar ki, insandan da olur, cinden de olur, hepsinin şerrinden insanların Rabbi ve meliki olan Allaha sığınırım …
Onun Resûlü ve kulu olan Muhammede, ashabına,ahbabına ve ehlibeyti olan evladı resûle, ve onları bilen ve sevenlere, Rahmet ve bereket olsun … 
Bu yazılanlar bütünü ile salât ve selamın ruhu olduğundan, ileride boş söze yer verilmeyecektir… 
Beyan edilir…
Bu kitap , her derecede çeşitli anlayışlara cevap verecek nitelikte olup, insan ve cinin hepsine hitap eder…
Allah her şeyi çeviren , kaplayan, dirilik demektir… 
Faal enerjidir…
 Muhammed (hamdeden) demektir. 
Hamd gerçekte onun sıfatından, zatınadır, ve Tanrının yardımı ile, Onun dini olan ve Hz. İbrahim’e nispet ettiği ve İslam adını verdiği dininden söz etmeyi, kalbine doğan  tanrının tecellilerine yazıyla bağlanmayı diledim… 
Bu hal peygamberin sözüne uymaktır… 
Hadisi bildiklerinizi yazı ile bağlayın… 
Herkes yararlansın…    
Yazılanlar, geçmişten bu yana yazanların yazdıklarından ayrı bir biçimde görülmüş olabilir… 
Her yazı , sahibinin istidat, kabiliyet karakter , mezhep ve  meşrebine göre olduğu gibi, zaman,mekân ve günün anlayışına göre de olması tabiidir… 
Gereği budur … Yazılanlardaki değişik uslup bundan kaynaklanır…
İnanç ve din, insanların mânevi dayanağı, güvencesi ve yaratılışının icabı olarak, her toplumda çeşitli, değişik şekilde de olsa mevcut…
Bu değişiklik çeşitli zaman ve mekânlarda insan topluluklarını güzel ahlâk ve aralarındaki sosyal ilişkileri düzene koymak için düzenlenen kaideler sebebi ile olmuştur… 
Bu kaideler , dinin âdet ve tanıtım yönü toplumların gelenek ve göreneklerine göre biraz değişik de olsa, yine de, güzel ahlâka dayalı kaideler… 
Dinin temeli, duvarı,çatısı,bütünüyle güzel ahlâk ve ilim irfanıdır… 
Bunun için, Peygamber :  Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim… Buyurdu…
Dinin birde Allah ile kulları arasında olan ilişkiler vardır.. 
Allah’ın istediği kulluk da, ilim irfana dayanır… 
Yaratılış, yaratıcıyı tanımak,ârif olmak içindir… 
Bunda Allaha hizmet vardır… Kulluk denilen de hizmettir… 
Bu gerçek, kuranda ayetler ve hadisi kutsi ile beyan olunmuştur…
 İnsanların peygamber vasıtasıyla koyduğu kurallar, kaideler, sonra ayrıca dini vecibeler denmiş, ama bunlar yine adet üzere bazı kaideler, kurallar… 
Öyleki, bunları yapıp yapmamak ahlâka  tesir etmiyor. 
Nice âdet yapan ahlâksız olabildiği gibi, nice âdet yapmayan kimseler de ahlâklı olabiliyor… 
Böyle olunca, âdet ve suretle yapılanlar,dinin reklâmı niteliğinde kalıyor… 
Ve ne yazık ki , bazı âdetçilerin davranışları reklamcılığı da ters yönde etkiliyor…
Âdet olan şekilciliğe cebir yahut en azından kınama ile sevk etmek özentisi,dini bir zulûm aracı olarak, yaratıcı özgürlüğe bir kısıtlama haline getiriyor… 
Zulûm ise kötü ahlâktandır… 
Oysa din, insanları özgür kılmak ,kula kul olmamak, ancak Allaha kul olmasını sağlamak için vasıtadır… Din amaç değil, dini yönden insanları özgür kılmaktır, İslam kula kul olmayı men eder… İnsanı Allaha kullukta özgür bırakır… 
Bunun için kuranda “ dinde zorlama yoktur.” Diye açık beyan vardır… 
Din adına zorlama varsa O din değil, belki dinsizliktir, zûlümdür, ademperestliktir…
Peygambere bile (bildir,onları kendi haline bırak) diye kuranda açık beyan vardır… 
Cebir (zorlama,) dinden, ahlâktan, insanlıktan beri olan,cahil ahlâksız ve zalimlerin marifetidir.
Din aynı zamanda  RAHMET'tir… 
Çünki din İslâmdır. Allaha teslim olup selâmete kavuşmaktır… 
Bu tanrının rahmetidir… 
Allahın dini İslâmda önce ilim irfan gereklidir. 
Dinin ruhu, güzel ahlâk ve ilim irfandır… 
İrfanı olmayanın, vicdanı da yoktur. 
Din vicdan işidir. Allah ile kulu arasında özel ilişkidir, kimse kimseden sorulmaz… 
Allahın dini tevhit ilimine dayanır, Tanrı birdir, Onun dini de birliğe dayanır… 
Tevhid etmek için ise, Ona teslim olmak gerekir… 
İslâm denilen, irfaniyetle teslimiyettir…
Tevhit ilmi üzere çok kalem oynatıp, kitap yazan olmuş… 
Ama çoğu âdet ile ibadeti karıştırmıştır, cebri, kınamayı, sataşmayı kaldıramamış… 
Çok az kimse, tevhidin inceliklerini açıklayıp, Allahın  dinine hizmet etmiş… 
Ve gerçek kulluğu yerine getirmiş… 
Yaratılış, tanrıya ârif olmak içindir… 
İşte bu ârif kişiler hem Allaha hem kullarına hizmet etmişlerdir… 
Muhiddini Arabi, Bayezid Bestani   ve bunlara benzeyenler…  
Çoğu ise, tanrının dini ile kulların adetlerini birbirine karıştırıp, Nasrettin Hoca nın, kar helvasına benzetmişler… 
Helva olmadığı gibi pekmez de sulanmış … 
Âdetleri  Allahın dinine katarken, Allahın dini de bozulmuş … 
Allahın dini bozulmaz ama,  onların yapmaya çalıştığı din bozulmuş …
Kendi şaşkınlıklarını görmeyip, sözde dine düzen vereceklermiş. 
Böyle olunca din de tanınmaz hale gelmiş,gerçek din silinmiş. 
Bu sakat anlayışsızlıkları kabul eden cahillerde kendi cehaletleri ile zamanla daha ince bidat, hurafe ve efsaneyi de bunlara din, batın olmuş, küfür ve şirke din adı takılıp piyasaya sürülmüş…
İşte bütün bu sebeblerdir ki, kimsenin yazamadığı bir uslûpla yazmağa yöneltmiş oldu… 
Gücüm yettiğince örtüleri kaldırıp, Allahın dinini  küfür ve şirkten arındırıp , pak yüzünü göstermeğe çalışacağım . 
Yeni bir yöntemle, yeni bir doğuş olarak, kabul edenlere tanrının rahmeti olarak,sunmayı dilemekteyim. Eğer daha önceleri, böyle yapılıp anlatılsa idi, bugün belki bana yazacak bir şey  kalmayacaktı… Tanrının hidayeti ve yardımı, peygamberin şefaati ile başlayıp, yazacaklarımla, okuyanlara bir şey verebilirsem mutlu olacağım … 
Özellikle Tevhid ve Tasavvuf, ( Vahdeti  Şuhud Vahdeti Vücut ve Vahdeti Mevcut ) nedir  dilimin döndüğü kadar açıklamağa çalışacağım …
Tanrıdan başka tanrı yok deniyor … 
Şeriki, nâziri,(benzeri )yok deniyor… 
Sonra halkiyatta insan ona benzetiliyor… 
Böylece insan ona hem şerik hem nâzir oluyor… 
Çünkü tanrının sıfatları, hepsi insanda sayılıyor. 
İnsan nispet ediliyor… Tanrının olanlar ise meydanda yok… 
Tanrının sıfatları meydanda olmayınca, insandan görünen sıfatlar , 
Allahın olduğu gerçeği meydana çıkıyor… 
Yani Allahın bir depoda saklı bir sıfatları yoktur, insandan tecelli eden ve genelde suret ve âlemin de tecelli eden sıfatlar, onun sıfatlarından ibarettir…
Tanrı insanı kemal sıfatları ile tecelli ederek surette yarattı … 
Onu, sabit sıfatları ile donattı… İnsanın kendine has sıfatları olsa ne hasta olur ne de ölürdü…
Bunlar hepsi yaratıcı güç olan tanırının olduğu için , günü gelince hiç sormadan çeker emanetini alır… İnsanın kendine has vücut varlığı yok ki , sıfatları, fiilleri olsun …
Ezelde tanrı vardı, onunla beraber bir şey yoktu… 
Elân da öyledir… Çünkü yaratıcı, kendi varlığından Muhammedin nurunu yarattı… 
Muhammed nurundan da bütün alemi yarattı… 
Âlemde insanı kendi sıfatlarına mazhar( görüntü yeri )olacak şekilde yarattı… 
Tâ ki bilinmesine kolaylık olsun … 
Bu biliş, şuhidi bir biliş olup, buna kalp gözü ile görüş de denir … 
Diğer bi ifade ile, bilimsel görüş… Yaratıcı zatı ile görülmez, sıfatlarının tecellisi, fiilleri esmâ ve eserleri ile şuhuden görülür…
Kuranda ( Evvel odur , ahir odur, zahir odur, batın odur,) beyanı vardır. 
Yani Tanrıyı bilmek için önce bilgi gerekli, bununla beraber güzel ahlâk gerek ki, peygamberine uymuş olsun… 
Çünkü Peygamber: (ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.) buyurdu. 
Yani Din, Güzel Ahlak ve İrfaniyet olmuş oluryor. 
Dikkat edilirse kuranda ahlâk ve bilgiye kıymet veriliyor… 
Peygamberin de ahlâk ve bilgi üzerine birçok hadisi vardır…
Bütün peygamberler, insanları güzel ahlâk ve bilgiye davet ettiler… 
İlmi tevhid tamam olunca, ittihat ve vahdeti vücut zahir olur…  
Tanrıdan  gayri tanrı yok, demeyi değil Ondan başka varlık olmadığını ispat etmeye geldiler , bu da kuranda hikmet diye anılan tasavvuf ve ilmi ledün, ilmi tevhid ile bilgi ile beyan ettiler…
Âlemin bâtını, vahdeti vücut, zahiri vahdeti mevcut olduğunu beyan ettiler… 
Ayet, (Külli şey’in hâliki illâ veche )
ve  
(Lâ ilâhe illâllahü, el hayyül kayyum ) 
Eşyanın kendine ait vücut varlıkları yoktur. 
Allahın vechini tecellisi ile yansıtan görüntü yeridir, 
ve Allahtan başka ilâh yoktur, diri olan sürüp giden odur… 
Yani her şeydeki dirilik onun zatından gayrı değildir… 
Yine ayet , ( Ve nanhü akrebü min  hablim verid .) 
Ve biz insana şah damarından yakınız… Tanrı doğruyu söyler hidâyete erdirir…
Tanrının peygamberi , Hz. Muhammedin kutsal sözü : levlâke levlâk  lema halektül eflâk … 
Meali : Seni yaratmasa idim, felekleri, uzayları yaratmazdım… 
Tanrının yaratıcının sözü : ve seni âlemlere rahmet için yarattım… 
Ve yine tanrının kutsal sözü: 
( küntü kenzen mahfiyen feahbeptü en uğrefe fenalâktül halaka li arefe.) 
Meali : ben ilmi ezelde bilinmekten münezzeh gizli hazine idim bilimekliğime iştiyak duydum, bu istek ve muhabbetimle halkı halk ettim. Ta ki bilsinler, arif olsunlar… 
Ayette, (İnsanları ve cinleri ancak kulluk etsinler diye halkettik )… 
Bütün bu ayet ve hadisler birbirini tamamlayan ve gerçeği anlatmaya çalışan sözlerdir, bütününü beraber  yorumlarsak, insanların ve cinlerin ancak yaratıcıyı tanımak  ve ârif olmak için yaratıldığı  gerçeği ortaya çıkar. 
Kulluk,  ibadet denilen ancak irfaniyettir… 
Kullukta yaratıcıya hizmet vardır… 
Bu hizmet bilgi türünden olunca : 
Kalp amelinden olan cehaletten irfaniyete doğru, bir tekallüp, inkılâptır… 
Yaratıcı her an başka şendedir, kulun da idraki ile onu takip etmesi gerekli olur kalp ile tastikli iman buna derler, İman: kalp ile tastik, Din güzel ahlâk ve irfaniyettir. 
Kulluk, kalp amelinden olan, ilim irfandır. Buna ubudiyet denir…
İşin aslına gerçek yönünden bakarsak her şeyin kulluğunu noksansız yaptığını görürüz… 
Böyle olduğunu kuran da beyan etmektedir. S.7 A.206 ..
(Rablerinin katında olanlar 
ona kulluktan hiç geri kalmazlar.. 
Onu tenzih ederler, Ona secde ederler ) 
Onun katında olmayan bir şey düşünülemez … 
Eğer kişi cahil olursa tanrıdan ayrı bir şey düşünür… 
Çünkü yine yaratıcı sonu olmayan sözlerinden birinde, o her şeyi bilir, duyar ve görür…
S.22 A.18
( Görmüyor musunuz  ki göklerde ve yeryüzünde ne varsa Güneş, Ay Yıldızlar, Dağlar, Ağaçlar, Hayvanlar ve İnsanların çoğu Allah’a secde ederler… Birçokları da azabı hak etmiştir…)

Burada her şeyin secde ettiğini beyanla, her şey ne maksatla halk olundu ise ondan  O tecelli etmekte , O işe yaramaktadır. Bunların birbirilerinden yararlanmalarından başka, hepsinden insan yararlanır. Bu yarar sağlamaları onların  kulluklarını tam olarak yapmalarıdır. ki tam kulluk secde ile belirtiliyor… İnsanların da çoğu secde ederler, diyor. 
Burada bazılarının secde etmediği anlaşılır. 
Ki secde etmemek onun Tanrıya ârif olmadığı gerçeğini beyan eder. 
Çünkü insanın yaratılışı, kalıbı ile yere kapanması ile olan secde değil. 
Kalp secdesi olan, ilim ve irfaniyettir. 
İnsandan istenen yalnızca, âmentüyü dil ile söylenmesi değil, nitelik ve niceliklerine ârif olmasıdır. 
Kalp ile tasdik denilen budur. Kalp tasdiki olmayınca iman tamam olmaz, imansızın da dini olmaz.. 
Din de güzel ahlâk irfaniyettir. Bu kalp tasdiki ve kalp amelidir.
S.30 A.26
(Göklerde ve yeryüzünde ne varsa hepsi onundur… 
Her biri onun boyun eğmiştir)
Yani yaratılışının icabını yaparlar.
S.31 A.20 
(Görmüyor musunuz, Allah gerçektende göklerde ve yeryüzünde ne varsa size râv etti. 
Gizli ve meydanda her nimeti size yaydı. .
 insanlar arasında bir bilgisi, delili, aydınlatıcı kitabı olmadığı halde, 
Allah hakkında mücadeleye, çekişmeye girişenler var.)
Bu ayette de yerde ve gökte olan her şeyin insanın faydası için yaratıp sunulduğu beyan ediliyor… 
( Seni yaratmasa idim, uzayları yaratmazdım.) Sözü de bunu anlatmak için söylendi. 
Eğer kişi hakikatı Muhammediye ârif olursa, onda da Muhammed tecelli eder. 
Ve o söz ona söylenmiş olur. 
Muhammedle kast edilen KAMİL insan–( olgun insan)’dır… 
Yaratıcı olgun insanı, kendi için, âlemleri, uzayları da olgun insan için hakketti. 
Olgun insan da , yaratıcıyı ilim irfan  ışığında tanıyan, ârif olan , güzel ahlâkta  peygamberine uyan, tevhid ve tasavvuf selektöründen geçen, süzülmüş, saf insandır. 
İnsan isminin tam hakkını verebilen insandır.
Bu sözlerden sonra, şüphe edilmez ki tanrı her şeyi olgun insan güzel ahlâklı, bilgili, ârif insan için halketti… 
Ve ancak ona insan dedi… 
Nereden gelip nereye gideceğini bilmeyen, sormak da aklına gelmeyen, veya beş bilirim sanan, gaflet ehli, cahil insanlar da bu âlemde madde yönünden fazlası ile yararlandı, dünya zevkleriyle zevklendi. 
Ama yaratılışının amacını bilip, irfaniyetin zevkine varamadı. 
Gerçek cennetlerinin zevkinden, manevi zevkten mahrum kaldı. 
Çok âdetler yaptı, kıyafet düzdü, şekil perestiliği  her boyasına bulandı, ama yaratıcının istediği kulluğu yapamadı. 
Kendi cehalet ateşi ile kendini yaktı… Huzur bulamadı..
İnsan, âlemlerin özetidir, bunun için insan âlemde herşeye ihtiyaç duydu. Âlemden yararlandı. Âlemde maden, nebat ve hayvan cinsinden ne varsa insanda madde ve mana olarak vardır.. 
Örneğin, âlemde dört unsur vardır, 
toprak,hava, su, ısı (ateş). 
İnsan da bu dört unsurdandır. 
Bunlar belli bir oranda insanda birleşmiştir. 
Hayvan da böyledir. 
Bu birleşme oranlarında, azalma veya çoğalma olunca vücut hasta olur. 
Tedavisi, bozulan dengeyi eski haline getirmektir. 
Bütün hayvanların tabiatları da insanda mevcuttur. 
Güzel ahlâk ve insanlık, bu tabiatların iyi ve güzel taraflarını alıp, insana yakışmayanları, sahibi olan o hayvanlara bırakmak gerekli. 
Yaratılışı icabı hayvanlar için temel olan tabiatlar, onlar için normal sayılırken insan için insanlıktan düşürücü olur. 
Eşek ve katıra tepmek, sığır cinsine süsmek, köpeklere üremek, ısırmak normal görülebilir. 
Ama bunları insan yaparsa hoş görülmez. 
İnsan en şerefli, en mükemmel, ve en mükerrem yaratıktır. 
Allah insanı kendi öz nurundan, kendi sureti üzere, sıfatlarına mazhar olacak şekilde yaratıp, ona ruhundan ruh vermiş, gerçekteki bu yaratılışı bozup,  emanete hıyanet etmesin. 
Ama insan nefsinin kuruntusu ile bu yaratılıştan esfele safiline düşebilmektedir. 
İrfaniyet diye, cehaletin kara batağına bulanabilir. 
İşte yaratıcı güç, yine insanlara rahmetinden onları uyarıp doğru yola yöneltmek için, peygamberler, nebiler, Resûller görevlendirmiştir ki, insan kendi cehaleti ile kendine ve etrafına zalim olmasın . 
Bunun için her haberci, uyarıcı, Allah’ın insana bir rahmetidir. 
Yaratılış bir rahmettir, bu Rahman isminin bir rahmetidir. 
Her şeyi hak ettiği hak üzere halketmiştir. 
Celâl ve Cemal karışımı rahmettir. Rahim isminin rahmeti ise , sırf celaldir.
Son peygamber, ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim, buyurdu. 
İnsan odur ki, zahiren halka karşı güzel ahlâk ile Hakkta karşıda irfaniyetle sıfatlanmış olsun …
Kur’anda: Allahın ahlâkı ile ahlâklanın, onun sıfatları ile sıfatlanın beyanı vardır. 
İnsan için temel insanlıkta anayasa budur. 
Ahlâklı bir cahil cehaleti sebebi ile yanlış bir iş yapılabilir… 
Yine alimin ahlâkı yoksa, o da yanlış yapar, bunun için bu iki temel, diğer bir ifade  ile, iki kanat kişiyi insanlık mertebesine yükseltir… 
İşte rahmet bu iki kıymetli hazineden doğarsa, bereketli hikmetler, bu rahmete gönlünü açan kimse için, hidayet ve şefaattir. Şefaat: anladığım kadarıyla, yardım etmek, darda olanı ferahlatmak, kurtuluşa mana aleminde feraha erdirmede yardımdır. 
İşte şefaate sebep olan şeye de şefaat ismi verilmiş.. 
 (Seni Alemlere rahmet için gönderdir.) veya halkettik, bu söz gerçekte, Muhammedin, hakikati muhammediyenin rahmet hazinesi olduğuna işarettir. 
Her peygamber, ümmeti için rahmettir. 
Bugün varisi resül olan kâmil insanlar, Allah adamı, Allah dostları da fahri olarak o görevi üstlenmiştir. Tanrı, zatında batın olan sıfatlarını zahir edip kendi sıfat alemine Muhammed dedi. 
Hakkati muhammediye denilen Allahın ilminin yayıldığı ve yazıldığı maddi ve manevi alemdir. 
Hakikati muhammediye Allahın zatına ait olan, ilmi ledün, ilmi tevhittir. 
Nuru muhammediye  denilen mana yönüyle budur.
Muhammed tanrıyı bildiricidir, ilim de tanrıyı bildirici, alim ilimle alim olur. 
Atatürk’ün ifade ettiği gibi, gerçek mürşid ilimdir. İlim sahibine, alim denmesine sebep olur. 
Özetle Muhammed de ilim de tanrıyı bildiricidir. İlim Allah’ın sıfatındandır, alim ancak kendidir. 
Alim ilim vasıtasıyla kendini bildiği gibi aynı vasıta ile bildirir. 
Başka bir ifade ile, alim vasıta olur  kişi ilim vasıtasıyla kendini bilir. 
Kişi kendi noksanını kabul edip, bir alime tevazu ile, eğilip bilgi isterse, telkin edilecek ilme uyarsa, şefaate erişir. 
Eğer rahmet şahıstan olsa idi, peygamber öldükten sonra, alem cehalet karanlığına gömülürdü. 
Ama onun varisleri aynı ilimle, hakka hakikate dönük gönüllere ilimle nur, aydınlık sundular… 
Kalp gözlerini açtılar… Gerçekleri gören, kalp gözü de denen, ilmi görüştür. 
Bir şeyin nelik ve niteliklerine ârif olmalıkla olan görüş… 
Dünyada  âmâ olan, âhirette de âmâdır,  denir. 
Bu söz baş gözleri için söylenmedi, kalp gözü denen gerçek bilgiye işaret edildi. 
Yoksa nice baş gözü gör olan kimsenin nurlu, aydın bir kalbi, gönlü vardır. 
Ve yine nice madde aleminde zerreyi görür de gönlü zebanilerle dolu bir cehennem arsasıdır. 
Çünkü cahildir, cahil olduğuna da cahildir.
İşte peygamber olan Muhammed öldü, ama onun şefaat vasıtası olan ilim bâkidir. 
Çünkü ilim Allah’ın sıfatındandır. Kimsenin kendine has ilmi yoktur. 
Sıfatı sûbutiye denilen zatın nitelikleridir ki  sırası ile…  
Hayat, ilim, irade semi, basar, kudret, kelâm ve tekvin, bunlar nereden tecelli ederse etsin bu sıfatlar Allah’ın sıfatlarıdır.  
Sahibi odur. Onun zatının nitelikleridir. Diğer bir ifade ile Sıfatı Subutiye : 
Tanrının zatını ispat eden sıfatlarıdır. Ve tanrının zatı ile kaim duran sıfatlarıdır… 
Bu sıfatlar sahibi olan tanrı gibi, ezeli ve ebedidir. 
İşte kim bu ilmi ister, âşık olur, tahsil eder ve Ârif olursa , rahmete ve şefaate erişmiş olur. 
Bu irfaniyetle hakta fani olup, hak ile beka bulur. 
Ve gir cennete hitabına muhatap olur. 
Gerçek ârif ve mümin olanların makamı olan irfaniyet cennetine girer. 
Rahmet ve şefaat bilgi ile bilgili olmaktır. 
Tanrıya kul ve Muhammede ümmet, ancak bilgili, ârif olmakla olur. 
Cahillik hiç bir şey olmadığı gibi, cahil de bir şey değildir. 
Cahil değil islâm , insan bile olamaz…
Muhammed nuru denilen gerçek ilmi, ilmi ledün, ilmi tevhiddir... 
Nur ilme misal yapılmıştır. 
Allahın ilmi yalnız yazılmış kitaplarda değil, yayılmış kitap olan kainat,kitabında yazılıdır. 
Her şey bir ayettir. 
Çünkü her şey onun varlık ve birliğini anlatır, gösterir, tabii kalp gözü ile bakmasını becerenler, bilir,görür,okur,okutur…
 Niyazi Mısriden … 
Hep kitabı haktır, eşya sandığın ol okur kim aynı evtan eylemiş…
Ve Muhammed için … 
Beşer denen bu âlem ki senin suretle şahsındır… 
Her şeyin kaynağı, madeni olan Muhammed nuru ölmez. Daim ve bakidir… 
Âlem ondandır,onun içindir, ve O’dur… 
Her şey onun nurundan olunca her şey odur. 
O nur, Allah’ın nurundan olunca, Onun nurunun sureti olunca. Özü tanrı nurudur. 
Bundan bilinir ki, gerçekte Muhammed, tanrı sıfatıdır. Ve ölmez… 
Tanrı suretine Muhammed dendi, Muhammed’in suretine  de Âlem.. 
Tanrı ilim alemine Muhammed, Esmâ âlemine de  Âdem dedi…
Kâmil insan dış yüzü ile Âdem… 
İç yüzü, mana yönü ile Muhammed’dir… 
Buradaki ifadeler çok kimseye biraz karışık gelebilir, bu sözlerdeki inceliklerde yine hakikati Muhammed’i denilen gerçek ilmi ile yorumlanırsa anlaşılır. 
Bunu anlamak için mârifet gerekir. 
Onu bilmek için bulmak, bulmak için aramak gerek… 
Kişi yeter ki ona âşık olsun, arar bulur, bilir… 
Kişi bilirim zannını bırakırsa, bilmeye öğrenmeye niyeti varsa arar bulur…
Musa peygamber iken, tenezzül etti, hızırı aradı, kendi bilgisine ters geldiği halde sabırla arkadaşlığa devam etti, noksanını tamamladı...

Seyyid Nizamoğlu’nun bir deyişi ;

Ey ârifler, ey âşıklar, gel Muhammed’i bulalım,
Ey dost yolunda sadıklar, gel Muhammed’i bulalım,
Doludur âleme nûru, iki cihanın serveri,
Kande ise anın nûru, gel Muhammed’i bulalım.
Muhammed diridir ölmez, taze güldür hergiz solmaz,
Anı seven gafil olmaz, gel Muhammed’i bulalım,
Gel kalma dünya elinde,cihanın mülkü malında,
Muhammed’in evlâdında, gel Muhammed’i bulalım
Muhammed  âlemden  gitmez, bir güneştir hergiz satmaz,
İsteyenler gafil yatmaz, gel Muhammed’i bulalım ,
Seyyid NİZAMOĞLU yürü, inleyüben zâri zâri ,
Hangi kandildeyse nûru, gel Muhammedî bulalım.
        
Ve âşık Yunus’un deyişi;
İlham  ile dün gece seyrettin muhammed’i
Âyineyi kalbimde seyrettim Muhammed’i 

İşte Nizamoğlu , âşık, ârif, ve sâdıkları davet ediyor...Gelin Muhammed’i bulalım … Onun ilim nûru nerede ise bulalım. Çünkü Muhammed ölmez, Allah’ın nurudur, tanrı ölmeyeceği gibi onun nurundan olan da ölmez.O taze bir gül gibidir. Hergiz solmaz . Ve kokusu kaybolmaz. Onun kokusu, yani ilim, irfan nuru nereden ışık veriyorsa onu arayıp bulalım… Eğer onu seviyorsak, onun ümmeti olduğumuzu iddia ediyorsak, onun evlâdını , onun ilim nuruna vâris olanı , ehlibeytini arayıp bulalım. Onlar yıldızlar, kandiller gibidirler, onların beşeriyet kandilinde Muhammed’in nuru ışık ve ziya verir. Onun nişanı budur, gelin arayıp bulalım …

Tanrı sözünde beyan etmiştir, (peygamberlerin  vârisleri olan veliler, Allah dostları daima mevcuttur. Kıyamete kadar da daim ve bâkidirler… Yalnız yine ayette belirtilmiştir. Benim dostlarım olan veli kullarım kubbelerim altında gizlidir. Onların belli etiketleri yoktur. Herkes gibi giyinir,yerler içerler,sokaklarda gezerler,Allah dostu velilik şunlardan münezzehtir, sakal,bıyık,kisve,dini etiket,adeti kayır,suret düzme,külah,boyundan uzunçoban sopası,asa, açıkta dikkat çekecek hareketler… Bütün bunlardan arınmıştır… Velilik bir makamdır, Veli o makama ulaşan kimsedir. Onun için dışta velinin nişanı yoktur. O şahıs, ve sureti o makama kubbe olmuş olur. Onların dilinden anlayanlar ancak onları bilir. Bir nişanları da onların yanında kişi derdini unutur...

Muhammed’in hakikatine ârif olmanın sırrı makamı vilâyettir. Bunların ehlüllah, yani, Allah ailesinden olanlar  da denir. Onların kalbini, gönlünü açıp girebilirsen, orada nişanlarını görürsün… Onlar Allah dostları olup onlar için korku yoktur, mahzun da olmazlar, ayet neslidir… Bunlar her toplulukta bulunurlar her toplumda bir ehli irfan olan ârif ve kâmil bir Allah dostu bulunur. Onların bilinmemeleri belki de halkın zannı gibi olmamalarından  ileri gelir… Çünkü avam  dış,ış görünüşe göre hüküm verir… O irfandan anlamaz…

Allah insan( insanı kâmil) Rahman suretinde yarattığını beyan ediyor, Rahman sıfatı, kemal sıfatları suretidir. En güzel surette halkettim diye beyan da vardır… Buna benzer diğer beyanlar, kâmil insanın mana yönünü işaret eder… En güzel ahlâk ve irfaniyet suretidir. Allah, biz insana şah damarından yakınız, diyor… Ve yerler gökler beni sığmaz inanmış kulumun kalbine sığarım . Böyle olduğundan şüphe eden ya cahil ya gafil , yahut inkârcıdır. Evet bunlar kuru aklın ölçülerinden dışarı taşıyor, ama gerçek bu … Bu nasıl bir kalptir ki, yerlerden göklerden daha geniş.. O kalp ki cehaletten irfaniyete tekallüp ile inkılâp etmiş… 
O kimsenin bütün vücudu kalp olmuştur, Ondan tecelli eden fiil, sıfat ve vücut, cenabı Hakkın olduğuna ârif olmuş, kalp ile inanmış, Afakta da her zerreden tecelli eden O olduğunu irfaniyetle kabul edip inanmış, işte o kimse, Allah’ın nasıl şah damarından yakın olduğunu da bilmiştir. O, artık  parmağı ile uzayı gösterip, yukarıda Allah var demez, heryerde her şeyde mevcut olduğunu, özellikle kendinde şah damarından yakın olduğunda şüphesi yoktur. İşte bu kimse gerçek iman sahibi olup, Allah onun kalbinden hiç çıkmaz. O, Allah’ı önce nefesinde sonra afakta Şuhut ve tefekkür eder… Zikri ve kulluğu daimidir. Abdessiz yere basmaz, daimi huzuru haktadır.  Evet, inanmış olmak, irfaniyet ile kalp ile tasdik etmek en yüksek rütbe, Kulluğun sahibi, onların ibadetini kabul ettiği de onlara bildirir. Onlar için şüphe de yoktur… 
Onlar, Allah ile Allah için Allah’a daima ubudiyettedirler. Böyle bir mümin kimdir ki, onun kalbi Allah’ın mülkünden geniş oluyor… Mümin nasıl sancak sahibi bir padişahtır ki, bütün varlıklar sancağı altında toplanıyor, yerlerde , göklerde ne varsa onun. Kalp,  gönül sancağı altına sığınıyor.. Peygamberin sancağı altında yalnız müminler toplanırken, ancak onları sığarken, inanmış kulun kalbi mülkü ile beraber TANRI’yı sığıyor… Evet, işte aklı patlatıp dağıtacak bir mesele daha müminin kalbi her şeyi sığıyor.  Peygamberin sancağı da, müminleri sığıyor. O sancak ne sancaktır… O sancak bugün açıktır.

Bütün bu müşkülleri, ancak ilmi tevhid, ilmi ledün denilen Hikmet ilminin mârifeti çözer… Tanrı, sırlarını yine tanrıya ait olan kendi ilmi çözer, açar , açıklar…
Tanrı kutsal sözünde, : Âlemleri, sevgi, muhabbetler(aşkla) halkettiğini beyan ediyor… 
Her şey sevginin, muhabbetin eseri olmuş oluyor. 
Sevgi ve muhabbetin ürünü olan halkın, HÂLİKİ ile ancak sevgi ve muhabbetle aranır, bulunur ve bilinir. Yani kul, kulluğu bilmek, bulmak için önce âşık olması gerek… 
Hidayet denilen aşkın ilk tecellisidir. Kuvvet bulunca AŞK denir. 
Gerçekte yaratıcı güç herşeye hidayet edip de yarattı. 
Bunun için, kelâmında ( Her şeyin yaratılışta hakkını verdik, hak ettiği hak üzere halkettik. ) buyurur. Yani her şeyi istidadı neye ise onu o şekilde yaratmakla hidayet ve rahmetimizle hâlk ettik. 
Böylece hiçbir zerreye haksızlık olmadı. Her şey neye istidatlı ise, ona uygun olan davranış onun için kulluktur. Yani ondan istidat ve kabiliyeti neye ise ondan kulluk olarak ancak o istenir, o da onu severek yerine getirir, kulluğunu yapmış ve mükafatını da almış olur. ..
İstidat ve kabiliyetler, sayılamayacak kadar çoktur, buna karşı tanrı isimleri de nihayetsizdir, her çeşit kabiliyete, Rab olarak hükmedecek bir tanrı ismi vardır. 

Her tanrı ismi bir kabiliyete RAB ve her istidat ve kabiliyet de kendine uyan bir tanrı ismini  Rab edinerek ona kul olur… Böylece her yaratık  kendi istidadına uyan Rab isminin hükmünde, onun doğru yolunda, tanrının rızası üzere kulluğunu yapmış olur… Ve tanrı, kullarının hepsinden razı olmuş olur. 
Her kul istidadının hak ettiği cennete girer… 
Kimseye zulmedilmez, zulüm varsa kul kendi kendine zulmeder… 
İş dış görünüşü ile böyledir.
İçyüzü-gerçek yönünden bakılırsa,Tanrının vücudundan gayri mevcut yoktur. Tanrının vücudundan dışarıda bir şey de olamaz, çünkü tanrı birdir. Ve kurandaki tanrının beyanı ile (Vallahu külli şey’in muhit), Allah her şeyi kaplamıştır. Onun vücut varlığından dışarıda bir şey olamaz, olursa onun şeriki olmuş olur, oysa onun şeriki yoktur. Çünkü tanrı birdir, O yalnız tanrılıkta değil, varlıkta da birdir, Tek’tir… Ondan gayrı mevcut yoktur, (LÂ mevcüde illâ hü) her şey onun vücudu dahilindedir… Böyle olunca her sıfat ve fiiller, tanrının vücudu  dahilinde cerayan eder… Tanrı zatı ve sıfatları ile âlemleri kaplamıştır… 
Her şey tanrı vücudunda bir zerre, hücre gibidir…
Allah, zatından zatını tecelli kılıp, sıfatıyle ziynetlenmiş ve fiilleri, eserleri esnası ile görülmüştür… O her anda başka bir şeen dedir. Tanrı indinde, doğma ve ölme diye bir şey yoktur. Tecellilerin daimi değişmesi, yenilenmesi vardır, yokluk yoktur… Şekil değişmeleri vardır. Yaratıcı güç bekasını böylece sağlamaktadır. Eğer tecelliler durmuş olsa, eskime ve fenâ durumu olur. Onun için her şey her an hareket halindedir, sükûnet gibi görülen yerde de hareket vardır… Ve her şeyin hareketi onun için zikirdir… Âlemde her şey hali ile yaratanını zikretmektedir… 
Zikirde ancak gafil insan gaflete düşer, nefsinin hevâ ve hevesi onun gönlünü bulandırır, gafil olur. Allah ismi, onun zatına has bir isimdir. Onun şeriki ve nâziri yoktur. Mekândan,zamandan, cihetten, hertürlü kayıttan, suretten münezzehtir. Ve  o görülmez … Allah sıfatları ile bilinir, sıfatı subutiye, sıfatı zatiye ve sıfatı selbiyesi ile, ondan gayri varlık ve ilâh olmadığı gerçeği anlaşılır. Her şey Allah’ın vücut varlığındadır, Ama o hiçbir şeye benzemez, biz vücudumuzdaki hiçbir azamıza bezemediğimiz gibi… Bir surete sıfata bürünen hiçbir şey, kaynağı, hammaddesi olan, bir şeye benzemez, ama ondan olduğunu bilen de bu gerçeği inkar etmez … (Allah vardı, onunla beraber bir şey yoktu, El’an da öyledir, tanrı vardır, ondan başka varlık yoktur… 
Görünen her şey onun varlığından zuhura geldi. Ezelden ebede ondan gayrı varlık yoktu, olamaz da … Bu gerçeği, ilim ve irfan ışığında kabullenip inanırsak, ancak o zaman Allah vardır ve birdir, diye söylediğimiz söz, ruh bulur gerçek olur. Yalnız dil ile şehadet etmek ve kendimize ayrı varlık nispet etmek iman değil ama büyük ŞİRK olur… Çünkü o zaman biz en büyük put, büyük putperest oluruz… Bu hal aynı zamanda küfür de olur. Biz kendimize varlık nispet etmekle, gerçek var olanı örtmüş oluruz, büyük küfür…

Bunun için kuranda Âli İmran suresinin, 18. ayetinde; (mealen ben o Allah’ım ki kendi kendimi şahadet ederim. Benden başka beni şehadet edecek de yoktur, ancak o melekler ve büyük âlimler (kıst) ile gerçek bir bilgiyle beni ikrar ederler )… Yani cahillerin şehadeti geçerli olmadığı beyan edilmiş oluyor. Meleklikle olan vasıf, Hakta fenafillâh olmaktır, büyük âlimlik ise, hak varlığından var olduğuna ârif olmaktır.  Kalp ile tasdik, ancak uyanık, diri bir kalp ile olur, cahil ve gafilin kalbi ise ölüdür. Kalp sahibi olmak demek ilim irfan ile kalbin diri olması demektir. Kuranda gaflette olanlara uyarı vardır… 
Kuranın hitabı ise kalp sahiplerinedir, çünkü onu ancak kalp sahipleri anlar, ( Kuranda, kendi hakkındaki beyanı şöyledir, bunda kalbi olan için mev’iza ve teskere vardır) buyurur… Yani ancak, ilmi tevhide ârif olan, kalbi uyanık, ilim ışığı ile aydın olan kalp sahibidir.
Niyazi Mısri’nin şöyle bir sözü var ;
         Ger azabı ahretten bulmak istersen halâs
         Ârif ol ki, cehl ödünden kopiser cümle azap..
Alem kâmil ve ârif insan için yaratıldı, yaratıcıya ârif olan ancak kâmil insandır… Yaratıcı peygamberleri, insanları kemale erdirmek için gönderdi. Ve yaratıcı her şeyi insanın yararlanması için halketti. Âlemde her şeyin birbirine ihtiyacı vardır. İnsanın herşeye ihtiyacı var , her şeyin de daha mükemmel olması, kemal bulması ve insana yararlı olması için insana ihtiyacı vardır… Bütün âlem zincirleme birbirine bağlıdır, bir vücudun hücreleri gibi, böylece her ihtiyaç duyduğumuz şey, tanrıdandır. Sureyi ihlâsta bu gerçek açık olarak ifade olunur. 
(Kul hûvallahû ehad , Allahüssamed, lem yelid velem yûled,lehü küfüven ehad) 
De ki ; O ALLAH dediğin TEK’tir. Var olmada ve varlık aleminde durmada hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. 
Her şeyin ona ihtiyacı vardır… 
Yani her şey zuhur alemine gelmede onun varlığına ihtiyaç vardır. Öyle ise her ihtiyaç duyduğumuz şey ondandır. Onundur. 
Ondan başka kim imdat edebilir. Ondan başka mevcut yoktur. 
Samed ismi ile her şeye şefaat eder, özetle cehennemin hakikatı cehalet, cennetin hakikati de irfaniyetdir.
(Dünyada âmâ olan âhirette de âmâdır.) Sözü uyarıdır, yani yarın Tanrı cemalini görmek istersen,ârif ol ki, cennete giresin, Allah da cemalini, irfaniyet cennetinde gösterecektir. Eğer cehaletle kör kalırsan, o körlük seni, cehaletin katranına bular  ve bugünden cehennemlik olduğunu adeta bağırırsın.. Halin zebani gibidir. Hakkı, hakikatı bugün tanımak gerek ki, yarın gördüğün zaman tanıyasın. İnkâra düşmeyesin… Bugün bilen, yarın görür ve tanır.
Bunun  için Musa, görmekliği istedi, ta ki bilsin ve bildirebilsin. Ama tanrı kul gözü ile görülemediği için Musa’ya (lenterani ya Musa ) sen beni göremezsin, ancak tecellim ile görebilirsin, dağa bak, dedi. Tur dağı parçalandı, Musa da kendinden geçti.
Kendine geldiği zaman ise her şeyde ancak tanrıyı gördü, başka görmedi. Tanrı ancak onun sözüyle görülür, yani o ancak, kendi kendini görür.  Gerçekte, ondan başka ne görünen, ne gören vardır. Nasıl ki birçok ayetin sonunda, işiten ve gören odur, her şeyi bilen odur, her şeye gücü yeten odur, yani sıfatı subutiye denilen, halkiyatta görülen bütün sıfatlar onundur. 
Kimsenin kendine has sıfatları yoktur. 
MEVSUF ancak odur. (Lâ mevsufe illallah.) 
Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh Aliyil azim …
Ayet ,(Külli şeyin, hâliki illâ veche) 
Hiçbir şeyin kendine ait vücut varlığı yoktur. 
Her şey Allah’ın yüzünü yansıtıcı bir görüntü yeridir. 
Peygamberin şöyle bir sözü vardır ( Gökyüzünden yeryüzüne nereden bir ip sarkıtırsanız sarkıtın, hiçbir şeye değmez, İllâ Allah’ın üzerine değerdi.) Kulluk denilen yaratıcıya ait olmak, yardım etmektir. 
İnsan sadece alettir, Allah onun gözünden görür, dilinden söyler, kulağından işitir, elinden tutar, ayağından yürür, onunla kendini ispat eder… Suret vücudu kula nispet edilir.  Ama onu diri tutan, hayat sıfatı Allah’ındır. Kimsenin dirilişi kendinin değildir. Eğer kendinin olsa, kimse ölmez. Allah’ın onun için, günü dolunca sahip emanetini çekip alır. Bazı haber eder, bazı da habersiz alır. Kişiden hayat çekilince, diğer sıfatlar da onunla gider. Hayat kaynaktır, tecelli ettiği yere göre kendini gösterir. Ölü kimsenin bütün azaları atıl kalır, bundan da anlaşılır ki, kul kıpırdamaya bile gücü yetmez. (Allah’ın emri olmadan yaprak bile kıpırdamaz) denir ki bu gerçeği işaret içindir; emir olmadan bir şey kıpırdamaz, emir tanrının kudretidir.

Özetle, “İNSAN” denilen, tanrının en son ve kemâli ile olan tecellisinden meydana gelen görüntüsüdür. Sureyi Bakara’da ; ( Bir beşer yaratıp, yeryüzünde kendime halife kılmayı dilerim.) Meleklere söylemiştir.İnsanı Halifelikle nitelemesi, ondan kemaliyle tecelli ettiğine delildir. Allah, insandan ( Âdemden) kemaliyle tecelli ettiği içindir ki meleklere, Âdeme secde etmelerini buyurdu. Allah kendinden başka şeye secde buyurmaz. Âdemin sureti kâbe yerindedir, gerçek beytullahtır. Âdem sefiyullahtır. İnsan mazharı tamdır. Beşeriyet yönü ile kul hakikat mana yönü ile tanrı sıfatları ile olduğundan tanrı halifesidir, vekilidir. Âdemiyet denilen de mana yüzüdür.
İş buraya gelince, çehresi değişiyor. Hakikatte, yaratıcı zatında batın olan sıfatlarını zahir edip, kendi sıfatları aynasında kendini seyretti, göründü. Kendi kendini bildi, ilim de tanrının sıfatındandır, âlim ancak Allah’tır. Allah’ın sıfatı selbiyesi  hay diri olan alim- her şeyi bilen ancak odur. Semi( her şeyi işiten) odur. Mütekellim( söyleyen, konuşan) kelâm eden, konuşan ancak odur. Mütekevvin, ( var olan, mevcut bulan, hasıl olan ) her şeyi tekvin sıfatı ile halkeden odur. Allah  sıfatları suretine Muhammed ismini verdi. Allah zatı ile batın, tecelli sıfatları ve fiilleri ile zahirdir…
Hakikatı Muhammed’i, Allah’ın sıfatlarından ibaret olduğunu, mevlitte, Süleyman Çelebi de işaret ediyor, mirac bahsinde şöle diyor ; Zatıma mir’at edindim zatını,bile yazdım adım ile adını … Şehadet kelimesinde de ( Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ,Muhammedün Resulûllah ve eşhedü enne muhammedin abdühu ve resülûhû ) … 
Kelimeyi tevhid’de de (Lâilâhe illâllah, Muhammedün Resulûllah ). 
Tanrı sıfatlarını zahir etti ki, zatını ispat etsin,bilinsin… 
Varlık ve birliğine ârif olsun, bundan zevk alsın. 
Bütün canlı yaratıkların nasiyesinden tutup dilediği yere götürmesi, ile yapılan misal de bu gerçeği ifade eder. Yani her canlıyı beyinden idare eder, yönlendirir. Ve bu muhakkak RAB olan Allah doğru yoldadır… İfadesi ile, her şey neye uygun ise iradesi ile onu o yöne götürür. Bu götürmede doğru yolda olduğu gibi, götürülen de yaratılışının doğru yolunda götürülmüş olmakla , o da doğru yoldadır. Götürenle beraber …. Beraberdir. 
Çünkü yine kuranda ,
Nerede bulunursanız bulunun O sizinle beraberdir. 
Yine Musa ve Harun’a da aynı mealde hitap vardır. Misal olarak, tek kişinin, iki kişilik oyunu oynaması gibi… 
Böyle olunca, oyunda yenen, yenilen diye bir şey de yok. 
Yalnızca oyunun zevki var. 
Bunun gibi Tanrı nazarında, gelen giden , doğan ölen, diye bir şey de yok, hayır şer , ceza mükâfat , bunlar da yok. 
Her şeye hak ettiği hak üzere yönlendirme yapılır.. 
Ve oyun devam eder…  
Yaratıcı güç, her anda başka bir tecelli, başka bir iş de olup her yeni tecelli de olmaz, öncekinden mükemmel olarak devam eder. 
Daima yenilenme vardır. 
Bir anda, aynı iki tecelli olmadığı gibi, iki anda aynı tecelli de olmaz, bu yaratıcının yaratış kanunudur. 

Her şeye âlimdir, aciz değildir. 
Bütün bu değişik tecelliler, zatın iktizasından ileri gelir, nasıl gerekli ise öyle olur. 
Böyle olduğu için, ilim, fen ve teknoloji daima daha mükemmele, daha güzele daha doğruya doğru her anda değişmededir… 
Bu değişim, gerçek varlığa kemal ve beka sağlamadadır. 
Şey olan, suret olan daima güzelleştiği gibi maneviyat da olgunlaşıyor.
Madde ve şekil yönünde olan bütün değişmeler, sebeplere ve şartlara bağlıdır. 
Bunun için gözle görülen, varlığı sezilen madde ve suret âlemine ŞERİAT dendi… 
Yani şartların oluşması ile daima değişmeler meydana gelir. 
Ve devam edip durur. Durması düşünülemez… 
Tanrı, sonsuz, bâki, ehad olduğu gibi, tecellileri de daima devam eder. 
Daim ve bâkidir. Bütün bunları bazı kimselerin aklı almaz, idrakı kabul etmezse de bu böyledir. 
Tanrı cahilin zannı gibi deil dilediği gibi işler.
Gerçi tanrı , ben abdımın zannı gibiyim,( kulumun zannı gibiyim), dedi ama, adı üstünde, ZAN, zan ise şüpheden arınmış değildir. 
Bu söz kişinin kabul etmesi, inanması inkâr etmemesi içindir. 
Yoksa bu zan ile olan kabul, ondan istenen kulluğu, vücut bulmasına yaramaz. 
İman önce görmeyerek’tir. Ama istenen kulluk bilinmesi için olunca bilmek için görmek gerekli, yani onun tecellilerini şuhud ile ârif olmak gerekli ki, istenilen kulluğu yapmış olsun … 
Tahkik olan iman ve kemal bulan kulluk, irfaniyetle gelişen kulluktur… Yani, ilim ve irfan gerekli. Zan bir suretle kayıtlanmaktadır. Tanrı ise her anda başka şende, başka işde’dir. Zan bu tecellileri takip edemez, bunun için  irfaniyetle kalp sahibi olmak gerek ki, kalbin bin bir gözü vardır, tecellileri takip eder ve hakkı, hakikati kabul ile kulluğunu kemaliyle yapmış olur… Çünkü kalp devamlı tekallüp halindedir, her tecellide tanrıyı ikrar eder, şaşırmaz… 

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...