21 Mart 2018

Allah’ı aldattığını zanneden Osmanlı


Allah’ı aldattığını zanneden Osmanlı

Osmanlı tarihini incelersek görürüz ki, bu bir millet tarihi değildir, milletimizin geçmişteki halini ifade eden bir şey değildir. Belki milletin başına geçen birtakım insanların hayatlarına, ihtiraslarına, teşebbüslerine ait bir hikayedir.”  (Atatürk’ün Eskişehir-İzmit Konuşmaları, Afet İnan, s. 342).

Aşağıda bu “hikaye“nin önemli bir kesitini bulacaksınız.

Osmanlı’da ilk evlilikler

Fatih Sultan Mehmet’e kadar Osmanlı padişahları kendi çevrelerindeki Anadolu Beylerinin, savaştıkları Bizans İmparatorlarının, Sırp, Bulgar krallarının kızları ile evlendiler.  Osmanlı padişahları bu  evlilikler ile siyasi güçlerini artırmaya çalıştılar ve miras yoluyla toprakları genişletme amacını güttüler. Osman Gazi, Şeyh Edebali’nin kızı Bala Hatun ve Anadolu Selçuklu Veziri Ömer Abdülaziz Bey’in kızı Mal Hatun ile evlendi, oğlu Orhan Beyi ise Yarhisar tekfurunun kızı Nilüfer Hatun ile evlendirdi. Osmanlı hükümdarları kuruluş yıllarında İsfendiyaroğullarından, Germiyanoğullarından, Candarlı, Karamanlı ve Dulkadiroğullarından kız aldılar. Böylece Anadolu beylikleri ile dostluk ilişkilerini geliştirmeyi amaçladılar.

Harem geliyor

Osmanlı başlangıçta çadırlarda oturan Oğuzlardan oluşan bir Türk topluluğuydu, orada harem olmazdı.  Osmanlı, Devlet haline geldikten sonra da Padişah saraylarında harem hemen olmadı. Osmanlı’da başta Bizans etkisinin çok fazla olduğunu söyleyebiliriz. Bizans’ın topraklarına doğru genişledikten ve onun mirasına oturduktan sonra sonra yavaş yavaş Bizans’ın bazı kurumları entegre edilmeye başlandı.  Haremi de oradan aldılar. Sonrasında Harem dairesi, 300 yıl boyunca Topkapı Sarayı’nda Padişahların ikamet ettiği mekân oldu. Sarayda padişahın ailesinin ve evinin bulunduğu yer ve girilmesi yasak anlamına gelen haremde kadınlar yabancı erkeklerle karşılaşmadan rahatça günlük hayatlarını sürdürdüler.

Cariyelerin sarayın devamlı üyeleri haline gelmelerinin başlangıç noktası olarak Orhan Bey dönemi kabul edilebilir. Osmanlı sarayında Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren harem tesis edildi ve hareme getirilen kızlarla nikâhsız birlikte olma usulü yerleşti. Sonunda harem Osmanlı’ya öyle bir yerleşti ki Kanuni döneminden sonra harem dışından hiç evlilik olmadı, buna yönelik teşebbüsler de hoş karşılanmadı ve engellendi. HAREM OSMANLININ KADERİNİ TAYİN ETTİ.

Neden cariye?

Osmanlının iğrençliklerini temizlemeye çalışan bazı çevrelere göre padişahlar güya hür kadınların kendileri ve akrabaları kanalıyla üzerilerinde etkili olma ihtimallerini ortadan kaldırmak için  cariyeler ile yaşamayı tercih etmişler. Bu aslında onların ne kadar kısır görüşlü olduklarını gösteriyor. Zira evinden barkından, anasından, babasından, kardeşlerinden zorla koparılıp önce esir sonra seks kölesi yapılan bir yabancının  Osmanlının çıkarlarını hiç düşünmeyeceği hatta Osmanlıdan intikam alacağı nasıl hesaba katılamaz? Nitekim sadece Ukraynalı Yahudi cariye Roksalan yüzünden bile Osmanlı Devletinin kaderi değişti, Osmanlı ondan sonra bir daha iflah olmadı.  Gerçekte Osmanlı Hareminin cariyelerle doldurulmasının sebebi başkadır. Sebep Padişahların dört kadınla yetinmek istememeleridir. İmdatlarına istenildiği kadar cariye ile nikah yapmadan cinsel ilişkide bulunulabileceğine dair fetva yetişmiştir. Böylece Padişahlar Allah’ı aldattıklarını zannedip istedikleri kadar karı/kızla yatabilmişlerdir.

Ne gerek var nikaha?

1402 Ankara Savaş’ında Timur’a esir düşen I. Bayezid’in (Yıldırım Bayezid) eşi Sırp Prensesi Olivera’yı (Maria Despina) Timur’un bir sâki gibi kullanarak Bayezid’i herkesin gözü önünde küçük düşürmesi yüzünden Osmanlı padişahlarının bir daha böyle bir lekeyle karşılaşmamak için eşlerine nikah kıymaktan kaçındıkları iddia edilir. Osmanlı’yı temize çıkarmaya çalışan çarpıtmaların bir başkası da budur. Halbuki zamanın her erkeği gibi  Padişahın kadını da ister nikahlı ister nikahsız olsun artık onun malı, namusu, haremi sayılırdı. Osmanlı padişahlarının nikahtan kaçınmalarının asıl sebebi başkadır. Nikahlı alabilecekleri eş sayısı sınırlıdır. Cariye de olsa nikah kıyıldığında nikah haklarından birini kullanmış olur. Halbuki Padişahların istediği sınırlı sayıda eş değildir. Teamüle göre nikah kıyıldığı takdirde cariyeler, çocuğu varsa ya da olursa, özgür olmaktadırlar. Bunu değiştirmek mümkün değildir. Ayrıca nikahlı olmaları halinde cariyelerin başka haklar elde edecek olmalarına da pek sıcak bakılmamıştır. Diğer sebeplere ileride değineceğiz.

Ortada iddia edilen nikah kıymama gibi bir gelenek olmadığı kıyılan nikahlardan da anlaşılmaktadır. 1531 yılında Kanuni Sultan Süleyman, Haseki Hürrem Sultan’a, II. Selim, Nurbanu Sultan’a,  İbrahim, Hüma Şah Sultan’a, Abdülmecit, Bezmara Hanım’a nikah kıymışlardır. I. Ahmet’in Kösem Sultan’a nikah kıydığı rivayet edilmektedir. II. Osman (Genç Osman) Şeyhülislam Esad Efendi’nin kızı Akile Rukiyye Hanım’a nikah kıydı ancak bu çok büyük tepki çekti. Öldürülmesiyle sonuçlanan ayaklanmanın sebeplerinden biri de budur. Sultan Abdülaziz, Mısır Hidivi’nin kızıyla evlenmek istedi ama bu da “bizde böyle bir adet yok” denilerek engellendi.

Cariyelerin statüsü

Osmanlı tarihinin en kara, en utanç verici sayfaları haremin cariyeleridir.

Kur’an’da bir devirde şartlı olarak tanınan azami dört eşlilik, Arap erkeklerinin cinsel isteklerine yetmediğinden, sınırlamayı delmek için Kur’an’da olmamasına rağmen cariyenin, İslam dinine, Emeviler tarafından nasıl sokularak yutturulduğunu bir başka yazımızda işlemiştik OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.

Teammüllere göre cariyelerin en azından savaş esiri kadınlar olması gerekiyorduysa da gerçekte olup bitenler, evlerinden barklarından, ailelerinden zorla alınan/kaçırılan kadınların, kızların, devamında kendi istekleri dışında erkeklerin cinsel ihtiyaçlarını yerine getiren odalıklar haline getirilmesiydi.

Osmanlı’da cariyelerin kaynağı savaşlar yanında sınır ötesi topraklara saldırılarla kızların kaçırılması ve özellikle deniz korsanlığı olmuştu. Halbuki Kur’an dışına çıkarılarak oluşturulan hurafe dininde bile azıcık insaf vardı: “Cariye, savaşta düşmandan esir alınıp, Dar-ül-İslam’a getirilmiş olan kâfir kadını demektir. Savaşta esir alınmayan bir insanı satmak ve satın almak caiz değildir. Dar-ül-harbde yani dünyanın her yerinde cariye olmaz. Savaşta düşmandan esir alınırsa cariye olur” (İlmihâlSe’âdet-i Ebediyye v.b.). Buna rağmen Kanuni’den itibaren cariyelerin kaynağı korsanlar tarafından kaçırılan kızlar olmuştur.  Ancak burada köyü basılıp ırzına geçilen sonra da köle pazarına satılan kızlardan bahsedemeyiz. Böyle bir şeyin Saray nezdinde olması söz konusu değildi elbette ki. Bunun bir istisnası Sultan İbrahim döneminde yaşandı. Cariye Zafire’nin hikayesi ilerleyen bölümlerde anlatılmaktadır.

Peki, savaşta esir alınmadıkları halde nasıl oldu da korsanlar tarafından kaçırılan kızlar cariye sınıfına sokuldular? Bunun cevabını verebilmek için önce o devirlerdeki korsanlığın neyin nesi olduğunu anlamak gerekmektedir.

Osmanlı korsanları

Korsan deniz yoluyla haydutluk yapanlara verilen ad. Her ne kadar zorba, acımasız, amaçsız olarak nitelendirilirlerse de aslında amaçları vardır; yağmalama, insan-mal gaspı yoluyla ganimet ele geçirmektir. Ganimetler gemiden başka bir gemiye ya da kıyılardaki şehirlere-kasabalara saldırılarla ele geçirilirdi ve altın-mücevherattan sonra en çok para edenleri esir alınan bakire kızlar ve yüklü fidye edebilecek kadınlar, köle olarak satılabilecek güçlü kuvvetli erkeklerdi.
Korsanlık eskiden savaş kurallarına uygun sayılan bir metottu. Ele geçirilen korsan gemisinin kaptan ve tayfasına savaş esiri gibi davranılırdı. O yüzden de korsanların ele geçirdiği kadınlar/kızlar da savaş esiri yani cariye olarak tefsir edildiler (yorumlandılar).

Korsanlıktan yetişmemiş bir denizci gerçek denizci sayılmazdı. Korsanlık, Akdeniz’de önceleri  başıboş şekilde  devam etti. Bir yağma ve esir toplama faaliyeti olarak, zamanla çok aşırı boyutlara ulaştı ve devletler, korsan gemiler için tedbirler almak zorunda kalarak korsanların kendilerine yakın olanları ile işbirliğine gitmeye başladılar.

Berberi olarak da adlandırılan Kuzey Afrika coğrafyası, Avrupalılar tarafından barbar kıyıları olarak bilinir, berberi isminin de burdan geldiği ileri sürülür. Cezayir, Tunus, Trablusgarp ve Sale şehirleri  buraların başlıca korsanlık merkezleri olmuştu. Kuzey Afrika’daki Türk korsanları ile Osmanlı Devleti arasında ilk irtibatı sağlayan Sultan İkinci Bayezid Han’ın üçüncü oğlu ve Yavuz Sultan Selim Han’ın ağabeyi Şehzade Korkut’tu. İlk olarak devlet hizmetine giren Kemal Reis ile Osmanlı korsanlığı dönemi başlamış oldu. Zamanla İspanya’dan sürülüp Kuzey Afrika’ya yerleşenler, dinlerini değiştirip Osmanlılar’a katılan Avrupalı maceracılar ve Anadolu ile Ege kıyılarından gelip kısa zamanda zengin olmayı amaçlayan gönüllüler Osmanlı korsanlarını oluşturdular. Osmanlı İmparatorluğunda korsanlık yapanlar esas itibariyle Cezayir’de bulunur devlet donanması denize açıldığı zamanlarda donanmaya katılır diğer zamanlarda bulundukları yerlerde sahil koruma görevi yürütür, diğer milletler yararına çalışan korsanlarla ve ülke donanmalarıyla mücadele ederlerdi. Devlet tarafından destekleniyor, gemi donatmalarına izin veriliyor, denize açılma amaçlarının “gaza” olduğuna inanılıyordu.

Osmanlı denizciliğinin altın sayfalarını oluşturan Osmanlı korsanlığının birinci dönemi, 1500 -1600 arası dönemdir. Bu dönemde Kemal Reis’ten sonra sahneye çıkan Barbaros kardeşlerden Hızır Reis Osmanlı Beylerbeyi oldu. Anadolu’dan yollanan yeniçerilerle savaş gücünü arttırdı. Turgut Reis Trablusgarp’ı, Uluç Ali Reis ise Tunus’u fethetti. Bu dönem ayrıca büyük korsanlar devri olarak da bilinir.

İkinci dönem, 1600 – 1800 arasındaki dönemdir. Bu dönemde Kuzey Afrika’daki sancaklarda Osmanlı Sultanından çok yeniçeriler etkiliydi. Sultanın belirlediği beylerbeyi yerine, yeniçerilerin seçtiği dayılar sancakları yönetirdi. Bu sebepten bu döneme dayılar dönemi de denir. Bu dönemde ayrıca kürekli kadırgaların yerini, yelkenli kalyonlar almaya başlamıştır. Sık sık darbelerle yönetim değiştiren Osmanlı sancakları, Osmanlılardan yavaş yavaş bağımsızlaştılar, Avrupa ülkeleri ile kendi başlarına antlaşmalar imzaladılar.

Son dönem olan üçüncü dönemde (19. Yüzyılın başları), Korsanlar değişen çağa ayak uyduramayarak ekonomide ve teknolojide büyük ilerlemeler kateden Amerika ve Avrupa’nın gerisinde kalarak, devletlerin iki-üç katlı yüzlerce toplu gemilerine karşı gelemediler. Fransa, Cezayir ve Tunus’u, Amerika ise Trablusgarp’ı korsanlardan aldı. Böylece Akdeniz’de korsanlık sona erdi.

Harem

Kaçırılan bakire cariyelerden güzel olanlar baştan saraya gönderilmek üzere ayrılırdı. Cariyeler saraya geldikten sonra da önce ebe­ler ve “hastalar ustası” tarafından muayene edilirdi. Hastalıklılar hemen geri yollanırdı. Elemeden geçenler eğitime alınırlar, padişaha veya şehzadelere odalık (padişah ve şehzadelerin nikahsız cinsel ihtiyaçlarını giderecekleri kız) olarak hazırlanırlardı, bir erkeğin ilgisini çekmek için gerekli bütün naz ve işve usulleri en ince ayrıntısına kadar onlara öğretilirdi. Halvete (Büyük Kadın İlmihali yazarı Rauf Pehlivan’a göre doğrusu “Sahih halvet”olup kibarca padişahın eşleriyle yalnız kalması anlamına geliyor) hak kazanan cariyeyi seçen valide sultandı (padişahın anası). Padişahla veya şehzadelerle cinsel hayat yaşamaya başlayan cariyeler, odalık (eş konumundaki cariyeler) sınıfına geçerlerdi. Bunlar da nikahlı-nikahsız diye ikiye ayrılırlardı. Aynı anda nikahlı dört kadından fazla olanı haram haline geleceğinden Padişah beşincisini ancak birisinden boşandıktan sonra nikahlayabilirdi. O yüzden Osmanlı’da cariyeleri ender nikahlamışlardır. Kanuni’den itibaren nikah sayısı sadece 6 dır.   Nikahlanmış cariyeler azad edilmiş olurlar hemen kadın efendi unvanını alırlardı. Haseki sultan unvanı padişahtan çocuk doğuran cariyelere verilirdi. Odalıklardan padişahtan çocuk  sahibi olanlar Kadın Efendi, çocuk doğurmayanlar ise İkbal unvanı alıyordu. İkballer çocuk doğurdukları zaman çoğunlukla Kadın Efendi olmuşlardı. İlk erkek çocuğu doğuran “Başkadın efendi” olurdu. Diğerleri de İkinci, Üçüncü, Dördüncü, Beşinci, Altıncı, Yedinci ve Sekizinci Kadın Efendi diye anılırlardı.

Padişah, haremindeki cariyelerden birini canı çekerse, onun adını Başkadın’a söylerdi. Başkadın da cariyeleri hükümdara gönderirdi.

Her Padişahın olmamakla birlikte, son zamanlarda görülen ve ikbal adayları demek olan gözdeler, peykler ve has odalıklar da vardı. Padişahın beğendiği cariye, artık “has odalık” olurdu. Padişah, yeni seçtiği has odalığa hediyeler gönderir. Kız güzelce yıkanır, süslenir, Geceyi de hünkârın yatak odasında geçirirdi. Padişah soyunup yatağa girmeden önce hiçbir kadının içeri girmesine izin verilmezdi. Hünkârın yatak odasına giren yeni odalık yerlere kapanır, sürüne sürüne padi­şahın yatağına doğru ilerler, örtüyü hafifçe kaldırır, yavaş yavaş doğrula­rak padişahın hizasına gelince de yatağa girerdi. Padişah, küçük yaşlarda alınıp ken­disi için odalık olarak yetiştirilen körpe kızların tadına bakar ve beğenmediklerini boşuna haremde tutmaz, biriyle evlendirip kendi hayatlarını yaşamalarına izin verirdi.

Cariyelerin cinsel yaşamlarında şehzadeler de önemli bir yer tutardı. Fakat, şehzadelerin çocuk yapmaları yasak olduğu için, hamile kalan cariyeler türlü usullerle düşük yapmaya zorlanırdı.

Odalık olamayan, seçim dışı kalan cariyeler hizmetçi konumunda olurlar ve sarayda para karşılığı çalışırlardı. Başkasıyla evli olabilirlerdi ancak hanedandan herhangi bir kişiyle cinsî münasebetleri olamazdı. Padişahla ise hiç birlikte olmazlardı. Bazıları devlet büyükleri ile evlendirilirdi.

Harem’in nüfusu: III. Murad zamanında 500, I. Mahmud zamanında 456 (bunların 80’i altı şehzade dairesinde hizmetteydi), I. Abdülmecid zamanında 688, Sultân Abdülaziz zamanında 809, II. Mahmud zamanında 298.

Kitabına uydurdular

Osmanlı Padişahları İslam’daki 4 eş sınırlandırılmasını ulemanın uydurma fetvalarıyla aşmışlardı. Zamanın şeri hükümlerine göre cariyenin padişahın malı kabul edilmesi nikâh yapılmamasının sebeplerinden biridir. Padişahlar, şehzadeler de dinin, aslında Kur’an dışındaki yozlaştırılmış dinin, güya onlara verdiği istifraş (yatağa atma, yatma, fraş=yatak), teserrî (odalık edinme) haklarını kullanıyor yani nikah akdi yapmadan kadınla/kızla onun isteği dışında karı-koca hayatı yaşıyorlardı, açık söylemek gerekiyorsa zavallı insanlara defalarca tecavüz ediyorlardı. Uydurulan dinin diğer uyduruk fetvalarına göre cariyeden çocuk sahibi olunca, cariye ümm-i veled (çocuğun anası) statüsüne geçiyor, çocuğun hür doğduğu kabul ediliyor, padişahın ölümüne bağlı olarak annesini de hürriyetine kavuşturuyordu. Padişah’dan hâmile kalan bir câriye, hemen Kadın statüsüne geçerdi, Padişahların zevceleri gibi sayılırdı. Ne güzel bir formül: “Gibi sayılmak”. Yani ne kuş ne de deve. MUALLA OH NE ALA. Zevce dense, maksimum dört kadın sınırı devreye girecek. Allah’a (haşa) ültimatom: Allah’ım, bu kadını zevcem saymıyorum. Onun için dörde dahil olmaz. Ama etrafına 180 derece ters bir ültimatom: Bakın bu kadın benim zevcem, benim haremim, namusum, ona göre haa, ona da saygı gösterin. Benden sonra o hür bir kadın olacak. Doğurduğu çocuk da benim çocuğumdur.

Gibi sayılmak sayesinde  literatürde Padişahın koynuna giren bütün kadınlar “eş” ve/veya “hanım”, Padişah’da onlarla evlenmiş olarak gösterilmişler ve büyük günahların üzerileri tertemiz edilmiştir. Halbuki o zamanlar uygulamada tek bir nikah şekli vardı o da kadı ya da tayin ettiği imam tarafından resmi kayda geçen nikahtı. Kayıtsız nikah hiçbir şekilde geçerli sayılmıyordu.

Nitekim Osmanlı Padişahlarının bu tezgahını Prof. Dr. Nurşen Mazıcı Kasım 2012 de  TV8 de yaptığı konuşmada açıklıyor: “Bunlar nikah kıymıyor. O zaman İslamiyete göre senin ecdadın veled-i zina. Cariyeye dini nikah kıymıyorlar, o çocukların hepsi dini nikahsız doğuyor. O zaman bir karar verin hangisi. İslamiyete göre baktığınızda dini nikahsız doğan çocuklara ne deniyor“.

Buna verilen sudan, eften püften Kur’an’da yeri olmayan, KENDİN PİŞİR KENDİN YE cevapları: “Bunların şerri hukukta, fıkıhta bir karşılığı vardı. O dönemde verilmiş fetvalar vardı. Hür erkeğin cariyeden doğan çocuğunun hür ve meşru olduğu ifade edilirdi, savaş esiri olarak alınan cariyeler hukuken eş hükmünde değillerdi. Nikah kıyılacak olursa dinin 4 rakamının kapsamına girerlerdi” v.b.

Kafkas menşeli Cariyeler dönemi

II. Mahmut’un annesi Nakşidil Sultan, ölmeden az önce oğlundan kendisine bir Katolik Papaz getirilmesini istemiş, II. Mahmut bu durumdan pek hoşlanmadıysa da annesinin son dileğini kabul ederek bir Katolik Papaz çağırmış. Güya bir daha böyle bir olayın tekrarlanmasını istemediği için Osmanlı’nın son asrında saraya sadece Kafkas menşeli cariyeler (Gürcü, Abaza, Çerkez) getirilmeye başlanmış. Bu söylenti de Osmanlı’yı temize çıkarma gayretlerinden biri.  Aslında kazın ayağı öyle değil. Gerçek neden yukarıda açıkladığımız gibi Osmanlı’nın cariye kaynağı olan Akdeniz korsanlığının bitmesidir. 19. Yüzyılın başlarında Osmanlı korsanları değişen çağa ayak uyduramayarak ekonomide ve teknolojide büyük ilelemeler kateden Amerika ve Avrupa’nın gerisinde kalarak, devletlerin iki-üç katlı yüzlerce toplu gemilerine karşı gelemediler. Fransa, Cezayir ve Tunus’u, Amerika ise Trablusgarp’ı korsanlardan aldı. Böylece Akdeniz’de korsanlık sona erdi. Osmanlı’nın cariye kaynağı da mecburen Batı’dan Doğu’ya kaydı.

Ancak bu yeni durumun Osmanlı’ya bir açıdan hayrı oldu diyebiliriz. Kafkas kökenli kızların aldıkları terbiye ‘erkek toplumu’ olan Osmanlı’nın yaşam kültürüne daha uygundu. Bu yüzden zamanın Osmanlı coğrafyasında, Arap toplumunda Çerkez denilen Kafkas kökenli kızlara/kadınlara ilgi çok fazla olmuştu. Günümüzde bile böyle ve hala da böyle olmaya devam etmektedir. Neden? Kafkas kadınları göreceli olarak şirretlikten, hırstan epey uzaktılar.  Nitekim Osmanlı sarayında valide sultan veya hanım sultanlar içinde sebep olduğu olaylarla iz bırakmış bir tek Kafkas kadını çıkmadı. Ama hanedan açısından artık çok geçti.

Padişahlar ve kadınları

Osman Gazi: 2
Orhan Gazi: 6
I. Murad (Hüdavendigar): 7
I. Bayezid (Yıldırım): 12
I. Mehmed (Çelebi): 2
II: Murad: 7
II. Mehmed (Fatih Sultan): 10
II. Bayezid: 11
I. Selim (Yavuz Sultan): 2
I. Süleyman (Kanuni): 6
II: Selim: 2
III: Murad: 5
III: Mehmed: 4
I. Ahmet: 4
II: Osman: 2
IV. Murad: 1
I. İbrahim: 8
IV. Mehmed: 10
II: Süleyman: 6
II: Ahmet: 2
II: Mustafa: 9
III: Ahmet: 21
I. Mahmut: 13
III. Osman: 4
III: Mustafa: 6
I. Abdülhamid: 16
III: Selim: 16
IV. Mustafa: 4
II. Mahmud: 18
I. Abdülmecit: 27
Abdülaziz: 5
V. Murad: 11
II. Abdülhamid: 16
V. Mehmet Reşad: 5
VI. Mehmed Vahdettin: 6

Padişah anneleri

Padişah annesi Vâlide-Sultan diye anılırdı. Bunlar oğullarına «Arslanım» diye hitap ederlerdi.

İlk Osmanlı padişahı Osman Gazi ile oğlu Orhan Gazi’nin anneleri Türk’tü.
I. Murad’ın (Hüdavendigar) annesi Bizans-Yarhisar Tekfuru Aydos’un kızı Horofira – Nilüfer Hatun.
Yıldırım (I.) Bâyezıd’ın annesi Rum Marya – Gülçiçek Hatun.
Çelebi (I.) Mehmed’in annesinin kim olduğu tartışmalı. Bulgar Olga, Devlet hatun diyenler var.
II. Murad’ın annesi Dulkadir Beyi’nin kızı Emine (bir iddiaya göre Veronika) – Emine Hatun
Fatih Sultan (II.) Mehmed’in annesi Sırp Despina – Hüma Hatun
II. Bâyezid’in annesi Kosovalı Arnavut Kornelya – I. Gülbahar Hatun.
Yavuz’un (I. Selim) annesi Pontuslu Rum – II. Gülbahar Hatun.
Kanunî Sultan Süleyman’ın annesi Polonya Yahudisi cariye Helga – Hafsa Sultan.
II. Selim’in annesi Ukraynalı Yahudi kızı Roksalan – Hürrem Sultan.
III. Murad’ın annesi Yahudi kökenli İtalyan Raşel – Nurbanu Sultan.
III. Mehmed’in annesi Korfu adasının Venedikli Valisinin kızı İtalyan Sofiya Bafo – Safiye.
I. Ahmed’in annesi Rum Helen – Handan Sultan
I. Mustafa’nın annesi kesin bilinmiyor Abaza Sindrella Violetta olduğu söyleniyor.
II. Osman’ın annesi cariye Sırp Evdoksiya – Mahfiruz Sultan.
IV. Murad’ın ve Deli İbrahim’in annesi Osmanlı hanedanının en meşhur kadını cariye Rum Anastasya – Kösem Mahpeyker Sultan.
IV. (Avcı) Mehmed’in annesi Osmanlı tarihinin en kudretli kadınlarından Ukraynalı Nadya – Hatice Turhan Sultan.
II. Süleyman’ın annesi Sırp Katrin – Dilaşup Sultan.
II. Ahmet’in annesi Leh Yahudisi Eva – Hatice Muazzez Sultan.
II. Mustafa ve III. Ahmed’in annesi Girit-Rum asıllı İtalyan vatandaşı Evemiya Emetullah Gülnuş Sultan.
I. Mahmud’un annesi Alexandra – Saliha Sultan.
III. Osman’ın annesi Sırp Mari – Şehsuvar Sultan
III. Mustafa’nın annesi Gürcü asıllı Fransız Janet – Mihrişah Sultan
I. Abdülhamid’in annesi Fransız Rabia Şermi Sultan
III. Selim’in annesi Cenevizli Agnes – II. Mihrişah Valide Sultan
IV. Mustafa’nın annesi cariye Bulgar Sonya – Ayşe Seniyeperver Baş Kadınefendi.
II. Mahmud’un annesi Akdenizde korsanlar tarafından esir alınan Fransız Aime bazı kaynaklara göre adı Nache de la Bazari – Nakşidil Sultan.
I. Abdülmecid’in annesi Gürcü esir/cariye bazı kaynaklara göre Rus Yahudisi Suzi – – Bezmialem Valide Sultan.
Abdülaziz’in annesi Makedonya ve Romanya halklarından Ulah asıllı Hasna Besime – Pertevniyal Valide Sultan
V. Murad’ın annesi Kafkasya halklarından Megrel asıllı bazı kaynaklara göre Fransız Vilma – Şefkefza Kadınefendi.
II. Abdülhamid’in annesi Trabzon esir pazarından alınma Ermeni ya da Çerkez – Tirimüjgan Kadınefendi.
V. Mehmed Reşad’ın annesi Arnavut Sofiya bazı kaynaklara göre Rum kızı Karolin – Gülcemal Kadınefendi.
VI. Mehmed Vahideddin’in annesi Abhaz hanedan mensubu (bazı kaynaklara göre İngiliz Henriet) – Gülüstü (Gülistan Münire) Kadınefendi .

Kadınlar saltanatı

Hürrem, Kösem, Turhan Sultanlar Osmanlı tarihinde ön plana çıkan üç padişah eşidirler. Hürrem Sultan Kanunî’den önce vefat ettiği için valide sultan olamamıştır. Kösem Sultan ve Turhan Sultan ise çocukları tahta geçtiği zaman ufak yaşta olduklarından devleti bizzat yönetmişlerdir.

Osmanlı Devleti’nin duraklamasında ve gerilemesinde en büyük rolü oynayan sebeplerden biri de, bir yüzyıla yakın, Kadın Efendilerin devlet işlerine karışmaları olmuştur. Özellikle Kanuni’nin karısı Hurrem Sultân, Mahidevran’ı Manisa’ya sürdürüp baş kadınlığı ele geçirdikten sonra, bir zamanların Vâlide Sultânları gibi, haremin reisi haline gelmiş ve daha da ileri giderek devletin işlerine karışmıştır. Şehzâde Mustafa’nın öldürülmesinde mühim rol oynamıştır denilirse, mesele daha iyi anlaşılacaktır. Kanunî Sultân Süleyman’ın vefâtından sonra Padişahların ordularının başına geçerek sefere gitmeyişlerinde ve Saraya kapanıp kalmalarında bu şekildeki Kadın Efendilerin mühim rolü olmuştur. III. Murad’ın baş kadını Sâfiye Sultân’ın ve bunu takip eden Kösem Sultân’ın hem baş Kadın Efendi ve hem de Vâlide Sultân sıfatlarıyla nasıl devleti idare etmeye kalkıştıkları, tarihin acı sayfalarında kötü örnekler olarak doludur. IV. Mehmed’i idare eden Turhan Sultân’dan sonra bu işin ortadan kalktığını söyleyebiliriz. (Çağatay Uluçay,  Osmanlı Saraylarında Harem Hayatının İç Yüzü, İstanbul 1959. s 47-50).

Sultan Birinci İbrahim’in cariyesi ve padişah Dördüncü Mehmet’in annesi, asıl adı Nadya olan Hatice Turhan Sultan 14 yaşında Kırım askerleri tarafından esir alındı. Osmanlı sarayına Cariye olarak gönderilen Nadya hamile kalarak Dördüncü Mehmet’i dünyaya getirdi. 8 Ağustos 1648 yılında asıl adı Anastasya olan Bosna doğumlu kayınvalidesi Kösem Sultan ile birlikte Padişah Birinci İbrahim’i tahtından indirip kafese attırdı ve 6 yaşındaki oğlu Mehmet’i tahta oturttu.  Kösem ile anlaşmazlığa düştü ve onu, Devlet işlerine fazla karışması nedeniyle 1651 yılında boğdurdu.

II. Selim, genç­liğinde Manisa’da rastladığı bir Yahudi kızına tutularak saltanatında bütün devlet idaresini  Nurbanû Sultan adını verdiği kadına bırakmıştır. Osmanlı tarihçileri, Nurbanû Sultan zamanında devlet işlerine bir sürü Yahudinin karıştığını söylerler.

16. yüzyıl sonunda Türkiye ile ilgili gözlemlerini anlatan Alman protestan papazı Salomon Schweigger ne demiş: “Türkler dünyaya, karıları da onlara hükmeder.

Allah ile aldatmaya bulaştırılan pislikler, rezillikler

“… Erkeğin her bir çeşidine özlem içinde olan saray kadınları, zenci harem ağalarıyla yatıp kalkıyorlardı. İçinde yirmi bin yabancı soylu kadının, bini aşkın zencinin, beş binden fazla Sırp, Arnavut soylu bostancı ve içoğlanın hüküm sürdüğü bu büyük genelev, kendine özgü dünyasında yine de her zamanki gibi pırıl pırıldı. İçki, saz ve söz alemlerinin tek nedeni, cinsel içgüdülerini kamçılamak, elde edilecek zevki sonsuza ulaştırmaktı. Günah ise halk içindi…” Topkapı Sarayındaki yaşamla ilgili tarihçi Ali Kemal Meram’ın bu kısa tanımlaması belli bir döneme, Lâle Devri’ne ait. Bugün cinselliğe bakışımızın, cinselliği yaşayış tarzımızın kökleri araştırıldığında, insan ister istemez Lâle Devri’ne, hatta çok daha gerilere uzanmak zorunda kalıyor…

18. yüzyılda üç yıl saltanat sürmüş olan 3. Osman ne musikiden hoşlanırmış ne de kadınlardan. Çağatay Uluçay, “Padişah Kadınları ve Kızları” adlı yapıtında, padişah oldu­ğunda yaşı 55’e ulaşmış olan 3. Osman’ın yaşamının yarım yüzyılını rutubetli, loş harem odalarında tembellikle geçir­miş olduğunu belirtiyor. Padişah olduğu zaman, haremde bulunan ne kadar hânende, sâzende ve rakkâse varsa hepsini kovup atmış. Üstelik, haremde kadınlar ve cariyelerle karşılaşmamak için altına büyük kaba­ralar çakılmış yüksek takunyalar ve ayakkabılar giyermiş. Haremde dolaş­tığı zaman, kadınlar ve cariyeler sesini duyunca onunla karşılaşmamak için çil yavrusu gibi dağılıp her biri bir tarafa savuşurmuş. İstanbul’da dolaşmaya çıktığı hafta­nın üç gününde kadınların sokağa çık­malarını ve evlerinde bile olsa süslenmelerini yasak etmiş. Topkapı Kitaplığı yazmalarından Velâdetname-i Hibetullah Sultan Varak No. 2′de ken­disinden şöyle söz edilir: “… mağfur cennet-mekân Sultan Osman hazretlerinin lüle-i serçeşme-i recüliyetleri isale-i selsâl-i tenasül etmede hûşkîde ve âtıl… ve lemyettehizu veleden sırrına vâsıl olmağla zükür ve inastan mahrum olmağla… Allah günahlarını affetsin, yeri cennet olsun, saygıdeğer Sultan Osman’ın erkekliğinin pınarının musluk borusu [yani: penisi], üreme suyu akıtmakta kuru ve tembeldi. Böy­lece çocuksuz ölmekle erkek ve kız çocuktan yoksun kalmıştır.”

Hayatının kırk yılını bir dairede hapis geçiren Sultan II. Süleyman, IV. Mehmed’in tahttan indirilmesi üzerine, 8 Kasım 1687’de Osmanlı sultanı oldu. II. Süleyman, Osmanlı tarihinde en uzun süre veliaht olarak bekleyen padişahtır ve tahta geçirileceği zaman buna inanmamış, öldürüleceğini zannederek muhâfızlara direnmiştir.

II. Osman olarak tarihe geçen Genç Osman öldürüldüğünde, Evliya Çelebi henüz yeniyetme bir çocuk sayı­lırdı. Yazdığı ünlü “Seyahatname”sinin bir bölümünde bu olayı bütün ayrıntılarıyla anlatmaktan kaçınmamış­tır: Yeniçerilerle arası iyi gitmeyen padişah, sonunda bu kuruluşu ortadan kaldırmayı planlar. Ama, saray içinde aynı görüşte olmayanlar çoğunluktadır ve sonuçta bir ayaklanma olur ve I. Mustafa’yı (tarihçiler hem deli hem de kısır olduğunu söylerler) başa geçirirler. Vâlide Sultan’ın uyarısıyla göreve getiri­len cebecibaşı ve subaşı kethüdası beraberinde, diğer yüksek rütbeliler bir alay asiyle birlikte II. Osman’ı bir gece yarısı Yedikule zindanlarında bütün direnme­sine rağmen boğup, kafasını koparırlar. Ancak, daha önce sabık padişahın zorla ırzına geçmeyi de unutmazlar. İşte bu olayı bütün ayrıntısıyla anla­tan Evliya Çelebi’ye çok içerleyen ünlü Osmanlı devri tarihçilerinden Necib Asım Bey, orijinal yazmayı 1896’da ilk defa yayımlayan kurul içinde görevliy­ken, metnin cinsellikle ilgili bölümünü içeren bir sayfayı büyük bir soğukkanlılıkla yırtıp yok etmiş ve ardından da gerekçe olarak şöyle demiştir: “Tarihimiz için bu sayfa kara bir lekedir. Bunu gelecek kuşaklara göster­mek doğru olmadığı için yırttım!”

Bu arada, bazı padişahların da kadın­larını öldürttükleri görülmektedir. Ama, bazı Avrupalı yazarların belirttikleri gibi toptan öldürme olaylarına dair eli­mizde yeterli kanıtlar yoktur, diyor Çağatay Uluçay. Örneğin 3. Murad ölünce, ondan hamile kalan yüzlerce cariyenin çuvallara konup bostancıbaşı ile kızlarağası tarafından ağızlarına birer taş bağlanıp Sarayburnu açıkla­rında sandallardan denize atıldığını iddia ederlermiş. Halbuki bizim kaynaklar yalnız yedi cariyenin çuvallara tıkılıp denize fırlatıldığını yazıyormuş. Yine iddia ederlermiş ki, Sultan İbra­him bir kriz anında (kendisinin ruh hastası olduğunu bütün tarihçiler kabul etmektedir), eğlenmek ve neşe­sini bulmak için haremdeki bütün kadınların öldürülmesini emret­miş. Kadınları denize atarak boğmuş­lar. Halbuki, Sultan İbrahim hiçbir zaman böyle bir işe kalkışmamıştır, deniyor. Tersine, kadınlara çok düşkün bir padişahmış.

Sultan İbrahim padişah olduğu zaman 25 yaşındaydı. Çocukken, ağa­beyi 4. Murad’ın üç kardeşini öldürme­sinden sonra sıra kendisinin boğdurul­masına geldiğinde, annesi Valide Kösem Sultan’ın girişimiyle canını kurtarmış ve sürekli hapiste yaşamaya mahkûm edilmişti. Bu durum, Sultan İbrahim’in çıldırmasına yol açmıştı. Tahta oturduğu zaman, Osmanlı hanedanında Deli Mustafa’dan başka erkek çocuk yokmuş. (Mustafa’nın deli olduğunu tarihçiler belirtiyor.) Hanedanı yaşatmak için başta annesi Kösem Sultan olmak üzere, devletin ileri gelen­leri kendisine güzel cariyeler bulmak için seferber olmuşlar. İbrahim de dev­let işlerini annesi ve diğer kadınlara bıra­karak kendini, hanedanı yaşatma görevine adamış. Hasekiler ve gözde cariyeler devlet işleriyle meşgul olup 4. Murad’ın kur­duğu düzeni çorbaya çevirirlerken, İbrahim sekiz yıllık saltanatı boyunca aklına gelen her türlü rezaleti yapmış. Sultan İbrahim cinsel isteklerini alevlendirmek için yatak odasının etra­fına aynalar kor ve bunlara bakarak cinsel ilişkide bulunurmuş. Her Cuma günü annesi ya da bir başka saray görev­lisi tarafından kendisine genç bir bakire sunulur, İbrahim de bununla birlikte kendisine anlatılan yeni bir ilişki biçi­mini uygulayarak değişiklik yaparmış. En çok zevk aldığı eğlencelerden biri de bütün kadınlarını soyup onları kısrağa benzetmesiymiş. Kendisini bu durumda bir aygır olarak ilan edip üzerilerine saldırırmış.

1641 yılında  Giray Han tarafından Kırım’dan Osmanlı sarayına gönderilen Sophre (Zafira) çok güzeldi.  O zamana kadar hiçbir kızla ilgilenmeyen Sultan İbrahim Han bile onu görünce kadınlara ilgi duymaya başladı. Ancak saraya hamile olarak gönderildiği anlaşıldı. Çocuğu doğurduktan sonra bir harem ağası ile evlendirilip Mısır’a gönderdi. Yolculuk sırasında Venedikli korsanlar onu ve çocuğu ele geçirip Girit’e götürdüler ve oğlu Osman’ın padişahın çocuğu olduğunu iddia ettiler. Osman Vatikan’a götürülüp vaftiz edildi. Domenico Ottomano ismi takıldı. Bir Hıristiyan olarak yetiştirilen Osman, Avrupa’daki Kralların ilgi odağı oldu. Dördüncü Mehmet tahta oturduğunda Batı dünyası Mehmet’i Osmanlının veliahdı olarak tanımayıp Zafire oğlu Osman’ın Osmanlının Varisi olduğunu iddia ettiler. Petro Otoman olarak da anılan Osman, ileriki yıllarda Venedik Büyükelçisi olarak görev yaptı ve 1705 yılında Venedik’te öldü. Bu yaşananlar sırasında İbrahim zamanında Girit seferi düzenlendi.  İbrahim tarafından Kaptan-ı Derya’nın başına getirilerek Girit savaşına gönderilen Yusuf Paşa 1645 yılında Girit’in Hanya kalesini fethetti ve adı Hanya Fatihi olarak anıldı. Bu arada  Zafire Hanya Fatihi Yusuf Paşa’yı deli gibi sevmişti. İstanbul’a geldiğinde törenler ile karşılanan Yusuf Paşa Padişah tarafından en büyük görev olan Sadrazamlığa atandı. Yusuf Paşa bu görevi kabul etmedi. Padişah bu kez Girit savaşı için onu Başkomutan ilan etti. Yusuf Paşa mevsimin kış olduğunu ileri sürerek bu görevi de kabul etmedi. Aynı yıl Kurban Bayramında Padişah tarafından boğularak öldürüldü.

İbrahim 8 Ağustos 1648 yılında tahtından indirilerek Asıl adı Veronico olan Gürcü asıllı Gülbeden ile birlikte sarayın odalarından birine kapatılarak kapının kilidine de kurşun döküldü. On gün sonra (18 Ağustos 1648) buradan çıkartılıp boğularak öldürüldü. Gülbeden ise bir gün önce Hatice Turhan Sultan tarafından kafesten kurtarılarak serbest bırakıldı.

II. Selim’in Nurbanû’dan olma oğlu III. Murad, saraydaki kadınlarla yetinmeyecek kadar cinselliğe düşkün bir padişahmış. Ara sıra, hekimbaşının yaptığı özel kuv­vet macunlarını atıştırıp sokağa çıkar ve sokakta bulduğu gözüne hoş gelen bir kızı ya da evli kadını koynuna alırmış. Çağatay Uluçay’a göre, 3. Murad öldüğünde haremindeki yüzlerce cari­yeyi saraydan çıkarıp satmışlar, kadınefendileri de uygun birisini bulup evlendirmişler.

Haremağaları

Harem yaşamının en çok sözü edilen tiplerinden biri de “hadım­”lardır. Çağatay Uluçay, “Harem” adlı yapıtında üç tür hadım olduğunu söyler: “Hayaları ve erkeklik organı kesilen­ler, yalnız erkeklik organı kesilenler, yal­nız hayaları çıkarılanlar.” Ancak, hadımların cinsel ilişkide bulunmalarına pek bir engel olmuyor­muş bu durumları. II. Ahmed padişah olur olmaz, bu ilişkiye bir son vermek için “haremağaları”nın akşamdan sonra hareme girmele­rini yasaklamış. Bu duruma canı sıkılan cariyelerle haremağaları da kendi arala­rında sözbirliği edip bir yol bulmuşlar: Akşam olunca cariyeler “Koca gördük!” diye bağıracaklar, bunu duyan haremağaları da bahçeye koşup sevdikleri cariyelerle buluşacaklarmış. Yine bir akşam, cariyeler “Koca gördük” yaygarasını basmışlar, haremağaları da yalın kılıç bahçeye koşmuşlar. O sırada bir bostancıyı ağaç üstünde bulup sille tokat aşağı almışlar ve Darüssaade ağasının yanına götürerek, cariyeleri her zaman rahatsız eden bos­tancının bu olduğunu söylemişler. Bunun üzerine bostancılarla haremağa­ları birbirlerine girince, II. Ahmed araya girip bostancıyı öldürterek olayı kapatmış.

Topkapı Sarayı arşivinde bulunan yazmaların birinde şöyle bir yakın­madan söz edilmektedir: Ben de şehadet ederim ki bu kara kâfirlerin (zenci haremağaları) hıyanet­leri o derecedir ki, herbiri birer ikişer cariyeye âşık olurlar ve her ne kazanır­larsa onlara sarf ediyorlar, fırsat bul­dukça da görüşüp sevişiyorlar. Eğer denirse ki bunlar hadım edilmiştir, bunlarda şehvet yoktur, kadınla muhabbet edemezler; bu melunlar güzel oğlanlara da âşık olup kendilerine yakın ederler ve bu kafirlerin o derece şehvetleri vardır ki, murdar vücutları hep şehvet olmuştur. Herbiri ikişer üçer cariye alıp odalarına saklarlar ve birbirinden son derece kıska­nırlar, cariyelerime bakmışsın diye birbirleriyle kavga ederler.”

Dışa Kapalılık

Harem yaşamının gizli ve kapaklı kalması, öncelikle saray kadınlarının dış dünya ile ilişki kurmama kuralına bağlıdır. Padişahlar, kendileri için seçilmiş bu kadınları kimseye göstermezlerdi. II. Mahmud zamanına kadar çarşaf ve ferace de takmadıklarından, toplu olarak saray dışına çıkma özgürlükleri bile yoktu.

Kadınların yabancı erkeklerden gizlenmesine bir örnek olarak, Fuad Carım“Kanuni Devrinde İstanbul” adlı eserinde, hastalanan bir sultanın hekimle karşılaşmasını şöyle anlatır: Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan hastalanınca, esir bir İspanyol doktoru tedavi için getirmişler. Doktor, sultanın nabzını yoklamak için kocası Rüstem Paşa’yı güç bela ikna edebilmiş. Mihrimah Sultan’ın yatak odasına girmişler. Doktor yatağın kenarına gel­diğinde, çarşaf yığınının arasından çık­mış bir koldan başka bir şey görememiş. Doktor nabzı ölçüp diğer kolu da tut­mak isteyince, Rüstem Paşa’nın sabrı taşmış ve sinirlenip doktoru yakasından tuttuğu gibi kapı dışarı atmış. Muhteşem Yüzyıl adlı TV dizisinde bu sahneler yer almıştı.

Harem kadınlarının kapalılığı Osmanlı İmparatorluğu’nun son devirlerinde bile geçerliydi. 1. Dünya Savaşı’nın sonunda, İstanbul’da Bulgar Kralı Boris ve eşi onuruna verilen ziyafette, Sultan Mehmed Reşad’a da bir kadı­nın eşlik etmesi gerektiği hatırlatılmış. Sultan Reşad önce karşı koymuş, ama içinde bulunduğu 20. yüzyılın gerekle­rine uymak zorunda olduğunu anla­yınca, başkadını olan Kâmures Kadın’ı yanına almış. Son derece şişman olan bu hanım da ziyafet boyunca hiç konuşmadan oturup devamlı yemek yemiş.

Hanedan kızlarının (sultanların) evlilikleri

Kösem Sultan zamanında çocuk yaşta evlendi­rilen sultanlardan Gevher Sultan 3, Beyhan Sultan 2, Ayşe Sultan 7, Fatma Sultan 5 yaşında nikâhlanmıştır. Bu örnekleri daha uzatmak müm­kün. Üstelik bu çocuklar devrin önde gelen ve azılı paşalarıyla evlendirilmişlerdir. 17. yüzyılda başlayan bu garip durum, II. Mahmud zamanına kadar sürdürülmüştür. I. Ahmed’in kızı Fatma Sultan ise ilk defa 13 yaşında evlenmiş ve bunu onbir evlilikle devam ettirerek sultanlar tarihinde bir rekor kırmıştır. Melek Ahmet Paşa ile olan evliliği ise pek ilginçtir. Kayıtlara bakı­lırsa bu paşa onuncu kocasıdır ve önceleri aşırı şişmanlığından dolayı “malak” olan lakabı sonra rütbesinin artmasıyla birlikte “melek” olmuştur. Evlendikle­rinde Fatma Sultan ellilerindeymiş. İkisi de yaşlı olduğundan devamlı kavga ederlermiş, Fatma Sultan Paşa’ya sürekli “bunak çenesiz” diye bağırırmış. Son kocası Kozbekçi Yusuf Paşa ile evlendiğinde 62 yaşındaymış.

Esir Pazarları

Esir pazarları hakkında, 15. yüzyılda yaşamış Osmanlı tarihçisi Âşık Paşazâde’nin anlattıkları ilginçtir: Bursa’da ve Edirne’de çok büyük Esirhaneler ve esir pazarları varmış. Her savaştan sonra, sefer dönüşü Osmanlı orduları en güzel kızları ve kadınları toplayıp buraya getirir, satarlarmış. Yazarın da katılmış olduğu 2. Murad’ın Macar seferinde o kadar çok Macar kızı esir alınmış ki, en güzeli bile 300 akçeden fazla etmez olmuş. 2. Murad’ın Belgrad seferinde ise, esir alınan kızların değeri daha da düşmüş ve bir cariye bir çizmeyle değiştirilir olmuş. 2. Murad, Âşık Paşazâde’ye de dokuz cariye ver­miş. Paşa bunları 200-300 akçeye zor satabilmiş.

İstanbul’daki en işlek esir pazarı Kapalıçarşı’nın hemen dışında, Nur-u Osmaniye’den Çemberlitaş’a giden yol üstündeki tek katlı, ortası avlulu bir hanmış. Fakat, Kapalıçarşı içinde de insan alım satımı yapılırmış. Yabancı yazarların anlattıklarını uydurma say­maya çalışsak bile, tarihçi ve şair Latîfî’nin “Risale-i Evsâf-ı İstanbul” adlı yapıtında, 16. yüzyılda Bedesten’de gör­müş olduğu esir satışını nasıl anlattığını belirtmeden geçemeyiz: “Sıfat-ı Bezzezistân-ı Dilsitânda, Yusuf ruhsar ve Azra’izâr gılman ve hûran, her biri nazir-i hûrî-ü-perî nihal âzâdeleri mânend-i serv-âzad iken, iktizâ-i takdirden kul olup, hüsn-ü bahâ ile mezad olunurlar ve ol semen ‘izâr ve dür-i seminler, vakt-i semende ol hüsn-ü bahâ ile kıymet ve bahâ bulurlar.” Bedesten denilen o güzelim yerde, güzel yüzlü tüysüz delikanlılarla el değ­memiş güzel kızların herbiri serbestçe büyüyen servi fidanı gibi güzeller iken, yazgıları gereği kul olup iyi değerle satışa çıkarlar, tüm yasemin yanaklı ve değerli inciye benzeyenler iyi para verildiğinde de satılırlar” diye olayı ballandırarak aktardıktan sonra parasızlığından yakınıp o güzel oğlanlarla kızlardan ala­madığını belirtir.

Osmanlı’da seks

Cinsel yaşama önem veren Osmanlılar eşi mutlu etme, cinsel ilişkide uygun zaman, cinsel gücü artırmanın yolları gibi tıbbi bilgileri Bah-Name adı altında kitaplarda anlatırmış. Evlenecek genç kızlar ve erkekler cinsellikle ilgili merak ettiği bilgileri de bu kitaplardan öğrenirmiş.  Prof. İlter Uzel’in bu kitapları esas alarak kaleme aldığı Osmanlı’nın En Seksi Sırları kitabında bakın neler var:

Cinselliği cezbedici hale getirebilmek için formüller; yağlar, merhemler, iksirler, parfümler, reçine ve baharatlar bu formüllerin ana malzemesi. Osmanlı’nın göz bakımı, ağız kokusunu önleme, saçı siyahlaştırma, kilo alma, istenmeyen tüylerden kurtulma yöntemleri. Saçın parlaklığı, gözün sürmesi için formüller. Kadının kıskançlığını önlemek için arpa değirmeni tozunun yağmur suyuyla karıştırılıp kadına içirilmesi. Erkeği yabancı kadınlardan uzaklaştırmak için ilişki yaşadığı kadından alınan bir tutam saçtan tütsü yapılması ve üzerine su konup erkeğe içirilmesi. Bebek idrarını alıp kırmızı zırnıkla karıştırarak allık elde edip “gül” yanaklara sahip olunması, pırasa + mercanköşk + elma kabuğuyla deodorant elde etme gibi organik reçeteler. Kadının ağzı büyük olursa cinsel organı da büyük olur, kadının baldırları sıkı ve sert ise şehveti de fazla olur gibi bilgiler. Uzunluğu 3 tutam (12 parmak) ve 1.5 tutam ( 6 parmak) arasında değişen erkeklik organlarına verilen küheyla, fila ve kebsa gibi isimler. Kadının cinsel organını daraltma yolu; Yanmış çakal derisi, öd ağacı külü, keçitırnağı külü ve yaban arpası karıştırılarak elde edilen formül içeriye yerleştirilir. Diğer formüller: Hoş kokutan, organdaki ıslaklığı hafifleten, sıcaklık veren, cinsel organ büyüten, kuvvet macunları için 1001 pagan formül. Kadının şehvetini artırmak için başına bağladığı örtüye kırmızı kurtçuk bağlanması. Kadının bekaret testi; bir gece önceden bir diş sarımsağın kabukları soyulup üstüne delikler açılıyor ve içeriye yerleştiriliyor sabah kadının ağzı sarımsak kokarsa bakire çıkmıyor.
Osmanlı döneminde, cinsel ilişki için öngörülen en uygun zaman uykudan önce imiş. Ayrıca eğer çok fazla yemek yenmişse biraz dinlenmek gerekiyor. Çok aç olunursa da cinsel ilişki uygun görülmüyor çünkü aç karnına yapılan cinsel ilişkide meni az gelir ve kişi kuvvetten düşermiş. İlişkiden sonra vücudun dinlenmesi için uyku öneriliyor.
Osmanlı döneminin güzel kadın kavramına uyan özellikler siyah saçlı, siyah kaşlı, siyah kirpikli ve kara gözlü olmak. Uzun boylu, uzun saçlı ve uzun boyunlu olmak da makbulmüş. Ayrıca ellerin, ağzın, ayakların ve göğüslerin de küçük olanı güzel kadını tanımlayan özelliklerden. Bir de kadın güzelliğine mükemmellik veren şey ‘kadının cinsel organı.’ Bunu anlamanın yoluysa kadının ağzının büyük olması.

Kitapta cinsel ilişkilerle ilgili anlatımlar da var ki eşi, cariyesi bol bir dönem için bütün bunlar gayet normal.

Murat Bardakçı Osmanlı’da Seks adlı kitabında Osmanlı toplumundaki cinsel yönelimleri ve usulleri anlatıyor. Murat Bardakçı diyor ki; “İstanbul halkı için seks skandalları, sık rastlanan olaylardandır. Hiçbir dönemde de engellenememiştir.”

Kitaba göre ilk kayıtlı fahişelere Kanuni Sultan Süleyman devrinde rastlanmış. Bununla birlikte ilk jigololar Yavuz Sultan Selim devrinde ortaya çıkmış. Murat Bardakçı kitapta Kanuni döneminde İstanbul’da ün yapan ilk fahişelerin isimlerini bile veriyor: Arap Fatı, Giritli Narin, Atlıases Kamer, Kirteli Nefise ve Balatlı Ayni…

Yavuz Sultan Selim döneminin milli kahramanı olan Bali Bey’in karısı ise jigololara tutkunmuş. Varını yoğunu genç erkeklere veriyormuş. Çift bu yüzden pek çok kez kadılık olsa da, yaşananlar Yavuz’un kulağına gitse de Bali Bey’in karısı genç erkeklerle ilgilenmekten bir türlü vazgeçememiş.

Murat Bardakçı’nın kitabında Osmanlı’daki lezbiyen ilişkiler de anlatılıyor. Arapça “zarif” kelimesinden gelme “zürefa”nın “lezbiyen”, “sevici” anlamında kullanıldığını belirten Bardakçı, bu merakın, İstanbul’da her dönemde ve özellikle yüksek kesimde revaçta olduğunu anlatıyor.

Lezbiyenlikle ilgili gerçek hikâyelerden biri Sadaret kaymakamı Osman Paşa’nın karısının başından geçmiş. 1810 yılında Sadaret kaymakamı olan Osman Paşa’nın en büyük zaafı İstanbul’un en namlı lezbiyenlerinden biri olan karısına aşırı düşkünlüğüymüş. Karısı bir çingene rakkaseye gönül verip evde hanımların katıldığı içkili, müzikli meclisler düzenleyince dedikodular alıp başını gitmiş. Bu âlemler duyulunca, saraydan, “Karısına sahip çıkamayan devlete hiç çıkamaz” yazılı fermanla Osman Paşa’yı devlet görevinden azletmişler. Günah yalnızca halk içindi.

Osmanlı’da oğlancılık

Murat Bardakçı’nın kitabında ayrıca İstanbul’un ünlü hamamlarını ve bu hamamlarda “kulamparaya peştamal çözen nazenin oğlanları” anlatan Hamamcılar Kethüdası İsmail Ağa tarafından kaleme alınan Dellakname-i Dil Küşa yani Gönüller Açan Tellaklar Kitabından oğlancılıkla ilgili çokça mide bulandıran alıntı var. 17. yüzyılda İstanbul’da 408 hamamda, 2321 “dellâk” “icra-i sanat” eylemektelermiş! Narhı var efendi! Devlet değer biçmiş! “Bir defası şu kadar, üç defası şu kadar, geceliği bu kadar” diyor… Beş defayı geçerse, pazarlığa tabiymiş! Keyfini eder de alnınızı öptürüp, bedavaya getirirseniz, o da sizin bel kuvvetinize bakarmış!

1880’lerde kaleme alınan, Cevdet Paşa’nın ünlü Tezakir’inde padişaha verilen raporda, “Mısırlılar bizi bozdu! Avrupalılar da çanak tutuyor, bütün ünlü paşalarınız, oğlanlarını bıraktı kadın peşine düştü! Ahlâk elden gitti… Allah Kâmil Paşa ile Ali Paşa’dan razı olsun, aslanlar gibi oğlancılığa devam ediyorlar…” deniyor?

Abdülmecit’ten sonra tahta geçen kardeşi Abdülaziz göreve başlarken Rıza Paşa’ya aynen şöyle demiştir: “Ben birader gibi karı ve oğlan ile eğlenemem.. Beni işe alıştırın...”

Ne de olsa köçekliğin, civelekliğin, zenneliğin  gelenek haline geldiği bir dönem.

Ünlü Osmanlı tarihçisi Gelibolulu Mustafa Ali’nin muhafazakar Tercüman yayınlarından çıkmış olan Görgü ve Toplum Kuralları Üzerinde Ziyafet Sofraları’’ adında 2 cilt kitabının sekizinci bölümünde  Osmanlı döneminde tüyü çıkmamış sakalı bıyığı çıkmamış oğlanların, cazibeli kadınlardan da çok ilgi gördüğü tercih edildiği anlatılıyor. Civanlarla arkadaşlık etmek aşikâr olmuş, çekinmeden oturak âlemlerinde yolculukta her yerde yanlarında dolaştırmaya başlamışlar, aynı dönemde ay yüzlü kadınları asla yanlarında taşımaz birlikte bulunmazlarmış. Kitabın 59 ve 60. sayfalarında Osmanlı’nın bütün yörelerindeki homoseksüel oğlanlarının fiziksel özellikleri, güzellikleri, cazibeleri, nazları, cilveleri bir bir anlatılmış, aralarında tercih edileceklerle ilgili tavsiyelerde bulunulmuş.

Osmanlı’da içki

Tarihte sarhoşluğuyla ün yapmış 42 yaşında tahta çıkıp, 60’ında hamamda sarhoş bir halde cariye kovalarken ayağı kayıp kafasını çarparak ölen II. Selim, genç­liğinde Manisa’da rastladığı bir Yahudi kızına tutularak saltanatında bütün devlet idaresini  Nurbanû Sultan adını verdiği kadına bırakmıştır. Osmanlı tarihçileri, Nurbanû Sultan zamanında devlet işlerine bir sürü Yahudinin karıştığını söylerler.

Osmanlı’da içki de vardı, meyhane de. Padişahlardan içki içenler de vardı. En bilinenleri Fatih Sultan Mehmet, II. Selim ve II. Abdülhamid.Prof. Halil İnalcık’ın Osmanlı sarayında padişahların geçirdikleri hoş vakitleri zevk-u sefayı ortaya koyan “Hâs-Bağçe’de ‘Ayş u Tarab: Nedimler, Şâirler, Mutribler” adlı kitabında (İş Bankası Yayınları. Kültür Tarihi, Osmanlı Tarihi. 02/2011) Osmanlı hanedanında şarap, esrar ve oğlancılık konu ediliyor.

Bu konular ayrı bir yazımızda ayrıntılı olarak irdelenmiştir. OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN

Daha nasıl yıkılmasın?

Abdülmecid Efendi 1920’lerde kaleme aldığı ve yıkılmanın sebebini anlattığı öz eleştirisiyle yakın tarihiyle yüzleşmeyi gayet güzel yapmış.

Zaten Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışının nedenlerini anlamak hiç de zor değil:

1. Akıl ve bilimin ihmal edilmesi.

2. Dünyadaki hızlı değişme ayak uydurulamaması.

3. Emperyalist kuşatmayla çevrilmesi ve bu emperyalist baskıya dayanacak askeri, siyasi ve ekonomik güce sahip olmaması.

4. Türklüğün inkar edilmesi, aşağılanması, unutulması/unutturulması. Bunu biraz açalım.

Türk­ler Müslüman oldular ama önceleri kö­tü Müs­lü­manlar­dı! Çün­kü…Hâlâ Cen­giz Han ya­sa­la­rı­nı uy­gu­lu­yor­lar­dı; ya­şam­la­rı fark­lıy­dı. Ör­ne­ğin, ka­dın­lar er­kek­ler­den ay­rı ya­şa­mı­yor­du; iç içey­di­ler; rol­le­ri eşit­ti. Ka­dın­lar pe­çe tak­mı­yor­du. İs­te­dik­le­ri ye­re gidip ge­li­yor­du; eğ­len­ce­ler­de baş kö­şe­de oturuyordu. Ve en önem­li­si sa­va­şa katılıyorlar­dı. Söz ve ka­rar­da ka­dın­lar var­dı; Türk bey­le­ri ölün­ce tah­ta eşi otu­ru­yor­du; Mo­ğol­la­r’­da Er­ge­ne Ha­tun ya da Ha­rezm­şah­la­r’­da Ter­ken Ha­tun gi­bi…Türk­le­r’­in cena­ze ve dü­ğün­le­ri Müs­lü­man­la­ra (Arap­la­ra) ben­ze­mi­yor­du; Şa­man inancın­dan ge­ri adım at­mı­yor­lar­dı. Ken­di boz­kır geç­miş­le­ri­nin bir par­ça­sı olan Şa­man-Şeyh ben­zer­li­ği ne­de­niy­le sufiliği/ta­sav­vu­fu be­nim­se­di­ler. Önce Oğuzların Kayı boyu da böyleydi ama sonra iş tamamen değişti. Türklükle ilgileri kalmadı. Bu konu ayrı bir yazımızda ele alınmıştır. OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYIN.

Geçiniz. Türklükten çoktan çıkmış Osmanlı, Türklüğü kabul etmiyorsa kim hangi mantıkla onlara ecdadımız diyebilir?

SONUÇ

Atatürk’ün Nutuk’ta:

Bütün menfaatlerini mülevves (kirli, pis) bir tahtın, çürümüş, çökmüş ayaklarına sarılmakta gören…”, “idrakten mahrum, vicdandan mahrum, birtakım insanlar...”, “ahmakça teklifat…”, “sefil… adi bir mahluk… alçak…”, “Aciz, adi, his ve idrakten mahrum” (Nutuk. Gazi Mustafa KemalDevlet Basımevi 1938)

olarak bahsettiği şehvetlerini, cinsel zevk-ü sefalarını kılıfına uyduranlar, ALLAHI ALDATANLAR, yüz buruşturan iğrençlikleriyle Allah’ı aldattıklarını sananlar. ÖYLE AZDILAR Kİ SONUNDA YÜCE ALLAH ONLARI HAK İLE YEKSAN ETTİ. Yerine ÇOK EŞLİLİKSİZ, CARİYESİZ, KÖLESİZ  Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi, sosyal, toplumsal yapısından tamamen farklı yeni ve çağdaş bir çizgide, yurttaşları “kul” olmaktan “birey” olmaya terfi etmiş MODERN BİR HUKUK DEVLETİNİ KURDURDU. Tüm İslam dünyasına örnek olarak. Kimileri denediler Türkiye’yi örnek almayı beceremediler. Türkiye de zaman geçtikçe elindekinin kıymetini bilemedi. Türkiye dahil bütün İslam Dünyası Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından, hiç kimseye, ilim icabıdır diye, görüşmeyle, münakaşayla verilmez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle ve zorla alınır.  Osmanoğulları, zorla Türk Milleti’nin hakimiyet  ve saltanatına  el koymuşlardı. Bu zorbalıklarını altı asırdan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini bildirerek, isyan ederek hakimiyet ve saltanatını kendi eline, fiilen almış bulunuyor diyen Atatürk’ü idrak edemediği için sefil, perişan durumda, sonları hak ile yeksan.

Atatürk ve Türklerin aklı ve hikmeti sayesinde biz,
İlahi takdirin gizli sırlarına ermişiz.
Sönmüş bir kıvılcım iken Müslüman
Mustafa Kemal’in bir bakışı ile,
Bir güneş olduk ki düşmana yaman.
Aşkı öğretti bize de kurtulduk köle olmaktan.
Bahar rüzgarında acı olmuştuk.
O estirdi ovanın sert yellerini.
Dünya bilecek elbet değerini.
Sen kurtardın nice tutsağı,özgürü,
Atın nereye kadar giderse EY! MUSTAFA KEMAL
ORAYA KADAR YÜRÜ.
Pakistanlı şair ve İslam düşünürü MUHAMMED İKBAL

Kaynaklar:

Abdülmecit’in hareminde kadınlar ve oğlanlar http://deepdark.blogcu.com/abdulmecit-in-hareminde-kadinlar-ve-oglanlar/11472810

25 karılı ve 43 çocuklu Abdülmecid’in renkli hayatını bir de benden okuyun. Murat Bardakçı. Habertürk. 20 Kasım 2011. http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/689658-25-karili-ve-43-cocuklu-abdulmecidin-renkli-hayatini-bir-de-benden-okuyun

Kanuni uymadıysa Abdülmecid’i çekin. Mehmet Tezkan. Milliyet. 28.11.2012. http://www.milliyet.com.tr/kanuni-uymadiysa-abdulmecit-i-cekin/gundem/gundemyazardetay/28.11.2012/1633905/default.htm

Tezakir’i Cevdet. Melih Aşık. Milliyet. 20.11.2011 http://www.milliyet.com.tr/tezakir-i-cevdet/gundem/gundemyazardetay/20.11.2011/1464957/default.htm

Osmanlı Padişahlarının eşleri. Sabah. 12 Aralık 2014 http://www.sabah.com.tr/fotohaber/yasam/osmanli_padisahlarinin_esleri/29392. Habertürk galeri’den alıntı http://galeri.haberturk.com/yasam/galeri/405717-padisah-eslerinin-inanilmaz-hikayeleri

Abdülmecit – İmparatorluk Çökerken Sarayda 22 Yıl Hıfzı Topuz Remzi Kitabevi / Tarih Dizisi. İstanbul 2009.

Padişah Anaları ve 600 Yıl Bizi Yöneten Devşirmeler. Ali Kemal Meram. Nadir Kitap. İstanbul 1997.

Prof. Nurşen Mazıcı: Padişahlar veled-i zinadır. 29 Kasım 2012 http://www.haber7.com/guncel/haber/958315-prof-nursen-mazici-padisahlar-veled-i-zinadir

The Imperial House of Osman http://web.archive.org/web/20020616202944/http://www.4dw.net/royalark/Turkey/turkey2.htm

Padişah anneleri nereliydi? Erhan Afyoncu. Bugün Gazetesi. 22 Aralık 2013. http://gundem.bugun.com.tr/gercek-memleketi-haberi/906059

Osmanlı Padişahlarının nikahlanması. http://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl1_padişahlar1n1n_nikahlanmas1

Osmanlılarda imam nikahı uygulaması. Muzaffer Alper. Milliyet Blog 24 Ocak 2008. http://blog.milliyet.com.tr/osmanli-larda-imam-nikahi-uygulamasi–/Blog/?BlogNo=87841

Osmanlı padişah eşleri listesi http://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl1_padişah_eşleri_listesi

Kur’an’da Cariye var mı? Bülent Pakman. Aralık 2014. https://bpakman.wordpress.com/dininanc/islam-dini-sorular-yanitlar/kuran-cok-eslilige-ne-diyor/kuranda-cariye-var-mi/

Osmanlı İmparatorluğunda Kölelik http://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanl1_İmparatorluğunda_kölelik

Osmanlı’da harem. Takvim. http://www.takvim.com.tr/multimedya/galeri/yasam/osmanlida_harem?tc=19&page=1

Haremin gizemleri. Fatih Aça. NTVMSNBC 12 Ocak 2011. http://www.ntv.com.tr/arsiv/id/25170475/page/2/

Osmanlılarda Cinsellik. Haluk Akçam. Ropörtaj: A. Sümercan – Arşiv: G. Kazgan Bravo dergisi, sayı 23-27 – 1983 Mayıs-Eylül http://www.halukakcam.com/B6/Notes/OsmanliCinsellik1983.htm

Al sana Osmanlı. Yılmaz Özdil. Sözcü. 10.12.2014. http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/yilmaz-ozdil/al-sana-osmanli-672721/

Yılmaz Özdil Yine Bir Gafa İmza Attı. İbrahim Kutluay. Haber Vaktim. 11.12.2014. http://www.habervaktim.com/haber/398911/yilmaz-ozdil-yine-bir-gafa-imza-atti.html

Bilinmeyen Osmanlı. Doç. Dr. Said Öztürk, Prof. Dr. Ahmed Akgündüz
Osmanlı Araştırmaları Vakfı / Prestij Kitaplar. İstanbul 2000.

Osmanlı Saraylarında Harem Hayatının İç Yüzü. Çağatay Uluçay. İstanbul 1959.

Padişah Anneleri nereliydi. Erhan Afyoncu. Bugün Gazetesi. 22 Aralık 2013.  http://www.bugun.com.tr/padisah-anneleri-nereliydi-yazisi-906058

Fatih’ten itibaren padişahlar niçin nikah kıyarak evlenmediler? Avrupa Bülteni. 06.12.2012 http://www.avrupabulteni.com/fatihten-itibaren-padisahlar-nicin-nikah-kiyarak-evlenmediler-41456h.htm

İlk kayıtlı fahişeler Kanuni, ilk jigololar Yavuz devrinde çıkmış. Ertan Altan. t24 bağımsız internet gazetesi. 9 Aralık 2012.   http://t24.com.tr/haber/ilk-kayitli-fahiseler-kanuni-ilk-jigololar-yavuz-devrinde-cikmis,219267

Padişah Anaları. Rahmi Turan. Hürriyet. 5 Mart 2012.  http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/20056651.asp

Çok ayıp bir yazı… +18 . Dr. Nazım Beratlı. Kıbrıs Postası 15 Ocak 2014. http://www.kibrispostasi.com/print.php?col=57&art=20556

Atatürk’ün Muhteşem Yüzyıla bakışı. Sinan Meydan.  http://sinanmeydancom.tr.gg/Osmanlıyı-Bir-de-Atatürkten-Dinleyin.htm

Ecdadımız nasıl sevişirdi. Sibel Ateş Yengin. Akşam gazetesi. 8 Aralık 2012 http://www.aksam.com.tr/ekler/pazar/ecdadimiz-nasil-sevisirdi–153084h/haber-153084

Osmanlı Tarihinde Oğlancılık. İklim Bayraktar. OdaTV. 23.11.2011 http://www.odatv.com/n.php?n=osmanli-tarihinde-oglancilik-2301111200

Akdeniz’de Korsanlık. Göksel ERDOĞAN. Ege Üniversitesi Tezsiz Yüksek Lisans Programı. 2010 https://www.academia.edu/1445306/Akdenizde_Korsanl1k_Tarihi

Osmanlılarda Korsan teşkilatı http://tarihvemedeniyet.org/2009/07/osmanlilarda-korsan-teskilati/

Cariye. Yücel Kaya. Marka Yayınları http://www.yucelkaya.com/cariye/

Cariyeliğin bittiği günler. Avni Özgürel. Radikal. 22.06.2003 http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=79105

Madam Cehalet. Murat Bardakçı. Habertürk. 3 Aralık 2012 http://www.haberturk.com/polemik/haber/799930-madam-cehalet

Bülent Pakman. Aralık 2014. İzin alınmadan ve aktif link verilmeden alıntılanamaz.

Osmanlı Devleti dizimiz

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...