Yahudi Anlayışında Ölüdeniz El Yazmaları Ve Vaftizci Yahya
Vaftizci Yahya ve Öğretisinin Arka Planı
Vaftizci Yahya hakkındaki bilgilerimizi tarihçi Josephus, Eski Ahit, Yeni Ahit ve muğlâk da olsa Kumran metinlerinden hareketle elde etmekteyiz. Vaftiz konu edildiğinde akla gelen ilk isim Hz. Yahya’dır. Hz. Yahya, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’da peygamber olarak kabul edilen Hz. Zekeriya’nın oğlu ve Hz. İsa’nın çağdaşıdır. Kuran-ı Kerim’in ifadesiyle Hz. Yahya’nın, babası Zekeriya peygambere bir müjdesi olduğu, kendisinden sonra gelecek Hz. İsa’yı müjdelemesi gibi bilgiler de dönemin tarihi ve dini arka planını anlamamıza yardımcı olmaktadır. Adından anlaşılacağı gibi Hz. Yahya halk tarafından bilinen şekliyle insanları vaftiz etme görevi ile onları tövbeye çağırdığını biliyoruz.
Öncelikle Vaftizci Yahya’nın yaptığı vaftizin mahiyeti üzerinde durmakta fayda vardır. Hz. İsa ile Hristiyanlık tarihi içinde yer alan vaftiz, şekli ve gayesi farklı da olsa, Yahudilik başta olmak üzere, birçok dinde görülmektedir. Türkçede ‘vaftiz’, Fransızcada ‘bapteme’, İngilizcede ‘baptism’ ve Almancada ‘taufe’ şeklinde ifade edilen kelime, Yunanca ‘bap-tein’ veya ‘baptezein’ kelimelerinden gelmektedir. Bu kelimelerin hepsi, suya daldırmak, yıkanmak veya necasetten temizlenmek gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak vaftiz, Hristiyanlıkta, dine girmek, ‘asli günahtan’ kirli geçmişten temizlenmek ve kutsal hayat tarzına kavuşmak amacıyla ve belli usullere riayet etmek suretiyle su ile yapılan bir ritüeldir . Vaftizci Yahya halkı yaklaşmakta olan Yargı Gününe hazırlık yapmak için bilgilendirmeye, tövbe ederek doğru yola girmeleri için çaba harcayan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Matta İncilinde geçen ifade ile “O günlerde Vaftizci Yahya Yahudiye Çölünde ortaya çıktı. Şu çağrıyı yapıyordu: Tövbe edin! Göklerin Egemenliği yaklaşmıştır.” halkı arındırmaya başladığını anlıyoruz. Buradan hareketle Vaftizci Yahya’nın bu uyarıcı rolünü nerden başlattığı sorusu aklımıza gelmektedir. Yine Luka İncilinde geçen “Çocuk büyüyor, ruhta kuvvetleniyordu ve İsrail’e görüneceği güne kadar çöllerde kaldı” ifadesi ile Yahya’nın çocuk yaşlarından itibaren çöllerde yetişen bir kişi olduğunu anlıyoruz. O dönemdeki bir çocuğun ıssız çöllerde tek başına yaşamasının zorluğu göz ününe alındığında onun Esseni cemaati ile beraber büyüdüğü tezi de bir açıdan kuvvetlenmekteydi. Bunun üstüne Essenilerin kendilerinin evlilikten uzak durdukları halde, ailelerin çocuklarını himaye edip eğittikleri bilgisi de bu teze başka açıdan destek vermektedir. Fitzmyer, Vaftizci Yahya’nın Kumran cemaatin bir ferdi olduğunu ancak “Tanrı çölde bulunan Zekeriya oğlu Yahya’ya seslendi”sözü ile başlayan süreçle buradan ayrılıp Yahudileri kurtuluş için vaftiz etmeye başlaması ile farklı bir yola girdiğini savunur. Sinoptik İncillerde geçen ifadelerden Vaftizci Yahya’nın kişiliğine dair bir takım ipuçları da elde edebiliriz. Luka 1: 15’de geçen ifadelerle Yahya’nın kendisini Kutsal Ruh’la doldurduğunu, Matta 11: 18’de geçtiğine göre hiç şarap içmediğini, Markus 1: 6’da geçen ifadelerle devetüyünden elbise ve deriden bir kuşağa sahip olduğuna, ayrıca çekirge ve yaban balı yediğine dair bilgiler mevcuttur.
Burada diğer önemli bir nokta da Yahya’nın yaşam tarzı, giyim kuşamı ve sözleri onun Yahudilik içinde kendisini adayan anlamında ‘Naziri’ olarak bilinen kişilerden olabileceği yönündeki bilgilerdir. Kutsal Kitabın ifadesi ile onları şu şekilde tanımlayabiliriz:
“Rab Musa`ya şöyle dedi: İsrail halkına de ki, Eğer bir erkek ya da kadın Rabbe adanmış kişi olarak Rabbe özel bir adak adamak, kendini Rabbe adamak isterse, şaraptan ya da herhangi bir içkiden kaçınacak, şaraptan ya da başka içkilerden yapılmış sirke içmeyecek. Üzüm suyu da içmeyecek. Yaş ya da kuru üzüm yemeyecek. Rabbe adanmışlığı süresince çekirdekten kabuğuna dek asmanın ürününden hiçbir şey yemeyecek. Rabbe adanmışlığı süresince başına ustura değmeyecek. Kendini Rabbe adadığı günler tamamlanıncaya dek kutsal olacak, saçını uzatacak.”
Görüldüğü gibi bu kişiler şarap içememek, saçlarını uzatmak ve kendilerini Tanrıya adamak yönünden toplumun çoğu tarafından kabul edilen davranışlardan farklı bir hayat sürmekte idiler. Yahudi geleneğinde sadece belli süreler bu hayat tarzını sürdürenler olduğu gibi, Samson ve Samuel örneklerinde olduğu gibi bunu bir ömre yayanlarda mevcuttu.
Vaftizci Yahya ve Hz. İsa Bağlantısı
Vaftizci Yahya ile Hz. İsa arasındaki bağa geçmeden önce Hz. İsa’nın Yahudi toplumu içerisindeki yerine kısaca değinmekte fayda vardır. Zira Yahudi topraklarında doğup büyüyen Hz. İsa’nın, İncillerde geçen bir takım sözleri ve uygulamaları Yahudiler tarafından eleştirilmiş hatta çarmıha gerilmek istenmesinin ana sebebini oluşturmuştur. Dolayısıyla Yahudilik içinde önemli bir figür olan Yahya peygamber ile Hz. İsa arasındaki bağlantıda her ikisinin de dini inançları ve uygulamaları önemli hale gelmektedir.
Hz. İsa zamanında Yahudilerin üzerinde anlaşmaya vardıkları bir metin geleneği bulunmamakla beraber bir inanç dairesi oluşturduklarını söyleyebiliriz. Bu daire içerisinde Tanrı, Musa’nın liderliği, İsrail milletinin seçilmişliği, Mesih gibi kavramlar bulunmaktaydı. Hz. İsa’nın bu konulara ters olan akideler söylemediğini İncillerden bilmekteyiz. İsa’nın kullandığı ‘Baba’ ve ‘Kutsal Ruh’ gibi tabirlerin Tanrı’nın birliği inancı ilkesi üzerinde yoğunlaşan Yahudi ilkelerine ters düştüğü ilk başta düşünülebilir. Ancak Eski Ahit metninde bu gibi ifadelere rastlamak mümkündür . Dolayısıyla temel akidelerde İsa’nın Yahudi inancına ters düştüğü görülmemektedir. Aynı zamanda İncillerde Musa, Davud ve İşaya (Yahya) peygamberlerin adının sıkça geçmesi İsa’nın Yahudilere gönderilen peygamberlere olan sevgisini de gösterir. Ancak bunların dışında İsa’nın Sebt gününe riayet etmediği, temizliğe önem vermediği, cüzzamlılar ve vergi tahsildarlarıyla konuşması gibi durumlar özellikle Ferisiler tarafından eleştirilmiş ancak İsa bu konulara verdiği cevaplarla dinin anlaşılmasında şekilcilikten çok maneviyata önem verdiğini göstermektedir. Ona göre kendilerini din adamı olarak tanıtanlar, birçok ibadetin salt dış yapısına önem vermekteydi.
Sinoptik İncil geleneğinin belirttiğine göre Yahya, İsa öncesi gelen bir peygamber olup, kendisinden sonra gelecek olan kurtarıcı Mesih’in yolunu açan bir şahsiyettir. Yahya’nın “Fakat benden sonra gelen, benden daha kuvvetlidir. Onun çarıklarını taşımaya ben layık değilim. O sizi Ruhulkudüs ile ve ateş ile vaftiz edecektir.” sözleriyle İsa’nın kendisinden daha üstün olduğunu belirtmiştir. Ancak Yahya’nın İsa’yı o sırada tanıyıp tanımadığı sorusu İncillerde çelişkili ifadelerle belirtilmektedir. Zira “Ben senin tarafından vaftiz olunmaya muhtaç iken, sen bana mı geliyorsun” diyerek onu tanıdığını ve bekledikleri kurtarıcı olduğunu ifade etmiştir. Yuhanna İncilinde geçen ifadelerle bu durum daha da açık hale gelmiştir. “Ertesi gün, İsa’nın kendisine gelmekte olduğunu Yahya görüp dedi: İşte dünyanın günahını kaldıran Allah’ın kuzusu. Benden sonra bir adam geliyor ki, benden ileri oldu, çünkü benden önce idi, diye söylediğim adam budur. Ve ben onu bilmezdim, fakat kendisi İsrail’e bildirilsin diye, ben su ile vaftiz ederek geldim. Yahya şahadet edip dedi. Ruhun gökten güvercin gibi indiğini gördüm ve onun üzerinde kaldı. Ben onu
bilmezdim; fakat su ile vaftiz etmek için beni gönderen, bana kendisi dedi: Kimin üzerine ruhun inip kaldığını görürsen, Ruhulkudüs ile vaftiz eden odur. Ben de görüp,
Allah’ın oğlu budur diye şahadet ettim.”
Vaftizci Yahya tarafından İsa’nın böylesine kabul edildiği ve yüceltildiği bu bölümlerin aksine Matta İncilinde geçen “İsa, on iki öğrencisine bu buyrukları verdikten sonra onların kentlerinde öğretmek ve Tanrı sözünü duyurmak üzere oradan ayrıldı. Tutukevinde bulunan Yahya, Mesih`in yaptığı işleri duyunca, O`na gönderdiği öğrencileri aracılığıyla şunu sordu: “Gelecek olan sen misin, yoksa başkasını mı bekleyelim?” sözleri ile Yahya’nın İsa ile olan düşüncesinde bir takım soru işaretleri görünmekte hatta onu ilk defa tanıdığına dair izlenimler bırakmaktadır. İsa’nın Yahya tarafından vaftiz edilmesi hem İncil yazarları hem de Pavlus ve kilise babaları tarafından İsa’nın Yahya figürü altında ezilmesi ve ona tabi olması şeklinde anlaşılmasından rahatsız oldukları ve bunu da yine İncil yazarları tarafından eklenen cümlelerle bunu dengeledikleri de söylenmektedir . Yuhanna’da geçen şu ifadelerden bunu görmemiz mümkündür.
“Yahya şöyle yanıt verdi: “İnsan, kendisine gökten verilmedikçe hiçbir şey alamaz. Ben Mesih değilim, ama O`nun öncüsü olarak gönderildim dediğime siz kendiniz tanıksınız. Gelin kiminse, güvey odur. Ama güveyin yanında duran ve onu dinleyen dostu onun sesini işitince çok sevinir. İşte benim sevincim böylece tamamlandı. O büyümeli, bense küçülmeliyim. Yukarıdan gelen, herkesten üstündür. Dünyadan olan dünyaya aittir ve dünyadan söz eder. Gökten gelen ise, herkesten üstündür.”
Ayrıca insanların vaftizi bir çeşit günahlarından arınma olarak görüp de Vaftizci Yahya’ya gitmeleri, İsa’nın da günahlarından ötürü vaftiz olması meselesini beraberinde getirmiştir. Hz. Yahya’ya isnat edilen ifadelere itimat eden ilahiyatçılar, İsa’nın esasta vaftize ihtiyaç hissetmediği noktasında birleşmişler ve onun vaftiz olmasını şahsi günahlarından arınmak yerine insanları günahlarından temizlemek için teşvik edici bir rol olarak değerlendirmişlerdir. Vaftizci Yahya ile İsa’nın bu tebliğ faaliyetlerine ayrı ayrı devam ettiğini İncillerden elde ettiğimiz bilgiye görebilmekteyiz . Bu farklı yoldaki tebliğ faaliyetlerine rağmen, Herod tarafından Yahya’nın öldürülmesinde sonra İsa’nın gösterdiği mucizelerden yola çıkarak halkın Yahya’nın yerinden dirildiğini söylemesi ve bunun Herod tarafından da endişeyle karşılanması ikisi arasındaki derin benzerliğin ve halk tarafından iki şahsiyetinden benimsendiğinin bir göstergesidir.
Ayrıca Yuhanna’nın İsa’nın havarilerinden olan Andrew’in (Andreas) Yahya’nın talebelerinden biri olarak tanıtması , İsa’nın Yahya’nın vaazlarına intisabı ikisi arasındaki dini bağın kuvvetini ortaya koymakta, Yahya ile başlayan tebliğin İsa ile devam ettiği tezini güçlendirmektedir.
Vaftizci Yahya ve Kumran Cemaati Bağlantısı
Ölüdeniz Yazmalarındaki geçen ifadelerde Vaftizci Yahya hakkında net bir beyanat olmadığını biliyoruz. Eldeki bilgilerin tam anlamıyla bütünlük arz etmemesi, Kumran metinlerinde isimler yerine yoruma açık ifadelerin yer alması bu konuda değişik fikirlerin ortaya atılmasına sebep olmuştur. Bunun için yazmalarda ifade edilen teolojik anlayışlar, ibadet kavramları, cemaatin kendi içindeki kurallarından yola çıkarak Vaftizci Yahya hakkında Kumran cemaatinin bir üyesi olup olmadığı konusunda birbirine zıt fikirler ortaya atılmıştır. Özellikle yazmalarda önemli bir yer tutan Doğruluk Öğretmeni ile Vaftizci Yahya arasında benzerlikler ve eskatolojik beklentilerin benzerliği böyle fikirlerin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Şimdi Vaftizci Yahya ile Kumran cemaati arasındaki bağlantıda bu tezi destekleyen fikirleri inceledikten sonra, böylesine bir tezin tarihi, coğrafi ve teolojik nedenlerle mümkün olmadığını iddia eden fikirleri sıralamaya geçebiliriz.
Kumran Cemaati İle Vaftizci Yahya Arasındaki Bağlantıyı Destekleyen Tezler
Kumran yazmalarında ‘doğruluk öğretmeni’ (teacher of righteousness) olarak nitelenen kişinin sık sık cemaatle beraber anılması, cemaatin kurucusu olması hatta Şükran İlahilerinin yazarı olduğu gibi bilgiler, onun bu dönemde ne denli önemli bir şahsiyet olduğunu belirten etkenlerdir. Doğruluk Öğretmeninin, cemaate olan katkısı, Kötü Din Görevlisi ile mücadelesi gibi açıklayıcı bilgilerin yanı sıra; kendisini tam olarak nasıl tanıttığı, cemaatten ayrılma sebepleri gibi de muğlâk ifadelerin varlığı bilinmektedir. Bu farklı ifadelerden yola çıkarak Doğruluk Öğretmenin Yahya, İsa, Yakup gibi kişiler olabileceği değişik bilim adamları tarafından belirtilmiştir. İşte biz burada daha çok muğlâk Doğruluk Öğretmeni ile Vaftizci Yahya arasındaki benzerlikleri ve farklıları belirterek bu tezin sağlamlığını ortaya koymaya ardından da Kumran cemaati ve onların dini anlayışları ile Yahya’nın dini yaşayışı arsındaki bağlantıları incelemeye çalışacağız.
Vaftizci Yahya ve Doğruluk Öğretmeni arasındaki benzerlik konusundaki fikirlerden ilki her ikisinin de peygamber olarak görev yaptığıdır. Gerek Eski Ahit kaynaklarından gerekse Josephus gibi yazarlar gibi kaynaklardan elde ettiğimiz bilgilerle Yahya, içinde yetiştiği toplumun resmi din haline getirdiği alışkanlıklara başkaldırarak Yudea kırsalında ve Ürdün nehrinde halkı bilgilendirmeye devam etmiştir. Kaynaklar onun iki önemli mesele üzerinde durduğunu belirtir.Bunlardan ilki halkı yaklaşan büyük güne hazırlaması bunun için de onları tövbe yoluyla
arındırmaya, sadaka vermeye teşvik etmeye, zulümden uzaklaşmaya ve vaftiz olmaya çağırmasıdır. Burada dikkat çeken ikinci nokta da Yahya peygamberin halkın kendilerini bir garanti nesnesi ve üstünlük olarak görmelerine kızmakta ve İbrahim soyundan gelmenin bir erdem olmadığını söylemektedir.
Doğruluk Öğretmeni hakkında ise Kumran yazmalarında özellikle de Habakkuk Yorumunda onun toplumda üstlendiği uyarıcı rolünü görebiliriz. Yazmalarda Moreh Hassedek olarak geçen Doğruluk Öğretmeni de kendisini bir din görevlisi olarak tanıtmakta, Tanrı’dan aldığı Yasa’nın kalbine kazındığını söylemekte, böylelikle kendisinin de bir peygamber olduğunu belirtmektedir . Yine her ikisinin de mevcut dini anlayışa karşı çıktıkları bu nedenle toplumun tümü tarafından benimsenmedikleri gibi bilgiler bu kişilerle yaşadıkları mücadelelerin benzer özellik taşımaktadır. Kumran metinlerinde ‘duvarı örenler’, ‘basit şeylerin peşinde koşanlar’ olarak anılan kesimlerin Doğruluk Öğretmenine tavır aldıkları, bu kişilerin törensel temizlik, adalet, namus, bayram ve tapınak ibadeti tarihleri konusunda kurallara riayet etmedikleri görülmektedir. Bunun sonucunda ise kardeşkanı döküldüğünü ve Doğruluk Öğretmeni ile ona inananların sürgün edildikleri Vermes tarafından söylenmektedir. Benzer şekilde Yahya da toplum tarafından kabul edilmemiş, oruç tutup içkiden kaçındığı için ‘cinli’ diye damga yemiştir. Yine Yahya’da kendi dönemindeki yanlış dini anlayışlara, Tanrının sözlerinin çarpıtılmasına ve yanlış uygulanmasına karşı cesurca mücadele etmiş ve sonunda karşı çıktığı bu düzen nedeniyle öldürülmüştür. Yaptığı evliliğin Yasa’ya aykırı olduğunu söyleyen Yahya’nın bu sözü ve yaptığı faaliyetler Herod tarafından tehlikeli görülmüş, Herod’un eşi Herodia’nın etkisiyle de başı kesilmiştir. Bu olay İncillerde de şu şekilde geçmektedir.
‘Hirodes, kardeşi Filipus`un karısı Hirodiya yüzünden Yahya`yı tutuklatmış, bağlatıp zindana attırmıştı. Çünkü Yahya Hirodes`e, “O kadınla evlenmen Kutsal Yasa`ya aykırıdır” demişti. Hirodes Yahya`yı öldürtmek istemiş, ama halktan korkmuştu. Çünkü halk Yahya`yı peygamber sayıyordu. Hirodes`in doğum günü şenliği sırasında Hirodiya`nın kızı ortaya çıkıp dans etti. Bu, Hirodes`in öyle hoşuna gitti ki, ant içerek kıza ne dilerse vereceğini söyledi. Kız, annesinin kışkırtmasıyla, “Bana şimdi, bir tepsi üzerinde Vaftizci Yahya`nın başını ver” dedi. Kral buna çok üzüldüyse de, konuklarının önünde içtiği anttan ötürü bu dileğin yerine getirilmesini buyurdu. Adam gönderip zindanda Yahya`nın başını kestirdi. Kesik baş tepsiyle getirilip kıza verildi, kız da bunu annesine götürdü.’
Doğruluk Öğretmeni ve Yahya’nın bu mücadelesindeki sıkıntılı süreçlerin yanı sıra toplumun bu tepkisinden dolayı kendilerini inzivaya çekip, dini yaşantıları için hicret etmeleri konusunda da benzerlikler olduğunu görmekteyiz. Zira Doğruluk Öğretmeni Kumran’a gelerek bu inzivayı başlatırken, Yahya ise Ürdün nehri kıyısında bu görevini sürdürmüştür. Burada çok önemli olan noktalardan birisi de çölde yaşamın tarihsel arka planı ve bu münzevi hayatın Vaftizci Yahya’nın çöl deneyiminin öncesi ve sonrası ile bağlantısıdır.
Yahudi geleneğinde çöle çekilme basit anlamıyla kendini kalabalıklardan sıyırma ve tek başına yaşama tecrübesi olarak görülmez. Adeta Yahve’nin arzu ettiği prototip bir alem tecrübesi olarak değerlendirilir. Çöl hayatı, Davud, ondan önceki diğer peygamberler gibi putperest yabancı istilalardan kaçanlar için her zaman bir sığınak olmuştur. Çöl ikliminin vermiş olduğu zorluklar ve bedenin çektiği ıstıraplar bir nevi manevi olgunlaşmanın adımı olarak kabul edilmiştir. Bu manevi olgunlaşma açısından değerlendirildiğinde dönemin tarihçisi Josephus’un çölde sadece ağaç yapraklarıyla örtünen, yabani bitkiler yiyen ve soğuk suyla yıkanarak kendisini arındıran ‘Bannus’ adlı bir zahidin denetiminde geçirdiği üç yıl dikkate değerdir. Hatta bazı eserlerde, Yehova’ya imanın ve manevi dirilişin sembolü olan çöller Tek- Tanrıcılığından da simgesi olarak kabul edilmiştir.
Çöl münzeviliği konusunu Hristiyanlık literatüründe de görebiliriz. Athananasius’un Mısırlı Antony’nin (250-355) inzivaya çekiliş hikâyesinin anlatıldığı ‘Vita Antonii’ (Antony’in Hayatı) adlı eserinde, Tanrı ile yakın olmanın en iyi yolu çölde yaşam olarak görülmüştür. Buradan yola çıkarak çöl tecrübesinin insanın kendi benliğini yetiştirmesi, iyi ve kötü ruhu ayırt etmesi için derin bir tefekkür hayatı yaşaması gerektiği belirtilmiştir. Diğer bir dikkat çeken nokta da bu eserde kötü ruhun ve onun temsilcisi şeytanın kuru mekânları yani çölü kendisine ikametgâh edinmesinden dolayı başta İsa olmak üzere bütün keşişlerin Kutsal Ruh vasıtasıyla çöle gönderilmesidir. Buradan da anlaşılmaktadır ki tıpkı Yahudi kaynaklarında görülen Tanrı’nın istediği çöl tecrübesi, Hristiyanlıkta da çölün bir kaçış ve sığınma yeri olmayıp, bilakis manevi bir olgunluğa ulaşmanın pratik sahası olarak görülmüştür. Hatta ‘İsa ona, Eğer eksiksiz olmak istiyorsan, git, varını yoğunu sat, parasını yoksullara ver; böylece göklerde hazinen olur. Sonra gel, beni izle dedi.’ ifadelerinin bizzat İsa tarafından bu hayatı desteklediği de söylenebilir. Yahudi geleneğindeki çöl tecrübesinin ilk temellerini ise Rekabi (Rechabites) cemaatine Masoretik metnin ifadesi ile ‘Rekavlılara’ kadar götürebiliriz. Yeremya kitabında geçen aşağıdaki ifadelerde şu bilgiler yer almaktadır:‘
Yahuda Kralı Yoşiya oğlu Yehoyakim döneminde Rab Yeremya`ya şöyle seslendi: Rekavlılar`ın evine gidip onlarla konuş. Onları Rab`bin Tapınağı`nın odalarından birine götürüp şarap içir. Bunun üzerine Havassinya oğlu Yirmeya oğlu Yaazanya`yı, kardeşlerini, bütün çocuklarını ve Rekav ailesinin öbür üyelerini yanıma alıp Tanrı adamı Yigdalya oğlu Hanan`ın oğullarının Rab`bin Tapınağı`ndaki odasına götürdüm. Bu oda önderlerin odasının bitişiğinde, kapı görevlisi Şallum oğlu Maaseya`nın odasının üstündeydi. Rekav ailesinin üyelerinin önüne şarap dolu testiler, kâseler koyarak, Buyrun, şarap için dedim. Ne var ki, “Biz şarap içmeyiz” diye karşılık verdiler, Çünkü atamız Rekav oğlu Yehonadav bize şu buyruğu verdi: Siz de soyunuzdan gelenler de asla şarap içmeyeceksiniz! Ayrıca ev yapmayacak, tohum ekmeyecek, bağ dikmeyeceksiniz. Böyle şeyler edinmeyecek, ömür boyu çadırlarda yaşayacaksınız. Öyle ki, göç ettiğiniz topraklarda uzun süre yaşayasınız.’
Rekavlılar, İngilizce kaynaklarda ‘Rechabites’ olarak ifade edilen ve Rekab’ın oğlu Jonadab (diğer bir ifadeyle Yehonadab) tarafından temsil edilen küçük bir dini cemaat olarak bilinir. M.Ö. sekizinci asırlarda Yahuda kralı olan Yehu zamanında yaşamış olan Yehonadab, Yeremya kitabında geçen yukarıdaki ifadelerde görüldüğü gibi içkiden uzak durarak, şehir hayatının yerine çölde çadırlarda yaşamayı seçmiştir. Nabukednazar tarafından yapılan istilaya kadar bu hayatlarını sürdüren Rekabiler’in bu istila süreciyle beraber çöldeki çadır hayatlarına devam edip etmedikleri tam olarak bilinmese de, içki içmeye dair yasaklarının devam ettiği bilinmektedir. Dolayısıyla Rekabiler cemaatinin Kumran’da yaşayanları çölde yaşama konusunda etkiledikleri söylenebilir. Hatta Hegesippus’un İsa’nın kardeşi Yakup için bazı Rekabi hahamlarının aracı olarak devreye girdiğine dair bilgi, Rekabiler ile Kumran ve Hristiyanlık arasındaki ilişkilere delil olarak kullanılabilir. Yine aynı şekilde Vaftizci Yahya’nın giyim kuşamından, hayat prensiplerine kadar, Rekavlılar örneğinde olduğu gibi, benzer disiplinlere sahip olan ve Eski Ahit metinlerinde de geçen Naziriler’le olan uyumu dikkat çekmektedir. Epiphanius’un Vaftizci Yahya’yı da Naziri olarak sayması ile bu tez desteklenmiştir. İbranice ‘ayrılmak, adamak ve kendisini vakfetmek’ anlamına gelen Naziri terimi, Eski Ahit metinlerde ‘kendini Tanrı’ya adayan’ kimseler için kullanılmaktadır. ‘Bundan böyle şarap ya da içki içmemeye dikkat et, murdar bir şey de yeme. Çünkü gebe kalıp bir oğul doğuracaksın. Onun başına ustura değmeyecek. Çünkü o daha rahmindeyken Tanrı’ya adanmış olacak. İsrail’i Filistinliler’in elinden kurtarmaya başlayacak olan odur.’
Vaftizci Yahya konusunda daha fazla referans veren Kanonik Matta ve Luka İncilleri ise ‘Yahya geldiği zaman oruç tutup içkiden kaçındı, ona `cinli’ diyorlar.’ ‘Melek ona, Korkma, Zekeriya dedi, duan kabul edildi. Karın Elizabet sana bir oğul doğuracak, onun adını Yahya koyacaksın. Sevinip coşacaksın. Birçokları da onun doğumuna sevinecek. O, Rab’bin gözünde büyük olacak. Hiç şarap ve içki içmeyecek; daha annesinin rahmindeyken Kutsal Ruh’la dolacak.’ cümleleri de, oruç ve içki yasağı konularında Yahya’nın Naziri anlayışla benzer olduğunu vurgulamıştır. Buradan Kumran cemaatinin çöl tecrübesine nasıl başladıklarına gelecek olursak aradaki benzerlikler daha da netleşecektir. Yazmalardan elde ettiğimiz bilgiler ve yazmaları yorumlayan bilim adamlarının ifadeleri ile Doğruluk Öğretmeni’nin başkahinlik görevinin Sadukilerden alınıp Haşmonlara (Haşmoni) verilmesi üzerine bir grup müridiyle birlikte Kudüs’ü terk edip Yahuda çölüne geçtiğini bilmekteyiz. Dolayısıyla Kumran cemaatinin bundan sonra oluşacak olan manastır hayatının ilk temellerini attığı bilgisinden yola çıkarak Hristiyanlık tarihinde önemli bir yer tutan
zühd hayatının ve keşişlik zümresinin tohumlarını attığını söyleyebiliriz. Sonuç olarak Kumran cemaatinin çöl tecrübesinin kendilerinden önceki geleneğe ait olan Rekabiler ile kendisinden sonra inkişaf edecek olan ve Hristiyanlığın dinamiklerinden olan manastır hayatı arası bir köprü görevi üstlendiğini rahatlıkla söyleyebilir. Yine buradan hareketle Kumran cemaatinin çöldeki inziva hayatı ile Tanrı’nın egemenliği için çölde yolu hazırlayacak olan Vaftizci Yahya’nın aynı geleneğin ve belki de aynı cemaatin bir parçası olduğu tezi daha güçlenmektedir.
Doğruluk Öğretmeni ve Vaftizci Yahya hakkındaki bu benzerlikleri sıraladıktan sonra, Kumran cemaatinin dini anlayışı ile Yahya’nın öğretileri arasındaki benzerlikleri ele almaya başlayabiliriz. İlk olarak Kumran cemaati ile Vaftizci Yahya’nın da içinde bulunduğu Yahudi ve Hristiyan düşüncesindeki eskatolojik benzerlikler dikkat çekmektedir. Eskatolojik anlatımlar, bir topluluğun olmasını istediği arzuların ve hayallerin dışa vurumudur. Bu metinler, topluluğun gelecekten neler beklediğini yansıtırken aynı zamanda bizlere onların şimdiki dünyaları hakkında da bazı fikirler verir. En genel anlamıyla eskatoloji mitleri evrenin, kâinatın ve tarihin sonu, insanın gelecekteki durumu ya da sonunu konu alan ve gelecekten söz eden mitlerdir. Sürgün, acı, kıtlık, yokluk gibi felaketlerle karşı karşıya olan toplumların geleceğe dair umut taşıdıkları ve kendilerini kurtaracak, güzel günlere ulaştıracak bir kurtarıcı (Mesih, Mehdi) bekledikleri görülmektedir. Bu düşüncelere yaşanılan acılara katlanma konusunda inananlara psikolojik olarak destek olur ve güç verir.
Yahudi ve Hristiyan geleneğindeki apokaliptik edebiyat, eskatoloji mitlerinin en güzel örneklerini sunar. Apokaliptik terimi, Grekçe’de ‘apokalypsis’ kelimesinden türetilmiştir. Genel olarak ‘revelation’ (esinleme-vahiy) kelimesi ile karşılanmakta olup ‘açığa çıkarma, perdesini kaldırma’ gibi anlamlara gelmektedir. Genellikle geleceğe ve özellikle dünyanın sonuna dair olan ve kehanetler içeren bu bilgilerin çoğunlukla bir melek ya da metafiziksel bir varlık tarafından özel bir tarzda verildiği söylenilir. Yahudi tarihi açısından apokaliptik literatürün altın dönemi olarak M.Ö III. yy. ile M.S. I. yy. arasındaki dönem kabul edilmektedir. Bu dönem Yahudilerin farklıkültürel etkilere maruz kaldığı sürgün yıllarını kapsamaktadır. Bu nedenle apokaliptiklerde yoğun olarak Helenistik ve İran gibi dış etkilerin yanı sıra kendi yaşadıkları acıların, toplumsal hadiselerin, siyasi baskıların, umudun ve özlemin izleri bulunmaktadır. Metinlerde ilk Eski Ahit metinlerinden beri savunulan Yahudi inançlarının büyük oranda mevcut olduğu, hatta çoğu zaman yaşanılan acıların Yahve ile yapılan antlaşmaya sadık kalmamanın bir sonucu olduğu ısrarla vurgulanarak geçmişe dönmeye bir özlem ve çaba vardır. Yahudi geleneğinde oldukça etkin olan apokaliptik edebiyat özellikle diaspora döneminde görülmeye başlanır. Baruch’un Apokalipsi (Apocalypse of Baruch), Enoch’un Kitabı (Book of Enoch/The Book of the Secrets of Enoch ve Ethiopic Book of Enoch), İşaya’nın Yükselişi (Ascension of Isaiah), Jübileler Kitabı (Book of Jubilees), Sibylline Kehanetleri (Sibylline Oracles) gibi birçok apokrif metnin yanı sıra Daniel’in kitabı gibi kanonik apokaliptik metinler bu dönemde ortaya çıkarlar.
Bir kıyametle yeryüzünün son bulacağı düşüncesi dönemin bütün Yahudi mezhepleri tarafından kabul edilmiş olsa bile, sonun geleceği konusuna vurgu yapan sadece özel cemaatlerdi. Bu tür özel cemaatlerde büyük oranda Kumran/Esseniler örneğinde olduğu gibi münzevi hayat yaşayan heterodoks ve kısmen gnostik gruplardı . Aynı zamanda pseudoepigrafik literatür içerisinde yer alan Ölüdeniz yazmalarında geçen eskatolojik betimlemelerin bu tezi desteklediğini ve cemaatin dünyanın sonuna dair ayrıntılı tasvirlerin dönemin diğer Yahudi cemaatlerine nazaran çok daha kuvvetli olduğunu söyleyebiliriz. Yeni Ahit penceresinden baktığımızda ise Yahudi apokaliptik geleneğinin Hristiyan literatürüne doğrudan etki gösterdiğini söyleyebiliriz. Özellikle Kanonik olan
Vahiy kitabının yazarı Yuhanna, geleceğe dair sunduğu bilgilerin kaynağını şöyle ifade eder. ‘İsa Mesih`in vahyidir. Tanrı yakın zamanda olması gereken olayları kullarına göstermesi için O`na bu vahyi verdi. O da gönderdiği meleği aracılığıyla bunu kulu Yuhanna`ya iletti. Yuhanna, Tanrı`nın sözüne ve İsa Mesih`in tanıklığına – gördüğü her şeye- tanıklık etmektedir. Bu peygamberlik sözlerini okuyana, burada yazılanları dinleyip yerine getirene ne mutlu! Çünkü beklenen zaman yakındır’ Her ne kadar Hristiyanlığın otantik bir geçmişi olduğunu düşünen muhafazakâr yazarlar eskatolojik betimlemelerin Yahudi geleneğinin ve intertestamantel dönemin bir ürünü olduğunu söyleseler de kanonik metinlerde tıpkı yukarıdaki geçen ifadeler gibi metinlere rastlamak mümkündür. Örneğin Selaniklilere 1. Mektup’ta:
‘Tanrı adil olanı yapacak: Size sıkıntı çektirenlere sıkıntı ile karşılık verecek, sıkıntı çeken sizleriyse bizimle birlikte rahata kavuşturacaktır. Bütün bunlar Rab İsa alev alev yanan ateş içinde güçlü melekleriyle gökten gelip göründüğü zaman olacak. Rabbimiz İsa, Tanrı`yı tanımayanları ve kendisiyle ilgili Müjde`ye uymayanları cezalandıracak.’ geçen ifadeler örnek gösterilebilir . Eskatolojik literatürün oluşumuna dair tarihsel bir değerlendirmeden sonra Vaftizci Yahya hakkında daha çok bilgi veren Yeni Ahit literatürü ile Kumran cemaatine ait olan metinlerde geçen apokaliptik benzerliklere geçebiliriz. Bu konudaki benzerliklerden ilki ‘Göklerin Egemenliği’ ve ya ‘Tanrı’nın Krallığı’ ifadelerinin her iki metin geleneğinde de önemli yer tutmasıdır. Burada zamanın sonunda gerçekleşecek olan büyük kıyamet öncesindeki son saadet dönemi ve ardından gerçekleşecek olan yıkım ve nihayetinde Tanrı’nın ilahi müdahalesi ile kurulacak olan yeni düzene ait betimlemelere rastlamaktayız. Aynı zamanda Mesih kavramı ile gazaptan kurtulan imtiyazlı zümrelerin özellikleri hakkındaki bilgilerin yazmalarda ve Yeni Ahit literatüründeki Vaftizci Yahya’nın sözlerinde paralel bir görünümü arz etmekte olduğunu söyleyebiliriz. Yazmalar içerisindeki geçen aşağıdaki ifadelerde:
‘Bizim Hükümdarımız kutsaldır ve görkemli kral bizimledir; bu yüzden ruhların yaratıcısı süvarilerimizle ve atlılarımızla yanında. Onlar yeryüzünü saran yağmur bulutları ve ekinlerin üzerine yağan selleri gibidir… Hükümdarlık Rab’bindir ve daimi egemenlik, İsrail’in.’ ‘Çünkü günahkârlık devri sona ermiş ve bütün adaletsizlikler geçmiş olacak. Çünkü doğruluk zamanı gelmiş ve yeryüzü, Tanrı’nın kutsamasıyla ve bilgiyle dolmuş olacak… Doğruluğun/iyiliğin egemenliği kurulduğundan, O krallığın tahtını yükseltecek.’ geçen ‘daimi egemenlik’, ‘doğruluğun egemenliği’ gibi ifadelerin benzerlerine aşağıda yer alan Yeni Ahit metinlerinde ve Vaftizci Yahya’nın cümlelerinde rastlamaktayız.
‘O günlerde Vaftizci Yahya Yahudiye Çölü’nde ortaya çıktı. Şu çağrıyı yapıyordu: “Tövbe edin! Göklerin Egemenliği yaklaşmıştır.’ ‘Size doğrusunu söyleyeyim, kadından doğanlar arasında Vaftizci Yahya`dan daha üstün biri çıkmamıştır. Bununla birlikte, Göklerin Egemenliği`nde en küçük olan ondan üstündür. Vaftizci Yahya`nın ortaya çıktığı günden bu yana Göklerin Egemenliği zorlanıyor, zorlu kişiler onu ele geçirmeye çalışıyor.’
Görünen o ki Kumran metinlerindeki Tanrı’nın iradesiyle gerçekleşecek olan sondan sonra kurulacak olan ‘İlahi Egemenlik’ kavramının benzer ifadelerle Yeni Ahit literatüründe yer alması ve bizzat Yahya’nın cümleleriyle bunun desteklenmesi Vaftizci Yahya ve cemaat arasındaki bağlantılara dair önemli bir işaret sunmaktadır. Yine aynı şekilde Kumran cemaatinin son savaş sırasında beklediği üç kahraman (ikinci bir Musa olacak peygamber, Harun soyundan gelecek olan kâhin Mesih ve bir de gentileleri yola getirecek siyasal Mesih) kavramlarının Hristiyanlık teolojisinde önemli bir yeri vardır . Buradan yola çıkarak ilk Hristiyanlar tarafından Vaftizci Yahya’nın peygamber, İsa’nın siyasal Mesih ve Paul’ün de gentilelere karşı duran fenomen olarak görüldüğü de söylenebilir.
Yine aynı şekilde gelecek olan günlerin sonundaki gazaptan kurtulacak olan seçilmişler zümresi de her iki metin geleneğinde benzerlik taşımaktadır. Örneğin ‘Çünkü çağrılanlar çok, ama seçilenler azdır.’ ifadesi ile Kumran metinlerindeki ‘Tanrı’nın ebedi büyüklüğü sayesinde, Işığın Oğulları huzur, kutsama, zenginlik, mutluluk ve uzun bir yaşama kavuşacaklar.’ ifadesi her iki metin geleneğindeki benzerlikler olarak göze çarpmaktadır. Ayrıca apokaliptik vurgusu olmayan geleneksel Yahudilik’te ‘bütün İsrail’in kurtulacağı’ doktrini dolayısıyla ‘bakiye’ kavramının
hiçbir öneminin olmaması, intertestamantel dönemdeki rabbinik ve apokaliptik Yahudilik arasındaki farklılığı göstermektedir. Kumran cemaati ile Yahya’nın öğretileri arasındaki diğer bir benzerliği temizlik konusunda yaklaşım olarak ortaya koyabiliriz. Her ne kadar Kumran cemaati temizlik deyince daha çok manevi kirlerden arınma şeklindeki temizliği önemsemiş olsalar dahi
bir takım konularda da su ile temizlenme, yiyeceklerin temizliğine dikkat etmeleri gibi bilgiler onların da maddi temizlik anlayışına önem verdiklerini göstermektedir. Kumran metinlerinde geçen ifadelerle geceleyin ihtilam (cünüplük) olan kişinin üç gün boyunca tapınaktan uzak tutulmaları ve temizlenmeleri için banyo yapmaları gibi konularda temizliğe verdikleri önemi görmekteyiz.
Yine Kumran metinlerindeki diğer bir temizlik konusu da yiyeceklerin temizliğidir. Aşağıdaki metinde Kumran cemaati tarafından temiz sayılan ve sayılmayan yiyeceklerin kısaca tarifini görebiliriz:
“Kentleri temiz olacak… Sonsuza dek… Buraya sokulan her şey temiz olacak: şarap, yağ, yiyecekler ve sulu yemekler… Diğer kentlerde kesilen kurban derileri buraya sokulmayacak” Yiyebileceğiniz uçan böcekler şunlardır: bütün büyük çekirge türleri, uzun başlı çekirge türleri, Bütün yeşil çekirgeler, bütün çöl çekirgeleri… Kuş ölüsü yemeyeceksiniz, ancak bunu yabancılara satabilirsiniz . Yerde yaşayan bütün canlıları kirli sayacaksınız: fare, bütün kertenkele türleri, duvar kertenkelesi, kum kertenkelesi, büyük kertenkele ve bukalemun… Ölü hayvanın kemiğini, leşini, derisini, etini ya da pençesini taşıyan kişi kıyafetlerini yıkayacak ve banyo yapacaktır. Kumran metinlerindeki bu ayrıntılı anlatımlarla temizlik konusunda nelerin önemli olduğunu gördük. Aynı zamanda Tapınak Yazmasında yukarıdaki bölümlerden hemen sonra yani yine Tapınak Yazması 50. Bölümde, manevi temizlik ilkelerinin de sıralanması temizlik konusundaki devamlılığı ve iç temizliğin de yiyeceklerin temizliği kadar önemli olduğunu bize göstermektedir. Dolayısıyla başta söylediğimiz gibi Yahya’nın öğretisindeki manevi kirlerden arınmanın önemini, Kumran metinlerinde de görmekteyiz. Şimdi yazmalar içindeki bu temizlik ilkelerine kısaca değinelim :
‘Yaşadığınız kentlere yargıç ve memurlar atayacaksınız ve bu kişiler, ,insanları adil bir biçimde yargılayacaklar. Yargılarında yanlı davranmayacaklar, rüşvet almayacak, adaleti yanıltmayacaklar, çünkü rüşvet adaleti yanıltır, adil biçimde yürütülen işleri bozar, erdemli insanları köreltir, onları suça teşvik eder.’ Kumran cemaatinin ahlaki anlayışlarını diğer metinlerde de rahatlıkla görebiliriz . Burada temizlikten sonra bu metnin gelmesi diğer metinlerden farklı bir bağlamı yansıtmakta ve temizliğin maddi ve manevi bir bütün olduğunu da
vurgulanmaktadır.
Vaftizci Yahya’nın da yukarıdaki metinler kadar ayrıntılı olmasa da bu temizlik konusundaki hassasiyetini görebiliriz. Vaftizci Yahya hakkında İncillerden elde ettiğimiz bilgilerle onun daha çok arınmaya, tövbeye önem verdiği kadar, yediklerine de dikkat ettiği bilgisini bulabiliriz. Evvela Yahya vaftiz sayesinde bir nevi manevi kirlerden arınmayı hedefliyordu. Yahya tarafından vaftize gelen Yahudilerin tıpkı putperestlikten Yahudiliğe geçişleri gibi günahlı olduklarını kabul etmeleri de bu arınmanın bir ön şartı sayılabilir. Diğer taraftan Vaftizci Yahya’nın babası tarafından yetiştirilip sonradan bir din görevlisi olması ile Kumran metinlerindeki Doğruluk Öğretmeninin de dini eğitim sonrasında bu görevi üstlenmesi dikkate değer bir durumdur. Ayrıca yaşadıkları coğrafyanın da aynı olması, Vaftizci Yahya ile Kumran cemaati arasındaki benzerlikler arasında sayabilir. Buraya kadar Vaftizci Yahya figürünün, Kumran metinlerinde, Hristiyanlık ve
Yahudilikteki yerinden yola çıkarak, onun bu cemaate dâhil olduğunu konusundaki tezlere dayanak olan görüşleri inceledik. Şimdi de bu tezlerin çeşitli nedenlerle doğru olmadığını savunan görüşleri ele alabiliriz.
Kumran Metinleri ile Vaftizci Yahya Arasındaki Bağlantıya Yapılan İtirazlar
Vaftizci Yahya ile Kumran cemaati arasındaki bağlantıyı destekleyen görüşlerin tersine bu tezin doğru olmadığı yönündeki tezler de mevcuttur. Öncelikle dönemin tarihi hakkında bilgi veren Josephus’un o dönem hakkındaki görüşlerinin kapsayıcılığı sorunu, Kumran metinlerindeki bütünlük sorunu, Yeni Ahit ekolünün Esseniler hakkında bilgi vermemesi, Yahya’nın yaşantısı hakkındaki yetersiz bilgiler böylesine bir bağın doğru olması yönündeki engeller olarak sıralanabilir. Zira Doğruluk Öğretmeninin kim olduğu yönündeki onlarca fikirden bu karmaşıklığı anlayabiliriz. Zaten bu konudaki kuramların da en basit güvenlik testinden dahi geçemedikleri, bunların Kumran metinlerinden destek almadıkları da bazı bilim adamları tarafından bildirilmiştir.
İlk olarak Vaftizci Yahya bütün Yahudiye’ye tebliğ görevini yaydığını, bu nedenle hiçbir şekilde ayrımcı bir anlayışının olmadığını, bu uğurda Herod olsa bile doğruları söylemekten çekinmediğini, kendi kurtuluşunun yanında vaftiz sayesinde toplumun da kurtuluşunu amaç edindiğini biliyoruz. Dolayısıyla kurtuluş için inziva ve züht hayatı yerine yani bireysel kurtuluşun yanında milletin de kurtuluşu için Yahya misyonunu genişletmiş ve toplumun her kesimine yaymıştır. Buna karşılık Kumran metinlerinde geçen cemaatin; belli ritüellerle kendilerine gelen kişinin sıkı bir disiplinle ancak kabul edildiği, belli kurallar dâhilinde yükseldiği ve Tanrı’ya bağlılığın kapalı kalarak sağlandığı bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca kurtuluşun diğer bir ayağı olan Mesih’in kendilerini kurtaracağına inanıp, kendileri dışındaki topluluklara bu yolu kapatmaları onların tebliğ vazifesi yerine içe dönük bir kurtuluşu hedeflediklerini göstermektedir.
Yine burada Kumran cemaati olarak Esseniler tezini kabul ettiğimizde Vaftizci Yahya ile Esseniler arasındaki bağlantının bütünsel olarak iki fikirden birini doğrular nitelikte olmadığını söyleyebiliriz. Zira Esseniler arasında çok değişik grupların mevcudiyeti bilinmektedir ve bunlar arasında kesin çizgilerle bir ayrım yapmak mümkün değildir. Josephus’un dört sınıf olarak bahsettiği ancak ikisi hakkında bilgi verdiği bilgilerden yola çıkarak Essenilerle Yahya arasında birebir karşılaştırma yapmak doğru değildir. Zira Esseniler hakkında da farklı metin geleneklerinin ortaya çıkması, örneğin bekârlığı esas alan Essenilerin yanı sıra, kazılar sırasında çocuk ve kadın iskeletlerinin bulunmasıyla evli Essenilerin olabileceği, savaşa karşı durmalarıyla bildiğimiz bu gruba ait Savaş Parşömenlerinin varlığı, onların tek bir sosyal yapıda olmadıklarını göstermektedir.
Bütün bu bilgilerden sonra Vaftizci Yahya’nın Kumran ile bağlantısı yönündeki her iki tezin de eldeki bilgilerin yetersizliği, güvenirliği ve kapsayıcılığı açısından tamamen doğru olmadığını, bu konudaki muğlâklığın devam ettiğini söyleyebiliriz. Konunun Yeni Ahit penceresinden ele alınışı da net değildir. Zira İsa’nın yaşamına dair bilgilerin mevcut otoritenin süzgecinden geçtikten sonra Kanonik kabul edilen kitaplardan elde etmekteyiz. Dolayısıyla bu dönemde yaşanılanlara dair tarihsel arka planı kavrama yetkimiz ancak bize verilenle sınırlıdır. Zaten kilisenin kendisini önceki bir dinin devamı olarak görmek istememesi ve bazı muhafazakar yazarların İsa’nın Kumran ve Vaftizi Yahya ile olan bağını görmek istememelerinin altında da bu neden görülebilir. Dolayısıyla yapılması gereken Yeni Ahit’in konjüktürel inançlarla ve çevresel kaygılarla oluşturulan derlemeleri neticesinde oluşmuş teolojik retorikler yerine, kurumsallaşmış İsa anlayışından tarihsel İsa anlayışına dönmektir.
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki farklı eleştirilere rağmen Vaftizci Yahya, Kumran ve İsa arasındaki ilişkinin türü net olmasa da böyle bir bağın varlığı yadsınamaz bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Zamanın entelektüel birikimine sahip olan birkaç cemaatten biri olan Essenilerin uyguladıkları eğitim disiplininden Vaftizci Yahya’nın da nasiplendiğini söyleyebiliriz. Hz. Zekeriyya ve eşi İyşa’nın (Elizabeth) biricik erkek çocukları olan Yahya’yı sadece Yehova’ya ibadet eden bir topluğun içinde büyütmek istemelerinin ve bunu sağlayacak olan cemaatin de Esseniler
olduğunu düşünmelerini anlamak güç değildir.Daha sonra ise İsa’nın gençlik yıllarında Vaftizci Yahya’nın tebliği görevini aktif olarak yaymak istemesi ve Essenilerin uzun ve meşakkatli deneme süreci yerine insanlara doğrudan ulaşmak istemesi gibi bir takım fikir ayrılıkları yaşayarak cemaatten ayrılıp insanlara vaaz etmeye devam ettiği söylenebilir.Mircea Eliade’nin sözleriyle ‘Kumran yerleşkesinin yıkılmasından ve Essenilerin dağılmasından sonra, bazı geride kalanların muhtemelen Filistin’deki Hristiyan toplumun çekirdeklerini meydana getirdiği’de hatırda tutulması gereken bir bilgi olarak değerlendirilebilir.
Yararlanılan Kaynaklar :
Halil Temiztürk , Ölüdeniz El Yazmaları Ve Yahudi Literatüründeki Yeri
Vermes, Ölüdeniz Parşömenleri Kumran Yazıtlar
Mustafa Erdem, Hıristiyanlıktaki Vaftiz Anlayışı Üzerine Bir İnceleme
Şinasi Gündüz, Pavlus Hıristiyanlığın Mimarı
Ali İsra Güngör, Cizvitler ve Katolik Kilisesindeki Yeri