DANTE’NİN ‘İLÂHÎ KOMEDYA’SINA İLHAM VEREN
CENNET VE CEHENNEM GÜNLÜĞÜ ARDÂVÎRÂFNÂME
İSTANBUL’da, geçtiğimiz İran’da İslamiyet’ten önce yaygın olan Zerdüşt dininin yazılı kaynakları arasında “Ardâvîrâfnâme” adında çok önemli bir eser vardı ve bu eser geçtiğimiz günlerde ilk defa Türkçe olarak yayınlandı. Bazı edebiyat çevrelerinde, Ardâvîrâfnâme’ nin Batı klasiklerinin en önemli örneklerinden olan Dante’nin İlâhî Komedya’sına kaynaklık ettiğine inanılıyor.
İSTANBUL’da, geçtiğimiz günlerde “Ardâvîrâfnâme” adında son derece ilginç ve gayet önemli bir eser yayınlandı ama bu önemine rağmen eser hakkında ne tek bir satır yazı yazıldı, ne de bir söz edildi… Eser, adından da belli olduğu gibi “Ardâ Vîrâf” diye birine aitti ve Zerdüşt inancının en önemli kaynaklarından idi… Zerdüşt inancının, daha doğrusu Zerdüşt dininin ne olduğunu, bilmeyenler yahut az bilenler için kısaca izah edeyim: İran’ın Türkiye sınırına yakın Urmiye şehrinde akan Derece çayının sahillerinde milâttan önce beşinci asırda yaşayan Proşaspa ile karısı Dokdo’nun, “Zerdüşt” adını verdikleri bir oğulları olur. Kaynaklarda, Zerdüşt’ün doğum tarihi konusunda değişik bilgiler verilir, bu tarih milâttan önce 3500’ler ile beşinci asır arasında değişir ve İran’dan Hindistan’a kadar uzanan geniş bir alan da Zerdüşt’ün doğum yeri olarak gösterilir. “Ahuramazda” adındaki tanrı ile temas ederek yeni bir din kurduğuna, “Avesta” adındaki kutsal kitabı getirdiğine ve “Gata” denen kendi şiirlerini de Avesta’ya dahil ettiğine inanılan Zerdüşt’ün inancı, dünyanın ilk tek tanrılı dinlerindendir. İyilik ile kötülüğün sürekli olarak savaş halinde bulunduğunu anlatan Avesta, insanlara iyiliğin tarafında olmalarını emreder, iyilik edenlerin ruhlarının cennete, kötülük yapanların ruhlarının ise cehenneme gideceklerini söyler.
YERİNİ İSLÂMİYET’E BIRAKTI
Zerdüştlük zamanla İran’da hüküm süren Pers İmparatorluğu’nun resmî dini oldu. İskender’in milâttan önce 330’larda İran’ı işgali sırasında bu dinle ilgili herşeyi ortadan kaldırmaya çalışması yüzünden zayıflayan inanç daha sonra yeniden toparlandı ve milâdî sekizinci asırdan itibaren yerini İslâmiyet’e bıraktı.
BİR HAFTA UYUDU
Ardâ Vîrâf, Zerdüşt dininin yokolma tehlikesi geçirdiği Makedonyalı İskender yani Büyük İskender döneminden hemen sonra yaşamış yüksek rütbeli bir din adamıydı. İskender‘in kaynakların çoğunu yoketmesi yüzünden Zerdüşt dininin mensupları bildikleri birçok şeyi unutmuş, halkın inancında gerileme meydana gelmişti ve Ardâ Vîrâf, bu yüzden uykusunda yedi gün yedi gece devam eden bir “ahret yolculuğuna” çıktı. Dinin kutsal kişisi Surûş ile tanrı Âzer, yolculuğu sırasında Ardâ Vîrâf‘a refakat ettiler; cenneti, cehennemi ve Zerdüşt dinindeki ölümden sonraki hayatın diğer mekânlarını gösterdiler ve büyük tanrı Âhura Mazda’nın huzuruna çıkarttılar. Ardâ Vîrâf, öteki dünyada gördüklerini ve öğrendiklerini dönüşünde kâtiplere yazdırdı ve “Ardâvîrâfnâme” denen eseri sayesinde Zerdüşt inanışının önemli bilgileri unutulmaktan kurtuldu.
Ardâvîrâfnâme’nin bir diğer özelliği de, yazdıklarının kendisinden bin küsur sene sonra kaleme alınan bir başka esere, Dante’nin meşhur “İlâhî Komedya”sına ilham vermiş olduğu söylentisi idi… Bu sayfadaki kutularda Ardâvîrâfnâme’den bazı bölümler ve İlâhî Komedya ile benzerliği konusundaki tartışmalardan örnekler yeralıyor. Binlerce sene öncesinden kalmış bu son derece ilginç metni ve Ardâ Vîrâf‘ın gidip geldiği öteki dünyanın nasıl bir yer olduğunu merak edenler, Prof. Dr. Nimet Yıldırım’ın Türkçe’ye çevirdiği ve geçtiğimiz günlerde yayınlanan Ardâvîrâfnâme’yi okuyabilirler.
Dante, Mirâcnâmeler’i acaba makasladı mı?
ARDÂVÎRÂF‘ın eseri, asırlar boyunca hem İslam, hem de batı dünyasında tartışma konusu oldu. Zerdüşt inancının yüksek rütbeli din adamı Ardâ Vîrâf, öteki âleme yaptığı yolculuğa Çekâ Dâitî dağından ve Çinvâd köprüsünden başlıyordu. Zerdüştlük’te önemli yeri olan Çinvâd ile İslamiyet’teki Sırat Köprüsü arasındaki benzerlik hakkında asırlar boyunca çok sayıda eser yazıldı. Ama, asıl tartışma Ardâvîrâfnâme ile 1265 ile 1321 seneleri arasında yaşamış olan Dante’nin İlâhi Komedya’sının mukayesesi konusunda çıktı, zira her iki eserde de birbirine çok yakın ifadeler vardı. Meselâ, Ardâ Vîrâf‘ın sözünü ettiği “ârâf” yani günahları ile sevapları eşit olanların bekletildiği mekân ile Dante’nin aynı anlama gelen “purgatorio”su, kurulu oldukları yerler ve sâkinleri bakımından birbirlerine çok benziyorlardı. Dante, Ardâvîrâfnâme’de anlatılan her üç mekânı yani ârâfı, cenneti ve cehennemi çok daha geniş ve teferruatlı bir şekilde ele alıyordu ama cennetin bazı bölümleri ile tanrıya mahsus katın aydınlığından sözeden cümleler her iki eserde de neredeyse aynı gibi idi. Bugün, İlâhî Komedya ile Hazreti Muhammed’in mirâcını anlatan “Mirâcnâme”ler arasında da benzerlik kuruluyor ve Mirâcnâmelerden yeni haberdar olan Batılı edebiyat tarihçileri, Dante’nin bu eserleri ve Ardâvîrâfnâme’yi çok büyük bir ihtimalle bildiğini söylüyorlar.
Ardâ Vîrâf’ın ahıret günlüğünden rengârenk ve kanlı canlı cehennem enstantaneleri :
“…O ilk gece kutsal Sûruş ve tanrı Âzer beni karşılamaya geldiler. Bana selâm verdiler, benim için dua ettiler,
…elimden tuttular. İlk adımı güzel düşünceyle, ikinci adımı güzel sözle ve üçüncü adımı da güzel işle yüce makamlara atarak çok geniş ve sağlam Çinvâd Köprüsü’ne vardım…
…Orada ölülerin ruhlarını gördüm. İlk üç gecede ruhlar bedenlerinin yanıbaşına oturmuş, “İyilikleriyle herkesin iyiliklere kavuştuğu kişilere ne mutlu” …duasını okuyorlardı. …Bir yere vardık. Yanyana ayakta durmakta olan birkaç kişinin ruhunu gördüm. Kutsal Sûruş ve tanrı Âzer’e “Bunlar kim ve neden ayakta duruyorlar?” diye sordum. Kutsal Sûruş ve tanrı Âzer cevapladılar: “Buraya ‘Hemistekân’ derler ve bu ruhlar kıyamet gününe dek burada ayakta durarak beklerler. Bunlar sevaplarıyla günahları birbirine denk olan insanların ruhlarıdır. …Kıyamet gününe dek burada ayakta bekleyecekler”.
…Dördüncü adımı aydınlıklar yurdu, mutluluk ve huzur diyarı yüce Arş’a doğru attım. Ölülerin ruhları aydınlıklar içerisinde bizi karşılamaya geldiler. Bizi selâmlıyorlar, bize dua ediyorlardı. …İlginç bir yere götürdüler. Orada bir ırmak vardı. Çok tehlikeli, alabildiğine derin, zor geçit veren ve cehennem gibi karanlıklara gömülmüş bir ırmaktı. Ruhların çoğu bu ırmağın içerisinde bulunuyordu. Bazı kişilerin ruhları bütün gayretlerine rağmen o ırmaktan asla geçemiyorlardı. Bazı ruhlar da büyük zorluklar ve eziyetlerle düşe kalka karşı kıyıya ulaşabiliyor, bazıları da hızla ve rahatlıkla geçiyorlardı…
…Başaşağı asılmış bir erkeğin ruhunu gördüm. Dev iriliğinde elli tane yaratık, ellerinde engerek yılanları ile onun bütün vücudunu durmadan kamçılıyorlardı. “Bu beden ruhuna böyle cezalar çektirecek ne günah işledi?” diye sordum. Kutsal Sûruş ve tanrı Âzer Şöyle cevap verdiler: “Bu, dünyada kötü idarecilik yapan, insanlara karşı bağışlayıcı davranmayan, onları azarlayan, hatalarını affetmeyen, onlara türlü türlü zararları dokunan, şiddetli işkenceler yapan, suçlarından kat kat fazla cezayla onlara eziyet eden günahkâr bir adamın ruhudur”. …Bir kadının ruhunu gördüm. Sürekli ağlayıp inliyor, şaşkın bir şekilde aşağı-yukarı gidip geliyordu. Başından aşağı kar ve dolu yağıyordu. Ayaklarının altında eritilmiş çok kızgın çinkodan bir ırmak akmaktaydı. Kafasını ve yüzünü bıçakla parçalıyordu. “Bu beden nasıl ağır bir günah işledi de karşılığında böyle ağır bir cezaya çarptırıldı?” diye sordum. Kutsal Sûruş ve tanrı Âzer şöyle cevap verdiler: Bu, dünya hayatında yabancı erkeklerle gayrımeşru yollardan gizli ilişkiler kurarak hamile kalmış, çocuğunu da kimsesiz ve sahipsiz bırakmış bir kadının ruhudur. O kötü kadın, işlediği günahların karşılığında çarptırıldığı cezaları çekerken, azabın şiddetinden çocuğunun sesini işittiğini zanneder ve sesin geldiği yöne doğru koşar. Ancak koşması da son derece zor ve eziyet vericidir, çünki erimiş çinkonun üzerinde koşmaktadır. Ama, çocuğuna kavuşacağını hayâl ederek ona gitmek zorundadır. Başını ve yüzünü elindeki bıçakla paramparça etmekte, bunlara rağmen çocuğunu bir türlü görememektedir. Yaptıklarının karşılığı olarak kıyamete dek bu cezayı çekmesi gerekir”.
selamlar sayın bardakçı. çok teşekkür ederim elinize gönlünüze sağlık. gayret ve çabalarımın sizler gibi ülkemizin önemli bilgeleri tarafından değerlendirilmesi ve kabul görmesi çok sevinidirici. tanıtım ve değerli görüşlerinizi satırlara aktarmanızdan dolayı eşekkürler, saygılar. fars edebiyatı ve iran ile ilgili yaptığınız yayınlardan dolayı da sizi takdir ediyorum. sizi yakından izliyor, kolaylıklar diliyorum.
gerek kitabın yayınlanmasında pinhan yayıncılık olarak,gerekse kitabın üretilmesinde yaylacık matbaacılık olarak var olduğumuz için,üstadın bu güzel yazısından sonra oldukça mutlu olduk.gün yüzüne çıkmamış şark klasikleri yayınlama kararımızın maddi açıdan riskli olsada,kitap sevdalılarının beğenisini kazanması ve ciddi beğeniyle talep görmesi bizleri kamçılamıştır.bizlere yayınlarımızda destek veren siz değerli okuyucularımıza ve yapıcı destekleriyle doğruları bulmamıza yardımcı olan değerli kalem erbablarımıza şükranlarımızı sunuyoruz.
“Baş aşağı asılmış birkaç erkek ve kadının ruhlarını gördüm. Bütün bedenlerini yılanlar, akrepler ve diğer yırtıcı canavarlar kemirip parçalıyorlardı. Bunlar hangi insanların ruhları? diye sordum. Kutsal Surûş ve tanrı Âzer şöyle cevap verdiler: ‘Bunlar dünyadayken su ve ateşe gereken saygıyı göstermeyen, ateye ve suya pislik atan, ateşi kötü bakrışlarıyla etkileyih kasıtlı olarak söndüren günahkâr kişilerin ruhlarıdır.” Dante’nin meşhur İlahi Komedyası’nı bilenlere tanıdık gelen bu satırlar sandığınız gibi, İtalyan şairin epik şiirinden değil. Ondan yüzyıllar önce kaleme alınmış ve bugün Sasani döneminden kalan tek yazılı eser olarak kayıtlarda adı geçen Ardâvîrâfnâme’den. Ardâvîrâf’ın kaleme aldığı bu Zerdüşt inanırları için oldukça önemli eserde şair, Cennet, Araf ve Cehennem’de çıktığı metafizik bir yolculuğu anlatıyor. Tıpkı Dante’nin yolculuğu gibi. Dante’nin 14. yüzyılda kaleme aldığı İlahi Komedya’sını yazarken aslında Doğu şiirlerinden esinlenildiğini söyleyen Miguel Asin Palacios, büyük tartışmalara sebep olurken aslında çok da haksız değildi. Bunun en ‘güzel’ ispatlarından Ardâvîrâfnâme’yi Prof.Dr. Nimet Yıldırım çevirmiş. Ardâvîrâf ve eseri hakkında geniş bir bilgi verdikten sonra Zerdüşt inancındaki bu önemli metni Farsçadan Türkçeye aktarmış. Bir klasiğe esin veren gerçek bir klasik.
[Ardâvîrâfnâme / Ardâvîrâf /
Çev.: Prof. Dr. Nimet Yıldırım /
Pinhan Yayınları / Edebiyat – İnceleme]
Ardavirafname (Cennet, Araf ve Cehennem) –
Prof.Nimet
Pinhan Yayıncılık – 200 safya
Okuduğum bir kaç sıkıcı kitabın ve yaşadığım hayalkırıklıklarının ardından Ardavirafname’nin dilimize kazandırıldığını görünce yaşadığım mutluluğu anlatmaya kelimeler yetersiz kalır. Pinhan Yayıncılık ve Prof.Nimet Yıldırım’a bu vesileyle teşekkürlerimi sunarım.
”Ardavirâfnâme Sasanîler döneminde yaşamış ünlü Zerdüşt din adamı Ardavirâf’ın cenneti de içine alan öteler dünyasına seyahatini, cennet, cehennem, berzah seferini konu alan Pehlevice kaleme alınmış son derece önemli bir eserdir. Ardavirâf, Pehlevî rivayetlerinden anlaşıldığı kadarıyla bilge mubedler ve sufî din adamları arasında yer almaktadır. Farsça kaynaklarda onun peygamber olduğundan da söz edilmiştir. Miracnâme-yi Ardāvirāf adıyla da anılan orijinal metni Pehlevî dilinde kaleme alınmış olan eser, İslam inanışındaki birtakım değerlerle benzerlik göstermesi açısından oldukça dikkat çekicidir. (kitaptan)”
”İskender Avesta ve Zend’i yakınca temel dini kaynaklarını kaybeden İrânşehr halkı dini gerçekleri yeniden öğrenmek amacıyla Ardavirâf’ı ruhlar alemine gönderir. Ruhu Çinvâd Köprüsü’nden geçtikten sonra Surûş ve Tanrı Azer onu ellerinden tutup “Arâf”tan geçirir. Önce cennetin tabakalarını tek tek gezip Hürmüz’ün makamına varan Ardavirâf daha sonra cehennemi ve cehennemliklerin durumunu görür. Günahkârların, yaptıkları karşılığında verilen cezaları nasıl çektiklerini izler. Yedi gün yedi gece boyunca süren bütün bu geziden sonra Surûş ve Tanrı Azer onu yine Hürmüz’ün huzuruna getirir. Hürmüz ona “Cehenneme düşmemek için doğruluk ve dinin yolundan gitmelerini” emreder. Ardavirâf, insanların dünyasına döndüğünde bu gördüklerini anlatır ve bilge bir katip de bütün anlatılanları yazıya geçirir. (kitaptan)”
Ardavirafname’de iyilikler :
1. Cömert olmak
2. Akrabalarla evlilik yapmak
3. Adaletle yönetmek
4. Doğru sözlü olmak
5. Dİn önderlerinin sözlerine uymak
6. İyi düşünceli, iyi sözlü ve iyi davranışlı olmak
7. Zararlı yaratıkları öldürmek
8. İnançlarında dosdoğru olmak
9. Yardımlarını kimselerden esirgememek
Ardavirafname’de kötülükler :
1. Ölülerin arkasından çok ağlamak, saçını başını yolmak
2. İyilikleri bırakıp kötülüklere dalmak
3. Erkek erkeğe ilişkiye girmek
4. Adet halinde ilişkiye girmek
5. Bir ayağına ayakkabı giyip diğerine giymemek
6. Ayakta idrar yapmak
7. Gıybet ederek insanlar arasında ayrılık tohumları saçmak
8. Ölmüş bir bedeni tek başına taşımak
9. Leş yemek
Günümüzden 1800 yıl önce yazılmış, Dante’nin İlahi Komedya eserinin ”esin kaynağı” olan ancak Batılı ”uzmanların” kabullenmeye dillerinin varmadığı, İslami tefsir, akaid ve ilmihal kitaplarında nasıl kullanıldığı hakkında kesin bilgim olmasa da büyüklerimizin bizlere ”dine ilişkin” olarak anlattığı ek çok şeyi Ardavirafname’de bulmak ve ”şaşırmak” mümkün… Herkese tavsiye olunur.
”Şöyle anlatırlar: Günahlardan sakınan Kutlu Zerdüşt dini kabul edip yeryüzünde insanlar arasında yaydı. Üç yüz yıl boyunca din arılığını ve kutsallığını korudu, insanlar da şüphe ve vesveselerden uzak bir şekilde o dine bağlılıklarını sürdürdüler. Daha sonra lanetli, bozguncu ve küstah Ehrimen insanlar bu dinde şüpheye düşsünler ve dinden uzaklaşsınlar diye, Mısır’da ikamet eden lanetli Yunan İskender’i aldatarak yoldan çıkardı.”
”İlginç bir yere götürdüler. Orada bir ırmak vardı. Çok tehlikeli, alabildiğine derin, zor geçit veren ve cehennem gibi karanlıklara gömülmüş bir ırmaktı. Ruhların çoğu bu ırmağın içerisinde bulunuyordu. Bazı kişilerin ruhları bütün gayretlerine rağmen, o ırmaktan asla geçemiyorlardı. (…) Kılavuzlarıma ”Bu hangi ırmak?” diye sordum. Kutsal Suruş ve tanrı Azer şöyle cevap verdiler : ”Bu ırmak, insanların ölülerinin arkasından çok ağlayarak döktükleri gözyaşlarından, onlar için feryat figan ağlarken ve ağıt yakarken akıttıkları gözyaşlarından oluşmuştur.”
”Birkaç erkek ve birkaç kadının ruhlarını gördüm. Yırtıcı yaratıklar onların ayaklarını, boyunlarını, bellerini kemiriyor ve bu organlarını birbirinden ayırıyorlardı. Bu bedenler ne tür günahlar işlediler ki, ruhları bu cezalara çarptırılıyor” dedim. Kutsal Suruş ve tanrı Azer bo sorumun karşılığında ”Bu ruhlar dünyada bir ayaklarında ayakkabı bulunduğu halde diğer ayakları yalın bir halde (…) ve ayakta idrar yapan ve şeytanın emirlerine uyan kişilerin ruhlarıdır” cevabını verdi.”
Yeniden Molla Câmî Hikmeti/ÖMER LEKESİZ
sorgulamaz ve açıklanamaz aşkın! Kaçanı tutar, geleni yutar! Mümin, münkir diye
ayırmaz, kuşatır. Kimilerini ihtiyarlığında yakalar döndürür geriye yolunu;
kimilerini gençliğinde yakalar, eşik olur hayatına.
Şeyh San’a geriye
döndürdüklerine örnektir, Molla Câmî ise eşik olduklarına.
Herat’taki
Nizamiye, Semerkand’taki Uluğ Bey Medresesi’nde öğrenimini tamamlayıp, zamanının
önemli alimleriyle uzun uzun sohbetler ederek genç yaşta ilmiyle Herat ve
çevresinde ünlenen Molla Câmî’nin gönlü, Herat’ta meçhul birisine duyduğu aşk
yüzünden Semerkant’ta da sükun bulmayınca, rüyasındaki “Git kardeş! Sana lazım
olan sevgiliyi bul” önerisini izleyerek Sa’düddîn Kaşgârî’nin ellerine teslim
olmuştur.
Bu seçimiyle Kaşgârî’ye “Bugün tuzağımıza bir doğan kuşu
düştü”, retorik hocalarından biri olan üstad Câcürmî’ye ise “Beş yüz seneden
beri Horasan’da bir alim yetişmişti, onu da Sa’düddîn Kaşgârî yolunu kesip zayi
etti” dedirten Câmî adeta meçhul aşkını unutabilmek için onun hatırasıyla kendi
arasında bir perde oluştururcasına azimle, iştiyakla divandan mesneviye,
dilbilgisinden edebiyata, şeri ve zahiri ilimlerden tasavvufa, hikmetten ahlaka
30’u aşkın kitap yazmıştır. (Bu konuda detaylı bilgiye gerek duyan okurlarım
Asaf Halet Çelebi’nin Hece Yayınları arasından çıkan “Molla Câmî” adlı kitabına
bakmalı.)
Dahilerin özel hayatlarına mahsus bilgileri unutturup, sadece
eserlerini seçkinleştirerek geleceğe devreden zamanın bu işleyişinden Câmî de
nasibini almıştır. Bugün çok dikkatli bakan gözler yukarıda “eşik” olarak
nitelediğim o geçişin Câmî’ye vermiş olabileceği (ve belkide vefatına kadar
sürmüş olan) ezanın, bunaltının izlerini onun eserlerinin satır aralarından
görebilir. Ya da benim gibi hazretin Nefâhatü’l-Üns’ünü aşık olunan bir kadının
yüzünü ötelemek için onun yüzününü önüne konulmuş “aşklarına aşık olunacak” 616
sûfînin yüzü olarak da okuyabilirler.
Bu kitaba ulaşmak kolay. Çünkü
Süleyman Uludağ – Mustafa Kara hocalarımız onu Lâmiî Çelebi’nin tercüme ve
şerhinden yeniden hazırladılar, Pinhan Yayınları da kitaplaştırdı.
Kitabın ilk 38 sayfasında “Tabakat-ı sûfîye kitapları”, Câmî,
Nefâhatü’l-Üns’ün kaynaklarıyla, Lâmiî hakkında bilgilere ve “Sufilerin Hayat
Hikayelerini Okumanın Faydaları” başlıklı bir makaleye yer verilmiş. Diğer bir
söyleyişle okurun Nefâhatü’l-Üns’ü donanımlı olarak okuması için gereken her şey
yapılmış.
Kitaba, Nefâhatü’l-Üns’ü tamamlayan “Min Hadarâti’l Kuds”
teriminden dolayı “Evliya Menkıbeleri” adı verilmiş sanırım. Dolayısıyla kitabın
“Kutsallık Makamlarından Gelen Hoş Kokular” şeklindeki tam adı biraz da bu
tarzdaki diğer meşhur kitapların (örneğin Attar’ın Evliya Tezkireleri’nin)
isimleriyle bağdaşsın diye özellikle böyle seçilmiş olmalı.
Yukarıda
adını zikrettim Asaf Halet Çelebi’ye ait kitapla, şimdi konu edindiğim Evliya
Menkıbeleri’nin birlikte okunması, Sultan Hüseyin Baykara ile Ali Şîr Nevâî’nin
dostu olan ve Fatih tarafından İstanbul’a gelmesi çok arzulanan Câmî’nin edebî,
tasavvufî, hikemî ve ahlâkî evreninin keşfi için iyi bir başlangıç olacaktır.
Bu arada Pinhan Yayınları’nın Doğu ve Batı kültürlerini kuşatacak bir
yayın portföyü izlediğini de belirtmeliyim. Bir erken dönem İlahi Komedya’sı
sayılabilecek Ardavirafnâme, D evlet Şah’ın Şair Tezkireleri, Thomas Bulfinch’in
Bulfinch Mitololojileri ile Grimm Masalları da Pinhan markalı kitaplardan
bazıları.
Kısa sürede güzel işler yaptı Pinhan ve yakın zamanda da güzel
işler yapacak gibi görünüyor ki, bize de tebrik etmek düşüyor emeği geçen
herkesi.
MURAT BARDAKÇI 24 Temmuz 2011 Pazar, 11:49:49