GÜNÜMÜZDE HZ. HÜSEYİN a.s
EVLATLARINA SUYU VERMEYENLER HALA VAR
Hicretin altmışbirinci yılı Muharrem ayının başında, Çarşamba günü gelinip konulmuştu.
Muharrem ayının dokuzuncu Perşembe günü, Cuma gecesi, çarpışmak için hazırlandılar.
Ömer b. Sa’d; 10 Muharrem Cuma günü sabah namazını kıldıktan sonra askerini harekete geçirdi.
Hz. Hüseyin de, ashabıyla birlikte sabah namazını kıldıktan sonra, ashabını savaş nizamına koydu. Yanında otuziki atlı, kırk piyade vardı.
Hz. Hüseyin aleyhisselâm, Hicretin altmışbirinci yılında, Muharrem ayının onunda, Cuma günü öğleden sonra şehit edildi.
Muharrem gelir, ruhumun eskimeyen acıları tekrar tekrar hatırlanır.
Vefasız dünyanın içinde…
Dinmeyen kan, bedenden su yerine akar.
Bir dostum var. Çok severim, ona bir can değil, binler kere can feda olsun.
Ona her zaman
“seni ezelden seviyorum”,
“Sen benim efendimin emanetisin”
O da bilmiyormuş gibi hep sorar…
“Kim… senin efendin”
derdi…
Bende gözyaşlarıyla gözüm önüme düşerek… İki cihan saadetimiz “Yapma” “Sırlanmış bilgimizi açma” “Yezidler, bu dünyada bize acımıyorlar” dedi. Sevgi içten gelir, nefrette… Doğru sözdür… Kalbim dayanmaz içim durmaz..
Sevgimi anlatacak kelime bulamayacak kadar çaresiz, üzgün ve hayran, o gülümün arkasından dualar eder, bir tüyün dahi üzerine konmasına razı olmayacak kadar titrer dururdum.
İşte… Bugün… Muharrem kasvetiyle üstüme yığılmışken, sevdiğim Efendimin emaneti beni aradı. Dedi ki, “biliyor musun sabaha kadar susuz kaldım. Bir komşum var, ya komşu…
Eve geç kalacağım için su dağıtıcısına haber verdim, “ben geç kalacağım, komşularımın zilini çal, nasıl olsa onlarda sizden su alıyor, açarlar kapıyı…kapının önüne bırakırsın damacanaları dedim.
Olması gereken oldu. Geç kaldım… Saka gelmiş suları bırakmak için… ancak o komşum, kapısının zili çalındığı halde…pencereden bakmış… ve suların bana geldiğini bildiği halde apartman kapısını açmamış… O da suları bırakamadan çekip gitmiş. Eve geldim içecek bir suyum dahi yok… su var tamam… şebeke suyu ama içilmiyor… Susuz sabahladım Dedi. Bana hadiseyi anlatırken, hem üzüldüm ve hem de sevindim… dedim ki; “Neden üzülüyorsunuz, Gün Muharrem, sizde Evlad-ı Hüseyin, O da Yezidin çocuğu, dedeciğinizin canının yandığı günler, suya hasretlik, tabi ki, suyu sana haram edecektir… Üzülmeyin…Dedeciğinizin yaşadığı bir sünneti sana da yaşatıyorsa bu hayat, bundan ötesi ne var… dedim. Ağlaştık… Ey günler! Sen değişmedin…insanlar değişmedi…
Ehl-i Beyt te değişmedi… Bu acı hala devam etmekte. Şöylesine böylesine “Üzülmeyin Gülüm, Hz. Niyazi-i Mısrî Efendim İrfan Sofralarında bak bizlere neler anlatıyor diyerek okumaya başladım; [1]
Sevgi ve buğz ezeli ve gizlidir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin evladını seven kişinin sevgisi, kendisinden sonra çocuklarına, Ehl-i Beyt’e düşmanlık edenin düşmanlığı da çocuklarına geçmiştir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin evladını sevenlerde bu sevgi meydana çıkmıştır. Cenabı Hakk şöyle buyurmuştur:
“Onlar, ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini ya da Rablerinin bir takım alametlerinin gelmesini gözetliyorlar. Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, önceden iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış bir kimseye o günkü imanı hiçbir yarar sağlamaz. De ki: “Gözetin! Çünkü biz de şüphesiz gözetiyoruz.” [2]
Allah Teâlâ’nın bazı sözü tıpa tıp Hasan ve Hüseyin’in sayısına tekabül ediyor. Ayet, onların iki ayet (mu’cize) olduklarını gösteriyor. Kim onları inkâr ederse, Allah Teâlâ’nın ayetini inkâr etmiş olur. Sevenler ve sevmeyenler hakkında bütün söylediklerim, Mecâlısü’z-Zuhri’den alınmıştır. Allah Teâlâ gerçeği söyler, O, doğru yola iletir. Mecalisü’z-Zühri’de şöyle deniliyor:
“De ki; “Bu (tebligatım karşılığında) sizden bir ücret istemiyorum. Ancak yakınlara muhabbet istiyorum.” [3] sözünde geçen Kurba kelimesi, karabet manasına mastardır. Yakınlık taşıyan kimse murad edilmiştir. Yani:
“Ya Muhammed, ümmetine söyle, size getirdiğim hakikat karşılığında sizden bir ücret istemiyorum, sadece yakınlarımı sevmenizi ve onlara eziyet etmemenizi istiyorum.”
Rivayet ediliyor ki; Bu ayet nazil olduğu zaman: “Senin yakının kimdir ki, muhabbeti bize farz oldu ya Rasûlallah sallallâhü aleyhi ve sellem?” dediler. Buyurdu ki;
“Ali-Fatımatuz-Zehra ve evlatlarıdır.” Keşşâf’ta Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur, deniliyor:
“Muhammed’in Ehl-i Beytine muhabbet üzerine ölen, şehittir.”Uyanık olun, Âl-i Muhammed’e sevgi üzerine öleni, önce ölüm meleği, sonra Münker ve Nekir cennetle müjdeler.
Dikkat edin, Ehl-i Beyt’e muhabbet üzerine ölen, gelin kocasının evine teslim edildiği gibi, cennete teslim edilir.
Dikkat edin, Âl-i Muhammed’e muhabbette sebat üzerine ölen kimse, imanı garantili bir mümin olarak ölür. Âl-i Muhammed’e muhabbet üzerine ölen kimsenin kabrinden cennete iki pencere açılır. Muhakkak Âl-i Muhammed’e muhabbet üzerine ölen kimsenin, Allah Teâlâ kabrini rahmet meleklerinin ziyaretgâhı yapar. Muhakkak, Âl-i Muhammed’e muhabbet üzerine ölen, sünnet ve cemaat üzere ölür, kim Âl-i Muhammed’e buğz üzerine ölürse, kıyamet gününde iki gözü arasına “Allah Teâlâ’nın rahmetinden umutsuzdur” ibaresi yazılı olarak haşr olunur. Âl-i Muhammed’e buğz üzerine ölen, kâfir olarak ölür.
Dikkat edin, Âl-i Muhammed’e buğz üzerine ölen, cennetin kokusunu koklayamaz.” Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Bizim kapımıza gelenin hakkı, üzerimize vacib olur” Bu hadisin söylenişine sebep şudur: “Tarikus-Salat (namaz kılmayan) bir adam, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem zamanında ölmüştü. Ashab, Resul-i Ekrem’in: “Namazı kasden terk eden kâfir olur.” hadisinin dış manasına dayanarak bu adam üzerine namaz kılmamak ve onu Yahudi kabristanına gömmek istediler. Ali Kerremallâhü veche geldi,
“Ya Resulallah! Bu adam: “Ya Ali, Allah’ın Resulünü ve evladını seviyorum.” diyerek beni bu sözüne şahid tuttu.” dedi. O zaman Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem yukarıdaki hadisini söyledi. Hz. Ali kerremallâhü veçhe’de o adamın namazını kıldırdı” ve müslüman kabristanına defnetti.
Hikâye olunur ki; Ali Kerremallâhü veçhe, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimize geldi ve insanların kendisine çok haset ettiklerinden şikayet etti. Aleyhisselam buyurdu ki;
“Cennete ilk giren dört kişinin dördüncüsü olmak istemez misin?
Ben, Sen, Hasan ve Hüseyin, zevcelerimiz sağımızda solumuzda, zürriyetlerimiz zevceleri-mizin arkasında olduğu halde Cennete gireceğiz.”
Muhibbu’d-din at-Tabari Ebu Hureyre radiyallâhü anhın şöyle dediğini rivayet ediyor:
“Ebu Leheb’in kızı Sebia: “Ya Rasûlallah sallallâhü aleyhi ve sellem, bana “Sen Hatabu’n-Nar: Ateş odununun kızısın.” diyorlar diye şikâyet etti. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Benim akrabama eziyyet eden bir kavmin hali nice olur? Benim akrabama eziyet eden, bana eziyet eder. Bana eziyet eden de, Allah Teâlâ’ya eziyet etmiş olur.”
Şifa-i Şerifte şu hadise kaydedilmiştir: “Muhammed’in Âli’ni (evladını) tanımak, cehennemden kurtulmadır. Muhammed evladını sevmek, sırat (köprüsün) den geçmeye ruhsattır. Âl-i Muhammed’e dostluk, azaptan emandır.” Yine orada deniliyor ki;
“Ulemanın bir kısmı: Onları tanımak yerlerini ve nebiye yakınlık cihetlerini bilmek demektir. Bir insan onları bu şekilde tanırsa onlar hakkında neler yapılması gerektiğini bilir ve bu bilgisi sebebiyle onlara hürmet ve muhabbette kusur etmez.” Yine orada şu söz de vardır:
“Ebu Bekir Sıddik radiyallâhü anh demiştir ki; “Muhammed’i, Ehl-i Beytinde gözetleyiniz.” ve demiştir ki;
“Nefsim, elinde olan Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki, benim için Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin akrabası, benim kendi akrabamdan daha sevgili ve ileridir.”
Hayret, hayret ki, insan, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin evladını sevmez, hatta onu kötüleyerek, haset ederek ona eziyet ederse, Allah Teâlâ katında nasıl mertebe, makam ve şeref talep edebilir? Sadece yememek, içmemek, aç kalmak, uyumamak ve ibadet vazifelerini yapmakla bir makam elde edilemez. Zavallı bilmiyor ki, göklerle yer arası kadar ibadeti olsa, Allah Teâlâ’ya kavuşamaz. İblis’e bak ki, bu kadar ibadeti varken Allah Teâlâ’nın lanetini uğramıştır.
Rivayet ediliyor ki; Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin şehrinde kendisine komşu olup orada elde ettiği sevaplara karşın, İmam Mâlik radiyallâhü anhı, Cafer ibn-u Süleyman dövmüştü. İmam Mâlik, dayaktan bayıldı. İnsanlar gelip kendisini ayılttıkları vakit şöyle dedi:
“Beni dövene hakkımı helal ettiğime sizi şahit tutarım.” Sonra kendisine bunun sebebi sorulduğunda şöyle dedi:
“Öldüğüm zaman Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ile karşılaşırsam, benim yüzümden evlad-ı Resülullah’tan birinin Cehenneme gitmesinden utanırım.”
“Kim bir iyilik ederse, onun iyiliğini artırırız.” [4]
Süddi’den rivayet edildiğine göre, bu ayette geçen hasene(iyilik) Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ehl-i Beytine muhabbettir. Bu ayet, Ebubekir Sıddik radiyallâhü anhın Ehl-i Beyti çok sevmesi hakkında nazil olmuştur. Zahir olan umum iyiliktir. Hangi iyilik olursa olsun. Ama şu var ki, “Yakınlara sevgiden” sonra zikredilmesi, bu sevginin, ayetin işaret ettiği iyilik olduğu düşüncesini kuvvetlendirir. Diğer iyilikler de buna tabi’dir.
“Allah Teâlâ tevbe edeni affeder. İtaat edene şekur’dur” sevap verir, nimet ve keremini artırır. Kurtubi ve başkaları Süddi’nin şu ayet hakkında şöyle dediğini naklederler: “Allah bağışlayıcıdır, şekurdur” yani Âl-i Muhammed’in günahlarını bağışlayıcıdır. Onların iyiliklerine teşekkür edicidir. Sa’lebi’de:
“Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden kötülüğü gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” [5] ayetindeki Ehl-i Beyt ile bütün Haşim oğullarının kast edildiğine kânidir. Savaiku’l-Muhrika da bunu zikretmiş ve demiştir ki,
“İmam Mâlik radiyallâhü anhaya göre, Ehl-i Beyt’e farz ve nafile sadakanın haram oluşu da onları temizleme içindir. Çünkü sadaka ve zekât, insanların kirleridir. Alan insanı küçük düşürür. Vereni üstün yapar.” ve demiştir ki;
“Müfessirlerden bir cemaat “Selâmün alâ İlyâsin: Selam İlyas’a” ayetinden maksat, Muhammed evladı olduğuna kail olmuşlardır.” Kelbi de böyle demiştir. Yine Kelbi’den bir kavilde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemde evla bi-t’tarik ayetin şümulüne dahildir. Fahrüd’din Râzi şöyle diyor:
Hazreti Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selem, Ehli Beyti, beş şeyde kendisine müsavidir: Selam da. Çünkü “Esselamü aleyke eyyühennebiyyü: Selam sana ey peygamber” ve: “Selamün ala İlyâsin: İlyas’a selam olsun.” [6] buyurmuştur, O’na salâtta ve şehadette vardır. Allah Teâlâ buyurmuştur:
“Tâ Hâ: yani Ey Tahir” ve buyurmuştur:
“Yuridullahu li yuzhibe ankumu’r-ricse: Allah Teâlâ sizi temizlemek istiyor.” Sadakanın hürmetinde ve muhabbette: “Bana tabi olun ki, Allah Teâlâ sizi sevsin” [7] “Sizden bir ücret beklemiyorum, ancak yakınlara muhabbet etmenizi istiyorum.”ayetleri bunu amirdir. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemde:
“Yıldızlar gök ehline emândır. Ehli Beytim, ümmetime emândır.” demiştir. Savaik sahibi bu hususta şöyle demiş:
“Cenabı Hakk dünyayı, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem için yaratmıştır. Onun devamını Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin devamına ve Ehl-i Beytinin devamına bağlı kılmıştır. Çünkü onlar, Fahr-i Razi’nin zikrettiği hususlarda onunla müsavidirler. Çünkü Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem “Allah’ım, onlar benden, ben onlardanım.” demiştir.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bir parçası olan Hz. Fatıma radiyallâhü anhadan doğmaları sebebiyle Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin bir parçasıdırlar.” (Savaik)
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Aranızda Ehl-i Beytim, Nuh’un gemisine benzer. Binen kurtulur.” (Müslim’in rivayetinde: geri kalan boğulur) bir rivayette helak olur cümlesi de vardır. Bu hadisin manası şudur: Onları seven, onlara hürmet ve tazim eden, onların âlimlerinin gösterdiği yolda giden muhalefet etme karanlığından kurtulur. Bundan geri kalan, küfür denizinde boğulur, azgınlıkta helak olur. Yine bu hususta Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin:
“Allah Teâlâ’nın üç hürmeti vardır: Allah Teâlâ, bunlara riayet edenin dinini, dünyasını korur. Bunlara riayet etmeyen kimsenin Allah Teâlâ ne dünyasını, ne ahiretini korumaz: İslam’a hürmet, bana hürmet ve benim rahmime (soyuma) hürmettir.”
“Ben, tevbe eden, inanan, salih amel işleyip hidayete eren kimseyi elbette bağışlayanım.” [8] ayetinde Sabitü’l-Bennai:
“Yani Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ehl-i Beytinin velâyetine erdi.” demiştir. Bu Savaik’te zikredilmiştir. Kurtubi orada İbnu Abbas’tan:
“Rabb’in sana razı oluncaya kadar verecektir.” ayeti üzerinde şu tefsiri yapmıştır:
“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin rızası, Ehl-i Beytinden hiçbirinin cehenneme girmemesidir.”
Hakim şu hadisi çıkarmış ve sahih görmüştür:
“Rabbim, Ehl-i Beytimden Allah Teâlâ’nın birliğine inanan ve benim nebiliğimi kabul edene azab etmeyeceğini bana va’detti.”
“Rabbimden, Ehl-i Beytimden hiç kimseyi ateşe sokmamasını niyaz ettim; bunu bana verdi.”
Ahmed, Menâkıbında Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin şöyle dediğini kaydediyor:
“Ey Haşim oğulları, Beni hak rasul olarak gönderen Allah Teâlâ’ya yemin ederim ki, Cennet halkasını tutsaydım, önce sizinle başlardım.”
Tabarani Ali Kerremallâhü vecheden şu sözü derlemiştir:
“Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizden işittim, diyordu ki;
“Havz-ı Kevser’e ilk gelenler, Ehl-i Beytim ve ümmetimden onları sevenlerdir.”
“Ehl-i Beytim ve onları sevenler, Cennette şu iki (parmak) gibi (yan yana) dır.”
“Biriniz beni kendisinden fazla sevmedikçe, bana kendisinden çok hürmet etmedikçe, Ehl-i Beytimi kendisinden çok sevmedikçe, onları kendine tercih etmedikçe iman etmiş olmaz.”
“Evladınızı üç huy üzerine yetiştiriniz: Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sevgisi, Ehl-i Beytinin sevgisi ve Kur’ân-ı Kerim okumaktır.”
“Benim, Ehl-i Beytimin, Ansar’ın ve Arabın hakkını itiraf etmeyen ya münafıktır, ya şiddet ve sıkıntı içindedir, ya da annesi kendisine cünüp iken hamile kalmıştır.”
“Ehl-i Beytimi ancak mümin ve müttaki olan kişi sever. Onlara ancak münafık ve şaki olan buğz eder.”
“Ehl-i Beytime buğzedeni Allah Teâlâ cehenneme atar.”
“Haşimoğullarına ve Ensara buğz küfürdür. Arab’a buğz ise, nifaktır.”
Kadı İyaz Şifa’da özetle şöyle demiştir: “Bir kimse Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin zürriyetinden birisinin babasına söver ve Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi istisna ettiğine bir delil getiremezse o adam katlolunur.” Savaikte şöyle diyor:
“Ehl-i Beytim hakkında bana eziyet eden kimseye Allah Teâlâ lanet etsin. Ehl-i Beytim hakkında bana eziyet edeni Allah Teâlâ incitir. Allah Teâlâ, Ehl-i Beytime zulmeden yahut onları öldüren, yahut öldürene yardım eden veya onlara sövene Cenneti haram kılmıştır.”
Bu Hadisi şeriflerden, Ehl-i Beyte muhabbetin farz olduğu ve onlara buğzun haram olduğu anlaşılmaktadır. Beyhaki, Bağavi, Ehl-i Beyte muhabbetin lüzumunu tasrih etmişler, Şafii de şu sözüyle bunu ifade etmiştir:
“Ey Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ehl-i Beyti, sizi sevmek, Allah Teâlâ’nın inzal buyurduğu Kur’ân-ı Kerimde bize farz kılınmıştır. Size şu büyük şeref yeter ki, size salâvat-i şerife getirmeyen kimse namaz kılamamış sayılır. (zira namazın her oturuşunda Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemle beraber âline salavat getirilir. Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve soyuna rahmet istenir.) Bundan dolayı Ehl-i Beytten, bir bid’at ve sair şeyi işleyip fasık olan kimsenin zatına değil, fiillerine buğz edilir. Çünkü O, aralarında zaman olsa da yine Allah Teâlâ’nın Elçisinin bir parçasıdır. An-Nakiyyu’l-Makrizi şöyle diyor:
“Onlara dil uzatmaktan sakının. Çünkü salih de olsa, facir de olsa, yine O’nun evladıdır” Şeyh Muhyiddin Arabi kuddise sırruhu’l-aziz, Fütuhat’ında şöyle diyor:
“Bana Mekke’de inanılır bir kimse dedi ki; Ben, Mekke’de şeriflerin halka yaptıkları işleri kötü görürdüm. Rüyamda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kızı Hz. Fatımatu’z-zehra radiyallâhü anhayı gördüm. Benden yüz çevirdi. Selam verip, yüz çevirmesinin sebebini sordum.
“Sen şeriflere dil uzatıyorsun.” dedi.
“Ey Seyyide’m, dedim, onların insanlara neler yaptıklarını görmüyor musun?”
“Onlar benim oğullarım değil midir?” dedi. “Bu andan itibaren tevbe ettim.” dedim.”
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz buyurmuşlardır:“Kim bana kavuşmak ve kıyamet gününde kendisine şefaat elimi uzatmamı isterse, Ehl-i Beytime salat etsin, onları sevindirsin.”(Savaik).
İmam-ı Şafii şöyle demiş: “Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin evladı, benim vesilemdir. Onlar benim için Allah Teâlâ’ya vesiledir. Onlar yüzü hürmetine kıyamet gününde sahifemin sağ tarafımdan verilmesini umarım.” Rivayet edilir ki; İbnu Ömer radiyallâhü anh Zübeyr’e
“Gidip Hasan İbn-i Ali’yi ziyaret edelim” dedi. Zübeyr biraz ağır aldı. İbnu Ömer:
“Bilmiyor musun ki, Haşim oğullarının halini sormak farzdır. Ziyaret nafiledir.” (Savaik) Hatib, bu konuda merfu’an şu hadisi çıkarmıştır:
“Bir adam diğerine kıyam eder (önünden kalkar); ancak Haşim oğulları müstesnadır. Onlar, hiç kimseye kıyam etmezler.”
Hikaye olunur ki, Kurra’ (iyi Kur’ân-ı Kerim okuyanlar) dan biri boş kaldıkça Timurlenk’in mezarına gider, başı ucunda:
“Tutunuz onu, bağlayınız, sonra cehenneme atınız, sonra boyu yetmiş arşın olan zincirlere vurunuz.” [9] ayetini okurmuş. Bu adam demiş ki; “Birden uyumuşum. Bir de baktım ki, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz oturmuş, Timurlenk de yanında. Kendisini azarladım:
“Ey Allah’ın düşmanı, buraya da mı geldin?” dedim. İstedim ki, elinden tutup Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin yanından kaldırayım. Efendimiz;
“Bırak onu, dedi, çünkü o benim zürriyetimi seviyordu.”ağlayarak uyandım. Artık o ayeti Timur’un kabrinde okumaktan vazgeçtim. Cemalü’l-Mürşidi veş-Şihabu’l-Kuzani haber vermiştir ki;
Timur’un oğullarından biri şöyle nakletmiş: Timur, ölüm hastalığına yakalandığı zaman birkaç gün ıztırap çekmiş, yüzü simsiyah kesilmiş, rengi değişmişti. Sonra uyanmış. Kendisine o halini haber vermişler. Demiş ki;
“Azap melekleri bana gelmişlerdi. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem gelip onlara:
“Onu bırakın gidin, çünkü o, benim akrabamı sever ve onlara iyilik ederdi.” dedi. Onlar da bırakıp gittiler. İbnu Hacer diyor ki;
“Onların hakkına riayet, insanların en zalimi olan, Timurlenk’e bile fayda verirse artık başkasına nice olur”
Hikaye olunur ki;
Yemen salihlerinden biri çoluk çocuğuyla beraber deniz yoluyla Hacca gitmiş. Cidde’ye kavuştukları zaman gümrükçüler, kadının iç çamaşırlarına varıncaya kadar hepsini aramışlar. O salih adam bu muameleye çok kızmış. Mekke Şerifi es Seyyid Muhammed ibnu Berekat (Allah ona rahmet etsin) i Allah Teâlâ’ya şikayet etmiş. Rüyasında Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi görmüş. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem kendisinden yüz çevirmiş.
“Niçin ya Rasûlallah? diye sormuş. Buyurmuş ki;
“Benim şu oğlumdan daha zalim hiç kimse görmedin mi?”Adam hemen korku içerisinde uyanmış. Şerif hakkında Allah Teâlâ’ya tevbe etmiş ve artık ne yaparsa yapsın, hiçbir şerife dil uzatmamaya ahdetmiş.” (al-İkdu’l-Lai)
Ey Allah Teâlâ’nın Rasulü’nün Ehl-i Beyti, ey kendilerini methetmek için Kur’ân-ı Kerim ayetleri inen kimseler!
Ey Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ehli Beyti, sizi sevmek farzdır. Siz bütün ümmetlerden üstünsünüz. Ey Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Ehli Beyti, sizi Kur’ân-ı Kerim öğmüştür. Artık benim öğmemin, benim sözümün ne kıymeti kalır?
Şiir:
“Nebiler, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi alâmet yaptılar.
Alâmet, meşhur olmayanın işidir.
Nübüvvet nuru, o Ehl-i Beytin güzel yüzlerindedir.
Onlar Tıraz-ı Ahder’den daha şereflidirler.”