FİRDEVSÎ VE ŞAHNÂME
1. Ebu’l-Kâsım-i Firdevsî (Ö. 411/1020)
İran’ın en büyük şairlerinden biri, İran millî tarihî, mllî rivayetleri ve kahramanlık anlatılarını sözlü rivayetlerden derleyerek yazıya aktarması ve ölümsüzlüğe kavuşturmasından dolayı “İran millî şairi” olarak kabul edilen Hekîm Ebu’l-Kâsım Mansûr b. Hasan Firdevsî, Samanîler’in henüz Buhârâ merkezli egemenliklerini sürdürdükleri 329/940 yılında Tûs’a bağlı Taberân kasabasının Bâj[1] köyünde dünyaya geldi. Bir köylü çocuğu olan Firdevsî’nin babasının Tûs ırmağından ayrılan Âbrâhe Çayı kıyısında bir dihkân/çiftlik sahibi olduğu bilinmektedir. [2]
İranlılar tarafından bir millî şair olarak kabul edilmesi ve olağanüstü derecede sevilmesinden dolayı, hayatıyla ilgili bilgiler, edebiyatçılar, tezkire yazarları, tarihçiler ve kendisini çok seven halk kesimlerinin yaygınlaştırdıkları güzel efsanelerle iç içe girmiş, bu yüzden gerçekler ile efsaneleri ayırmak oldukça güçleşmiştir. Firdevsî hakkında başta Nizâmi-yi Arûzî’nin (ö. 560/1164), Çehâr Makâle, Muhammed-i Avfî’nin (ö. 629/1232), Lübâbu’l-elbâb; Hamdullâh-i Mustevfî’nin (ö. 750/1349), Târîh-i Guzîde ve Devletşâh-i Semerkandî’nin (ö. 900/1494) Tezkiretü’ş-şuarâ adlı eserleri olmak üzere birçok kaynakta yer alan rivayetler efsanelerle iç içedir. [3]
Adı çeşitli kaynaklarda birbirinden farklı olarak “Hasan”, “Ahmed” ve “Mansûr” olarak geçmektedir.[4] Künyesi; “Ebu’l-Kâsım”, lakabı; “Fahruddîn” olan şairin mahlası; “Firdevsî”dir. Künyesi ve mahlası konusunda hiçbir görüş ayrılığı yoktur.[5] Babasının, “Firdevs” adıyla bilinen bir bağın bahçıvanı olması sebebiyle bu mahlası almış olduğu aktarılır.[6] Kaynakların önemli bir kısmı bu büyük şairden “Firdevsî-yi Tûsî” olarak söz ederken bazı eserlerde mahlası “İbn Şerefşâh” şeklinde de görülür.[7] Babasının adı ise “Ali”, “İshâk b. Şeref Şâh” ve “Ahmed b. Ferruh” olarak kayıtlıdır. Ancak hangisinin daha kesin olduğu konusunda bir tercih belirtmek oldukça zordur. [8]
Firdevsî, bir dihkân ailesindendi. Bâj köyünün ileri gelen ailelerden küçük yöresel toprak sahipleri ve varlıklı aileler olan dihkânlar, aynı zamanda kendilerini, bulundukları bölgelerin mirasçıları, İran millî değerleri ve kültürünün koruyucuları olarak görüyor, çocuklarını İran gelenek ve göreneklerine göre yetiştiriyorlardı. Firdevsî de millî duyguların yoğun olduğu böylesine bir ortamda dünyaya gözlerini açtı ve daha çocukluk yıllarından itibaren İran kültürü ve geleneksel değerlerinin tutkunu olarak büyüdü. Yaşadığı çağın yaygın Fars, Arap ve Pehlevî edebiyatlarında, felsefe ve kelam başta olmak üzere diğer bilim dallarında ileri düzeyde eğitim almış son derece donanımlı bir kişilik olarak ortaya çıktı. [9]
Dihkân ailesinden oluşu, varlıklı ve toprak sahibi bir babanın çocuğu olarak refah içerisinde yaşaması birçok tezkirede dile getirilir. Vatanını seven, millî duyguları çok güçlü bir kişilik olduğu da yine hem kaynaklardaki kayıtlardan ve hem de eserinden çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Özellikle yetiştiği ailenin konumu, onun eğitimine verdiği önemin de etkisiyle milletinin, atalarının tarihini öğrenme ve onu gelecek kuşaklara aktarma arzusu olağanüstü düzeydedir. Öyle ki, bu uğurda bütün mal varlığını bu yapıtı ortaya çıkarmak için çalıştığı otuz beş yıl süresince tüketmiş, öte yandan maddi sıkıntıya düşmesine rağmen sultan saraylarına yönelmemiş, onlardan yardım istememiştir. [10]
Firdevsî’nin öğrenim süreci ve hangi alanlarda eğitim aldığı kesin bilinmez. Ancak ünlü yapıtının değişik bölümlerinde anlatımı esnasında verdiği ipuçları ile hakkında yapılan çok sayıdaki araştırma ve incileşmeden; onun yirmi beş yaşlarına kadar hayatını eğitim ve öğrenimle geçirdiği, öğrenim döneminin hemen bütününe yayılmış bir şekilde tarih, İran tarihi ve rivayetleri konusunda derinlemesine çalıştığı, kendisinden önce yine ünlü şairler tarafından kaleme alınmış olan Şâhnâme ve Hudâyname gibi eserler üzerinde yoğun çalışmalar yaptığı anlaşılmaktadır. Bütün bu çalışmalarının temel hedefi de eski İran’ın, İran hükümdarlarının tarihini yazmaktı.[11] Yine ünlü yapıtının içeriğinden hareketle Fars ve Arap edebiyatları konusunda ileri düzeyde öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır.[12] Onun İran kültür ve medeniyeti, İran tarihi, İslâmî bilimler, felsefe, yaşadığı çağın yaygın bilimleri konusunda son derece birikimli olduğu herkesçe bilinir.
Firdevsî’nin yetiştiği dönemde, İran’ın İslâm öncesi devirlerinde Pehlevî dilinde kaleme alınmış bazı eserler ortaya çıkarılarak yeni Farsça’ya çevrilmeye başlanmış, özellikle III. Yezdicerd’in (salt. 632-651) derlenmesini sağladığı Hudâynâme’ye ya da Arapça çevirisine dayanılarak birtakım Şâhnâmeler yazılmıştı. [13]
Diğer şairler gibi ilk dönemlerinde değişik amaçlarla gazel ve kasideler yazan Firdevsî, daha sonra yaşadığı çevrenin de etkisinde kalarak eski İran tarihi hakkında bilgi edinmek üzere Pehlevice yazılmış eserlere ilgi duymaya başladı. O döneme ait eserlerden faydalanabilmek için babasından ya da Zerdüşt rahiplerinden Pehlevice öğrenen Firdevsî, şiir yazacak kadar da Arapça biliyordu. Kırk yaşına kadar rahat bir hayat süren ünlü şairin daha sonraki dönemlerinin sıkıntı içerisinde geçmiş olduğu anlaşılmaktadır. [14]
Hem Şâhnâme’nin giriş bölümündeki dizeler hem de kendisiyle ilgili bilgilere yer veren eserlerdeki kayıtlar Firdevsî’nin Şiî dünya görüşünü benimsemiş olduğunu, aynı zamanda Mutezile mezhebinin inanç ve görüşlerine yakın durduğunu göstermektedir. Birtakım kaynaklarda özellikle de onun vatan sevgisiyle dopdolu bir milliyetçi oluşundan hareketle Zerdüşt inanışına bağlı olduğu doğrultusundaki aktarımların temeli yoktur. O, güçlü bir inanışa sahiptir, hayatı ve eserleri de açık bir şekilde bunu kanıtlamaktadır. [15]
Şâhnâme’de konuları mitolojik ve tarihî akışlarında aktarırken uygun yerlerde anlatımlarıyla son derece uyumlu olarak öğütler, öğüt verici pasajlar, özlü sözleri de yerleştirmiştir. Bu alıntıların önemli bir kısmı eski iran öğüt edebiyatı kapsamında yer alan çok önemli metinlerden aktarmadır. Örneğin Husrev Enûşîrvân (salt. 531-579)’ın ünlü veziri Bozorgmihr’in öğütleri bütün bunların başında yer alır.
Firdevsî, başta doğup büyüdüğü şehir Tûs olmak üzere İran’ın değişik bölgelerinden birçok kişilikle dostluklar kurmuştur. Bunlardan bir kısmının adları Şâhnâme’de geçmektedir: bu dostlarından ve yakınlarından özellikle ünlü eserini kaleme alması, kaynak sağlanması ve daha başka konularda destek gördüğü önemli kişilikler şunlardır:
1. Hüseyn-i Kuteybe/Huyeyy-i Kuteybe: Tûs valisi. Şairin en büyük destekçilerinden biridir. [16]
2. Alî-yi Deylem/Deylemî: Tûs’un dihkân ailelerinden olan Alî-yi Deylemî ve babası Bû Dulefde şairin kendilerinden destek gördüğü, dizelerinde övgüyle andığı kişiliklerdir.[17]
3. Ebû Mansûr Muhammed b. Abdurrezâk-i Tûsî (öld. 350/ 961): Tûs valisi. Bu emirin direktifleriyle Şâhnâme-yi Ebû Mansûrî’nin konuları değişik yerlerden toplanarak Firdevsî’nin hizmetine sunulmuştur. Onun özellikle bu derlemeler konusundaki desteğini Firdevsî dizelerinde dile getirir. [18]
4. Ebû Alî-yi Sîmcûr (öld. 388/998): Samanoğullarına bağlı Horasan emiri. Şâhnâme’nin yazımında şaire önemli destekler sağlamıştır.
5. Arslan Câzib (IV./X. yüzyıl): Sultan’ın nüfuzlu kumandanlarından biridir.
6. Nasr b. Sebük Tegin (ö. 412/1022): Sultan Mahmud’un kardeşi. Sultan ile Firdevsî arasında Şâhnâme’nin sunumu için aracılık yapmıştır.
7. Ebu’l-Abbâs Fazl b. Ahmed-i İsferâyinî (ö. 404/1014): Sultan Mahmud’un ilk veziri. 394-395/1003-1004 yıllarında Sultan ile Firdevsî’yi tanıştırmıştır. Şair son zamanlarında yoksulluk sıkıntısı çekerken yine onun yardımıyla Şâhnâme’yi Sultan’a sunmuştur. Dizelerinde onu övgüyle anar. [19]
8. Ahmed b. Hasan-i Meymendî (ö. 424/1033): Sultan Mahmud’un ikinci veziri ve yakın dostu. Firdevsî’nin muhalifleri ve hakkında dedikodu yaparak onu Sultan’a kötü gösterenler grubunda yer almıştır. Ancak sonraları Sultan’ın Hindistan seferine beraberinde giderken şairin yaptığı işin karşılığını vermesi konusunda sultanı ikna ederek onun destekçisi olmuştur.
9. İsmail-i Varrâk (ö. 476/1084): Ünlü şair Ezrakî-yi Herevî’nin (V. XI. yüzyıl) babasıdır. Firdevsî Sultan Mahmud tarafından iyi karşılanmayıp Gazne’den ayrılmak zorunda kaldığında altı ay onun evinde saklanmıştır.
Firdevsî, tereddütsüz İran’ın en büyük kahramanlık şairidir. Gelişmeleri olağanüstü ifadelerle sahnelemesi, anlatımlarında seçtiği sözcükler, dizelerindeki alabildiğine uyumlu tamlamalar ve son derece ustaca kurduğu cümleler, konulara uygun tasvirler, anlatımları esnasında olayları okuyucunun somut olarak canlandırmasını sağlayan gerçekçi anlatım tarzı, bu türün diğer şairleriyle karşılaştırılamayacak kadar üst düzeydendir. Dizelerinde anlatımı zorlaştıracak kinayeler, kapalı ifadeler, okuyucuyu bıktırıcı, zor anlaşılacak kelimeler yer almaz. [20]
Firdevsî, kendisi kahraman yaratılışlı ve eseri de gerçekte kahramanlık anlatısıdır. Onun en önemli özellikleri arasında; özgürlük, yiğitlik ve dürüstlük ön sıralarda yer alır. Milleti ve ülkesinin tarihini, özgürlerin özgürlük mücadelesi çerçevesinde ele alıp yoğun ve heyecanlı duygularıyla dizelerine aktarırken de bütün bunları Rüstem ile simgeler. Özgürlük onun için hayatın temel amacı, namusun kalkanı, varlığın sebebidir. [21]
Devletşâh-i Semerkandî, Tezkiretü’ş-şuarâ adlı eserinde Firdevsî ve şiirinden söz ederken: “Hemen herkes, onun İslâm sonrası dönemde İran’ın en büyük şairi olduğu konusunda görüş birliğindedir. O, şairliğin, fesahat ve belagatın hakkını gerçekten vermiş bir söz ustasıdır.” Bunun yeterli ve en önemli kanıtı da ünlü yapıtı Şâhnâme’dir. Onun en büyük olduğunun bir kanıtı da şudur: Fars edebiyatının büyük kaside ustalarından Enverî’nin (ö. 583/1187) kasidelerine Hakânî’nin (ö. 595/1199) aynı türdeki şiirleri eşdeğer olabilir. Sadî’nin (ö. 691/1291) gazellerinin dengi olarak Emîr Husrev-i Dihlevî’nin (ö. 725/1324) gazelleri gösterilebilir. Ancak Şâhnâme’nin bir benzeri henüz yazılamamıştır.[22] Muhammed-i Avfî de benzeri övücü ifadelerden sonra önce Dakikî’nin Şâhnâme yazmaya başladığını, ancak 20.000 beytini tamamladığı günlerde ansızın ölümü üzerine yarım kalan bu işi bitirmek için Firdevsî’nin 60.000 beyitlik bir Şâhnâme kaleme aldığını ve sözün hakkını en güzel şekilde verdiğini ifade eder. [23]
Sultan Mahmud döneminin en yetenekli şairi olarak kabul edilen Firdevsî, İran’ın Moğol dönemine kadar yaşamış en büyük şairi olarak bilinmektedir. Bundan da öte Gazneliler döneminin, aynı zamanda hem İran ve hem dünya edebiyatlarının en yetenekli, özgün tarzı olan şairlerinden biridir. İran edebiyatı tarihinde onun tarzı, ayrı bir yerde ve tamamen farklı özellikler taşıyan bir ekol olarak yer almaktadır. Samanîler döneminde yetişmiş olan Firdevsî, İran tarihine ve değerlerine karşı çok hassas bir şairdir. Yaşadığı devrede toplumu oluşturan bütün kesimlerce yeniden millîleşme hareketleri başlatılmış olması da bu konuda şairi etkilemiştir. [24]
Akla çok önem veren, takiyyeyi asla sevmeyen Firdevsî, İranlı büyük sûfîlerce de son derece güzel ifadelerle övülerek anılır: Şeyh Ahmed-i Câm (ö. 536/1239), Ahmed-i Gazzâlî (ö. 520/1126), İmam Muhammed-i Gazzâlî (ö. 505/1111), Senâî-yi Gaznevî (ö. 545/1151) başta olmak üzere çok sayıda ileri gelen şair ve yazar onu “hekîm: bilge”, “ustâd: hoca ” ve “dânâ: bilgin” nitelemeleriyle övmüşler, büyüklüğünü ifade etmişlerdir. Ahmed-i Gazzâlî’nin, Kunûzu’l-hikme adlı eserindeki ifadelerine göre “O, Muhammed ümmetinin en büyük bilgelerinden biridir.”[25] Öte yandan Fars şiirinin en büyük öncüleri Hâkânî-yi Şîrvânî, Enverî-yi Ebîverdî, Nizâmî-yi Gencevî gibi büyük söz ustalarının Firdevsî hakkındaki “hekîm: bilge”, “ustâd-i sohenâferin: söz ustası /ustad şair”, “hudâvend-i sohen: söz ustası”, “dânâ-yi Tûs: Tûs’un bilgesi”… gibi övgü dolu ifadeleri ve gerçekçi nitelemeleri son derece haklı, yaraşır ve önemlidir.
Firdevsî, İran edebiyatında kahramanlık şiir tarzını zirveye çıkaran şairdir. Temelde kahramanlık hikayelerini esas alarak eski dünyanın kökleri çok eskilere dayanan bir milletinin efsanevî tarihini, klasik dönemin gerçek tarihsel seyrini konu almıştır. Firdevsî’nin diğer bir özelliği de bu işindeki samimiyetini, aşkını ve zevkini eserinin her dizesinde açıkça yansıtmasıdır. Firdevsî’nin ortaya koymuş olduğu eser, yaşadığı dönemin sosyal durumuyla ilgili önemli kesitler de aktarmaktadır. O, yaratılıştan sahip olduğu üstün yetenekleriyle hikaye, kahramanlık destanları, trajedi, aşk şiirleri, dekor, diyalog, hareket, tavır gibi ayrı ayrı dalların tamamını içeren, dünya edebiyatı tarihinde benzeri yok denecek kadar az olan bir şaheser yaratmıştır. Kahramanlık sahnelerini ve trajedileri anlatırken izlediği metot o kadar hassas ve dikkatlicedir ki, okuyucu ister istemez olayların yoğun etkisi altında kalır. Firdevsî’nin tasvir gücü de son derece yüksek ve engindir. Tiyatro yazarları gibi sahneleri tasvir ederek duygularını dizelerine döker. [26]
Birçok edebiyatçının ünlü Tus’lu bilge Firdevsî’ye vermiş olduğu “millî şair” gibi unvanlar ve nitelemelerin kendisine ne denli yaraşır olduğu, ünlü yapıtı Şâhnâme’de karşılıklarını bulmaktadır:
Olmayacaksa İran olmasın benim için ten,
Kalmasın bu topraklarda bir canlı ten.
Vatanımız ve çocuklarımız uğruna,
Namusumuz, küçük çocuklarımız ve yakınlarımız uğruna,
Vatanımızı düşmana teslim etmekten,
Daha iyidir hep birlikte gitmemiz ölüme.
Firdevsî’nin ölüm tarihi konusunda birbirinden farklı rivayetler vardır. Ancak hem kendisinin Şâhnâme’deki ifadeleri hem de tezkirelerdeki kayıtlar göz önünde bulundurulduğunda 411/1021 yılında öldüğü görüşü yaygın olarak kabul edilmektedir. Şairin talihsizliği ölümünün ardından da yakasını bırakmamış, Râfızî olduğu gerekçesiyle bazıları onun Müslümanlar mezarlığına gömülmesine karşı çıkmışlar, bunun üzerine naşı kendisine ait bir bahçeye defnedilmiştir. [27]
Derler ki; Firdevsî’nin ölümünü duyan herkes bu acı kayıp nedeniyle son derece üzüntüler içerisinde bulunurken şehrin önde gelen din adamlarından Ebu’l-Kâsım-i Gurgânî cenaze namazını kıldırmak için gelmez. Bunun gerekçesi olarak da; şairin eserinde Zerdüşt inanışını taşıyanları, ateşe tapanları bir ömür boyu övdüğünü göstererek böyle birinin cenaze namazını kıldıramayacağını söyler. Gece olup da şeyh uykuya dalınca rüyasında cenneti görür. Cennet muhteşem bir tarzda süslenmiş, bezenmiş, büyük bir saray bütün görkemiyle her tarafı aydınlatmakta, o saray içerisinde başında mücevherlerle süslü tacıyla Firdevsî çok değerli sergilerle döşenmiş yakuttan bir taht üzerinde oturmakta. Şeyh bu durum karşısında utancından hemen geri dönmek üzereyken Firdevsî ona şöyle seslenir: “Ey şeyh sen benim cenaze namazımı kılmadın da ne oldu? Yüce yaratıcı benim namazımı kılmak üzere binlerce melek gönderdi. Şu gördüğün makamlar, tahtım ve tacım da yazmış olduğum eserin ulu tanrının övgüsünü konu alan sadece bir beyti karşılığında bana verildi.” Dehşetler içerisinde kalan Şeyh uyanır uyunmaz hemen yalın ayak ve ağlayarak Firdevsî’nin mezarına gider. Mezarın başında namaz kılar ve birkaç gün orada itikafa girer. Ömrünün kalan kısmında hiçbir gün ünlü şairin mezarını ziyaretten geri kalmaz. [28]
Şâhnâme’deki bazı dizelerden ve birtakım tarihî kayıtlardan da anlaşıldığı gibi Firdevsî, sanatkar, musikişinas güzel bir hanımla evlenmiştir. Şâhnâme’nin örneğin “Menîje ve Bîjen” gibi bazı bölümlerini kaleme alırken de onun yardımlarını görmüştür. [29]
Firdevsî’nin bu sanatkar kadından dünyaya gelmiş bir oğlu ve bir de kızı vardı. Dizelerinde de aktardığı gibi kendisi altmış beş yaşındayken otuz yedi yaşındaki oğlu ölmüş (394/1003) ve bu durum kendisini son derece üzmüştür.[30] Firdevsî’nin ölümünden sonra ailesinden bir tek kızı kalmıştır. Son derece ağırbaşlı ve iyilikleriyle bilinen bir kişilik sahibi olan kızı, Sultan’ın babasının defnedileceği gün gelen hediyeleri kendisine verilmek istendiğinde “Benim onlara ihtiyacım yok” diyerek kabul etmemiştir.[31] Nizâmî-yi Arûzî, Firdevsî’nin eserini yazarken alacağı ödülle işte bu kızının çeyizini hazırlamayı düşündüğünü belirtir.[32]
Firdevsî’nin elimizde bulunan tek eseri Şâhnâme’dir.[33] Dağınık haldeki birtakım şiirleri bazı kaynaklarda yer almaktadır. Yanlışlıkla onun kaleminden çıktığı söylenen ve bazı kaynaklarda da onun adına kayıtlı bulunan Yûsuf u Züleyhâ ise gerçekte başka bir şaire aittir.
Şairin Şâhnâme dışındaki şiirleri, şiir mecmualarında, tezkirelerde şairler ve şiirlerine yer veren bazı kaynaklarda yer alan kıtalar, gazeller ve beyitlerden oluşmaktadır. Ünlü Alman edebiyat araştırmacısı ve iranolog Hermann Ethé (ö. 1917) söz konusu şiirlerin tamamını bir araya toplayarak yayınlamıştır. Ancak bunların bir kısmının Firdevsî’ye ait olduğu şüphelidir.
Firdevsî’nin Şâhnâme’yi hazırlarken örnek aldığı yapıtlar o çağların dünyasında en çok okunan kitaplar arasında yer alan Avestâ, Tevrat ve Kur’ân gibi dinî metinler olmuştur. Firdevsî eserine eski İran tarihi ve efsaneleriyle başlamamış, Allah’ı öven beyitleri, evrenin yaratılışı, ay, güneş, gezegenler, yerküre ve diğer varlıkların var edilişi, insanın yaratılışı ve dünyaya gönderilişi gibi olaylarla giriş yapmış, sonra da eriştiği bütün kaynaklardaki bilgilerden hareketle İran, bu coğrafyanın tarihi ve mitolojisini aktararak, eserinin o çağın dinî kitapları kadar elden ele dolaşması ve çok fazla sayıda okuyucuya kavuşmasını arzulamıştır. Gerçekte de öyle olmuş ve Şâhnâme öylesine yaygınlaşmıştır ki, kutsal kitaplar kadar ve belki de bazı yörelerde onlardan da çok okunmuştur. Günümüzde bile yaklaşık on yüzyıl geçmiş olmasına rağmen birçok Nevrûz törenlerinde, “Heft Sîn” sofralarında Kur’ân yerine Şâhnâme okunduğunu görmemiz bu durumu kanıtlamaktadır. Meliküşşuarâ Bahâr (ö. 1330 hş./1951) bir şiirinde bu konuyu şöyle ifade eder:
Şâhnâme hiç abartısız Kur’ân’ıdır Acem’in
Tûs bilgesinin rütbesi de peygamberlik rütbesi. [34]
2.1. Şâhnâme’nin Kaynakları
Şâhnâme gibi millî kahramanlık anlatılarına yer veren eserlerin temellerini oluşturan rivayetler, eski İran’a, Avestâ dili ve Pehlevice kaleme alınmış dinî, edebî-dinî eserlere dayanmaktadır. Ortaya çıkış zamanları da tamamıyla Zerdüşt öncesi dönemlere, MÖ. 3.000 yıllarına, İranlılar ile Hintlilerin İndo-Europeene adıyla bilinen kökenlerinden İndo-İranienne adlı kolunun orta Asya’dan günümüz İran topraklarının doğu bölgelerinde “Airyana Vaedjah/Îrânvîc” olarak adlandırılan topraklara göç ettikleri çağlara aittir.
Şâhnâme’nin İran kökenli kaynakları arasında Doğu İran ve Zâbulistân kaynakları da vardır. Söz konusu kaynaklardaki bilgilerin Şâhnâme-yi Pehlevî/Hudâynâme ve benzeri eserlerde yer almış olduğu, bu kaynaklardan Arapça’ya ya da Farsça’ya aktarıldığı bilinmektedir. Şâhnâme’nin İran kökenli olmayan kaynakları arasında, Yunanca’dan Süryanice ve Arapça’ya çevrilerek İran hikayelerine karışmış Dâstân-i İskender ile Müslümanlar ve Araplara ait bazı eserler de yer almaktadır.
2.1.1. Avestâ
Şâhnâme’nin en önemli kaynakları arasında Avestâ ve Avestâ tefsirleri de yer alır. Bu eserlerde yoğun olarak Tanrı, Ehrimen, Zerdüşt ve yaratılış destanından bahsedilmektedir. Avestâ, İran dilleri ve edebiyatının en eski ve en önemli eseridir. Arapların İran’ı ele geçirmelerinden önceki dönemlerde İran’ın resmî devlet dinî olan Zerdüştîlik kutsal dinî metinler mecmuası olarak (MÖ. VII. yüzyıl) elimize ulaşmıştır.
Olağanüstü bir öneme sahip olan Avestâ, birçok açıdan çok değerli bir kaynak olarak kabul edilir. Orta Asya ve çevre bölgelerin coğrafyalarında yaşayan halkları çok yakından ilgilendiren başta tarih, kültür, medeniyet, din, siyasî ve sosyal konular, inançlar, gelenek ve görenekler, mitolojiler, kahramanlık anlatıları olmak üzere birçok alanda çok önemli ve başka kaynaklarda bulunamayacak bilgilere yer vermektedir.[35] Böylesine önemli bir bilgi hazinesi olması nedeniyle Firdevsî’nin başvuru kaynakları arasında yer almıştır.
2.1.2. Hudâynâme
Şüphesiz Sasanîler döneminin en önemli tarihî eseri Hudâynâme’dir. Bu eser, İran hanedanları ile padişahlarının adlarını, çeşitli dönemlerin tarihî gelişmelerini, efsanelerle karışık olarak kaydetmektedir. Sasanî saraylarında gelişmelerin kaydedildiği, Sasanî kralları ve dönemlerindeki olayları titizlikle kayda geçiren resmî defterler bulunmakta ve bunlar çok özenle korunmaktaydı. Büyük bir ihtimalle bu tarih kayıtları, Keyûmers’ten itibaren kralların maceralarını da içermekteydi. Sasanî tarihsel kaynakları, ilk insan Keyûmers ya da ilk kral Hûşeng ile konularına başlamaktadırlar.[36]
Özellikle I. Şapûr (salt. 241-272) ve Nersî (salt. 293-302) Kitabelerinin içerikleri Sasanî sultanlarının saraylarında arşivlerde özenle korunmaktaydı. Aynı zamanda Sasanî sarayında İran tarihi, mitolojik rivayetleri ve efsanelerini ezbere bilen kişiler de bulunuyordu. Firdevsî, “Behrâm-i Gûr’a ava giderken Cemşîd ve Ferîdûn hikayeleri yolda anlatılırdı”. der. Öyle anlaşılıyor ki Behrâm-i Gûr (salt. 420- 438) dönemine kadar “Nâme-yi Bâstân” bulunmakta ve eğlence meclislerinde onun hikayeleri okunmaktaydı. [37]
İran tarihi ve millî destanlar, millî, dinî ve tarihî rivayetleri konu alan Hudâynâme ya da diğer adıyla Pehlevî Şâhnâmesi’ndeki anlatımlar, birbirlerinden kesin çizgilerle ayrılmış pasajlar halinde değil genellikle karışık, iç içe girmiş bir bilgi kaynağı olarak bulunmaktaydı. Hudâynâme’nin kaynakları, Avestâ ve sözlü olarak aktarılan eski rivayetlerdir. Bu anlatımlar zamanla aşamalı olarak gelişti ve birtakım dinî renkler ve boyutlar da kazandı. [38]
Keyûmers’ten, Yezdicerd’e kadar İran destanları, İslâm sonrası dönemlerde Arapça olarak kaleme alınan Uyûnu’l-Ahbâr, Ahbâru’t-tıvâl, Târîh-i Taberî, Târîh-i Belâmî, Murûcu’z-zeheb, et-Tenbîh ve’l-İşrâf, Sinî-yi Mulûki’l-arz, Ğureru Ahbâr-i Mulûki’l-Furs, el-Âsâru’l-bâkiye, Şâhnâme ve el-Kâmil gibi çok önemli tarih kitapları, Hudâynâme’nin orijinal metninden ya da çevirilerinden yararlanılarak hazırlanmıştır.[39]
Şâhnâmelerin temel çekirdeğini Hudâynâme’de yer alan bilgiler oluşturmaktadır. Hudâynâmek’in Pehlevice aslı ortada yoktur. Bu ve İran tarihiyle mitolojisini konu alan kaynaklar özellikle Abdullâh b. Mukafaa (ö. 143/760) tarafından Siyeru’l-mulûk ya da Siyeru Mulûki’l-Furs adıyla Arapça’ya çevrilmiş, bu arada Hudâynâme’nin Arapça çevirilerinde doğal olarak birtakım Zerdüşt inancı unsurları da atılmıştır. [40]
İran padişahlarıyla efsanevî kahramanlarının hayatlarının konu alındığı metinler, çok eski zamanlardan beri İran edebiyatında yerlerini almışlardır. Çok eski devirlerde de İranlı ileri gelen aileler, önemli olayları bir şekilde daha sonraki nesillere aktarmakta idiler. İran tarihini yazıya geçirmek isteyen ve bu konuda girişimde bulunan ilk kişi, klasik İran’da adaletiyle ünlü Sasanî hükümdarı Enûşirvân (531-579)’dır. Enûşirvân, egemenliği altındaki topraklarda İran, İran tarihi ve kahramanlarıyla ilgili olarak anlatılan, ağızdan ağıza dolaşan sözlü halk hikayelerinin, padişahlar ve yönetimleriyle ilgili bütün rivayetlerin toplanarak yazıya dökülmesini ve özenle korunmasını emretmiş, bunun üzerine ünlü Hudâynâme ortaya çıkmıştır.
Son Sasanî hükümdarı III. Yezdicerd de (salt. 632-651) aynı doğrultuda teşebbüslerde bulunmuş, sarayının asilzadelerden birini ya da ünlü bir bilgini, o dönemler sadece bazı din adamlarının ya da okur yazar çevrelerden az sayıda şahsiyetin hakkında bilgi sahibi olduğu İran tarihinin yazılması işiyle görevlendirmiştir. Bu amaçla her vilayetten seçilen birer yaşlı bilge şahsın katılımıyla yapılan çalışmalar sonucu Şâhnâme veya Kitâb-i Şâhân-i Dânişverî adıyla bilinen, klasik çağlar hakkında önemli bilgiler içeren eser hazırlanmıştır. [41]
Adı bilinen, ancak günümüze kadar gelemeyen ilk Şâhnâme, Pehlevî dilinde kaleme alınan Abdullah b. Mukaffa ve diğer tercümanlarca Arapça’ya çevrilen Hutâynâme/Hudâynâme/Şâhnâme-yi Pehlevî adlı eserdir. Hem söz konusu eser hem de tercümesi, İslâm’ın ilk dönemlerinde kaleme alınmış, daha sonraki devirlerde ortadan kaybolmuşlardır. Klasik devirlerden günümüze kadar gelebilmiş Şâhnâme türü eserler arasında Kârnâme-yi Erdeşîr-i Bâbekân ve Yâdgâr-i Zerîrân gibi eserler yer almaktadır. Bunlardan ilki, Erdeşîr ve oğlu Şapur’un hayatları, yaşadıkları çağlardaki olaylar ve tarihlerinden bahsederken; ikincisi Goştâsp’ın Zerdüşt dinine inanışı ve onun Ercâsp ile savaşlarını konu almaktadır. [42]
2.1.3. Firdevsî’den önce yazılan Şâhnâmeler
Arap fetihleri sırasında İran hükümdarlarının hazinelerinden ele geçenler arasında tarih konulu önemli bir kitap da bulunmaktaydı. Söz konusu kitap İran tarihi, gelenek ve görenekleri, bilim, teknik ve mimarisi konusunda kaleme alınmış arıntılı gelişmelere yer veren bir kaynaktı. Eserin bir özelliği de İran hükümdarlarının resimlerine yer vermiş olmasıydı. Mes’ûdî (ö. 346/957), İstahr’da gördüğünü söz konusu eserin Farslar hakkında Farsça yazılmış en ayrıntılı eser olduğunu ifade eder. [43]
Şâhnâme’nin yazımında kullanılan kaynaklar hakkında kesin bilgiler vermek oldukça zordur. Bir taraftan Firdevsî’nin rivayetleri ile tarih yazarlarının aktarımları arasındaki bazı farklılıklar, diğer taraftan da Firdevsî’nin bu eserini hazırlarken kullanmış olduğu kaynakların ortadan kaybolması bu konuda sağlıklı bir değerlendirmeği zorlaştırmaktadır. [44]
III./IX. yüzyılın son dönemlerinde yaklaşık elli yıllık bir devresinde Şâhnâme ve Şâhnâmeyazımcılığına son derece ilgi duyulmaya başlanmış ve bu alanda önemli eserler ortaya konulmuştur. Firdevsî’nin Şâhnâme’si bu türün başyapıtıdır. Bütün bunlar Horasân’da ve Farsça olarak düzenlenmiş, bir bakıma İran şair ve yazarlarının millî rivayetleri yeniden gündeme almadaki heyecanlarını göstermektedir. [45]
İlk devirlerde İranlıların iki tür tarihleri vardır. Bunlar, bir taraftan Şâhnâmeler diğer taraftan da Ebû Alî-yi Bel’amî (ö. 363/973)’nin Târîh-i Be’lâmî, Selçuklular döneminde yaşanmış adı bilinmeyen bir yazarın (VI./XII. yüzyıl) Mucmelu’t-tevârîh ve’l-kısas, Ebu’l-Fazl-i Beyhakî’nin (ö. 470/1077)’nin Târîh-i Beyhakî… adlı eserleri gibi ünlü tarih kitaplarıdır. Bu da önemli ölçüde tarihi iki tür değerlendirmekten, kültürel ya da siyasi olmak üzere tarihe iki ayrı rol yüklenmesinden kaynaklanmaktadır. Dakîkî’nin bin beyti ile Firdevsî’nin Şâhnâme’si dışında Şâhnâme türü eserlerin diğerleri günümüze kadar gelememiştir. Ancak, o dönemlerin bilgi hazineleri olarak kabul edilen bu iki eserden anlaşıldığı kadarıyla İran’ın mitolojik-hamasî tarihi, gerek sözlü gerek yazılı olsun İran milli hatıratı, geçmiş ortak manevî değerler, tarihî kültürü gibi çok önemli unsurları koruyup aktarıcı görevi yapmışlardır. [46]
[1] Bâj (Paj, Bâz, Fâz) köyü İran’ın büyük şehirlerinden Meşhed’e 20 km. mesafede bulunmaktadır. Günümüzde “Fâz” adıyla bilinir.
[2] Berthels, Târîh-i Edebiyyât-i Fârsî, I, 269; Firdevsî, Şâhnâme, Giriş, s. C; Safâ, Târîh-i Edebiyyât Der Îrân, I, 461; Rezmcû, Kalemrov-i Edebiyyât-i Hamâsî, II, 9; Zerrînkûb, Nâmvernâme, s. 69; Kanar, Mehmet, “Firdevsî“, DİA, XIII, 125; Hamîdiyân, Saîd, “Firdevsî”, Dânişnâme, I, 651
[3] Hamîdiyân, Saîd, “Firdevsî”, Dânişnâme, I, 651.
[4] Devletşâh, Tezkire, s. 41-42; Âzer, Âteşkede, s. 89-90; Browne, LHP, II, 129-132; Furûzânfer, Sohen u Sohenverân, s. 44-45; Şiblî-yi Nu’mânî, Şi’ru’l-Acem, I, 71; Debîrsiyâkî, Zindegînâme-yi Firdevsî, s. 6; Humâyî, Târîh-i Edebiyyât-i Îrân, s. 89; Berthels, Târîh-i Edebiyyât-i Fârsî, I, 268-269; Mînovî, Firdevsî ve Şi‘r-i O, s. 35; Şafak, Edebiyyât, s. 175; Safâ, Târîh-i Edebiyyât Der Îrân, I, 459; Safâ, Hemâseserâyî, s. 183-186; Kanar, Mehmet, “Firdevsî”, DİA, XIII, 125.
[5] Örneğin Bundârî’nin Arapça’ya yapmış olduğu ilk Firdevsî, Ebu’l-Kâsım, Şâhnâme çevirisinde “Mansûr b. Hasan”, Târîh-i Guzîde’de: “Hasan b. Ali”; Tezkire-yi Devletşâh ve Âteşkede-yi Âzer’de “Hasan b. İshâk b. Şerefşâh” şeklinde geçer. Bu konuda en eski tarihli olması gerekçesiyle Bundârî’nin kaydı daha güvenilir kabul edilmektedir (Safâ, Târîh-i Edebiyyât Der Îrân, I, 458).
[6] Devletşâh-i Semerkandî, Tezkiretü’ş-şuarâ, s. 50.
[7] Devletşâh-i Semerkandî, Tezkiretü’ş-şuarâ, s. 50.
[8] Devletşâh-i Semerkandî, Tezkiretü’ş-şuarâ, s. 50; Nöldeke, Hemâse-yi Millî-yi Îrân s. 54-55; Hamîdiyân, Saîd, “Firdevsî”, Dânişnâme, I, 651.
[9] Rezmcû, Kalemrov-i Edebiyyât-i Hamâsî, II, 10; Hamîdiyân, Saîd, “Firdevsî”, Dânişnâme, I, 651 .
[10] Safâ, Târîh-i Edebiyyât Der Îrân, I, 462-463.
[11] Rezmcû, Kalemrov-i Edebiyyât-i Hamâsî, II, 11-12.
[12] Safâ, Târîh-i Edebiyyât Der Îrân, I, 463.
[13] Berthels, Târîh-i Edebiyyât-i Fârsî, I, 269; Kanar, Mehmet, “Firdevsî“, DİA, XIII, 125.
[14] Berthels, Târîh-i Edebiyyât-i Fârsî, I, 270; Kanar, Mehmet, “Firdevsî“, DİA, XIII, 125.
[15] Safâ, Târîh-i Edebiyyât Der Îrân, I, 487.
[16] Firdevsî, Şâhnâme, VII, 252.
[17] Firdevsî, Şâhnâme, VII, 241.
[18] Firdevsî, Şâhnâme, I, 11.
[19] Firdevsî, Şâhnâme, IV, 4-5.
[20] Hamîdiyân, Saîd, “Firdevsî”, Dânişnâme, I, 653
[21] Hamîdiyân, Saîd, “Firdevsî”, Dânişnâme, I, 653.
[22] Devletşâh-i Semerkandî, Tezkiretü’ş-şuarâ, s. 49-50.
[23] Muhammed-i Avfî, Lubâbu’l-elbâb, II, 33.
[24] Şemîsâ, Sebkşînâsî-yi Şi‘r, s. 33.
[25] Rezmcû, Kalemrov-i Edebiyyât-i Hamâsî, II, 13.
[26] Şemîsâ, Sebkşînâsî-yi Şi‘r, s. 34.
[27] Nizâmî-yi Arûzî, Çehâr Makâle, s. 83; Safâ, Târîh-i Edebiyyât Der Îrân, I, 485; Rezmcû, Kalemrov-i Edebiyyât-i Hamâsî, II, 20: Hamîdiyân, Saîd, “Firdevsî”, Dânişnâme, I, 652.
[28] Firdevsî, Şâhnâme , Giriş, s. H.
[29] Firdevsî, Şâhnâme , III, 148.
[30] Firdevsî, Şâhnâme , VII, 96; Rezmcû, Kalemrov-i Edebiyyât-i Hamâsî, II, 11.
[31] Şiblî-yi Nu’mânî, Şi’ru’l-Acem, I, 85; Safâ, Târîh-i Edebiyyât Der Îrân, I, 486.
[32] Nizâmî-yi Arûzî, Çehâr Makâle, s. 75, 83; Browne, E. G., Ez Firdevsî Ta Sa’dî s. 190.
[33] Muhammed-i Avfî, Lubâbu’l-elbâb, II, 33.
[34] Şâmlû, Ahmed, “Firdevsî, Şâhnâme, Pâsuh-i Firdevsî Be Zerûret-i Târîh”, Îrânşinâsî, II/2, 304.
[35] Oranskii, Fıkhu’l-luğa-yi Îrânî, s. 66.
[36] Safâ, Hemâseserâyî, s. 78-79; Tefezzulî, Târîh-i Edebiyyât, s. 269-270.
[37] Tefezzulî, Târîh-i Edebiyyât, s. 269-270.
[38] Safâ, Hemâseserâyî, s. 86; Safâ, Zebîhûllâh, “Nazarî Be Me’âhiz-i Firdevsî, Ebu’l-Kâsım, Şâhnâme ”, Nemîrem Ez În Pes, s. 49.
[39] Safâ, Hemâseserâyî, s. 90.
[40] Şiblî-yi Nu’mânî, Şi‘ru’l‘Acem, I, 91, 102; Mîrzâ Muhammed Hân-i Kazvînî, “Mukaddime-ye Kadîm-i Şâhnâme ”, Hezâre-yi Firdevsî, s. 152; Mahcûb, Muhammed Cafer, “Firdevsî, ve Ferheng-i Âmme”, İrânşinâsî, II/2, s. 248; Tefezzulî, Târîh-i Edebiyyât, s. 273.
[41] Mutefekkirân-i İslâm, I, 149-150.
[42] Şafak, Edebiyyât, s. 180; Zerrînkûb, Guzeşte-yi Edebî, s. 97-98.
[43] Şiblî-yi Numânî, Şi’ru’l-’Acem, I, 90-91.
[44] Safâ, Hemâseserâyî, s. 214.
[45] Meskûb, Şâhrûh, Huviyyet-i Îrânî ve Zebân-i Fârsî, s. 27.
[46] Meskûb, Şâhrûh, Huviyyet-i Îrânî ve Zebân-i Fârsî, s. 70-71.