Can kardeşlerim ve Erenler
sizlerin böyle güzel bir o kadarda anlamlı bir Ehl-i Beyt sitesini oluşturduğunuz için sizlere teşekkür ederim. Biz Ehl-i Beyt halkı olarak asırlar boyunca baskı altına alınmış ve hakımızı savunma fırsatları verilmemiştir. O'nun içinde böyle değerli kardeşlerimizin gündem konusunda Ehl-i Beyt hakında site çalışmalarına girmek elbette küçümsenecek bir hareket değildir. Sizlerin yapmış olduğu bu güzel ve anlamlı mücadeleye biz Ehl-i Beyt evladı Aleviler olarak yardım etmek düşer. Onun içinde siz değerli erenler gurubu can kardeşlerimize gereken yardımları yapmaktan asla çekimsersizlik yapmayacağız. Elbette sizlerin yanında bize tavsif edilen yerde olmayı candan isteyeceğiz. O'nun için ben kendi şahsıma www.kuranveehlibeyt.com olarak gereken makalelerı ve Alevi deyişlerini, Kerbela filmleri ve diğer İslam-i filmler olsun diğer açıdan herhangi bir yardım olsun asla zayıflık göstermeyeceğim. Bu değerli sitede hizmetleri olan can kardeş erenler sevgi ve saygılarımı borç bilerek mücadelelerinizin başarısını diliyorum. Unutmayin O gün yani islam'ın yayılışında ceddimizin zülfikârından korkan bugünde kalemlerimizden korkacaklardır. Hz. Fatımatu'z Zehra (a.s.)'ın dediği gibi kalem kılıçtan keskindir. imam Dikmen
Yazan: Imam Dikmen
pazarertesi, 29.10.2007 1:12
Kuran ve Ehl-i Beyt arastirma 1
Bismillâhirrahmânirrahim
KUR'ÂN ve EHL-İ BEYT
"An o zamanı ki İbrahim, Rabbim demişti,bu şehri emin et, beni'de, oğlumu'da putlara tapanlar´dan uzaklaştır...
Rabbim,şüphe yok'ki onlar, insanların çoğunu doğru yoldan saptırdırlar. Artık kim bana uyarsa o' bendendir ve bana isyan edene gelince; şüphe yok'ki sen suçları örtensin, rahimsin ...
Rabbimiz soyumun bir kısmını ekin bitmez bir yere, hürmeti vacip olan evinin yanına yerleştirdim, rabbimiz namaz kılsınlar diye. Artık insanların bir kısmı da onlara gönül versin, sevsinler onları...
Rabbimiz, şüphe yok'ki gizlediğimizi de bilirsin sen açığa vurduğumuzu da ve Allah'tan hiç bir şey gizlenemez ne yer yüzün'de ne de gökte..."
(İbrahim suresi:35 ile 38 ayetleri.)
"Bütün Hamd alemlerin Rabbine masustur. Salat ve Selam onun yaratıklarının en hayırlısı Hz. Muhammed (s.a.v ) ve Ehl-i beyt'ine olsun. Öyle bir, Ehl-i beyt ki, Allah her türlü kötülüğü onlardan giderdi ve onları tertemiz kıldı."
İnsanın eğitiminde örnek edindiği kişilerin büyük etkisi vardır. Bütün bir insanlık için kendisinde güzel örnekler olan Resulullah (s.a.v.) aramızda iki değerli emanet bırakmıştir: Biri Kur'ân-ı kerim ve diğeri ise Ehl-i beyt (a.s.) dır. Kur'ân-ı kerim bizim için hayat kitabımızı, hayat kaynağımız, Ehl-i beyt ise bizleri Kur'ân'ın emirleri doğrultusunda yönlendiren ameli örneklerimizdir.
Bu yüzden Kur'ân-ı ve onların hayatını okumak ve bilmek, bütün müslümanlar için özellikle çeşitli entrikalar öz kaynak ve kültüründen, öz değerlerinden uzaklaştırmaya çalışan yeni kuşak için bir zaruret teşkil etmektedir. Bu zarureti göz önünde bulundurarak değerli tüm tarih-i ve İslam araştırmacıların belgelenmiş olduklardan yeni bir tarih elde etmenin kıvancı içindeyiz.Yeni tarih'çilerinde bizlerden faydanlanacakları inancındayiz.
Hz. Muhammed kimdir? Peygamberler, peygamberlik Hz. Muhammed ve İmam Ali ( a.s. ) tarihdeki gelmiş ve geçmiş insanlar içerindeki en önde gelenlerin öncüleridir. Bu açıdan İslam Cumhurriyetinin Kur’an daki vahiye dayatılan gerçek islam devrimin siyasi proletariya önderileridirler. İşçi sınıf mücadelesinin teori ve pratik yönlerile islam akayidi'nin bize ispatlanmış bir yaşama şeklidir.
İnsan ve insan aleminin yaşama tarzındaki ezici bir gücün var oluşunun kültürel ve medeniyetlere dayandırılarak ezici bir gücün hakimiyeti karşısında ezilen bir gücün var sayımının oluşturmasının detayliyiğle göz önünde bulundurmak lazım.
O açıdan yaşama şeklinin Kur’an ve Ehl-İ Beytin değer ve düşünce açısından insanlara yol ve yönetmenlik şeklindeki düşüncesine yer vermek lazımdır. Kur’an ve Ehl-İbeyt bir ırk veya bir milliyetçilik ziniyetçiliği değildir.
İslamı bütün dünya sınıfının yaşama şeklinin içine alıp bir cumhuriyet idare şekilinin yaşatma şeklidir. İslamın işçı hareketlerinin kapitalist baskıya karşı kapitalizmin yıkılması ve toplumun siyasi ve adalet içerisindeki iltilalci dönüşümün için bilinçli bir işçı sınıf mücadelisini oluşturmaktır. Bu açıdanda Kur’an ve Kur’an vahine ve Resul u Ekrem (s.v.a) ve İmam Ali (a.s.) kişiliklerine bakış açılarıyle kendimize örnek ve önder almak zorundayız.
ve Hz. Muhammed (s.a.v.) Hz. Muhammedin bilgi kaynakları (soyu seceresi) ve soyu seceresinin hangi kanallarda ve hangi soydan devam edildiğini detaylı bir açıklamayla sergilemeye çalışacağız.
Hz. Muhammedin halifesinin bir zat kendisi tarafından İmam Ali (a.s.)ma tefşik edildiği Hz. Ali ve Hz. Muhammedin birbirlerine bağlı oldukları ve secerelerininde aynı olduğunu yine tesbitleriyle islam toplumunu aydınlatmaya çalışacağız. Hz. Resülü Ekrem bir hadisi şerifinde şöyle buyurmakdadır: Her peygamberin soyu kendi sülbündendir, benim soyum ise İmam Ali bin Ebu Talib'in soyundandır.
Allah u tala Kur’ani Kerimde şöyle buyurmakdadır: Muhammed sadece bir elçidir. Ali İmran Süresi 143.
Toplumsal düşünüşün uzun tarihi boyunca Hz. Muhammedin bilimsel yüceliğine kimse erişememişdir. O daha çok gençken insanın açlıkdan, soğuktan ve karanlıktan kurtulması için, tanrıyla bağlaşıp insan soyunu bilim ve sanaatı getirdi söylenen Prometheus’la karşılaşmalıdır. Prometheus insanı yaratıcı dehasının ve ilerleme ve özgürlük ve mutluluk yolundaki amansız boğuşmanın bir simgesiydi. Toplumsal gelişmeyi hükmeden kanunları keşfetti. Böylelikle köle toplumu halka toplumsal baskıyı ortadan kaldırmanın ve onurlu bir hayat kurmanın ve insan soyunun ve refahı ve her bireyin fiziki ve manevi yeteneklerinin her bakımdan özgürce gelişmesi için gerekli şartlarının yaratmanın gerçek yollarını gerçekleştirdi.
Hz. Muhammed'in vahiyi ile gerçekleştirdiği Kur’an teorisidir. Bu teori içerisinde köle kavramlarıyla anılan ezilen sınıfın birleşmesinin egemen sınıflara karşı bir güç oluşmasıydı. Ele alacağımız millat'tan sonra 570 yıllarının egemen sınıflarının, İslam, din, felsefe, kültür uygarlığının ilk kurucusu olarak peygamberimiz Hz. Muhammed
( s.a.v.) ve İmam Ali (a.s. ) de yer vermek zorundayız. Detaylı bir araştırmanın ansiklopedi de kendilerine ayıra bileceyimiz yer onların büyüklüğüyle ve islam toplumdaki önemiyle orantılı olacağı için detaylı ve uzun bir araştırma olacaktır. Allah’dan dilediğimiz belge ve kaynaklarımızla Kur’an tesviriyle gerçek yönlerini müslüman halk kitlelerine gerçekleri yansıtmak ve çalışmamız kaplıyacaktır. Hz. Muhammeden (s.a.v.) öncesi toplumsal yaşayısı feodal baskıcı ezici kabileler yasamalar biçim idare şekilleriydi. İsterseniz birazda olsa feodal toplumun yaşama biçim ve zaman birimini ele alacağız.
Hz. Ibrahim Hz.İsmail Adnan Ma’ad Nazar Hızır İlyas Mudrike Hüzeyme Kenan Nasır Malik Fahr Galip Levi Keap Emre Kelap Kasi Abdimenaf Haşim Abdulmuttalip Abdullah Hz. Muhammed.
Hz. Muhammed'in pak ve temiz seceresi Hz. Muhammedin hayatı ve kurduğu dinin esasları İstanbul marif kitabhanesinin 17 sayfasına alınmıştır. Kitabın yazarı Lutfullah Ahmed âhır zaman peygameri ve ayrıca İmam Ali a.s. da soyu ve seceresi Resul"u Ekremle aynı soydan gelip ve Hz. Abdulmuttalip’den ayrılıp Ebu Talip’le İmam Ali a.s. dünyaya gelmiştir. Abdulmuttalibin 11 oğlundan iki oğluna ahır zaman peygamberiyle ahır zaman peygamberi'nin halifesi sülbünlerine zuhür etmişdir. Abdulmattalib'in Hz. Abdullah oğluna Hz. Muhammed (s.a.v.) ve Hz. Abdulmuttalibin diğer oğlu Hz. Ebu Talibe’de İmam Ali (a.s.) Bundanda anlaşılıyorki Allahu teala teori ve pratiği aynı anda Resul u Ekrem ( s.a.a. ) vayh edip pratiğide İmam Ali a.s. uygulama zorunluğu getirmiştir. Nasilki Hz. Zekeriya a.s. Meryem anaya memur etmişse Hz. Resul u Ekrem s.a.v. İmam Ali a.s. ve büyüğümesine terbiye ve takvasına memur etmiştir. Detaylı ve geniş bilgi belgelerle İmam Ali a.s. hayatı anlatımında ele alınacaktır. Kur’ân ve Ehl- İbeyt ideoloji ve felsefesi takriben 6 milyon kaynağa dayanmaktadır. Zamanı geldiğinde belgeleri ve kaynakları tek tek sergileyeceğiz. Allah yardamcımız olsun.
Hz. Muhammed s.a.v. soyu hakındaki inanç ve delileri burda belgelerken İmam Ali a.s. da soyunun belgelenmesinin zorunlu olduğunu vurgulamak isteriz. Gösterdiğimiz belgeler Kur’ân ayetleriyle ve Resul u Ekremin hadisleriyle ispatıdır.
NEBİ’NİN (S.A.V.) SOYU HAKINDAKİ İNANÇ
Doç. Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI (İslam mezhepleri tarihi kürsüsü Başkanı)
RİSÂLETU’L-İ’TİKÂDATİ’L-İMAMİYYE (şiî imamiyye’nin inanç esasları)
Allahın rahmati üzerine olsun Şeyh (Ebû Cafer Muhammed b. Ali İbn Bâbeyveyh el- Kummî ‘Şeyh Sadûk’) (381/991) şöyle buyurmaktadır: Bizim onlar hakındaki inançımız şudur. Selam olsun üzerlerine. Onlar adem'dendir (106). Onun (Hz. Peygamber ) babası Abdullaha selam üzerine olsun kadar müslümandırlar. Selam üzerlerine olsun Abu Talib bir müslümandır. (Krş. Usûl, I, 448-9). (Hz. Peygamberin) Annesi Âmine bint Vehb de müslümandı. Allahın salat ve selamı ona olsun Nebi, ’’ben selam üzerine olsun Ademden bu yana gayr-ı meşrû (bir soydan) değil, helâl bir nikahla gelen bir soydan çıktım’’ . buyurdu. (Urduca müterciğimi şöyle bir not ekler Hz. Peygamberin soyu arasında yedi peygamber vardır. Bunlar Adem, Şit, Nûh İlyâs, İbrahim, İsmail ve el-Yasa ve o delilini desteklemek üzere Kur’ân dan ayetler getirir. Hz. Peygamberin baba ve annesiyle Ebu Talib’in iman ettiklerini müslüman olarak öldüğünü söylerler. Ayrıca Ebu Talib’in hayatı anlatıldığı zaman belgeler sergilenecektir.) Ve rivayet edildiğine göre selam üzerine olsun Abdulmuttalib, hüccet; selam üzerine olsun Ebu Talib’de onun vasisi idi.Yazan: imam DiKMEN.
Yazan: İmam Dikmen pazarerstesi, 21.11.2007 11:11
Kuran ve Ehl-i Beyt arast. 2
HZ. MUHAMMED ve İMAM ALİ a.s. SOYU HAKINDAKİ İNANÇ
ALEVIYYE HAKINDAKİ İNANÇ
Allahın rahmeti üzerine olsun. Şeyh Ebu Cafer derki: Bizim, aleviyye (aleviler) hakındaki inancımız şudur: onlar, allahın salat ve selamı ona olsun Allahın Resul u Ekrem ailesidir. Onları sevmek vacipdir çünkü onlar risaletin karşılığı olan bedel dir. Yüce Allah şöyle buyurur: “...Ey Muhammed! De ki : Ben sizden buna karşılık yakınlara sevgiden başka bir ücret istemem.¹ Kur’ânı Kerim Şura Sûresi. 23...” Onların sadaka alması haram kılınmıştır. Çünkü sadaka insanların sahip oldukları şeylerin kiridir ve insanların bu kirden temizlenmesi, ancak köleleri ve cariyelerine veya birbirene verdikleri sadakalarla mümkündür. Fakat Hums’a (Ganimetin beşte biri ) gelince bu onlara zekat yerine helâl kılmıştır çünkü onlar zekat almaktanda men olmuşlardır. (Kaynaklar: 1- Şura Sûresi. 23 Urduca mütercimi, yakın kelimesini açıklarken şöyle der: Tefsiru mecmaul – Beyân da İmam Zeynel Âbidin ve diğerlerine dayanarak şu rivayet edilir. Yakın teriminden Hz. Peygamber’in soyu kastedilmiştir. İmam Câfer es-Sâdık ve İmam Muhammed el-Bâkır’a dayanılarak benzer hadisler ve rivayet edilmektedir. Said b. Cubeyr Abdullah b. el Abbas’a dayanrak şunu rivayet eder: bu ayet indiği zaman Hz. Peygamber’in mutelif ashabı. Sevgi ve bağlılığın kime gösterilmesi gerektiğini sordular.Hz. Peygamber şu cevabı verdi. Bu ayet İmam Ali, Fatma ve soyuna işaret etmekdedir (A.f)
2- Urduca mütercimi Ali ve Fatima’nın soyundan başka haşim soyundan olanlarında haşimi olmayanlardan sadaka almalarını yasaklanmış açıklar. (A.f).
Onların davranışları hakındaki inancımız şudur. Onlardan günah işleyenler iki kat ceza göreceklerdir. Onlardan iyi davrananlarda iki kat sevap alacaklardır. Onların hepside Nebî’nin (s.a.s.) sözüne göre birbirlerine eşitdir, çünkü o Ebu Talib’in a.s. oğulları İmam Ali (a.s. ) ve Câfer Tayyara (a.s.) baktığı zaman şöyle demişti: “Kızlarımız oğularımız gibi; oğularımızda kızlarımız gibidir”. Ve (İmam Câfer es-Sadık a.s.) şöyle dedi: Kim Allahın dinine karşı çıkar ve onun düşmanlariyle dostluk kurarsa veya Allahın dostalrına düşmanlık ederse o kimseden, kim olursa olsun ve hangi kabiliye mensup bulunursa bulunsun uzaklaşmak (berâaet) vacip dir.
Ve müminlerin Emiri (a.s.) oğlu Muhammed İbn el-Hanefiyye’ye şöyle dedi: “Kendi şerefinde alçak gönüllü olman, hatalarından gelen şerefden daha şereflidir”. Ve (İmam Câfer es-Sadık a.s.) şöyle dedi: “Selam üzerine olsun Müminlerin Emirine olan bağlılığım, benim için onun soyundan gelişimden daha aziz dir”. (İmam Câfer es- Sadık’a a.s.) Allahın salat ve selamı ona olsun. İmam Muhammed ailesi hakında soruldu; oda şu cevabı verdi: “Allahın salat ve selamı ona olsun. Muhammedin ailesi Allahın Resulune (s.a.s.) nikah bakımından haram kılınmıştır.“
Güçlü ve uğurlu olan şöyle buyurmuştur: “And olsun ki, Nûh’u ve İbrâhim’i biz gönderdik; ikisinin soyundan gelenlere peygamberlik ve İmam Kitab verdik; soylarından gelenlerin doğru yoldadır, bir çoğu da yoldan çıkmıştır (Hadid 57.26)”. Ve İmam Câfer es-Sadık’a
a.s. (güçlü ve uğurlu Allahın sonra bu kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miraz bırakmışızdır. Onlardan kimi kendine yazık eder kimi orta (iti dallı) davranır, kimide Allahın izniyle iyileklere koşar (fatir 35.32). Ayeti hakında; oda şu cevabı verdi. Burada, kendilerine yazık edenler . İmamın a.s. hakını tanımıyanlar orta davrananlar’ dan (107) İmamın hakını taniyan ve Allahın izniyile iyiliklere koşandan da, bizat İmam Ali a.s. kastedilmişdir.
Ve İsmâil, babası (İmam Câfer es-Sadık’a a.s.) sordu: “Bizim içimizden günah işleyenlerin durumları ne olacaktır?” selam üzerine olsun o, şu cevabı verdi: “Bu sizin kuruntularınıza ve kitab Ehlinin kuruntularına göre değildir. Kim fenalık yaparsa cezasını görür, kendisine Allahdan başka ne bir dost ne de yardımcı bulur Nisa 4.123”.
Ebu Câfer (Muhammed el- Bakır) a.s. uzun bir hadisde şöyle der: “ Allah ile bir başkası arasında yakınlık yoktur. Doğrusu insanlar arasında Allaha en sevgili olanlar, ondan en çok sakınanlar ve Allaha itâatla amel edenlerdir. Allaha and olsun ki kul, güçlü ve ulu Allaha ancak taatla yakın olabilir. Bizi ateşten uzaklaştıracak bir şeye sahib değiliz. Ve hiçkimsenin kendini Allaha karşı korayacak bir delili yoktur. Kim Allaha itaat ederse, o bizim dostumuzdur. Kim Allaha karşı gelirse oda bizim düşmanımızdır; kendini Allaha vermedikçe (vera) ve iyi işler işlemedikçe ne bize ulaşabilir nede bizden dir”. Selam olsun Nûh şöyle dedi:”... Rabbim! Oğlum benim ailemdendi. Doğrusu senin vadin hak dır. Sen hükmedenlerin en iyi Hükmedenisin. Allah: O senin ailenden sayılmaz çünkü kötü bir iş işlemişdir; öyle ise bilmediğin şeyi benden isteme. İşte sana öğüt, bilgisizlerden olma dedi (Nuh: ) Rabbim! Bilmediğim şeyi senden istemekten sana sığınırım. Beni bağışlamazsan ve bana merhamet etmezsen kayıbedenlerden olurum dedi. Hud süresi 11.45 ve 47.
Ve İmam Câfer es-Sadık’a (a.s.) güçlü ve ulu Allahın “Allaha karşı yalan uyduranların kiyamet günü yüzlerinin simsiyah olduğu görülür. Böbürlenenler için cehenemde bir durak olmaz olur mu?” Zumer süresi 39.60. Ayeti hakında soruldu. O şu cevabı verdi: Bu ayet İmam Ali ve Fâtima’ya mensup olsa bile, İmam olmadığı halde İmam olduğunu iddia edene işaret eder. Ve İmam Câfer es- Sadık a.s. ashabına sizinle muhalifleriniz arasında ancak gizlilik var dedi. Ona gizli olan şey nedir diye soruldu. Dedi ki: “Gizli olan
(el-Mudmar), uzaklaşma (berâet ) denilen şeydir, size ve komşusuna muhalif olan kimseden, Alevi-Fâtimi (Ali Fâtima’ya mensup) olsa bile uzaklaşınız.”
Ve İmam Câfer es-Sadık (a.s.) oğlu Abdullah hakında ashabına şöyle dedi: “Sizin üzerinde olduğunuz şeyi takib etmeyen kimseden ben uzağım ve ulu Allah da uzaktır.” Getirdiğimiz ayet ve belgelenderde anlaşıyorki Resul u Ekrem s.a.v. ve İmam Ali a.s. soyundan gelenlerin alevi oldukları ve 1400 seneden beri yapılan katliamların gerçeklikle bağdaşmadığını ve Ehli sünnetin İslamı gerçek yönüyle öğrenmedikleri ve eğitimsiz ve diplamasız cahil alimlere itaat ettiklerinden dolayı Allaha Resul u Ekrem s.a.v. ve İmam Ali a.s. nesline karşı suç işlemişlerdir.
Aslında konumuz alevilik olmadığı için detaylı ve geniş kapsamlı bir çalışmayla alevilere değinmiyeceğiz. Sadece İmam Ali a.s. hakında kısa bir bilgi zorunluğunu ön gördük. Allah u taala Ancak ve Ancak Allah, ey Ehl-ibeyt, sizden her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tam bir temizlikle ter temiz bir hale getirmek diler. al Ahzab süresi 33.33. Resul u Ekrem şöyle buyuruyor: “Hz. Muhammed s.a.v. veda hacı dönüşü, Gadir-i Hum’da yüz bini aşkın topluluğa yaptığı konuşmasından:
BEN KİMİN ÖNDERİ İSEM, ALİ DE ONUN ÖNDERİDİR. ALLAH'IM, ONUNLA DOST OLANA DOST, DÜŞMAN OLANA DA DÜŞMAN OL. Hadis Şerif Usul-u Kafi,c.l,s.294.
Peygamberizin ve İmam Ali a.s. ve 12 İmamlarımızın secelerini vereceğiz.
Resulullah (s.a.v.)seceresiyle ilgili kaynakların araştırılması devamında elde etığımız bilgilerimiz devam edecektır.Ehl-i beyt Measjı,nın 20.cı cıldının 23 cu sayfasında verilen belgeleri aktaracağız.
Yazan: imam DiKMEN
Yazan: İmam Dikmen
saligünü, 11.12.2007 11:04
Kuran ve Ehl-i Beyt arast. 3
HZ. MUHAMMED ve İMAM ALİ a.s. SOYU HAKINDAKİ İNANÇ
PEYGAMBER (a.s.v.) İN SOYU.
Hz.Muhammed (s.a.v)in babaları Şunlardır.Abdullah b.Abdulmutalip (Şeybetülhamd, Amr) b.Haşim b.Abdumenaf b.Kusay (Zeyd) b. Kılab(Hakim) b.Murre b. Kâb b.Luvey b. Galib b.Fihr (Kureşy) b.Ma lik b. Naza (Kays)b.Kinane b.Huzeyme b.Mudrike (Amr)b. İlyas b.Muzar b.Nizar b.Maad b. Adnan...
Resulullah(s.a.a)in soyunu buraya kadar her kes kabul etmiştır.Ama bunlardan sonraki babaları hakkında çok itilaf vardır.Fakat Adnan ın soyunun İsmail (a.s.)a ulaştığından bizim hiç şüphemiz yoktur. Resulullah (s.a.a)in şöyle buyurduğu nakledilmiştir : Nesebim Adnan a ulaştığında ondan öteye geçmeyiniz.Bizde Resulullah ( s.a.v. )'ın emrine uyarak bu kadariyle yetiniyoruz. Peygamberin (s.a.a.)annesi,Beni Zühre kabilesinin büyüğü Veheb,in kızı Âmine ,dır.Veheb de Abdumenaf b.Zühre b.Kilabin oğludur.
20--) Adnan :
Adnan Arab'ın babası diye anılırdı. Tihame, Necd, Hicaz ve Irak dolaylarında yaşamıştır. Bu boya Arab-ı Maadi, Arab-i şimali ( Kuzey Arapları ) ve İsmailliyan denilmiştir.
Adnan'ın geçmişi Hz. İbrahim ( a.s. ) ve Hz. İsmail ( a.s.)'a ulaşmaktadır. Adnan'ın iki oğlu vardı. Maad'e ve Akke bini Gafik sulalesi Adnan'dan türemiştir.
19--) Maad İbn-i Adnan :
Annesi Curhum kabilesindedir. On tane oğlu vardı. Kunyesi Ebu Kuzaa'dır. Maadd'e Puhtu Nasr ile savaştı ve Maadde yenildi, çocukları ile birlikte Yemen'e gitti. Orada vefat etmiştir.
İbn-i İshakın yazdığına göre çocuklarının ismi, Nizar, Kuzahe'e, Kanan ve İyad'dır.
18--) Nizar İbn-i Maadde :
Kardeşlerinin içinde en cesur ve gözü açık olanıydı. Babasının yerine geçti. Mekke'de yaşadı, dört oğlu vardır. Muzar, Rabia, Ammar, ve İyad'dır.
Bu kabile iki taifeye bölünmüştür ; Gaşam ve Beecile dir. Reisleri Ammar'dır.
Muzar ve İyad'ın anneleri Sevda'dır. Sevda ise Akke İbn-i Adnan'ın kızıdır. Rabia ve Ammar'ın anneleri ise Cuma'dır. Cuma aynı zamanda Sevda'nın bacısıdır. Bu iki taife büyük kabile ;Rabia ve Muzar adlarından ortaya çıkmıştır. Kurucusu Nizar'dır.
17--) Muzar İbn-i Nizar :
Muzar İbn-i Nizar, Curhum kabilesinden bir kız ile evlenmiştir. İlyas ve Aylan adında iki oğlu olmuştur. Kendisi çok bilgin, dindar, cömert ve hayırseverdi. Oğullarına ve dostlarına başkaları ile iyi geçinmeleri için tavsiyeler de bulunurdu.
Beni Zubyan, Beni Hilal ve Beni sakkife kabileri Muzar İbn-i Nizar'dan gelmektedir.
Hz. Peygamber ( s. ) ve İmam Ali (a.s. ) efendilerimizden şöyle bir rivayet vardır : "Muzar ve Rabia hakkında kötü söylentilerden kaçının Çünkü onlar Müslümanlardı."
16--) İlyas İbn-i Muzar :
İlyas, babasından sonra kabile başkanlığına geldi. Lakabı, Seyyidul Aşire'dir. ( Aşiretlerin seyyidi demektir.)
Mudrike, Tabiha ve Kamae adlarında üç oğlu vardı. Annesi, Leyla'dır. Handif'de denmiştir. Handif İmram İbn-i Elha İbn-i Kuzahe'nin kızıdır.
Handif ve Yakubi kabileleri İlyas'ın soyundan gelmektedir. İlyas geçirmiş olduğu "hiv " hastalığı sonunda vefat etmiştir.
Yakubi'nin yazdığına göre " Kamahe, Kuzaha kabilesine gider ve o kabileden bir kızla evlenir."
Kamahe'nin oğullarından Amr İbn-i Kuheyye Curhar kabilesie san vererek ;Mekke'nin hükümdarlığını ele geçirir ve ilk etapta putperestliği kabile arasından yayar. Allah Resulü Amr İbn-i Luhevve hakkında şöyle buyurur ;Hz. İbrahim ( a.s. )'ın dinini değiştirmeye çalışan ve putperestliği yayan ilk kimse Amr İbn-i Luheyye'dir. Amr İbn-i Luheyye İbrahim'i dinde ihtilaf çıkarmuştır. İbn-i Hişam'ın yazdığına göre bir adam Şam'da Amaliğa kabilesine giderek onlardan put ister. O kablede bu kişiye "Hubel"-i hediye edeler. "Hubel" adındaki putu Mekke'ye getiren kimsedir.
15--) Murik İbn-i İlyas :
Künyesi Ebul Huzeyl. Ebu Ğuzeyme'de denilmiştir.
Ğuzeyme'nin Huzeyl, Harise, Galip adlarında dört oğlu vardı. Huzeyl ve Abdullah Mudrik ibn-i İlyass'ın tanınmış sahabelerindendir.
14--) Huzeyme ibn-i Mudrik'e :
"Annesi Esed ibn-i Nizra'ın kızı Selma'aır."
İbn-i İshak'ın deyişiyine göre, annesi Kuzaa kabilesinden idi. Huzeyme, İbn-i Mudrikke, babasının ölümünden sonra Arap hükümdarlığını ele aldı. O'nun Esed, elede, kinane ve Hun adında dört oğlu vardı. Beni Esed ve Kare kabileleri yani Beni Hun İbn-i Huzeyme ve cahş ibn-i Kaib'in kızı Umul--muminin Zeynep ve kardeşleri Abdullah ve Ubeydullah, Abdulmuttalib kızı Umeyme'nin oğulları Ğuzeyme İbn-i Mudrik'e ile nisbetleri son bulur.
13--) Kinane İbn-i Huzeyme :
Onun sayısız faziletlere sahip olduğu nakledilmiştir. O, zaman Arapların ileri gelenlerindendi .
Künyesi ; Ebu Muzar'dar. Annesi, Sad İbn-i Kays İbn-i Muzar'ın Livaneh adında ki kızıdır. Nazr, Malik, Abdumenaf, Milkan ve Hudal adında beş oğlu vardı. Beni Leyse ve Beni Amar kabileleri bu koldan gelmektedir.
12--) Nazr ibn-i Kinane :
Annesi, Yakub'un yazdığına göre Saveyd ibn-i Kıtrif'in kızıdır.
İbn-i İshak'ın Taberisinin ve diğer yazarların naklettiğine göre : Merreb ibn-i Utbe, İbn-i Tabeğa'nın kızı Berre'dir. Malik, Yağlut, Salt adlarında üç çocuğu vardı. Künyesi, Ebul Salt'tı.
Yakubi diyor ki : "Nazr İbn-i Kinane, Kureyş olarak adlandırılan ilk kızıdır. Hiç kimsenin malından, namusundan ve kimseye zararı olmadığından dolayı"Takarruş, Şevkatli ve yardımsever olduğundan dolayı ; Kureşy denmiştir. Bazı rivayetlerde ticaretle uğraştığı nakledilmiştir. Annesinin dediğine göre ; Küçük Kureyş Deryada ki bir canavarın ismidir.
"Nazr İbn-i Kinan'dan olmayan hiç kimseye Kureyşli denilemez. Başka bir rivayete, Kureyş dağılan bir sevin toplanması anlamına, gelmektedir. Takarroş'da toplanmak hazırlanmak anlamındandır."
Not : Salt'ın çocukları Ğuzee kabilesinden gelmektedir. İslam şairlerinden olan Kuseyre ibn-i Abdurrahman Ğuzayi ve Beni Maleyhe ibn-i Amr Ğuzay'i, Salt ibn-i Nizar'a nisbet verilmiştir.
Kuseyr Uzza Hicri 105 de vefat etmiştir. İmam Bakır ( a.s. ) o'nun cenaze törenine katılmiştir. Kaynak: Sirei ibn-i Hişam cilt, 1. sayfa 104.
11--) Malik İbn-i Nazr :
Annesi, Atike'dir. Advan ibn-i Amr ibn-i Kays ibn-i Aylanın kızıdır. Çocukları fehr ibn-i Malik'tir.
10--) Hehr ibn-i Malik :
Annesi, Cendele'dir. Haris İbn-i Muzaz. İbn-i Amru Curhumun kızıdır. Çocukları, Galip, Muharrip, Haris ve Esed'dir. Kızı ise Cendele'dir.
Ebu Ubeyde, Cerrah, Amr İbn-i Adullah İbn-i Cerrah, Zabbet İbn-i Haris İbn-i Fehr ibn-i Malik'in soyundan gelmektedir.
Zohak İbn-i Kays'ın soyu Şeyba İbn-i Muharrib ibn-i Fehr'e dayanmaktadır. Beni Haris ibn-i Fehr ve Beni Muharrib İbn-i Fehr olmak üzere iki kabileye bölünmüştür. Bazıları fehr İbn-i Malik'in lakabının Kureyş olduğunu yazmışlardır. Bazı rivayetlere göre de Kureyş isim. Fehr ise lakab olarak yazılmıştır.
9--) Galip İbn-i Fehr :
Babası Fehr'dir. Annesi, Leyla ( Saad İbn-i Huzeyl'in kızı ) dır. Çocukları, Teymel Edrem ( Beni Edrem İbn-i Galip ) olarak tanınmıştır.
8--) Luey ibn-i Galip :
Babası Galip'tir. Annesi, Selma ( Kaab, ibn-i Aruğuza'nın kızı ) dır. Çocukları Kaab, Amir, Same, Avf, Ğuzeyme'dir.
Bu kabile iki taifeye ayrılmıştır. Taifeye Beni Amr İbn-i Lueyye ve Kaab İbn-i Lueyye kabileri'dir.
7--) Kaab İbn-i Lueyye :
Babası, Kueyye'dir. Annesi, Maviyeh ( Kaab İbn-i Kays İbn-i Cers'in kızı ) dır. Çocukları Marreh, Adiyye, Huseys'dir. Künyesi, Ebu Huseys'dir.
Kaab kardeşlerinin içinde olgun ve cesur idi. O güne kadar Arubeh olarak tanınan "Cuma" kelimesini ilk olarak kullanna kişidir. Arap günlerinde "Arubeh" olarak tanınan güne "Cuma" ismini ilk olarak veren bu adam olmuştur. Ve o gün hutbesinde Peygamber ( s.a.v. ) Efendimizin geleceğini müjdelemiştir. Allah'a şöyle dua etmiştir. "Allah'ım Peygamber'inin ( Hz. Muhammed ) ( s.a.v. ) ashabının ve akrabalarının onu yanlız bıraktığında ben yanında ,o Hazrete hizmet etme şerifina erseydim.
Kureyş kabilesi onun vefat gününü tarihlerinin başlangıcı saymışlardır. Bu durum ta fil vakasına kadar devam etmıştır.
6--) Marreh İbn-i Kaab :
Babası Kaab'dır. Annesi, vahşiye ( Şeyban İbn-i Muharreb İbn-i Fehr İbn-i Malik İbn-i Nazr'ın kızı )'dır. Çocukları, Klab Teym, Yekaze'dır. Künyesi, Ebu Yekaze'dır.
Merreh İbn-i Kaab iki taifeye ayrılmıştır. Beni Mazum : Umulmü'minin, ümmü seleme, Halid b. Velid, Ebu Cehl, Amr İbn-i Hişam, İbn-i Muğiyre'ye kadar uzanmaktadır. Beni Teym İbn-i Marreh'ye kadar uzanmaktadır.
5--) Klab İbn-i Marreh :
Babası Morre'dır. Annesi, Hind ( sureyra İbn-i saleb İbn-i haris İbn-i Fehr İbn-iMalik İbn-i Nazr İbn-i Kinane İbn-i Kuzeyme'nin kızı'dır. ) Çocukları, Kussa İbn-i Klab, Zahre İbn-i Klab'dır. Künyesi : Ebu Zahre ve Klab'dır.
Klab İbn-i Marre babasından sonra kabilesinin başına geçer ve kabilesi arasında sevilen bir kişi haline gelir. Annesi Arap aylarının haram ve helâl olanlarını belirtir haccın sorumlusu idi. Annesi bu görevden dolayı Nişa ve Klamis olarak adlandırılmıştır. "Allah Resulü" Klab'ın iki çocuğu için şöyle buyurmaktadır : "Kussa ve Zahre kureyş'in sultanlarıdır."
Beni Zohre'nin silsilesi : Amine ( Vehb İbn-i Abdimenaf İbn-i Zahre'nin kızı )'dır. "Allah Resulünün" annesi ve Sad İbn-i Ebu Vakkas, Malik İbn-i Eheyb, İbn-i Abdimenaf Zohre, teyzeleri Amine'nin kardeşinin çocuklarından olup Haşim İbn-i Utbe İbn-i Vakkas Mirkal Sad'ın kardeşinin çocuklarındandır.
Emir-el mü'min İmam Ali ( a.s. )'ın Ashablarından olan Abdurrahman ibn-i Afızohre'ye kadar dayanmaktadır.
4--) Kussa İbn-i Klab :
Babası Klab'dır. Annesi, Fatıma ( Sad ibn-i sayel'ın kızı )'dır. Çocukları Abdımenaf, Abdidar, Abdil uzza ve Abdi Kussa'dır. İki tanede kızı vardır. Künyesi, Ebul Muğeyre, Zeyd. Ve Mucemi denmiştir.
Kussa Huzça'nın elinden "Mekke'nin ve Kâbe'nin " sorumluluğunu üzerine almıştır. Kussa işlerini o kadar titizlikle yapmıştır ki O'nun ölümünden sonra Kureyş kabilesi o'nun koyduğu kurallara uymanın vacib olduğunu ilan etmiştir. Bu kanunlara ölümünden sonrada uymuşlardır.
Kureyş kabilesini diğer kabileler arasında seçkin bir hale getirmiş, bazı dere ve tepelerde kaleler yaptırmıştır. "Mekke " Vadisinde Kureyş kabilesinden olanlara yer vermiştir. Kabileyi bir çatı altında toplayan ilk kişidir. Kussa "Mekke'ye " gelen hacıların Kureyş kabilesi tarafından ağırlanmasını bu kabile'ye farz kılmıştır.
Beni Abdil Uzza : Umul Mü'minin Hz. Hatice, Huveylid'in kızı'dır. Zubeyr İbn-i Avvam İbn-i Huveylid ve Varaka İbn-i Nevfel Abdul Uzza İbn-i Kussa'ya kadar uzanmaktadır.
3-- ) Abdimenaf İbn-i Kussa :
Babası Kussa'dır. Annesi, Hubba ( Huleyli Huzayi'nin kızıdır. ) Çocukları, Haşim Abdi Şems, Muttalib, Nevfel, Ebu Emr'dır. Altı tane de kızı vardır. Künyesi, Ebu Abdi Şems, Muğeyre ve Kamerul Betha denilmiştir.
Kabilesi'nin kolları : Ubeyde İbn-i Haris ( Bedir savaşında şehid olmuştur. ) Muhammed İbn-i İdris Şafii ve Muttalib İbn-i Abdimenaf'a kadar uzamaktadır.
Beni Ummeye, Abdi Şemse kadar uzamaktadır. Kussa öldükten sonra Hacun denilen yerde defn edilmiştir. Abdimenaf İbn-i Kussa onun yerine geçmiştir.
2--) Haşim İbn-i Abdimenaf :
Babası Abdimenaf'tır. Atike ( Marret İbn-i Hilal İbn-i Falc'ın kızı )'dır. Çocukları, Abdulmuttalib, Esed, Ebuseyfe, Nazle ve beş tane kızı vardır. Künyesi Haşim Kaner Zadirrakib idi. Babasının ölümünden sonra kabilesinin başına geçmiştir.
Allah'ın Resulü şöyle buyurmaktadır" :
"Ben Atike'nin çocuğuyum"
Haşim hac mevsiminde kendi kabilesinden, hacılara iyi davranılmasını, onlara yemek ve yatacak yerlerin hazırlamasında yardımcı olmaları emr etmiştir. Yaptıları bu işin sevabını Allah'tan alacaklarını belirtmiştir.
Haşim, Mekke, Mına, Arafat ve Meşare'de hacılara su ve yemek verir, develerinin yeminin hazırlanmasıda yardım ederdi. Haşim ticaretle de uğraşırdı. Beni Haşim, Haşim İbn-i Haşim'im kızı'dır. Haşim Şam'a yaptıkları bir seferde Kozze yakınlarında vefat etmiştir.
1-- ) Abdulmuttalib İbn-i Haşim :
Babası Haşim'dir. Annesi, Selma Amr İbn-i Zeyd İbn-i Nubeyd İbn-i Lubeyd.... ibn-i Hazrec'in kızı'dır. Çocukları, Abbas, Hamza, Abdullah, Ebutalib, Abdimenaf, Zubeyr, Haris, Hacı, Mukavvem, Ebuleheb, ve Kuşem'dir. Altı tane de kız çocuğu vardır. Künyesi : Abdulmuttalib, Ebul Haris. Ünvanı, Şeybetil, Hamd Amr'dır. Silsilesi, Ondört Masum'a ulaşmaktadır.
Abdulmuttalib zamanında Mekke, bazı hücumlara karşı karşıya kalmıştır. Onlardan en önemlsi ; Habeşinin emriyle hazırlayan Ebrehe ordusu'dur. Ebrehe Ordusu, Mekke'ye yakınlaştığında Mekke'liler dağlara sığındılar, fakat Abdulmuttalib Mekke'de kaldı. Allah'a dua etmekle meşgul oldu. Allah tarafından gönderilen Ebabil kuşları, Ebrehe Ordusunu hel'ak ettiler. Mekke'liler bu olaydan sonra dağlardan Mekke'ye döndüler.
Abdulmuttalib'in cesaret ve büyüklüğünü tastik etmek için İbrahim ( a.s. ) lakabını taktılar.
Rebiulevvel ayının onunda yani Amulfil'in sekizinci yılında Abdulmuttalib vefat etmiştir. Peygamber Efendimiz o sıralarda sekız yaşındaydı.
Abdulmuttalib'in kabri Hacun'dur. Ebultalib'in kabristanı olarak tanınmıştır.
İbn-i Esir şöyle yazmaktadır :"Abdulmuttalib Hira dağında itikaf yapan ilk kimsedir."
İtikaf :İnsanın Ramazan ayında mescid yada başka bir yerde üç gün oruç tutup ibadet etmesine denir. İtikaf'ta zariri ihtiyaçlar dışında yerinden ayrılmaması şartı vardır.
"Neden Adnan'a kadar ?
Hz. Peygamber buyurmatadır : "Soyumu Hz. Adnana'a kadar araştırın, Ondan ötsini araştırmayın" İşte görüldüğü gibi Tertemiz ve Masum Olan Ehl-i beyt'in seceresi işte budur. Hz. Peygamber'in seceresini araştırıken ondan İmam Ali ( a.s. )mınıda ayırmak Kur'ân'a ihanet olur. O'nun içindir ki Resuli Ekrem ( s.a.v. )'mın ve imam Ali ( a.s. ) soyuları hem temiz ve hemde soyu pak ve hanif'tir.
Onlar asla ve asla put'a tapmadılar Daima hak dini yani ( Allah'ın devletinin kanunlarını yerine getirmek için canlarını ve evlatlarınında o kanunlar çerçevesinde olmalarını miras bıraktırlar.
Hz.Muhammed, doğumuna geçmedn önce Astronumi belgelerle değil gerçek yönleriyle detaylı ve geniş kapsamlı aktuel bir çalışmayla bir tarıh gerçeğinı sunmak istiyorum.Çünku gelecek zaman birimi içinde uygulanacak iki felsefe ve idolojinin en önemlerınden biri olarak kendi yeri ve değerini kuruyacaktır.Tarih gelişimi içerisinde her zaman üstun bir Hukukla adaletliğini başarılığıyle işpaklamiştır. Hz.Muhammed,de dayalı Vahyi,in pıratik yönü kendi vefatlarından sonra tekrar emevi saltanatı idareciğiline geçmesiyle beraber yine cailiye devrine geçmesiyle günümüze kadar intikilap etmiştır.Aslı gereği gerçek yönü ile elle alırsak Hz.Muhammed, Kurana,da Vahiye dayanarak Maide suresinin (67)
ayeti hükmunce Kendisinden İslam reberi ve RESULULLAH,ın makamına
(İMAM ALİ a.s.)mı getirmiştır.Allahu Tala şöyle buyurmaktadır.Ey peygamber, bildir,- sana rabbinden indirilen emri ve eğer bu tebliği ifâ etmezsen onun elçiliğini yapmamış olursun ve Allah, seni insanlardan korur. Şüphe yok ki Allah, kafir olan kavme ,doğru yola gitmek husunda başarı vermez. Peygamber ( s.a.v. ) Zilhicce ayının 18 inde yanındaki cemaâtle CUHFE'nin yakınlığında bulunan Gair'i Hum adlı yere vardılar. Burada Cebrail, Hz. Peygamber-i Ekrem'e nâzil olarak Hz. Ali'nin önderlik ve yönetimine ait, Mâide Süresinin 67. ayetini getirdi ve bu âyetin İslâm ümmet'ine tebliğine Allah tarafından O'nu me'mur kıldı. O gün çok sıcak bir gündü; buna rağmen Hazreti Muhammed ( s.a.v. ) kafilenin durmasını emretti; böylelikle geride kalanlar eriştiler, ileri gidenler de geri döndüler ve öğle namazı yüz yirmi bin kişi ile birlikte namaz kılındı: Namazdan sonra deve cıhazlarından kurulu yüksek bir minbere çıkarak, Allah'u Teâlâ'ya hamd ve sena ettikten ve halktan risaletinin tebliğine ait şehâdet aldıktan sonra şöyle buyurdular:
"Ömrümün sonu geldiğini Allah bana haber verdi; az bir zaman sonra Allah'ın emrine icâbet edeceğim... Ölümümden sonra, aranızda bırakacağım pahâ biçilmez iki emaneti bakayim nasıl dikkatle koruyacaksınız ?
Hazır bulunanlardan biri yüksek sesle dedi ki; "Bırakacağınız o iki kıymetli emanet nelerdir yâ Resulullah ?"
Resül'i Ekrem ( s.a.v. ) buyurdular ki: "Allah'ın" kitabı ve itretim "Ehl-i beyt'im" ki, bunlar birbirinden hiç bir zaman ayrılmazlar; tâ ki Kevser havuzunun yanında bana gelirler. Hiçbir zaman bu iki emanet'e tecâvüz etmeyin, her ikisine tâbi' olun ve bu hususta sakın kusur etmeyin, ettiğiniz takdirde mahf olursunuz. Yazan: imam DİKMEN
Yazan: İmam Dikmen
cumagünü, 14.12.2007 01:33
Kuran ve Ehl-i Beyt arast. 4
Hz MUHAMMED’İN SİYARI
Nüşirevan’ın hükümdar olduğu çağda, Arabistan ülkesi, bilgisizlik içinde yüzüyordu. Ahlak bozulmuştu, insanlar müthış bir sefalete dalmişlardı. Halk, lât ve uzza gibi bir takim Tagutu güçlere ve Putlara tapıyorlardı. Bunlardan en büyükleri kureyş ve Emevilerdi.
Kuran ve Ehl-ibeyt Çalışmamızı hazırlarken geniş kapsamlı biraraştırmayı zorunlu görduk. Hz.Muhammedın, ve Ehl-ibeyt’i KuranTesviri ve İslam tarihi’ni şeriat kanunlarını Hukuk ve Anayasının tezinı ve tarihıni hazırlarken yaralandığımız kaynaklar şunlardır.
1. El Mizan Fi tefsiri il Kurân. Allame Tabatabai.
2. Fahruddın Er'razi tevsiri.
3. Fi zilâl il Kurân. Seyit kutub.
4. Hak Dini Kurân dili. Elmalı.
5. Et tevsirül hadıs.
6. El –Câmiu li Ahkami’l-Kurân. İmam Kurtubi.
7. İslam,da inanç ve ibadet.Ansiklopedisi.
8. Kutubi şite. Hadıs kulliyatı.
9. Sosyal bilimler Ansıklopedisi.
10. İslam Tarihi Pr.Dr.H.İbrahim Hasan.
11. İslam Tarihi İbnü’l Esir
12. Divane Kebir. Mevlana.
13. Sahih-i Buhari ve Tercübesi.Mehmet Sofu oğlu.
14. İslam Ansıklopedisi.Diyanetin hazırlamış olduğu.
15. İslam Ansıklopedisı.Milli eğitimin hazırladığı.
16. Türk Ansıklopedisı.Milli eğtimin hazırladığı.
17. Satve tüt tevsiri.Tevsirlerin özü.
18. Bidayetü’l-Müctehid.İbn Rüşd.
19. Dünya ve İslam.
20. Büyük Larousse.Ansıklopedi.
21. Ehl-i beyt Mesajı.
22. Tesviri Taberi.Ebu Cafer Muhammed Bin cerir’üt-Taberi.
23. Tarihi Taberi. Ebu Cafer Muhammed Bin cerir’üt-Taberi.
24. Milletler ve Hükümdarlar Tarihi. Taberi.
25. Türk Edebiyatı Tarihi.Milli Eğitim Baskıs.
26. Sanat Ansiklopedisi. Milli Eğitim.Baskısı.
27. Peygamberler Tarihi.M.Asım Köksal.
28. Beddüzzü zaman.Sad'di Nursu.Külliyatı.
29. İslami Araştırmalar.Dergiler.
30. İslam ve Dünya.Dergiler.
31. Türkiye Günlüğü.Dergiler.
32. Bilgi ve Hikmet.Dergiler.
33. Ehl-ibeyt Mesajı. Dergiler.
34. Hazret-i Emir.Ali İbn-i Ebu Talib. Nehc'ül-Belaga.
35. Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı.Şeyh Abdurraman El-Ceiri.
36. Kurân'a Göre Hz.Muhammed'in Hayatı.İzzet Derveze.
37. Sosyal Bilimler Ansiklopedi.Risale yayınları.
38. Mukayeseli İslam Hukuku ve Beşeri Hukuk.Abdulkadir Udeh.
39. İslâm'ın Serüveni.M.G.S. Hodgson.
40. İslami Ekonomi Sistemi.Muhammed Bakır Es-Sadr.
41. Hz.Peygamber'in Yönetimi.Kett'ani.
42. El-Muvâfkât.Şâttibi.
Bu kaynaklarımızdam daha başka binlerce kitab, sayısızca dergiler üzerinde tartışılıp konuşulan ve yazılan makaleler. Günümüze kadar gelmiş yönetme şeklinden yasalar kanunlar, Katliamlar ve bunlarla gerçekleşmiş belgeleri sizlere sergiliyeceğiz.
Bundanda anlaşılacağı gibi bilinçli detaylı bir çalışmanin gerekliliğini zorunlu görülecek. Aynı zamanda´da Dünyadanda aktüel hukuk gereksimeleriyle gündem konulariyla ele alacğiz. Kur’an ve Ehl-i beyt in bugün yaşayişimıza cevap verip vermediğini anlamiş olacağiz. Şimdi Hz Muhammed’in doğumunu belgeleri ile simgeleyeceğiz. 1.ci belgemiz Ehl-i beyt Mesajın daİmamlarımızdan nakledilmiştır. Bu bir gerçektir tarihi kimlik belgesidir:
PEYGAMBERİN DOĞUM TARİHİ.
Hz.MUHAMMED'IN (s.a.v ) KİMLİĞİ:
ADI : MUHAMMED.
LAKABI :EMİN.
KÜNYESİ : EBÛ-L KASIM.
BABA ADI :ABDULLAH.
ANA ADI : AMİNE.
DOĞUM YERİ : MEKKE.
DOĞUM TARİHİ : FİL Olayından iki ay sonra.
ÖMRÜ : 63 YIL.
VEFAT YILI : HİCRETİN 11. YI
TÜRBESİ ve KABRI : MEDİNE.
Hz. Muhammed ( s.a.v. ) ortaya yakın uzun boylu, büyücek başlı, değirmen yüzü, omuzlarının arası geniş, kemikleri iri ve kalın, parmakları ince ve uzun, göğüsleriyle karınları aynı hizada, ayaklarının altı çukurdu. Zayif olmadıkları gibi şişman da değillerdi. Ellerinin ayaları genişti; bilekleri kalın ve güçlüydü. Alınları açık, gözleri iri, sıyahları gaayet siyah, beyazları gaayet beyazdı, beyazlarında hafif bir pembelik vardı. Bunların uzun, mevzun ve kemerliydi. Kaşları siyah, kavisli ve uzundu; araları birbirine yakın, fakat açıktı. Renkleri pembe beyazdı. Ağızları büyücek, dişleri bembeyaz, araları seyrekti. Kirpikleri sık sık, sıyah, ince ve uzundu. Kaşlarının arasındaki damar, hiddet ânında görünürdü. Dudakları kalın, saçları siyah ve dalgalıydı. Saçları uzattıkları zaman, kulak memeleri geçerdi. Bıyıklarını, üst dudaklarının beyazlığı görünecek kadar keserlerdi; Sakallarının bir tutamdan fazlasını da alırlardı. Vefatlarında, saçlarında, sakallarında yirmiye yakın beyaz vardı. Altmış üç yaşlarında vefât etmişlerdir.
Duyguları pek kuvvetliydi; hareketleri aşırı değildi. Yürürlerken acele etmezlerdi, fakat hızlı yürürlerdi. Bir tarafa dönerlerken bütün vücutlarıyla dönerlerdi. Sözleri kesin, fakat mülâyimdi. Anlaşılması için sözlerini üç kere tekrarladıkları olurdu. Kimseye kötü söz söylememişlerdi, sert muamele etmemişlerdi. Bir yere izin almadan içeriye girmezlerdi, girerken önce selâm verirlerdi. Çocukları severler, yetimlerin başlarını okşarlardı; gönüllerini alırlardı. Biriyle musâfaha ettikleri zaman, o, ellerini çekmedikçe ellerini çekmezlerdi.
Peygamber-i Ekrem (s.a.v.) meşhur göruşe göre ‘’Fil yıllında, yani biseten kırk yıl önce Mekke’de dünya’ya geldi. Şia ve diğer bazı sünni mezheplerin kaynakları görüşüne göre, Resulullah (s.a.v.) rebiülevvel ayının on yedisinde dünyaya gelmiştır. Bu görüş meşhurdur. Kuleyni’nin de benimsediği diğer görüşe göre ise,Resulullah(s.a.v.) rebiülevvel ayının on iki’sinde dünyaya gelmiştır’’.
Taberiye Kuleyni, Resulullahın doğumunun cuma gününde olduğunu vurgularken İmamiye’nin diğer alimleri, Resulullah’ın pazartesi günü doğduğunu kanaatindeler. Peygamberin annesinin,’’teşrik’’ günlerinde, yani zilhiccenin on bir, oniki ve onüçüncü günlerinde Hz. Peygamber’e hamile kaldığıda rivayet edilmiştır. Ama bu söz doğru değildır. Çünkü buna göre, hamilelik süresinin üç, veya on beş ay olması gerekir. Zira Zilhicce ayı ile ardında gelen rebiülevvel ayı arasında üç ay, bir sonrakirebiyülevvel ayı arasında da on beş ay fasıla bir zaman vardır. Bu da olacak şey değildır. Çünkü İmamiye’ ye göre hamilelik süresi,en az altı ay, en çokta dokuz aydır. Bu gerçek bilim ve tip tekniğiylede ispaklamiştır. Tarih kaynakları. Tarih’ul-Hamis. c.1,s.195.Usul-ü Kâfi, c.1,s.364. usul-ü Kâfi,c.1,s.365;Tarih’ul-Hamis , c.1, s.169.ncü nesi cahiliye Araplarının haram ayları ileriye ve geri almalarına denir.
Bazıları bunun, cahiliye Araplarının geleneği olan nesi’ esasına göre hesaplandığını ileri surmüşlerdır.Yani o sırada haram ayların gerçek haram aylardan dört ay sonra olduğunu söylemişlerdir. Eğer mezkur rivayetin senedinin asıl yani gerçek olduğunu kabul edersek, verilen bu cevabı doğruluğu, mezkur rivayetin nesi’ ayları esasına söylemiş olduğunu ispat etmek gerekir. ÇünküMasum İmamları’ın cahiliye döneminde âdet olan nesi’ ayları esasına göre bir söz buyurdukları asla görülmemiştır. Yazan: imam DİKMEN
Yazan: İmam Dikmen
pazarertesi, 07.01.2008 10:00
Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. 5 bölüm
ÖNEMLİ BİR NOKTA.
Merhum irbili, Peygamber(s.a.v.)’in doğum tarihi hakındaki ihtilafa değindikten sonra öyle diyor :
Peygamber (s.a.v.)’in doğumu hakkındaki itilaflar normaldır. Çünkü o dönemin Arapların, hz. Peygamber ve O’nun geleceğiyle ilgili bir bilgileri yoktu ve okuma yazma oranları çok azdı veya yok gibiydi. Kendilerinin ve kendi evlatların doğumlarını yazmıyorlardı. Ama Resulullah (s.a.v.)in vefat tarihinde itilaf edilmesi şaşırtıcıdır. Elbette ezan ve kametin niteliğindeki itilafı görünce buna’da şaşırmamak gerekır. Ezan konumunda’da detaylı ve geniş bilgi verilecektır. Kaldı ki, Hz. Peygamber’in vefat tarıhi konusunda itilaf etmek için hiç bir gerekçede yoktu.Resulullahın vefatlarındaki itilaflarıda geniş kapsamlı belgelerle ispatliyacağiz.
Merhum İrbili’nin sözü net ve açıktır. O şöyle demek istiyor :
Resulullah (s.a.a.)’in Doğum tarihindeki ihtilafların bazı yorumları olabilir, ama Resulullah’ın vefat tarihi hakkındaki itilaflar gerçekten de şaşırtıcıdır.Çünkü Müslümanlar, onun bir kurtuluş meleği ve kendileri için karanliklardan nura, ölümden hayata giden yolda kılavuzluk eden yüce bir şahsiyet olduğunu çok iyi biliyorlardı. Bu tarihin ve gerçeklerin ört bas etmeleri ve gizlemeleri,ve unutturmaları veya değıştırmeleri gerektirecek bir sebebleri olmadığı kendilerine bir kazanç da sağlamiyacaktı. Ayrıcada kendileri içinde siyası veya Kabilevi bir menfuat sebebleride ortada yoktu.
Bundan da şaşırtıcı olan, Müslümanların Resulullah(s.a.a.)in zamanında yıllarca tekrarladıkları amellerde itilaf etmiş olmalarıdır. Hatta günde beş defa Resulullah’la birlikte aldıkları abdest, kıldıkları namaz hakkında dahi ihtilaf ettiklerini görmekteyiz. Farz edelim ki, bunu da, bazılarının dediği gibi, Müslümanların, Resulullah(s.a.a.)in sakalının hareket etmesinden onun, öğle ve ikindi namazlarında Hamd ve sure okumakla meşkul olduğunu anladıkları, yani Peygamber’in namazda ne okuduğuna ne söylediğine dikkat etmedikleri şeklinde, geçiştirdik, peki onların daima duydukları ezan hakkındaki ihtilaflarına ne diye biliriz?!Keşf’ül-Gumme,c1,s.15.
Sahih-iBuhari,c.1,s.90;Müsned-iAhmet,c.5,s.109-112;Sünen-iBeyhaki,c.2,s.37-54.(Buhari ve Müslim’den nakletmektedir.
Bu durumu göz önünde bulundurduğumuzda, ashabın ara sıra ihtiyaç duyulan meseleler hakkında ne derecede bilgi sahibi oldukları ortaya çıkmıyormu?! Bu durumda ashabın sözleri ve amelleri, bazı fırkaların dediği gibi ‘’sünnet-i mazıye ‘’veya’’şeriat-i mutâ’’ olarak adlandırmak doğru olurmu?!
Durum bu iken ve bu kadar açık olan konular hakkında ihtilaf edildiğine göre "Peygamber, hidayete ihtiyaçları olmadığından ümmeti kendi başlarına bıraktı ve onlara bir önder tayin etmeden göçüp gitti." Diyen fırkaların sözlerını kabul etmek mümkünmü?!
Bu konuda, araştırmaya değer önemli bir konudur. Ama onun detayına inmek için ayrı bir başlık altında incelenmesı gerekmektedır.
ABDULLAH (a.s. )
Hz. Abdullâh b. Adülmuttalib
( Ö. 570 m.s .)
Hz. Peygamber (s.a.v.)'in babası .
Künyesi Ebü Kusem, Ebü Muhammed veya Ahmed'dir ( Belâzüri, Ensâbu'l- eşrâf, sayfa 91. ) Kaynaklara göre Sâsâni Hükümdarı Nüşirevân'ın saltanatının 24. yılında doğmuştur. Aynı tarihi ankleden ve Hz. Peygamber'in söz konusu saltanatın 42.nci yılında doğduğunu kabul eden Taberi ( Târih, 2. 154-155 ), eserinin başka bir yerinde de Nüşirevân'ın kırk yedi veya kırk sekiz yıl saltanat sürdüğünü belirttikten sonra, Abdullah'ın bu saltanatın 42.nci yılında doğduğunu söylemektedir. ( 2, 103 ). Bu durum onun veya müstensihlerin, yanlışlıkla, "vefat etti" yerine "doğdu" ifadesini kullanmalarıyla açıklanabilir. Annesi Fâtıma bint Amr'dır . Bazı kaynaklarda doğumu ve gençliğiyle ilgili menkibevi hadiseler anlatılır. ( Diyârbekri, Târihu'l-hamiş,1, 182 )
Doğruluğu tartışma konusu olan bu tür rivayetler, müslümanların Hz. Peygamber'e ve onun soyuna olan sevgilerinin bir belirtisi kabul edilmelidir.
Babası Abdülmuttalib, Zemzem kuyusunu yeniden ortaya çıkarıp onarması sırasında Kureyş kabilesinin diğer eşrafı tarafından rencide edilmiş ve o tarihte Hâris'ten başka oğlu olmadığı için müdafaâsız kalmıştı. Bu sebeple on erkek çocuğa sahip olduğu takdirde birini kurban etmeyi adamıştı. Bu arzusu gerçekleştikten sonra gördüğü bir rüya üzerine nezrini hatırlamış kurban edilecek çocuğu belirtmek maksadıyla oğulları arasında kura çekmiş, kura o günkü oğullarının (veya aynı anadan doğanların) en küçüğü olan Abdullah ( a.s. )'a çıkmıştır. Abdülmuttalib, oğlu Abdullah'ı kurban etmeye kalkışınca kendi kızları, diğer bir rivayete göre ise Abdullah'ın dayıları veya Kureyş'in ileri gelenleri bu olaya şiddetli tepki göstermişler ve böylece bir şey yaptığı takdirde bunun kendisinden sonra kötü bir âdet haline gelebileceğini hatırlatmışlar. Ayrıca adak borcundan kurtulmak için Abdullah'in yerine deve kurban etmesinin daha uygun olacağını söylemişlerdir. Kaynakların çoğu bu çözümün Medine'li bir arrâfe (bk. ARRÂF) tarafından teklif edildiğini kaydeder. Abdülmuttalib, o günkü örfe göre diyet olarak kabul edilen on deve getirmiş, Abdullah ile develer arasında kura çektirmiş, fakat kura Abdullah'a çıkmış : deve sayısını onar, onar artırarak kuraya devam etmiş, sayı yüze ullaşınca kura develere çıkmıştır. Bunun üzerine yüz deveyi kurban ederek çok sevgiği oğlu Abdullah'ı kurtarmıştır.
Bazı yazarlar, Abdullah'ın kurban edilmesiyle ilgili bu meşhur rivayetin doğru olmadığına iddia etmişlerdirç Çünkü bu rivayet içinde Abdulah'ın babasının en küçük oğlu ifade edilmekte, halbuki Hamza ile Abbas ( a.s. )'ın ondan küçük olduğu bilinmektedir. ( bk. İ A, 1, 29 ). Ne var ki Abdullah hakkında bilgi veren bütün kaynaklar kurban hadiseinden bahsetmekte, Arap örfünde insan diyetiniz yüz deveye çıkışının bu hadiseyle başladığını , daha sonra İslâm hukukunun da bunu kabul ettiğini ifâde etmektedirler. Ayrıca Hz. Peygamber'in Arap ırkının atası olan Hz.İsmail (a.s.) ve kendi babasını kastederek,"Ben iki kurbanlığın oğluyum" dediği rivayet edilmektedir. Diğer bir rivayete göre ise bir bedevi Arap, Peygamber'e, "Ey iki kurbanlığın oğlu " diye hitap etmiş, o da bunu kabul mânasına gelen bir tebessümle karşılamıştır. Muhaddisler bu hadisin sahih olduğu kanaatindeler. ( bk. Hâkim, el- Müstedrek, 2. 559 ; Zürkâni, Şerhu'l-Mevâhib, 1. 97 vd. ;Aclüni- Keşfü'l-hafâ , 1. 230-231 ) Abdullah'ın babasının en küçük oğlu olmadığı rivayetine gelince, bu onun kurban edilmek istendiği sırada yaşayan kardeşlerinin en küçüğü olmasıyla çelişmez. Çünkü bazı kaynaklar Abdülmuttalib'in on üç oğlunun bulunduğunu kaydeder. Aslında Abdullah'ın kurban edileceği sırada " babasının en küçük oğlu olduğu " tarzında İbn-i İshak'tan gelen rivayet için Süheyli "gayrı mâruf " demekte ve tercih edilecek rivayetin "annesinin en küçük oğlu " tarzında olabileceğini söylemektedir.( bk. Er-Ravzü'l-ünüf, 2, 137. )
Abdullah'ın, arkadaşları arasında çok beğenilen yakışıklı bir genç olduğu rivayet edilmektedir. Yeryüzüde diğer gençlerden bulunmayan ve parlaklık vardı. Siyer müelifleri bunun daha sonra âmine'ye intikal eden "nübvvet nuru" olduğunu kabul ederler ( bu gerçekler hakkında bk. Âmine hatun ). Abdullahi varaka b. Nevfel'in kız kardeşi de dahil olmak üzere çeşitli kadınlardan aldığı evleme tekliflerini redetmiş, nihayet babasını teşebbüsü üzerine Vehb kızı Âmine hatunla ile evlenmiştir. Evliliğinin ilk üç günü âmine'nin evinde geçmiştir.
Evlendikten sonra çok yaşamadığı ve Hz. Peygamber'i yetim bırakarak öldüğü şüphesizdir. Biz belgelerimizde de belgelediğimiz gibi Hz. Peygamber'in babası Hz. Abdullah peygamber'in doğumundan önce'mi öldüğü veyahut onun doğumundan sonramı vefat ettiğini kesinlikle bilinmemektedir ki takriben Hz. Abdullah peygamber'in doğumundan en fazla 24. ay sonra vefat ettiğini kaydetmekteler. ( bk. Ed-Duhâ 93/6 ). Zaten Abdullah ile 'Amine'nin peygamber'den başka çocuklarıda olmadığı da bilinmektedir . Tercih edilen rivayete , ticaret maksadıyla yaptığı Şam ( Gazze ) seyehati dönüşünde hastalanmış ve Medine'de ( Yesrib ), babasının dayıları olan Adi b. Neccâr oğulları yanında bir kadar hasta yattıktan sonra vefat etmiş, orada Nâbiğa ( Zürkâni ve diğer bazı tarihçilere göre Tâbia ) adlı birine ait evin avlusuna defnedilmiştir. Mescid-i yani Meclisi Nebevi'nin hızasında yaklaşık 500. metre uzaklıkta bulunan ve kendisine ait olduğu kabul edilen kabir, mescid'in 1976 yılında genişletilmesi sırasında yıkılmıştır.Abdülmuutalib, oğlunun hastalığını haber alınca büyük oğlu Hâris'i Yesrib'e göndermiş, fakat Hâris şehre ulaşmadan Abdullah vefat etmiştir. Kaynaklar onun vefat tarihi ve yaşı hakkında oldukça farklı rivayetler kaydetmektedir. Bazılarına göre Hz. Peygamber'in dünya'ya gelişinden yedi ay önce, bazılarına göre de Peygamber yirmi sekiz aylıkken vefat etmiştir. Ancak özellikle ilk kaynaklar vefatın, Peygamber'in dünya ya gelişinden önce olduğu tarzındaki görüşü tercih ederler. Bun göre yaşının o sırada on sekiz civarında olması gerekir. Nitekim Hâfız Alâi, İbn Hacer ve Süyüti de bu kanaattedir. ( Zürkâni, Şerhu'l-Mevâhib, 1. 109 ).Bu rivayet, Taberi tarafından, Abdullah'ın ve Hz. Peygamber'in doğumu için Nüşirevân'ın saltanat yılları itibariyle verilen tarihlere de uygun düşmektedir.( bk. Târih, 2. 154-155 ).Gerçi F. Buhl. Abdullah'ın Peygamber'in doğumundan önce vefat ettiğini ifade eden rivayet için. "Tarih olmaktan çok şahşi bir görüşe dayanması muhtemeldir" demekte ve delil olarak da Taberi'den naklen Bahirâ'nın sözlerini göstermektedir :Babasının hâlâ yaşaması uygun düşmez". Halbu ki Taberi'de alan hadise F. Buhl tarafından ileriye sürülenihtimalin tamamen aksini ispat etmektedir. Çünkü orada kaydedildiğine göre rahip Bahirâ, Hz. Peygamber'in amcası Ebü Talib'e Peygamber'le olanyakınlığını sormuş ve oğulumdur " tarzında cevap alınca demiştir : "O senin oğlun olamaz, zira bu gençin babasının hâlâ yaşamakta olması uygun düşmez". Bunun üzerine Ebü Tâlib, "Kardeşimin oğludur" demiş, rahip de "Babası ne oldu ?" diye sorunca Ebü Talib şu cevabı vermiştir : "Muhammed'in annesi kendisine hamile iken babası ölmüştür" ( bk. Târih 2. 277--278 ).
İslam âlimlerinin çoğunluğu, oğlunun nübüvvetine yetişmeyen Abdullah'ın âhirete azap görmeyip kurtuluşa ereceği kanaâtindedirler ( FETRET ).
Kaynaklar :
İbn İshâk, es-Sire ( nşr. Muhammed Hamidullah ), Rabat--Konya 1401/ 1981,s. 10-21 ; İbn Hişam,es-Sire ( nşr. Mustafa es-Sekkâ v. Diğer ), Kahire 1375 / 1955, 1,108-109, 151- 158 ; İbn Sa'd,et-Tabakâtü'l- Kübrâ 8 nşr.. İhsan Abbas ), beyrut 1388 / 1968, 1. 64, 88-89, 92- 100; Belâzüri, Ensâbü'l-eşrâf ( nşr. Muhammed Hamidullah ), Kahire 1959,1. 91 ; Taberi Târih ( nşr, Muhammed Ebü'l-Falz ), Kahire 1960-70 Beyrut, st ( Dâru Süveydân ), 2, 103,154-155,165, 239-246, 277- 278; Mes'üdi, Mürücü'z- zeheb ( nşr. M. Muhyiddin Abdülhamid ). Kahire 1367 / 1948 Beyrut 1384-85 / 1964-65,2,280-281 ; Hâkim, el-Müstedrek, 2, 559 ; Süheyli, er-Ravzü'l-ünüf ( nşr. Abdurrahman el- Vekil ), Kahire 1387-90 / 1967-70, 2, 131-143 ;İbnü'l- Cevzi, Şıfatü's- safve ( nşr. Mahmut Fâhü-ri-Muhammed Kal'aci ), Haleb 1969-73 Beyrut 1399 / 1979,1, 47-48, 51 ; Diyârbekri, T3arihu'l-hamis, Kahire 1283 Beyrut, ts. ( Müessesetü Şa'bân ) , 1, 182-187 ; Zürkâni , Şerhu'l-Mevâib, Kahire 1329 Beyrut 1393 / 1973, 1. 91-110 ; Aclüni, Keşfü'l-hafâ ( nşr. Ahmed el- Kalâş ), Haleb ts. Mektebetü't- Türâsi'l- İslâmi ), 1, 230-231 ; M. Asım Köksal, İslâm Târihi, Mekke Devri, İstanbul 1987,1, 142-143 ; Kâmil Miras, "Abdullah b. Abdulmuttalib", İTA, 2, 240-243 ; F. Buhl, "Abdullah", İA,1, 29 ; W. Montgomery Watt, "abd Allâh b. Abd al- Muttalib", EL2 ( Fr. 9 1. 43-44 ; ( İdare, "Abdullâh b. Abdülmuttalib", ( IDMİ, 12, 796-798. Bu kaynaklar Türkiye diyanet vakfının basımından çıkarılan İslâm Ansiklopedisinden aynen alınmıştır. Elbette bizde bu belge ve kaynaklara karşılık değişik belge ve kaynakları vereceğiz. Anlaşılacağı gibi büyük bir ümmetin peygamber'inin babasının hakkında fazla bilginin olmayışının müslüman halkların cahil oluşundan ve gerçeklerinin ört baş edilmesinden kaynaklanmaktadır.
Hz. Abdullah'ın yesrib'de yani ( Medine’de ) Ölümü :
Abdullah evlenince artık hayatında yeni bir dönem açıldı. Âmine gibi bir eşe sahip olmakla hayatı daha da bir aydınlandı. Evlendikten bir müddet sonra ticaret için Mekke'den Şam'a giden kafileye o da katıldı. Kafile yola koyuldu ve yüzlerce kalbi kendisiyle birlikte götürdü. O vakit Âmine hamilelik dönemini geçiriyordu. Bir kaç ay sonra kafile geri döndü. Abdullah'ın yaşlı babası, oğlunu beklemekte, gelinin meraklı gözleri de kafile arasında Abdullah'ı aramaktaydı. Fakat Abdullah, onların arasında yoktu. Araştırdıktan sonra, dönerken Abdullah'ın Yesrib'de hastalandığını ve istirahat için akrabalarının yanında kaldığını öğrendiler. Bu haber, ikisinide çok üzdü ve gözleri yaşla ile doldu.
Abdulmuttalib büyük oğlu Haris'i Yesrib'e gidip Abdullah'ı getirmekle görevlendirdi. Haris Medine'ye girdiğinde Abdullah'ın ölüm haberini aldı. Kafile hareket ettikten bir ay sonra Abdullah, bu dünyadan gözlerini yummuştu.
Abdullah'tan geriye kalan 5 deve, bir koyun sürüsü ve "Ümmü Eymen" adında bir cariyeden ibaretti. Ümmü Eymen sonraları Peygamber'e bakıcılık yapmıştır. Kaynak : Tarih-i Taberi, c. 2 sayfa 7-8 ve Sire-i Halebi, c. 1 s. 59.
Abdullah'ın ölümü hakkında çok sayıda rivayetler bulunmaktadır ki, biz bu ayırımcı konularıda dile getirdik. Bizim burda inancımız Hz. Peygamber ( s.a.v. )'ın doğumundan sonra takriben 24 veya 28 ay sonra Hz. Abdullah Yesrib'de vefat etmiştir.
Yazan. İmam DİKMEN
Kuran ve Ehl-i Beyt arastirma 6
Hz. ÂMİNE ( a.s. ) PEYGAMBER'İN ANNESİ :
Âmine Bint Vehb
( Ö. 577 m.s. Doğumu ? )
Hz. Peygamber ( s.a.v. ) )'ın annesi hakkında elimizde yeteri kadar bilgi bulunmamaktadır. Sadece bazı yazarların ve Türkiye diyanet işlerinin bakanlığına bağlı islam ansiklopedisinin ve diğer tarihçilerin bizlere aktardıkları yetersiz bilgiden verilen belgelerden faydalanacağız. Aslında böyle mükades bir peygamber'in ailesi hakkında yeterli bilgilerin bulunmamasının nedeni Ömer b. Hattab'tır. Çünkü Hz. peygamber ( s.a.v. )'ın hakkındaki bilglerin ve onun hadislerinin yasaklanmasının nedenini anlamış değiliz. Biz müslümanlar olarak Hıristiyanlarla dalga geçip onların cenenm de olacaklarını söylüyoruz, fakat Hz. İsa ( a.s. ) ve annesi Hz. Meryem ananın hayatına baktığımız zaman aşırı derecede haklarında yeteri derecede bilgi ve belgenin olması insanların üzerinde bir mutluluk oluşturuyor. Bu olaylada biz müslümanlar utanç duymalıyız.
Babası Vehb b. Abdümenâf Kureyş kabilesinin Beni Zühre koluna, annesi berre bint Abdüluzzâ da aynı kabilenin beni Abdüddâr koluna mensuptur. İbn-i İshak'tan itibaren mutelif kaynaklar Vehb'in Beni Zühre'nin hatırı sayılır bir siması olduğunu, kızı Âmine'nin de yüksek bir mevkiye sahip bulunduğunu kaydederler. Bu tür rivayetlerin, Hz. Peygamber'in annesine karşı duyulan ve sevgi sebebiyle dahaicat edildiği ileriye sürülmüştür. Halbuki genel olarak Kureyş'in diğer Arap kabileleri yanında üstün bir yere sahip olduğu bilinmektedir. Ayrıca Abdülmuttalib gibi bir reisin, kabilenin en güzel olan oğlu Abdullah için bizzat isteyeceği kızın seçkin bir aileye mensup olmasını tabii görmelidir. Bundan dolayı Âmine'nin yüksek bir mevkiye sahip olduğunu belirten rivyetleri, "sonradan tarihi vâkıayı süsleyen efsanevi rivayetler" ( İ A,İ 406 ) olarak değerlendirmek isabetli değildir.
Âmine'nin doğun tarihi hakkında kaynklarda bilgi yoktur. Ancak onun genç yaşta evlevdiği şüphesizdir. Evlenmesi, Abdülmuttalib'in oğlunu da yanına alarak Âmine'yi babası Vehb'den ( veya vesayeti altında bulunduğu amcası Vüheyb'den ) istemesiyle gerçekleşmiştir. O zaman ki Arap töresine göre eşler evliliğin ilk üç gününde âmine 'nin evinde kalmışlardır. Ancak Abdullah evlilikten bir kaç ay sonra vefat etmiştir. ( Biz peygamber ( s.a.v. )'ın babasının vefat hakkında detaylı bilgi vermiştik. Peygamber'in babası onun doğumundan sonra veya doğumundan önce bir karar vermek yanlış olur kanısındayım. ) Bu durum da âmine 'nin kendi ailesinin yanında kalmış olması mutemeldir.
Siyer kitaplarının bir çoğunda yer alan rivayetlere göre yakışıklı bir genç olan Abdullah'ın alnında diğer gençlerde bulunmayan bir parlaklık mevcuttur. Asâleti, yakışıklığı ve alnındaki parlarlığı sebebiyle birçok hanımdan evlenme teklifi alan Abdullh, bunlara iltifat etmemiş ve âmine hatun ile evlenmiştir. Hz. Peygamber'in ana rahmine intikal etmesiyle Abdullah'ın alnındaki nur da ona intikal etmiştir. Delâilü'n -Nübüvvet* , mevlid ve benzeri eserlerde"nür-i Muhammed-i", nür-i nübüvvet " diye söz konusu edilen nur budur. Ayrıca kaynaklar, Hz. Peygamber'in ana rahmine intikalinden doğumuna kadar geçen süre içinde bazı fevkalâde olayların meydana geldiğini ve bunların bir kısmına Âmine'nin de şahit olduğunu ifade eden birçok rivayet kaydederler. Bu tür rivayetler eski müeliflerce ihtiyatla karşılandığı gibi ( bk. İbn-i Hişam, 1. 157--158 ) yeni araştırıcılar tarafından da tenkide tabi tutulmuş ve genellikle doğruluklarının sabit olmadığı kanaatine varılmıştır. ( bk. Abdurrahman el--Vekil, 2, 142 not : 1, 150 not : 3, 1173 not : 1 ; M. Halil Herrâs, 1. 113 not : 2. ) Hemen hemen ilgili bütün kaynaklarda yer alan ve sahih hadis olarak nakledilen bir rivayette, Hz. Peygamber kendisinin "hâtemü'n--nebiyyin" ( nebilerin sonuncusu ) olduğunu ifage ederken diğer bütün peygamberlerin anneleri gibi kendi annsinin de oğlu için bir rüya gördüğünden bahsetmektedir. Ahmed b. Hanbel'in el- Müsned'inde üç ayrı yerde geçen ( 4, 127, 128 ; %, 262 ) hadisin bir rivayeti ile Heysemi'nin kayddettiği bir rivayette ( 8, 223 ) sözü edilen rüyanın konusuna temas edilmemekte, fakat diğer rivayetlerde rüyada Dımaşk veya Busrâ'daki sarayları aydınlatacak şekild güçlü bir nur görüldüğü ifade edilmektedir. ( Burdanda anlaşılmaktadır ki Ömer b. Hattab'ın neden peygamber ( s.a.v. )'ın hakkında ki düşüncesinde hadislerin yasaklanmasının gerekçelerinde gerçeklerin bulunmasındandır ki Ömer b. Hattab kendi halifeliği zamanında çok sayıda kütüphaneleri de yakmıştır, bunlarında belgeleri mevcuttur. )Hadisin arzetttiğ bu farklı mutevadan hareket eden bazı araştırmacılar, hadiste rüyanın mahiyetinden bahseden kısmının metne sonradan ilave edildiğini ileri sürmüşlerdir. ( bk. M. Halil Herrâs, 1. 114. not: 5 ) Söz konusu kısım sahih rivayetin bir parçasını teşkil etse bile rüyaya dayalı bir olay olduğunundan bunun yadırganacak veya tenkitte tâbi tutulacak bir özelliği yoktur. Süleyman Çelebi'ye ait Vesiletü'n-necât'ta ve bugün kü şekliyle Mevlid'in vilâdet bahrinde de göze çarpan bu tür ifadeler, bütün müslümanların gönlünde en mütena mevkiyi işgal eden Hz. Muhammed'in etrafında hâlelenen sevginin tecellileri kabul edilmelidir.
Âmine doğumdan sonra çocuğunu bir süre yanında tutmuş, ardından da süt anneye vermişitr. Mutemelen dört yaşlarında onu tekrar yanına almış ve iki yıl daha onunla beraber yaşamıştır. Belâzüri'nin tercihine göre ( 1. 94. ) Hz. Peygamber altı yaşında iken Âmine, oğlu ve Ümmü Eymen adındaki câriyesile birlikte Medine'ye gitmek üzere yola çıkmıştır. Abdülmuttalib'in annesi dolayısıyla ailenin dayıları sayılanBeni Neccâr mensuplarının ve Abdullah'ın kabrini ziyaret etmekti. Ancak Âmine Medine'de bir ay kaldıktan sonra Mekke'ye dönerken çok genç yaşta Ebvâ'da ölmüştür. ( m.s. 576 veya 577 ) kaynakların büyük bir kısmı Âmine'nin Ebvâ'da öldüğünü belirttikleri halde bazıları onun Mekke'de vefat ettiğini zikreder. İbn-i Sa'd bu ikinci rivayeti kaydettikten sonra bunun yanlış olduğunu ilâve eder ve kabrinin Ebvâ'da bulunduğunu hatırlatır. ( 1., 116--117 ). Ayrıca Hz. Peygamber'in , hicretin altıncı yılında annesinin Ebvâ'da bulunan kabrini ziyaret ettiğini ve onun rikkat ve şefkattını hatırlayarak gözlerinin yaşardığı bilinmektedir. Diyârbekri, Âmine'nin Ebvâ'da ölüporada defnedildiğini, ancak daha sonra mezarının Mekke'yenakledilmiş olabiliceğini ileri sürerse ( 1. 238. )'de bu, tatminkâr görünmemektedir. Müslümanları için bir yüz karası olduğundan hiç şüphe yoktur ki Peygamberlerinin annesinin ve babalarının mezarlarının nerde bulunduğunun bilincinde değillerdir. Evliya Çelebi de Âmine'nin Ebvâ'da vefat edip defnedildiği, bazılarına göre ise burada vefat etmekle birlikte cenazesinin Mekke'ye nakledildiği rivayetlerini kaydettikten sonra, "sika-i ehl-i siyer"in, altıncı yılında peygamber tarafından Ebvâ'dan Medine'ye nakl-i kabir yapıldığını ve orada sütannesi Halime'nin kabrinin yanına konulduğunu naklettiklerini ve kabrin kendi zamanında ziyaret edildiğini söyler. Böyle mukades bir peygamber kalkıp müslüman ümmetine şefaât edecek, çok gülünç bir hikaye şekli'dir ne yazık ki bunlar gerçeklerdir. İnanmıyorsanız kaynaklara bakmakta yarar vardır. ( 9. 652 ). Ancak bu son rivayet ilgili kaynaklarda bulmak mümkün olmamıştır. Ayrıca Hz. Peygamber'in nakl-ı kabir yapma ihtimali de vârid görülmemektedir. Belâzüri'nin kaydettiğine göre ( 1. 95 ; krş. İ A 4. 103 ). Uhud Savaşı sırasında Kureyş ileri gelenlerinden bazıları Âmine'nin Ebvâ'daki mezarndan naşını çıkarıp götürmek ve HZ. Peygamber'e karşı kullanmak istemiş, fakat diğerleri buna rıza göstermemiştir. Bu rivayetin doğruluğunu ispat etmek mümkün olmadığı gibi böyle bir teşebbüsün gerçekleşme ihtimalı de zayıf görünmektedir.
Âmine Abdullah'ın vefatında sonra bir daha evlenmemiştir. Hz. Muhammed ( s.a.v. )'in den başka çocuğu olduğunu da bilinmemektedir. Onu, dini ( devleti ) sorumluluğu bulunmayan fetret * ehl-i statüsünde kabul edilmesi mümkün olduğu gibi Hz. Peygamber'in özel duasına mazhar olması ihtimali de mevcuttur. Başta Türkler olmak üzere bütün müslüman milletler tarafından Resül-i Ekrem'e karşı duyulan derin sevgi, ( nebiçim bir sevgiymişte emirlerine karşı gelmek soyunu katletmek onun hakkında ne kadar belge ve kaynak varsa yok etmek, onun hadislerini yakıp yıkmak gibi v.s. yasaklamak işte bunlara sevgi denirse tabii ?? ) onun zevcelerinin, kızlarının, sütannesi Halime ve annesi Âmine'nin ( türkçe şekliyle Emine ) adlarını yaşatmak şeklinde de kendini göstermiştir. ( Bunların hiç birinin gerçeklerle bağlantısı yoktur Bizat peygamber'in kızı Ömer b. Hattab tarafında şehid edilmiştirTorunları ise gerçeği ortadadır ki bunlarıda işleyeceğiz. Onun evletları olan aleviler her zaman katledilmekteler, ve sanki bunlardan kendilerinin haberleri yokmuş gibi de yalan söylemektende geri kalmadan müslüman halklarını kandıracaklarını sayarak böyle iftiralarıdan da geri kamamışlardır. ) Bu husus da Âmine'nin âhiret saâdeti için bir nevi dua ve niyaz kabul edilmektedir. ( Hz. Peygamber'in annesinin ve babasının âhiret hayatındaki durumlarına dair yazılan eserler için bk. FETRET ) :
Kaynaklar : Müsned, 4,127-128 ; 5, 262 ; İbn-i İshak,es Sire, sayfa 19-28 ; İbn-i Hişam, es-Sire 1. 110- 156- 168 ; İbn-i Sa'd, et-Tabakât, 1. 59-60-94-99-101-103-116-117 ; Belâzüri, Ensâb, 1. 79-81-91-95 ; Taberi Târih ( Ebü'l-Falz ) 2. 156-166 ; Beyhaki, Delâ'ilü'n-nübüvve ( nşr. Abdülmu'ti Kal'acı ) Beyrut 1405/ 1985, 1. 80-85-102-114-187-188 ; Süheyli. Er-Ravz'ül-ünül ( nşr. Abdurrahöan el- Vekil ), Kahire 1387-90/ 1967-70,2. 135-151-172-, 179-188 ; İbn-i Kesir es-Siretü'n-nebeviyye ( nşr. Mustafa Abdülvâhid ). Beyrut 1396/ 1976, 1,177, 180, 198- 208,211-229, 235 ; Nüveyri, Nihâyetü'l-ereb, Kahire 1923-85, 16, 56-72, 87 ; Heysemi, Mecma u'z-zevâ' id, Beyrut, ts. ( Dârü'l-Kitab ), 8, 223 ; Süleyman Çelebi, Vesiletü'n-necât ( Mevlid ) (nşr. Ahmed Ateş ) Ankara 1954, sayfa 103-104- 106-111 ; Süyüti, el-Haşâ işü'l-Kübrâ ( nşr. M. Halil Herrâs ), Kahire 1386-87 /1967,1, 99-107-113-132 ; Diyârbekri, Târihu'l-hamiş, 1, 183-186, 195-198, 200-204, 229-230, 238 ; Evliya Çelebi Seyahatnâme, 9, 652; Zürkâni, Şerhu'l-Mevâhib, Kahire 1329 Beyrut 1393/ 1973, 1,101-123, 163-166 ; Abdurrahman el-Vekil,er-Ravzu'l-ünüf ( Süheyli) Kahire 1387-90 / 1967-70, 2, 142 not : 1; 150 not : 3 ; 172-173 not :1 ; M. Halil Herrâs, el-Haşâ işü'l-Kübrâ ( Süyüti ) Kahire 1386-87 / 1967,1,113 not : 2 ; 114 not : 5 ; Fr. Buhl, "Âmine", İ A , 1, 406 ; a.mlf. "Ebvâ", b.e , 4, 103 ; W. Montgomery Watt, "al-Abwâ ",El-2 ( ing. ),1,169 ; a.mlf.. "Âmine", a.e., 1, 438.
Bize Gelen iki Kavilden Hangisi Sahihtir ?
Çalışmalarımızda ele alacağımız İslam Peygamber'inin ve genelde İslam devletinin rehberliğinin çoğununda doğum ve ölüm günlerinin kesin olarakta belli olmaması, gerçekten de çok üzücülüğün yanı sırada İslam tarihinden de inanılması zor olan İslam tarih'inden de çeşitli ayrıcalıkların bulunmasının nedeninin müslümanların öbür ilahi dinlerin mensubları kadar bilinçli olmamaları açısından çok ayıplanacak bir sevyededir. Bu yüzden de bayram ve yas günlerimizin ve İslam tarihin belirsizliği bir çoğu tarihi açıdan kesin değildir. Halbu ki araştırmacılar ve ilim adamları ve alimleri, İslam tarihinde vuku bulan olayları genellikle büyük bir özen titizliğiyle kaydetmişlerdir.
Acaba hangi nedenler onların bir çoğunun doğum ve ölümlerinin dakik olarakta kaydedilmemesine sebeb olmuştur ? Malum değildirde neden ikinci halife Ömer b. Hattab tarafından Peygamber ( s.a.v. )'ın hadislerin yasağı konulmuştur, bunun üzerine İslam düşünürleri ve alimlerin bir zat yeni bir çalışma gereğiğn neden duymuyorlardır ? Hiç unutmuyorum, bir zamanlar İslam ülkelerinin birine ve hacc görevimi yerine gitmek için Mekke'ye gitmiştim. O yörenin alimlerinden biri bu meseleyi söz konusu ederek, çok üzüldüğünü belirtiyor ve İslam yazarlarının ihmalkarlığına şaşırarak şöyle bir görüşte bulunuyordu : "Böyle bir konuda nasıl görüş değişikliği olabilir ? " diyordu. Ben ona dedim ki ; "Bu mesele halledilebilir. Eğer bu memleketin alimlerinden birinin biyografisini yazmak isteseniz, acaba onun hayatını, evlatlarını ve akrabalarını bırakıp da yabancılardan veya onu sevenlerden mi sorarsınız ? Muhakkak ki vicdanınız bu ise müsade etmez."
Peygamberimiz müslümanlar arasından gitti, fakat kendisinden sonra Ehl-i beyt'ini emanet bıraktı. Onlar diyorlar ki : "Eğer Resulullah bizim babamızsa ve biz onun evinde üyümüş ve onun kucağında yetişmişsek, biz babamız falan gün dünyay ya gelmiş ve falan saatte de dünya'dan göçmüştür, diyoruz." Hal bu iken, acaba Peygamber'in değerli evlatlarının sözünü bir kenara atıp, yabancıların ve komşularının görüşünü onların sözünden önemli tercih ediyoruz.
Adı geçen alim, benim bu sözlerimi duyduktan sonra başını aşağı saldı ve sonra dedi ki : "Meşhur bir söz var : "Ev halkı evin içindekini daha iyi bilir." Sizin sözleriniz, bu sözü anımsatıyor. Ben de zannediyorum ki Peygamber ( s.a.v. )'ın hayatının hususiyatınanda İmamiye'nin görüşü daha doğrudur. Çünkü Peygamber'in evlatları ve yakınlarından alınmış bir görüştür." Ve daha da başka şeylerinde olduğunu, İslam mucadelerinin başlangıcının tarihlerinin belli olmadıdığını ve İslamın anlaşılmamasını için ne gerekiyorsa yanlışların yapıldığını konuştuktan sonra, ve şu anda bunların yerinin olmadığını söylediler. Ama yinede biz çalışmalarımızı konuların ve hadiselerin yeri geldikçe dile getirmeyi uygun bulduğumuz zaman tekrar ele alacağımız burda da belirtmek isteriz. Ve eleştirilerimize öbür konulardan devam edeceğiz.
Hamilelik Dönemi Hakkında ki
ayrıntılı Düşünceler :
Meşhurdur ki, Peygamber'in nuru, "teşrıyk günleri"nde ( hac ayının 11, 12, veya 13.nci günlerine teşrıyk" günleri ) denir. Âmine'nin pak rahminde yer aldı. ( El-Kafi, c. 1. sayfa 439 )
Fakat bu söz, Hazretin Rebi'ül-Evvel ayında doğduğuna dair meşhur kavl ile çelişmektedir. Çünkü o zaman Âmine'nin hamilelik döneminin 3 veya 15 aylık bir süre olduğunu kabul etmek gerekir. Bu da tabii kaidelere aykırıdır. Hiç bir kimse de bunu Peygamber'in özelliklerinden saymamıştır. ( Sadece Tureyhi,"Mecma'ul Bahreyn'de "Şark" maddesinde bunu kai bilinmeyen bir kavl olarak nakletmiştir ).
O yıl aziz Peygamberimiz bir hutbe okuyarak Hac ayını değiştirmeyi kesinlikle yasakladı. Ve Zi'l-hicce'yi Hac ayı olarak ilan etti. Tevbe Suresinin 37.nci ayeti de bu hususa değinerek haram ayları değiştirmeyi yasaklamıştır. "Haram ayları değiştirmek ancak faşizim yükseltir ki kafirler ( Faşizim ) bu suretle doğru yoldan ( yani idare şekillerinden ) sapmadalar. ; Onlar Allah'ın haram ettiğ ayı bir yıl helâl sayarlar, bir yıl haram sayarlar." Tevbe Suresi, 37.nci ayet ( 2 ) Bihar'ül Envar c. 15 sayfa 252.
Binaenaley " teşrıyk günleri" de iki yılda değişiyor. O halde eğer rivayetler, "Hazret'in nuru teşrıyk günlerinde annesinin rahminde karar buldu ve Rabi'ül-Evvel'in 17.sinde anneden doğdu" diyorsa, her ikisi de sahihtir ve bu iki sözü arasında hiç bir çelişki yoktur.
Çünkü eğer teşrıyk günlerinden maksad , Zi'l-Hicce ayının 11, 12 ve 13.ncü günleri olsaydı, işte o zaman çelişki olurdu. Fakat açıkladığımız gibi teşrıyk günleri daima değişmedeydi ve bizim hesabımıza göre o yıl hacc günleri Cümade'l Ula ayına rastlanmaktadır ki Hazret'in Rabi'ül Evvel ayında doğduğuna göre, Âmine'nin gebelik dönemi, yaklaşık 10 ay sürmüştür." ( Allame Meclisi "Bihar'ül-Envar", c.100, sayfa 253'de bu hesabı yapmış fakat yukarıda işaret ettiğimiz eleştiriye değinmemiştir. İsteyenler baksınlar verilen kaynağa daha sağlıklı olur kanısındayım. )
Yapılan Bu Yanlış Belgeleri Eleştiriyoruz :
Merhum şehid-i Sani'nin bu konuda vardığı netice doğru değildir. Çünkü "Nesi" için zikrettiğ manayı, müfessirlerden sadece "Mücahid"benimsemiş, diğerleri onu başka bir şekilde tefsir etmişlerdir. Şehid-i Sani'nin zikrettiği tefsir, pek sağlam değildir. Çünkü
1--) Mekke, bir toplama merkezi idi ve bütün dünyanın birleşmiş gücünün yeriydi :
Araplar için umumi bir ibadet sayıyorlardı. ( Sadece Araplarla kıyaslamak yanlış bir tavır ve düşünce tarzından olur ki İslam'ın bir anlamı kalmaz ) Malumdur ki, hac günlerini iki yıl da bir değiştirmek halkı yanıltır ve o büyük toplantı ve toplumsal ibadetin azametini azaltırdı. Bu açıdan Kureyş Faşist idarecileri ve Mekkeli'ler, iftihar ve azamet mayaları olan haccın iki yıl da bir değişmesine ve sonuç olarak halkın hac günlerini unutup o büyük toplantıların ve bayram dünleriniortadan kalkmasına asla razı olmazlardı.
2--) Eğer dikkatlıca hesaplanırsa Bu söze göre Hicretin 9.ncü yılında hac günleri Zi'l-Kade ayına rastlamış olacaktır. Oysa ki bu yılda resulullah ( s.a.v. )'ın Emir'ül-mü'minin'i ( a.s. ) Beraet suresini hac günlerinde müşrikler için okumakla görevlendirdi. Müfessirler ve muhaddisler ittifakla İmam Ali ( a.s. )'ın adı geçen sureyi Zi'l-hicce'nin 10'unda okuduğunu ve müşriklere 4 ay mühlet verildiğini söylerler ve mühdetin başlangıcınnı Zi'l-Hicce'nin 10'u bilirler, Zi'l-Ka'de değildir.
3--) Araplar'ın doğru durust bir geçim kaynakları olmadığından genellikle yağmacılıkla geçinirlerdi. Bu yüzden 3 ay ard arda ( Zi'l-Kade, Zi'l-hicce ve muharem ) aylarında savaşmamak onlar için çok zor bir şeydi. Bu sebeple bazen Kabe sorumlularından izin alarak Muharrem'ül-Haram ayında savaşıyor, yerine Safer ayında savaşmayı terkediyorlardı. "Nesi"nin manası budur işte. Zikredilen ayette de buna işaret vardır. "Bir yıl helal sayarlar,"
Bize göre bu problem şöyle çözümlemeliyiz :
Araplar iki ayrı vakitte hac merasimini yaparlardı. Bir Zi'l-Hicce'de bir de Recep ayında . Öyleyse, Âmine'nin resulullah'ın nuru'na hamile olduğu Hac ayı veya "teşrıyk günleri'nden maksat Recep ayı olabilir. Peygamber'in Rebu'ül-Evvel'in 17.sinde doğduğunu kabul edersek, o zaman hamilelik süresi, 8 ay bir kaç gün olacaktır. Ayrıca Emir'ül-mü'minin İmam Ali ( a.s. ) beraet suresinin okunmasına ve Ebu bekr'in hac kafilesinin başkanlığından alındığına ayrıca işleyeceğiz ki müslüman kardeşlerimizin aydınlamalarında bir örnek teşkil edilsin.Yazan. imam Dikmen
Kuran ve Ehl-i Beyt araşt. 7
İsim Koyma Merasimi :
Yedinci gün gelip çatmıştı. Abdulmuttalib, Allah'ın şükrünü yerine getirmek için bir koyun kesti ve bir gurubu davet ederek görkemli bir merasim düzenledi. Kureyş'in hepsinin bulunduğu bu merasimde Abdulmuttalib, torununa "Muhammed" adını koydu. Ona "Niçin evladınıza "Muhammed" adını seçtiniz, halbu ki bu da Araplar içerisinde adet değilir "diye sorulduğunda "Göklerde ve yerde beğenilsin, övülsün diye bu adı koydum" diye cevap verdi. Bu hususta Resulullah'ın şairi Hasan b. Sabit şöyle diyor : "Allah onu ( Peygamber ) teclil için, adını kendi adından seçti. Arş'ın sahibi olan Allah " Mahmud'dır. (övülmüş, beğenilmiş, güzel sıfatlar sahibi), bu da "Muhammed"dir, ( övülmüş ve beğenilmiş ) Sire-i Halebi c. 1 sayfa 93.
"Gecenin bir kısmında uyanıp namaz kıl, bu namaz, sana mahsustur ve farz namazlardan fazla bir namazdır. Umulur ki Rabbin , seni Makaâm-i Mahmud'a sâhip kılar." Al-İsrâ Süresi. 79.ncü ayet.
Şu kesindir ki; bu adın seçilmesinde gaybi ilham'ın tesiri olmuştur. Çünkü Araplar arasında bu adla pek az kişiler adlandırılmıştır. Bazı tarihçilerin dakik araştırmalarına göre, o zamana kadar 16 kişi bu adla adlandırılmıştır. Nitekim şair de bu konuda şöyle demiştir : "İnsanların en üstünü olan aziz Peygamber'imizden önce "Muhammed" adıyla adlandırılanların sayısı on altı'dır."Sire-i Halebi- c. 1 sayfa, 97.
Açıktır ki bir ismin müsemması ne kadar az olursa, yanlışlık ve yanılgı yanılma da o kadar az olur. Semavi kitaplar, Hz. Peygamber'in adını, ruhi ve cinsi alametlerini haber verdiğine göre Hazretin alameti o kadar seçkin olmalıdır ki, onu teşhise hiç bir yanlışlık olmasın. O alametlerin biri de Peygamber'in ismi olduğundan dolayı, bu isimle adlandırılanlar da o kadar az olmalıdır ki, Peygamber'i teşhisde hiç bir şüpheyle karşılaşmasın, öbür alametlerde eklendiği zaman İncil ve Tevrat'ın zuhurunu haber verdiği Peygamber kesin olmuş olsun. Zaten de biz yukarda da belirtmiştik ki Hz. Muhammed ( s.a.v. )'ın İncil'de ve Tevrat'tada zikredildiğini ve bu belgelerin belgeleneceğini söylemiştik, ve kaynaklarıyla vereceğiz.
İslâm Alimlerin Hatası ve Yapılan Yanlış Tartışmalar :
Kur'an-ı Mecid, Resul-i Ekrem'i iki veya daha fazla isimle kanıtlaması anlatıyor .( Bazılarına göre "Taha" ve "Yasin" de Resulullah'ın adlarındandır. Bazıları da onların Peygamber'in adlarından olmayip KUR'AN'IN "Huruf-i Mukattaâ"sından olduğuna inanırlar. )
Al-i İmran, Azap, Muhmmed ve Feth surelerinde sırasıyla 144, 40, 2 ve 29. ayetlerde "Muhammed" adıyla, Saff suresi, 6.nci ayette ise "Ahmed" adıyla tanıtılmıştır.
İki ada sahip olmasının sebebi tarihte mevcut olduğu gibi ceddin'den önce annesinin ona "Ahmed" adını koymasıdır. Sire-i Halebi c. 1 sayfa 93.
Buna göre kimi alimerin : Saff suresinin 6.nci ayeti Kur'an'ın tasrihiyle İncil'in zuhurunu müjde verdiği peyganber'in adı "Ahmed"dir, "Muhammed" değildir şeklinde itirazları yersızdır. Çünkü Peygamber'imizi "Ahmed" adıyla tanıtan Kur'an'ın bizzat kendisidir. Onu "Muhammed" adıyla zikretmiştir. Eğer büyük alimler ve kur'an tesfircileri bu Peygamber'in adını tayinde delilleri, Kur'an ise nitekim öyledir de, kur'an onu her iki adlada adlandırmıştır. Bir yerde "Ahmed", diğer bir yerde de "Muhammed" adıyla anılmış ve tanıtılmıştır.
"Ve an o zaman ki Meryem oğlu isâ, ey İsrailoğulları demişti, şüphe yok ki ben size , elimde ki Tevrât'ı gerçekliyen ve benden sonra gelecek ve adı "Ahmed" olacak bir peygamber'i müjdeleyen Allah'ın elçisiyim ; fakat o, onlara, apaçık delillerle gelince bu dediler, apaçık bir büyü." Al Saff Suresi 6.nci ayet.
Bu itirazın kökünü kurutmak için konuyu biraz daha açalım :
"Ahmed" İslam Peygamberi'nin meşhur adlarındandır ve yukarıda da ayetle tesbitini yaptık.
Resulullah ( s.a.v. )'ınhayatından biraz haberi olan her araşyırmacı o Hazretin çocukluktan iki adı olduğunu ve halkın her iki adla da ona hitap ettiğini bilir. Biri "Muhammed" yani değerli ceddi olan Abdulmuttalib'in koyduğu ad ; diğeri ise "Ahmed" yani annesi Âmine'nin seçtiği ad'dır. Bu söz, İslâm tarihinin gerçeklerindendir. Sire-i Halebi'de bu gerçeğe tefsilatıyla yani belgelerile okuyabilisiniz.
Abdulmuttalib'in vefatından sonra Peygamber'in bakımını uhdesine alan tavsif edilemeyecek bir sevgi ve aşkla Peygamber'in vücudunun etrafında pervane gibi dönen ve onu korumak hususunda can ve malını esirgemeyen amcası "Hz. Ebu Talib ( a.s. ) yeğeninin hakkında söylediği şiir de , bazen "Muhammed" demiş ve ona, bazen de "Ahmed" bu da o zaman Peygamber'in meşhur adlarından birinin "Ahmed" olduğunu göstermetedir.
Burada numune olarak , Ebu Talib'in Peygamber'i "Ahmed" adıyla andığı şiirlerinden bazılarını zikredelim :
"Ahmed'ın getirdiği bugün nurdur, kıyamette mükafat
Düşman : "Ahmed'in söyledikleri boştur, nesebi alçaktır," diyor
Gerçekten de "Ahmed", hakkı getirmiştir onlara, yalan getirmemiştir
Ahmed'e zulmedenler, onu öldürmek istediler, fakat bu iş için önderleri yoktu."
Büyük tahyir ve hadis araştırmcılarının Ebu Talib'e nisbet ettikleri, fakat divanında mevcud olmayan diğer şiirlerde de o yeğeninin "Ahmed" adı ile anılmiştır. Burada ki şiirleri ise Ebu Talib'in Divanının 19-25 ve 29.ncü sayfalarında naklettik. Bu konuda şu kitaplara bakabilirsiniz : "Ahmed, Mev'üd-u İncil" sayfa 101-107 ve "Mefahim'ul Kur'an "
ABDÜLMUTTALİB ( a.s. ) :
Ebü'l- Hâris Abdülmuttalib
b. Hâşim b. Abdimenâf b. K
( ö. 577 m.s )
Hz. Peygamber'in Dedesi :
İnsan ve insanın hayatında daima bir takım acı tatlı olaylar baş göstermekte ve dev dalgalar halinde insanın hayat gemisinin karşı saldırıya geçmektedir.
Henüz baba ve anneyi kaybetmiş acısını kalbinden çıkmamışken Peygamber daha büyük bir musibetle karşılaştı. Bu defa da henüz sekiz yaşındayken değerli ceddi Abdulmuttalib'i kaybetti. Abdulmuttalib'in ölümü, onun ruhunu öyle sıktı ki, öldüğü gün kabrinin kenarına kadar gözyaşları döktü ve onu asla unutamadı. Abdulmuttalib hayatından hiç ve hiç putlara tapmadı ve onlara da kuluk etmediğini tüm tarih kaynaklarında da mevcut. ( Yakub-i kendi tarihinde ( cilt 2. sayfa 7-8- ) Abdulmuttalib'in muvahhid olduğu ve puta tapmadığını hakkında biraz konuştuktan sonra onun emirlerinden bir çocuğu İslam da kabul gördüğünü de hatırlatmıştır. )
Abdulmuttalib'inkahrahmanlığı ve cömertliği yanından da bir de onun ömenli savaşlarında yaptığı açıktır. Bunlardan ev önemlilerinden de bir ( Fil ) savaşıdır. Ne yazık ki tarihçiler bu mubaret zat hakkında çok az bilgi verirler.
Haşim'in oğlu Abdulmuutalib Hz. Peygamber-i Ekrem'in öz dedesidir. Peygamberi'n Ceddi , ve Kureyş'in başkanı ve tanınmış bir şahsiyeti idi.
Toplumsal hayatında parlak ve hasas noktaları vardır. O'nun başkanlık dönemi, İslam tarihiyle yakından ilişkiside olduğu için hayatında bazı olayları inceleyeceğiz.
Şüphesiz, insan ne kadar güçlü bir ruha sahib olursa olsun, yinede az olsun kendini çevreye uydurur ve çevresinin gelenek görenekleri onun düşüncesini etkiler. Fakat kimi zamanlar, çevresindeki amiller karşısında son derece cesaretledirenen ve kendisini her türlü pisliklerden koruyabilen şahsiyetlerde görülmektedir.
Abdulmuttalib bu grubun başta gelen örneklerinden biri olup hayatı noktalarla doludur. Puta tapma, şarap içme, Faiz yeme, adam öldürme ve diğer halde kötü işleri normal şeyler sayan bir topluluk arasında seksen yıldan fazla yaşadığı halde ömründe şaraba dudağını vurmayan, halkı adam öldürme, şarap içme ve kötü işlerden kaçındıran, mahremlerle evlenmekten, çıplak bedenle tavaf etmekten kesinlikle kaçınan, nevz ( nefsi ) ve ahdine son derece nefsine kadar bağlı kalan bir insan, muhakkak ki eşine pek azrastlanan örnek insanlardandır.
Evet, dünyanın en büyük yol göetericisi Hz. Muhammed ( sa.v. )'ın nurunu taşıyan bir şahsiyet, elbette tertemiz ve her türlü pisliklerden arınmış bir insan olmalıdır.
Abdulmuttalib'in kısa ve hikmetli sözleri ve hikayelerinden de anlaşılacağı gibi Abdulmuttalib, o karanlık muhitte muvahhid ve ahirete inanan kişilerdendir. Daima "Zalimler, diyordu, bu dünya yaşantısında cezalarını çekeceklerdir."
Eğer çekmeden ölürlerse, son günde ( ahirette ) yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. ( Sire-i Halebi, c. 1 sayfa.4. )
Harb b. Ümmeyye, onun yakın akrabalarından ve Kureyş'in büyük şahşıyetlerinden biriydi. Onun yahudi bir konşusu vardı. Bir gün bu yahudi Tihame çarşılarından birinde Harb'e sert davranınca anlaşmazlık çıktı. Bu olay, Harb'inde kışkırtmaları sonuncunda yahudinin öldürülmesine sebeb oldu. Abdulmuttalib, bunu duyduğu zaman Harb ile ilişkisini kesti ve yahudinin kan parasını Harb'den alıp öldürülenin adamlarına vermek için çok çalıştı. Bu kısa hikaye bu büyük insanın adalet severliğini ve güçsüzleri himaye ettiğini açıkça göstermektedir.
Burda bir hatırlatmayla yarar görüyorum. Kur'an ve Ehl-i beyt çalışmalarımı yaptığım zaman çeşitli İslam araştırmacıların derledikleri islam tarihlerinden çok sayıda belge ve kaynak getirmek zorunda olduğum için, elbette çeşitli düşüncelere saygı duydum. Ve onların fikir ve düşüncelerini kaleme alırkende , bunların içinde doğru olanları şeçtim. Bu şeçmelerimde ki bazı olayların tekrarlanması gözden kaçmaz bir sevyede olduğunu burda vurgulamak istiyorum. Onun içinde şii ve sünn-i kaynakların dışında, bugün türkiyede diyanet işleri başkanlığını meşdul eden ve İslam ansiklopedisinin değerlendirmelerini yapan teşkilattanda belgelerin getirmesine özen göstermek istiyorum. Onlarında Abdulmuttalib ( a.s. )'ın hakkında simgelediklerini siz değerli araştırmacı kardeşlerime yansıtmak düşüncesindeyim.
Asıl adı Şeybe'dir : Yesrib'de ( Medine )'de doğdu. Babası Hâşim, Annesi ( Medine )'li Neccâroğulları'na mensup Selmâ'dır.Babası Gazze'de öldüğünden sekiz yaşına kadar annesiyle ( Medine )'de kaldı. Daha sonra amcası Muttalib yeğenini alıp Mekke'ye götürdü. Şerhe giderken Muttalib'in terkisinde ki çocuğu gören Mekke'liler, onu kölesi zannederek kendisine "abdü'l-muttalib" dediler ve şeybe o günden sonra Abdülmuttalib diye anıldı. Bir başka rivayete göre ise, Muttalib'e çocuğun kim olduğu sorulduğunda o, üstü başı pek düzgün olmayan Şeybe'yi o anda kölesi olarak tanıtır.
Abdülmuttalib'i amcası yetiştirir ve ölümüne yakın bir zamanda . "Babasının yerine sen lâyıksın" diyerek kabile reisliği görevini ona devretti. Reisliği döneminde gördüğü bir rüya üzerine, cürhümlüler'in Mekke'yi terkedenken kapattıkları Zemzem kuyusunun yerini buldu. Kâbe civarındaki bu kuyuyu, Kureyş'in karşı koymasına rağmen özel mülkiyetine geçirde ve böylece hacılara su dağıtma ( sikâye * ) elde etti. Bu sırada da Hâris'ten başka çocuğu olmadığı için baskılar karsısında kendisini savunmakta güçlü çekiyordu. Bu sebeple on oğlu olduğu takdirde birisini kurban edeceğine dair adakta bulundu. Daha sonra beş hanımından on oğlu dünya'ya geldi ve gördüğü bir rüya üzerine adağını yerine getirmek istedi. Kurban adayı belirlemek maksadıyla oğulları arasında çektirdiği kura Hz. Peygamber'in babası Abdullah'a çıktı. Ancak Abdullah'ın yerine kura usuliyle belirlenen yüz deveyi kurban etti ( bk. ABDULLAH ).
Abdülmuttalib üstün karakterli, inançlı iyi kalpli, bir insan, âdil bir reisti.Ömrünün sonuna doğru putamayı terketmiş, içkiyi bıraktırmiş, Kâbe'nin çıplak olarak tavaf edilmesini yasaklamıştı. Allah'ın varlığına, ceza ve mükâfat yeri olarak âhiretin mevcudiyetine inanmış, zaman zaman Hira mağarasına çekilip ibadete meşgul olmuştur. Kur'ân-ı Kerim'de haber verilen Fil Vak'ası'nda ( bk.el-Fil 105/ 1-5 ), Kâbe'yi yıkmaya gelen Ebrehe ile müzakerelerde bulunmuş ve kâbe'yı sahibinin mutlaka kruyacağını ona hatırlatmışti.
Abdülmuttalib'in seksen yaş yaşadığını öne sürenler vardır bunun yanında yüz yirmi veya iki yüz kırt yaş yaşadığınıda iddia edenler vardır. Fakat bu kesinlikle kesindir ki Abdülmuttalib uzun bir ömür sürdüğde belgelerlede açıktır.
Abdülmuttalib sağlığında torunu Hz. Muhammed'e gereken ihtimamı gösterdi : Kendisinden sonra da bakımını oğlu Ebu Talib'e vasiyet etti. Yaygın olan rivayet göre sekseniki yaşında Mekke'de vefat etti ve cennetü'l-Muallâ'daki( Hacün kabristanı ) büyük dedesi Kusayy'ın mezarı yanına defnedildi. Ölümü münasebetiyle Mekke halkı matem tuttu ;dükkânlar günlerce kapalı kaldı, halkında mersiyeler söylendi. İslâm âlimleri, Fetret döneminde yaşayanAbdülmuttalib'intevhid inancına sahip bir kişi olduğunu kaydederler ve âhirette kurtuluşa receği ümidini taşırlar ( bk. FETRET ).
Hâşim' in nesli yalnız Abdülmuttalib'le devam ettiği için onun vefatıyla Hâşimoğulları'nın nüfüs ve kudreti zaâfa uğradı. Ümmeyyeoğulları, kısa bir süre de olsa Hâşimoğulları'na üstünlük sağladılar. Bu sebeple Harb b. Ümmeyye Abdülmuttalib'in yerine geçti ve kâbe'ye ait görevlerden sadece ( sikâye Abdülmuttalib'in oğullarında Abbas'a kadı. ) yani su dağıtma işi Hz. Abbas'a kalmışt.
Kaynaklar :
İbn Hişam, es- Sire ( nşr. Mustafa es-Sekkâv. Dğr ). Kahire 1375/1955, 1, 50,56 vd., 112-117, 145, 150, 160-163,177, 178, 179, 183, 189 ; İbn Sa'd, et-Tabakâtü'l- Kübrâ ( nşr. İhsan Abbas, Beyrut 1388/1968, 1. 25, 81 vd., 117-119 ; İbn Kuteybe.el-Ma'arif (nşr. Muhammed İsmail es-Sâvi ). Kahire 1353/ 1935 beyrut 1390/ 1970,sayfa . 33 ; Ya'kübi, Târih ( nşr. M. Th . Houtsman ). Leiden 1883 Beyrut ts. ( Dâru Sâdır ). 1. 246 vd ; Taberi, Târih ( nşr. Muhammed Ebül-Fazl ). Kahire 1960-70 Beyrut, ts. ( Dâru Süsevydân ). 2. 246-251 ; İbn Said el-Endelüsi, Neşvetü't-tarab ( i târihi câhiliyyeti'l- Arab ( nşr, Nusret Abdurrahman ). Amman 1982, 1. 330-333 ; İbn Hacer, el-İşâbe ( nşr. Ali Muhammed el-Bicâvi ). Kahire 1390-92 / 1970-72, V, 250-251 ; Diyârbekri, Târihu'l hamis, Kahire 1283 Beyrut ts. 1. 253 ; M. Hamiddullah, İslam Peygamber'i 1 ( trc. M. Said Mutlu ). İstanbul 1966, sayfa 33, 36, 42 ; Muhammed Bâli Efendi, Sübülü's-sel+am fi hukmi âbâ'i Seyyidi'l-enâm, İstanbul 1287, s. 86-90, 95-97, 99-101 ; M. Asım Köksal, İslam Târih ( Mekke Devri ). Ankara 1966, s. 20-22, 28, 34, 42, 47, 67,70 ; Cevâd Ali, el-Mufassal fi târihi-l Arab Kable'l-İslam, Beyrut 1968-72, 4. 73-81.
Evet gördüğünüz gibi belgelerinde ispatladıklarının Emevi saltanatçıların ile Haşım oğullarında arasındaki kavga , Onunların Ehl-i beyt'e kusturdukları kan, Allah'ın birliğini göstermediğini ve sadece EMEVİ'lerin kendi tanrılarının kendi idare şekillerininde kendilerinde kaynaklandığının belgeleridir.
Ve biz çalışmalarımızı daha genişleterek ve değişik kaynakların eserlerinden yararlanarak onun takva ve iman hakkındaki düşüncelerine inadırıcı oluşunu ispatlamaya çalışacağız.
Şark İslam kılasikleri , Milletler ve Hükümdarlar Tarihi'inmütercini olan Taberinin verdiği kaynaklardan ve Siyer İslam Tarihiolan İbn İshak'dan, Hazreti Ebu Tâlib sürüveninin değerli yazarlarından olan Muhammed Muhammedi İştihardi gibi büyük İslam alimlerinin ve daha bunların yanında kişiliğini korumuş diğer değerli İslam mutefisir ve alimlerin verdikleri rivayetlerden yararlanma yollarını arıyacağız.
Elbetteki daha sonraki çalışmalarımızda Hz. Adem ( a.s. )'dan başlıyarak Hz. Muhammed ( sallallahu aleyhi ve âlihi )'e kadar olan tüm Peygamberlerinin hayatlarını kaleme alacağız ama şimdilik bunların tarihlerine değinmeden ilk etapta Hz. Abdulmuttalib ( a.s. )'ın hayat sürüveninin özetlenmesinde bir değerlendir yaparak çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
Mekke tarihi Hz. İbrahim Halil ( a.s. ) ve diğer peygamberlerden sonra Abdulmuttalib'in zamanına kadar Abdulmuttalib gibi büyük bir şahşiyet görmemiştir deyimlerinin değerlendirmesini yapacağız. ( Kureyşliler o dönemde Abdulmuttalib'e ikinci İbrahim lakabını takarak ihtap etmeleri. Yakubi Tarihi c. 2 s. 10 . Mütercinin dipnot'u ) O bir olan Allah'a ibadet eden vakarlı , insan-ı kamil ve büyük bir şahşiyetti. Herkes onu Hicaz'ın büyüğü ve Seyyidi olarak tanımlarlardı, Mekke'nin serveri kabul edilerek ondan söz bahsederlerdi.
O vahşiyet feodal cahiliye döneminde adeta bir nur parıldıyordu. Yoksullar , mahrumlar hatta otlayan hayvanlar ve kuşlar bile onun ihsan bağışlayan sofrasından istifade ediyorlardı . Bu nedenle ondan " Feyyaz " ve " Mut'imi tayr es sema " , ( Feyiz bağışlayan ve göğün kanatlılarına yiyecek veren ) lakaplarıyla söz ediyorlardı.
Bazı kuraklık sebebiyle hayvancılar ve çiftçiler onun yanına geliyorlar isteklerini Allah'a arzetmesini ve Allah'tan yağmur yağdırmasını talep etmesini istiyorlardı. Onun duaları yağışlara vesile oluyordu. Halk şiirler okuyarak ona " yağmur sakisi ( dağıtıcısı ) " ve " yaratılmışların yağmuru " gibi lakaplarla teşekür ediyorlardı.
Bunun yanında da Ebu Tâlib ( a.s. )'ın şiir sanatında ve destan şairliğinde kudret ve ustalık sahipliğinide konuşuyorlardı. Bu doğrultuda babasının mehdi için okuduğu şiirlerden bir mealen vermesini istiyorlardı.
" Babam şefaatçisi ve sığınağıydı halkın. O zamanlar onlar, babamın varlığının bereketiyle kabile fertleri suya doyacak şekilde yağmur nimetinden ve suyun varlığından seri bir şekilde faydalanmışlardır. " ( Kureyş mü'mininin Ebu Tâlib kitabından " Abdullah Huneyzi " sayfa . 104 - 105 )
Ve bazı rivayetçilerde şöyle naklolunmuş hadisler mevcuttur : " Abdulmuttalib kıyamet gününde bir toplulukla beraber şahların heybeti ve peygamberlerin simasına sahip bir halde özel olarak harş olarak dirilecektir " deyimlerini kullanmışlardır.
Ve Hz. Ebu Tâlib ( a.s. ) şöyle rivayet etmiştir : " Babam Abdulmuttalib kitabı okuyor ve şöyle diyordu : " Benim neslimden bir peygamber gelecek onun zamanına ulaşmayı ve ona iman getirmeyi isterdim. Eğer bir insan inanmıyorsa ve çok tanrılı bir inanç görüşüne sahip ise bu gibi kelimelerin kullanması yersiz olmuş olmaz mı ? ki bu aşamada Hz. Abdulmuttalib kendi neslinden bir peygamberinin olacağını İncil'de okuması ve ona iman getireceğini açıkça söylemesi sizce bir kanıt olamamız mı ?... Evlatlarımdan her kim onun zamanına kavuşursa, mutlaka ona iman etsin ." Kelimelerinin sarf etmesi onun gerçek bir iman sahibi olduğunu kanıtlamaz mı ?
Abdulmuttalib, İbrahim ( a.s. )'ın dininde apaçık ve saygın bir makam üzerinde, ahlaki faziletlerden yüce bir mertebeye sahipti. Ebrehe'nin komutasında " Kâbe'yi " yıkmak için Mekke'ye gelen fil ordusunun helak olma hadisesi Abdulmuttalib'in basiretinin eminliğinin ve yüce makamın bir göstegesi olamaz mı ? Daha sonraları Ebrehe ve fil vakasının kaleme alınacağı ve bu konular hakında daha detaylı bir bilginin verileceği için şimdilik bu meselenin üzerinde fazla durmuyacağız. Meydana gelen bu hadisede fil'e binmiş olan Ebrehe'nin askerleri Abdulmuttalib'e özel bir ihtiram gösterdiler. Ebrehe'nin tahtını Abdulmuttalib'le görüştüğü esnada yere indirdiler ve Abdulmuttalib evlatlarından birine şöyle seslendi : " Ebu Gubeysdağının üzerine git ve bak acaba bu tarafa kuşlar geliyor mu ? " Bu sözden anlaşılıyor ki o Ebrehe'nin ordusunu helak etmek üzere " Ebabil Kuşlarının " geleceğini bildiriyor. Bunun benzerinide Hz. İbrahim ( a.s. )'ın Menrut karşısında gelen bir sivri sinek toplumu gibi sanması ve onun elbette öbür peygamberlerden ve hatta dedesi olan Hz. İbrahim ( a.s. )'ın hadiselerinden haberdar olması bize hatırlatıyor.
Aynı şekilde Abdulmuttalib'in Yemen padişahı Seyf İbn-i Zeyyezen'in huzuruna vardığında, onun Abdulmuttalib'e gösterdiği ihtiram da onun halk arasındaki büyük mevkinin bir başka ispatı ve delillidir. ( Abdulmuttalib'in Seyf İbn-i Zeyyezen ile görüşme hadisesi Sefinet'ul Bihar c. 1 s. 679 . )
Zemzem kuyusunu kazma hadisesi ve Şam'ın yakıcı topraklarında devesinin ayağının altından su kaynaması da onun yüce makamını açıkça belirten gerçeklerdendir.
Abdulmuttalib ( a.s. ) Ebu Tâlib'eki anne tarafından da Hz. Peygamber ( s.a.v. )'in babası Abdullah'ın kardeşidir- hitab ederek şöyle dedi : " Ebu Tâlib ! Bu çocuk yüce bir makam üzerindedir. Onu himaye ederek ona sımsıkı sarıl, çünkü o biricik ve eşsiz bir insandır. Tıpkı bir anne gibi hizmet et ki ona bir zarar gelmesin." Daha sonra Abdulmuttalib onu sırtına alarak yedi kez Kâbe'yi tavaf ediyordu. Abdulmuttalib , Hz. Muhammed ( s.a.v. )'in Lat ve Uzza'yı yani ( iki put )'u sevmediğini biliyor ve onu onların yanına götürmüyordu.
O hazret altı yaşını tamamladığında annesi Amine Ebva denilen yerde vefat etti. O zaman dayıları ile görüştükten sonra Neccaroğulları Medine'den Mekke tarafına dönüyorlardı. Hz. Muhammed ( s.a.v. ) yalnız kalmıştı ve artık o yetimdi. Ne annesi vardı ve ne de babası... Abdulmuttalib geçmişe oranla ona karşı daha çok şefkatlı idi ve ona daima göz kulak oluyordu. Bu durum Abdulmuttalib'in hz. peygamber ( s.a.v. )'in doğumunun sekizinci yıl dönümünde vefat ederek dünyadan ayrılmasına kadar devam etti. Yazan: imam DİKMEN