MEZHEPLERE GÖRE ÖLÜM-AHİRET-CENNET-CEHENNEM
ÖLENİN İBADETLERİ İÇİN DEVİR VE İSKAT:
ŞAFİİ MEZHEBİ:
Şafi mezhebine göre de ölen için oruç tutulabilir. Şafii mezhebinde ağırlıklı görüş namaz veya adanmış itikâf orucuyla ölen kimsenin yakınlarının ölen adına bu ibadetleri yapmasının da fidye vererek bu borçları düşürmesinin de caiz olmadığı yönündedir. Bununla birlikte sonra gelen Şafii âlimleri İmam Şafinin oruçla ilgili görüşünden yola çıkarak yakınlarının, ölen adına namaz ve itikâf borcunu yerine getirebileceklerini, bu borçlar için de fidye verilebileceğini söylemişlerdir.
DELİL:
İbn Abbas'tan gelen rivayet şudur: “Kimse kimsenin yerine oruç tutamaz, ancak yiyecek verebilir”
Bir kimse üzerinde bir aylık oruç borcu varken ölürse onun namına her gün için bir fakir doyurulsun.” (Tirmizi ile İbn Mace’de İbn. Ömer'den rivayet)
HANEFİ MEZHEBİ:
Hanefiler ise, fidye ile ilgili rivayeti delil almaktadırlar. Yani onlara göre varisler, ölen kişinin tutmadıkları oruçlar adedince fidye vermelilerdir. Namaz konusunda rivayet olmadığı için namaz borcunu da oruca kıyas ederler.allah dostu seyyid. Kılınmayan her namaz için fidye vermeyi uygun görürler. Bu konu yazının başında anlatılmıştı.
Serahsi, ölenin namaz borcu için fidye ödenmesini caiz görmekle birlikte bunun kişiyi namaz borcundan kurtaracağı yönünde kesinlik bulunmadığını söyler.
Delil:
Amara b. Ümeyr, Âişe'ye: bir kadının üzerinde Ramazan borcu olduğu halde öldü. Sorusuna Hz Âişe şu cevabı verir, onun yerine sadaka verin. Başka bir rivayette ise ölülerinizin yerine oruç tutmayın ancak onlar adına sadaka(fidye) verin
ZAHİRİ MEZHEBİ:
Zahiri mezhebi birinci rivayeti yani Hz Âişe hadisini kabul ediyorlar. Dolayısıyla onlar ıskatı kabul etmiyorlar. Zahiri mezhebine göre, ölenin geride kalan velisi onun tutmadığı oruçları tutmak zorundadır. İbn Hazm'in derki; Ebû Sevr ve Dâvud-u Zahiri, velilerin ölen kimse namına oruç tutmalarının farz olduğunu söylemişlerdir.
DELİL:
Biri, ölenin orucunu geride kalanın tutmasını emreden rivayettir. Bahsedilen rivayet, Buhari ve Müslim’de geçen Âişe annemizin rivayet edilen şu hadistir: “Kim üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse o orucu velisi tutar”
ŞİA:
Büyük oğula, babasının ölüm döşeğine kadar kılmadığı ve kazaya bıraktığı namazlarını kılması farzdır. Ya kendisi yerine getirmelidir ya da ecir tutarak kıldırmalıdır.allahdostuseyyid. Aynı şekilde babanın orucu ve annenin namazı büyük oğula farzdır. İkinci (annenin namazı) konusunda ihtilaf vardır.
GAYR-İ MÜSLİMLERİN ÇOCUKLARI ÖLÜNCE NE OLACAK?
‘Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü üslenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz.’[17: 15].
Bir grup âlimler (Mu’tezile, Hanbeliler ve Malikilerin mütebahhirin ulemasının da içinde bulunduğu önemli bir Müslüman alimler topluluğu), bu çocukların ehl-i cennet olduklarını kabul ve kendilerine ispat etmişlerdir.
Delil:
Enes ibn Malik’ten nakledildiğine göre, Hz. Peygamber’e Müşriklerin çocuklarından sorulmuş ve cevap olarak şunu ifade etmiştir: ‘Onlar cennet ehlinin hizmetkârlarıdırlar.’
Bediüzzaman Hazretleri, bu kanaatleri değerlendirerek şu neticeye varmıştır: ‘O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten (I. Ve II. Dünya Harplerinden) vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.’[Bediuzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, sh. 111-12..]
İmam-ı A’zam başta olmak üzere çoğu âlimler bu konuda kesin bir hükme varmayıp meseleyi Allah’ın iradesine bırakmaktır (tevakkuf). Bu konudaki en önemli dayanak İbn-i Abbas hadisidir. ‘Allah onların amellerini ve hallerini herkesten daha iyi bilir’.
Bir kısım İslam âlimleri ise onların babalarına tabi olduklarını ileri sürmüşler ve bu konudaki bazı hadisleri delil olarak getirmişlerdir. Hz. Aişe’nin naklettiği şu hadis bunların başında gelmektedir: ‘Müşriklerin çocukları babaları ile birliktedir.’ Bu yoruma muhtaç bir hadistir. Israrlı sorular üzerine Resulullah bir seferinde ‘Allah onların amellerini ve hallerini herkesten daha iyi bilir’ buyurmuştur.
Bu arada bazı alimler bunların toprak olacaklarını beyan etseler de çoğunluk alimler yukarıda saydığımız görüşlerden birini tercih eylemişlerdir.
DİNDEN VE PEYGAMBERDEN HABERDAR OLMAYANLARIN DURUMU:
Fetret Devri İnsanlarının ve Özellikle de Fetret Devri Sayılabilecek Hallerdeki İnsanların ve Musibetzedelerin Hükmü:
Fetret kelimesinden kasıt, iki peygamber arasındaki meydana gelen ve Hakkın tebliğine engel olan uzun zaman dilimidir. Bazıları Hz. İsa’nın getirdiği dinin bozulması ile Resulûllah Efendimize vahyin tebliği arasında geçen dönem gelir. Ancak, bu tabir bir peygamberin getirdiği dinin nurundan haberdar olmayan her fert ve her dönem için kullanılabilir. Bu dönemde yaşayan insanların sorumluluk sınırları hakkında itikat mezhepleri arasında az da olsa farklılık görülüyor.
Bu konuda dört ayrı görüş bulunmaktadır:
Birincisi: Maturidî ve Eşarî imamları, “Biz bir resul gönderinceye kadar tazip etmeyiz. (azap verici olmayız)” meâlindeki âyet-i kerimeye dayanarak Fetret devri insanlarının tebliğ edici bir peygamber gelmeden sorumlu olmadıkları kanaatindedirler. Ancak Maturidilere göre, fetret, iman için değil amel için geçerlidir. allahdostuseyyid.Eşʿariler ise, peygamber gelmeyen bir kavim için hiçbir sorumluluk da olamayacağını savunmuşlardır.
Delil: ‘Resulüllah şöyle buyurmuştur: Dört grup vardır ki, onlar kıyamet günü kendilerini mazur göstereceklerdir: Hiçbir şey duymayan sağırlar; Gel-git akıllı ahmaklar; aşırı yaşlılar; fetret devrinde ölen insanlar. Sağırlar derler ki, Yarab! İslamiyet geldi ama biz bir şey duymadık. Gel-git akıllılar diyecek ki, İslamiyet geldi ama benim üzerime çocuklar pislik atıyorlardı. Yaşlılar diyecek ki, İslamiyet geldi ama bir şey anlayamadık. Fetret devrinde ölenler diyecek ki, Yarab! Bize peygamber hiç gelmedi. Bunlar cehenneme de girseler, Allah orayı onlar için bir nevi cennete çevirir.’[El-Beyhaki, Kitab el-I’tikad]
İkincisi: Bunların tebliğ ulaşmasa da sorumlu olacaklarına dair görüştür ki, İbn el-Kayyım başta olmak üzere bazı âlimler bu kanaattedirler.
Üçüncüsü: Bunlar hakkında kararı Allah’a bırakmak (tevakkuf) şeklindeki görüştür.
Dördüncüsü ise: Fetret ehlinin kıyamet günü yeniden imtihana tabi olacakları ve bunun neticesine göre muamele görecekleri şeklindeki görüştür. Selef-i salihin bu kanaattedirler.
KABİR AZABI MEZHEPLERE GÖRE:
1. Dırar b. Amr, Beşir b. Müreysi, Yahya b. Kamil ve Haricilerin büyük bir çoğunluğu kabir azabını kabul etmemektedirler.
2. El-Ciyani, Ebu Hüseyin el-Allaf ve Bişr b. Mutemir kabir azabının sadece inançsız ve kâfirlere olacağını ileri sürmüşlerdir.allahdostuseyyid
3. İmamu’l-Haremeyn el-Cüveyni, İmam Gazali, İbn Kayyim ve Şehristani’ye göre ise, kabir azabı kalp gibi vücudun bazı azaları üzerine vuku bulacaktır.
4. Kerramiye mezhebi, İbn Cerir et-Taberi ve Salihi gibi ilim adamları ise kabir azabının sadece bedene olacağını iddia etmişlerdir.
5. Kadı Abdulcabbar, İbn Hazm, İbn Hübeyre, Yahya b. Hamza, İbn Meysere ve günümüz modern teologlarının büyük bir çoğunluğu kabir azabının sadece ruh üzerinde vuku bulacağını ifade etmişlerdir.
6. Şii, İbazi, Zeydilerin bir kısmı ile Sünnilerin büyük bir çoğunluğuna göre kabir azabı hem bedene hem de ruha olacaktır.