Hz. Ali (a.s)’ın mushafı, İslam tarihi açısından ilk kitap oluşu, tefsir ve Kur’an ilimleri açısından büyük öneme sahiptir.
Bu kitabın en belirgin özelliği, yazarının Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) oluşudur.
İmam Ali (a.s)’ın vahiy şahidi, kitap ilmine sahip olan kimse, Peygamber ilminin varisi, onun daimi arkadaşı, Peygamber (s.a.a)’in ilim şehrinin kapısı, sahabeler içerisinde Kur’an’ın tefsir ve tevilini, her ayetin sır ve şifrelerini en iyi bilen, Kur’an’ın nazil olduğu dönemlerde Peygamber (s.a.a)’in yanında en çok hazır olan ve Peygamber (s.a.a)’in ilmini kavrayıp anlamada diğer sahabelere olan üstünlükleri yönüyle, birçok alanlarda benzersiz özellikleri onun hiç kimse ile karşılaştırılamayacağını ispat etmektedir.
Hz. Ali’(a.s)’ın Kur’an’a olan geniş ilmi, Peygamber-i Ekrem (s.a.a), sahabe ve diğerlerince defalarca ve ısrarla belirtilmiştir. Elbette bu konuda söylenmesi gereken çok şey var, ancak ne var ki, bu makalenin sınırlı olması yönünden bu kadarıyla yetiniyoruz.
Allah (c.c) Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“Kâfirler, sen peygamber değilsin, derler. De ki: Sizinle aramda tanık olarak Allah ve kitap bilgisine sahip olan yeter.” (Râd/43)
Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet’in rivayetlerinde “Kitap bilgisine sahip olan kimse”den maksadın Hz. Ali (a.s) olduğu nakledilmiştir.[1]
Kur’an’ın çeşitli yerlerinde Hz. Ali’(a.s)’ın ve evlatlarının (a.s) ilmi dereceleri vurgulanmış ve başkaları onlardan ilim öğrenmeye teşvik edilmiştir. “İlimde rüsuh ve derinlik sahipleri”, “Ehl-i zikir”, vb. birçok ayet, vahyin bu yüce insanın ve evlatlarının Kur’an’a olan bilimsel makamlarına bir şahitliğidir.
Peygamber (s.a.a) defalarca konuşmalarında Hz. Ali (a.s)’ın Kur’an’a olan ilmi derinliğini vurgulamıştır. Örneğin bir konuşmasında şöyle buyurmaktadır: “Ben ilim şehriyim ve Ali (a.s) da onun kapısıdır. Kim bu şehre girmek ve hikmet isterse, kapıya gelsin.” Yine buyurmaktadır: “Ali Kur’an iledir ve Kur’an da Ali ile. Onlar havuzun başında bana kavuşuncaya dek birbirinden asla ayrılmazlar.”[2]
Bu anlamda Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den diğer birçok rivayetler de nakledilmiştir. Hz. Ali (a.s)’ın Kur’an’a olan ilmi sahabe ve dostlarının dillerinde de destanlaşmıştı. İbn-i Abbas şöyle diyor:
“Halkın bilgisi beş kısma ayrılmıştır. Dört kısmı Ali (a.s)’a aittir, bir kısmı da diğer insanların. Ayrıca Ali (a.s) o bir kısımda da diğerleri ile ortaktır ve o beşinci kısımda da onlardan daha bilgindir.”[3]
İbn-i Mesud şöyle dedi: “Eğer Allah’ın kitabını benden daha iyi bilen birini tanısaydım, uzun yollara -zahmetlere- düşecek olsam bile onun hizmetine koşardım.” Birisi ondan: “Ali (a.s)’ı nasıl buluyorsunuz?” diye sorduğunda, “Ben onunla başladım ve Kur’an’ı onun yanında öğrendim.”[4] cevabını vermiştir.
Suyuti şöyle yazıyor: “Muammer b. Veheb b. Abdullah, Ebu Tufeyl’den naklediyor: O, ben Hz. Ali (a.s)’ın hutbesine şahit oldum; “Sorun benden!” diyordu. “Allah’a andolsun, soracağınız her sorunun cevabını vereceğim; Kur’an’dan sorun bana! Andolsun Allah’a, Kur’an’daki her bir ayetin gece mi, yoksa gündüz mü, dağda mı, yoksa çölde mi nazil olduğunu çok iyi biliyorum.”[5]
Şehristani, Mefatih’ul-Esrar adlı tefsirin giriş bölümünde şöyle yazıyor: “Sahabe, Kur’an ilminin Ehl-i Beyt (a.s)’a özel olduğu konusunda söz birliği içindedirler.[6]
Şevahid’ut-Tenzil adlı eserde Ömer, İbn-i Mesud, Ayşe, Abdullah b. Ömer, Ebu Abdurrahman Süllemi ve Ata b. Ebu Rubah’tan Hz. Ali (a.s)’ın Kur’an’ı en iyi bilen kişi olduğunu rivayet etmiştir.[7]
Hz. Ali (a.s)’ın kendisi şöyle buyuruyor: “Resulullah’a nazil olup da bana okumadığı bir ayet yoktur. O okuyor ve ben de yazıyordum; daha sonra o ayetin tevil ve tefsirini, nasih mi yoksa mensuh mu olduğunu bana öğretiyordu.”[8]
Defalarca minberden halka seslenerek “Bizi kaybetmeden önce sorun benden” buyurmuşlardır. Bu rivayet Ehl-i Beyt mektebi ve Ehl-i Sünnet’te mütevatirdir.
İbn-i Asakir, Dimeşk Tarihi’nde bu ad altında özel bir bölüm açmıştır ve Ali (a.s)’dan başka hiç kimse “İki levh arasını sorun benden” diyememiştir, diye naklediyor. Bununla birlikte konuyla ilgili birçok rivayetleri de bu bölümde zikretmiştir.[9]
Ali (a.s) bütün bu özellikleri ve sınırsız ilmi ile İslam’da ilk müellif (yazar) unvanıyla mushafı yazmıştır. Gerçi Hz. Ali (a.s)’ın bu değerli mushafı maalesef bizim elimizde değildir. Ancak böyle bir eserin var olduğu tarih yazarları, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet muhaddis ve müfessirleri, ayrıca İmam’ın kendisi ve Ehl-i Beyt tarafından rivayet edilmiştir.
Birçok yazarlar böyle bir kitabın varlığından ve bazı özelliklerinden söz etmişlerdir. Bu kitap hakkında nakledilen sözler gerçi teferruatta bir miktar farklı da olsalar, genel itibarla hepsi aynı şeyi söylüyorlar. Bu kitap hakkında ortak görüş şudur: Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra Hz. Ali (a.s); “Kur’an’ı toplamadıkça sırtına aba almayacağına ve başka hiçbir işle uğraşmayacağına dair yemin etti. Kur’an’ı yazdıktan sonra onu alıp Mescid’un-Nebi’ye getirdi, zamanın hakimlerine ve halka sundu ve buyurdu ki: “Bu Kur’an’dır. Peygamber’in vefatından sonra ben onu toplamakla meşgul oldum ve şimdi onu size getirdim.” Cevap olarak “Bizim ona ihtiyacımız yoktur!” denildi. O hazret de onu kaldırıp eve geri götürdü. Onun yazdığı Kur’an, ayetlerin nassını, tevil ve tefsirini kendi kapsamında toplamıştı. O Kur’an’da surelerin tertibi, dizilişi nüzul sırasına göre idi. Bugün elde olan Kur’an dizilişinde değildi.
Şimdi bu konuyla ilgili çok önemli birkaç rivayeti inceleyelim: İbn-i Nedim şöyle yazıyor: “Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra halktan vefasızlık görünce Kur’an’ı toplayıncaya kadar sırtına aba almayacağına dair yemin etti. Sonra bu isteğini yerine getirebilmek için üç gün evde oturdu. Böylece bu risale Ali (a.s)’ın göğsünden aktardığı ilk kitap idi. Bu kitap Cafer (a.s) oğullarının (Ehl-i Beyt imamlarının) yanındadır.” Ve şöyle ekliyor: “Ben bu dönemlerde Ebu Hamza Ya’li Hasani’nin yanında bir kitap gördüm; birkaç yaprağı da düşmüştü. O kitap Hz. Ali (a.s)’ın hattı ile yazılmıştı ve Hasan’ın çocuklarına miras kalmıştı.”[10]
Muhammed b. Sirin, İkrime’den şöyle nakletmektedir: “Ebu Bekir’in hilafetinin ilk günlerinde Ali b. Ebu Talib (a.s) evde oturup Kur’an’ı toplamakla meşgul oldu.” Ben İkrime’den: “Acaba o zaman aynı nüzul sırasına göre başka bir Kur’an da yazılmış mıydı?” diye sordum. “Eğer cinler ve insanlar hepsi bir araya gelselerdi böyle bir Kur’an vücuda getiremezlerdi.” cevabını verdi. İbn-i Sirin diyor: “Bu kitabı araştırmaya koyuldum; Medine’ye mektup yazdım, ancak ona ulaşamadım.”[11]
İbn-i Cezzi Kelbi şöyle yazıyor: “Kur’an, Peygamber zamanında sahifelerde ve kişilerin sinelerinde (hafızalarında) perakende ve dağınık bir haldeydi. Peygamber (s.a.a)’in vefatından hemen sonra Ali b. Ebu Talib (a.s) onu ayetlerin iniş sırasına göre toplayıp, düzenledi. Bu değerli kitapta saklı nice ilimler vardı, ama ne yazık ki, elimizde değil.”[12]
Şeyh Müfid şöyle yazıyor: “Müminlerin Emiri (a.s) Kur’an’ı baştan sona bir araya getirdi; yapması gerektiği gibi de yaptı: Mekki ayetleri Medeni ayetlerden önce, nesh olunmuş ayetleri nesheden ayetlerden önce yazmak suretiyle her ayeti olması gereken yerde yazmıştı.”[13]
Şirazi Kur’an’ın nüzulü hakkında İbn-i Abbas’tan şöyle naklediyor: Allah (c.c) Peygamber (s.a.a)’e ondan sonra Ali (a.s)’ın Kur’an’ı toplayacağına dair garanti verdi. Sonra Allah Kur’an’ı Ali (a.s)’ın göğsünde karar kıldı ve Ali (a.s) da Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra altı ay içinde Kur’an’ı derleyip toparladı.”[14]
Yine o şöyle yazıyor: Ebu’l-Âla Attar ve Muvaffak, Harezm hatibi kitaplarında Ali b. Rubah’tan şöyle naklediyorlar: “Peygamber (s.a.a) Hz. Ali (a.s)’a Kur’an’ı toplamasını buyurdular. Ali (a.s) da toparlayıp yazdı. Yine Ali (a.s) buyurdular: “Eğer bana destek olunsa Peygamber (s.a.a)’in imla ettiği ve benim yazdığım kitabı halka sunarım.” [15]
Birçok Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt mektebi kitaplarından nakledildiğine göre, “Peygamber (s.a.a) Ali (a.s)’a yanında bulunan Kur’an ile yatağının başucunda perakende ve dağınık halde bulunan sahifeleri bir araya getirmesini böylece, Kur’an’ın da Tevrat ve İncil gibi bozulmasına engel olmasını buyurdular. Sonra Ali (a.s) bu sahifelerin hepsini sarı bir bez parçasına sarıp mühürledi ve şöyle buyurdu: “Bundan sonra bunları toparlayıncaya kadar sırtıma aba almayacağım.” O günden sonra Kur’an’ı toplayıncaya kadar yanına gelenleri üzerine aba giymeden karşılıyordu.”[16]
İbn-i Ebi’l-Hadid şöyle yazıyor: “Hz. Ali’(a.s)’ın Peygamber (s.a.a) zamanında Kur’an hafızı olduğu ve ondan başka hiç kimsenin Kur’an’ın tamamına hafız olmadığı ve Peygamber (s.a.a)’den sonra ilk Kur’an’ı toplayan şahıs olduğu, görüş birliğine varılmış bir konudur.”[17]
İmam Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor: “Halktan hiç kimse Kur’an’ı nüzul sırasına göre topladığını iddia etmemiştir, etmişse de yalan söylemiştir ve Ali b. Ebu Talib (a.s) dışında hiç kimse Allah’ın indirdiği şekilde hıfzedip toparlamamıştır.”[18]
Yine şöyle rivayet edilmiştir: “Hz. Ali (a.s) Kur’an’ı toparlayıncaya kadar omzuna aba almayacağına dair yemin etti. Sonra bu iş için bir müddet onlardan (zamanın hakimlerinden) uzak durdu. Zamanı gelince yazmış olduğu Kur’an’ı bir parçaya sarılmış olarak -onlar mescitte oldukları bir vakitte- mescide getirdi. Herkes Hz. Ali’(a.s)’ın bunca zaman sonra gelmesine hayret etmişlerdi. Onların arasına girince kitabı ortaya koyup şöyle buyurdu: “Peygamber (s.a.a) buyurmuşlardı ki; “Ben sizin aranızda kendi yerime bir şey bırakacağım, eğer ona yapışırsanız doğru yoldan sapmayacaksınız. O, Allah’ın kitabı ve benim itret ve Eh-i Beyt’imdir. Şimdi, bu kitaptır ve ben de Ehl-i Beyt’im.” Ömer kalkıp dedi: “Eğer senin Kur’an’ın varsa, onun benzeri bizde de vardır.” Hz. Ali (a.s) itmam-ı hüccet ettikten sonra (delil ile mazeret yolunu kapadıktan sonra) kitabını alıp geri döndü.”[19]
Şeyh Saduk şöyle diyor: “Kur’an’ı onların yanına götürüp şöyle buyurdu: “Bu, Rabb’inizin kitabıdır, tıpkı Peygamberinize indirdiği gibidir. Bir harf dahi ondan azaltılıp çoğaltılmamıştır.” Onlar dediler: “Bizim ona ihtiyacımız yoktur, sende olanın aynısı bizde de vardır.” Bu olaydan sonra o hazret şu ayeti okuyarak oradan ayrıldılar: “Sonra onlar Kur’an’ı arkalarına attılar ve onu çok ucuza sattılar. Ne de kötü bir ticaret yaptılar!”[20]
Bazıları diyorlar ki: “Hz. Ali (a.s)’ın Kur’an’ının kabul görmemesinin nedeni, Ebu Bekir Kur’an’ı açtığında Muhacir ve Ensardan bazılarının yanlış davranışlarının bu kitapta yazılı olduğunu görünce bunun, onların hakkında maslahata uygun olmayacağı korkusuyla onu reddetti.”[21]
Özet olarak söylemek gerekirse Ali (a.s)’ın Kur’an’ı toplaması olayı, birçok Ehl-i Beyt mektebi ve Ehl-i Sünnet kitaplarında nakledilmiştir. [22]
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Kur’an’ı toplama işi ve mushafın yayılmasının o büyük ve eşsiz insan tarafından gerçekleştirildiği apaçık bir gerçektir.
Evet, gerçi bazı cüzi konularda birtakım ihtilaflar vardır. Örneğin; Kur’an üç günde mi yoksa altı ayda mı toplatıldı, Peygamber (s.a.a)’in vefatından üç gün sonra mı yoksa altı ay sonra mı halka sunuldu? vb… Veya acaba Ali (a.s) Kur’an’ı, onun tefsir ve tevilini (yorumunu) kendi göğsünde saklı ilim ile mi kâğıda döktü? Yoksa tahta parçalarına, taşlara, hurma yapraklarına, deve kemiklerine, kâğıt ve deriler üzerine parça parça yazılmış olan Kur’an’ı onlardan bir araya getirmek suretiyle mi topladı? Yoksa her ikisinden de mi yararlandı? Zira rivayetler, her iki kaynağa da işaret etmektedirler, diğer bir deyişle; acaba Hz. Ali (a.s) Kur’an’ı toplamada, önce yazılanları bir araya getirip düzenlemekle mi yetindi, yoksa baştan sona bizzat yazmak suretiyle düzenli bir mecmua mı meydana getirdi?
Bunlar birtakım ayrıntıları açık olmayan sorulardır ki, tarihi açıdan da belirgin değildirler. Bu konularda doğru hüküm verebilmek, tarihi bütün yönleriyle araştırmak ve söylenmemiş gerçekleri keşfetmek suretiyle mümkün olabilir; ancak bu iş, başlı başına bir araştırma ve çalışmayı gerektirmektedir.
Kur’an’ın toplatılma müddeti hakkında çoğu rivayetler suskun kalmışlardır. Bazıları Kur’an’ın üç günde, bazıları da altı ayda toplandığını belirtmekteler. (Bir veya iki rivayette altı ay nakledilmiş, üç gün olduğunu söyleyen rivayetler birçok kaynaklarda zikredilmiştir.) Ne var ki, Kur’an’ın tamamının bütün yorum ve tefsiriyle bu kısa müddet içerisinde toplatılması gerçek dışı bir görünüm arz etmektedir. Ancak Kur’an, Peygamber (s.a.a) zamanında bir şekilde yazılmış, hatta imla edilmişti; yalnız, Hz. Ali’(a.s)’ın ömrünün son demlerine dek vahiy nazil olma ihtimali nedeniyle bir araya getirilmemişti. Ancak perakende ve ayrı ayrı yazılı bir haldeydi. Yalnızca bu bölümlerin tertip, düzen ve yan yana getirilmesi işlevi bu üç gün içerisinde tamamlanmıştır.
Ama ikinci rivayete göre (altı ayda Kur’an’ın toplanması) Hz. Ali (a.s)’ın bütün Kur’an’ı baştan sona bu müddet içinde kendisinin bizzat yazması uzak bir ihtimal değildir. Yahut dağınık halde bulunan Kur’an’ı bir araya getirip bu müddet içinde onun tefsir ve yorumu ile uğraşmış olabileceğine de ihtimal vermek mümkündür. Böylece rivayetlerde yoruma açık ve zahiri görünüm itibarıyla birbiriyle uyum içinde olmayan rivayetler de açıklık kazanmış oluyorlar.
Kitabın Yazılması, Yahut Kur’an’ın Toplatılması
Şüphesiz ilk olarak Peygamber (s.a.a)’in yanında parçalar ve cüzler halinde (perakende ve dağınık bir durumda) bulunan Kur’an ilk olarak Hz. Ali tarafından bir araya getirilmiştir. Yalnız bu kitabın bir ayetin tefsir ve tevilini de içermesi, (bu tefsirlerin çoğu Allah tarafından nazil olmuş olsa bile) içerdiği şeylerin çoğunun Kur’an’dan olmadığı anlamına gelmektedir. Bu kitap, o hazret tarafından kaleme alınmış başlı başına bir kitaptır. Yalnızca Kur’an ayetlerinin toplatılması olayı değildir.
Seyyid Şerefuddin Amuli şöyle yazıyor: “Ali (a.s) Kur’an’ı nüzul sırasına göre topladı ve ondaki nasih-mensuh, umum-husus, mutlak-mukayyet, muhkem-müteşabih, azimet-ruhsat, sünnet-adap ve nüzul sebeplerine işaret etmiş ve anlaşılması zor olan yerlere açıklamalar getirmişti… Anlaşılacağı üzere, Hz. Ali (a.s) tarafından toplanmış Kur’an daha çok bir tefsir niteliği taşımaktadır.”[23]
Önceki rivayetlerden de iyice anlaşıldığı üzere, bu Kur’an içerik ve tertip açısından halifeler döneminde yazılan Kur’an ile farklı özelliklere sahiptir. Çünkü onun çoğunu tefsir ve yorumlar oluşturmaktadır. Masum imamlardan gelen rivayetlerde de bu noktaya işaret edilmiştir. İmam Bâkır (a.s), “Ali (a.s) dışında hiç kimse Kur’an’ı nazil olduğu şekliyle toplamadı.” buyurmuştur.
İmam Sadık (a.s) da şöyle buyurdular: “Eğer halk Kur’an’ı nazil olduğu üzere okusaydı kesinlikle iki kişi arasında ihtilaf söz konusu olmayacaktı.”[24] ve şöyle buyurmuşlardır: “Eğer Kur’an nazil olduğu gibi (Hz. Ali (a.s)’ın tefsir ve tertibi ile) okunsaydı bizim adımızı Kur’an’da bulacaktınız.”[25] Yine buyuruyor: “Bizim Kaim’imiz -Mehdi (a.f)- kıyam ettiğinde Kur’an’ın nazil olduğu gibi okutulması için çadırlar kurduracak. O gün, en zorlu gündür. Zira Kur’an, bugünkü tertip ve düzenin dışında, bambaşka bir halde olacaktır.[26]
Şüphesiz nazil olduğu şekilde denilmesinden maksat, onun özel diziliş, tefsir ve teviliyle okunmasıdır. (Hz. Ali (a.s)’ın tefsir ve tertip ettiği şekliyle)
Bu rivayetlerin çoğu -gerçi sağ duyu sahibi olmayanların Kur’an’ın tahrif olduğu görüşünü ileri sürmelerine neden olmuşsa da- gerçekte Hz. Ali (a.s)’ın mushafında yazılmış olan tefsir ve yorumlara işaret etmektedirler.
Buna göre, bu rivayetleri reddetmek, senetlerini zayıf saymak, yahut onları Kur’an’ın hıfzı veya anlaşılmasına atfetmek doğru değildir. Zira bütün bunların anlamı çok açıktır. Gerçi bu konuyla ilgili bir çok asılsız hadis de mevcuttur. Biz yeri geldiğinde onlara da işaret edeceğiz.[27]
Ali (a.s)ın Mushafı ve Ali (a.s)’ın Sahifesi
Hz. Ali (a.s)’a nispet verilen kitaplardan biri de “Hz. Ali (a.s)’ın Sahifesi”dir. Ehl-i Sünnet tarafından da bu isim ile tanınan bu eserden Ehl-i Beyt (a.s)’ın rivayetlerinde Ehl-i Beyt mektebi ve Ehl-i Sünnet’ten nakledilen yazılı belgelerde çok fazla bahsedilmiştir. Ayrıca Ehl-i Sünnet’in Sahih-i Buhari, Müslim, Sünen-i Ebi Davud, Müsned-i Ahmed gibi temel kaynaklarında bu kitaptan nakillerde bulunmuştur. Bu sahife çok öz olarak yazılmış ve Hz. Ali’(a.s)’ın kılıcının kılıfında saklı idi.[28]
Hadisçiler arasında meşhur olan “Ali (a.s)’ın Kitabı” adıyla başka bir kitap daha vardır. Birçok rivayetlerde bu eserden söz edildiği gibi, Ehl-i Beyt mektebi alimleri bu kitaptan nakillerde bulunmuşlardır. Bu kitap Sahife, Camia, Cifr ve Sahife-i Camia gibi adlarla zikredilmiştir.
Bu sahifenin yetmiş zira (otuz beş metre) uzunluğunda olup Hz. Ali (a.s)’ın hattıyla yazıldığı ve kendisinden sonra Ehl-i Beyt imamlarına miras kaldığı rivayet edilmiştir. Bu kitapta hatta kaşımak suretiyle deride oluşan tahrişin diyetine kadar, büyük-küçük her hükmün yazılı olduğu zikredilmiştir.[29]
Bazı rivayetlerde Ehl-i Beyt imamlarından şöyle naklediliyor: “İlim bize mahsustur. Biz ilim ehliyiz. Bütün bilimler bizim yanımızda korunmuştur. Kıyamete kadar olacak her şeyin -hatta deride bir kaşıntının- hükmü, Peygamber (s.a.a)’in imlası ve Ali (a.s)’ın hattı ile yazılmış olarak bizim yanımızda mevcuttur.”[30]
Bu sözlerin hepsi adı geçen kitaba aittir. Zira bu kitabın bir kısmı diyet ile ilgilidir. Bu bölüm, İbn-i Nasih’in kitabıyla tanınmıştır. Bu kitap hakkında çok şeyler söylenmiştir. Ancak Ali (a.s)’ın mushafı bu iki kitaptan ayrıdır. Mushafın bu iki kitaptan biri olduğu hakkında hiçbir delil yoktur. Gerçi bu kitaplarda da tefsir konusuyla ilgili birtakım şeyler vardır. Asıl soru, bu kitapların hangisinin ilk yazılmış olduğudur. Zira, bu kitaplardan hiçbirinin ne zaman yazıldığı kesinlikle belli değildir. Acaba Peygamber (s.a.a)’in zamanında mı, yoksa daha sonra mı yazılmışlar?.. Ancak mushafın Peygamber (s.a.a) zamanında yazıldığı, hatta o hazret tarafından imla edildiği hakkında birçok rivayetler vardır. Ama eldeki kaynaklardan hiçbirinde bu iki kitaptan herhangi biri hakkında kesin bir bilgiye rastlanamamıştır. Yalnızca Seyyid Şerefuddin şöyle yazıyor: “Ali (a.s), Peygamber (s.a.a)’in cenaze işlerini tamamladıktan sonra Kur’an’ı toparlayıncaya kadar namaz dışında sırtına aba almayacağına dair yemin etti ve söylediği gibi de yaptı… Bu kitap bittikten hemen sonra Hz. Fatıma (a.s) için bir kitap yazdı. Bu kitap, Fatıma (a.s) evlatlarınca “Mushaf-ı Fatıma (a.s)” adıyla bilinmektedir. Birtakım emsal (örnek olaylar) ve hikmetli sözlerden ibarettir. Daha sonra diyet hakkında bir kitap yazdı ve onu “Sahife” diye adlandırdı…”[31] Ne var ki, bu yazdığı tertip için kaynak belirtmemiştir.
Kur’an’ın “Mushaf” Olarak Adlandırılması
Bu konuda başka önemli bir nokta da Hz. Ali tarafından toplanmış olan Kur’an’a “Mushaf” adının verilmiş olması ve bu isim ile tanınmış olmasıdır. Yalnız, bu ad, yazıldığı zaman mı bu kitaba verildi, yoksa daha sonraları bu adla anıldığı için mi böyle bir unvana sahip oldu, kesin değildir?
Bu sorular İbn-i Mesud, Ubey ve Muaz gibi başka sahabelerin mushafları için de geçerlidir. Hatta bazı rivayetlerde ashaptan bazılarının kendi mushaflarını Peygamber (s.a.a)’e sundukları da nakledilmiştir.[32]
Peygamber (s.a.a)’den nakledilen birtakım rivayetlerde de Kur’an’dan “Mushaf” diye bahsedildiği görülmektedir.[33] Öyle görülüyor ki, Hz. Ali’(a.s)’ın zamanında bu isim meşhur idi. Kur’an’ın Peygamber (s.a.a) zamanında bugünkü şekliyle toplanmış olduğunu iddia edenler de bu rivayetlere dayalı olarak konuşmaktadırlar. Bazı rivayetlerde şöyle nakledilmektedir: Kur’an ilk defa Ebu Bekir zamanında bir araya getirildi ve “Mushaf” olarak adlandırıldı. Zira, toplandıktan sonra ad koyma konusunda ihtilafa düşmüşlerdi. İbn-i Mesud, Habeşe civarında “Mushaf” olarak adlandırılmış bir kitap gördüğünü -dolayısıyla bu ismin uygun olmayacağını- söyledi. Ebu Bekir bunun güzel bir ad olduğunu söyledi ve o günden sonra Kur’an “Mushaf” adıyla anılmaya başladı.[34]
Her ne kadar bilimsel bir sonuca ulaşma ihtimali düşük de olsa, bu konuda gerçeğe ulaşmak için tarihte nakledilen konular üzerinde çok geniş bir araştırma yapılması gerekir.
Yalnız, denilebilir ki; Hz. Ali ve diğer sahabelerin kitapları yazılıp “Mushaf” tabiri şöhret bulduktan sonra bu kitaplar “Mushaf” adıyla meşhur oldular. Çünkü tâ başından beri bu kitapların “Mushaf” adıyla anıldıklarına dair hiçbir tarihi delile rastlamamaktayız. Elbette Peygamber (s.a.a)’den nakledilen bazı rivayetlerde “Mushaf” kelimesinin zikri nakli mana yönüyle de mümkündür. Yani, Peygamber (s.a.a) Kur’an olarak söylemiştir ama, yıllar sonra o sözü naklettiği zaman -Mushaf şöhret bulduğu için- Mushaf kelimesini Peygamber adına nakletmiştir. Özellikle de aynı kişiden nakledilen aynı rivayet farklı nüshaların birinde “Mushaf” iken, diğerinde “Kur’an” olarak geçmektedir. Bu durum, yukarıdaki söze bir şahit ve delil konumunda olabilir.[35]
Hz. Ali (A.S)’ın Mushafının Özellikleri
Hz. Ali (a.s)’ın mushafı hakkında söylenenlerden ele gelen birkaç özelliği şöyle sıralayabiliriz:
a) Sûreler nüzul sırasına göre tertiplenmiştir.
b) Mensuh ayetler (hükmü kaldırılmış) nasih ayetlerden (hükmü kaldıran) önce getirilmiştir.
c) Onda ayetler hiçbir değişikliğe uğramaksızın, dikkatle yazılmıştır.
d) Her bir ayet, harf harf aynen Peygamber (s.a.a)’in okuduğu şekilde yazılmıştır.
e) Ayetler Peygamber (s.a.a)’in imlası ve Ali (a.s)’ın hattı ile yazılmıştır.
f) Ayetlerin tefsirleri, Allah tarafından nazil olduğu kadarıyla yazılmıştır. Bu nokta “Tenzil’in Hakikati” diye adlandırılmıştır. Zira Allah tarafından gelen her vahiy, Kur’an değildi. Bazıları tefsir niteliği taşımaktaydı.
g) Ayetlerin tevili (asıl mana ve yorumları) onda zikrolunmuştur.
h) Ayetlerin indirilmesinin nerede, ne zaman, ne münasebetle olduğunu, ayetten kimlerin kastedildiği gibi bütün özellikleri zikredilmiştir. Bu özellikler “Ayetlerin Tenzili” diye adlandırılmıştır.
ı) Bazıları da bu mushafta umum-husus, mutlak-mukayyet, muhkem-müteşabih, nasih-mensuh, azimet-ruhsat, sünnet ve adap ile ilgili açıklamaların da yazılı olduğunu rivayet etmişlerdir.
k) Ehl-i hak ile ehl-i bâtılın kim oldukları, ayrıca muhacirlerden ve ensardan bazı kimselerin veya münafıkların işlediği suçlar da bu kitapta yazılmıştır.
Şehristani “Mefatih’ul-Esrar” kitabının giriş bölümünde şöyle yazıyor: “Hz. Ali (a.s)’ın kitabının metin ve haşiyelerden oluştuğu söylenmektedir.”[36]
Evet, Ali (a.s)’ın mushafı bütün bu sayılan özellikleri eksiksiz bir şekilde bir araya getirmiş olduğu gerekçesiyle Hz. Ali’(a.s)’ın telifi ve eseri olarak diğer mushaflardan tamamen farklı olarak değerlendirilmesi gerekir.
Şüphesiz Kur’an’ın bu şekilde toplatılması (kitabın başında belirtildiği gibi) ancak Kur’an hakkında geniş bir ilmi karakter gerektirir ki bu, yalnızca Ali (a.s)’a özel bir durumdur. Burada Ahmed Emin’in sözüne bir bakınız: “Sahabeden çok az bir grup Kur’an tefsiri ile tanınmışlardır. Bunlardan önde gelenler: Ali b. Ebu Talib, Abdullah İbn-i Abbas, Abdullah İbn-i Mesud, Ubey b. Kab olarak rivayet olunmuşlardır. Hepsinden az Zeyd b. Sabit, Ebu Musa Eş’ari ve Abdullah b. Zübeyr’dir. Bu konuda aslına bakılırsa yalnızca ilk dört kişiyi saymak gerek. Çünkü, farklı mektep ve mezheplerin tefsir alanında dayanakları genel olarak bu dört kişidir. Tefsir alanında bu derinliği bu dört kişiye has kılan şeyler genel olarak şunlardır: Onların Arap dilini çok iyi bilmeleri ve onun çeşitli uslup ve özelliklerine olan tasallutları, Peygamber (s.a.a) ile uzun müddet bir arada olmaları, sonuçta ayetlerin nüzul sebepleri, yerleri hakkında olan bilgileri ve onların kendi bilimsel güçlerini Kur’an üzerinde tereddüt etmeksizin sarf etmeleridir.”[37]
Hatırlatmak gerekir ki, İbn-i Abbas ve İbn-i Mesud, Kur’an tefsiri konusunda Hz. Ali (a.s)’ın öğrencileri idiler. İbn-i Abbas, Kur’an ile ilgili bilgisinin Hz. Ali (a.s)’dan bir yansıma olduğunu söylüyordu ve kendi ilmini Ali (a.s)’a kıyasla deryada bir yaprak misali olduğunu söylüyordu. İbn-i Mesud da Kur’an tefsiri üzerine çalışmalarıyla birlikte birçok surelerin tefsirlerini Hz. Ali (a.s)’dan öğrenmiştir.
Hz. Ali (a.s)’ın Mushafında Surelerin Tertibi
Bu hususta surelerin tertibi hakkında meşhur söz, surelerin nüzul sırasına göre dizildiği görüşüdür. Bunun niteliği de yalnızca iki veya üç kaynakta belirtilmiştir.
Öncelikle İbn-i Nedim, el-Fihrist’inde Ali (a.s)’ın mushafını zikrettikten sonra diyor ki: “Bu mushafta surelerin tertibi şöyledir…”
İkinci kaynak, Tarih-i Yakubi’dir ve şöyle yazıyor: “Bazıları Ali b. Ebu Talib (a.s)’ın Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra Kur’an’ı topladığını, devenin sırtına yükleyip getirdiğini ve “Bu benim topladığım Kur’an’dır” buyurmuşlardır. O hazret Kur’an’ı yedi cüzde toplamıştı.” Bu arada yedi tane cüzleri sırasıyla sayıyor; 1. cüz sırasıyla Bakara, Âl-i İmran, Nisa, Maide, Enam, Âraf ve Enfal sureleri ile başlıyordu ve her cüz on dört ile on sekiz sure kapsamaktadır ve her cüz başlangıç suresinin adını almaktadır. Bunların toplamında da üç sure kalemden düşmüştür.”[38]
Böylesi özellikler, bilinen meşhur nüzul tertibi ile uyum içinde olmadığı gibi, diğerlerinin Ali (a.s)’ın mushafı hakkında söyledikleri ile de uyum içinde değildir. Zira söylenenlere göre Ali (a.s)’ın mushafının başında İkra, sonra Müddessir, Kalem, Muzzemmil… sureleri yer almaktaydı. Yukarıdaki tertip, tarihçilerin dedikleriyle de uyum içinde değildir.[39] Aynı şekilde Şehristani de Mefatih’ul-Esrar kitabında mushafın tertibini Mukatil b. Süleyman’dan naklediyor.[40]
Kur’an’ın Toplatılma Zamanı
Bütün bu açıklamalardan Kur’an’ı ilk toplayanın Ali (a.s) olduğu anlaşılmaktadır. Ama Kur’an’ın ne zaman toplatıldığı hakkında tarih, tefsir ve Kur’an ilimleri ile ilgili eserlerde çok çeşitli sözler söylenmiştir. Bu konuda söylenen sözler, ilk bakışta çok uyumsuz ve birbirine zıt iddialarla doludurlar. Bu yüzden bir çok araştırmacı gerçeğe ulaşmakta zorlanmıştır. Bazı rivayetler Kur’an’ın toplatılma işini Peygamber (s.a.a)’in kendi zamanına, bazıları Ebu Bekir dönemine, bazıları Ömer ve diğer bazıları da Osman dönemine ait olduğunu kabul etmektedirler. Ancak Osman döneminde yapıldığına dair rivayetler meşhurdur.
Uyumsuzlukların bulunduğu diğer bir durum da, Kur’an’ın toplama işindeki bazı özellikler ve cüzi konulardır. Hatta Kur’an’ı ilk toplayanın Ali (a.s) olduğu konusu bile bütün bu söylenenlere rağmen ilk bakışta uyumsuzlukla doludur. Dr. Muhammed Ali Sağir şöyle yazıyor: “Kur’an’ın toplatılması ile ilgili rivayetlerde hayret edilecek derecede birbirine zıt tarihlere rastlanmaktadır.” Bu sözlerden sonra birbirine zıt rivayetleri sıralamaktadır.[41] Ayetullah Hoyi, bu konuyla ilgili rivayetleri bir arada toplamış ve yirmi iki rivayet nakletmiştir. Daha sonra da bu rivayetlerin hepsinin birbiriyle zıt ve haber-i vahit olduklarını belirtmişlerdir. Bütün bunları eleştirecek on iki soru ile bu rivayetlerdeki zıtlığı ortaya koymuştur. Merhum Belaği de kendi tefsirinin giriş bölümünde “Kur’an’ın toplatılması hakkındaki rivayetlerin zıtlığı” adı altında bu konudan bahsetmiştir ve bu rivayetlerde görülen zıtlıkları saymıştır. Sonuçta bu rivayetlerin tarih açısından bir değer ifade etmediğini de vurgulamıştır.[42]
Bütün bu eleştirilerin ışığında şöyle denilebilir: Gerçi Ehl-i Sünnet tarafından nakledilen rivayetlerin çoğu birbiriyle zıtlık arzetmektedir. Fakat en çok üzerinde ihtilaf edilen rivayetler Kur’an’ın toplanma zamanı ile ilgilidir. Zira bu grup nakil ve rivayetler Kur’an’ın toplatılma işlemini Peygamber (s.a.a) zamanına, Ali (a.s)’a, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Zeyd b. Sabit, Selim Mevla Beni Huzeyfe’ye, bunların dışında Peygamber (s.a.a) zamanında dört kişiye ve Peygamber (s.a.a) zamanında bunlardan başka dört ayrı kişiye ve yine Hz. Ali’(a.s)ın döneminde altı kişiye ve… istinat ettirilmiştir.
Evet, bu nispetler görünüşte birbiriyle uyum içinde değiller. Yalnız bu rivayetler incelikleriyle tahlil edilirlerse bu zıtlıkların çoğunun yok olup gittiği görülecektir. Bu rivayetler çok yönlü tahlil edildiğinde en az altı tane sonuç elde etmek mümkün görülmektedir:
1- Kur’an’ın hıfzedilip göğüslerde saklanıyor olması.
2- Kur’an’ın parçalar halinde yazılmış olduğu.
3- Kur’an’ın sahifelerde tam olarak toplatıldığı (gerçi bazılarında tertip yoktu).
4- Kur’an’ın başı-sonu belli bir kitap olarak düzgün bir şekilde toplatılması.
5- Kur’an’ın tefsir, tevil, nüzul sebepleri; zahiri ve bâtini anlamlarıyla toplanması.
6- Kur’an’ın yazılı belgeleri arasında yazı ve kıraat açısından birlik oluşturulması.
Bu sonuçların her birini Kur’an’ın toplatılması işlemi sayabileceğimiz gibi, toplama merhalelerinden her biri olarak da değerlendirebiliriz.
Şimdi bu merhalelerin her birinin ne zaman ve kim tarafından gerçekleştirildiğine bakmak gerekmektedir.
Herkesin üzerinde görüş birliğine sahip olduğu konu, ayetlerin Peygamber (s.a.a)’in zamanında tertiplendiğidir. İhtilaf şuradadır ki, acaba surelerin sırası da Peygamber (s.a.a)’in bizzat kendisi tarafından mı tertiplenmiştir? Kur’an bugünkü haliyle o hazret tarafından mı yazılmıştı? Yoksa Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra sahabenin rey ve içtihadına göre mi dizildi?
Birinci görüşe, Şia ve Ehl-i Sünnet’ten katılım oldukça fazladır. Birçok deliller getirmekteler ve Seyyid Hoyi bu konuda ısrarlı olanlardandır.[43]
İkinci görüşü daha çok tahkik ehli ve araştırmacılar benimsemektedir. “İtkan” adlı eserde de bilim adamlarına nispet verilmektedir. Üstat Marifet de et-Temhid adlı eserinde bu ihtilaflara genişçe yer vermiş ve ikinci görüşü tercih etmiştir.[44]
Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra Ali (a.s) Kur’an’ı düzenli bir şekilde toparlama yolunda ilk adımı attı ve onu halka sundu. Kabul görmeyince onu kendi yanında sakladı. Bu arada hekim sınıfın ellerinde derli toplu bir Kur’an olmadığı halde İbn-i Mesud, Ubey b. Kab gibi kimselerin ellerinde olanı kabule de yanaşmadılar; ancak, ne var ki, Kur’an’ın tamamen yok olup, bozulması gitmesi tehlikesi ile karşı karşıya idiler. İşte böyle bir durumda Ömer diyor: “Yemame Savaşı’nda yetmiş Kur’an karisinin -veya dört yüz kişinin- öldürülmesi.” karilerin elden gitmesi, Kur’an’ın elden gitmesi demek oluyordu. Böylece hakim sınıf işlerine gelen ve genç bir vahiy kâtibi olan Zeyd b. Sabit’i -kendi söylediğine göre- büyük ısrarlar sonucu Kur’an’ı toplamaya memur ettiler. Böylece o -veya Ömer- “Her kimin yanında Kur’an’dan bir ayet -şahidiyle birlikte- olsa, ondan kabul edilecek ve Kur’an’a yazılacak” diye ilan ettiler. Böylece, Ebu Bekir için bir Kur’an toplatılmış oldu ve bu nüsha önce Ebu Bekir, sonra Ömer’in yanındaydı.
Ömer’den sonra bu Kur’an Hafsa’nın yanındaydı. Osman o nüshayı isteyince ona vermedi. Kendisine geri vereceğine dair söz verince kitabı alabildi. Bu arada rivayetlerde bir takım küçük ihtilaflar görülmektedir. Bazıları bu Kur’an’ın toplatılma işinin Ebu Bekir zamanında son bulduğunu, bazıları Ömer’in zamanına kadar devam ettiğini söylerken diğer bir grup da “Ömer vefat etmişti ama, Kur’an’ın toplatılma işi henüz tamamlanmamıştı” diyor.
Ömer’den sonra Osman da aynı şekilde Kur’an’ın kıraatindeki ihtilafları görünce bazı sahabelerin ve başkalarının da ısrarı üzerine dağınık halde bulunan Kur’an’ı yazı ve kıraat açısından birleştirmek üzere harekete geçti. Bu söylenenlerin hepsi Kur’an’ın toplatılma macerasının bir özeti idi ki, bu alanda en önemli kaynaklardan elde edilen bilgilere dayanılarak yapılan bir tahlildir.
Üzerinde çalıştığımız konuda görülen uyumsuzluklar ve çeşitliliklerin bir çoğu da bu terimin farklı anlamlarda kullanılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü bu terim bir çok yerde farklı anlamlarda kullanılmıştır.
Eğer biri Kur’an’ın Peygamber (s.a.a) zamanında toplatıldığını söylüyorsa, maksadını ayrı ayrı parçalar halinde yazılmış surelerin tertip gözetilmeksizin bir araya getirilmesi idi. Bu sözün bu anlamda Hz. Ali (a.s)’ın Peygamber (s.a.a)’in emriyle Kur’an’ı toplayıp yazmasıyla hiçbir zıtlığı söz konusu değildir. Veya Peygamber (s.a.a) zamanında bir takım kimseleri Kur’an’ı toplayanlar adıyla anıyorlar. Maksatları, Peygamber (s.a.a) zamanındaki Kur’an hafızlarıdır. Bazı rivayetlerde de Kur’an’ın Peygamber (s.a.a) zamanında toplatılmasından kitabın hıfzedilme ve ezberlenmesinin kastedildiği açıkça belirtilmiştir. Zerkeşi de el-Burhan adlı eserinin on üçüncü bölümünü “Kur’an’ın toplatılması ve sahabe tarafından ezberlenmesinin beyanı hakkında” diye adlandırmaktadır.
Evet, bu grubun kaç kişi olduğu konusunda ihtilaf vardır. Bazıları dört, bazı altı kişi ve bazıları da sayıca çok fazla olduğu kanısındadırlar.
Bu ihtilaf üzerine araştırmacılar şöyle diyorlar: “Hafızları dört veya altı kişi olarak nakleden rivayetler yalnızca bu grubun başta gelen tanınmış olanları zikretmekle yetinmişlerdir veya Kur’an’ın tamamını ezberlemiş olanları kastetmişlerdir.”
Evet, bazı vahiy kâtipleri -şayet başka sahabelerden de vardı- vahyolunan ayetlerden kendileri için de ayrıca bir nüsha yazıyorlardı. Fakat onların yazdıkları Kur’an, kesinlikle istenen tertip ve düzene sahip değildi. Her ne kadar bazı rivayetlerde bu şahıslardan bazılarının yazdıkları Kur’an’ı Peygamber (s.a.a)’e sundukları nakledile gelmiş ise de, bizim kastettiğimiz düzenli olarak toplanmış bir Kur’an değildir. O zamanda böylesi bir Kur’an’ın varlığını da ispat etmemektedir. Bu toplama işini Ebu Bekir, Ömer veya Zeyd’e ait bilen rivayetler de aynı gruptandırlar. Çünkü Kur’an’dan yalnızca bir nüshanın halife unvanında hakim sınıfa sunulması olayı bu nispetin onlara verilmesine neden olmaktadır. Örneğin; bu iş Ebu Bekir’in emriyle Ömer’in desteği ve Zeyd’in eliyle -yalnız başına veya bir grubun desteği ile- yapılınca bu üç kişiden her birine ayrı ayrı atfedilebilmektedir. Bu konuda rivayet edilen diğer sözlerle hiçbir ihtilaf da söz konusu değildir. Bu toplama işinin önceden sayılan altı anlamdan üçüncü veya dördüncü kısma ait olacağı da açıktır. Yani, bu dönemde Kur’an ayrı sayfalar halinde -sureler düzenli veya düzensiz bir şekilde- bir araya getirilmişti. Bundan dolayı bazıları Kur’an’ın Ebu Bekir ve Ömer zamanında sayfalar halinde olduğunu henüz mushaf yani, kitap şekline getirilmemiş olduğunu nakletmişlerdir. Bazıları da bunları mushaf diye adlandırmışlardır. Çünkü bu gruba göre Kur’an ilk defa bu dönemde bugünkü düzeniyle yazılmıştır.
Kur’an’ın ilk defa Ebu Bekir tarafından toplatıldığını söyleyenlerin maksadı, bugünkü düzeniyle Kur’an’ın ilk defa Ebu Bekir’in emriyle bir araya getirilip düzenlenmiş olduğudur. Bu söz, diğer rivayetlerle de uyum içindedir.
Kur’an bilimleri üzerine yazılmış eserlerin çoğunda Kur’an’ın toplanma ve derlenmesi ile ilgili konularda Hz. Ali (a.s)’ın mushafından niçin bahsedilmediği de böylece açıklık kazanmış oluyor. Zira bu mushaf ne tertip, ne de içerik yönünden bugünkü Kur’an ile uyum içinde değildi. O Kur’an’ın düzeni nüzul sırasına göre tertiplenmiş, içeriği de tefsir ve tevili ile birlikte hazırlanmış idi. Bu itibarla Kur’an’ı ilk önce Hz. Ali (a.s) toplamasına rağmen günümüzde olduğu şekliyle ilk defa Ebu Bekir toplamıştır, denilebilir. Gerçi bazı kimseler de vardır ki, garaz ve taassup yüzünden Ali (a.s)’ın mushafını zikretmekten çekinmişlerdir. Böylece Osman’ın Kur’an’ı toplatması olayı da aydınlanmış oluyor. Bundan maksat, Kur’an’ın bir nüshada toplatılıp bu nüsha üzerinden çoğaltılıp İslam beldelerine dağıtılması ve farklı nüshaların ortadan kaldırılması ve mümkün olduğunca metin ve kıraatte birlik oluşturma çalışmalarının İslam sınırları içerisinde gerçekleştirilmesi olayıdır. Bu hareket tarihte kabul edilmiş ve bilinen bir gerçektir ve çoğu kimseler bu tavır karşısında olumlu veya olumsuz tepkiler göstermişlerdir. Bu ihtimale göre surelerin bugünkü şekliyle düzenlenmesi bazı rivayetlerden anlaşıldığı gibi Osman zamanına aittir, ondan öncesine değil. İhtilaf yalnızca Osman’ın bu hassas işi ne kadar başarıyla yapıp yapmadığı ve tarihte nasıl yankı yaptığı hususundadır.
İlginç olan şu ki, bazı tabirler şöyle nakledilmiştir: “Osman herkesi halifenin toplatmış olduğu Kur’an’ları okumaya mecbur kıldı.” Bazıları, “Ebu Bekir Kur’an’ı sahifelerde topladı, Osman ise mushafta, yani kitap haline getirdi.” Ve diğer bazıları da “Ebu Bekir Kur’an’ı mushaf -kitap- olarak topladı, Osman ise mushaflar şeklinde -yani onu çoğalttı.” diyorlardı.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, Kur’an’ın bu merhalesi de Zeyd b. Sabit’in eliyle yapılmış, Osman ise yalnızca gözcülük etmiştir. Bu nedenledir ki, Zeyd ile ilgili rivayetler bazen Ebu Bekir ve Ömer ile bazen de Osman ile irtibat halinde zikredilmişlerdir. Zira bunlar iki ayrı döneme işaret etmektedirler. Dolayısıyla ortada bir zıtlık söz konusu değildir.
Son olarak Kur’an’ın toplatılması -cem- terimi ile ilgili olarak Şia’dan nakledilen bazı rivayetlere göre, Kur’an’ı toplama işi Ali (a.s)’a, başka birtakım rivayetlere göre de Ali (a.s) ve evlatlarına -Ehl-i Beyt (a.s)- özel olduğu yolunda nakiller yapılmıştır. Dolayısıyla Kur’an’ın başkaları tarafından toplatıldığı yolundaki ravileri yalancılıkla suçlamaktadırlar.[45]
Bu rivayetlerin maksadı da açıktır. Zira burada toplama işleminden anlaşılan, Kur’an’ı bütün nasları, tefsir ve teviliyle toplama işidir. Yani Kur’an’ı Allah’ın indirdiği şekliyle düzenlenmesidir ve bu sadece Ali (a.s) ve evladına aittir. “Kur’an’ın toplatılması” terimiyle ilgili bazı sözler “Kur’an bilimleri” ve tefsir kitaplarında işaret edilmiştir: Suyuti, Hakim’in Müstedrek’inden şöyle naklediyor: “Kur’an üç defa toplatıldı: İlki, Peygamber (s.a.a)’in huzurunda, dağınık şekilde bulunan ayetler -Peygamber (s.a.a)’in emriyle- belirli surelerde bir araya getirilip düzene koyuldu. İkincisi, Ebu Bekir zamanında daha önceden deri, taş, ağaç ve kemik levhalar üzerine yazılı olan Kur’an’ı onun zamanında sayfalar üzerine yazılmaya başlandı. Sahih ve benzer rivayetler de bu olaya delalet etmektedirler. Üçüncü toplatılma işlemi de surelerin düzene sokulması olup, bu da Osman zamanında yerine getirilmiştir.”[46]
Hakim, bu sözün devamında bu üç merhalenin her biriyle ilgili rivayetleri de hatırlatmıştır.
Zerkeşi de İbn-i Faris’ten şöyle nakletmiştir: “Kur’an’ın toplatılma işlemi iki kısımdır: Biri, surelerin diziliş sırasıydı, örnek olarak altı uzun surenin başta gelmesi, yüz ayeti olan surelerin bundan sonra yer alması ve… bu işler sahabenin sorumluluğunda idi. Yani sahabeler bunu yerine getirdiler. Diğer toplamak şekli ise ayetlerin surelerde toplanması ve diziliş sırası işlemidir ki, bunlar vahiy yoluyla kesinlik kazanmış bir şeydir ve Peygamber (s.a.a) bizzat bu işi üstlenmiş idi.”[47]
Zerkani de Menahil’ul-İrfan’da Kur’an’ın toplatılmasını, ezberlemek ve sinelerde korumak, diğeri de ayet ve surelerin yazılarak korunması şeklinde iki anlamda değerlendirmektedir. Daha sonra Kur’an’ın toplama işlemini ikinci anlamıyla -yazmak- üç merhaleye ayırarak bu konuyla ilgili şüpheli soruları yanıtlamaya çalışıyor.[48]
Beyan’ul-Maani’de de şöyle yazıyor: “Hz. Ali (a.s)’ın Kur’an’ı toplamasından maksat, Peygamber (s.a.a)’in zamanında bugünkü şekliyle onu bir araya getirmiş olmasıydı. Zira Kur’an daha önce tahtalar, hurma ağacı parçalarına ve diğer birtakım şeyler üzerine yazılmış idi. Buradan anlaşılıyor ki, Hz. Ali (a.s)’ın Osman’dan önce Kur’an’ı topladığını söyleyenler bunu kastetmiştir, farklı bir olayı değil. Çünkü Peygamber (s.a.a)’in kendi zamanında Kur’an’ın tamamı toplu bir halde mevcut idi, ancak sayfalar halindeydi ve Ebu Bekir’den başka kimse onu kitap haline getirmedi ve Osman da bugünkü şekliyle onu düzenledi.”[49]
Molla Huveyş Al-i Gazi, Beyan’ul-Maani’de Kur’an’ın toplatılma merhalelerini ve “Kur’an’ın toplatılması” teriminin ifade ettiği anlamları üzerinde -her ne kadar Ali (a.s)’ın toplaması hakkında dakik ve açık bir söz söylememiş olsa da- bir miktar hatırlatmalarda bulunmuştur.
Allame Tabatabai bu konuda şöyle yazıyor: “Bazı rivayetlerde ensardan dört kişi, bazılarında beş, bazısında altı ve bazı rivayetlerde daha fazla kişi tarafından Kur’an’ın toplatıldığı iddiasından maksatları, Kur’an’ı tamamıyla öğrenip ezberlemiş olmalarıdır. Yoksa onun ayet ve surelerinin düzenlenerek yazılmış olması değildir.”[50]
Ne yazık ki, Kur’an’ın toplanma tarihi üzerinde araştırma yapanlar bazı inceliklere dikkat etmediklerinden bu konuda gelen rivayetlerin uyumsuzluklarına bakarak rivayetlerin yalan oldukları iddiasıyla birçoğu reddedilmiştir. Halbuki bütün yönleriyle tahlil ve incelemeye tabi tutulmak suretiyle bunları bir arada tutabilecek şekilde yorumlamak gerekiyordu. Yoksa her rivayeti ilk karşılaştığında diğeriyle biraz uyumsuz görür görmez onu rivayet edenin cahilliğine veya kasıtlı biri olduğuna atfetmek doğru bir hareket değildir.
Şunu belirtmek gerekir ki, böylesi alanlarda araştırma yapmak, birçok alanda kapsamlı ve bütün yönleriyle bir araştırmaya ihtiyacı vardır. Buna ek olarak bazı alanlardan habersiz olmak veya yüzeysel bakışlar doğru inceleme yapmayı imkânsız kılmaktadır. İncelenmesi gereken ilgili konuları şöyle sıralayabiliriz: Peygamber (s.a.a) siretinin (yaşam tarzı) incelenmesi, Hz. Ali’(a.s)ın kendi zamanında Kur’an’ın toplatılma işlemi, Sadr-ı İslam’da kâtipler ve yazı aletleri, Kur’an’ın toplanma ve yazılma tarihi, ayet ve surelerin derlenmesi, kıraatlerdeki çeşitliliğin tarihi, Kur’an’ın resm’il-hattı, Kur’an’ın noktalama işaretleri ile iraplandırılması işlemi, Kur’an’ın tevil, tefsir ve tahrifi; halifeler tarihi, Hz. Ali (a.s)’ın yaşam tarzı (sireti) vs. Hiç şüphesiz bu gibi odaklık arz eden noktalarda az veya çok müdahale edildiği zaman tahlil ve araştırmanın yönünü değiştirmekte, olması gerekenin dışında sonuçlara varılmaktadır.
Zaman Akışı İçinde Ali (a.s)’ın Mushafı
Zamanın halife ve halk Hz. Ali (a.s) tarafından toplatılmış Kur’an’ı kabul etmedikleri için İmam Ali (a.s) toplamış olduğu Kur’an’ı evine götürdü. Artık bu mushafın ne olduğu hakkında bazı rivayetlerin dışında elde doğru düzgün bir bilgi yoktur. Bazı rivayetle göre, İmam Ali (a.s) yazmış olduğu Kur’an’ı kabul etmediklerinde; “Allah’a ant olsun bundan sonra onu bir daha görmeyeceksiniz! Benim görevim Kur’an’ı toplamak ve sizi bundan haberdar etmek idi.”[51] buyurdukları nakledilmektedir.
İbn-i Nedim şöyle diyor: “Ali (a.s)’ın mushafını Hz. Hasan (a.s)’ın çocukları birbirlerine miras bırakıyorlar.”[52] Şunu belirtmekte yarar var; ravi ya yanlışlıkla Hz. Hüseyin (a.s) yerine Hz. Hasan (a.s)’ı zikretmiş veya ayrı bir kitabı kastetmektedir. Zira Şii rivayetlerde Hz. Ali (a.s)’ın mushafını o hazretten sonra vasilik ve imamlık görevine haiz kimselerin -on iki imamın- birbirlerine miras bıraktıklarını belirtmiştir ve onu hiç kimseye göstermiyorlardı. Yine açıktır ki, Ehl-i Beyt imamları İmam Hasan (a.s)’ın değil, İmam Hüseyin (a.s)’ın soyundandır. Bundan önce İbn-i Sirin’in de şöyle yazdığını okumuştuk: “Medine’ye mektup yazdım, ancak cevap alamadım” diyor ve devamında o kitabı görmeye çok iştiyaklı olduğunu da her haliyle belli ettirmeye çalışıyor.
İbn-i Ebu Nasir Bezenti’den şöyle dediği rivayet ediliyor: “İmam Rıza (a.s)’ı Kûfe’ye doğru götürdüklerinde benim yanıma bir mushaf (kitap) gönderdi. Onu açtığımda “Beyyine” suresini onda gördüm. Çok geniş yazılmıştı. Kureyş’ten yetmiş kişinin adının, babalarının adlarıyla yazılı olduklarını gördüm. Bir müddet sonra İmam’ın kitabı geri istediği haberini aldım…”[53] Bazıları bu kitabın Hz. Ali (a.s)’ın mushafı olabileceği kanısındadırlar. Çünkü imamların ellerinde korunmaktaydı. Özellikle de Bezenti, İmam’ın sır yoldaşlarındandı ve İmam (a.s)’ın yanında özel bir makama sahipti. Fakat bu konuyu kesin delil ve senetlere dayalı olarak ispat etmek mümkün değildir.
Feyz-i Kaşani de bu rivayetin haşiye ve dipnotunda şöyle yazıyor: “Şayet o kitapta olan, vahiy yoluyla elde edilmiş tefsirlerden ibaret idi.”
Dünyanın bazı kütüphanelerinde ve müzelerinde görüldüğü gibi, bazı Kur’an’ların Hz. Ali (a.s)’ın hattıyla yazılmış olduğu iddia edilmektedir. Ama, bu nispetlerin hiçbirisi ispatlanabilmiş değildirler. Bazıları bu Kur’an’ların özellikleri hakkında tafsilatlı söz ve beyanlarda bulunmuşlardır.[54] Sonuçta rivayetlerden elde edilen, Mâsum İmamlar tarafından bu mushafın birbirlerine miras bırakıldığı ve şimdi de İmam Mehdi (a.f)’in yanında olduğu ve zuhur ettiği zaman onu halka sunacağı konusudur.[55] Şimdiye dek getirdiğimiz birçok rivayetlerde İmam (a.s)’ın üzerinden halka ders verdiği Kur’an ile bu mushafa işaret etmektedir.
Bazı rivayetlerde Ömer’in Hz. Ali (a.s)’dan mushafını kendi ihtiyarında bırakmasını istemiş ise de İmam kabul etmemiştir.[56]
Ebuzer-i Gaffari’den şöyle rivayet ediliyor: “Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra “Peygamber (s.a.a)’in isteği ve emri üzerine Hz. Ali (a.s) Kur’an’ı muhacir ve ensar topluluğuna getirip sundu. Ebu Bekir bu kitabı açınca kavmin ayıplarını da onda gördü. Ömer kalkıp dedi: “Ey Ali, onu geri götür, bizim ona ihtiyacımız yoktur!” Ali (a.s) da onu alıp gitti. Sonra kari ve Kur’an kâtiplerinden olan Zeyd b. Sabit’i getirdiler. Ömer, “Ali (a.s) Kur’an’ı bize getirdi. Ensar ve muhacirin suç ve ayıpları da o kitapta yazılı idi. Biz ise Kur’an’ı kendi bildiğimiz şekilde toplamak ve böylesi şeyleri ondan atmak istiyoruz.” dedi. Zeyd, bu teklifi kabul etti ve “Eğer ben sizin istediğiniz gibi Kur’an’ı yazsam, sonra da Ali (a.s) koymuş olduğu Kur’an’ı ortaya koysa acaba bu kuruntunuz suya düşmeyecek mi?” dedi. Ömer “Çaresi nedir?” deyince Zeyd, “Siz daha iyi bilirsiniz.” diye cevap verdi. Ömer, “Onun elinden rahat olabilmek için onu öldürmekten başka çare yoktur.” dedi. Daha sonra Halid b. Velid’in eliyle o hazreti öldürtme planları yapıldı fakat, o böyle bir şeye cesaret edemedi. Ömer hilafete geldiğinde Ali (a.s)’dan yazmış olduğu Kur’an’ı -onda değişiklikler yapmak için- istedi. Ali (a.s) buyurdu: “Kesinlikle, onu elde etmeniz mümkün değil artık. Ben onu Ebu Bekir’in yanına yalnızca delil üzerinize tamamlansın ve mazeret yolu sizlere kapansın diye getirdim, ta ki kıyamet günü biz görmedik veya bilmiyorduk, demeyesiniz diye. Bu Kur’an’a benim temiz halifelerim ve evlatlarımdan başkası el süremeyeceklerdir.” Ömer, “Acaba belli bir zaman sonra açığa çıkacak mı?” diye sorduğunda, Ali (a.s), “Evet, benim Ehl-i Beyt’imden Kaim -Mehdi (a.f)- kıyam ettiği zaman onu açığa çıkaracak, halkı ona uymaya mecbur edecek ve sünnet, bu temel üzerinden icra edilecektir.”[57]buyurmuştur.
Bir rivayette şöyle nakledilmiştir: “Mushafların çeşitliliği Osman döneminde bir hayli arttığı için Talha o hazretten -Ali (a.s)’dan- önceleri halka sunmuş olduğu Kur’an’ı niçin tekrar halka sunmadığını soruyor. İmam bu soruyu cevapsız bırakıyor. Talha soruyu tekrar edip “Benim cevabımı vermedin” diye üsteleyince İmam buyurdular: “Ey Talha, kasıtlı olarak cevap vermedim. Acaba halkın bu okuduklarının hepsi Kur’an mıdır, yoksa onda Kur’an’dan olmayan bir şey de var mı?” Talha diyor: “Hepsi Kur’an’dandır.” İmam buyuruyor: “Eğer bu kitabı alıp ona amel edecek olursanız ateşten kurtulmuş ve cennettekilere karışmış olacaksınız.” Talha dedi: “Eğer o Kur’an ise bana yeterlidir.”[58]
Burada şöyle bir soru akla gelmektedir: Doğrusu İmam, halk kendisine biat edip hilafet makamına getirdikleri zaman niçin kendi yazmış olduğu Kur’an’ı halka sunarak onları bu kitabı okumaya davet etmedi?!
Denilebilir ki İmam (a.s), Osman tarafından çoğaltılan Kur’an’ı onaylatmıştı. Hatta bazı rivayetlerde İmam şöyle buyuruyor: “Eğer kudret bulsaydım -mushafları bitirme işinde- Osman’ın yaptığını yapardım.” Bunun nedeni halkın arasında bölücülük ve gruplaşmaya neden olacak şeylerden onları uzak tutup Müslümanlar arasında birlik sağlamak amacıydı. Bu yüzden İmam, Talha’nın isteğine cevap vermemişlerdi. Bu nedenledir ki, diğer imamlar da Kur’an’ın iniş sırasına göre okunmasını yasaklamışlardır.
Süfyan b. Semt, İmam Sadık (a.s)’dan Kur’an’ın iniş sırası hakkında sormuş, İmam buyurmuş: “Öğrendiğiniz gibi okuyun.”[59] Salim b. Seleme diyor: “Bir kişi İmam Sadık (a.s)’ın yanında Kur’an okudu. Ondan birtakım şeyler duydum ki, halkın okuduğu Kur’an’da yoktu. Bunun üzerine İmam buyurdular: “Böyle okumaktan sakın ve Kaim’in kıyamına dek halkın okuduğu gibi oku. O gün geldiğinde Kur’an gerektiği gibi -Hz. Ali (a.s)’ın mushafında olduğu üzere- okunacak.”[60]
Allame Tabatabai bu konuda şöyle yazıyor: “Ali (a.s) gerçi daha önceleri Kur’an’ı nüzul sırasına göre toplamış ve topluma sunmuş; lakin, kabul görmemiş, hatta bundan sonraki Kur’an’ın toplatılma işinde her iki defasında da davet edilmemiş olmasına rağmen hiçbir muhalefette bulunmamış, revaçta olan mushafları kabul etmiş ve hayatı boyunca hatta hilafeti döneminde dahi ihtilaflı bir söz zikretmemiştir.
Ehl-i Beyt (a.s) de, Hz. Ali (a.s)’ın evlatları ve halifeleri unvanıyla aynı davranış biçimini sergilemiş, Kur’an’ın itibarını sarsacak hiçbir şey söylememişlerdir. Hatta sırdaşları olan sahabelerine Şia’nın büyükleri sayılan kişilere özel olarak dahi böyle bir şey söylenmemiştir. Konuşmalarında daima eldeki kitabı göstererek sözlerini ona dayandırarak söylemişlerdir. Şiaya halkın okuyuş ve kıraatini takip etmelerini emretmişlerdir. Burada cüretle diyebiliriz ki, Ali (a.s) kendi mushafıyla tertip yönüyle muhalif olmasına rağmen bu mushaf karşısında susmasının nedeni şu idi ki, Ehl-i Beyt’in prensibine uygun ve onlar nezdinde muteber olan Kur’an’ın, Kur’an ile tefsiri yöntemiydi. Bu yöntemde surelerin tertibinin, Mekki ve Medeni ayetlerin sıralanış şeklinin Kur’an’ın yüce hedeflerine ulaşması yönünden hiçbir tesiri yoktur (yani engel teşkil etmemektedirler). Dolayısıyla her bir ayetin tefsiri için Kur’an’daki diğer bütün ayetlerin nazarda tutulması gerekmektedir.”[61]
Hz. Ali (a.s)’ın Mushaf’ı ve Tahrif Efsanesi
Tarih ve rivayetlerin şehadeti ile Ali (a.s)’ın mushafı yöntem ve tertip-düzen açısından Kur’an’ın bugünkü şeklinden farklıydı. Hatta geçen konularda zikredildiği gibi, günümüzdeki Kur’an’a nispeten tefsir ve açıklamalar yönünden fazlalıkları vardı. Bununla ilgili birçok rivayetler de nakledilmiştir.
Bu tarihi gerçek, bazı kötü düşünceleri ve kısa görüşlü kimselerde Kur’an’ın tahrif edildiğine dair bir fikir uyandırmış ve Kur’an’ın eksildiği veya tahrif edildiği üzerinde saplantıya düşmelerine neden olmuştur. Şii muhaddislerinden birisi tahrif konusunda bir şüphe icat etmiş ve bu konuyla ilgilenmiş ve yukarıda zikredilen bu noktayı Kur’an’ın tahrif edildiği yolunda bir delil sayabileceğini de vurgulamıştır. Bu konuyu uzun uzun irdeleyip üzerinde durmuştur.[62]
Bu şüphe üzerine büyük bilim adamları tarafından geniş ve açıklamalı cevaplar verilmiştir. Bu konuyla ilgili şahit getirilebilecek rivayetler üzerinde derin incelemelerde bulunmuşlardır.
Şeyh Müfid elde bulunan Kur’an ile Ali (a.s)’ın mushafını şöyle karşılaştırıyor: “Ali (a.s)’ın mushafında olan ayetlerin manalarının yorum (tevil) ve tefsiri Kur’an’ın nüzul sırasına göre düzenlenmiş olup, bugünkü Kur’an’dan atılmıştır ve bu tefsir ve açıklamaların Kur’an’ın bir cüzü olmadığı, ancak vahiy kanalıyla geldiği ve semavî olduğu bir gerçekti.”[63]
Bu tahlilin bir benzeri de Feyz-i Kaşani’nin sözünde Bezenti’nin rivayetinden getirmiştik. Allame Fani, bu konuyla ilgili tafsilatlı bir konuşma yapmıştı. O, bu konuşmasında şöyle diyordu: “Hz. Ali (a.s)’ın yazdığı Kur’an’da Vahy-i İlahi olarak nazil olan ayetlerle yetinilmemiş idi. Rivayetlerin şahitliği ile çok tevil, tefsir ve ahkâm o kitapta mevcut idi. Şimdi bu rivayetleri nasıl Kur’an’ın tahrif olunduğuna veya eksiltildiğine atfedebilirsiniz?!”[64]
Ayetullah Hoyi de şöyle yazıyor: “Hz. Ali (a.s)’ın, bugünkü Kur’an’dan farklı bir düzene sahip başka bir mushafının olduğu şüphesizdir. İlim sahiplerince bu konunun kabul edilmiş olması da bu konuda delil getirmekten bizleri alıkoymaktadır. Zira bazı fazlalıkların o mushafta varlığı doğrudur. Yalnız, bunlar kesinlikle Kur’an’ın aslından bir tahrif veya eksiltmeye delalet etmemektedir. Sözün doğrusu şudur ki, bu zikredilen fazlalıklar tevil ve tefsir unvanıyla hak kelamın yorumlanmasıydı veya bazı ayetlerin açıklanması maksadıyla vahiy olunmuş sözlerdi… Buna binaen Allah (c.c) tarafından vahiy unvanıyla gelen her şey Kur’an’dan bir cüz olacak diye bir kural yoktur. Rivayetlerden elde edilen de şudur, Ali (a.s)’ın fazlalıktan yazdıkları ayetlerin tevil veya tefsiri konumundaydılar. Ama hiçbir rivayet bu fazlalıkların da ayet olduğuna delalet etmemektedir. Bazı rivayetlerde münafıkların, Hz. Ali (a.s)’ın mushafında isimleriyle zikredildiği nakledilmiş ise, bundan maksat, bu grubun isimlerinin ayetlerde değil, tefsir bölümünde zikredilmiş olduğudur.”[65] Seyyid Hoyi, bu sözün devamında bu konuyla ilgili şahitler de zikretmektedir.
Şeyh Saduk şöyle yazıyor: “Kur’an’dan başka birtakım konular da vahyedilmiştir ki, eğer Kur’an’ın yanına konulsaydı on yedi bin ayeti geçerdi.” O bu sözden sonra bir numune ve örnek de getirmek suretiyle bu açıklamaların vahiy olduğunu ama, Kur’an’dan bir ayet olmadığını ispat ediyor.[66]
Son Söz
Hz. Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra halkın yoldan çıkması, onun hak halifesinden yüz çevirmeleri, İslam’ın gidişatını asıl hedefinden saptırdı ve ümmetin rehberliği işini ehil olmayanların eline teslim ettiler. İşte İslam ümmetinin başına ne geldiyse bu yüzden geldi. Aynı şekilde Ali (a.s)’ın mushafını kabul etmemeleri de hak kelamının tefsirinin saptırılmasına, saf ve berrak vahyin gelecek kuşaklar nazarında karanlık görünmesine, anlaşılmazlığına sebep oldu. Öyle ki, bugün her bir ayetin tefsirine baktığımızda bir yığın yorumlar ve ihtimaller zikredilmiştir. Peygamber (s.a.a)’in Sakaleyn konusunda siparişlerini görmezlikten gelenler ve “Kur’an bize yeter!” diye sesini yükseltenler, Peygamber’den sonra Kur’an’ı da görmezlikten gelmiş ve göz ardı ederek onu ucuz bir değere (dünya makamı karşılığında) satmışlardır. Ayette buyurduğu gibi: “Onu arkalarına attılar ve az bir fiyata sattılar.” Onun içindeki bilgileri, ona aşinalığı olmayanların yanında elde etmek yoluna gittiler ve gönüllerini vahiyden habersiz kimselere verdiler. Bu yüzden de vahye gerçek imanı olmayanlar Kur’an’ı yalan yanlış görüşleriyle karıştırıp nice saf gönülleri, bu vahyin ruhuyla yabancı tefsirler ve israiliyyat ile doldurdular.
Böylece İslam ümmetine telafi edilemeyecek büyük zararlar verilmiş, ayrıca bütün sapıklıkların, yanlışlıkların, Kur’an’ı yalan yanlış anlamaya neden olan şeylerin hepsinin temeli atılmış ve doğru olmayan tefsirlere, yakışmayan tevillere kapılar açılmış oluyordu. İslam ümmeti o günden beridir perakende ve dağınık bir halde yetmiş iki millete bölünmüş ve efsaneler kurbanı olarak yaşamaktadırlar.
Bu yüzden de, Kur’an çeşitli fırkaların elinde kendi görüşlerini ispatlamak için bir haline gelmiş, ehliyetsiz kimseler onun ehli oldukları iddiasıyla öne çıkarak ve bu ilahi vahiyden binlerce görüş ve yol türetmişlerdir. Böylece insanlık namına büyük bir zulüm ve cinayet işlenmiş oluyordu ve bu mukaddes kitabın içler yakan hali vadedilmiş güne kadar, onu arayanların gönüllerinde kalacaktır.
Bu arada az bir grup yolu tanımış ve bu yola can koymuşlardır. Böylece onun ehlinden canları pahasına ve bütün zorlukları göğüslemek uğruna gerçek tefsirini elde etmişler ve yolun kendilerinden sonra gelecek yolcularına miras bırakmışlardır. Her ne kadar bu değerli mirası yığınlar arasından bulup teşhis etmek o kadar kolay olmasa bile, yine de zahmetine değer.
Evet, Kur’an’ın korunması yolunda ilk günden beri çalışmalar yapılmıştır. Böylece, büyük çabalar sonucunda ancak değiştirilme, azaltılıp-çoğaltılmalardan korunabilmiştir. Ama ne fayda ki, bu arada gerçekten ifade edilmek istenen manalar gizli kalmıştır. İmam Bâkır (a.s) “Kur’an’ı arkalarına attılar…” ayetinden sonra buyuruyor: “Kur’an’ı arkalarına atmaları şöyle olmuştur: Onun harflerini korumuş, ama sınırları bırakmışlardır. Demek ki onlar, Kur’an’ın rivayet edicileridirler, riayet edicileri değil. Cahiller rivayetleri ezberlemekle hoşturlar ve bilginler o vahy-i ilahi’nin emrine gerçekten riayet edemediklerinin üzüntüsü içindedirler.”[67]
[1] – Haskani, Abdullah, Şevahid’ut-Tenzil, Vizaret-i İrşad-ı İslami, Tahran, c.1, s.400; Kunduzi, Yenabi’ul-Meveddet, Beyrut basımı, Alemi müessesesi, c.1, s.307; Servi Mazenderani, İbn-i Şehrâşub, Menakib-i Âl-i Ebi Talib, Tahran basımı, Mustefevi Müessesesi, c.2, s.255.
[2] – Hakim Nişaburi, el-Müstedrek ala’s-Sahiheyn, Beyrut basımı, Dar’ul-Marifet, c.3, s.124 ve 134; Taberani, el-Mucem’us-Sağir, Kahire basımı, Dar’un-Nasr littibae, c.1, s.255.
[3] – İbn-i Asakir, Tarih-i Medine-i Demeşk, c.3, s.45-46.
[4] – Aynı eser, c.3, s.25-26.
[5] – Suyuti, Celaludddin, el-İtkan fi Ulum’il-Kur’an, Beyrut basımı, el-Mektebet’us-Sakafiye, c.4, s.233; Zehebi, Muhammed Hüseyin, et-Tefsir ve’l-Müfessirun, Beyrut basımı, Dar-u İhya’ut-Teras’ul-Arabi, c.1, s.90.
[6] – Şehristani, Muhammed b. Abdulkerim, Mefatih’ul-Esrar ve Mesabih’ul-Ebrar, hat nüshasından fotoğraf olarak alınmıştır.
[7] – Haskani, Abdullah, Şevahid’ut-Tenzil, c.1, s.34-50.
[8] – Hilali Kûfi, Süleyman b. Kays, s.313; Saduk Kummi, Muhammed b. Ali b. Babeveyh, Kemal’ud-Din, Kum basımı, Neşr’ul-İslami Müessesesi, s.284.
[9] – İbn-i Asakir, Tarih-i Medine-i Dimeşk, c.3, s.22-25.
[10] – İbn-i Nedim, el-Fihrist, Beyrut basımı, Dar’ul-Marifet, s.41-42
[11] – Suyuti, Celaluddin, el-İtkan, c.1, s.58; İbn-i Sâd, et-Tabakat’ul-Kubra, Liden basımı, c.2, s.101 ve Beyrut basımı, Dar’us-Sadır, c.2, s.338; Endülüsi, İbn-i Abdulbirr, el-İstiab fi Marifet’il-Ashab (Haşiyet’ul-İsabe), c.2, s.253; Zerkani, Abdulazim, Menabi’ul-İrfan, Beyrut, Dar’ul-İhya’il-Kutub’il-Arabiye, c.1, s.247; Sadr, Hasan, Tesis’uş-Şiy’e li Ulum’il-İslam, Tahran basımı, Elemi, s.317; Heytemi, İbn-i Hacer, es-Sevaik’ul-Mahrika, Kahire basımı, Dar’ut-Tibaet’ul-Muhammediye, s.126; Zencani, Ebu Abdullah, Tarih’ul-Kur’an, Beyrut basımı, Elemi Müessesesi, s.48; Marifet, Muhammed Hadi, et-Temhid fi Ulum’il-Kur’an, Kum basımı, Neşr’ul-İslami Müessesesi, c.1, s.289
[12] – Kelbi, İbn-i Cezzi, et-Teshil li Ulum’it-Tenzil, c.1, s.4
[13] – Şeyh Müfid, Muhammed b. Muhammed b. Numan, el-Mesail’us-Serviye, Kum basımı, Kongre-i Şeyh Müfid, s.79; Meclisi, Muhammed Bakır, Bihar’ul-Envar, Beyrut basımı, el-Vefa Müessesesi, c.92, s.88, Hadis: 27
[14] – Servi Mazenderani, İbn-i Şehraşub, Menakıb-ı Âl-i Ebi Talib, c.2, s.40; Meclisi, Muhammed Bâkır, Bihar’ul-Envar, c.95, s.51
[15] – Aynı kaynak.
[16] – Meclisi, Muhammed Bâkır, Bihar’ul-Envar, c.92, s.48; Tefsir-i Kummi, s.2451; Mukaddeme-i Tefsir-i Burhan, s.36; Feyz-i Kaşani, Muhammed b. Murtaza, el-Meheccet’ül-Beyza, c.2, s.264; Suyuti, el-İtkan, c.1, s.57; es-Sırat’ul-Mustakim, s.366; Feyz-i Kaşani, Vafi, c.2, s.273-274; Zencani, Tarih’ul-Kur’an, s.44-64; Askalani, İbn-i Hacer, Feth’ul-Bari, c.9, s.10; Ayni, Umdet’ul-Kari, c.20, s.16 vs…
[17] – Mutezili Hanefi, İbn-i Ebi’l-Hadid, Şerh-i Nehc’ül-Belağa, Kahire baskısı, c.1, s.27
[18] – Meclisi, M. Bâkır, Bihar’ul-Envar, c.92, s.88
[19] – Servi Mazenderani, İbn-i Şehraşub, Menakıb-ı Âl-i Ebi Talib, c.2, s.40-41
[20] – Saduk, Kummi, Muhammed b. Ali b. Babeveyh, el-İtikadat, el-İtikad fi Mebleğ’il-Kur’an, s.93
[21] – Tebersi, Fazl b. Hasan, el-İhticac, c.1, s.227; Saffar Kummi, Muhammed b. Hasan, Besair’ud-Derecat, Kum baskısı, Mektebet-i Ayetullah Meraşi Necefi, s.196; Meclisi, M. Bâkır, Bihar’ul-Envar, c.92, s.42-43.
[22] – Bu konuyu işleyen bazı Ehl-i Sünnet müfessir, tarihçi ve yazarlarını zikredelim:
Belazuri, Ensab’ul-Eşraf, c.1, s.586; İbn-i Ebu Davud, el-Mesahif, s.10; İbn-i Nedim, el-Fihrist, s.30; Abdurrezzak, el-Müsennif, c.5, s.45; Ebu Naim İsfahani, Hilyet’ül-Evliya, c.1, s.67; İbn-i Sâd, Tabakat, c.2, s.38; İbn-i Ebi Şeybe, el-Müsennif, c.1, s.545; İbn-i Cezzi, et-Teshil-u Ulum’ut-Tenzil, c.1, s.4; Hakim Nişaburi, el-Müstedrek, c.2, s.611; Teyalisi, Müsned, s.270; İbn-i Abdulbirr, el-İstiab, (el-İsabe kitabının Haşiyesi), c.2, s.253; Sahih-i Buhari, İlim Kitabı, s.39, Cihad Kitabı, s.171 ve Cizye Kitabı, s.10; Tarih-i Yakubi, c.2, s.154; İbn-i Eşte el-Mesahif’de İtkan Kitabı’ndan naklediyor; Hakim Haskani, Şevahid’ut-Tenzil, c.1, s.26-28; Askari, el-Evail, c.1, s.214; Harezmi, el-Menakıb, s.49; Sıbt b. Cevzi, Tezkiret’ul-Mevas, s.148; Muhibuddin, Taberi, er-Riyaz’un-Nezret, c.1, s.242; Kunduzi, Yenabi’ul-Mevedde, c.1, s.149; İbn-i Ebi’l-Hadid, Nehc’ül-Belağa Şerhi, c.1, s.27; İbn-i Haym, el-Fasl, s.3; İbn-i Kesir Tefsiri, c.4, s.28-29; Muttaki Hindi, Kenz’ul-Ummal, c.2, s.373; İbn-i Hacer Heytemi, es-Sevaik’ul-Muhrika, s.126; Kandehlevi, Hayat’us-Sahabe, c.3, s.355; Suyuti, İtkan, c.1, s.57 ve 72 ve Tarih-i Hulefa’da, s.185; Nuveyri, Nihayet’ul-İrb, c.5, s.104; Tarih-i Şam, c.7, s.210; Kastalani, İrşad’us-Sari, c.7, s.459; İbn-i Hacer-i Askalani, Feth’ul-Bari, c.9, s.10; Ayni, Umdet’ul-Kari, c.20, s.16; İbn-i Nizamuddin Ensari, Fevatih’ur-Rahamat (el-Mustesfa’nın şerhi), c.2, s.12; Abyari, Tarih-i Kuran, s.84 ve 106; Zerkani, Menabi’ul-İrfan, c.1, s.247; Abdussebur Şahin, Tarih’ul-Kuran, s.71.
Şii alimlerinden de büyük bir grup Ali (a.s)’ın mushafından bahsetmişlerdir. Örnek olarak:
Şeyh Müfid, el-İrşad, s.365 ve el-Mesail’us-Sereviye, s.79; Şeyh Saduk, el-İtikadat, s.93 ve Kemal’ud-Din, c.1, s.284; Saffar Kummi, Besair’ud-Derecat, s.193, 198; Kuleyni, Kafi, c.1, s.178; Tabersi, el-İhticac, c.1, s.223, 228; İbn-i Şehraşub, Menakıb, s.41, 402 ve Mealim’ul-Ulema, s.2; Seyyid b. Tavus, Sâd’us-Suud’da; Feyz-i Kaşani, el-Vafi, c.2, s.130, 273-274 ve el-Meheccef’ul-Beyza, c.2, s.264; Bihar’ul-Envar, c.92, s.40, 74; Behrani, Tefsir-i Burhan, c.1, s.16; Muhaddis-i Kummi, Sefinet’ul-Bihar’da; Seyyid Şerefuddin Amuli, el-Müracaat, s.411 ve Müellif’uş-Şia fi Sadr’ıl-İslam, s.13; Seyyid Muhsin Emin, Eyan’uş-Şia, c.1, s.89; Seyyid Hasan Sadr, Tesis’uş-Şia, s.316-317; Allame Tabatabai, Kur’an der İslam, s.165; Allame Fani İsfahani, Âra-u Havle’l-Kur’an, s.97, 100; Zencani, Tarih’ul-Kur’an, s.26, 44, 48, 64; Allame Belaği, Ala’ur-Rahman, s.19; Ayetullah Hui, el-Beyan, s.242-243; Muhammed Hadi, Marifet’ut-Temhid, c.1, s.288-296 ve Siyanet’ul-Kur’an an’it-Tahrif, s.211; Seyyid Cafer Murtaza Amuli, Hakaik-u Hamme Havl’el-Kur’an’il-Kerim, s.153-172; Tefsir-i Kummi, c.2, s.451; Süleym b. Kays’ın kitabı, s.99.
[23] – Şerefuddin Amuli, Abd’ul-Hüseyin, el-Müracaat, Beyrut baskısı, Hüseyin Razi Tahkiki, s.411; Müellif’uş-Şia fi Sadr’ıl-İslam, Necef baskısı, Matbaat’un-Numan, s.14
[24] – Kummi, Tefsir’ul-Kummi, c.2, s.451; Meclisi, Bihar’ul-Envar, c.92, s.48
[25] – Ayyaşi, Muhammed b. Mesud, Tahran baskısı, Dar’ul-Kutub, c.1, s.47; Meclisi, Bihar’ul-Envar, c.92, s.55
[26] – Numan’ul-Gaybet, Tahran baskısı, Mektebet’us-Saduk, s.318-319; Şeyh Müfid, el-Mesail’us-Serviye, s.79, 81 ve el-İrşad, s.356
[27] – Tahriften anlaşılanlar hakkında bu gibi rivayetlerden nakiller getireceğiz.
[28] – Celali Hüseyni, Muhammed Cevad, Tevhid’us-Sünnet’iş-Şerife, Kum baskısı, Mektebet’ul-Âlam’ul-İslam, s.52-61
[29] – Aynı kaynak, s.62-76; Bu kitapta Ali (a.s)’ın bu iki kitabı hakkında geniş ve tafsilatlı bir şekilde araştırmaya tabi tutulmuştur.
[30] – Tebersi, Fazl b. Hasan, el-İhticac, s.155; Meclisi, M. Bâkır, Bihar’ul-Envar, c.44, s.100
[31] – Şerefuddin Amuli, Abd’ul-Hüseyin, el-Müracaat, s.411
[32] – Zerkeşi, Bedruddin, el-Burhan fi Ulum’il-Kuran, Beyrut baskısı, Dar’ul-Marife, c.1, s.242-243
[33] – Allame Seyyid Cafer Murtaza Amuli, bu rivayet Ahmed’in Müsned’inden, c.2, s.173 ve Kenz’ul-Ummal, c.1, s.477 ve el-İtkan, c.1, s.108 ve el-Burhan, c.1, s.462 ve Mucem-i Taberani ve Beyhaki’nin Şuab’ul-İman’ından ve Heysemi’nin Mecma’uz-Zevaid’inden ve Ebu Naim İsfahani’nin Hilyet’ul-Evliya’sından ve Hakim’in Nevadir’ul-Usul ve Müstedrek’inden ve Sahih-i Müslim, c.6, s.30 ve Sahih-i Buhari, c.2, s.109 ve Malik’in Muvatta’sı, c.2, s.5 ve diğer kaynaklardan bir araya toplamıştır. Bu konuyla ilgili olarak yine bkz: Hakaik-i Hammetu Havl’el-Kuran’il-Kerim, Kum baskısı, Neşr’ul-İslami Müessesesi, s.82, 86
[34] – Zerkeşi, Muhammed Bedruddin, el-Burhan, c.1, s.281; Suyuti, Celaluddin, el-İtkan, c.1, s.58; Secistani, el-Mesahif, c.11, s.14
[35] – Marifet, Muhammed Hadi, et-Temhid, c.1, s.288
[36] – Bu zikredilen özelliklerin bazıları şu kaynaklarda görülmektedir:
Şeyh Müfid, Evail’ul-Makalat, s.55 ve el-Mesail’us-Serviye, s.79; Aştiyani, Muhammed Hasan, Behr’ul-Fevaid, Kum baskısı, Mektebet-u Ayetullah Necefi Meraşi, s.99; Hoyi, Ebul Kasım, el-Beyan, s.244; Şerefuddin Amuli, Abd’ul-Hüseyin, el-Müracaat, s.411; Marifet, M. Hadi, et-Temhid, c.1, s.292; Amuli, Cafer Murtaza, Hakaik-u Amme Havle’l-Kur’an’il-Kerim, s.160-161
[37] – Ahmed Emin, Fecr’ul-İslam, Beyrut baskısı, Dar’ul-Kitab’il-Arabi, s.202
[38] – Yakubi, Ahmed b. Ebu Yakub, Tarih-i Yakubi, Almanya baskısı, Bril baskısı; Beyrut baskısı, Âlemi Müessesesi, c.2, s.22-23
[39] – Marifet, M. Hadi, et-Temhid, c.1, s.294-295
[40] – Şehristani, Muhammed b. Abdulkerim, Mefatih’ul-Esrar, Hat nüshalarından fotoğraf.
[41] – Sağir, Muhammed Hüseyin Ali, Tarih’ul-Kur’an (Mecmua-i Diraset-i Kur’aniye) Kum baskısı, Mektebet’ül-Âlam’il-İslami, s.69
[42] – Hoyi, Ebul Kasım, el-Beyan, Beyrut baskısı, Dar’uz-Zehra, c.1, s.239-253; Belaği, Muhammed Cevad, Ala’ur-Rahman fi Tefsir’il-Kur’an, s.19
[43] – Hoyi, el-Beyan, s.249-251
[44] – Suyuti, Celaluddin, el-İtkan, Beyrut, Dar’ul-Kutub, c.1, s.135
[45] – Tefsir-i Kummi, c.2, s.451; Meclisi, Bihar’ul-Envar, c.92, s.485; Feyz-i Kaşani, el-Vafi, c.5, s.274; Behrani, Haşim, el-Burhan fi Tefsir’il-Kur’an, c.1, s.15; Muttaki Hindi, Kenz’ul-Ummal, c.2, s.373; Saffar Kummi, Muhammed b. Hasan, Besair’ud-Derecat, s.193; Kuleyni, Muhammed b. Yakub, el-Kafi, c.1, s.78.
[46] – Hakim Nişaburi, el-Müstedrek, c.2, s.228; Suyuti, el-İtkan, s.126-130.
[47] – Zerkeşi, el-Burhan, Kahire baskısı, c.1, s.273; Beyrut baskısı, Dar’ul-Marife, c.1, s.331.
[48] – Zerkani, Muhammed Abdulazim, Menahil’ul-İrfan, Beyrut baskısı, Dar’ul-Kutub’il-İlmiye, c.1, s.240.
[49] – Molla Huveyş Âl-i Gazi, Abdulkadir, Beyan’ul-Maani, Beyrut baskısı, Dar-u İhyat’it-Terasuh-i Arabi, c.1, s.31; Ulum’ul-Kur’an İnd’el-Müfessirin, Kum baskısı, Mekteb’ul-Alam’il-İslami, c.1, s.360 adlı kitaptan nakledilmiştir.
[50] – Tabatabai, Muhammed Hüseyin, Kur’an der İslam, Tahran baskısı, Bonyad-ı Kur’an, s.173-174; Asif-i Âl-i Muhammed, Dirasat fil-Kur’an’il-Kerim, Necef baskısı, Matbaat’un-Numan, s.246-249; Ramyar, Mahmud, Tarih-i Kur’an, Tahran baskısı, Emir-i Kebir İntişaratı, s.211, 212.
[51] – Feyz-i Kaşani, Muhammed b. Murtaza, Tefsir-i Safi, c.1, s.25.
[52] – İbn-i Nedim, el-Fihrist, s.42.
[53] – Kuleyni, Muhammed b. Yakub, el-Kafi, c.2, s.461; Feyz-i Kaşani, el-Meheccet’ul-Beyza, c.2, s.262; el-Vafi, c.5, s.273; Meclisi, Bihar’ul-Envar, c.92, s.54.
[54] – Daha fazla bilgi için bkz: Tarih’ul-Kur’an (Zencani), Ramyar’ın Tarih-i Kur’an’ı, s.373-379
[55] – Saffari Kummi, Besair’ud-Derecat, s.193; Kuleyni, el-Kafi, c.2, s.263; Tebersi, el-İhticac, c.1, s.228; Feyz-i Kaşani, el-Meheccet’ül-Beyza, c.2, s.263; Meclisi, Bihar’ul-Envar, c.92, s.42-43; Hamedani, Rıza, Misbah’ul-Fakih, s.275; Amuli, Cafer Murtaza, Hakikat’ul-Hamme, s.160
[56] – Meclisi, Bihar’ul-Envar, s.92, s.42
[57] – Kitab-ı Selim b. Kays, s.110; Tebersi, el-İhticac, s.81; Feyz-i Kaşani, Tefsir-i Safi, c.1, s.27, 6. mukaddime; Meclisi, Bihar’ul-Envar, c.92, s.43
[58] – Kitab-ı Selim b. Kays, s.110; Meclisi, Bihar’ul-Envar, c.92, s.42
[59] – Kuleyni, Muhammed b. Yakub, el-Kafi, c.1, s.633
[60] – Saffar Kummi, Muhammed b. Hasan, Besair’ud-Derecat, s.193
[61] – Tabatabai, Muhammed Hüseyin, Kur’an der İslam, s.165-166.
[62] – Nuri, Mirza Hüseyin, Fasl’ul-Hitab, Taş basması, s.120-134; Marifet, M. Hadi, Siyanet’ul-Kur’an an’it-Tahrif, Kum baskısı, Neşr’ül-İslami Müessesesi, s.211.
[63] – Şeyh Müfid, Evail’ul-Makalat, s.55; Aştiyani, M. Hasan, Bahr’ul-Fevaid, s.99.
[64] – Fani İsfahani, Ali, Âra-u Havl’el-Kur’an, Beyrut baskısı, Dar’ul-Huda, s.102.
[65] – Hoyi, Ebul Kasım, el-Beyan, s.223-225; M. Hüseyin, Ali, es-Sağir, Tarih’ul-Kur’an (Mecmua-i Diraset-i Kur’an), s.172.
[66] – Şehy Saduk, Muhammed b. Ali Babeveyh, el-İtikadat, s.93.
[67] – Kuleyni, Muhammed b. Yakub, Ravzat’ul-Kafi, c.8, s.53; Feyz-i Kaşani, Tefsir-i Safi, c.1, s.34.