08 Nisan 2016

SÜNNET-İ SENİYE’NİN İSLÂM DİNİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ



SÜNNET-İ SENİYE’NİN  İSLÂM DİNİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ

Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin Vedâ Haccı hutbesinde ümmetine bıraktığını açıkladığı ve sımsıkı sarıldıkları takdirde, hiçbir zaman yollarını şaşırmayacaklarını haber verdiği iki şeyden ikincisi Sünnet-i seniye’dir.
İslâm hukukunun Kur’an-ı kerim’den sonra ikinci kaynağı Sünnet-i seniye’dir. Bu iki kaynağa “Nass” adı verilir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Ben size iki şey bıraktım ki, onlara sımsıkı sarılıp tutunduğunuz müddetçe, katiyyen sapıtmazsınız. Birisi Allah’ın kitabı, diğeri ise Resulullah Aleyhisselâm’ın sünnetidir.” (İmâm-ı Mâlik, Muvatta)
Kur’an-ı kerim’de pek çok Âyet-i kerime, Sünnet-i seniye’ye uymanın, Resulullah Aleyhisselâm’a itaat etmenin farz olduğuna delâlet etmektedir.
“Hepiniz topluca sımsıkı Allah’ın ipine sarılın!” (Âl-i imran: 103)
Âyet-i kerime’sindeki Allah’ın ipinden murad; Kur’an-ı kerim ve Sünnet-i seniye’dir.
Sünnet-i seniye Resulullah Aleyhisselâm’ın Rabbinden aldığı risaleti tebliğden ibarettir.
Allah-u Teâlâ, risaleti tebliğ hususunda Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun.” (Mâide: 67)
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz biat alırken, ilk bîat şartı olarak Kur’an-ı kerim ve Sünnet-i seniye’de bulunan emirleri dinlemeyi ve itaat etmeyi şart koşmuştur.
Buharî’nin rivayetine göre Cebrâil Aleyhisselâm, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e Kur’an-ı kerim’i indirdiği ve öğrettiği gibi Sünnet-i seniye’yi de indirmiş ve öğretmiştir.
Kur’an-ı kerim vahiy olduğu gibi, Hadis-i şerif’ler de vahiydir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması, ancak kendisine bildirilen vahiyden başka bir şey değildir.” (Necm: 3-4)
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in her sözü ilâhî bir vahye isnad eder.

Şu kadar var ki, Kur’an-ı kerim vahyin en yüksek mertebesidir. Lâfzı ve mânâsı ile birlikte vahyolunmuştur. Hadis-i şerif ise Vahy-i metlüv, yani okunan vahiy değildir. Lâfzı olmayıp sadece mânâdan ibarettir. Allah-u Teâlâ’nın muradını bildirmektedir.

Sünnet-iSeniye’nin Çeşitleri:

Sünnet-i seniye; Kavlî sünnet, Fiilî sünnet ve Takrirî sünnet olmak üzere üç çeşittir.
1- Kavlî Sünnet:
Resulullah Aleyhisselâm’ın muhtelif sebepler ve maksatlarla söylediği sözlerdir.
2- Fiilî Sünnet:
Resulullah Aleyhisselâm’ın fiil ve davranışlarıdır. Beş vakit namazı kılışı, hacc ibadetini yapışı, hırsızlıkta sağ eli kesmesi gibi.
3- Takrîrî Sünnet:
Resulullah Aleyhisselâm’ın Ashab-ı kiram’a âit bazı söz ve fiilleri, susmak veya kötü görmemek suretiyle tasdik etmesi, onu beğendiğini belli etmek suretiyle tasvip etmesidir.
Bu husus, sanki Resulullah Aleyhisselâm’ın sözü veya fiili imiş gibi kabul edilir.
Ashâb-ı kiram’dan iki zat yolculuğa çıkmışlardı. Namaz vakti geldiğinde su bulamamışlar, teyemmüm yapıp namazlarını kılmışlardı. Sonra vakit içinde su bulmuşlar, birisi abdest alıp namazı yeniden kılmış, diğeri kılmamıştı.
Dönüşte durumlarını anlattıklarında her ikisinin yaptığını da tasvip etmiş, yeniden kılmayana: “Sünnette isabet ettin, namazın geçerlidir.”, kılana da: “Sana iki kat mükâfat vardır.”buyurmuştu. (Ebu Dâvud: 338)

Sünnet-iSeniye’nin Yazılması ve Toplanması:

Hadis-i şerif’lerin ayrı kitaplarda ve farklı tertipler içinde derlenmesi, tasnifi hicrî ikinci asırda gerçekleşmiş olmakla beraber; tertipsiz olarak yazılması ve büyük küçük sayfalarda muhafaza edilmesi, Asr-ı saâdete kadar uzanmaktadır.
Resulullah Aleyhisselâm İslâm’ın ilk yıllarında Kur’an-ı kerim âyetleri ile karıştırılmaması için Hadis-i şerif’lerin yazılmasını yasaklamıştı. Buna rağmen ilk yıllarda güvendiği kimselerin yazmalarına izin verdiği gibi, karıştırılma ihtimali ortadan kalktıktan sonra bu yasağı kaldırmış ve yazılması için izin vermişti.
Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ- buyururlar ki:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizden her ne işitirsem yazardım. Kureyşliler beni bundan menetmek istediler. Dediler ki; ‘Sen her şeyi yazıyorsun. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ise beşerdir. Rızâ halinde de gazap halinde de söz söyler.’ Bu tenbih üzerine yazmaktan bir müddet vazgeçtim. Nihayet bu durumu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-e arzettim. Mübarek parmağını ağzına götürerek:
“Yaz! Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, buradan hak sözden başkası çıkmaz!” buyurdu.” (Ebû Davud: 3646)

Sünnet-i Seniye’nin Kaynak Oluşuna Dair Deliller:

Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde pek çok Âyet-i kerime’lerde Peygamber’ine itaatı emretmiş, ona itaatı Zât-ı Akdes’ine itaat kabul etmiştir.
“Peygamber’e itaat eden, muhakkak ki Allah’a itaat etmiştir.” (Nisâ: 80)
İhtilafların çözümünü Allah-u Teâlâ’ya ve Resulullah Aleyhisselâm’a arzetmek ilâhî bir emirdir.
“Herhangi bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz, onu hemen Allah’a ve Peygamber’e arzedin. Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız!” (Nisâ: 59)
Çünkü itaat imanın gereğidir. Anlaşmazlık halinde Kitab-ı kerim’e ve Sünnet-i seniye’ye başvurmak da itaatin gereğidir.
Bir hadise meydana geldiğinde önce Kur’an-ı kerim’e bakılır, eğer hükmü varsa kabul edilir. Yoksa Sünnet-i seniye’ye bakılır, hükmü bulunursa kabul edilir.
Allah-u Teâlâ ve Peygamber’i bir hüküm verdiklerinde müminlere tercih hakkı tanınmamıştır. Allah-u Teâlâ, Peygamber’inin verdiği bir hükme güven duymayandan ve en küçük bir sıkıntı duymadan teslim olmayandan iman sıfatını kaldırmıştır.
“Allah ve Peygamber’i bir işe hüküm verdiği zaman, mümin bir erkekle mümin bir kadın için artık o işte kendi arzularına göre seçme hakkı yoktur.
Allah’a ve Peygamber’ine baş kaldırıp isyan eden kimse hiç şüphesiz ki apaçık bir şekilde sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzâb: 36)
Resulullah Aleyhisselâm’ın verdiği hüküm, Allah-u Teâlâ’nın verdiği hükümdür.
Ona itaat, onun Sünnet-i seniye’sine uymaktan ibarettir. Bunun içindir ki Sünnet-i seniye’ye uymak imanın gereğidir.
Resulullah Aleyhisselâm’a itaat etmek, getirmiş olduğu esasların hepsini kabul etmeyi, ahlâki ile ahlâklanıp edebi ile edeplenmeyi gerektirir.
Ona itaat etmek, verdiği hükme râzı olmak, söylediği söze boyun eğmek, getirdiği her şeyi tereddütsüz kabul etmek, mümin olmanın şiarıdır. Aksi taktirde inanmanın mânâsı kalmaz. Ona muhalefet ederek Allah-u Teâlâ’ya itaat etmek düşünülemez.
Gönüldeki gerçek imanı açığa çıkaran en büyük ölçü, en büyük delil, Allah’ın ve Peygamber’in hükmüne rıza göstermektir. İnananlar tereddüt etmeksizin boyun eğerler. Bu ise, Allah’a ve Peygamber’ine karşı takınılması gereken edep tavrıdır.
Asr-ı saâdet’te iki kimse huzur-u Nebevî’de hasımlaştılar. Resulullah Aleyhisselam hak sahibi lehine hükmetti. Aleyhine hüküm verilen “Râzı olmam! Bir de Hattab oğlu Ömer’e gidelim.” dedi ve Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-ın yanına vardılar. Lehine hüküm verilen “Yâ Ömer! Biz Peygamber Aleyhisselâm’a giderek hasımlaştık. Benim lehime bunun aleyhine hükmetti. Bu ise râzı olmayıp reddetti.” deyince Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- “Böyle mi oldu?” diye sordu, öteki “Evet” dedi. Bunun üzerine “Ben sizin aranıza gelip aranızda hüküm verinceye kadar yerinizden ayrılmayın.” diyerek evine girdi ve kılıcı elinde olduğu halde yanlarına geldi. Râzı olmayı reddedeni bir vuruşta öldürdü. Öteki arkasını dönerek Resulullah Aleyhisselâm’ın yanına kaçtı ve “Yâ Resulellah! Vallahi Ömer, arkadaşımızı öldürdü. Eğer müdahale etseydim beni de öldürecekti.” dedi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “Ömer’in bir mümini öldürmeye kalkışacağını sanmazdım.” buyurdu.
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ:
“Hayır, öyle değil!.. Rabbin hakkı için, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı yüreklerinde hiçbir sıkıntı, bir burukluk duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisâ: 65)
Âyet-i kerime’sini indirdi. (İbn-i Kesir)
Tasavvur buyurun, onlar daha Âyet-i kerime gelmeden, bu hükmü gönüllerinde hissedercesine yaşıyorlar.
Allah-u Teâlâ Resulullah Aleyhisselâm’ın emrine başvurmayı müminlere farz kıldığı gibi, onun verdiği hükümlerden dolayı müminlerin içlerinde herhangi bir sıkıntının yer etmesini de haram kılmıştır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygamber’ine çağırıldıkları zaman, müminlerin sözü sadece: ‘İşittik, itaat ettik!’ demekten ibarettir. İşte saâdete erenler onlardır.”(Nur: 51)
O itaatkâr müminler dünya saâdetine ahiret selâmetine ererler, umduklarına nail olurlar, korkunç âkıbetlerden emin bulunurlar.
“Kim Allah’a ve Peygamber’ine itaat ederse, Allah’tan korkar ve ondan sakınırsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Nur: 52)
Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akla hayale gelmeyen nimetlere erenler ancak bunlardır.
Allah-u Teâla Âyet-i kerime’lerinde Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine itaat etmeyenlere en çetin azapla azap edeceğini beyan buyurmuştur:
“İnkâr edenler ve Peygamber’e baş kaldırmış olanlar, kıyamet günü hak ile yeksan olup yerin dibine geçirilmeyi ne kadar isterler ve Allah’tan hiçbir söz gizleyemezler.” (Nisâ: 42)
Onların bütün organları bile aleyhlerinde şâhitlik yapacaklardır.
“Peygamber’in buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belâ gelmesinden veya acıklı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.” (Nur: 63)
Onun emirlerine uymayan, yolundan gitmeyen, Sünnet-i seniye’sinden ayrılan kimseler; dünyada kendilerine büyük bir musibetin inmesinden ve âhirette de şiddetli bir azaba uğramalarından korksunlar.
Câbir bin Abdullah -radiyallahu anh-ın şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Bir defasında Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- uyurken yanına bir takım melekler geldiler. Bazıları: “Bu zât uyuyor.” dedi. Bazıları da “Gözü uyuyor amma kalbi uyanıktır.” dediler. Birbirlerine: “Bu dostunuzun âlî sıfatı vardır. Haydi siz de bunun âlî mevkiine bir temsil getiriniz.” dediler. Fakat bazıları: “İyi amma bu zât uyuyor.” dediler. Bazıları da: “Hayır, onun gözü uyuyor, kalbi uyanıktır.” dediler.
Bunun üzerine melekler: “Bu zât şuna benzer ki, bir kimse yeni bir ev yaptirir. O evde bir ziyafet tertip eder. Bu ziyafete insanları çağırmak için bir dâvetçi gönderir. Bu dâvetçinin dâvetine kim gelirse, o eve girer ve ziyafetten yer. Her kim de icabet etmezse, o eve giremez, ziyafet yemeklerini yiyemez.”
Bunun üzerine melekler yine birbirlerine: “Haydi bu temsilinizi bu zâta açıklayın da anlasın.” dediler. Fakat yine bunlardan bazıları: “İyi ama bu zât uyuyor.” dediler. Bazıları da: “Hayır. Onun gözü uyuyor, kalbi uyanıktır.” dediler.
Melekler kendi aralarında bu temsili izah ederek şöyle dediler:
“O ev cennettir. Dâvetçi de Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- dir. Her kim Muhammed Aleyhisselâm’a itaat ederse, Allah’a itaat etmiştir. Her kim de Muhammed Aleyhisselâm’a isyan ederse Âziz ve Celil olan Allah’a isyan etmiş olur.
Muhammed Aleyhisselâm insanların arasını ayırdetmiştir. İmanlı olanlar belli oldu. İmansız olanlar da iyice açığa çıktı.” (Buhâri, Tecrid-i Sarih: 2172)

Ashâb-ı Kiram Hazerâtının  Sünnet-i Seniye’ye Bağlılığı:


Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı dinin esaslarını doğrudan doğruya Kur’an-ı kerim’den alırlardı. Açık bir hüküm bulamazlarsa, hemen Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize sorarlardı. Hem sağlığında hem de vefatında onun Sünnet-i seniye’sine uymanın farz olduğuna dair icmâ ederek söz birliğine vardılar.
Kur’an-ı kerim’de Resulullah Aleyhisselâm’a vahyolunan bir hüküm ile bizzat Resulullah Aleyhisselâm’ın kendisinden sadır olan hüküm arasında ayırım yapmazlar ve her ikisine de uymanın farz olduğuna inanırlardı.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Muâz bin Cebel -radiyallahu anh-ı Yemen’e vali olarak gönderirken ona: “Ey Muâz! Ne ile hükmedeceksin?” diye sordu. O da: “Allah’ın Kitab’ı ile.” diye cevap verdi. “Orada bulamazsan?” buyurdu. Muâz bin Cebel -radiyallahu anh-: “Peygamber’in sünneti ile.” dedi.
Hazret-i Ebu Bekir -radiyallahu anh- bir hadise hakkında bir sünnet bilmiyorsa çıkar ve müslümanlara:
“Bu mevzu hakkında Resulullah Aleyhisselâm’dan bir sünnet bileniniz var mı?” diye sorardı.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-, fetvâ işleriyle uğraşan diğer Ashâb-ı kiram, onların yolundan giden Tabiin-i kiram da böyle yapardı.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- buyurur ki:
“Ey insanlar! Doğru görüş Allah-u Teâlâ’nın ve Resulullah Aleyhisselâm’ın görüşüdür. Allah-u Teâlâ ona gerçeği gösteriyordu. Bizim görüşümüz ise zandan ve tekliften ibarettir. Sünnet, Allah ve Resul’ünün koyduğu yoldur. Yanlış bir görüşü ümmet için sünnet haline getirmeyin.”

Hüküm Getirme Yönü İle  Sünnet-i Seniye:


Getirdiği hükümler açısından Sünnet-i seniye üç kısımdır:
1. Kur’an-ı kerim’deki bir hükmü destekler:
Âyet-i kerime’lerin ortaya koyduğu, Resulullah Aleyhisselâm’ın da desteklediği ve her ikisinden delili olan emir ve yasaklardır. Haksız yere adam öldürmek, yalancı şahitliği yapmak, hırsızlık ve diğer yasaklanan hususlar Kur’an-ı kerim ve Sünnet-i seniye ile haram kılınmıştır.
Bu durumda o hükmün iki kaynağı ve delili olmuş olur:
a- Âyet-i kerime’ler.
b- Hadis-i şerif’ler.
2. Kur’an-ı kerim’deki kapalı bir hükmü açıklar:
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir taraftan kendisine vahyolunan Âyet-i kerime’leri artırma ve eksiltme yapmadan bütünüyle tebliğ ederken, diğer taraftan da onlardan ne gibi mânâlar kastedilmiş olduğunu sözleriyle, işleriyle tefsir ve izah eder, kapalı hükümleri açıklardı.
Çünkü Allah-u Teâlâ ona Kur’an-ı kerim naslarını açıklama yetkisi vermiştir.
Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurur:
“Resulüm! Biz sana da Kur’an’ı indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklayasın.” (Nahl: 44)
Allah-u Teâlâ Kur’an-ı kerim’inde namazın farz olduğunu bildirdi. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise Allah-u Teâlâ’dan aldığı vahiy ve ilham ile namazın vakitlerini, rekâtlarını, âdâb ve erkânını ve nasıl kılınacağını hem anlattı, hem de müslümanların gözü önünde kıldı. Sonra da:
“Beni namaz kılarken nasıl görmüşseniz, siz de öylece kılınız!” buyurdu. (Buhârî)
Oruç Âyet-i kerime’si nâzil olunca, müslümanlar Ramazan orucunun farz olduğunu anladılar ve oruçlarını tuttular. Fakat oruçlu olduğunu unutarak yenilen veya içilen bir şeyin orucu bozup bozmayacağı hakkında Âyet-i kerime’lerde açık bir hüküm yoktu.
Kur’an-ı kerim’de zekâtın farz olduğu bildirilmekteydi. Ancak ne kadar malı olana zekâtın farz olduğu, hangi mallardan zekât verileceği, nisab miktarları belli değildi. Hacc da böyledir.
Âyet-i kerime’lerde temiz olan şeylerin helâl, pis olan şeylerin de haram olduğu haber verilmiş, fakat bunların neler olduğu bildirilmemiştir.
Bütün bunları birer birer izah eden Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin Hadis-i şerif’leri ve Sünnet-i seniye’sidir.
İnsanları dünya saâdetine ve âhiret selâmetine ulaştıracak ne varsa hepsini açıklamış, geriye bir şey bırakmamıştır.
3- Kur’an-ı kerim’de yer almayan bir hükmü ortaya koyar:
Bir konu ile ilgili olarak Kur’an-ı kerim’de herhangi bir delil olmadığı zaman, o hüküm Sünnet-i seniye ile sâbit olur.
Bir kadını teyzesi veya halasıyla birlikte aynı anda nikâh altına tutmanın haramlığı, yırtıcı hayvan ve pençeli kuşların etlerinin haramlığı, erkeklerin ipek giymesi ve altın yüzük takmasının haramlığı... hep bu çeşit Sünnet-i seniye’nin misalidir.
“Doğumdan haram olan her şey sütten de haram olur.” Hadis-i şerif’i de böyledir. (Müslim: 1444)
Görülüyor ki Kur’an-ı kerim ve Sünnet-i seniye hükümleri arasında çelişki olması imkânsızdır.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:
“Sakın sizden birinizi emrettiğim veya nehyettiğim hususlardan biri kendisine ulaşınca, koltuğuna yaslanıp: ‘Bilmiyorum! Biz Allah’ın kitabında ne buluyorsak ona uyarız.’ derken bulmayayım.” (Tirmizi)
Bütün bu izahlardan anlaşılıyor ki, Kur’an-ı kerim ve Sünnet-i seniye’yi birbirinden ayırmak mümkün değildir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...