Şeyh’ül-Ekber Muhyiddîn-i İbn’ül-Arabî-kuddise sırruh
Fusûsu’l-Hikem isimli eserinde Hatem-i veli’nin ilmi hususunda şöyle buyurmaktadir:
“Bu ilim ilm-i billâhın âlâsıdır. Bu ilim, ancak peygamberlerin ve velilerin sonuncusuna verilmiştir.
Bu ilmi, Nebî ve Resûl’lerden görebilenler ancak Hâtem-i nübüvvet olan Muhammed Aleyhisselâm’ın mişkâtından (kandilinden) görürler. Velilerden görebilenler de ancak onun mirasçısı olan hâtem-i veli’nin mişkâtindan görürler, hatta peygamberler, o ilmi ne zaman müşahede etseler ancak Hâtem-i velâyet kandilinin işigiyla görürler. Çünkü Resullük ve Nebilik keyfiyeti sona ermiştir. Velilik ise aslâ nihayete ermez.” (Fusûsu’l-Hikem, sh: 43-44, çeviren N. Gençosman)
Hâtem-ül Enbiya ve Hâtem-ül Evliya mevzusunun en gizli sırlarından birisi, Muhyiddin-i İbn’ül-Arabî -kuddise sırruh- Hazretlerinin; velilerin sonuncusu olan Hâtem-ül evliya’nın da Âdem Aleyhisselâm’ın su ile toprak arasında iken veli olduğu hakkındaki beyanlarıdır.
Şöyle buyuruyorlar:
“...Keza velilerin sonuncusu Hâtem-i evliya da Âdem su ile toprak arasında iken veli idi.
Diğer veliler, ancak ilâhî ahlâk cümlesinden olan velilik şartlarını kazandıktan, Allah’ın Veli ve Hamid isimlerinin feyzine mazhar olduktan sonra veli oldular.
Şu hale göre sonuncu Peygamber’in veliliği yönünden sonuncu veliye nisbeti Resul ve Nebilerin ona nisbeti gibidir. Bu itibarla Resullerin sonuncusu hem Veli, hem Nebi, hem de Resul’dür. Hâtem-i evliya ise irfanı aslından alan Vâris’tir. Mertebeleri müşahede eder.
Ve o, şefaat kapisinin fethinde Âdem oglunun seyyidi ve cemâatin mukaddemi olan Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-in hasenâtindan bir hasenedir.” (Fusûsu’l-Hikem. Çeviren: N. Gençosman. Sh: 46)