Kalbin Mühürlenmesi-7
Kalbin Dışa Açık İki Fonksiyonu:
Sem' ve Basar , Kalp gözü ve Basiretin Kapanması
Yener Öztürk, Kur’an’da Kalp Ve Mühürlenmesi
Kalbin Dışa Açık İki Fonksiyonu: Sem' ve Basar
Sem', kulağın,
basar da gözün gücü ve fonksiyonudur.
[266]
[266]
Normal olarak işitme ve görme anlamlarında kullanılan bu iki kelime, kalbin işitmesi ve görmesi olarak kullanıldığında birden değişikliğe uğrar. Bilindiği gibi, bir şeyi duymak ve görmek, duyulanı anlamak ve kavramaktan ayrı bir şeydir. Mesela, kulağın işitmesi, alabileceği frekanstaki sesleri almasıdır; bu sesleri alabilen insana sağır denmez. Ancak, kalpleri günahlarla örtülü olanlar, ilahi çağrıları alamazlar; çünkü onlar işitme güçleri yok olmuş durumdadırlar. Sesleri ve uyarıları duysalar bile, duymaları kendilerini harekete geçirmez. Okunan Kur'ân ayetleri hiçbir şey ifade etmez. Bir diğer ifadeyle, bunlar dışarıdaki sesleri ne kadar alırlarsa alsınlar, temelde sağırdırlar. Kur'ân-ı Kerim bu noktaya temasla şöyle buyurur:
"Onları çağırsanız, işitmezler; işitseler bile söze icabet etmezler."[267];
"Sağırlar, uyarıldıklarında, çağrıyı işitmezler."[268]
Basar da, -sem' gibi- temelde kalbin fonksiyonudur ve onun dışa açılan diğer bir duyuşudur. Basar 'görüş, görme, gören göz' gibi anlamlara gelip çoğulu 'ebsar'dir. Aynı kökten gelen, basiret ise, kalbin eşyayı idrak gücü olup, çoğulu 'besâir'dir. [269] Ayrıca, kalb gözüyle hasıl olup kamil idrak ve yakinî bir keyfiyette gerçekleşmiş olan marifete de, basiret denilmiştir.[270] İnsanın basarı, renkleri, şekilleri ve bunlar arasındaki ahengi görüp bir bilgi halinde kalbe havale eder; basiret ise, bu parça bilgileri veya küllî malumatı yeniden tahlil ve terkibe tabi tutarak onları marifete çevirir.[271]
"... Görürsün sana bakıyorlar (yanzurûne ileyk), ama görmüyorlar (la yubsirune)."[272]
Göze nispetle basar ne ise, kalbe nispetle basiret de odur. Diğer bir ifadeyle, gözlerin görmesine sebep olan ve kuvve-i basıra denilen ru'yet nuruna basar, kalbin görmesine sebep teşkil eden ve dilimizde kalp gözü diye ifade edilen idrak duyusuna, hususiyle bu idrak duyusunun zeka, fetanet ve firaset denilen durumuna basiret denilir. Bu bir ilahî nurdur.[273] Nitekim Kur'ân'da Allah'ın ayetleri, insanın gerçeği görmesini sağlayan nurlara benzetilir:
"Doğrusu size Rabbin'izden basiretler geldi. Artık kim (bu basiretlere/nurlara) gözünü açarsa kendi lehine, kimde gözünü kapatırsa kendi aleyhinedir."[274]
Şu halde, her kim kalp gözüyle bakıp, Rabbinden gelen basiret delilleriyle hakkı görmek ister ve iman ederse, bu kendi lehinedir, kendi menfaatinedir. Kim de kalp gözünü yumup körlük ederse, bu körlük ve nankörlük de, yine kendi aleyhine ve kendi zararınadır.[275]
Bu nur/ışık, kabukları delip geçen ve görünür şekillerin içindeki gerçeği aydınlatan bir nurdur. "Allah semavat ve arzın nurudur." [276] ayetinin ifade ettiği gerçekten hareketle denilebilir ki, O'nun nurunun olmadığı yerde göz görmez, akıl idrak etmez; ilimler vehimlere, gerçekler farazî şeylere karışır ve varlık anlaşılmayan bir kaosa dönüşür; ne dimağlarda oturmuş bir ilim felsefesi ne de kalplerde bir marifet ışığı meydana gelir.[277]
Basiretin (Kalb Gözünün) Kapanması
Dilimizde kalp gözü diye de ifade edilen basiret, -bir önceki başlık altıda da incelediğimiz gibi- ilahî nurla aydınlanmış kalbin gücünü/kuvvetini ifade eder. Eşyanın hakikatini kavramak da ancak bu güçle mümkün olur.[342]
Gözün ışıktan mahrum kalması ne ise, kalbin hüda ve hak dinin aydınlatıcı rehberliğinden mahrum kalması da odur. Bu ışıktan nasibi olmayanların gerçeği görmeleri mümkün olmaz.[343] Nitekim Kur'ân, kalbi kararmış münafıklardan söz açtığı yerde bu hususa şu ifadeleriyle temas eder:
"Allah nurlarını giderdi ve onları karanlıklarda bıraktı, artık görmezler (lâ yubsirûn)."[344]; "Görürsün sana bakıyorlar (yan-zurün), ama görmüyorlar (lâ yubsirûn)."[345] Bu durum, insanın hidayet ve dalaletinde geçerli olan ve hiç şaşmayan sünnetullahın bir sonucudur. Onlar, işitmeye yönelik tüm sermayelerini, tamamen şehevî arzularına ve dünyevî isteklerine teksif etmek suretiyle kendilerinde Allah'ı ve ahireti hatırlatan çağrılara karşı yönelebilecek bir istidat bırakmamışlardır.Bir diğer ifadeyle, onların artık, basiret gözleriyle görüntü nakleden gözleri arasında bir bağlantı kalmamıştır.[346]
Kalbin akletme kuvvetini za'fa uğratan veya tamamen ortadan kaldıran, insanın kendi işlemiş olduğu fiillerdir. Kur'ân, "Doğrusu işleyip durdukları şeyler kalplerinin üzerinde pas olmuştur."[347] ayetiyle bu durumu hatırlatır.
Ameh
İnsan kalbinin maruz kaldığı bu durumu ifade bağlamında Kur'ân-ı Kerim, basiretsizlikle özdeş olan ve 'nereye yönelineceğini bilmemekten dolayı bir işte şaşkınlık gösterme' anlamına gelen ameh[348] kelimesini de gündeme getirmektedir. Ameh, -göz körlüğüne 'ama denilmesi gibi- basiretin zulmetle örtülü olmasına denir. Bu durum, insanda öyle bir şaşkınlık ve kararsızlığa yol açar ki, insan ne yapacağını nereye yöneleceğini bilemez olur.[349] Kur'ân bu hususu şöyle dile getirir:
"(Resulüm), hayatın hakkı için, onlar, (şuursuzlukları içinde) bocalayıp durmaktadırlar (ya'mehûn)."[350]
Bu insanlar, ne yaptığını bilememenin şuursuzluğu bakımından, çevresinde gezinen diğer canlı varlıklarla aynı çizgiyi paylaşırlar. Bir ayet-i kerimede inkarları içinde bocalayan kafirlerin bu durumu hayvanların haline benzetilerek şöyle denir:
"...O inkarcılara gelince, (onlar yalnızca) zevk peşindedirler ve davarlar gibi yerler, onların yeri ateştir."[351]
Zamanla kendilerine yapılan çağrıları anlamaz hale gelirler
İçine daldıkları zevkler sebebiyle dünyaya geliş ve gidişteki anlamı göremeyen daha doğrusu o zevklerin kaybolabileceği endişesiyle o gayeyi görmek istemeyen kafirler, zamanla kendilerine yapılan çağrıları anlamaz hale gelirler:
"Kafirleri (doğru yola davet edenin) durumu, (hayvanlara) seslenen çobanın durumu gibidir. Hayvanlar onun ancak bağırıp-çağırmasını duyarlar, fakat onun ne dediğini anlamazlar. Onlar sağır, lal ve kördürler. İşte bu yüzdendir ki, onlar akletmezler."[352]
Onların varlık sahasındaki yerleri hayvanlardan daha da aşağıda
Ayetten de anlaşılacağı üzere küfre saplanmışları doğru yola davet edenin hali, tıpkı sürüsüne seslenen çobanın durumu gibidir. Zira sürü, onun seslenmesini işitir ama sözünün ne manaya geldiğini bilmez. Başka bir ayetinde Kur'ân, inceden inceye düşünüp keşfedemeyen bu kalplerin sahiplerini, gözleri görmez, kulakları işitmez olarak vasfettikten sonra onların varlık sahasındaki yerlerinin, hayvanlardan daha da aşağıda olduğunu bildirir:
"Kalpleri vardır, onlarla anla(yıp işin aslına vara)mazlar; gözleri vardır, onlarla göremezler; kulakları vardır, onlarla işitemezler. Hayvanlar gibidir onlar, hatta daha da yoldan ayrılmış..."[353] Önemli mesajlar ihtiva eden bu ayete üç ayrı açıdan bakmamız mümkündür:
Birincisi, evvela bu gibi kimseler, kendilerine ulaşan gerçeklere uymayıp sırf cismanî arzularına ve hislerine göre hareket etmeleri bakımından hayvanlara benzetilmişlerdir; ne var kî, hayvanların kendilerine verilen güç ve kabiliyetleri yaratılış amacına uygun olarak işletmelerine karşılık bunlar, kendilerine verilen fıtrî kabiliyetlerini gayesine yönelik kullanmayıp zayi ettikleri için, maksada yürüme noktasında hayvanlardan geri kalmış olmaktadırlar. Şöyle ki, bu varlıklar, yaratılıştan kendilerine ilham edilen amaçlarından sapmazlar; kendilerini alakadar eden menfaat ve zararlarını bilirler ve güçleri yettiği kadar tehlikelerden korunmaya çalışırlar. Kısaca, bu canlı varlıkların hiçbirisi kendilerine verilmiş olan sınırlı sermayeyi yaratılış maksadının dışında kullanmaz.
İkincisi, hayatı, dünyevi zevklerden ibaret gören inkarcı insanların yaşamış oldukları hayattan zevk alma hususunda bir hayvanın daha da altındabulunmuş olmalarıdır. Şöyle ki, her hangi bir hayvanın ne lezzetinde bir elem ne de zevkinde bir keder vardır. Zira onda geçmişin hüznünü ve geleceğin endişe ve korkusunu yaşayacak bir akıl yoktur, dolayısıyla her şeyden lezzetini tam alır. İnkarcı için durum böyle değildir; onun için geçmiş hüzün veren bir mezarlık gelecek ise ürperten bir yokluktur.
Üçüncüsü, -nefs kelimesi üzerinde dururken de değindiğimiz gibi- insan nefsi, melekî güçlerin ve hayvanı güçlerin toplamından ibarettir. Yani, insan, hayvanlarla -öfke ve şehvet gibi- müşterek olduğu duygular yanında, akıl ve irade gibi onu bu varlıkların üstüne çıkaran duygulara da sahiptir. Bu cümleden olarak diyebiliriz ki, işlemiş olduğu fiillerle melekî duygularını köreltenler, bundan sonra yalnızca hayvanı duygulardan müteşekkil bîr mahiyetten ibaret kalmış olmaktadırlar; artık onlar hayvan gibidirler.Kur'ân'ın, bir sonraki cümlesinde 'daha da aşağısında' şeklinde gelen beyanı ise, oldukça dikkat çekicidir, zira, hayvanların öfke ve şehvetleri belli bir alan/kapasite içerisinde yaratılmış olup sınırsız bir şekle açık değildir. Ama insanların ki böyle değildir, sınırsız denebilecek bir özelliğe sahip olması yönüyle, ondaki bu kontrolsüz nefsanî duyguların yol açacağı ifsat ve tahribat daha da yıkıcı olmaktadır. Şu ayeti bu açıdan bir daha okumaya çalışalım:
"Allah nezdinde, debelenip gezen canlıların en şerlisi (zararlısı), iman etmeyenlerdir."[354]
İnsan için iman, hayat; küfür ise ölüm gibidir. Bunun içindir ki Kur'ân, batıla sımsıkı sarılıp onda ısrar eden şartlanmış inkarcıları manen ölmüş insanlara benzetmiştir. Manevi anlamda ölü hükmünde olan bu insanları Allah dilemedikçe hiç kimse hidayete ulaştıramaz:
"Dirilerle ölüler bir olmaz. Şüphesiz Allah, murad ettiğine işittirir. Sen kabirlerdekine işittiremezsin."[355]
Netice olarak diyebiliriz ki, insanın basiretini (kalp gözünü) örten kendi günahlarıdır. Ama insan ölüp sura üfürülüp kalkınca, her türlü maddi engelden ve perdeden kurtulduğu, ruhu serbest kaldığı için, gerçeği olanca çıplaklığıyla görecektir:
"...O gün herkes beraberinde bir muhafız ve şahit olarak (huzura/yüce divana) gelir. (Allah ona) 'Sen bundan gaflet içindeydin. İşte perdeni kaldırdık bugün görüşün pek keskindir' der."[356]
[266] el-Isfehani, el-Mûfredat, s. 63; 353, 354.
[267] Fatır: 35/14.
[268] Enbiya: 21/45.
[269] el-İsfehanî, el-Müfredat, s. 63-64. Kur'ân'da bazen basar kelimesi de, basiret anlamında kullanılır.
[270] Bkz. el-İsfehanî, a.g.e. s. 63-64; Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, III, 2018.
[271] Bkz. el-Cürcanî, et-Ta'rifat, s. 46.
[272] A'raf: 7/198.
[273] Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, III, 2018.
[274] En'am: 6/104.
[275] Bkz. En'am: 6/104.
[276] Nur: 24/35.
[277] Yrd. Doç. Dr. Yener Öztürk, Kur’an’da Kalp Ve Mühürlenmesi, Işık Yayınları: 86-88.
[342] el-Cürcanî, et-Ta'rifat, s. 46. Keza bkz. el-İsfehanî, el-Müfredat, s. 63. Yukarıda basiret kelimesinin Allah'ın ayetleri için de kullanıldığını belirtmiştik. Kelimenin bu anlamı için oraya bakılabilir.
[343] Burada yeri gelmişken Kur'ân'da 'Allah'ın ayetlerinin, insanın gerçeği görmesini sağlayan nurlara benzetildiğini bir kez daha hatırlatmış olalım.
[344] Bakara: 2/17.
[345] A'raf: 7/198.
[346] el-Meydanî, Emsalu'l-Kur'ân, s. 164-165.
[347] Mutaffifîn: 83/14.
[348] el-İsfehanî, el-Müfredat, s. 520.
[349] el-Merağî, Tefsiru'l-Merağî, I, 55.
[350] Hicr: 15/72. Keza bkz. Bakara: 2/15; En'am: 6/110; A'raf: 7/186; Yunus: 10/11; Muminun: 23/75; Neml: 27/4.
[351] Muhammed: 47/12.
[352] Bakara: 2/171.
[353] A'raf: 7/179.[354] Enfal: 8/55.
[355] Fatır: 35/22.
[356] Kâf: 50/20-22. Yrd. Doç. Dr. Yener Öztürk, Kur’an’da Kalp Ve Mühürlenmesi, Işık Yayınları: 102-106.