İSLAMI YAŞAMAK
Allah-u Teâlâ ancak “Ulül-elbâb”a varanların hakikatı bileceğini beyan buyuruyor. Çünkü onların muallimi bizzat Allah-u Teâlâ’dır.
Onlar Allah-u Teâlâ’nın bütün emirlerini tatbik etmiş, nehiylerinden sakınmışlar, yani İslâm’ı yaşamışlardır.
Bunlar:
“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” (Hud: 112)
Âyet-i kerime’sinde beyan buyurulduğu üzere İslâm’ı yaşamışlar ve başkalarının da yaşamaları için gayret göstermişlerdir.
Bir kimse Allah-u Teâlâ’nın bütün emirlerine riâyet etmedikçe, her nehyettiği şeyden kaçınmadıkça hiçbir zaman hakikat ehli olamaz.
Halk çoğunlukla nefse uydukları, İslâm’ı yaşamak, emr-i ilâhî’yi tatbik etmek nefislerine zor geldiği için açık kapı aramaktadırlar. Onlar da halkın içindeki bu arzuları bildiklerinden dolayı halkın hoşuna giden fetvâları vererek ifsad ediyorlar, beşeriyeti peşlerinden sürüklemek istiyorlar. Şu kadar var ki kendilerine modern müslüman adını verenler bunların peşindedirler.
Zaten Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz âhir zaman ulemâsının gök kubbe altındakilerin en şerlileri olacağını çok zaman evvel bildirmişti. Bu gibilere hiç hayret etmeyin. Bu gibi sapıtıcılar, sadece bugün değil, bundan evvel de vardı, bundan sonra da çıkacak. O zaman türediği gibi, bundan sonra da türeyecektir.
Hakiki müctehidler içtihadlarını yürütüyorlardı. Bunlar ise ifsatlarını yürütüyorlar.
İslâm’ı yaşamayanlar İslâm’dan bahsetmeye sahib-i selâhiyet değildirler.
İslâm’ı yaşamadıkları halde İslâm’dan bahseden, ileri-geri konuşan, Âyet-i kerime ve Hadis-i şerif’leri hafife alıp, ortadan kaldıranlar tahripçidirler.
Bunlar ruh adamı değil süs adamıdırlar, sun’i çiçeğe benzerler. Ruhları ölmüştür, yaşayan nefistir. Her biri bir canlı cenazedir. Bunların hükmü budur.
Ruhu ölmüş, kalbi mühürlenmiş, nefis putuna tapmış kimseler sapıktırlar ve yalancıdırlar. Zan ile hareket ederler. Kendileri saptıkları gibi, başkalarını da saptırmaya çalışırlar.
Oysa Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.” buyuruyor. (A’raf: 54)
Mahlûkun hiç hükmü yoktur, kim olursa olsun. Böyle olduğu halde emr-i ilâhî’yi kenara itip bırakan, kendi arzu ve reyini ortaya koyan, kendi nefsini ilâh olarak ilân etti demektir. Bu gibi kimselerin sözünü doğru kabul edenler de onu ilâh edinmiştir.
Halbuki Âyet-i kerime'de:
"Allah ve Resul'ü doğru söylemiştir." buyuruluyor. (Ahzâb: 22)