HÜKÜM ALLAH'INDIR
Allah ve Resul’ünün Hükmüne Karşı Gelmek Bir Zulümdür
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde kendisine inanan ve Resul’ünü tasdik eden kullarına; İslâm’ın bütün hükümlerini benimsemelerini, buyruklarını uygulamalarını, yasaklarını terk etmelerini emir buyuruyor:
“Ey iman edenler! Hep birden tam bir teslimiyetle İslâm’ın sulh ve selâmetine girin.” (Bakara: 208)
Allah-u Teâlâ’ya gerçek mânâda teslim olun, hem dışınızla hem içinizle O’na itaat edin, İslâm’a bir başka şeyi karıştırmayın.
İslâm bir bütündür, hükümlerinden hiçbiri birbirinden ayrılmaz.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Hüküm yücelerin yücesi Allah’ındır.” (Mümin: 12)
Çünkü O, mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O’nun verdiği hükümler belirli bir zaman ve asır ile sınırlı değildir. Kıyamete kadar geçerlidir.
Binaenaleyh bütün insanlar ve cinler birleşerek bir araya gelseler, bir Âyet-i kerime’yi inkâr etseler hepsi kâfir olurlar. Çünkü mahlûkun hükmü yoktur, O’nun hükmü esastır.
Söz O’nun sözü, hüküm O’nun hükmü, kitap O’nun kitabı, mülk O’nun mülküdür. O’nun sözlerini değiştirecek, temyiz edecek, tashih yapacak hiçbir kimse olamaz.
"Allah hüküm verenlerin en güzel hüküm vereni değil midir?" (Tin: 8)
Allah-u Teâlâ’nın dininden söz edebilmek için ancak O’nun indirdikleriyle hükmetmek gerekir. Çünkü O’nun hükümranlığının tecellisi budur.
Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse işte onlar kâfirlerdir.” (Mâide: 44)
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse işte onlar zâlimlerdir.” (Mâide: 45)
“Kim Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse işte onlar fâsıklardır.” (Mâide: 47)
Allah-u Teâlâ bu ilâhî beyanlarında kendi indirdiği ile hükmetmeyenlerin “Kâfir”, “Zâlim”, “Fâsık” olduklarını belirtmektedir. Bu ilâhi hükümleri bırakıp, kendisinin veya başkalarının ortaya koyduğu ile hükmeden bir kimse bu üç suçu da işlemiş olur.
Önce O’nun indirdiğini reddetmekle küfür suçu işlemiştir. İkinci olarak O’nun hükümlerini çiğnemekle zulüm suçu işlemiştir. Üçüncü olarak ise sapmakla fâsık olmuştur.
Bu hükmünü mahlûkun zannına bırakmamıştır. Kim olursa olsun, mahlûkun hiç hükmü yoktur. Hükmünü hiç kimse değiştiremez, verdiği kararı hiç kimse bozamaz.
Hazret-i Kur’an’ı tahrip ve tahrif etmek isteyenlerle, reform adı altında İslâm dini’ni aslından çıkarmak, hurafeler koymak ve din-i İslâm’ı bozmak isteyenler, 1400 küsur seneden beri devam edegelen emr-i peygamberi’yi hiçe saymakla alenen müslüman olmadıklarını ilân etmiş oldular. Onlar müslümanmış gibi görünen münafıklardır.
“Rabbinin sözü doğruluk bakımından da adalet bakımından da tamamlanmıştır, tam kemalindedir. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur.” (En’am: 115)
Hazret-i Allah’ın hükmü esastır, mahlûkun hükmü yoktur. Emir ve yasak koyma hakkı yalnız O’na âittir. Mülk O’nundur, O’ndan başka hiç kimsenin hiçbir şeye müdahale etmesine hakki ve salâhiyeti yoktur. Yalnız emir, yasak, tedbir, irade, tam tasarruf O’na âittir. Hükmünü hiç kimse değiştiremez.
Zira hüküm Allah’ındır.
Çünkü O mülkünde yücedir, dilediğini yapar, dilediği hükmü verir. O’nun verdiği hükümler belirli bir asır ve zaman ile sınırlı değildir, kıyamete kadar geçerlidir.
“De ki: ‘Ey mülkün sahibi Allah! Sen mülkü kime dilersen ona verirsin, kimden dilersen ondan alırsın. Kime dilersen ona izzet verirsin, yükseltirsin. Kime dilersen ona zillet verirsin, alçaltırsın. Hayır senin elindedir. Sen her şeye kâdirsin.” (Âl-i imran: 26)
Tatbikini emir buyurduğu bütün hükümler kemâle ermiş, tamamlanmıştır. Hiçbirisinde noksanlık ve eksiklik tasavvur edilemez, hükmünde yanılması düşünülemez. O’nun haber verdiği her şey gerçeğin ta kendisidir. O’nun emrettiği her şey adaletlidir, O’nun dışında hiçbir şey adaletli değildir. O’nun yasakladığı her şey bâtıldır. Hiç kimse O’ndan daha doğru söz söyleyemez, hiç kimse O’ndan daha adil hüküm koyamaz. Hükmünde hikmet sahibidir, her şeyi hikmetle yapar.
O’nun hükmünü kim bozabilir? O’nun hükmünden kim kurtulabilir?
“Hüküm veren Allah’tır, O’nun hükmünü bozacak kimse yoktur.” (Ra’d: 41)
O’nun verdiği hükmü değiştirecek, engelleyip ortadan kaldıracak hiçbir kuvvet, hiçbir makam ve merci yoktur.
Emr-i ilâhi’yi kenara itip bırakan, kendi arzu ve reyini ortaya koyan, kendi nefsini ilâh olarak ilân etti demektir. Bu gibi kimselerin sözü doğrudur diyenler de onu ilâh edinmiştir.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Gördün mü o nefis arzusunu ilâh edineni? Artık ona sen mi vekil olacaksın? (Onu şirkten sen mi koruyacaksın?)” (Furkan: 43)
Nefis putuna dayanmış olduğundan, bunlara uyan ve tâbi olan kimse bunları ilâh olarak kabul etmiştir.
Allah-u Teâlâ’ya karşı gelenlere gelince:
“İnsan bizim kendisini kerih bir nutfeden yarattığımızı görmez mi ki, şimdi o apaçık bir hasım kesilmektedir.” (Yâsin: 77)
Bu ilâhi bir emirdir ve hükümdür. İnsan, Hazret-i Allah’ın kendisini kerih bir nutfeden yarattığını görmedi, şeytana uydu ve apaçık hasım kesildi.
Buna rağmen insanoğlu bir damla kerih sudan yaratıldığı halde Yaratan’a hasım kesiliyor, ihsan ve ikram sahibi olan Allah-u Teâlâ’ya isyan ediyor.
Yaratmak da emretmek de Allah-u Teâlâ’ya mahsustur. Mahlûkun hiçbir hükmü yoktur. Allah-u Teâlâ’nın emir ve hükümlerini hafife alıp alay edenlerle, tahrip ve tahrif etmek isteyenler müslümanmış gibi görünen münafıklardır.
Bu münafıklar, Hazret-i Allah’ın Din-i mübin’i olan İslâm’ı; menfaatlerine, gaye ve maksatlarına âlet ederek, İslâm’ın ulvî hükümlerini kendi çıkarları doğrultusunda bozmaya, değiştirmeye, yozlaştırmaya çalışarak Hazret-i Allah’a hasım kesilmektedirler.
Bu ise akl-ı selim sahibi olanların kabul etmeyeceği, hafsalanın almayacağı bir durumdur. Halbuki yaratıldığı aslî maddesini düşünseydi nankörlük etmez, hasım kesilmezdi.
Hiç şüphesiz ki iman nuruyla münevver, İslâm şerefiyle müşerref olmayan kişiler, yaratılış icaplarını yerine getirmezler, Yaratan’a hasım kesildikleri gibi; dinini alaya alırlar, içten yıkmaya çalışırlar.
Allah-u Teâlâ en belirgin noktaları hatırlatarak, başlangıcını ve sonunu düşündürmek üzere Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyuruyor:
“Kahrolası insan! Ne kadar da nankör! Onu yaratan hangi şeyden yarattı? Onu nutfeden yaratıp merhalelerden geçirerek şekil verdi. Sonra ona tutacağı yolu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürür ve kabre koyar. Daha sonra dilediği zaman onu tekrar diriltir.” (Abese: 17-22)
Onu mahşere sevk eder, muhasebesini görür, ameline göre cezasını verir.
Bunca ihsan ve ikram sahibi olan Hazret-i Allah’a isyan eden münafıklar, bu ilâhî cezaya müstehak olmuşlardır.
Şeytan onları şaşırtmış, çıkmaza sokmuş. Onlar da ona kanmışlar, bu büyük hakikatı, Allah-u Teâlâ’nın yaratıcı gücünü göremez olmuşlar. İlk yaratılış apaçık önlerinde iken görmemezlikten gelmişler.
O bize ihsan ve ikram ederken hiçbir karşılık da talep etmedi. Sadece kendisini tanımamızı ve kulluk yapmamızı istedi.
“O, kullarının işlediklerini ve işleyeceklerini bilir. O’nun dilediğinden başka, insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar.” (Bakara: 255)
Hazret-i Allah’a isyan eden münafıklara ise Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Çünkü insan çok zâlim ve câhildir.” (Ahzab: 72)
İddiâ ettiği gibi âlim değil, aksine çok câhildir. Çünkü her sözünde ve her icraatında cehaletini sergilemektedir.
“Gerçekten insan Rabbine karşı çok nankördür ve kendisi de buna şahittir.” (Âdiyat: 6-7)
Rabbine karşı çok nankör olduğuna insanın kendisi de şahittir, başka bir delile ihtiyaç yoktur, çünkü yaptıkları ayan-beyan ortadadır. Bu durumu kendi vicdani da kabul eder ve dile getirir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Kahrolası insan! Ne kadar da nankör!” (Abese: 17)
Bu hitap, inkârcı ve yalanlayıcı insanlar içindir. İman nuruyla münevver, İslâm şerefiyle müşerref olmayan insanlar, Rablerine karşı nankörlük ederler.
Allah ve Resul’ünün Hükmüne Karşı Gelmek Bir Zulümdür
Allah-u Teâlâ bir Âyet-i kerime’sinde:
“Rabbinizden size indirilene uyun.” buyuruyor. (A’raf: 3)
Kişi dine uyar, din ona uymaz. Ya iman ya küfür, ya mümin ya kâfir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah’a mahsustur. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben ancak O’na güvenirim ve yalnız O’na sığınırım.” (Şûrâ: 10)
Binaenaleyh bütün insanlar ve cinler birleşerek bir araya gelseler, kasten bir Âyet-i kerime’yi inkâr etseler hepsi kâfir olurlar. Çünkü mahlûkun hükmü yoktur, O’nun hükmü esastır.
İslâm bir bütündür. Hükümlerinden hiçbirisi birbirinden ayrılmaz.
“Dillerinizin yalan yere vasfettiği şeyler hakkında ‘Bu helâldir, bu haramdır.’ demeyin. Çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz.
Allah’a karşı yalan uyduranlar iflâh olmazlar.” (Nahl: 116)
Hüküm verme yetkisi sadece O’na âittir. İnsanların kendi görüş, anlayış ve mantıklarına göre rastgele hüküm vermeleri, Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığı bir hükmü kendi cehalet ve heveslerine uyarak helâl kılmaları; Allah-u Teâlâ’nın hükmüne muhalefet etmektir, O’nun şeriatını tahrif, ahkâmını tağyir arzusundan başka bir şey değildir. Bu iddiâların her biri Allah-u Teâlâ’ya karşı uydurulmuş bir yalan ve iftiradır. Doğruyu yalanlamak, gerçeği reddetmek hiç şüphesiz ki Hakk’a karşı bir zulümdür, suçların da en büyüğüdür.
İman ettik demelerine rağmen, Allah ve Resul’ünün hükmünü beğenmiyorlar, kendi zanlarına uyuyorlar, böylece imansızlıkları ortaya çıkıyor.
Oysa:
“Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygamber’e çağırıldıkları zaman, müminlerin sözü sadece: ‘İşittik ve itaat ettik!’ demekten ibarettir. İşte saâdete erenler onlardır.”(Nur: 51)
Müminlerin tavrının böyle olması gerektiği buyuruluyor.
O itaatkâr müminler dünya saâdetine ahiret selâmetine ererler, umduklarına nail olurlar, korkunç âkıbetlerden emin bulunurlar.
"Kim Allah'a ve Peygamber'ine itaat ederse, Allah'tan korkar ve ondan sakınırsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (Nûr: 52)
Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, akla hayale gelmeyen nimetlere erenler ancak bunlardır.
Hazret-i Allah dinini kemâle erdirip insanlara gönderdikten sonra, ona uymaktan başka bir yol kalmamıştır.
“Allah ve Resulü bir işe dair hüküm verdikleri zaman, mümin bir erkekle, mümin bir kadın için o işinde istediği bir şeyi tercih etme yetkisi yoktur. Kim (başka bir tercihte bulunarak) Allah’a ve Resul’üne isyan ederse şüphe yok ki apaçık bir sapıklıkla sapmış olur.” (Ahzab: 36)
Allah ve Resul’ünün hükmü bellidir. Hazret-i Allah, Kur’an-ı kerim’inde ve Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz hayatında, her şeyi açıklamıştır. Müminler için uyulması gereken yol budur. Zira tercih hakkı bile yoktur. Bu tercihi kullanmak, Allah’a ve Resul’üne karşı gelmek demektir. Bize düşen görev, İslâm’ı harfiyyen yaşamaktır. Nasıl gelmişse, nasıl tebliğ edilmişse, nasıl inzal olmuşsa.
Âyet-i kerime’de:
“Peygamber size ne verdiyse onu alın, sizi neden alıkoyduysa ondan sakının.” buyuruluyor. (Haşr: 7)
İslâm’ın emirlerini emir bilip, nehiylerini kabul ettikten sonra, arzularımızın dahi o ahkâma uyması gerekmektedir.
Hadis-i şerif’te:
“Sizden hiçbirinizin arzuları benim tebliğ ettiğim şeylere tâbi olmadıkça iman etmiş olmazsınız.” buyurulmaktadır. (Buhari)
İlâhî emir ve hükümleri bırakıp kendi arzularını hüküm yerine koyan hem şirke düşmüş hem de küfre girmiştir. Bunun böyle olduğunu kesin olarak bilin. Esas budur. Öz, Allah-u Teâlâ'nın kelâmı, Resulullah Aleyhisselâm'ın beyanıdır.
Allah-u Teâlâ diğer Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Onlar hakikaten kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını sanırlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar.
Şeytan onları istilâ etmiş, onlara Allah’ı anmayı bile unutturmuştur. Onlar şeytan fırkasıdır. İyi bilin ki asıl kayba uğrayanlar şeytan taraftarı olanlardır.” (Mücadele: 18-19)
Öz ve özden alanlar öz söyler, özden nasipdar olmayanlar söz söyler. Bu sözleri söyleyenler nefis putuna dayanarak, şeytandan ilham alarak ve zanna uyarak söylerler. Bunların da alâmeti budur.
Nur ehlinin kaynağı Hazret-i Allah ve Resul’üdür. Diğerlerinin kaynağı ise şeytanın iğvâsı ve kendi zannıdır.
Birisi Allah ehli, diğeri dalâlet ehlidir. Bütün insanların etrafında birleşmelerinin mümkün olduğu tek şey hak ve hakikattır.
Âyet-i kerime’lerde şöyle buyurulmaktadır:
“Şüphesiz ki siz çelişkili sözler içerisindesiniz.” (Zâriyat: 8)
Yani sözleriniz hiç birbirini tutmuyor, bir hüküm altında toplanmıyorsunuz. Dalâlet ehli bir süre sonra ayrılmak için birleşirler ve fakat hemen sonra aralarında çekişmeler başlar.
“Ondan döndürülen kimseler döndürülür.” (Zâriyat: 9)
O çeşitli görüşlerden, çelişkili fikirlerden Allah-u Teâlâ’nın ilm-i ezelisinde döneceği bilinen kişiler döner ve iman eder.
İman etmeyenlere gelince:
“Kahrolsun o koyu yalancılar! Onlar koyu bir cehâlet içinde kalmış gâfillerdir.” (Zâriyat: 10-11)
“Koyu yalancılar” diye mânâ verilen “Harrâsûn”, aslında “Zan ve tahmin ile hüküm veren kimseler” demektir. Her meselede kendi heveslerini ile süren yalancılar, başlarına gelecek felâketin farkında değiller.
•
İslâm, çeşitli hükümleriyle insanları dünya saâdetine ve âhiret selâmetine eriştirmek için gelmiştir. Toplumun her türlü ihtiyaçlarını karşılayan tam ve mükemmel bir nizamdır. İslâm’ın gayesi bu olduğuna göre, hükümlerini birbirinden ayırmadan bir bütün olarak kabul etmek gerekir. Bir kısmını alıp bir kısmını terk etmek mümkün değildir. Böyle bir durum, İslâm’ın gerçekleştirmek istediği gayeye engel olur.
Hükümleri her zaman için toplumun seviyesinden üstün olup, toplum seviyesi ne kadar yükselirse yükselsin, İslâm’ın hükümleri o seviyeden daha üstündür. Bu hükümler yılların, asırların değişmesiyle değişmeyip, bütün zaman ve mekâna hitâp eder.
İslâm’ın intişârından bu yana bu kadar zaman geçmesine rağmen, toplum düzeni defalarca değişip altüst olmuş, birçok yeni keşif ve icatlar bulunmuş, buna rağmen Allah-u Teâlâ’nın değişmez nizamı değişmemiş, hâlâ indiği şekliyle dimdik ayakta durmaktadır.
İslâm’ın hak din olduğu, imanın insanları aydınlığa çıkardığı, küfrün ise sapıklık olduğu, insanları karanlıklarda bıraktığı apaçık ortadadır.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“İşte size Rabbinizden açık bir delil, hidayet ve rahmet gelmiştir.” (En’am: 157)
Onlara uyanlar dalâletten kurtulur, hidayete ererler.
•
Farz-ı muhal ki, sınıfta talebeler gürültü yapıyor. Öğretmen dese ki: “Susun çocuklar, size mühim bir şey söyleyeceğim!” Çocuklar hemen susarlar, ne söyleyecek diye bakarlar.
Devletin içinde bir gürültü çıksa, “Devlet reisi size bir şey söyleyecek, dinleyin!” denilse, herkes kulak kesilir, ne diyecek diye bakarlar.
“Yaratan ve mülkün sahibi olan Hazret-i Allah, size bir şey söyleyecek!” denildiği zaman, insanların nasıl dinlemesi lâzımdır, varın bir kıyas edin.
Öğretmeni dinlemeyeni öğretmen cezalandırır, devlet reisini dinlemeyeni devlet reisi cezalandırır. Hazret-i Allah’ın fermanını dinlemeyeni de Hazret-i Allah cezalandırır.
Dinleyenlerin mükâfatına gelince, Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Kitabı sağ eline verilen kimse: ‘Alın kitabımı okuyun! Ben zaten hesabıma kavuşacağımı sezmiştim.’ der. Artık o meyveleri sarkmış, yüce bir cennette, safalı bir hayat içindedir. (Ona şöyle denilir): ‘Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü âfiyetle yiyin için.’” (Hâkka: 19-24)
Dinlemeyenlere gelince, onları nasıl cezâlandıracağını mütebâki Âyet-i kerime’lerinde şöyle beyan buyuruyor:
“Kitabı sol eline verilmiş olanlara gelince, o da der ki: ‘Kitabım keşke bana verilmeseydi! Hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Ah! Keşke bu iş son bulmuş olsaydı! Malım bana hiç fayda vermedi, saltanatım benden ayrılıp gitti. (Ona denilir ki): ‘Tutun onu! Hemen bağlayın! Sonra atın onu cehenneme! Sonra onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire vurun! Çünkü o, ulu Allah’a iman etmezdi, yoksulu doyurmayı teşvik etmezdi.’” (Hâkka: 25-34)
Yaratan, mülkün sahibi olan Hazret-i Allah’ın hükmü budur, mülkün sahibi işte böyle cezalandırır, amma O’nun cezalandırması çok şiddetlidir.
Çünkü; “Yaratmak da emretmek de O’na mahsustur.”