12 Nisan 2016

Devlet Malının Belirli Birkaç Çevrenin Menfaati Yapılması- DEVLET MALINDAN ÇALMAK (GULÛL)-Devlet Malını Şahsi İşlerde Kullanmak:




Devlet Malının Belirli Birkaç Çevrenin Menfaati Yapılması

Allah-u Teâlâ Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-ine, gelecekle alâkalı birçok şeyi bildirmiş, o ise onlardan bazısını ümmetine bir bir açıklamış ve ümmet-i muhteremesini bu fitne-fesâda karşı uyarmıştır.
Bir mucize olarak Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Devlet malı (hazine) belirli çevrelerin menfaati yapıldığı,
Emanet kelepir ve zekât angarya sayıldığı,
İlim dinden başka gaye için tahsil edildiği,
Kişi karısına itaat edip annesine asi olduğu ve dostunu kendisine yaklaştırıp babasını uzaklaştırdığı,
Mescidlerde gürültüler başgösterdiği, fâsık kimsenin kabilenin başına geçtiği ve aşağılık adamın milletin lideri olduğu,
Şerrinden korkulduğu için kişiye ikramda bulunulduğu,
Şarkıcı kadınlar ve çalgı âletleri türediği,
Şaraplar içildiği
Ve bu ümmetin sonunda gelenler evvel gelenleri lânetlediği zaman;
İşte o zaman kızıl bir rüzgâr, zelzele, yere batma, şekil değiştirme, taşlanma ve ipi kopan bir kolyenin tanelerinin birbiri ardı sıra gitmesi gibi birbirini takip eden alâmetler beklesinler.” (Tirmizi)
Şimdi bu mucize Hadis-i şerif’i bir bir izah edelim:
“Devlet malı (hazine) belirli çevrelerin menfaati yapıldığı.”
Devlet malı birkaç şahsın elinde olacak, devlet kasasını, hazinesini aralarında taksim edecekler ve bunu istedikleri gibi kullanacaklar. Kim fazla çalarsa o çok rağbet görecek.
Devleti idare edenler, halka âit malları kendi üzerlerinde toplamaya çalışacaklar, halkın kazancını vergiler vasıtası ile ellerinden alacaklar ve bunu rahatça hem yiyecekler hem de yığacaklar. Kendileri büyük refah içinde yaşayıp halk sıkıntı çekecek.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyuruluyor:
“Allah bir millete gazap ettiğinde yere batırma ve suret değiştirme azabını vermese de, pahalılık onları ezer. Yağmurlar yağmaz olur. Kötüleri idareyi ele geçirir.” (İbn-i Asâkir)
Zâlimin zulmü artacak, mazlum ise inleyecek.
Çünkü onlar Hakk’a yönelmeyecek, halka yönelecek. Her yöneldiği kimse başına kaynar su dökecek. “Yandım!” diyecek, yine ona sokulacak. Niçin? Şaşkın olduğu için.
Balık otu yutmuş ve uyuyor. O da fırsat bulmuş icraatını yapıyor. Herbiri koyun postuna bürünmüş kurda benzer. Koyun postuna bürünerek halkın karşısına çıkarlar. Hep yalan söylerler, hiç utanmazlar. Halkı da aptal yerine koyarlar. Makamları yükseldikçe, servetleri çoğaldıkça, isyan ve günahları da artar.
Âyet-i kerime’sinde:
“Halbuki onlar yalnız kendi kendilerini aldatıp hile yaparlar, amma farkında olmazlar.” buyuruyor. (En’am: 123)
Hiç şüphesiz ki bu yaptıklarının vebali kendilerini kuşatacaktır.
Fakat hakikat ehli yine kanaat sebebiyle huzurludur. O, halka hiç bir zaman rağbet etmez. Hazret-i Allah’a ve Resul’üne rağbet eder. Fakat bunlar da pek azdır.
“Emanet kelepir ve zekât angarya sayıldığı.”
Bu kötülük zamanında emanet ganimet bilinecek, onu vermemeye gayret edilecek.
Binaenaleyh böyle bir zamanda çok tedbirli olmak gerekiyor. Borç verilecek ve alınacak gün değildir. Çünkü itimat kalkmıştır. Bunun da sebebi kalpte imanın olmayışıdır.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde buyururlar ki:
“Münafığın alâmeti üçtür: Söylerse yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edilirse hıyanet eder.” (Buhârî)
Bundan ötürü bu haller husule gelecek.
Gerçekten de bugün zekât angarya sayılmaktadır. Halbuki zekât İslâm’ın beş şartından birisidir. İslâm’da imandan sonra en önemli iki esas vardır. Bu rükunlardan birisi namaz, diğeri ise zekâttır. Namaz İslâm’ın direğidir, namazı terkeden dinini yıkmış olur. Zekât ise “İslâm’ın köprüsü” dür. Bu köprüden geçmeyen kurtuluşa eremez.
“O müşrikler ki, zekâtlarını vermezler ve âhireti de inkâr ederler.” (Fussilet: 7)
Âyet-i kerime’sinden, zekât vermemenin âhireti inkâra alâmet olduğu anlaşılmaktadır.
Üzerine zekât farz olan kimse zekâtını vermezse, fakirin malını gasbetmiş olur.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:
"Bir topluluk zekat vermeye mâni olduğunda, gökyüzünden gelen yağmur onlardan kesilir. Hayvanlar olmasaydı hiç yağmur yüzü görmezlerdi." (İbn-i Mâce)
Zamanımızdaki bütün bölücüler fakirin kapısını kapatıp hakkını gasbediyorlar. Zekatı kendileri toplayıp, aralarında bölüyorlar. Zekât paraları ile bina kuruyorlar, lüks ve refah içinde yaşıyorlar. Bu ise büyük bir hıyanettir, gadab-ı ilâhîye vesiledir.
Bunun içindir ki kuraklık, harp, zelzele gibi çeşitli ibtilâlara, âfatlara bu millet maruz kalabilir.
“İlim dinden başka gaye için tahsil edildiği.”
İlim Allah için değil, memuriyet için, geçim için tahsil edilecek. Görünüşte “İlim tahsil ediyor.” denilecek, fakat menfaat, nam ve şöhret için tahsil edilecek, onların Allah-u Teâlâ ile ilgileri olmayacak.
Zamanımızda Allah için tahsil yapan yok, memuriyet alayım ve geçineyim tahsili var. İlmin olmayışı ve kötü âlimler sebebiyle, halkı irşad ve ikaz eden de olmayacak. Zaten ilmin kalkmasından sonra bütün bu haller türedi ve zuhur etti.
“Kişi karısına itaat edip annesine âsi olduğu.”
İşte böyle bir zamanda amellerinin karşılığı olarak Allah-u Teâlâ onların başına kadın idareciler getirir. Bu kötü icraat onların amelidir.
“Dostunu kendisine yaklaştırıp babasını uzaklaştırdığı.”
Dinden imandan uzaklaşan bir millet, Allah-u Teâlâ’nın her emrini bıraktığı gibi;
“Biz insana anne ve babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir.” (Ahkâf: 15)
Emr-i şerif’ini de bırakmıştır. Kalbi tamamen ters döndüğü için, ana-babasına yapamadığını başkalarına yapıyor.
Bir Hadis-i şerif’te şöyle buyurulmaktadır:
“Büyük günahlar şunlardır: Allah’a ortak koşmak, ana-babaya itaatsizlik etmek, haksız yere adam öldürmek ve yalan yere yemin etmek.” (Buhari)


“Mescidlerde gürültüler başgösterdiği.”
Gerçek mânâda tâzim ve saygı kalkacak, herkes aklına geleni söyleyecek. Tabii ki bu söylenenlerin hepsi ahkâma mugayir olacak.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Mescidde mal alıp satan kimseyi gördüğünüz zaman: ‘Allah kazandırmasın!’ deyiniz. Mescidde, kaybolan birşeyini soruşturanı gördüğünüzde de: ‘Allah sana onu buldurmasın!’ deyiniz.” (Tirmizi)
“Fâsık kimsenin kabilenin başına geçtiği.”
Seyyiat zamanı öyle bir devirdir ki, baştakiler hep fâsık ve münafık olacak.
Bir Hadis-i şerif’te de şöyle buyurulmaktadır:
“İnsanların dünyaca en bahtiyarını âdi oğlu âdiler teşkil etmedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizi)
Ayak takımının başa, baş takımının ayağa alınması ve bu ayak takımının her türlü kötülüğünü halkın alkışlaması, fakat o şerefli, haysiyetli insanların nazar-ı itibara alınmaması.
Mahalle muhtarından tutun da en başa kadar bu silsile böyle olacak.
“Aşağılık adamın milletin lideri olduğu.”
Halkın içinden asaletsiz, şerefsiz, haysiyetsiz insanlar milletin başına geçecekler. Yani ayak takımı başa, baştakiler ayak altına alınacak.
“Şerrinden korkulduğu için kişiye ikramda bulunulduğu.”
O zâlimler başa geldiğinde şerleri çok olacak. Halk korkup menfaatlarından onlara boyun eğmek zorunda kalacak.
“Şarkıcı kadınlar ve çalgı âletleri türediği.”
O zamanda bunlara itibar edilecek. Bütün fuhuş, fenalık, rezalet alenen meydanda olacak ve bunlara rağbet edilecek. Allah-u Teâlâ onlara lânet eder ve hiçbir surette onlara rahmet nazarı ile bakmaz.
“Ve bu milletin sonunda gelenler, evvel gelenleri lânetlediği.”
Öyle bozuk bir nesil gelecek ki, o kadar asaletsiz türemeler türeyecek ki, öyle veled-i zinâlar zuhur edecek ki, ecdadı ile öğünmeyecek de içindeki kötülüğü onlara hamledecek, bu asaletsiz ayak takımı onlara hakaret nazarı ile bakacak.
Oysa geçen devirler, değil müslümanları, dünyayı hayrete düşüren en güzel hasletlerle dolu idi. Onlar iman, şecaat, cesaret, adalet, fazilet sahibi idiler.
“İşte o zaman kızıl bir rüzgâr, zelzele, yere batma, şekil değiştirme, taşlanma ve ipi kopan bir kolyenin tanelerinin birbiri ardı sıra gitmesi gibi birbirini takip eden alâmetler beklesinler.”
Kırmızı rüzgâr, yani insanlar bu hale geldikten sonra harp felâketini bekleyin. Allah-u Teâlâ bu vesile ile intikamını alır ve o milletin helâkına vesile olur. Bu azgınlığın cezası böyle olur.
Abdullah bin Abbas -radiyallahu anhümâ- şöyle söylemiştir:
“Bir toplulukta devlet malından hırsızlık (Gulûl) zuhur ederse, Allah o topluluğun kalplerine korku salar.
Bir topluluk içinde zina yayılırsa orada ölümler artar.
Bir topluluk ölçü ve tartılarda hile yaparak miktarı azaltırsa Allah ondan rızkı keser.
Bir kavmin (mahkemelerinde) haksız yere hükümler verilirse, o kavimde mutlaka kan yaygınlaşır.
Bir kavim sözünden dönüp gadre yer verirse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder.” (Muvatta. Cihad: 26)
Görülüyor ki devlet malının yağmalanması ile başlayan düşüş; zina, ölçü-tartıda hile, adaletsizlik gibi çeşitli safhalardan geçerek sözünden dönme noktasına ulaşmaktadır.
Midelerine haram girince, kalplerini korku sarar ve düşmanlarıyla karşılaşmak istemezler. Düşmanları da onlara galebe çalar.
Kötü yöneticiler hakkında büyük bir tehdit olmak üzere Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Allah bir halk kitlesinin başına getirip de, öldüğü gün halkını aldatmış olarak ölen hiçbir kul yoktur ki, Allah ona cenneti kesinlikle haram etmesin.” (Müslim: 142)
Ve bütün yaratıklar ona lânet etmemiş olsun. Yani bu gibi kimseler Cennet-i âlâ’ya giremezler. Onlara destek verenlerin de onlarla beraber olacakları şüphesizdir.
Yaptıkları hıyanetlerin hesabı ahirette kendilerine birbir sorulacak, bu kadar insanın vebali üzerlerine yüklenecektir.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz diğer bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmaktadır:
“Allah kime müslümanların işlerinden bir şeyler tevdi eder, o da onların ihtiyaçlarına, isteklerine, darlıklarına perde olur giderirse; kıyamet gününde Allah da onun ihtiyaç, istek ve darlıklarına perde olur, giderir.” (Tirmizi)
Bu Hadis-i şerif, hangi mertebede olursa olsun halkın idaresinde bulunan kimselerin halka yakınlık göstermesi, işlerini kolaylaştırması gerektiğine işaret etmektedir.
Ebu Saîd -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü insanların Allah’a en sevgili ve mekân olarak en yakın olanı, adaletli âmirdir.
O gün insanların Allah’a en menfuru ve O’ndan mekân olarak en uzak olanı da zâlim âmirdir.” (Tirmizi: 1329)
Kötü yönetici dinine ve vatanına ihanet eder. Hem nefsine hem de halkına zulmeder.
Kötü yönetici, devlete en büyük ihaneti eder. Her fırsatta devlet kalesinin taşlarını bir bir yuvarlar, yıkmak için çalışır. Çünkü o kime hizmet ediyorsa onun kuludur. Herkes sevdiği ile beraberdir ve sevdiği ile beraber haşrolunacaktır.
Âyet-i kerime’de:
“Onların kalpleri iman etmedi.” buyuruluyor. (Mâide: 41)
Sen ise onları müslüman zannediyorsun.
Allah-u Teâlâ’ya gönül veren kimse Hakk’ın kuludur. Kalbini bâtıla çevirenler halkın kuludur. Bu gibi kimselerin cismine aldanman, senin aptallığına delâlet eder.
Şerefsiz bir yönetici olmaktansa, şerefli bir vatandaş olmak ondan çok daha hayırlıdır. Zira şerefi ile yaşar.
Şerefsiz bir yöneticinin ruhu ölmüştür. Vicdanı ona rahat vermez ve kalbi daima huzursuzdur.
Bir yönetici konuşurken sözüne dikkat et! Doğru mu konuşuyor, yalan mı konuşuyor? Eğer yalancı ise onun hiç bir sözüne ve icraatına itibar edilmez. Çünkü o, hâinlik yürütür.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde:
“Hâinlerin savunucusu olma!” buyuruyor. (Nisâ: 105)

Allah-u Teâlâ’nın halkettiği bütün mahlûkat bunlara lânet eder. Niçin? Çünkü müslüman gibi görünüyor, fakat Din-i İslâm’a ihanet ediyor. Bir taraftan dini, diğer taraftan devleti yıkmaya çalışıyor. Fakat onlar bunu bilmezler, gayeleri peşinde koşarlar.


DEVLET MALINDAN ÇALMAK
(GULÛL)
Mahiyeti:
“Bir şeyi gizlice almak, hırsızlık yapmak” mânâlarına gelen gulûl; taksim edilmeden önce ganimet mallarından bir şey çalmak demektir. “Devlet malına hıyanet etmek” de bu türdendir.


Haram Oluşu:
Uhud savaşında Ayneyn geçidine yerleştirilen okçuların kendilerine ganimetten pay verilmeyeceği endişesiyle yerlerini terketmesi ve bunun sonucunda müslümanların büyük zarar görmesi dolayısıyla nâzil olan Âyet-i kerime’de bir Peygamber’in ganimetlerin taksiminde haksızlık yapmayacağı belirtilmiştir.
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde şöyle buyurmaktadır:
“Bir peygamber için ganimet malına ihanet etmek olur şey değildir.” (Âl-i imran: 161)
Ganimet malından gizli bir şey çalmak emanete hıyanet etmektir. Devlet malından çalma ve onları kötüye kullanma da böyledir.
“Kim bu hıyanetliği yaparsa, kıyamet gününde hıyanet ettiği şeyle gelir.” (Âl-i imran: 161)
Çalmış olduğu şeylerle orada bulunanların huzurunda rezil olur.
“Sonra herkese kazandığı tastamam verilir ve onlara aslâ zulmedilmez.” (Âl-i imran: 161)
İsyankârın cezası artırılmayacağı gibi, itaatkârın sevabı da eksiltilmez.
Vahiy Resulullah Aleyhisselâm’a zaman zaman nâzil oluyordu. Bu sebeple ona karşı hâinlik eden kimse hakkında vahiy geliyordu. Bundan dolayı o kimse hakkında ahiret azabının yanı sıra, dünyada rezil ve rüsvay olunacağı da bahis mevzuu oluyordu.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle söylemiştir:
Bir gün Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- aramızda bulunduğu bir sırada ayağa kalkarak hıyaneti andı, onu büyüttü de büyüttü, onun halini de büyüttü.
Sonra şöyle buyurdu:
“Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda böğürmesi olan bir deve olduğu halde gelerek: ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de: ‘Senin için hiçbir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.
Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda kişneyişi olan bir at olduğu halde gelerek: ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de: ‘Senin için hiçbir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.
Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda meleyişi olan bir koyun olduğu halde gelerek: ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de: ‘Senin için hiçbir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.
Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda çığlığı olan bir kimse olduğu halde gelerek: ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de: ‘Senin için hiçbir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.
Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda dalgalanan elbiseler olduğu halde gelerek: ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de ‘Senin için hiçbir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.
Sakın sizden birinizi kıyamet günü, boynunda altın, gümüş olduğu halde gelerek: ‘Yâ Resulellah! Beni kurtar!’ derken, kendimi de: ‘Senin için hiçbir şeye mâlik değilim, ben sana tebliğ ettim.’ diye cevap verirken bulmayayım.” (Müslim: 1831)
Bu Hadis-i şerif’ten anlaşılıyor ki, gerek ganimet malından ve gerekse devlet malından çalınıp aşırılan her şey kıyamet gününde hâinlerin boynunda asılı olarak gelecektir.
Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in bir cümle ile ifade edilebilecek bir hususu, aynı kelimelerle ayrı ayrı beyan etmesi hıyanetin vebalini büyütmek ve zihinlerde kuvvetle yerleşmesini sağlamak içindir.
Her ne kadar bu Hadis-i şerif’te değeri yüksek olan şeyler zikredilerek ihanetten men edilirse de, diğer bazı Hadis-i şerif’lerde; ayakkabı bağı, iğne, iplik ve hatta bunlardan daha değersiz olan devlete âit şeyleri çalmanın aynı şekilde hıyanet olduğu, ganimet malından böyle değersiz küçük bir şey çalmış olarak cephede ölen bir askerin şehitlik mertebesini kaybedeceği belirtilmektedir.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Hayber savaşının vukû bulduğu gün Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in ashâbından birkaç kişi gelerek ‘Filân şehit, filân şehittir!..’ dediler. Nihayet bir kişinin yanına vararak ‘Bu da şehittir!’ dediler.
Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
“Hayır! Ben onu aşırdığı bir hırka yahut yağmurluktan dolayı cehennemde gördüm.” buyurdu.
Sonra da:
“Ey Hattab oğlu! Git de: ‘Cennete müminlerden başkası giremez.’ diye topluluğun içinde nidâ et!’ buyurdu.
Ben de çıktım ve:
‘Dikkat! Cennete müminlerden başkası giremez!’ diye nidâ ettim.” (Müslim: 114)
Şehitlik dünyada ulaşılabilecek mertebelerin en üstünü olduğu için, Ashâb-ı kiram -radiyallahu anhüm- Hazerâtı savaşlarda şehit olanlara gıpta ederlerdi. Burada, şehit olanları Resulullah Aleyhiselâm’a haber vermelerinin sebebi de bu imrenme duygusudur. Çünkü onlar Allah-u Teâlâ’nın şu Âyet-i kerime’sini çok iyi biliyor ve bu ilâhî beyandaki ölümsüzlerden olmak istiyorlardı:
“Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, bilâkis onlar diridirler. Fakat siz farkında değilsiniz.” (Âl-i imran: 154)
Böyle olduğu halde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz, şehit olduğu haber verilen kişinin, ganimetten çaldığı bir hırkadan dolayı cehennemde olduğunu bildirmiştir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte Hayber savaşına çıktık. Allah da bize fethi müyesser kıldı. Ganimet olarak altın ve gümüş almadık. Sadece eşya, yiyecek ve giyecek aldık. Sonra Vâdil-kurâ’ya çekildik. Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in kölesi gölgeliğe girmek için ayağa kalktı. Bu esnada kendisine bir ok isabet etti, eceli de bundan oldu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
‘Hayır! Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Hayber’de taksim edilmemiş olan ganimetlerden almış olduğu şu hırka ateş olmuş, onun üzerinde alev alev yanmaktadır.’ buyurdu.
Herkesi bir korku almıştı. Derken bir kimse bir veya iki adet pabuç tasması getirdi ve: ‘Yâ Resulellah! Bunu Hayber’de almıştım’ dedi.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Ateşten bir pabuç tasması, yahut ateşten iki pabuç tasması!” (Müslim: 115)
Görülüyor ki çalınan şeyler ateş haline getirilerek hıyanet edenler onlarla azab edilecektir.
Yine görülüyor ki hâin harpte öldürülse bile ona şehit denilemez.
Bir Hadis-i şerif’lerinde ise şöyle buyuruyorlar:
“Kimin ruhu şu üç şeyden uzak olarak bedenini terkederse cennete girer: Kibir, hâinlik ve borç.” (Tirmizî - İbn-i Mâce)
Abdullah bin Amr -radiyallahu anhümâ-nın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in seferde eşyasına bakan Kirkire adında biri vardı, günün birinde öldü.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- onun için:
‘Bu adam cehennemliktir!’ buyurdu.
Ashâb: ‘Acaba neden ki?’ diye bakmaya gittiler. Ganimet malından aşırmış bir abayı yanında buldular.” (Buhârî. Tecrid-i sarîh: 1283)
Bir Hadis-i şerif’lerinde de şöyle buyuruyorlar:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kimsenin, müslümanların ganimetinden (devlet malından) olan bir hayvana, zayıf düşürüp de öyle geri verecek şekilde binmesi helâl değildir.
Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kimsenin bir elbise eskitip de öyle geri verecek şekilde giymesi helâl değildir.” (Ebu Dâvud)
Rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Selmân-ı Fârisî -radiyallahu anh-ı ganimetleri korumakla vazifelendirmişti. Derken bir kimse gelerek: “Selman! Elbisem yırtık idi. Ganimetten bir iğne iplik alıp onu diktim. Bana günah var mı?” diye sordu. Selman -radiyallahu anh-: “Herşey miktara göredir.” diye cevap verdi. Bunun üzerine o kimse elbisesinden o ipliği çekip çıkararak, ganimet malının içine kattı.
Yine rivayet edildiğine göre bir kimse ganimet içinden bir veya iki ayakkabı bağı alıp: “Bunları Hayber günü ben ele geçirmiştim.” dedi.
Bunun üzerine Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Cehennemde olan bir veya iki ayakkabı bağı!” buyurdu. (Buhârî - Müslim)
Adiyy bin Amîre el-Kindî -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre “Ben Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in şöyle söylediğini işittim.” demiştir.
“Sizden herhangi bir kimseyi memur tayin ettiğimizde, o bizden bir iğneyi veya iğneden daha değersiz bir şeyi gizleyecek olursa bu bir hıyanettir. Kıyamet gününde onunla gelir.”
Bunun üzerine Ensar’dan siyah bir kimse ayağa kalkarak: “Yâ Resulellah! Bana verdiğin memuriyeti geri al!” dedi. Ben onu hâlâ görür gibiyim.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-: “Bu da ne demek oluyor?” diye sordu. O kimse: “Senin şöyle şöyle söylediğini işittim.” deyince, Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:
“Ben aynı şeyleri şimdi bir kere daha söylüyorum. Sizden kimi bir vazifeye tayin edersek, az çok ne elde ettiyse getirsin. Ondan kendisine, tarafımızdan verileni alsın, men edilenden kaçınsın.” (Müslim: 1833)
Diğer bir Hadis-i şerif’lerinde ise:
“Bir yumurta bile çalsa, Allah hırsıza lânet etsin.” buyuruyorlar. (Buhârî - Müslim)
Lânetçi değil dâvetçi olarak gönderildiğini beyan buyurduğu halde, hırsızlık yapanlara lânet etmesi, hırsızlığın çok ciddi ve olumsuz tesirlerinin olduğunu göstermektedir.
Nefsinin şehvetine uyarak başkasının hukukuna gizlice el uzatmak, kendisinin hakkı bulunmayan bir malı Allah-u Teâlâ görmüyormuş gibi çalmaya kalkışmak, elbette Allah-u Teâlâ’nın izzetine bir tecavüz ve gizliden gizliye bir harptir.
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Zâni zinâ ederken mümin olarak zinâ etmez. Hırsız çalarken mümin olarak çalmaz. Şarabı içerken dahi sarhoş mümin olarak içmez.” (Müslim: 57)
Bir insanı öldürmek veya dövmek, bir uzvuna zarar vermek haram olduğu gibi, malını almak da haramdır. Bu işde kul hakkı vardır.
İslâm, kıyamete kadar bakî kalacak hükümleriyle insanlık haysiyet ve şerefini koruduğu gibi cana, mala ve ırza saldırıyı da en büyük günahlardan telâkki etmiştir.
Cezâ verirken zengin fakir ayırımı yapmak, bir milletin helâkine yol açan büyük bir haksızlıktır.
Ümmül-müminin Hazret-i Âişe -radiyallahu anhâ- Vâlidemizden rivayet edildiğine göre, Mahzûm oğulları kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyşlileri pek üzmüştü.
Bunun üzerine:
“Bu hususu Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ile kim görüşebilir?” diye kendi aralarında konuştular.
Bazıları:
“Buna Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-in sevgilisi Üsâme bin Zeyd’den başka kimse cesaret edemez.” dediler.
Üsâme de onların istekleri doğrultusunda Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ile konuştu.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Üsâme’ye:
“Allah’ın koyduğu cezâlardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” buyurduktan sonra kalkıp bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:
“Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezâ vermeleriydi.
Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsılık yapsaydı, onun da elini keserdim.” (Buhârî - Müslim)
Üsâme bin Zeyd -radiyallahu anh- hatasını anladı ve: “Yâ Resulellah! Allah’tan beni bağışlamasını dile.” diye yalvardı.
Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyuruyorlar:
“Şu beş şey sizin aranızda vukuu bulsa nasıl olursunuz? Onların aranızda vukuu bulmasından veya onlara ulaşmanızdan Allah’a sığınırım.
Bir toplulukta kötülükler ortaya çıktığı, fuhuş açıktan yapıldığı zaman, orada tâun ve geçmiş nesillerde görülmeyen hastalıklar ortaya çıkar.
Bir topluluk zekât vermeye mâni olduğunda, gökyüzünden gelen yağmur onlardan kesilir. Hayvanlar olmasaydı hiç yağmur yüzü görmezlerdi.
Bir topluluk ölçü ve tartıyı eksik tuttuklarında, kıtlık, geçim sıkıntısı ve zâlim idareci ile cezalandırılırlar.
Âmirleri Allah’ın indirdiğinden başka şeylerle hükmettiklerinde Allah, onların üzerlerine düşmanları musallat kılar ve ellerinde bulunan şeylerin bir kısmını tüketir.
Allah’ın kitabını ve Resulullah’ın sünnetlerini bir kenara bıraktıklarında, Allah onları birbirine düşürür.” (İbn-i Mâce)
Bugün olduğu gibi müslümanlar paramparça olmuşlar, herkes kendi dinini kendi partisini kuvvetlendirmek ve ayakta tutmak için çalışıyor. İslâm dini umurunda bile değil, İslâm dini ile onun hiç bir ilgisi yok.
Halife Harun Reşid’in mümine ve müttaki karısı Zübeyde hanım çok sadaka veren, köprüler yaptırmak ve fisebilillâh ordu techiz etmek gibi hayır hasenatı seven bir kadındı.
Mansur bin Ammar diyor ki:
“Harem-i şerif’te uyurken bir rüya görmüştüm. Baktım ki bir kadın kırıta kırıta yürüyor.
Kendisiyle şöyle konuştuk:
- Yâhu, bu yerde böyle yürümekten utanmıyor musun? Sen kimsin?
- Ben Zübeydeyim,
- Harun Reşid’in hanımı, halifeler kızı mı?
- Yere batsın o halifeler. Mansur da kim oluyor? Vallahi ben Aden’de bir çoban olmaya bundan çok daha râzıyım.
- Niçin böyle söylüyorsun? Sen bunca sadakalar verir, bunca hayrât yaptırırdın.

- Onların hepsi târumar oldu. Vallahi mizanımdan bir tek danenin bile uçarak sahibinin mizanına gittiğini gördüm. Eğer Allah-u Teâlâ bana şu ve şu hasletim sebebiyle hayır ihsan etmeseydi, bugün halim yamandı.”

Devlet Malını Şahsi İşlerde Kullanmak:
Memuriyeti şahsi menfaatlere âlet etmek, devlet malını şahsi işlerde kullanmak haramdır. Küçüğünden büyüğüne kadar bu husus her şeye şamildir.
Meselâ en basitinden, kişi çalıştığı işyerinin telefonunu kendi şahsi işleri için kullanamaz, kullanırsa bedelini ödemesi gerekir.
Hazret-i Ömer -radiyallahu anh- bu işlerin en güzel numunesini vermiştir. Devlet işlerini gördüğü sırada kabul ettiği ziyaretçisiyle hususi sohbetine geçerken devlet mumunu söndürmüş ve şahsi mumunu yakmıştır.
Ömer bin Abdülaziz -rahmetullahi aleyh- halife olur olmaz kağıt tahsisatını kısmıştı. Medine vâlisi Ebu Bekir bin Hazm, bir mektup yazarak tahsisatın arttırılmasını talep edince şu cevabı aldı:
“Kaleminin ucunu incelt, satırları sık tut, ihtiyaçlarını ayrı ayrı değil toptan yaz. Ben müslümanların malından, lüzumsuz sarfiyata tahsisat ayıramam.”
Memur veya bir işçinin, hasta olmadığı halde istirahat raporu alması da haksız kazançtır. Kazancın helâl olması, kişinin o parayı haketmesi ile mümkündür.
Binaenaleyh vazife yapılmadan alınan para haramdır. Kişi hem yalan söylemektedir, hem sahtekârlık yapmaktadır, hem de vazifeden kaçmaktadır.
Diğer taraftan hasta olmadığı halde hasta görünmekle şu Hadis-i şerif’in şümulüne girmektedir:
“Hasta olmadığınız halde kendinizi hasta göstermeyiniz. Hemen hasta olursunuz ve ölürsünüz.”

Eğer gerçekten zaruri bir iş için rapor alınmışsa, o günlerin hesabı yapılır, maaştan kesilerek çalıştığı daireye harcanır. Çünkü o senin hakkın değil.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...