08 Nisan 2016

Aziz Peygamber



Aziz Peygamber

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz her zaman ve mekânda Aziz’dir. Allah katındaki şeref ve faziletinin hududu yoktur. Mertebe ve kemâli her an yükselmektedir. Allah-u Teâlâ’nın ona bahşettiği ikram ve ihsanlar sonsuzdur.
O ki yaratıkların en hayırlısıdır. Allah-u Teâlâ’nın habibi, dostu, arşının nuru, vahyinin eminidir. Ziynetlendirdiği, şereflendirdiği, keremlendirdiği, büyük kıldığı, ilm-i ezelîsini tâlim buyurduğu temiz kuludur.
Allah-u Teâlâ onu peygamberlerin efendisi ve sonuncusu, takvâ sahiplerinin önderi, günahkârların şefaatçısı ve âlemlerin rahmeti yapmıştır.
O ki iman hakikatlarının menbaı, Rahmânî sırların iniş yeri, Rabbânî memleketin mahrem-i esrârı, bütün peygamberlerin ahd ve misaklarının vasıtası, Livâ-i izzetin sahibi, ezel sırlarının müşâhidi, Kelâm-ı kadim’in tercümanı, ilim ve hikmetin kaynağı, dünya ve ukbâ ehlinin cesetlerinin ruhudur.
Âyet-i kerime’sinde buyurur ki:
“Andolsun, içinizden size öyle aziz bir Peygamber gelmiştir ki...” (Tevbe: 128)
Onu yaratan ona “Azîzim” buyurdu. Bu hitab-ı ilâhî karşısında bütün mahlûkat âciz kalır. O öyle bir “Azîz”dir ki, onu ancak Yaratan bilir. Hiçbir beşerin onu idrak etmesi mümkün değildir. Canlardan da cânanlardan da azîzdir. Bir mahlûk ancak Allah-u Teâlâ’nın bildirdiği ve duyurduğu kadarını bilir, ötesini bilmez. Çünkü mahlûktur, âcizdir.
Bu noktada artık ne ilim, ne bilgi, ne de akıl işler, hiçbir şey işlemez. Onun “Azîz” oluşu, Allah-u Teâlâ’nın nuru oluşundan ileri gelmektedir. Nuruna “Azîz” buyurdu. Onu tartmaya, ölçmeye çalışmak, kişinin basitliğine delâlet eder. Onu öyle tanıtan Rabbime şükürler olsun.
O öyle bir nurdur ki, nurları o nurdan yarattı.
O öyle bir ruhtur ki, ruhları o ruhtan yarattı.
O öyle bir kandil ki;
“Ey Peygamber! Biz seni bir şahid, bir müjdeci, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle Allah’a çağıran ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik.” (Ahzâb: 45-46)
Âyet-i kerime’si ile bütün âlemleri nurlandıran bir kandil olarak vasıflandırılıyor.
Aslı nurdur, görünüşü beşerdir. Nur ile cismi ayırmak gerekiyor.
Cismin beşer oluşu hakkında Âyet-i kerime’de şöyle buyurulmaktadır:
“De ki: Ben de sizin gibi bir beşerim. Ancak bana vahyolunuyor.” (Kehf: 110)
Her ne kadar görünüşü beşer ise de, fitrî yapısı ayrıdır.
Yaratan öyle murad etmiş, ona o değeri, o rütbeyi, o meziyeti O vermiş, ona “Azîz” buyurmuş.
Allah-u Teâlâ’yı en iyi bilen odur, en çok korkan o, emirlerini en iyi ve en çok tatbik eden de odur. Çünkü nuru ile nurlanmış.
Nur olduğu için Allah-u Teâlâ ile mülâkatı cesedi ile yaparken cismânî yapardı. Buna delil olarak Mirac-ı şerif’i gösterebiliriz.
O anda mest olur, o hâl ile hallenir ve tekrar eski haline döndürülürdü.
Onun aslı nurdur. Allah-u Teâlâ o nurda tecelli ettiği için “Sirâc-ı münîr = Nur saçan kandil” olmuştur.
Artik bu hususta ilim yürütülmez, akil oynatılmaz. Yetmez çünkü. Niçin yetmez? Allah-u Teâlâ’nın nuru olduğu için.
Onun nuru üzerinde durulacak, beşeriyeti üzerinde durulmayacak. Beşer aldatabilir, nur aldatmaz. İnsanda nefis ve şeytan galip olduğu için cismaniyete aldanır ve Hazret-i Allah’ın nurunda noksanlık aramaya kalkar, zannını ortaya koyar ve kayar gider. Çünkü nefsi noksan, kendi noksanlığını orada görür.
“Ben de sizin gibi bir beşerim.” Âyet-i kerime’sini görerek “O da bizim gibi bir insandır.” diyenler, onun “Sirâc-ı münîr” olduğunu bildiren ve buna mümasil Âyet-i kerime’leri görememektedirler. Nefisleri onlara onu göstermiş, diğerini göstermemiş. Onları ikaz edecek bir kimse de yok.
Bu gibi kimseler kabukta kalmışlardır, imanları sûreta olduğu için onun hakikatına nüfuz edememişlerdir.
Nurundan nurunu yaratmış, o nur ile âlemleri donatmış, biz onu öyle tanıyoruz.
İşte nurundan nurunu yarattığı için:
“Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı.” (Buharî)
Bu Hadis-i şerif’in tecelliyâtı Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimize mahsustur. Allah-u Teâlâ kendi suretini aynada aksettirdi. Aslı nur olduğu için nur nura aksetti.
O öyle bir ahlâk sahibidir ki, Allah-u Teâla;
“Ve sen hiç şüphesiz büyük bir ahlâka sahipsin.” buyurdu ona. (Kalem: 4)
O öyle bir rehberdir ki, Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’lerinde:

“Doğru bir yol üzerindesin. Üstün ve çok merhametli Allah’ın indirdiği (Kur’an yolu üzerindesin).” buyurmuştur. (Yâsin: 4-5)

“Nurun Alâ Nur”:

Allah-u Teâlâ sevdiği, seçtiği peygamber kullarının her birine ayrı bir lütufla tecelli etmiştir. O lütuf Muhammed Aleyhisselâm’ın nuru idi. Geldikleri zaman Muhammed Aleyhisselâm’ın emaneti ile Nûr-i Muhammedî ile geldiler. Bütün Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimizdeki her fazilet, meziyet ve mazhariyet, üzerlerindeki emanet, Muhammed Aleyhisselâm’ın nurunu taşıdıklarından ötürüdür.
“Nur üstüne nurdur.” (Nur: 35)
Yani Allah-u Teâlâ kendi nurundan Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin nurunu yarattı. Peygamberân-ı izâm Aleyhimüsselâm Hazerâtının hepsini de Habib-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-inin nurundan yaratmıştır. Onlardaki nur Resulullah Aleyhisselâm’ın nuru idi.
Tâ Âdem Aleyhisselâm’dan beri o nur onların üzerinde döndü durdu. Her birinin alnında parlıyordu. Nihayet nurun sahibine kadar geldi. Zaten onun nuru idi, nur nura kavuşmuş oldu

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...