30 Mart 2016

İbrahim Aleyhisselâm ve Hanif Dini



İbrahim Aleyhisselâm ve Hanif Dini:

Allah-u Teâlâ İbrahim Aleyhisselâm’ın dininin yüce hanif dini olduğunu, ona iman etmeyen ve ondan yüz çeviren kimselerin son derece dalâlet içinde olduklarını beyan ettikten sonra, ehl-i kitabın sadece yahudilik ve hıristiyanlığa uymakla doğru yolun bulunabileceği şeklindeki bâtıl iddiâlarını açıklayarak şöyle buyurdu:
“(Yahudi ve hıristiyanlar müslümanlara:) ‘Yahudi ve hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız!’ dediler.” (Bakara: 135)
Yahudiler yahudiliğe, hıristiyanlar hıristiyanlığa dâvet edip durdular.
“De ki: Hayır! Biz hanif olan İbrahim’in dinine uyarız. O müşriklerden değildi.” (Bakara: 135)
Yahudi ve hıristiyanların her birisi şirk üzere olduğu halde, İbrahim Aleyhisselâm’ın dinine uymakta olduklarını ileri sürmektedirler. Halbuki bunlar müslüman da değildir, muvahhid de değildirler. Nasıl olur da doğru yolda olmalarından söz edilebilir?
Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyanların iddiâlarını yalanlamakta ve onları tehdit ederek şöyle buyurmaktadır:
“Yoksa siz İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve torunlarının yahudi veya hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?” (Bakara: 140)
Tevrat ve İncil’in inişinden önce peygamberlik yapmış olan bu zâtların yahudi veya hıristiyan oldukları nasıl iddia olunabilir? Allah-u Teâlâ onların dinlerinin İslâm olduğuna bizzat şahitlik etmiştir.
“De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz yoksa Allah mı?” (Bakara: 140)
Elbette ki Allah, sözü geçen peygamberlerin haberlerini herkesten daha iyi bilir.
“Allah tarafından kendisine bildirilen bir gerçeği gizleyenden daha zâlim kim vardır?” (Bakara: 140)
Bu gerçeği değiştirmeye çalışmak, peygamberlerin İslâm dini üzere olduğuna dair Allah-u Teâlâ’nın haber verdiği kesin bilgiyi gizlemek, hiç şüphesiz ki en büyük zulümdür.
Allah-u Teâlâ yahudi ve hıristiyanlara, onların torunlarından olmalarına rağmen, onlarla aralarında hakiki bir bağ olmadığı gibi, böyle bağ olduğunu iddia etmeye haklarının da olmadığını, iftihar ettikleri geçmişlerinin yolundan ayrılmakla yaptıklarının karşılıklarını göreceklerini Âyet-i kerime’sinde beyan buyuruyor:
“Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıklarınız da size âittir. Siz onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz.” (Bakara: 134 ve 141)
Âyet-i kerime’lerde geçen “Hanif” kelimesi; Allah-u Teâlâ’nın varlığını, birliğini kabul edip inanan, küfür ve şirkten tertemiz olan, bâtıldan uzak olup Hakk’a samimiyetle yönelik bulunan, teslimiyet gösteren mânâsına gelmektedir. Diğer bütün yolları reddettikten sonra, bir tek belirli yola uymayı tercih edip seçen kişi için de bu kelime kullanılır.
Kur’an-ı kerim’in on yerinde İbrahim Aleyhisselâm’ın milletinden ve hanif olduğundan söz edilir.
İbrahim Aleyhisselâm’ın dinine tâbi olan ancak Muhammed Aleyhisselâm’dır ve ona iman edenlerdir:
“İnsanların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyanlar, bu peygamber (Muhammed) ve müminlerdir.” (Âl-i imran: 68)
Yahudi ve hıristiyanlar: “Biz İbrahimin dinine mensubuz.” demeye aslâ sâhib-i salâhiyet değildirler.
“Allah müminlerin dostudur.” (Âl-i imran: 68)
Onlara yardım eder ve onları imanlarından dolayı güzel bir şekilde mükâfatlandırır.
Allah-u Teâlâ bütün insanları İslâm dairesine dâvet etmektedir:
“De ki:
Allah doğruyu söylemiştir. Öyleyse Hakk’a yönelmiş olan İbrahim’in dinine uyunuz. O müşriklerden değildi.” (Âl-i imran: 95)
Gerçek din Allah-u Teâlâ’nın seçmesine bağlıdır. O seçtikten sonra insanların irade gücü yoktur. Kula düşen şey, kendisine bu nimeti lütfettiği için Allah-u Teâlâ’ya şükretmektir.
İbrahim Aleyhisselâm tarafından öğretilen din, gerçek imanın aslıdır. Gerek zürriyeti gerekse beşeriyet hakkında hep iyilik düşünmüş, Hanif dinini yaymaya, insanları dalâletten kurtarmaya çalışmıştır. Sefih kimselerin dışında böyle bir zâta kim mütâbaatta bulunmaz, hürmet göstermez?
Âyet-i kerime’de:
“Nefsini aşağılık yapan (beyinsiz) kimseden başkası İbrahim’in dininden yüz çevirmez.” buyuruluyor. (Bakara: 130)
Allah-u Teâlâ’nın kendisine dost edindiği bir zâtın dinine ittiba eden kimsenin dini elbette ahsen ve muhkem olur. Binaenaleyh böyle bir Allah dostunun dinine uyan kişi de Allah-u Teâlâ’ya dost olmaktan payını almış olacaktır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“İşlerinde doğru olarak kendini Allah’a teslim eden ve İbrahim’in Allah’ı bir tanıyan dinine tâbi olan kimseden, din bakımından daha güzel kim vardır?” (Nisâ: 125)
Allah-u Teâlâ İbrahim Hâlil’inin kendisine karşı ne kadar teslimiyet gösterdiğini, ibadet ve taat hususunda bütün beşeriyete bir imtisal numunesi olduğunu Âyet-i kerime’sinde beyan buyurmaktadır:
“Rabbi ona ‘Teslim ol!’ dediği zaman o ‘Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum’ demişti.” (Bakara: 131)
O bu emri sadece kendisi yerine getirmekle kalmamış, İslâm’ı kendi soyundan gelenlere de tavsiye etmişti:
“İbrahim de bunu kendi oğullarına vasiyet etti.” (Bakara: 132)
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri kullarını İbrahim Aleyhisselâm’dan İsa Aleyhisselâm’a ve ondan da dinlerin sonuncusu İslâm’a kadar süre gelen Tevhid inancına davet ediyor ve Âyet-i kerimesin’de şöyle buyuruyor:
“Deyiniz ki: Biz Allah’a iman ettik. Bize indirilene; İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilenlere; Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rableri tarafından verilenlere iman ettik.
Onları birbirinden ayırt etmeyiz. Biz ancak O’na teslim olanlarız.” (Bakara: 136 - Bakınız; Âl-i imran: 84)
Âyet-i kerime Enbiyâ-i izam hazerâtının seçkinlerini kısmen zikretmiş, diğerlerini özet olarak anmış ve bunlardan hiçbirini ayırt etmeksizin hepsine inanılmasının gerektiğini bildirmiştir.
Âhir zaman peygamberi Muhammed Aleyhisselâm, Tevhid inancı esasına dayanan İbrahim Aleyhisselâm’ın dinine tâbi olmakla vazifeliydi.
Nitekim Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“Resulüm! Sonra da sana ‘Doğruya yönelen İbrahim’in dinine uy! O müşriklerden değildi.’ diye vahyettik.” (Nahl: 123)
Allah-u Teâlâ’nın Resul’üne tavsiyesi şüphesiz ki ümmetine de tavsiyesi demektir.
Diğer bir Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“De ki:
Şüphesiz ki Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah’ı birleyen İbrahim’in dinine iletti. O müşriklerden değildi.” (En’am: 161)
Müşrik olmadığı gibi, şirkin baş düşmanı idi.
Görülüyor ki bu din-i mübinin temeli, İslâm ümmetinin atası olan İbrahim Aleyhisselâm’a kadar uzamaktadır.
Âyet-i kerime’de şöyle buyuruluyor:
“O sizi seçmiş, babanız İbrahim’in yolu olan dinde sizin için hiçbir zorluk yüklememiştir.” (Hacc: 78)
İbrahim Aleyhisselâm Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin cedd-i âlâsı ve babası bulunduğundan, ümmetinin de babası sayılır. Bir peygamberin ümmeti, o peygamberin evladı hükmünde olduğu gibi, o peygamber de ümmetinin babasıdır.
Bunun içindir ki İbrahim Aleyhisselâm’a Kur’an-ı kerim’de oldukça geniş yer verilir.
Bu Âyet-i kerime, putlara taptıkları ve Kâbe’yi putlarla doldurdukları halde kendilerinin İbrahim Aleyhisselâm’ın dini üzerinde bulunduklarını iddiâ eden Kureyş müşriklerini tekzip ettiği gibi; dinlerini parça parça yaptıkları halde kendilerini onun dininden sayan, ona sahip çıkmaya, onu kendi saflarında göstermeye yeltenen yahudi ve hıristiyanları da tekzip etmektedir. Zira onlar İbrahim Aleyhisselâm’ın dininden tamamiyle ayrılmışlardır. Muvahhid ve müslüman olmak şöyle dursun, bir kısmı müminleri sapıklığa sürüklemeye çalışmaktadırlar.
Zira yahudi ve hıristiyanlar İslâm’ın en büyük düşmanıdırlar.
“Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar aslâ senden hoşnut olmazlar.” (Bakara: 120)

Onlar ise yahudi ve hıristiyanlarla dostluk kurmuş, onları “kardeş” kabul etmişlerdir. Böylece onlardan olmuşlar, küfürlerini alenen ilân etmişlerdir.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...