28 Ocak 2016

RUH 2

Diğer inanış ve görüşlerde ruh kavramı[değiştir | kaynağı değiştir]

Şamanizm[değiştir | kaynağı değiştir]

Ana madde: Şamanizm

Altay şamanı
Kimi Asya Şamanizmi toplumlarında, bazı Kuzey Amerika ve Güney Amerika kızılderililerinde ve kimi Afrika kabilelerinde ölüm olayı ile bedenini terk edenlerin yaşadığı öte-âleme “gölgeler diyarı” adı verilir. Şamanizm'e göre insanın bir ya da birkaç canı (ruhsal unsurları) vardır.[131] Kuzey Asya halkları, insanın birden fazla, üç ya da yedi “can”ı olduğuna inanır. Örneğin Yakut Türkleri, Çukçiler, Yukagirler ve Buryatlar insanın üç “can”ı olduğuna inanır. Bunlardan biri ölüm olayında mezarda kalır, biri “gölgeler diyarı”na iner, üçüncüsü “Göğe” çıkar.[15][132] İnsanın “gölge can”ı öte-âlemin eşiğini bekleyen eşik bekçisine rastlar; sonra kayıkla öte yakaya geçer. Gölgeler diyarında ölü, yeryüzünde sürdüğü yaşamı sürer. Ölüler, bir süre sonra, yeryüzünde tekrar doğabilirler.[15][132] Bu üç cana ya da üç ruhsal unsura verilen adlar toplumdan topluma değişmektedir. Bazı Şamanist Türk topluluklarında bu üçlü “tin”, “sür” ve “kut”[133] olarak, Moğol Şamanizmi'nde ise “suns” (sünesün), “ami” (amin), “suld”(sülde)[134] olarak bilinir.
Şamanist anlayışta üç âlem söz konusudur: Yer, yeraltı, Gök.[132] Fakat bunlar sembolik ifadelerdir. Yeraltı terimi Asya'nın kimi Şamanist geleneklerinde öte-âlem anlamında kullanılır, kimi Şamanist geleneklerde ise ölüm olayının akabinde yaşanılan kargaşa ve vicdani hesaplaşma dönemini ifade etmek üzere kullanılır. Dolayısıyla, bazı geleneklerde yeraltı denildiğinde, genellikle öte-âlemin aşağı (titreşim düzeyi kaba) ve yoğun ortamları söz konusudur.[48] Yeraltı deyiminin bu anlamda kullanıldığı Şamanist geleneklerde öte-âlemin huzurlu ortamları ise “gölgeler diyarı” gibi başka ifadelerle belirtilmektedir.[132] Şamanizm'e göre her üç âlem (Yer, yeraltı denilen âlem ve Gök denilen âlem) de ruhlarla meskundur.[131]
Asya Şamanizmi'ne, özellikle Yakut,Altay ve Uygur Türkleri'nin geleneklerine göre, insanların yaşadığı Yer, ölülerin göçtüğü “yeraltı” (öte-âlem) ve spiritüel anlamdaki Kutsal Gök'ten oluşan üç ortam, merkezlerinden geçen, direk ya da kazık denilen bir eksenle birbirine bağlanırlar. Bu eksen “Göğün göbeği” ile “Yer'in göbeği” arasında yer alır. Bu kavram Altay, Yakut ve Uygur Türkleri'nin geleneklerinde şöyle açıklanır: İnsanların yaşadığı Yer, ölülerin göçtüğü “yeraltı” (öte-âlem) ve spiritüel anlamdaki Gök'ten oluşan üç âlem ya da ortam, merkezlerinden geçen bir eksenle birbirine bağlıdır. “Yer'in göbeği” ile “Göğün göbeği” arasındaki bu eksenin geçtiği, bu ortamların ortasındaki delikler ya da açıklıklar bir tür geçittir. Şamanlar, “uçuş” (trans deneyimi) sırasında bir ortamdan diğerine geçerken bu irtibat geçitlerinden yararlanırlar. Aynı şekilde, ölenler de öte-âleme bu yolla göçerler. Öte-âleme giden şamanlar oraya “Yer'in deliği” geçidinden geçerek gider, yine bu delikten ya da kapıdan dönerler.
Şaman "gölgeler diyarı"na giderken öncelikle “Yer'in göbeği”ndeki bu delikten “Yer'in Ekseni”ne ulaşmak, sonra da “Yeraltı”nın cehennemî kısmından geçmek zorundadır. Ölen kimseler de bu yolculuğu yaparlar ki, bu yolculukta ölünün geçemediği takdirde azap çekmesinin söz konusu olduğu bir "köprü"yle karşılaşılır.[132] Kuzey ve Orta Asya Şamanizm'inde yeraltı âlemi 7 veya 9 katlıdır. Ölüm olayı ile beden terk edildikten sonra kimileri yeraltı katlarındaki ortamlara, kimileri ise "Gök katları"ndaki ortamlara giderler.[132]Şaman, medyum gibi, ruhlarla doğrudan irtibat kurabilen biri olarak kabul edilir.[131] Şaman da, trans deneyimi sırasında, yapacağı uygulamanın amacı ve türüne göre, ya yeraltı âlemine iner ya da Göğe çıkar. Örneğin, bir hastayı iyileştirmek için Göğe çıkması, fakat bir ölünün ruhuna eşlik etmek, hastanın ruhunu geri getirmek (ölmemesini sağlamak) veya yeryüzünü terk etmek istemeyen ölüleri ‘gölgeler diyarı'na götürmek için Yeraltı'na iner. Fakat herhangi bir nedenle Göğe çıkacak bir şamanın önce Yeraltı denilen âleme inmesi gerekir. Yani hiç kimse “Yeraltı”na (öte-âlem) inmeden Göğe çıkamaz.[132]Moğollar'da ve bazı Türk halklarında Göksel âlemin Tanrısı Ülgen'dir; Orta Sibirya Buryatları'nda bu ad Tengri olur.[131] Buryatlar'da 55'i ak renkle, 44'ü kara renkle nitelenen toplam 99 ilah bulunur. Altay Türkleri'nde yeraltı âleminin efendisi Erlik Han'dır.[131]
Kişinin ölüm olayı ile bedenini terk etmesinden sonra içine düşeceği teşevvüş Asya Şamanizminin kimi geleneklerinde günahkarların ölüm sonrasında ifritlerle karşılaşma veya “köprü”den geçme dönemi olarak belirtilir. Şamanların görevlerinden biri de ölen kimseye bu ifritlerden kurtulmada yardım etmektir.[132] Şamanist geleneğe göre insanlar günahkar olduklarından ilahî yasalar gereği öldükten sonra bu ifritlerle karşılaşmak zorunda kalırlar; fakat Tanrı insana acıdığından şamanların insanlara bu konuda yardım etmesi için yeryüzünde şamanlık kurumunu kurmuştur. Asya Şamanizmi'nde ölümden sonraki yolculukta ölünün geçemediği takdirde azap çekmesinin söz konusu olduğu bir köprüyle karşılaşılır. Şaman bu köprüyü kolayca geçebildiği gibi, ölenlere de bu köprüyü geçmelerinde yardım edebilir. Orta Sibirya Şamanizmi'ne göre, şaman, birkaç ‘ırmağı' ve bir “köprü”yü geçtikten sonra “gölgeler diyarı”nın uzandığı “Büyük Su”ya gelir. Altay Türkleri geleneğinde şamanın gölgeler diyarını ziyaret edişinde bir dağa çıkış olgusu da bulunur. Bu diyarda ölüler aynen dünyadaki yaşamlarını sürmektedirler. Onlar orada yeryüzünde tekrar doğmaya hazırlanırlar.[132]
Ruh göçü kavramına Amerika'nın günümüzde Şamanist topluluklar kapsamında ele alınan birçok Kızılderili kabilesinde de rastlanır. Inuit'lerde ruh göçü kutsal kabul edilen bir kavramdır. Kuzey Amerika kızılderililerinin birçok kabilesine göre, ölüm olayından sonra ruh ve gölge bedenden ayrılır. Ruh, “kurt”un hükmettiği âleme gider; yeryüzündekilerin ilişki kurabilecekleri onun “gölge”sidir. Ruh, “gölge”yle birleşince yeni bir varlık oluşturur ve yeryüzünde tekrar doğar. Güney Amerika kızılderililerinin çoğunun dillerinde, ruh, gölge ve imaj kavramları aynı sözcükle karşılanır.

Tasavvufta ruh kavramı[değiştir | kaynağı değiştir]

Sufizm'de ya da Tasavvuf'ta ruh ile ilgili görüş ve inanışlar çeşitlilik göstermektedir. Mutasavvıfların ruhla ilgili görüş ve inanışları arasında ortak noktalar olduğu kadar, farklı noktalar da mevcuttur.[135] Tasavvuf sözlüklerinde ruh “insanın soyut latifesidir, insandaki bilen ve idrak eden latife olup emr âleminden inmiştir, künhünü idrak etmek mümkün değildir” biçiminde tanımlanır.[136] Kimi mutasavvıflara göre, ruh manevi bir cevherdir. Öldükten sonra yaşamaya devam eder. Fikir ve akıl, yani anlama ve düşünme maddeye bağlı değildir, ruhun özellikleridir. Cismani olmayan ruhlar âlemine âlem-i ervah adı verilir. İnsan ruhu dünyaya gelmeden önce bu ruhlar âlemindeydi, yaşadıktan sonra da o asli vatanına dönecektir. Ruhtan hadislerde de görüldüğü gibi çoğu zaman "nefs" diye söz edilir.
Tasavvuf ehline göre ruh, hisseden, canlı, nurani, şekilsiz, renksiz, ağırlığı olmayan, her şeyi kavrayan, beden ile münasebeti olan metafizik bir varlıktır. Ruh, bedenin ne içinde ne de dışındadır; ama bedeni idare eder ve bedenden etkilenir. Tasavvufçulara göre ruhun üç temel fonksiyonu duyum, düşünce ve sezgidir (kalp). Esas olarak Neo-Platonculuğa dayanan İşrâkîlik (aydınlanma ekolü) akımının kurucusu Şahabettin Sühreverdi'ye göre, beden karanlığı, ruh ise ışığı temsil eder ve manevi faziletlerle kuvvetlenir; "manalar âlemi" kelimelerle ifade edilemez ve mantık oyunlarıyla tanıtılamaz. İnsanlar ona kendi kendine erişebilir.[137]
Sufizm ya da Tasavvuf'ta ruhla ilgili bazı kavramlar hakkındaki görüş ve inanışlar şöyle özetlenebilir:
  • En nur: Arapça'da ışık anlamına gelen nur, İlahî Kelâm'ı temsil eder ve ruh (er ruh) ile özdeş tutulur.[138] Kainat'ın meydana gelmesindeki aracın ruh olduğu belirtilir. Nur, Tasavvuf'ta bilinen ışık (fizikteki, insan gözünün duyarlı olduğu, yani görebildiği elektromanyetik radyasyon) anlamında kullanılmaz. Kaynağından çıkan bu ışık, fizikokimyasal bir ışık değildir, tüm ışıkları aşan, en ince vibrasyonların ötesindeki, madde kâinatına ait olmayan bir ışıktır. Kısaca, bu, mistik literatürde "ilahî nefes" ya da "ilahî alev" olarak da ifade edilen, varlığın özü olan ruhtur.
  • Gayb âlemi: Duyu organları ve akıl ile bilinemeyen varlıklar ve bunların bulunduğu âlem. Gayb âlemini ifade etmek üzere, melekut terimi de kullanılır.

Açılmış gül çiçeği Sufizm'de en çok kullanılan çiçek sembolüdür. Sufizm'de ruhsal aydınlanmanın ve ‘kalp gözü'nün açılmasının bir sembolüdür. Kimileri gülün kat kat olan taç yaprakları ile ruhun manevi organı ve sezgi kapısı olan kalbin kat kat olması arasında bağlantı kurar. Merkezî, dairesel bir yapılanma gösteren gül, her şeyden önce, merkeze ulaşılmış olmayı, aydınlanmış, uyanmış insanın şuurunu, kısaca, spiritüel aydınlanmayı ve bu duruma erişen varlığı simgeler.[8]
  • Seyri süluk ya da seyr-ü süluk: İnisiyasyon ya da nefs terbiyesi. İnsan-ı kamil olma hedefine ulaşmak için bir mürşidin rehberliğinde (yol göstericiliğinde) çıkılan manevi ve ruhi yolculuk. Çeşitli riyazet, zikir ve tefekkür yöntemlerinin kullanıldığı bu nefs terbiyesi yolu genellikle, Ferîdüddîn-i Attâr'ın "Mantık'ut Tayr" adlı eserinde belirttiği gibi 7 aşama içerir.[139]
  • İnsan-ı kamil: Dünya insanının ruhsal gelişim sonucunda erişebileceği en olgun mertebedir.
  • FenafillahAllah'ta fani (yok) olma; kulun beşeri vasıflardan ve aşağı arzulardan sıyrılıp ilahî vasıflarla donanması.[140]
  • Vahdet-i vücud: Allah'tan başka bir varlık olmadığının idrak ve şuuruna varma [141]
  • Devre-i ferşiyye ve devre-i arşiyye: Teozofi'deki yükseliş yayı ile iniş yayı kavramlarının Sufizm'deki adlarıdır.
  • Kalp: Sufizm'e göre kalp (manevi kalp) her şeyden önce, bir tür manevi iletişim aracıdır. İnsanoğlu buradan gözlenmekte ve öğrenilmektedir. Buna karşılık insan da gayb âleminden gelen, keşf ve ilham tarzında beliren tesirleri bu manevi organı aracılığıyla alabilmekte, algılayabilmektedir. Yani insanın bu manevi organı bir bakıma, hem aşağıdan (insandan) “Yukarı”ya çıkan tesirlerin, hem de “Yukarı”dan “aşağı”ya inen tesirlerin geçtiği aracı bir kanal ya da yansıdığı yerdir. Sufizm'de müridin kalp gözü açılınca müritlik aşamasını bitirmiş, olgunlaşmış, pişmiş demektir. Ala-al Dawlah'ın bildirdiğine göre, sufizmde kalp, vecd halindeki kimi velileringörebildiği, yedi ayrı renk halinde tezahür eden, kat kat ya da iç içe, yedi katlı vibrasyon sahalarından oluşmaktadır (kalbin yedi iç zarfı).[142][143]
  • Sidretül Münteha, Arş ve Kürsi: “Büyük berzah” da denilen Sidretül Münteha, tüm saliklerin seyirlerinin, amellerinin ve ilimlerinin sona erdiği noktadır.[144] Sidre'den sonraki âleme geçebilme, yeryüzündeki varlıklar için mümkün değildir. O âlemde mahlukatın bir vücudu yoktur, mahluk o âlemde adeta erimiş gibidir.[145] Mutasavvıflara göre yedinci gök katının üstünde kürsi, onun da üstünde arş (taht) bulunur. Arş, “biçimler âlemi”nin, tezahür âleminin çıktığı “biçimlerin olmadığı âlem”deki köken, kaynak olarak ifade edilir. Prensip ile tezahür arasındaki ya da tezahür ortamı arasındaki bir bağ gibi açıklanır. Kürsi ise tezahür sürecindeki, prensipten çıkıştaki veyahiyerarşik inişteki ilk basamağı oluşturur. Kürsi, düaliteye, biçimsel tezahüre, belirlenmeye doğru giden farklılaşma sürecini ifade eder. Bu sürecin sonu düalitedir, düalite ortamıdır, tezahürdür, farklılıklar ortamıdır, biçimler ortamıdır, yeryüzüdür.
  • Levh-i Mahfuz: Tasavvuf sözlüklerinde “külli olan hususların ayrıntılı hale getirildiği ve nedenlerine bağlandığı mukadderat levhası” [146]olarak tanımlanır. Ebu Hanife ve Ebu Mansur Maturidi'ye göre insanlığın mukadderatı Levh-i Mahfuz'da somut olaylar halinde değil, genel hatlarıyla belirlidir.[147]
  • Subha: Tanrısal ışığın vurmasıyla varlık haline gelerek meydana çıkan karanlık maddeye denir.[148]
  • Hudus: Tasavvuf'ta varlığın meydana çıkmasını belirten terimdir; terim, yaratılışın bir defada mı olduğu, yoksa sonsuzca sürmekte mi olduğu tartışmasıyla önem kazanmıştır.[149]
Bazı ünlü isimlerden ruhla ilgili vecizeler:
  • “Kara bir karınca, kara kilimin üstünde bir taneyi almış gitmekte mesela. Tanenin gittiği görülür de karınca görülmez. Akıl der ki, gözünü iyi aç da bak! Hiç tane, onu götüren olmasa gider mi ?” (Mevlana Celaleddin Rumi)[150]
  • “Her kim görür yüzünü, unutur kendi özünü. (…) Ölmekten ne korkarsın, korkma ebedi varsın. Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil.”(Yunus Emre)[151]
  • “Be harfi nurla özdeş olan ruhu temsil eder. Ortaya çıkan ruh İlâhî Buyruğun aracı olmuştur. İlâhî Buyruk eşyayı bu araçla meydana getirmiştir.” (René Guénon)[152]
  • “Kürsi, emir âlemidir; misallerin sureti de arşta zahir olur.” (Muhyiddin İbn Arabi)[153]

Okültizm[değiştir | kaynağı değiştir]

HermesTrismegistusCauc.jpg
İnsan varlığını üçlü bir yapıda ele alan Okültizm'de ruh ve fiziksel beden arasında astral beden denilen, esîrî maddelerden oluşan bir aracı beden bulunduğu kabul edilir.[49] Astral beden kavramı Teozofi'de de bulunmakla birlikte, insan varlığının Okültizm'deki gibi üçlü bir yapıda ele alınmadığı Teozofi'de astral beden insan varlığını oluşturan 7 unsurdan yalnızca biri olarak kabul edilir. Papus gibi bazı okültistler ruh göçü kavramını kabul ettiklerini kitaplarında belirtmişlerdir. Kimi okültist ve teozoflara göre cehennem, kişinin, astral ya da süptil âlemde, otomatik olarak (farkında olmadan) ürettiği kendi negatif “düşünce formları”nın[154] etkisinde yaşamasıdır. Bu düşünce formları çeşitli geleneklerde günahkarların ölüm sonrasında karşılaşacağı ifritler olarak belirtilir.
Simya'da, maddenin Tanrı tarafından yaratılan ilk haline, her şeyin kaynağı, maddenin dört halinin ve tüm minerallerin türediği ilk cevhere “ilk madde” (materia prima) denir. Kimi simyacılar ilk madde ile beşinci unsuru (quinta essentia) aynı şey kabul etmişlerdir. (Beşinci unsurAristo tarafından dört unsurun ötesindeki süptil maddeyi, yani esîri ifade etmek üzere ortaya atılan bir kavramdır.)
Okültizm'in ezoterik temelleri ve ruhun tekamülüyle ilgili görüşleri özellikle “iç (ezoterik) simya”da bulunmaktadır. Örneğin iç simyada “ilk madde”yi elde etmek, dış simyadaki gibi tüm madenlerin türediği madde cevherini elde etmek değil, ruhsal varlığının ilk halini, yani maddi tezahür dünyasına doğmadan önceki saflığını, saf şuur halini elde etmekti. Ars Magna denilen “büyük sanat”taki amaç da, “dış simya”daki gibi maddeleri birbirine dönüştürmeye çalışmak, ölümsüzlüğü elde etmek ve genç kalmak değil, spiritüel aydınlanma denilen “şuur dönüşümü”nü sağlamaktı. Aynı şekilde, iç simyada “felsefe taşı”nı elde etme “dış simya”daki gibi “ilk madde”yi elde etme anlamına değil, bu şuur dönüşümünün sağlanmasıyla, maddenin hükmettiği insan olmaktan çıkıp, maddeye hükmeden insan haline gelinmiş olması anlamına geliyordu. Simya'da inisiyatik sırlara (misterler) vakıf olma “küçük eser” ve “büyük eser” diye adlandırılmıştır ki, bu aşamalardan “küçük eser” zambak veya beyaz taşa bağlı beyaz gülle, "büyük eser" ise kırmızı taşa bağlı kırmızı gülle simgelenirdi.[155]

Teozofi ve Antropozofi[değiştir | kaynağı değiştir]

Blavatsky and Olcott.jpg
Kaynağını önemli ölçüde Doğu geleneklerinden almış olmasına karşın, Helena Petrovna Blavatsky tarafından kurulan Batı Teozofisi Hint Teozofisi'ne kıyasla ruh konusunda daha sade ve daha anlaşılır bir sistem önerir. Batı Teozoflarının reenkarnasyon, varlığını iradi hareketleri sonucunda beliren yaşam planı (karmik plan), ruhların evrendeki başka gelişim ortamlarında da bedenlenmesi gibi konulardaki görüşleri Deneysel Spiritüalistlerin görüşleriyle az çok ortak ilkelerden hareket ediyorsa da, ruhla ilgili bazı konularda, özellikle ruh ile beden arasında irtibat aracı ve Tanrı [156] konusunda birbirlerinden farklı görüşlere sahiptirler.
Teozofik görüş, Blavatsky'den sonra, ruh hakkında esas olarak iki farklı çizgide ilerlemiş bulunmaktadır:
  • Annie Besant'ın savunduğu görüş: Teozoflar içinde çoğunluğun savunduğu bu görüşe göre, insan varlığı ruhtan fiziksel bedene kadar, tabakalaşma gösterecek şekilde, yedi farklı düzeyde ya da yedi farklı âlemde bulunan yedi unsurdan oluşur.[157] Ölüm olayından sonra bu yedi plan (düzey, ortam, âlem) içinde yükselirken, ruh, her tabakada o tabakaya ait bedenini bir giysi gibi bırakarak, yükselir.
  • C.W. Leadbeater'in savunduğu görüş: Leadbeater ise, ruh ve maddeden başka bir cevherin daha mevcut olduğunu ileri sürmüştür. Elemantal cevher adını verdiği bu varlık, ruhun her plandaki bedenlerini canlandırır ve içgüdüyle hareket eder. Kimi teozofların Leadbeater'dan daha farklı açıkladıkları bu varlıklara elemantallar[158] da denilir.
Rudolf Steiner tarafından kurulan Antropozofi, birçok görüşte Deneysel Spiritüalizm'e ve Teozofi'ye yakınlık gösterir. En önemli fark, Antropozoflar'ın insan varlığını fiziksel beden, esîrî (etherik beden) beden, astral beden ve ego'dan (zât) oluşur şekilde ele almalarıdır. Gül-haçlılar örgütünün seçkin isimlerinden Robert Fludd (1574–1637) gibi, Antropozofi'nin kurucusu Rudolf Steiner de ruhu üç kısımlı bir yapıda ele almıştır: Ruhun hislerle ilgili kısmı, akıl ve kalp ile ilgili kısmı ve vicdan ya da şuur kısmı.

Deneysel Spiritüalizm[değiştir | kaynağı değiştir]

Felsefi spiritüalizme göre, ruh, maddeye biçim veren, maddi mekânda yer işgal etmeyen, parçalara ayrılmayan, soyut, etki gücü olan bir varlıktır; atıl olan madde, ruhun bir aracıdır. Ruhun varlığını ruhçu (spiritüalist) görüşlerin hepsi de kabul etmekle birlikte, bir kısmı ruhun orijinal ve kendine özgü olduğunu, bir kısmı da tekrar bedenlenmesinin bir yasa olduğunu kabul etmez.
Deneysel Spiritüalizm'e göre, madde kainatını bile tam olarak tanımayan insanoğlunun zaten hakkında pek fazla bilgiye sahip bulunmadığı ruhu tam anlamıyla tanımlaması mümkün değildir.[159] Fakat Deneysel Spiritüalist görüşe göre, ruhların madde kainatındaki tezahürlerine bakılarak, eksik ve kusurlu olmakla birlikte, ruh hakkında şu tanımlar yapılabilir:
  • Ruhlar, tek olan Tanrı tarafından eşit olarak yaratılmış, tekamül amacıyla madde kainatına inen, reenkarnasyonlar yoluyla tekamül eden, şuurlu ve tesir etme gücüne sahip (müessir) varlıklardır. (Deneysel Spiritüalizm'deki tanım)
  • Ruhlar, İlâhî İrade Yasaları'nın gerekleri kapsamında, görgü ve deneyimlerini arttırmak üzere madde kainatında bedenlenen, amaç ve etki (müessiriyet) sahibi, şuurlu ve madde-dışı varlıklardır. (Deneysel Neo-Spiritüalizm'deki tanım)

Deneysel Spiritüalist görüşe göre, Dünya gezegeni bir tür okuldur. Bu okuldan diploma alan varlık, bir üst okulda okuma hakkını elde eder.
Deneysel Spiritüalizm'e göre, ruh fiziksel bedeni perispri adı verilen yarı maddi bir unsur aracılığıyla sevk ve idare eder ve yalnızca Dünya'da değil, evrenin diğer yaşam ortamlarında da bedenlenir. Ruhsal tekamül sürecinde Hinduizmdeki tenasüh inanışında sanıldığı gibi gerileme (yeniden hayvan bedeninde doğma) olmadığı gibi, ruhların dünyaya gelip gitmeleri de ceza ve ödül düalitesine dayanmaz.
Dr. Bedri Ruhselman [160] tarafından kurulan Deneysel Neo-Spiritüalizm'e göre, ruh da, madde gibi, Mutlak (Yaradan) tarafından var edilmiş cevherlerden biridir. Ruhların madde cevherine kıyasla ayırt edici iki özelliği tesir etme gücüne ve şuura sahip olmalarıdır.[161]Ruhlar madde-dışı varlıklar olmakla birlikte, hiçbir ruh madde kainatında asla maddeden soyutlanmış bir durumda bulunamaz. Bu bakımdan ruh ve madde ayrılığından değil, ruh ve maddenin birliğinden söz edilmelidir.[162] Ruhsal tebliğlere göre, madde evreninde ruhun tesirine maruz kalmamış bir madde olduğu söylenemez.
Neo-spiritüalist görüşe göre, mukadderat, varlığın kendi iradesiyle yaptıklarının İlahî İrade Yasaları'nın gereklerine göre beliren sonuçlarıyla karşılaşmasıdır.[163](Bu, daha açık bir deyişle şöyle ifade edilebilir: İnsanın mukadderatı kendi elindedir, fakat ne ekerse onu biçecektir.) Dolayısıyla Neo-spiritüalizm'deki mukadderat kavramında, fatalizmdeki (sabitkadercilikteki) ‘'kader kavramında olduğu gibi tümüyle ezelden çizilmiş ve planlanmış, insanın iradesiyle, iradi çabalarıyla değiştiremediği bir gelecek değil, insanın iradesiyle yapmış olduklarına göre belirlenmiş ve yapmakta olduklarına göre -her an- derece derece belirlenen bir gelecek söz konusudur. Bu belirlenme İlahî İrade Yasaları'nın gereklerine göre ve nedensellik (neden-sonuç zinciri) kuralıyla olur; bu belirlenmede insanın yaptıkları ‘'nedenler, karşılaşacağı olaylar ise bunların ‘'sonuçlarıdır.[163] Mukadderat'ın belirlenmesinde “insanın yaptıkları” denilirken, bu, yalnızca fiziksel eylemlerden ibaret değildir[164]; buna başta niyetleri olmak üzere, imajinatif faaliyetleri, duygu, düşünceleri de dahildir.
Neo-spiritüalist görüşe göre, tek olan Allah Mutlak'tır; yaratılanlar ise görece (izafi) ve görelidir (nispî).[165] Dolayısıyla, görece ve göreli hiçbir varlık Mutlak'la kıyaslanamaz, oranlanamaz (nispet edilemez) ve yine dolayısıyla, Mutlak hiçbir şeyle, hiçbir tarzda, hiçbir yolda ilinti ve kıyas kabul etmez; O'na hiçbir değer takdir edilemez. O Mutlak olduğundan, görece ve göreli olan varlıkların sıfatlarıyla ifade edilemez; dolayısıyla, O'na kıyasa ve oranlamaya dayalı anlayış ve kabullerimize göre yakıştırılacak bir sıfat ne kadar yüksek düzeyli kabul edilirse edilsin ve ne kadar ideal olursa olsun, O'nu ifade edemez. Yaratılanların düzeninin görece ve göreli olması, bu düzeni sağlayan İlahî İrade Yasaları'nın yine göreli bir değeri olan zekalar (ruhlar,Yüksek İdare Mekânizması) tarafından uygulanmasını gerektirmiştir.[162]
Neo-spiritüalist görüş ruhun Tanrı'yla bir olmasını veya bir gün birleşeceği inanışını kabul etmez ve Teozofi'deki ruh ile fiziksel beden arasındaki irtibat aracının birbirinden kesin sınırlarla ayrılan tabakalar biçiminde (astral, mantal beden vs.) düşünülmesine ve bu bedenlerin ruhun yükselmesine paralel olarak terk edilmesi fikrine karşı çıkar. Kimilerine göre vahdet-i vücut anlayışı ruhların ileri tekamül düzeylerinde bir araya gelmesi bilgisinin yanlış yorumlanmasından kaynaklanmıştır.
Deneysel Spiritüalizm'de öte-âlem anlayışı[değiştir | kaynağı değiştir]
Deneysel Spiritüalizm'de geleneklerdeki öte-âlem kavramını karşılayan terim spatyumdur. Deneysel Spiritüalist anlayışa ya da kısaca ruhçu anlayışa göre ruhlar madde-dışı varlık olduklarından spatyumda 'perispri'leri ile bulunurlar.[162] Bu bakımdan spiritüalistler spatyumu ruhlar alemi olarak değil, ölüm-ötesi âlem olarak nitelendirirler. Ruhçuluğa göre, spatyumun maddeleri maddenin bilinen üç halinden (katı ,sıvı ve gaz) daha farklı hallerde olup bilinen fiziksel maddelere oranla çok daha akıcı, çok daha az yoğunlukta ve atomikvibrasyonları çok daha hızlı, süptil maddelerdir. Eski Yunan geleneğinde bu maddeler için aether[166] terimi kullanılmıştır. Bu süptil maddelerin düşünceyle, tahayyül (imajinasyon) yeteneğiyle şekil alabileceği kabul edilir.
Ruhçuluğa göre ölen her insan ruhu önce, ölmüş olduğunu, daha doğrusu fiziksel bedenini terk etmiş olduğunu anlayamaz, bir bocalama, kargaşa dönemi geçirir. Bu aşamaya spiritler “kendiliğinden imajinasyon” aşaması adını vermişlerdir.[162] İşte ruhçulara göre, cennet ve cehennem sembolleriyle simgelenenler, aslında, bu aşamadaki varlığın kendi imajinasyon yeteneğiyle, bilmeden kendisinin oluşturduğu huzur verici ya da huzursuz edici sahnelerden ibarettir. Ölüm olayı ile fiziksel bedenini terk etmiş her insan ruhunu spatyumda vicdani bir hesaplaşma bekler. Fakat burada kendi kendisiyle bir hesaplaşma söz konusudur, herhangi bir cezalandırma söz konusu değildir.
Varlığın tekamül düzeyi elverdiği takdirde ulaşabileceği diğer aşamalar sırasıyla, "geçiş aşaması", "şuurlu ve idrakli imajinasyon aşaması" ve nihayet tekamül düzeyi çok yüksek ruhlara özgü olan "kozalite aşaması" olarak bilinir.[162] Bu son aşamanın söz konusu olduğu kozalite planına (ortamına) yükselebilmiş bir varlık üç boyutlu alemdeki olayların neden-sonuç zincirini çözebilecek, daha doğrusu, bu olayların akışındaki neden-sonuç ilişkilerini açıkça görebilecek durumdadır. Fakat klasik spiritüalizmdeki öte-alem anlayışı, öte-alem tasarımı kozalite planında son bulur, yani daha ötedeki bir ortam kavramı klasik spiritüalizmde mevcut değildir. Neo-spiritüalist görüşün getirdiği yeni bir kavram, bu kozalite planının da ötesinde bulunduğu varsayılan dört boyutlu alem kavramıdır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...