SURİYE HİKAYESİ
Suriye hikâyesi, Amerikası’ndan Türkiyesi’ne herkesin ortak olduğu, koskocaman organize bir yalandır. Sahada olanların hükümetler tarafından çarpıtıldığı medyanın çoğu zaman yanıltıldığı,
gerçeğin halktan her zaman gizlendiği devasa bir asparagas (1).
Tolga Tanış
Hürriyet Gazetesi Washington Temsilcisi
Giriş
Ortadoğu’daki sis perdesi herkesin kafasını karıştırmaya devam ediyor. Bölgede çatışmalara müdahil olan devlet ve onların arkasında olduğu devlet dışı aktörlerin (silahlı gruplar, terör örgütleri) çokluğu yanında, kartların açık oynanmaması ve her şeyden öte kurgulanan algı yönetimi ne olup-bittiğini anlayacak, büyük resmi görecek çok dikkatli analizciler gerektiriyor. Örneğin hemen hemen tüm gelişmelere ve kirli işlere müdahil olan Türk istihbaratı, stratejik düzeydeki kritik adımları gazetelerden izliyor. Doğru dürüst bir haber toplama planı ve uzman analizci grubu olmadıkça, MİT, hiçbir zaman gerçek bir istihbarat örgütü olamaz. Bu yüzden Türkiye’nin neyi görmesi, bilmesi gerektiğine hep ABD karar verir. Erdoğan ve akıl hocaları, ABD’nin attığı hiçbir adımı anlayamadı hatta önceden haberleri bile olmadı. Amerikalıların önceliği başından beri Suriye değil, asıl projesinin uygulama alanı olan Irak idi. Suriye, ABD için kim saldırırsa başkasının savunmayacağı, yalnız ve kolay bir hedef olarak görüldü. Obama, Esat’ı hiçbir zaman doğrudan vurmadı ve Erdoğan’ın (Reyhanlı saldırısı, kimyasal silah komplosu vb.) tuzaklarına düşmedi. Erdoğan, Suriye konusunu Sünni planlarının bir parçası olmaktan da öte kişisel bir düşmanlık haline getirdi. Obama, yoldan çıkmaya çalışan Erdoğan’ı; Cemaat, Hakan Fidan, telefon dinlemeleri ve Kürt projesi üzerinden sıkıştırmaya devam etti. ABD’nin Ortadoğu politikası kompartmantalize edilmiştir yani işin İsrail, Arap, Türkiye, Irak, Suriye veya İran bölümlerinde farklı beklentilere göre stratejiler uygulanmaktadır. 2012’nin sonundan itibaren Şam meselesi Ankara için ideolojik bir takıntı haline dönüşürken, Washington için İran ile ilgili yeni politikanın gizli bir parçası idi. Amerikalılar bu durumu dışarıya nasıl aksettireceklerine uzun süre karar veremediler. Sonunda Erdoğan’ın cihatçılarını ABD’nin tehdit olarak gördüğü, İran ile yumuşama döneminin başladığı bir resim üzerinde karar verildi. Obama hep Esat’ı doğrudan karşısına almaktan kaçındı çünkü büyük plan uzun soluklu idi. Obama, pokerci yüz özelliği ile hala ne yapmak istediğini kimseye belli etmedi. Türklerin tampon bölge isteği gibi oyununa uymayan şeyleri yapmamak için hep bir argüman buldu ama Amerikan planı tıkır tıkır işlemeye devam ediyor. Bu makalede, Ortadoğu’da özellikle Suriye-Irak-Türkiye üçgeninde neler olduğunu bir kez daha analiz ederken, oynanan algı yönetimine de odaklanacağız.
Suriye’de neler oldu?
Hillary Clinton Ocak 2009’da ABD Senatosu’nda yeni dış politikasını; Amerikan müttefiklerinin bölgesel liderlikler üstlenmesi, böylece Amerika’nın ortakları üzerinden küresel liderliğini sürdürmesine katkı sağlayacak bir yöntem olarak Akıllı Güç (Smart Power) konsepti şeklinde açıklıyordu (2). O dönemde bunu herkes sert ve yumuşak gücün başarısızlığı karşısında ikisinin bir karşımı olan yeni bir güç tanımı şeklinde anlıyordu. Gerçekte “akıllı güç”, savaşların beyinlerde kazanılması için yeni bir algı yönetimi konsepti idi (3). Yumuşak istihbarat ve sosyal medya kullanılarak iç savaşların tetiklenmesini ve böylece Ortadoğu’da rejim değişikliklerini yani Arap hareketlerinin alt yapısının hazırlandığını haber veriyordu. 11 Eylül 2001 sonrası ‘terörle küresel mücadele’’ diye dış politikasını askerileştiren ABD yönetimi, 2003 yılında Ortadoğu’da bir yandan demokrasi getireceğim diye örtülü sivil yapılanmalar kurmaya başlamıştı. 2007-2011 dönemi aslında Suriye ile yumuşama görüntüsü altında sınır kapılarının açılarak, ülkeye sızma, ajan ağı kurma ve isyancıları örgütleme faaliyetleri ile geçmişti. Türkiye’ye iyi ilişkilerini kullanmak üzere Suriye için Truva Atı rolü vermişti. Tıpkı Kaddafi gibi Esat da Batıya entegre olma yalanı ile içerideki sinsi örgütlenmelerin farkına varamadı. Ağustos 2012’deki Suriye ile ilgili savaş simülasyonunu (savaş oyunu) liberallerin kalesi Brookings, Cumhuriyetçilerin toplandığı American Enterprise ve Savaş Çalışmaları enstitüleri ortaklaşa yürüttü (4). ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan ekiplerinin ile geniş bir istihbaratçı ekibin katıldığı savaş oyunun sonuçları yayınlanmadı ama Clinton’ın açıkladığı doktrin gereği Suriye’de iç isyanı sürdürme işinin çok istekli olan Türkiye’nin sırtına yüklenmesi kararlaştırılmıştı. Mart 2011’de Batı koalisyonu Libya’ya saldırmışken, Suriye’ye odaklanması için Nisan’a kadar beklenmesi yeterli oldu.
Senaryo Libya’dakinin aynı idi; arkadan idare etmek, diktatörü kovma oyunu. Türkiye, Davutoğlu’nun açıkladığı gibi çoktan Esat rejimi ile “kapalı kapılar arasında görüşme dönemini” başlatmıştı (5). Davutoğlu, 9 Ağustos 2011’de Şam’da yaptığı 6 saatlik görüşmenin ardından Obama ile koordine ettiği Esat’a “Çekil’’ çağrısında bulundu. 18 Ağustos 2011 günü aynı ifadeler Beyaz Saray web sayfasında yayınlandı (6). Erdoğan, Esat’tan Müslüman Kardeşleri yönetime sokmasını istiyordu, bunun adı Demokrasi idi. Esat’ta tıpkı Mısır’daki laik askerler gibi Müslüman Kardeşler’in bir kere işin içine girince rejimi kanser gibi saracağını düşünüyordu. Ankara, Esat’ın kabul etmeyeceğini zaten biliyordu ve Suriyeli isyancı liderlerini önce Mayıs 2011’de İstanbul’da sonra da Antalya’da toplamıştı. ABD’nin büyükelçisi Robert Ford, henüz geldiği Suriye’de Nisan ayında düğmeye basarak iç isyanı başlattı. ABD, işi Türkiye’ye devretmenin gerekçesi olarak “kırmızı hat” dediği kimyasal saldırı olmadan askeri olarak müdahil olmayacağı sınırlamasını koymuştu. O günden beri oyunu anlamamış olan Türkiye, ABD’yi oyuna sokmak ve tampon bölge kurmak için boşuna bekledi. Başından beri Amerikan planının asıl merkezi Suriye değil Irak’tı ve Türkiye’ye “istiyorsan Esat’ı sen devir” deniyordu. Esat, İran’a verilecek bir taviz gibi kullanıldı. ABD, terör örgütü ilan ettiği IŞİD ile oyunda yeni bir safhaya geçerken, Suriye ve Irak, ABD’nin Ortadoğu’daki yeni haritasını şekillendirmek için bir fırlatma rampası oldu. Bunun ABD’deki adı “Yabancı Savaşçılar Projesi” idi. Bağdadi’nin “Irak El Kaidesi” olan IŞİD, Irak’tan sahaya sürülmüştü. IŞİD, CIA-MI6-Mossad üçgeninde yeni Ortadoğu haritasının makası olarak yaratıldı. ABD, 2011 sonuna doğu Ürdün’de IŞİD yöneticilerinin eğitilmesine karar vermişti. Liderleri Ürdün’deki Safavi Amerikan üssünde eğitildi (7). Perde arkasında muhalif gruplara silah desteğinin asıl rolü gene ABD’ye aitti. Nitekim New York Times açıklıyordu; Suudi Arabistan ve Katar parayı veriyor, CIA satın alıyor ve Türkiye bu trafikte köprü görevi görüyordu (8). Sadece Ocak 2012’den Mart 2013’e Ankara ve İstanbul hava limanları üzerinden 130 sevkiyat yapılmıştı (9).
Silah yardımı işi Ağustos 2012’de Hillary Clinton’un Türkiye’ye yaptığı ziyaretten sonra artmıştı. Buradaki ince detay, CIA denetimindeki hava köprüsü gibi silahları kimin alacağına da Türkiye değil Amerika karar veriyordu. Eylül 2012’de Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), komuta merkezini Türkiye’den Suriye’ye kaydırdı. O zamandan beri Lübnan’daki Hizbullah ve İran Devrim Ordusu, sıkı bir şekilde Suriye’nin yanında durmaya başladı. Ekim 2012’den itibaren ABD, Suriye meselesine “terörle mücadele” perspektifi ile yaklaşmaya başladı. Bu aynı zamanda ABD’nin Suriye politikasında Türkiye ile keskin ayrımının başlangıcı idi. Artık ABD için hedefte Esat değil, El Kaide bağlantılı örgütler vardı. Libya’da 11 Eylül 2012 günü ABD büyükelçiliğine saldırı bu politika değişikliğinin nedeni gibi gösterildi. Bu dönemden sonra Suriye ve Irak’taki gelişmeler konusunda yoğun bir dezenformasyon başladı. Esat’ın devirmek için çalışan muhalif grup El Nusra, Aralık 2012’de ABD Dışişleri Bakanlığı’nca terör örgütü ilan edildi. Türkiye’nin muhalif silahlı grup dediği El Nusra, Ahrar Eş Şam ve İslami Cephe artık ABD için terör örgütü idi. IŞİD geliyordu ama El Kaide’den kopup, başlı başına bir harekete dönüşmesi 10 Haziran 2014 günü Musul’u ele geçirene kadar maskelendi. ABD, Washington’da Suriye Yüksek Askeri Konseyi kurarak başına General Salim İdris’i getirdikten yani kendi muhaliflerini teşkil ettikten sonra ÖSO’ya yardıma başladı. Bu dönemde Robert Ford bu sefer Kilis’ten Suriye’ye geçerek muhalif gruplara ayar verdi. Bu dönemde IŞİD, ÖSO’nun komutanlarını öldürmeye başladı ve El Nusra ile çatışma dönemine girdi. Erdoğan’ın Müslüman Kardeşler gibi Ortadoğu’daki tüm İslamcı savaşçıları artık dayak yemeye başlamıştı. ABD, bir şey yapacakmış gibi gözüküyor ama yapmıyor, ama silah yardımı ile istediğini alıyordu. El Nusra’nın 2012 sonunda terör örgütü listesine alınmasının asıl nedeni ABD’nin İran ile gizli pazarlıkları idi. Bundan sonra Irak ve Suriye’de olanların bilinmeyen yüzünde hep İran ile devam eden gizli görüşmeler olacaktı.
Suriye’de muhalif grupların bir araya gelip topluca Esat’a saldırmaları fikri en başından çökmüştü. Bugün de olduğu gibi birbirleri ile savaşıp, arada zaman bulurlarsa Esat’a da saldırıyorlar. Suriye’de İslamcı grupların Eylül 2013’de kurdukları İslami Cephe’nin uzantılarından Ahrar Eş Şam ile El Nusra, Aralık 2013’de Amerikalıların Salim İdris’inin tugayına saldırdılar. Tugay tek bir kurşun atmadan teslim oldu ve ardından İdris, ABD’den aldığı tüm Amerikan yardımını İslami Cephe’nin en güçlü fraksiyonu Suudilerin para pompaladığı Ceyş’ul İslam’ın lideri Alluş’a Atme’de teslim etti. Böylece sadece Amerikan fraksiyonu silahlı muhalif grup ortadan kalkmadı, 260 milyon dolarlık Amerikan askeri yardımı da daha sonra IŞİD’a katılacaklara gitti. El Nusra’dan kopan pek çok kişi de IŞİD’a gitti. IŞİD, 12 Eylül 2013’te ÖSO ile savaşa başladığını açıkladı. 2011 yılında Irak’tan çekilen ABD, yerine bıraktığı IŞİD’in Musul’u ele geçirmesine kadar tüm bölge ülkelerini uyuttu. ABD’nin resmi IŞİD askeri stratejisi; örgütü yok etmek değil, dizginlemek üzerine ve koalisyon uçakları da terörle mücadele için uygun modellerden seçilmemiştir. ABD tarafından zayıf düşürülen Irak ordusu ne IŞİD ile ne de Kürtlerle mücadele edebilir, zaten istenen de bu. Bu yüzden IŞİD yaratıldı, Kürtlere silah verilerek yeni roller verildi ve Maliki gönderilip, Irak merkezi yönetimi içindeki direniş noktaları iyice eğelendi. Oyunu hala anlayamayan ve İslamcıları elinde kalan Erdoğan, 20 Haziran 2015 günü, ABD’nin sadece Kürtleri desteklediği iması ile, "Suriye'de sadece bir gruba destek verilerek, diğer tüm kesimlerin tasfiyesine dönük bir oyun oynanıyor. Biz bu oyuna izin vermeyeceğiz (10)" diyordu. Kobani’deki son saldırılar üzerine Erdoğan; “Petrol hatlarının güvenliğini öngören suni çizgiler kardeşi kardeşe düşman eden tahrikler geçen yüzyılın en önemli politikasıydı. Bölgede ölümü gösterip sıtmaya razı etme stratejisi güdülüyor (11)” dedi. Bugüne kadar kamuoyunu uyuttuğunu sanan Erdoğan, aslında kendisi de yeni uyanıyor, gerçekleri henüz görmeye başlıyor.
Suriye-Irak-IŞİD üçgeninde algı yönetimi..
Suriye’de ABD’nin desteklemekten vazgeçtiği Sünni cihatçılar Esat’ı devirme hayali kurarken, ABD ise IŞİD bahanesi ile başka dolaplar peşinde koşuyor. ABD, Suriye ve Irak’a yayılan IŞİD’a karşı harekat yapıyor gibi gözüküp, Irak ordusunu vuruyor, Kürtlere koridor açarak Ortadoğu’nun yeni haritasını adım adım klinik (surge) operasyonları ile hayata geçiriyor. Bosna ve Kosova’da Sırp kuvvetlerini bir kaç günde yok eden koalisyon güçleri çölün ortasında Toyota jipler ile gezen IŞİD’ı 10 aydır bulamıyor ama karadaki özel kuvveter ile rehberlik ediyor. ABD, Suriye cephesini başından beri olduğu gibi Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’a bırakıyor ama onların nasıl olsa gücünün yetmeyeceğini ama Esat’ı aşındırmaya devam edeceklerini ve son raddede gene kendisinin parsayı toplayacağını biliyor. Ortadoğu’nun bir köşesinde örneğin Irak, Lübnan ve Yemen’de Şiilere vururken, Tıkrit-Musul-Kobani-Tel Abyad gibi kuzey koridorunda IŞİD’a karşı mücadele bahanesi ile Kürtleri kullanıyor, mümkün oldukça İran’ın bölgedeki güçleri ile işbirliği yapıyor. Anahtar güçler IŞİD ve Kürtler, onlar hiç kaybetmiyor, hep kazanıyor, IŞİD ile sadece mücadele görüntüsü altında özellikle kuzeyde toprak ayarlamaları yapılıyor ama güneyde IŞİD toprak kazanmakta serbest. Erdoğan’ın yeni Suudi kralını ikna etmesi ile birlikte; Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar, geçen aydan itibaren Suriye’de daha saldırgan bir strateji izlemeye başladılar. 2 Nisan 2015’de Tıkrit’in IŞİD’tan geri alınması Irak hükümetinin en büyük başarısı oldu. Tıkrit’in önemi Bağdat’tan sonra ülkenin en büyük ikinci şehri olan Musul ana istikametini kontrol etmesi idi. Yani Tıkrit olmadan Musul’un geri alınması ve kuzeyde IŞİD’in kontrolü mümkün değildi. Tıkrit’in alınması Irak ordusuna Şii unsurlar ve ABD hava kuvvetleri desteği ile oldu. Bu bir kez olan bir kuvvet kombinasyonu idi. Ardından IŞİD, 18 Mayıs 2015’te özellikle bölgedeki Sünnilerin desteği ile Ramadi’yi ele geçirdi. Ramadi’den çekilen Irak kuvvetleri Amerikalıların verdiği iyi durumda 60 kadar aracı da IŞİD’a bırakıp gittiler. Birkaç gün içinde hızla düşen Ramadi, Irak merkezi yönetimi için tam bir çöküş oldu. Bu sefer ABD hava desteği ne hikmetse yoktu.
Algı yönetimi devam ediyor, nasıl olsa sıradan insanlar bir şey anlamıyor, anlayanlar ise komplo teorisyeni yaftası alıyor. Eski CIA ajanı Philip Giraldi’nin Suriye’deki gelişmeler ile ilgili sözlerini dinleyelim; “İşin içinde bir istihbarat örgütü varsa, misyonu gerçeğin bir versiyonunu yaratmaktır. Bu, yaratılanın gerçek olduğu anlamına gelmez. Ben de bunu yaptım. O yüzden biliyorum (12).” Washington için büyük oyun ve algı yönetimi devam ediyor, şimdi bu algı yönetiminin şifrelerini ortaya koyalım;
- ABD, sözde Suriye’de ılımlı Müslümanları destekliyor, insani yardım yapıyor, farklı etnik grupların kendi kendini yönettiği bölgeler oluşturuyor. Bu yüzden ılımlı savaşçıları daha fazla eğitip-donatıyor (13). Gerçekte, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde Kürtler ABD’nin gönüllü savaşçıları olmaya devam ediyor. Güneyde Irak’ın çürük ordusu ve İran’dan medet umuluyor. Merkezi orduda Sünni-Şii dengesi yaratma fikri işlemiyor, Şii ağırlıklı bir ordu ise işi mezhep savaşına dönüştürüyor. Bütün bunların amacı IŞİD’i yok etmek değil, kamuoyuna çevreleme (containment) stratejisini yutturmak. IŞİD’in bugüne kadar sadece Tıkrit, Kobani ve Musul’daki genişlemelerine müsaade edilmedi.
- ABD, bir yandan IŞİD’a müdahaleyi geciktirirken, kendi askeri müdahalesini kaçınılmaz, tüm ülkeleri davetkâr hale getirmek için onların çaresiz bırakacak şekilde IŞİD’i kullanıyor. Verilen mesaj; “Siz IŞİD ile mücadele edemezsiniz, sadece ABD bu işi yapabilir”. Bu ABD için sadece Ortadoğu haritasını dilediğince çizme meşruiyeti değil, masrafları da taraflara yükleme şansı veriyor. Resmin diğer yüzünde IŞİD ile mücadele bahanesi ile artan sayıda terörist üretmek var. Diğer bir örtülü amaç IŞİD’in yok edilemeyecek kadar güçlü olması görüntüsü altında onun varlığının hayata Sünni bir devlet içinde geçirilmesi. Koalisyon hava kuvvetleri başından beri IŞİD’i frenlemiyor, Ramadi’de olduğu gibi yol açıyor. İran Özel Kuvvetleri Komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani, Ramadi düşerken ABD’yi hiçbir şey yapmamakla suçladı. ABD, IŞİD’ı hedef seçmediği gibi onun hedefi de değil (14).
- ABD koalisyonu savaş uçakları sürekli olarak IŞİD’ı değil Irak Ordusunu vuruyor. 13 Haziran 2015 günü Anbar’da IŞİD’ı değil, Irak Ordusu kuvvetlerini vurdu. Haziran’ın başında da Felluce’de başka bir saldırıda 6 Irak askeri öldü, 8’i yaralandı. Irak Parlamentosu Ulusal Güvenlik ve Savunma Komitesi başkanı Hakem-el Zameli, koalisyon uçaklarının Anbar ve Diyala’da IŞİD’a silah ve yiyecek attığını açıkladı (15). Ama Türk Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu oyuna öyle inanmış ki; “Artık hava kuvvetleri ile IŞİD’in önlenemeyeceği anlaşıldı” açıklaması yapıyordu. ABD, hedef seçtiği bazı yerel IŞİD liderlerini hedef almakta ama asla asıl lider olan Bağdadi’ye dokunulmamakta, hatta kazara vurulmasından endişe edilmektedir (16).
- Yapılan algı yönetiminin aksine Suriye’deki rejim, Esat ailesi tarafından yönetilen bir Alevi rejimi değildir. Baba Hafız Esat zamanında ülke güvenliği Alevi subaylarla Sünni iş adamlarının bulunduğu bir askeri-tüccar kompleksinin elinde idi. Baba Esat, bu iki kesimin çıkarları arasında her zaman bir denge gözetiyordu. Oğul Beşar Esat ise Şam’daki ayaklanmalar ABD büyükelçisi Robert Ford tarafından tetiklenene kadar siyasi özgürlüklere önem verdi ama bu özgürlükler hazır olmayan rejimi savunmasız bıraktı. Sonrası malum, eline ABD ve Türkiye tarafından silah verilen isyancıların yaptıkları işler ‘zafer’, Esat’ın güvenliği sağlama girişimleri ise ‘katliam’ oldu. Başta ABD olmak üzere Batılıların ikiyüzlü politikaları Suriye’de savaşın başladığı 4 yıldan beri her şeyin daha kötüye gitmesini amaçlıyor. Bu dört yılda yaklaşık 250 bin kişi öldü ve nüfusun yarısından fazlası göç etti ya da yer değiştirdi. DELTA yanında ABD Deniz Kuvvetleri’nin SEAL özel kuvvet unsurları da bölgede cirit atıyor. Halen ABD’nin Irak’ta 3.050 askeri var; bunun 450’si Irak ordusunu eğitiyor, 200’ü danışman rolünde (17), gerisi IŞİD’a çalışıyor.
- Irak’ta Ramadi’nin ele geçirilmesi ile birlikte IŞİD, hem Irak’ın Batısında daha fazla yayılma ve kontrol sağlayacak bir stratejik düğüm noktası, hem de büyük miktarda silah stoğuna ulaşma, hem de yerel ve yabancı daha fazla militan temin etme imkânı sağladı (18). Irak ordusu Musul’dan sonra bir kez daha silahlarını bırakıp kaçtı. Ramadi düşerken ABD liderliğindeki koalisyonun hava harekatı 19 sorti ile sınırlı kaldı. Hâlbuki Mart 2015’e kadar ABD, Irak ordusu için 5 bin kişi eğitmişti (19). Irak ordusunun bu hali aynı zamanda on yıldır devam eden Amerikan eğitim ve yardımının bir kandırmacadan öte olmadığını da kanıtladı. Irak merkezi yönetimi bir kez daha IŞİD’a karşı İran’dan ricacı oluyor ve onu Sünni bölgeye davet ediyordu. İran’ın bölgede kurtarıcı gibi öne sürülmesi aslında ince bir Amerikan algı yönetimi. Böylece İran ile ilgili yumuşama süreci algısında nükleer anlaşmadan sonra başka bir motif daha kullanılıyor.
- Hava Harekâtına katılan ülke sayısı geçen Eylül’den beri 9’dan 12’ye çıktı ve toplam 3.731 sorti yapıldı. Rakamlara göre Mart ayı itibarı ile 8.500 IŞİD militanı öldürüldü ve 6 bin hedef yok edildi. Bu hedefler içinde 500 adet kazıcı eskavatör var. IŞİD, çevre (peyzaj) düzenlenmesine çok meraklı ve bu alanda ilk terör örgütü unvanı aldı. On iki ülkenin bu keyfi hava harekâtı Suriyeli muhalifleri desteklemek hariç sadece kendi seçtikleri hedefleri vuruyor ve denetimi yok. Örneğin çok aktif olan Kanadalıların ne yaptığını Amerikalılar bile bilmiyor. Yemen’de demet bombası atan Suudiler, IŞİD’a karşı kullanmıyor. Yemen’deki Şii Husiler ile savaşa girişen Suudi Arabistan, düşman diye tanımladığı IŞİD’a karşı henüz hiçbir şey yapmadı, IŞİD da Arabistan’a dokunmadı. IŞİD, 22 ve 29 Mayıs 2015’de Suudi Arabistan’daki iki Şii camisini bombaladı.
- ABD, IŞİD’in ortaya çıkmasına neden olmakla suçladığı Irak merkezi hükümeti başbakanı Nuri El Maliki’nin yerine Haydar el Abadi’yi getirdiler. Gerçek Maliki’nin Irak’ın bütünlüğünü savunması idi. Maliki, Dava İslami Partisi’ne liderliğe devam ediyor, hükümet ise mezhepçi farklılıklar ile gruplaşmış durumda. Sorun Maliki gibi Abadi’nin de Irak’ın bütünlüğünü istemesi. Abadi, şu an yeni bir Milli Muhafız Ordusu kanunu çıkararak tüm Sünni kabileleri ve bu arada Kürtleri ve Şii düzensiz grupları da bu şemsiye altında toplamak istiyor. Görünüşte ABD, Bağdat’taki Şiilerin hâkim olduğu merkezi yönetimin ordusuna IŞİD’a karşı eğitim veriyor, Sünni ve Şiilerin barış yapması için çalışıyor. Gerçekte ise, Amerikalılar Sünni kabileleri silahlandırıyor ve mezhep savaşını körüklüyor. İçinden çürümüş merkezi Irak ordusu IŞİD karşısında topraklarını savunamıyor. IŞİD’in savaş mekanizması yağlanırken, ordusu paçavra haline getirilen merkezi yönetime bu savaş sizin savaşınız diyor. Amerikalıların kurduğu Irak Merkezi Ordusu, sözde tüm Irak’ı temsil etme bahanesi altında Sünni ve Şiileri bir araya getiren daha doğrusu kâğıt üzerinde bir araya getiren yani maaş alan ama gerçekte ordu içinde bulunmayan insanlardan oluşuyor.
- Suudi Arabistan, Katar, Türkiye’nin IŞİD’a yönelik yardım faaliyetlerinin sıralasak yüzlerce sayfalık bir kitap olur. IŞİD’in ABD tarafından nasıl desteklendiği ile ilgili pek çok kanıtı dünya basınına dayanarak önceki makalelerde yazdık. Adana’da yakalanan MİT TIR’ları IŞİD’a taşınan silah ve mühimmatın çok küçük bir bölümü idi. Üç ay içinde 2000 TIR ile IŞİD’a taşınan silah ve mühimmatın dörtte üçü ABD tarafından Ankara, Adana ve Hatay’da Türk yetkililere teslim edilenlerden oluşuyordu. Türkiye’nin kimyasal silah komplosu, Reyhanlı saldırısı, Musul saldırısı, Süleyman Şah gibi olayı gibi algı yönetimi çabaları Türk kamuoyunda bile başarısız oldu. Barzani ile Kürt devleti kurma gayreti, ucuz petrol pazarlığı gibi gösterildi. 21 Mart 2014’te El Nusra ve İslami Cephe Suriye rejimine karşı bir ortak harekâta başlattılar. El Nusra, Hatay’a yakın sınırdaki Ermeni köyü Keseb’e Türkiye üzerinden saldırıyordu ama saldırıların sorumluluğu IŞİD’a atıldı. Türkiye’nin sınır ihlali diye düşürdüğü Suriye uçağı da Ermenileri korumak için orada idi. El Kaide uzantısı El Nusra’nın da IŞİD’tan farkı yok; İdlip’e girer girmez şehirdeki masum Dürzileri öldürdüler, yüzlercesini zorla Sünni yaptılar (20).
ABD, IŞİD karşıtı gibi gösterdiği koalisyonu ne zaman dağılmaya yüz tutsa mızıkçıların bir şekilde başını belaya sokup, o bölgede tırmanmayı artırıp saflara geri döndürdü. Bağdat yönetimi, Türkiye ve Suudi Arabistan üzerinde farklı yöntemler kullandı. Örneğin Türkiye ile Suriye’deki muhalifler konusunda yollar ayrılınca Kürt koridoru devreye girdi. Ancak, şimdi yeni safha için yeni stratejiler gerekli. Örneğin Suudi Arabistan ile İran’ın bölge içi karşılaşmaları, çatışmaların ortaya çıkması ile artacak göçün nasıl idare edileceği gibi konuların yanında “uzun savaş”ın büyük planının yani Ortadoğu haritasının parçalanmasının hayata geçmesi sırada bekliyor. Plan tamamlandığında algı yönetimi gereği biz bu sonucun kaçınılmaz bir sonuç olduğunu ve ABD sayesinde çatışmaların durduğunu düşünmeliyiz. İşte o zaman IŞİD için Obama stratejisi olan “küçültmek ve sonunda tamamen yok etmek (degrade and ultimately destroy)” stratejisini başarısını alkışlayacağız. Bunun için uzun vadeli hedef doğrultusunda İran’ın da içinde olduğu bir senaryo üzerinden gidiyoruz (21). İran, bugüne kadar ABD’nin bölgeye silah satması ve güvenlikleştirme rolü oynaması için güç dengesinin olmazsa olmaz aktörü idi. ABD tarafından oyunun içine İran’ın da dâhil edilmesi; Sünni aktörlerin şaşırtılması, Arabistan ve Türkiye gibi ülkelerin kendi özel gündemlerinin frenlenmesi ile sınırlı değil. 2012’den beri devam eden yumuşama süreci sonrası tam da bu dönemde ABD-İran nükleer anlaşmasının ortaya çıkması, İran’a Irak’ta daha fazla özgürlük anlamına geliyor. Çünkü böylece İran’ın Irak’tan Suriye ve Lübnan’a Ortadoğu’da ki varlığı ile Şii eksen kalıcı olarak hayata geçebilir. Ama bir süre daha ortada bir nükleer anlaşma, bölünmüş Irak, parçalanmış Ortadoğu’da İran bölgesel hegemonyası, daha acılı bir Sünni nüfus ve ideolojik olarak daha uygun bir ortamda IŞİD olacak. ABD algı yönetimine göre; IŞİD sonrası İran bölgesel hegemonyasının hüküm sürmemesi acil bir gereklilik olarak gösteriliyor. Nükleer hevesi dizginlenmiş İran’ın bölgedeki konvansiyonel kapasitesi IŞİD ile test ediliyor. Son 35 yıldır İran’ın şeytan gibi gösteren ABD basını şimdilerde İran’ın Amerikan çıkarları için önemi konusunda makalelerden geçilmiyor. İran, şimdilik Sünnilerin ve Kürtlerin sopası olarak kullanılmaya devam edilecek. Sonra sıra İran ile bölgedeki Şii uzantılar arasındaki bağların kesilmesine gelecek. Ancak, İran ile ilgili asıl senaryo daha başka masalarda hazırlanıyor. İran, bugün 2007’deki Suriye aşamasında yani Batı ile entegrasyon için sınırlarını açması bekleniyor. İran içindeki Türk ve Kürtlerin ayaklanması için çalışmalar başladı.
Ortadoğu’da son durum..
Ortadoğu’da bir kez daha kısa vadeli kazançlar için uzun dönemli çıkarlar yok ediliyor. IŞİD ile mücadele ya da isyancı grupların kendi arasında çatışma derken ölenlerin tamamına yakın büyük çoğunluğu uğruna savaşılan Sünniler yok ediliyor. Sünni ölümlerin arkasında Suriye’de muhaliflere karşı Esat ile Irak’ta IŞİD’a karşı Bağdat hükümeti ile işbirliği yapan İranlı militanların payı büyük. Ama Sünni Tıkrit’in geri alınmasında IŞİD’a karşı Irak Kuvvetleri, Iraklı Kürtler, Bedr Tugayı ve Asaibal El-Hak dâhil olmak üzere Şii militanlar ve Amerikan hava kuvvetleri işbirliği yaptılar. Şii liderliğindeki orduların Diyala ve Kerkük gibi yerlerdeki zaferleri de sorun olmadı. Ancak, Irak-Suriye arasındaki Anbar eyaleti söz konusu olduğunda Şii müdahalesi istenmedi. Buna gerekçe olarak, savaşın mezhep savaşına dönüşebileceği, soykırım tehlikesi ve IŞİD’a sempatiyi provoke edebileceği gerekçe gösterildi (22). On yıllardır Körfez ülkeleri başta ABD olmak üzere Batıdan aldıkları silahlarla sürekli ordularını büyüttüler. Bu Araplar ile Batılılar arasındaki kirli ilişkilerin, monarşilerin her şeye rağmen ayakta kalması için yapılan pazarlıkların bir parçası idi. Öyle ki, Arap halkları bu kadar silah ve askerin nerede kullanılacağını soruyordu. Yemen, ilk defa Arap askerlerinin kullanılması ve monarşilerin bu sorgulamaya bir cevap vermesi için fırsat oldu. Ancak, bu Sünni orduları bir işe yaramıyor, Yemen’de bile ancak Batılıların istihbarat desteği ile iş yapabiliyor ama sonuç alamıyor. İşte ABD, size bundan daha fazla ordu için müsaade etmez. Kritik tüm kabiliyetleriniz hala Batıya bağımlıdır ve size verilen modası geçmiş ya da hassas aletleri olmayan oyuncaklarla idare edersiniz. Halen ABD’nin Körfez bölgesinde 35 bin askeri olup, bunu 3 bini Irak’ta orduya eğitim vermektedir.
Obama’ya göre; Arap ülkelerine en büyük tehdit aslında İran’dan değil, işsiz ve ideolojik çöküntü içindeki kendi halklarından geliyor. Bu rejimler ayakta kalmak için ABD’ye ABD’nin onlara duyduğundan daha fazla ihtiyaç duyuyor. ABD, silah karşılığı onlara demokrasi dayatmaya hazırlanırken artık petrol de Arap silahı olarak görülmüyor çünkü petrolün akışı ve fiyatı artık onların kontrolünde değil. Bu nedenle, Arap ülkelerinin ABD’nin İran ile yaptığı nükleer anlaşmayı şikâyet etmeleri umurunda değil. ABD’nin bir tarafı tutması için din, etnik kimlik ya da bölgesel rekabet değil, köpeğinin olmadığı bir savaşta kendi çıkarlarına hizmet etmesi önemlidir (23). Örneğin Yemen’de ABD’nin hedefi ülkenin doğusundaki Arap Yarımadası El Kaidesi iken Suudi Arabistan’ın El Kaide ile daha önce mücadele eden Husilere karşı harekâtı onu çok ilgilendirmemektedir. Öte yandan Arap ülkeleri İsrail’in ne aldığına bakmaz ama başka bir Arap ülkesi kendisinden fazla silah ya da yardım aldığında alçalmış olduğunu düşünür ve kızar. Öte yandan İsrail’in aldıklarını taklit etmeyi sever ve onlara verilenlerden isterler. Arap toplumları şiddetle yenileniyor; Arap hareketleri en az 9 ülkede çatışmalara yol açtı ve halen Irak, Suriye, Yemen ve Libya’da devlet kontrolü yok, İslami Devlet (IŞİD) en önemli sorun olarak coğrafyanın ortasında kontrolsüz güç gibi duruyor. Yezidiler, Hıristiyanlar, Şabak ve diğer etnik gruplar binlerce yıllardır yaşadıkları topraklardan başka yerlere sürgüne zorlanıyor ve gittikleri Lübnan, Ürdün ve Tunus gibi ülkelerin demografisini değiştiriyor. Mısır, Yemen, Libya, Suriye, Irak ve diğer ülkelerde ideolojik, dini, mezhepsel, etnik ve kabilesel farklılıklar toplumları gittikçe kutuplaştırıyor. Arap devletlerinde yönetimler çatırdıyor; Ayaklanmalar mevcut hükümet sistemlerinden memnuniyetsizliğin yayılmasına neden oldu. Bağdat, Sana, Tripoli ve Şam gibi başkentler ülkede kontrol kaybediyor; devlet, kimlik ve toplum konusunda yeni çözümlere ihtiyaç duyuluyor (24).
Sünniler için en büyük tehdit algısı İran ve İsrail’den geliyor. Bu yüzden 1980-1988 arasında İran ile savaşında Irak desteklendi hatta kışkırtıldı. Arapların yeni planında İran’a karşı içeride Kürtleri ve Pakistan sınırındaki Belucileri ayaklandırmak var (25). İran ise buna Sünni ülkelerdeki Şii azınlıkları harekete geçirerek cevap verecektir. Suudi Arabistan’daki Şiiler Yemen sınırına yakın bir stratejik bölgede yaşamakta ve ülke nüfusunun %10-15’i civarındadır. Her ne kadar İran’a karşı Suudi Arabistan ve İsrail aynı cephede gibi gözükse de, Mısır, İran ve Körfez ülkelerinin silahlanması her zaman İsrail’in yakın takibi altında oldu. Bununla beraber İsrail için Amerika kontrolünde silahlanan Sünniler henüz tehlike olmaktan çok uzaktadır. Sünni Arap orduları tarihte birbiri ile savaşan prenslerin kabilelerinden oluşuyor. Milli bir bakıştan ziyade kabile esasına göre bir araya gelmiş bu birliklerde komuta kademeleri de profesyonelliğe göre değil siyasi tercihlere göre kendi aile efradını birbirine bağlayan bir anlayışla oluşturulmuştur. Suudi ordusu bile Körfez güvenliği için ciddi bir güç sayılmaz, Yemen’deki harekâtta amacı Husileri güneyde sınırlayarak masaya çekmekten öteye gidemiyor. Nisan 2015’te Suudi liderliğindeki koalisyon Yemen’de ilk safhanın sona erdiğini açıkladı. Husi ayaklanmasının ülke dışına yayılması önlenerek harekât başarılı olmuş (26). Husiler, hala ülkenin büyük bölümünü kontrol ediyor. Yemen’de 23 Mart 2015’den Haziran 2015’e kadar Suudi hava kuvvetleri 2.500 sivil öldürdü ve nüfusun %80’i yani 20 milyon kişi insani yardım bekliyor. Arabistan’ın desteklediği Hadi’nin tekrar yönetimi ele geçirmesi ancak büyük bir kara harekâtı ile mümkün iken, İran Husileri silahlandırmaya devam ediyor. Yemen’de ABD çelişkiler içinde; bir yandan mezhep savaşı içinde yer almak istemiyor, geleneksel müttefiki Suudi Arabistan’ı desteklerken İran ile yakınlaşması önemli, diğer yandan İran’ın desteklediği Husiler yakın zamana kadar Yemen’deki El Kaide ile mücadelede en iyi ortaktı. Nitekim Suudi koalisyonunun Yemen’deki hava harekâtı El Kaide’nin güçlenmesine ve topraklarını genişletmesine yol açtı. Özetle Yemen’de ABD’nin Suudilere desteği konjonktüre göre her an taraf değiştirebilir (27). Suudi Arabistan, Selefi cihatçılığa karşı ve onunla mücadele ediyor görünmesine rağmen, ülke içinde ve dışında cihatçıların kaynağı olan okulları desteklemeye devam ediyor. Suudi monarşisi artık Vahabilikle de ittifakında bir yol ayrımına geliyor. ABD ise bütün bu ideolojik çelişkileri şimdilik Suudi krallığının ayakta kalması adına izlemeye devam ediyor (28).
ABD’nin Afganistan savaşı 14. yılına girdi ama hala ülkede 10 bin Amerikan askeri var. Kukla lider Hamit Karzai, ABD’nin kendisini yalnız bırakmasına öyle gücenmiş ki; ABD’nin yıllardır Afganistan’daki üslerinden Çin, Orta Asya, Rusya, İran, Pakistan ve İran’ı dinlediğini ve buna devam edeceğini ispiyonladı. Ortadoğu’da Sünnilerin gücü El Kaide, IŞİD ve Pakistan merkezli militan gruplardan geliyor ve Suudi Arabistan yıllarca bunların gelişmesini mali olarak destekledi. 1960’lı yıllardan beri Suudi Arabistan ve Pakistan çok yakın ilişki içindedir. Pakistan yeni kurulduğunda Suudi kralı Faysal, Pakistan’ı kendi yörüngesine sokmakta gecikmemişti. 1969’da Yemen’deki isyanda Pakistanlı pilotlar Suudilere yardım ettiler. 1991’de ise Pakistan birlikleri Körfez Savaşı’nda yer aldı. Yakın zamanda Suudi Arabistan, Navaz hükümetine döviz rezervleri için karşılıksız borç verdi. Ancak, geçen ay Pakistan, bu uzun vadeli müttefikinin çağrısına rağmen Yemen’de Husilere karşı savaşa katılmadı. Bunun ilk görünen nedeni artık Pakistan’ın Hindistan ve Afganistan ile ilişkileri karmaşık hal alırken Ortadoğu’ya birlik göndermek istememesi. Ancak, Pakistan sembolik bir askeri varlık bile göndermedi ve 15 Nisan 2015’de Pakistan Meclisi Yemen’de tarafsız kalmayı kabul etti (29). Pakistan artık Ortadoğu’nun mezhep savaşlarının bir parçası olmak istemiyor. Hele söz konusu olan 900 km. sınırı olan komşusu İran iken çünkü nüfusunun %25’i Şii ve bu nüfus tahrik edilebilir. Pakistan, İran’dan gaz almayı, ABD ile yaptığı nükleer anlaşmadan sonra yaptırımların kalkması ile ekonomik ilişkilerini geliştirmeyi istiyor. Diğer yandan ABD ile ilişkilerinin her an bozulabileceğini düşünen Pakistan, son aylarda İran, Türkiye ve Çin’e diplomatik ziyaretler yaptı. Çin ile 46 milyar dolarlık Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru projesi imzalandı. Pakistan-İran gaz hattı için Çin’in maddi destek sağlayacağı konuşuluyor. Özetle Ortadoğu’da ilişkiler her zaman daha iyi bir çıkar için değişebilir, sadakat yoktur.
Nisan 2015’den itibaren ABD’nin Mısır politikasında bazı değişimler yaşanmaya başladı. Obama, Ekim 2013’den beri Mısır’a söz verdiği ancak askıya aldığı silahların verilmesine onay verirken, silah alması için Mısır’a yaptığı nakit yardımlara son verdi (30). Artık kredi ile silah almak ayrıcalığı sadece İsrail’e ait. Bu ilk bakışta ABD’nin artık Mısır’ı stratejik ortak olarak görmediği ve askeri yönetime bir tepki şeklinde yorumlansa da, sonuç; Mısır üzerinde ABD etkisi azalıyor. ABD’nin tavrı Müslüman Kardeşler (MK) için bir tepki olarak da görülmemeli çünkü 2013’de MK de başlattığı ölüm-kalım savaşında Sisi’nin idamını istiyordu. Mısır ordusu Ekim 2013’den beri Sina’da, Ağustos 2014’den beri ise Libya’da cihatçılara hava saldırıları yapıyor. ABD’nin terör ile mücadele eğitimi teklifini reddeden Mısır, kendine yeni ittifaklar arıyor. Mısır şimdilerde Fransa ile 24 Rafale savaş uçağı için 5.5 milyar dolarlık anlaşma yaptı, Rusya ile 3.5 milyar dolarlık S-300 silah anlaşması da yoldadır. Mısır, komşusu Libya’daki istikrar konusunda en hassas ülke ve Tobruk’taki İslamcı olmayan hükümete elinden gelen desteği veriyor. Yemen’deki savaşa hava ve deniz kuvvetlerini tahsis eden Mısır, Libya’da siyasi bir çözüm bulunmasına çalışıyor. Uluslararası olarak tanınmış olan Tobruk Meclisi ile Tripoli’deki Ulusal Kongre arasında iktidar mücadelesi devam ediyor. Askeri alandaki iç savaş ise petrol üretimine zarar veriyor, halkı göçe zorluyor. Mısır ve BAE, Tobruk hükümeti yanında iken Türkiye ve Katar, İslamcıların Tripoli tarafını destekliyor (31). Libya’daki IŞİD ise iki tarafı da siyasi ve askeri olarak hedef alıyor. Libya’da barış ancak bir dış müdahale ile çözülebilecek gibi görünüyor. Arap hareketlerinin ilk başladığı yer olan Tunus’ta dört yıl sonra büyük bir kutuplaşma ve milli birlik hükümeti var. Cezayir sınırı boyunca yayılan cihat terörizmi, Libya’dan gelen ve artmakta olan kanunsuzluklar, eksi rejimin unsurlarının hükümet içinde yer alması gibi güvenlik sorunları yanında ekonomik kriz hepsinin ötesinde. Ama Amerikalılar her zaman olduğu gibi ekonomik yardımları yapısal ekonomik reformlar şartına bağlayarak (32), ülkeyi küresel sermayeye teslim etmeyi istiyor. Kesin olan artık Mısır ve ABD’nin yollarının ayrılmakta olduğu, öncelikleri ve dünyaya bakışlarının gittikçe farklılaştığıdır (33). ABD’nin demokrasi isteği değil, Ortadoğu’da laik rejimlere verdiği zarar ve IŞİD tezgâhının arkasındaki gerçek Amerikan yüzü bu ayrılığın ana sebebidir.
ABD ne yapmak istiyor..
ABD koalisyonun IŞİD’a yönelik hava harekâtı (İç Çözüm Harekâtı; Operation Inherent resolve) 9 ayını tamamladı. Dışişleri Bakanı Kerry, hava harekâtının bir savaş değil, terörle mücadele faaliyeti olduğunu açıkladı. ABD Merkez Komutanı artık IŞİD’in savunma olduğunu ve büyük bir harekât yapamayacağını söylemişti ki ardından Anbar eyaletinin en büyük şehrini Ramadi’yi ele geçirdi. Ramadi’nin ele geçirilmesi ile birlikte IŞİD, Anbar eyaletinin hemen hemen tamamını ele geçirirken, ABD’nin Eylül 2014’te ilan ettiği IŞİD stratejisi güya sorgulanmaya başladı. Bugüne kadar bu ABD’nin başını çektiği koalisyonun hava harekâtından IŞİD’i frenleme ve küçültme stratejisi bir işe yaramadı. ABD askerlerinin yayınladığı IŞİD’tan kurtarılan bölgeler daha çok İranlıların ve Kürtlerin gayretleri ile ele geçirilenler. Hava harekâtının üç yıl daha devam etmesi bekleniyor (34). Kürtlerin bu harekatta rolü IŞİD’a canlı çit olmak yani çevrelemek. Bu arada sözde özgürleştirmek için uğruna savaş yapılan siviller gittikçe yok olmakta. Hava harekâtı bir halka ilişkiler (PR) gösterisinden ibaret. Obama, Suriye’de Amerikan botu olmayacak demişti ama ülkenin her yerinde başta ABD’nin olmak üzere çeşitli ülkelerin Özel Kuvvetleri ve paramiliter grupları cirit atıyor. Bunlar sadece Suriyeli muhalif grupları eğitip-donatmıyor, hava harekâtını koordine ediyor, silahlı gruplara rehberlik ediyor. Son olayda ise ABD Kara Kuvvetleri’ne mensup Özel Kuvvetleri’nin (Delta Force), IŞİD içinde bazı seçilmiş kişilere suikast düzenlediği gazetelere yansıdı (35). IŞİD’in, Irak’ın en stratejik 10 şehrinden biri olan Ramadi’yi ele geçirmesine göz yumuldu. IŞİD, Ramadi’yi ele geçirirken ABD hava kuvvetleri kum fırtınası bahanesi ile ortada yoktu. 30 bin kadar savaşçısı olduğu söylenen IŞİD, Suriye ve Irak’ta istediği yerleri ele geçirirken, çölün ortasında açıkta hareket eden bu yapıya kimsenin bir şey yaptığı ve yapacağı yok, üstelik bahsettiğimiz yabancı ülke özel kuvvetlerinin IŞİD’in lider kadrosunu yönlendirdiğine de şüphe yok.
Türkiye, Irak ve Suudi Arabistan daha fazla Amerikan askeri için yalvartılıyor ama ABD tarafı 2016 seçimlerinden önce bölge politikasında önemli bir değişiklik olmayacağı mesajı veriyor (36). Kamuoyu algı yönetimi için 2009’da Afganistan’a daha fazla asker gönderen Obama’nın şimdi aynı hatayı Ortadoğu’da yapmak istemediği yazılıyor. Bu Amerikan askerinin bölgede buharlaştığı anlamına gelmiyor. 2009’da ABD’nin Afganistan ve Irak’ta 180 bin askeri varken, sözde çekildikleri halde bu rakam bugün hala 15 bin civarındadır. 2012 yılında açıklandığı gibi artık askeri ağırlık Asya-Pasifik’e kaymaktadır. Carter ve Reagan doktrinleri ABD’yi Ortadoğu’da güvenliğin garantörü olarak tanımladı. Bu ABD barışının yani müvekkil ülkelerde rejimlerin korunması demekti. Ama 11 Eylül 2001’den bugüne Ortadoğu’da rejim değişiklikleri kurgulanıyor ve bölge bir kaostan öbürüne geçerken gittikçe ufalanıyor, minyatürize oluyor. Yani Ortadoğu’daki büyük oyun bölgenin Balkanlaştırılmasıdır. BAE’nin ABD büyükelçisi Yusuf el Katib’in dediği gibi; “Tüm bölge parçalara ayrılıyor (37).” İşin asıl yüzü ABD, eskisi gibi istikrarlı ve güvenli bir Ortadoğu istemiyor. IŞİD’i yaratıyor ama daha sonra onu yok etmeye güçlerinin yetmeyeceğini söyleyerek (38), sadece çevrelemeye ve kontrol etmeye yönelik bir askeri stratejiye geçiyor. Ve bu strateji bugüne kadar sorunları daha da büyütmekten, Irak’taki bölünmeyi derinleştirmekten, Kürtlere toprak sağlamaktan başka bir şeye yaramadı. Açıklanan ABD stratejisine göre; karada Amerikan botu olmayacak ama Irak ordusuna eğit-donat programı uygulanacaktı. ABD’nin “geriden liderlik anlayışı” mümkün olduğu kadar az asker bulundurarak bölgesel işbirliklerinden faydalanmayı öngörüyor. ABD’nin bu askeri faaliyetleri ise drone kullanımı, istihbarat, siber faaliyetler ve özel kuvvetler ile sınırlandırılıyor (39). Hava harekâtı sadece Kobani ve Musul’da Kürtlerin harekâtını desteklemede işe yaradı. Fransız dışişleri bakanı Laurent Fabius geçenlerde koalisyonun Irak merkez yönetimine desteğini belirli siyasi şartların yerine getirilmesine bağladılar (40). Bu şartlar sözde Irak’ta daha kapsayıcı bir rejim oluşturmak adına Sünni tarafa daha çok yönetimde rol verilmesi gibi gösterilse de bu tavizlerin tam aksine ülkede bölünmeyi hızlandıracak adımların atılması anlamına da geliyor.
Batılı ülkelerin Suriye ve Irak’a asker gönderme olasılığı hala düşük olduğuna göre IŞİD ile mücadele koalisyon hava harekâtı, Irak ordusu ve Kürtlere kalıyor. Bunların dışındaki IŞİD karşıtı aktör ise İran ise belirli bölgelerde durdurabilir ama tamamen yok edemez. Özetle, IŞİD pek çok örtülü siyasi hesabın vasıtası olarak yaşatılıyor, yönlendiriliyor. IŞİD ne işe yarıyor;
- ABD’nin liderlik ettiği devletleri ve devlet dışı aktörleri bir araya tutmaya yarayan ve ne iş yaptığı belli olmayan bir koalisyonun tutkalı,
- Esat rejimi bir kenarda bekletilirken, İran ile yakınlaşma vasıtası,
- Suriye ve Irak’tan başlayarak uzun vadede tüm Ortadoğu’nun yeniden dizaynı,
- Bölge ülkelerinin ihtiraslarının frenlenmesi,
- Radikal İslamcıların bir çember içinde toplanarak, çarpıştırmak sureti ile imha edilmesi.
Amerikan özel kuvvetleri IŞİD’in öncü kuvvetleri olurken, büyük iş istihbarata düştü. Siber-istihbarat kısımda büyük bir algı yönetimi var. İnsansız hava araçları (Drone’lar) şimdilik Yemen’deki El Kaide ile meşgul. Diğer yandan Sünni-Şii mezhep çatışmasının tarafları birbirine bileniyor, Körfez ordusu kuruluyor; Mısır, Suudi Arabistan, Fas, Sudan ve Ürdün’ün kuracağı bu ordunun karargâhı Mısır’da ama komutanı Suudi olacak. NATO Avrupa Komutanı James Stavridis, bu orduyu Arap NATO’su olarak adlandırıyor (41) ama diğer tarafta ABD, İran tarafına yaklaşacakmış gibi gözükerek, Ortadoğu’da yeni bir safhaya hazırlanıyor. ABD için şu ana kadar olup biten “geriden idare etme”nin birer parçası ama bölgedeki Türkiye, Ürdün, Suudi Arabistan, Katar gibi işbirlikçileri huzursuz. ABD, kendi gündemini uygulamak için bu ülkeleri hem kullanmak hem de meşruiyet sağlarken, sonunda onları da yeni Ortadoğu’daki planına uyduracak değişimler bekliyor, bunlar net gözüküyor. Ortadoğu ülkelerinin rahatsız olduğu diğer bir konu bölgede yokmuş gibi gözüken Amerikan askeri varlığının aslında tüm ülkeler üzerinde klinik (surge) operasyonlar yaparak, onları içten içe yeniden kurguluyor olması. İran konusuna dönecek olursak, söz konusu yakınlaşmanın tıpkı Libya ve Suriye ayaklanmalarının kurgulanması sürecinde Batı ile bahar dönemi aldatmacasından farkı yoktur. İran senaryosu bu açıdan yeni bir safhaya girmektedir.
Önümüzdeki dönem; büyük savaş Musul’da..
Graham Fuller bugünkü resmi şu şekilde vermektedir; “İslam dünyasının geleceğine, önemli ölçüde İslami hareketlerin kademeleri arasında verilecek… Selefiler, Müslüman Kardeşler, AKP ya da diğer gruplar.. Müslümanlar seçmek zorundalar. Ve bu işe dâhil olmak zorundalar (42).” Yani diyor ki, savaşın, birbirinizi yok edin, ortalık temizlensin, zayıf düşün, biz de kalanlar ile devam edelim. Halen Türkiye ve Suudi Arabistan, ABD’yi El Nusra’yı terörist örgüt listesinden çıkartmaya ve IŞİD ile mücadele ederken, Esat’ı da düşürmeye ikna etmeye çalışıyorlar. Bunun için El Nusra içinde ABD’nin istemediği bazı isimlere yol verildi ve Alluş ile ittifak yolları aranıyor. Ceyş el İslam’ın lideri Alluş, Nisan sonunda İstanbul’a bir ziyaret yaptı. Ancak, El Nusra’nın El Kaide bağları kopacak gibi değil. Ankara, lobicilik için Amerikalı Demokrat Dick Gephart ile yılda 1.4 milyon dolara anlaşma yaptı. Gephart, ABD hükümetinin Suriye’de Erdoğan’ın Tekfir tugaylarını desteklemesini sağlayacak (43). Bağdat hükümeti ile Kürtler arasındaki bölünmede, Kürtleri yok edecek bir iç savaşa gerek kalmadan için işin kotarılması için bundan sonra sık sık iki taraf arasında barışçı çözüm, güven artırıcı görüşmeler sözlerini duyacağız. Irak’ın üçte biri hala IŞİD’in işgali altında, herkes IŞİD’tan şikâyet ediyor gözüküyor ama kimse ona karşı bir şey yapmıyor. Önümüzdeki dönemde IŞİD’in önceliğinin ikmal yollarını korumak ve daha çok eleman bulmak olacağı, saldırılarında esnekliğe devam edeceği, Suriye hükümeti ve isyancıların ise birbirinden çok IŞİD ile mücadele yoğunlaşacağı beklenmektedir. IŞİD, Halep’in kuzeyinde Türkiye sınırına yakın bölgede saldırılarına ve toprak kazanmaya devam ediyor. Halep ve diğer eyaletlerden aldıkları takviyelerle isyancı gruplar IŞİD ile bir denge sağladılar. IŞİD’in Halep’in kuzeyine verdiği önemin nedeni Türkiye’den ikmal ve insan kaynağı yollarının açık bulundurulmasıdır (44). IŞİD güneyde ise Palmira’dan sonra Esat ordusunun hava harekâtını önlemek için T4 hava üssüne saldırmaya hazırlanıyor.
Geçen yıl Özgür Suriye Ordusu ve PKK’nın YPG güçleri geçen yıl boyunca Türkiye’nin güneyindeki IŞİD’in kontrol ettiği bölgeyi zayıflatmıştı. Mayıs’ın (2015) son haftasında Özgür Suriye Ordusu’na bağlı olan Fırat Volkan grubu Rakka’nın kuzeyinde IŞID’a karşı Tal Abyad’ı ele geçirmek üzere saldırmaya devam ettiler. Kürt gruplar ise Hasaka’da ilerlemeye çalıştılar. Ancak, Suriye rejimi hala bir sona yakın değil ama İran etkisi ile konsepti bir dönüşüme uğruyor. S. Arabistan ve Türkiye, El Nusra ve Ceyş el İslam’a ılımlı İslam makyajı yapmaya çalışsa da ikisi de Selefi cihatçı yani El Kaide’den farkları yok. Böyle bir kadro ile Suriye’de rejim düşürse bile ortaya çıkacak durum eskisini rahmetle aratır. Özetle, IŞİD yok olsa bile arkada kalanlar yani Suriye’ye talip olanlar onları aratmayacak. Önümüzdeki dönemde çatışmaların Esat rejimini de hedef alması ile özellikle Batı sahillerinden Lübnan’a doğru göç olaylarında artış bekleniyor. Diğer yandan tarafların birbirine yönelik soykırım ve toplu katliam girişimleri de büyük bir risk oluşturuyor. Özellikle Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın arkasında olduğu silahlı grupların Alevilere yönelik soykırım girişimleri beklenmektedir (45). Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar Suriye’de kendi versiyonları bir hükümet kurmak için El Kaide uzantılarını çarpıştırırken ABD, Esat’ı devirerek durumu daha da zora sokmak istemiyor. Bu yüzden önceliği Esat değil, eğit-donat programları ile başka şeyler amaçlıyor. Suriye’yi sütü sağılacak bir inek ya da bir kabile, halife ya da El Kaide tarafından parça parça doğranacak bir ülke olarak görmüyor (46). IŞİD’i yok etmek istese idi öncelikle Esat’ı desteklemesi gerekirdi ama Suriye’yi çakallara da bırakmayacak. CIA, bir yandan suikastlerine devam ediyor. ABD suikast timleri Esat’ın çevresini oymak için uzun zamandır çalışıyor. Önce 2005’de İçişleri Bakanı General Gazi Kana öldürüldü. 2012’de Şam’daki Ulusal Güvenlik Karargâhı’na yapılan bombalama ise pek çok üst düzey asker ve sivil güvenlik yetkilisinin (Savunma Bakanı ve yardımcıları ile Ulusal Güvenlik Direktörü) ölümüne neden oldu. Mart 2014’de önce Suriye Savunma Ordusu’nun kuran ve Esat’ın kuzeni olan Hilal El-Esat öldürüldü. Bunu 27 Mart 2015’de Esat’ın diğer iki kuzeni Fawaz ve Muhammed’in öldürülmesi izledi. 24 Nisan 2015’te ise bu sefer istihbarat şefi Rüstem Gazali öldürüldü. ABD diğer yandan özel elçi John Allen ile bölgesel bir destek unsuru hazırlarken, CIA ise rejim içinde bir darbe hazırlığı içinde. Bu iş için tavsiye edilen CIA ajanı ise meşhur komplocu Robert Baer (47).
IŞİD, El Kaide’nin yeni, gelişmiş ve daha esnek bir mutasyonu ve dünya üzerinde önemli sarsıntılar yaratacak potansiyele sahiptir. El Kaide’den farklı olarak doğrudan ABD ve İsrail ile onların koalisyon ortaklarını hedeflememektedir (48). IŞİD’in stratejisi yakın düşman konsepti altında halifeliğin topraklarını genişletmek, bunun için de Şii bağlantılı Şam ve Bağdat rejimlerine saldırmak ile sınırlı tutulmuştur. Öte yandan dolaylı strateji kapsamında sosyal medya kullanılarak etki ve güç kullanarak yeni savaşçı ve göç etmek suretiyle yeni halk kazanmaya çalışıyor. IŞİD’in hem Irak hem de Ortadoğu için giderek artan bir tehdit haline gelmesiyle, Irak’taki siyasi ve güvenlik dengeleri değişmeye başlamış, yeni ayrışmalar, ittifaklar, denklemler ve aktörler Irak siyasetinin yönünü belirlemiştir. İlk başta Irak güvenlik güçlerine destek vermek amacıyla ortaya çıkan Haşdi Şaabi oluşumu, daha sonraki süreçte IŞİD’le mücadelenin ana aktörü ve yönlendiricisi konumuna yükselmiştir. Irak hükümetinin de destek verdiği bu oluşumu kurumsallaştırma çalışmaları devam ederken, süreç içerisinde milisleşmenin yaygınlaşması yeni sorunları beraberinde getirmiştir. Ortadoğu’da güç dengeleri 2003’teki Irak Savaşı, Arap Baharı ve IŞİD’in ortaya çıkışı ile sürekli bir değişim içindedir. Sürekli olarak bazıları daha güçlenirken, öbürleri kendini zayıflamış hissetmektedir. Karşılıklı güvensizlik sürerken şimdilik taraflar IŞİD’a karşı bir araya getirildiler. Irak’ın geleceğinde kuzeyi şekillendirecek büyük savaş Ramadi’den sonra Musul’da bekleniyor (49). İşte bu işler optimum bir noktaya geldiğinde IŞİD kendiliğinden ortadan kalkacak mı? Mesele ABD’nin nerede durabileceğini yani nasıl bir ortamda Ortadoğu’da çatışmaları durdurmak isteyeceğidir. IŞİD türü örgütlerin içinden geçeceği üş aşamalı plan Hizbullah ve Hamas örneklerinde olduğu gibi rasyonel olma, sosyalleşme ve iyi bir aktör olmaktır. IŞİD, Irak’ın ortasına bırakılacak canlı bir bomba yeni bir Sünni devletin kurucusu olabilir.
Sonuç..
Suriye ve Yemen’de halen mezhep savaşları devam ederken, Irak’ta Sünni ve Şiiler savaşın eşiğindedirler. Bölgeyi daha büyük düşmanlıklar ve savaşlar beklemektedir. Yeni Ortadoğu Planı Irak’ın üçe bölünmesini sonra Suriye’de denize yakın bir Alevi devleti, Halep civarında bir Sünni devlet ve Şam’da diğer bir Sünni devlet, Ürdün kuzeyi ve Golan civarında bir Dürzi devleti kurulmasını öngörmektedir. Daha sonra sıra İran’a gelecek, onu ABD’nin Arap dünyasındaki kadim dostlarındaki rejim değişiklikleri ve bölünmeler izleyecektir. Ortadoğu’nun sürüklendiği Suriye ve Irak’ta yaşanmakta olan mezhep savaşının arkasında Batının enerji kaynakları ile ilgili yeni planları var. Bu savaş 2008 yılında RAND Corp. tarafından hazırlanan bir rapora dayanarak (50), “uzun savaş” olarak nitelendirildi. Bu rapora göre petrol rezervlerinin bulunduğu bölgeler arasındaki kırılamaz hatlar kurmak için mezhep savaşlarından nasıl istifade edileceği anlatılmaktaydı. ABD dün olduğu gibi bugün de otoriter rejimleri destekliyor, diktatörü kovma oyunu ile Arap ülkeleri içinde film çeviriyor. Ortadoğu haritasında Afganistan, Libya, Suriye, Yemen, Somali ve diğerleri ABD’nin demokrasi getiren savaş uçakları sonucu imha oldular ve artık barış bu ülkelerde hiçbir zaman mümkün olmayacak. Tıpkı Irak, Afganistan ya da başka yerlerde olduğu gibi Ortadoğu’ya hiçbir zaman istikrar gelmeyecek, çünkü geleceğin istikrarsızlık tohumları ekilecek. Böylece, yeni müdahalelere gerekçe bulunacak, bölge ayarları kalibre edilecek, söz dinlemeyenler alaşağı edilecektir. Türkiye’nin yapması gereken şey oyunu bozmaktır. Bölgenin daha fazla bataklığa ve acılara gömülmesini önlemek için Suriye sevdasından vazgeçilmeli ve İran ile Irak’taki merkezi hükümetin desteklenmesi için işbirliği yapılmalıdır. Özetle, zaten zor ayakta duran mevcut ulus-devlet yapıları ve toprak bütünlükleri desteklenmelidir. Bunun için de din ve mezhep değil, milli çıkarlara uygun politikalara dönülmelidir. Unutmayın, Amerikan medyası ve sistemi yandaş değil, Amerikan’dır. Son söz Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeler için; “demokratik barış” diye artık sadece kendinizi kandırıyorsunuz. Kürt devleti boydan boya gözünüzün içine baka baka kuruluyor ve ancak, zor kullanmak oyunu bozar.
Doç. Dr. Sait Yılmaz
ulusalkanal.com.tr
Dipnot – Kaynakça
(2) New York Times: How Soft Power Got Smart, (Jan 14, 2009).
(3) Bakınız, Sait Yılmaz: Akıllı Güç, Kum Saati Yayınları, (İstanbul, 2012).
(4) Brooking Enstitüsü Saban Center: Middle East Memo Number 25, (August 2012).
(5) Radikal: Davutoğlu İle Türkiye’nin Suriye Politikasında Beş Aşama ,(26 Mayıs 2013).
(6) White House: Statement by President Obama on the Situation in Syria, (August 18, 2011).
(7) Kurt Nimmo: The Islamic State (ISIS) was “Instigated or Created by a Certain Intelligence Agency”: Vice-President of Iran, Global Research, (June 17, 2015).
(8) New York Times: Arms Airlift to Syria Rebels Expands, with Aid from CIA, (March 14, 2013).
(10) Hürriyet: Erdoğan’dan Önemli Açıklamalar, (20 Haziran 2015).
(11) Hürriyet: Erdoğan'dan Flaş Kobani Açıklaması, (25 Haziran 2015).
(13) Michael O'Hanlon: American boots needed in Syria, Brookings Institution, (May 21, 2015).
(14) Paul R. Pillar: Smart Targeting of ISIS, (May 27, 2015).
(15) Global Research: Kurds Retake Town of Tal Abyad, US Warplanes Strike Iraqi Army and Popular Forces, Deliver Weapons to ISIS, (June 18, 2015).
(17) Jack A. Smith: Obama in the Middle East: From Bad to Worse, Global Research, (June 18, 2015).
(18) Dov S. Zakheim: The Only ISIS Strategy Left for America: Containment, National Interest, (May 23, 2015).
(19) Daniel R. DePetris: Is Iraq's Military Hopelessly Incompetent? Small Wars Journal, ( May 21, 2015).
(20) Patrick Cockburn. Syrian Civil War: Jabhat al-Nusra's Massacre of Druze Villagers Shows They're Just as Nasty as Isis, The Independent (UK), (June 14, 2015).
(21) Sean Mirski: Aftermath: Preparing for a Post-ISIS Middle East, Harvard Law Review, (April 24, 2015).
(22) Lauren Williams: Will the Iran Deal Destroy Iraq?, National Interest, (April 13, 2015).
(23) Paul R. Pillar: Currying Favor at Camp David, (May 12, 2015).
(24) Maha Yahya: 3 Big Trends That Will Shape the Arab World, Carnegie Middle East Center, (May 11, 2015).
(25) Brian M. Downing: Gulf Armies Are Doomed in Yemen, (April 13, 2015).
(26) Patrick Megahan, Oren Adaki: Containment: The Gulf States' Game Plan for Yemen, Foundation for Defense of Democracies, (May 4, 2015).
(27) Amir Handjani: Obama's Nightmare in Yemen, National Interest, (May 4, 2015).
(28) Robert G. Rabil: Why America Needs to Beware of Saudi Wahhabism, Florida Atlantic University, (May 18, 2015).
(29) Charlotte Kennedy: How Pakistan Plays the Middle East, The National Interest, (May 7, 2015).
(30) Eric Trager: Obama Wrecked U.S.-Egypt Ties, Washington Institute for Near East Policy, (April 8, 2015).
(31) Karim Mezran: War in Yemen = Peace in Libya? Atlantic Council's Rafik Hariri Center for the Middle East, (April 7, 2015).
(32) Karim Mezran, Lara Talverdian: Why America Needs to Support Tunisia Now, Natinon Interest, (May 18, 2015).
(33) Steven A. Cook: The Long U.S.-Egypt Goodbye, Council on Foreign Relations (CFR), (April 6, 2015).
(35) Michael O'Hanlon: American boots needed in Syria, USA Today, Brookings Institution, (May 21, 2015).
(36) A.Trevor Thral, Erik Goepner, Maxwell Pappas: The Glaring (Ir)Relevance of Ramadi, Cato Institute, (May 22, 2015).
(37) Wall Street Journal: Unscathed by Mideast Turmoil, Gulf Monarchies Try to Lead Arab World, (April 16, 2015). http://www.wsj.com/articles/unscathed-by-mideast-turmoil-gulf-monarchies-try-to-lead-arab-world-1429175468
(38) Reuters: Islamic State threat 'beyond anything we've seen': Pentagon, (August 21, 2014).
(39) James Cook: Why 'Leading from Behind' in the Middle East, U.S. Naval War College, (April 27, 2015).
(40) George Petrokelas: America's Catch-22 in Iraq, CDA Institute, (May 28, 2015).
(41) James Stavridis: The Arab NATO, Foreign Policy, (April 9, 2015).
(42) Graham Fuller: Turkey and Arab Spring, Leadership in the Middle East Paperback, Bozorg Press, (2014), p.78.
(43) Press TV: Turkey hires ex-CIA head for lobbying in US: Report, (May 10, 2015). http://presstv.ir/Detail/2015/05/10/410297/Turkey-US-CIA-Director-Porter-Goss-Lobbying-Kelly-Syria
(44) Stratfor: How Islamic State Victories Shape the Syrian Civil War, (June 2, 2015).
(45) Bob Bowker: Syria's Next Potential Crisis Could Turn the Middle East Upside Down, (May 20, 2015).
(46) Frederic C. Hof: Explained: How to Save Syria and Destroy the Islamic State, Atlantic Council's Rafik Hariri Center for the Middle East, (April 28, 2015).
(47) Robert G. Rabil: Syria's Changing Strategic Landscape, Florida Atlantic University,( May 5, 2015).
(48) Kumar Ramakrishna: Revealed: The Islamic State's Two Most Powerful Weapons, ASPI’s The Strategist, (May 20, 2015).
(49) James Cook: Why America Needs Boots on the Ground in Iraq, U.S. Naval War College, (June 2, 2015).
(50) Christoper G. Perrin, Brian Nichiporuk, Dale Stahl, Justin Beck, Ricky Radaelli-Sanchez: Unfolding the Future of the Long War: Motivations, Prospects and Implications for the U.S. Army, RAND Corp., (Santa Monica, 2008).