ASR-I SAADET, HULEFÂ-İ RÂŞİDİN VE EMEVİLER DÖNEMİNDE
FİKİR HÜRRİYETİ ÜZERİNE BAZI MÜLÂHAZALAR
(İstişare, emri bi'l-ma'ruf nehyi ani'l-münker ve muhalefet kavramları
bağlamında)
Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU*
Anahtar Kelime : Fikir hürriyeti, İstişare, Emeviler, Hulefâ-i Râşidin
A- Giriş
İslâm'ın getirdiği evrensel ilkelerden birisi, belki de en önemlisi tevhîd
inancıdır. Tevhid, Allah'tan başka ilâh ve rab tanımamak, sadece ona kulluk
etmektir. Böylesi bir inancı benimseyen insanın, Allah'tan başka kendi üzerinde bir
varlık tanıması, onun karşısında eğilip, zilleti kabullenmesi mümkün değildir.
İnsanın, sadece kendisini yaratan karşısında sorumluluk hissetmesi, kendisinin
özgürlüğü demektir. Kur'an, insanların temel hak ve hürriyetleri konusunda hiçbir
kısıtlama getirmemiştir. Aksine başkalarının hürriyetini zedelememek şartıyla her
insanın fikrini açıklamasını temel ilke olarak kabul etmiştir. Kur'an hiçbir emir ve
tâlimatı insanlara baskı ile, peşin hüküm/önyargı ile, düşünmeksizin beyin
yıkayarak kabul ettirmek istemez. Zaten özgürce düşünmenin şartlarından biri de
hiçbir peşin fikrin benimsenmemiş olmasıdır. Allah'ı tanımayan veya ona ortak
koşanlara yasak koyma ve baskı kurma yerine, onları özgürce düşünmeye çağırma
metodunu seçmiştir1.
Özgürce düşünmenin önünde bir takım engeller bulunmaktadır. Fikir
hürriyetinin olması için söz konusu engellerin ortadan kaldırılması gerekir. Bunların
başında hoşgörüsüzlük, taklitçilik, baskı, geleneklere aşırı bağlılık ve rahatlık
gelmektedir. Eğer bir toplumda bunlar hakimse, o toplumda düşünce üretmekten ve
fikir hürriyetinden bahsedilemez2. Emevîler döneminde söz konusu unsurlar hakim
olduğu içindir ki, farklı mezhep ve doktrinler doğup gelişememişlerdir. Bunlan
ancak Abbâsîler döneminde gerçekleşebilmiştir. Bu da, Abbâsîlerin, Emevîlerden
farkını ortaya koymaktadır.
* Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Tarihi Öğretim Üyesi.
1 Konu ile ilgili ayetler hakkında bkz. Bakara, 2/164-171, 259, Al-i İmran, 3/137, A'raf, 7/185, Yusuf,
12/109, Gafir, 40/21, Rum, 30/8,9,10, Abese, 80/24, Ğaşiye, 88/17 vb. Kur'an'da doğrudan doğruya
mü'minleri düşünmeye çağıran yaklaşık 200 civarında ayet bulunmaktadır. Bu da göstermektedir ki
İslam, insanın düşünmesine ve düşündüğünü açıkça ifade etmesine işaret etmektedir.
2 Yunus Vehbi Yavuz, İslam'da Düşünce ve İnanç Özgürlüğü, İstanbul ty, s. 40.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni. Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU
İslam, kimseyi inanmaya zorlamadığı gibi, sadece belli şeyleri düşünmeye,
yahut bir takım insanların düşündüklerini kopye ederek kendi düşüncesini ipotek
altına almaya, veya öncekilerin düşündüklerinden farklı bir şeyler düşünmemeye
zorlayan hiçbir emir ve yönerge getirmemiştir. Aksine insanları düşünerek,
araştırarak, tatmin olarak inanmaya ya da inanmamaya çağırmaktadır. Her şeyden
önce, bütün emir ve yasaklarında akıl sahibi insanı muhatap kabul eden bir dinin,
aklın en doğal fonksiyonu olan düşünce özgürlüğünü ortadan kaldırması
düşünülemez.
Düşünce üretmek kadar üretilen düşünceyi açıklamak da önemlidir. Düşünce
yalnız başına gelişemez. Bunun için elde edilen düşüncelerin ifade edilmesi,
müzakere edilmesi gerekir. Herkes düşündüğünü açıklarsa, farklı düşünceler ortaya
çıkar. Farklı görüşlerin ortaya çıkması da, ancak istişare, iyilikleri tavsiye
kötülükleri uyarma ve muhalefet ile gerçekleşir.
İslâm dîni, fikir hürriyetini, ferdin doğuştan beraberinde getirdiği tabiî
hakları olarak görmektedir. Kur’an'daki 'şû'râ, emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'lmünker'
kavramları, bunun varlığına birer delildir. Bunlardan birincisi olan şûrâ,
İslâm yönetim anlayışının en önemli nitelik ve özelliklerindendir3. Fikir açıklama
hürriyeti, istişare prensibi dolayısıyla tatbik alanı bulmaktadır. Bunu, Kur’an da
açıkça beyan etmektedir: "..aralarındaki işleri şûrâ iledir"4, "Devlet işlerinde
mü'minlerle istişarede bulun"5. Söz konusu ayetler, bize önemli bir prensip
vermektedir: Bu da, özellikle dünya işlerinde insanların birbirlerine danışmalarıdır.
Danışmak, başkalarının görüşünü almak, ona değer vermektir. Kısacası şûrâ
konusu, müslümanlar arasında görüş alış-verişini anlatan tüm uygulamaları
kapsayan genel bir kavramdır. Başka bir ifadeyle "bir şahsın başkalarından tavsiye
veya fikir istemesi anlamına gelmeyip; eşit zeminde karşılıklı tartışma yoluyla
karşılıklı dayanışmayı" ifade etmektedir6. Hz. Peygamber, bu mekanizmayı ömrü
boyunca işletmiştir.
İkincisi ise, iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak anlamına gelen emr-i
bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker'dir. İyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak, İslâm
toplumunun yükümlü tutulduğu inanç, ibadet, siyaset, ahlak ve hayat nizamı gibi
alanlarla ilgili düşünülmektedir. Konu ile ilgili Kur’an’da zikredilen ayetlerden
bazılarını burada vermek istiyoruz: "Onları biz yeryüzüne yerleştirirsek namazı
kılar, iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. İşlerin sonucu Allah’a aittir”7;
"İçinizden iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan bir topluluk olsun. İşte onlar
3 Muhammed Yusuf Musa, Nizamü’l-Hükm fi’l-İslam, Kahire ty, s. 177-178; Kahtan Abdurrahman edDûrî,
eş-Şûrâ Beyne’n-Nazariyye ve’t-Tatbik, Bağdat 1974, s. 27-29; Servet Armağan, İslam
Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, Ankara 1987, s. 135-138.
4 Şûrâ, 38.
5 Al-i İmran, 3/159.
6 Fazlur Rahman, "İslam'da Şûrâ İlkesi ve Toplumun Rolü", çev. Adil Çiftçi, İslâmiyât, Ankara 1999,
cilt, 2, sayı:2, s. 159.
7 Hacc, 41.
Asr-_ Saadet, Hulefâ-i Râ_idin ve Emeviler Döneminde Fikir Hürriyeti Hata!
Bilinmeyen anahtar değişkeni.
kurtuluşa erenlerdir"8; "Mü’min erkekler ve mümin kadınlar, birbirlerinin
velisidirler, iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar”9. Buna benzer ayetler Kur'an'da
çoktur10. Ancak, bizim böyle bir çalışmada hepsini burada vermemiz mümkün
değildir. Zaten konu ile Tefsir kitaplarının dışında müstakil çalışmalar da
yapılmıştır11.
Kur’an, emr-i bi'l-ma'rûf ve nehy-i ani'l-münker'in işleme konulmamasından
dolayı İsrail oğullarının lânetlendiğini ifade etmektedir. Bu da, bize bu konunun ne
derecede önemli olduğunu göstermektedir: "İsrail oğullarından inkar edenler,
Dâvud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lânetlenmişlerdi. Bu, haksız yere
başkaldırmaları ve aşırı gitmelerindendir. Onlar birbirlerinin yaptıkları fenalıklara
engel olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi”12. Konuyla ilgili İbn
Mes’ûd’un, Hz. Peygamber’den şöyle bir rivayeti bulunmaktadır: “İsrail oğullarının
başına gelen musibetlerden birisi, bir adam başka birisiyle karşılaşınca ona: “Be
adam! Allah’tan kork, şu yaptığını bırak. Çünkü, bu sana helal değildir.”
dememesinden kaynaklanmaktaydı. Ertesi gün aynı adamı aynı işi yaparken
görünce, onu bu işten alıkoymazdı. Böyle yaptıkları için, Allah onların kalplerinden
birbirine karşı sevgiyi giderdi. Sonra Rasûlullâh yukarıdaki ayeti okudu ve şöyle
buyurdu. “Hayır! İyiliği emredeceksiniz, kötülükten alıkoyacaksınız. Yoksa Allah
kalplerinizi birbirinize karşı çevirir ve onlar gibi lanetler”13.
Hz.Peygamber de sözleriyle 'emri bi'l ma’ruf ve nehyi ani'l münker'in
önemini belirtmiş, hatta bunu iman ile özdeşleştirmiştir. Müslim’in, Ebu Said elHudrî’den
rivayet ettiği hadis şu şekildedir: “Sizden biri, bir kötülük gördüğünde
onu eliyle düzeltsin, gücü yetmezse diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalbi
ile buğzetsin. Fakat bu, imanın en zayıf şeklidir”14. İşte Hz.Peygamber döneminde
insanların, hem Kur’an’ın hem de Peygamber’in bu tür teşvikleriyle özgürce
muhalefetlerini ortaya koymaları, bir anlamda fikir hürriyetinin gelişimini
sağlamıştır. Maalesef daha sonraları, özellikle Emevîler döneminden itibaren bu
eylem, yani iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, Hisbe adıyla15
kurumsallaşmışsa da bunun toplumun her kesimini kapsamadığını görmekteyiz.
Hisbe teşkilatının görevlerinden birisi, iyiliği emretmek kötülükten sakındırmaktır;
ancak bu teşkilat, görevini sadece vatandaşa karşı yapmaya çalışmış, idareciler
8 Al-i İmran, 104.
9 Tevbe, 71.
10 Al-i İmran, 104, 110, 114, Maide, 78-79, A’raf, 157, 199, Tevbe, 67-71, 112, Hacc, 41, Lokman, 31.
11 Seyyid Celalddin el-Ömerî, Emri bil Ma’ruf ve’n-Nehy ani’l-Münker, Kuveyt ty.
12 Maide, 78-79.
13 Nevevi, Riyazü’s-Sâlihın, Medine ty, s. 92-93.
14 Müslim, Sahih, Kahire ty, İman 78; Ebu'l-A'lâ el-Mevdûdî, Hilafet ve Saltanat, çev. Ali Genceli,
İstanbul 1966, s. 82-85.
15 Hisbe ile ilgili geniş bilgi için bkz. İbn Teymiyye, Bir İslam Kurumu Olarak Hisbe, çev. Vecdi
Akyüz, İstanbul 1989; Hayreddin Karaman, “İslam’da İctimai Terbiye ve Kontrol: İhtisab
Müessessi” İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, İstanbul 1988, II, 688-714, Yusuf Ziya Kavakçı,
Hisbe Teşkilatı, Ankara 1975; Cengiz kallek, "Hisbe", D. İ. A., İstanbul 1998, XVIII, 133-142.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni. Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU
içinse pek etkili olamamıştır. Halbuki Peygamber döneminde herkes bunu yerine
getirmekle mükellef idi16.
B-Asrı Saadet Döneminde Fikir Hürriyeti
Hz. Peygamber, insanın Allah'a itaat ile insanlar arasındaki ilişkilerde nasıl
bağımsız olabileceğini, ne gibi bir fikir hürriyetine kavuşacağını sözleri ve kendi
hareketleri ile ortaya koymuştur. Onun telkin ve davranışlarına uyan sahabeler,
Allah'a itaat ve bağlılık ile insan hak ve hürriyetlerine saygı konusunda eşine
rastlanmayan bir topluluk oluşturdular. Hz. Peygamber'in sahabîleri ve diğer
müslümanlar, demokratik ve özgürlükçü düşüncelerle yetişip bu konuda
erişilemeyecek örnekler verdiler. Müslümanlar fikir ve söz hakkını sonuna kadar
kullanabiliyorlardı.
Rasulullah, verdiği kararları hiçbir zaman ferdî olrak değil, aksine ashabı ile
istişare sonucunda verirdi. Onların görüşlerini dinler, sonra çoğunluğun fikrine göre
kendi kararını açıklardı. Sahabenin Hz. Peygamber ile fikir hususunda mücadele
etmesi, toplumsal gelişmenin temelini oluşturmuş, insanların tam bir güven ve
şahsiyet kazanmasını sağlamıştır17.
Hz. Peygamber döneminde fikir hürriyetini iki açıdan değerlendirebiliriz:
Bunlardan birincisi vahiy; diğeri ise, vahiy dışı konuları içeren hususlar ile ilgilidir.
Birincisi, müslümanlarca uyulması zorunlu olan hususlardır. Bu konuda
insanların fikir beyan etmeleri sözkonusu olamaz. Ancak onlar hakkında
yorumlarda bulunabilirler. Çünkü inanç ve ibadetlerle ahlak ilkeleri belirlenmiş
olup kesin hükme bağlanmışlardır. Bu, insanların fikir hürriyetlerinin ortadan
kalkması anlamına gelmez. Çünkü, bu yolla gelen emirlerin, nehiylerin, ya da
tavsiyelerin, insanlığın yararına olduğunu, yine vahyin kendisi açıklamaktadır18.
İkincisi ise, Peygamber’in insan olması özelliğinin beraberinde getirdiği
vahiy dışı dünya işleriyle ilgili her durumu içermektedir. Bunlar ise, şûrâ, düşünce
ve şahsî kanaat (ictihat) konuları olup bunun örnekleri pek çoktur. Biz burada
Peygamber'in herhangi bir konuda sahabeye düşüncelerini sorması, onların
fikirlerini alması ile ilgili bir takım tarihî olaylardan örnekler vereceğiz:
1-Hz.Peygamber, Akabe'de Medinelilerden kendisine bey'at alırken,
insanların doğru bildikleri konularda hiçbir kimsenin kınamasından çekinmeden
ortaya koymalarını istemiştir19. Bu da, fikir hürriyetinin, Peygamber'in daha
Medine'de devletin temellerini atarken ortaya koyduğunu göstermektedir.
16 İbn Hazm’a göre, toplum, hiçbir muhalefet göstermeksizin, iyiliği emretmek ve kötülükten
alıkoymanın gerekliliği görüşündedir. Geniş bilgi için bkz. İbn Hazm, el-Fisal fi’l-Milel ve’l-Ehva
ve’n-Nihal, Mısır 1321, IV, 170-176; Nevin Abdülhalık, İslam Siyâsî Düşüncesinde Muhalefet, çev.
Vecdi Akyüz, İstanbul 1990, s.120-124.
17 Vehbi Yavuz, s. 64-65.
18 "Allah, insanları savunur. O hiçbir hain ve nankörü sevmez.." 22/28
19 İbn Hişam, es-Sîretü'n-Nebeviyye, thk. Muhammed Ali vd., Beyrut 1995, II, 86; ez-Zebîdî, Sahih-i
Buhari Muhtasarı ve Tecrid-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, çev. Kamil Miras, Ankara ty., XII, 322;
Ahmet Önkal, "Akabe Biatları", DİA. , İstanbul 1989, II, 211.
Asr-_ Saadet, Hulefâ-i Râ_idin ve Emeviler Döneminde Fikir Hürriyeti Hata!
Bilinmeyen anahtar değişkeni.
2- Bedir seferi esnasında, Mekke ordusunun Medine üzerine yürüdüğü
öğrenilince, Rasulullah, savaşa çıkıp çıkmama hususunda karar verilmesi için
ashabını toplantıya çağırdı ve onlarla durum değerlendirmesi yaptı
20. Sahabenin
onayını aldıktan sonra savaşa karar verdi.
3-Bedir savaşında Hz. Peygamber, Kureyş’ten önce suya varmak istiyordu.
Medine’ye çok yakın bir kuyunun yanında konakladı. Sahâbî Habbâb b. Münzir21
ise, söz konusu yerin savaşılabilecek iyi bir yer olmadığı görüşündeydi. Ancak o,
kendi görüşünü açıklamadan önce Hz.Peygamber’e: “Ey Allah’ın Rasulü! Bu kendi
görüşünüz mü, yoksa vahye dayalı bir hüküm mü?” diye sordu. Hz. Peygamber,
bunun vahiy olmayıp kendi fikri olduğunu söyleyince Habbâb: "Ey Allah’ın
Rasulü! Burası savaş için uygun bir yer değil. İnsanları düşmana daha yakın bir yere
yürüt de orada konaklayalım" dedi. Bunun üzerine Hz.Peygamber, kendi
görüşünden vazgeçerek Habbâb’ın düşüncesini kabul etti22. Çünkü konu, vahiyle
ilgili bir husus değildi.
4-Rasulullah, Bedir savaşı sonrasında ele geçirilen esirlere yapılacak
muamele konusunda ashabın fikirlerine mürâcat etti. Ebu Bekir, esirlerin,
müslümanların yakın akrabaları olduklarını, bu yüzden de kendilerinden fidye alınıp
salıverilmelerinin daha uygun olacağını söyledi. Ayrıca Ebu Bekir'in düşüncesine
göre, alınacak fidyeler ile düşmana karşı güç elde edilmiş olunacaktı. Ancak Ömer,
Ebu Bekir gibi düşünmediğini, bunların öldürülmelerinin gerektiğini belirtti.
Rasulullah, Ebu Bekir'in görüşünü tercih ederek esirlerin fidye karşılığı serbest
bırakılmalarına karar verdi23. Fakat bu konuda vahiy, Ömer’in görüşünü doğruladı:
"Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak hiçbir peygambere
yakışmaz"24.
5-Hz. Peygamber, Uhud savaşına çıkarken ashabıyla istişare sonucu,
çoğunluğun isteği üzerine Medine dışında savaşılması görüşünü kabul etti. Halbuki
Peygamber ile sahabeden ileri gelenler, şehrin tahkim edilmesinin ve düşmanla
şehirde karşılaşmanın daha doğru olacağı yönünde fikir beyan etmişlerdi25. Sonuçta
20 İbn Hişam, II, 233; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1993, II,
892; M.Asım Köksal, İslam Tarihi, İstanbul 1981, I, 105-107.
21 Hubâb b. Münzir şeklinde de okunmaktadır.
22 İbn Hişam, II, 238; Köksal, I, 111; Hamdi Döndüren, "Sebeb-İllet-Hikmet Açısından Kur'an
Hükümlerine Bir Bakış", Kur'an-ı Anlamada Tarihsellik Sorunu Sempozyumu, İstanbul 2000, s. 91.
23 el-Vakıdî, Kitabü'l-Meğâzî, nşr. M. Jorden, Londra 1966, I, 106; İbn Kayyım el-Cevzî, Zâdü'l-Meâd,
Kahire 1950; II, 67; Hamidullah, II, 893; Ahmet Özel, İslam Devletler Hukukunda Savaş Esirleri,
Ankara 1996, s. 31-37; Köksal, I, 171-172; Vehbi Yavuz, s. 64; Döndüren, s. 93; Ahmet Özel, "Esir",
DİA., İstanbul 1995, XI, 383; Rıdvan Nizamoğlu, "Örnek Şahsiyeti ve Eseri İle Peygamberimiz",
Diyanet İlmî Dergi, Özel sayı, Ankara 2000, s. 127; Muhittin Akgül, "Hz. Peygamber'in İsmetiyle
İlgili Bazı Ayetlerin Yorumu, Diyanet İlmî Dergi, Özel sayı, Ankara 2000, s. 253-255.
24 Enfal, 67-68.
25 İbn Hişam, III, 58; Hamidullah, II, 892-893; Ahmet Akbulut, Sahabe Devri Siyâsî Hadiselerinin
Kelâmî Problelere Etkileri, İstanbul 1992, s. 39; Adem Yerinde, " Hz. Peygamber'in İctihadı
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni. Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU
Uhud savaşının müslümanlar aleyhine sonuçlanması üzerine, bu teklifte bulunanlar
kendilerini suçlamak istemişlerse de Peygamber, bu konuda kesinlikle onları
suçlamamıştır.
6-Hendek savaşı yaklaşık bir ay kadar uzayınca Rasulullah, sahabenin
korkusunu gidermek için, muhasaraya Mekkelilerin yanında katılan Gatafân
kabilesinin liderleri Uyeyne b. Hısn ve Hâris b. Avf ile gizlice görüştü.
Görüşmesinde Kureyş'e destek olmamaları karşılığında Medine hurma hasılatının
üçte birini vermeyi teklif etti. Rasulullah, anlaşmayı imzalamadan önce Sa'd b.
Muaz ve Sa'd b. Ubâde ile istişare etti. Sa'd b. Muaz, bunun vahye değil
Rasulullah'ın düşmanın gücünü bölmek düşüncesine dayandığını öğrenince şöyle
dedi: "Biz ve onlar Allah'a ortak koşar ve putlara tapardık. O dönemde onlar bizim
misafirimiz olmadıkça veya satın almadıkça bir tek hurmamıza bile göz dikemezdi.
Şimdi İslam ile şereflendiğimiz bu sırada mı onlara mallarımızı vereceğiz?". Bunun
üzerine anlaşma yapmaktan vazgeçildi26. Burada Hz. Peygamber, Sa'd'ı haklı
bularak kendi görüşünde ısrar etmemiştir
7-Hz. Peygamber, Hendek savaşında durumu ashabı ile görüştü ve sonunda
savaşçı bir milletten gelerek İslâm'a giren Selmân-ı Fârisî'nin teklifi olan, şehrin
zayıf ve açık taraflarını korumak için Medine'nin etrafında hendek kazılması fikrini
kabul etti27.
8-Hz. Peygamber, Benî Mustalık gazvesi dönüşü esnasında münafıklar
tarafından eşi Aişe'ye karşı uydurulan ve bazı müslümanların da katıldığı İfk
olayında, ashabı ile istişare etti. Sahabilerin çoğunluğu, Aişe'nin ma'sumiyetine
tanıklık ederken, bir kısmı münafıkların yaydığı yalana inandılar. Hz.Ali ise,
Peygamber'den eşini boşamasını teklif ederek, sıkıntıdan bir an önce kurtulmasını
istedi. Ancak vahiy28 inerek Ali'nin ve bu olaya katılan sahâbîlerin tutumunu
reddederken, münafıkların yaydığı habere destek vermeyenlerin görüşünü
onayladı
29.
9-Huneyn savaşının ardından ganimetlerin dağıtımı esnasında küçük bir
ihtilaf ortaya çıktı. Ensar, bazı kimselere ganimet mallarının gerektiğinden çok fazla
dağıtılmasına itiraz etti30. Hz. Peygamber onları yanına çağırdı ve "Ben Allah'ın
peygamberiyim, ne istersem yaparım" demedi. Aksine, demokratik bir sistemde
Meselesi", Diyanet İlmî Dergi, Özel sayı, Ankara 2000, s. 381. Hz. Peygamber, bu toplantıda pek
çok sahabinin görüşlerine müracaat etmiştir. Bkz. Köksal, III, 63-68.
26 İbn Hişam, III, 202-203; Hamidullah, II, 893; Hayreddin Karaman, "Asr-ı Saadette Rasulullah'ın
Davranışlarının Bağlayıcılığı", Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Komisyon, İstanbul 1994, I,
475; Döndüren, s. 91; Akbulut, s. 42.
27 Köksal, V, 208.
28 Nur, 11-23.
29 İfk olayı hakkında geniş bil.için bkz. Abdurrahman es-Süheylî, er-Ravzü'l-Unûf fi Şerhi's-Sireti'nNebiviyye
li İbn Hişam, thk. Abdurrahman el-Vekil, by ty, VI, 437-440; Said el-Haviyy, el-Esâs fi'sSünne
ve Fıkhihâ, by 1989, II, 727-738.; Muhammed Hudarî, Nurü'l-Yakîn fi Sîreti Seyyidi'lMürselîn,
thk. Nâyif el-Abbas, vd, Beyrut 1989, s. 162-166; Abdüsselam Harun, Tehzîbü Sîreti İbn
Hişam, Kahire ty, s. 202-207; Köksal, V, 68-72.
30 İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübrâ, Beyrut 1960, II, 158.
Asr-_ Saadet, Hulefâ-i Râ_idin ve Emeviler Döneminde Fikir Hürriyeti Hata!
Bilinmeyen anahtar değişkeni.
hürriyetçi bir liderin tavrıyla ganimet mallarının dağıtımının neden böyle yapıldığını
açıkladı. Yani peygamberliğini karşısındakileri sindirmek amacıyla bir silah olarak
kullanmadı. Ensarın kabaran duygularını yatıştırdı, akıl ve mantığa göre hareket
etmelerini sağladı. Onlar da evlerine memnun bir şekilde döndüler.
Hz. Peygamber'in bu davranışı, sadece sahabîlere, yakınlarına ve toplumun
üst tabakasında yer alanlara karşı değildi. Aynı alçak gönüllülüğü, açıkkalbliliği ve
yumuşak tavrı toplumun en alt tabakasında yer alan köle ve hizmetçilere karşı da
gösteriyordu. Kölelere fikir hürriyetini o verdi. Belirtildiğine göre Berîre adlı cariye
kocasından nefret ediyor, ama kocası onu bırakmak istemiyordu. Hatta ona öylesine
aşık olmuştu ki, caddelerde, sokaklarda onun için ağlıyordu. Olayı duyan
Peygamber, cariyeye kocasına dönmesini söyledi. Kadın, "Ey Allah'ın Rasulü, bu
bir emir midir?" diye sordu. Hz. Peygamber "Emir değil, tavsiyedir" deyince, kadın
"eğer bu tavsiye ise, ben onun yanına gitmek istemiyorum" dedi31. İşte Hz.
Peygamber'in bütün insanlara aşılamış olduğu fikir hürriyeti budur. Burada önemle
belirtmek istediğimiz şey, Hz. Peygamber'in fikir hürriyeti kavramını sahabîlere
nasıl yerleştirmiş olduğudur. Görüldüğü gibi Peygamber, kendi insanlık hali ve
peygamberlik vazifesini her zaman birbirinden ayırtedebiliyordu. Şahsen uygun
gördüğü görüşü ileri sürer ve arkadaşları buna özgürce karşı çıkabilirlerdi.
Başkalarının şahsî fikrine karşı çıkmak şöyle dursun, buna teşvik ederdi. Uygun
olmayan fikir ve tutmayan bazı tahminlerini geri alacak kadar da alçak gönüllüydü.
10-Hicretin 6. yılında Peygamber ve beraberindekiler, Ka'be'yi ziyaret için
yola çıkmış fakat Mekkeliler tarafından Hudeybiye'de durdurularak şehre
girmelerine müsaade edilmemişti. Burada yapılan anlaşma maddeleri32 görünürde
müslümanların lehine değildi. Dolayısıyla Hz. Ömer, Hudeybiye anlaşması
maddelerinden duyduğu memnuniyetsizliğini dile getirdi. Belirtildiğine göre Ömer,
Peygamber'e gelerek "Sen Allah'ın hak peygamberi değil misin? Biz doğru yolda
onlar batıl üzere değiller mi?" diye çıkıştı. Peygamber'in "evet" demesi üzerine
Ömer "O halde neden dinimizden taviz veriyoruz" dedi. Peygamber ise "ben
Allah'ın Rasulüyüm ve ona karşı gelecek değilim" dedi. Burada da görüldüğü gibi
Hz. Ömer, Hz. Peygamber’e karşı tavrını hiç çekinmeden açıkça söylemekte ve onu
sorgulayabilmektedir33.
Aslında Hz. Ömer'in Peygamber'e karşı bu şekilde rahatça içinde olanı
dökmesi, Peygamber'in ashabına verdiği fikir hürriyetinin boyutunu göstermektedir.
Burada Ömer'in Peygamber'e daha pek çok konuda eleştiride bulunması, onun
aceleci ve cesur bir mizaca sahip olmasından da kaynaklanmaktadır. Bu nedenledir
ki Hz. Peygamber "Ömer'in bu mizacını çok iyi bildiği için onun bu tavrını anlayışla
31 Mevdûdî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber'in Hayatı, çev. Ahmed Asrar, İstanbul
1983, I, 202; Ahmet İnan, "Fıkıh Usulü'nün Temel Parametreleri Açısından Bazı Güncel Meselelere
Kısa Bakışlar", İslâmiyât, Ankara 1999, cilt, 2, sayı: 2, s. 104.
32 Anlaşma maddeleri için bkz. Hamidullah, I, 255-256; Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi,
Komisyon, İstanbul 1989, I, 491-498.
33 İbn Hişam, III, 291; Hamidullah, II, 893.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni. Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU
karşılamış, onu dinledikten sonra kınama cihetine gitmemiş, inen Fetih suresini ilk
ona tebliğ etmek suretiyle onu teskin etmeye çalışmıştır"34
11-Yine Hz.Ömer, münafıklardan Abdullah b. Übeyy’in cenaze namazını
kılmasını isteyen oğlu Abdullah b. Abdullah’ın gönlünü kırmayan Hz.Peygamber’e
karşı çıkarak, münafıklardan hiç bir kimsenin namazını kılmaması konusunda
uyardı
35. Doğrusu, vahiy de Ömer’in görüşünü tasdik etti: "Onlardan ölen kimsenin
namazını sakın kılma, mezarı başında da durma..”36. Bütün bu örnekler,
Rasulullah'ın, diğer insanların düşüncelerine ne kadar değer verdiğinin, kamuyu
ilgilendiren çok önemli olaylarda daima onlara düşüncelerini açıklama fırsatı
tanıdığının yeterli delilleridir.
Rasulullah, genellikle aksine ilâhî bir emir olmadıkça, yukarıda verdiğimiz
örneklerde olduğu gibi çoğunluğun fikrine göre hareket ederdi. Bazen öyle olurdu
ki, çoğunluğun görüşüne muhalefet etmemek için kendi düşüncesini açıkça beyan
etmezdi. Bu da, diğerlerin fikirlerini açıklamalarına engel olmamasına yönelikti.
Örneğin, Rasulullah, aslında düşman ordusunun Bedir'de karşılanması gerektiğini
düşünüyordu. Ancak bunu açıkça söylemiyordu. Nitekim bu, daha sonra vahiy
tarafından da te'yid edilmektedir: " Hak ortaya çıktıktan sonra sanki gözleri göre
göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi (savaş konusunda) seninle tartışıyorlardı"37.
Burada da görüldüğü gibi, müslümanlardan bir kısmı "Biz kervanı yakalamak için
çıktık, böyle bir savaşa hazırlıklı değiliz" diyerek çekingenlik gösteriyorlardı.
Sahabîlerden Ebu Bekir, Ömer, Sa'd b. Muaz gibileri ise, bu konuda çekimser
davranarak kararı, Peygamber'in insiyatifine bırakıyorlardı
38. Bazen Rasulullah'a
karşı muhalefet bile göstermişlerdir. Bu da, fikir hürriyetinin sadece sözde değil,
eyleme dönüşecek boyuta ulaştığını göstermektedir. Bunun için en güzel örnek ise,
Hudeybiye anlaşması esnasında yaşandı. Müslümanlarla Kureyş arasında yapılan
Hudeybiye anlaşmasının görünüşte müslümanların aleyhinde olması, sahâbîleri
hayal kırıklığına uğratıp, canlarını sıkmıştı. Rasulullah, onlardan hayvanlarını
kurban edip, başlarını traş etmelerini istediğinde sahâbîler, bunu yerine
getirmediler. Rasulullah, bunun üzerine eşi Ümmü Seleme'nin çadırına girerek
durumu ona şikayet etti. Ümmü Seleme'nin, Peygamber'den ilk önce bunu
kendisinin yapması halinde sahâbîlerin de yapacaklarını söylemesi üzerine sorun
giderildi39. Sahabilerin buradaki sergiledikleri tutum, müşriklerin karşısında
zaafiyeti kabullenmemekten kaynaklanıyordu. Ayrıca "sahabe, Peygamber'in
rüyasına dayanarak onlara müjdelediği Ka'be'yi ziyaret va'di ve onların buna tam
olarak inanmaları, ona güvenmeleri, Mekke'ye ve Ka'be'ye yıllardır özlem
duymaları ve bu beklentilerin akabinden yapılan anlaşma ile hayal kırıklığına
34 Bünyamin Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, Ankara 1999, s. 130-131.
35 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Erul, s. 131-133; Yerinde, Agm., s. 374-375.
36 Tevbe 84
37 Enfal, 6.
38 İbn Hişam, II, 233.
39 İbn Hişam, III, 293; Erul, s. 140-141. Hz. Peygamber'e itaatte gecikmeleri hatta sözünü dinlememeleri
hususunda bkz. Erul, s. 139-150.
Asr-_ Saadet, Hulefâ-i Râ_idin ve Emeviler Döneminde Fikir Hürriyeti Hata!
Bilinmeyen anahtar değişkeni.
uğramaları sonucunda ortaya çıkan moral buzukluğu"40 da sahabenin bu şekilde
davranmasında bir etkendir.
Hz. Peygamber, vahiy dışı hususlarda insanların bazı konuları kendisinden
daha iyi bilebileceklerini belirtiyordu. Ticaretten anlayan fakat tarımla uğraşmayan
Rasulullah, Medine'ye hicret edince insanların hurmaları aşıladıklarını görmüş ve
bunun yarar sağlamayacağını düşünerek, aşılınmazsa daha iyi olacağını belirtmiştir.
Aşı yapmayanların iyi ürün alamaması üzerine "Ben bir tahminde bulundum.
Bundan dolayı beni sorumlu tutmayın. Size Allah’tan gelen bir şeyi anlattığımda,
onu alın. Çünkü ben, Allah’a karşı asla iftira etmem” buyurdu. Bu hadisin şöyle bir
varyantı daha bulunmaktadır: “siz dünya işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz. Din
işinizle ilgili olanlar ise, bana aittir”41. Burada da gördüğümüz gibi Hz. Peygamber
yanıldığını anladığında görüşünde ısrar etmemiş, işi ehline bırakmıştır.
Yine insanlar hakkında hüküm verirken o da diğerleri gibi zâhire göre
hüküm veriyordu. Kendisine arzedilen bir dava sonucunda Hz. Peygamber'in
söylediği şu söz, onun hem insânî yönünü hem de zâhire göre hüküm verdiğini
göstermesi açısından önemlidir:" Ben ancak bir beşerim. Siz bana dâvâlarda
geliyorsunuz. Belki biriniz, delilini diğerinden daha güzel ifade eder ve ben de
ondan duyduğuma göre onun lehine hüküm vermiş olabilirim. Bu şekilde kime
kardeşinin hakkından bir şey vermişsem o, onu asla almasın.."42.
Kısacası, Hz.Peygamber’in fikir hürriyeti karşısındaki tutumu, "onların
işleri, aralarında şûrâ iledir”43 vahyi gereğince hukuk ve ahlak ölçüleri
çerçevesinde kaldığı sürece hoşgörü ve kabul görüyordu. Ancak bu, bir takım
münafıkların yaptıkları gibi44 saygı sınırını aşan bir boyutta eleştirmek veya İfk
olayında olduğu gibi şüphe uyandırarak masum insanlara yalan yere iftira atmak
şeklinde olduğunda hoş karşılamıyordu45. Kaldı ki Peygamber, bunlara dahi sert bir
40 Erul, s. 141.
41 İbn Teymiyye, es-Sârimu’l- Meslûl alâ Şâtimi’r-Rasûl, thk.Muhammed Muhyiddin Abdülhamid,
Kahire 1960, s. 191-192; Döndüren, s. 93. Burada belirtilmek istenen vahiy konusu dışındaki
olaylarda Peygamber'in, vereceği kararlarda yanılabileciği hususudur. Yoksa bunu tamamen,
Peygamber'in dînî işleri bilebileceği, dünya işlerinden ise anlamayacağı sonucu çıkartılmamalıdır.
Bilindiği gibi peygamberlerin sıfatlarından biri de "fetanet" yani zeki ve akıllı olmalarıdır. Ancak bu
demek değildir ki, Peygamber, eğer köyde yetişmemişse, mutlaka tarımdan daha iyi anlayacağı
anlamına gelmez. Nitekim yukarıda da belirttiğimiz gibi, Selmân, kendi ülkesinde uygulanan savaş
tekniği olan hendek kazma olayını daha iyi bildiği için o teklifde bulunmuştur.
42 Erul, s. 111-112.
43 Şûrâ, 38.
44 “Sadakalar hakkında sana dil uzatanlar vardır. Onlara verilirse hoşnut olurlar, verilmezse hemen
öfkelenirler..” Tevbe 58.
45 Bu konuda Karl Popper'ın güzel bir sözü bulunmaktadır:" Senin, yumruklarını sallama özgürlüğün,
komşularının burunlarının durdukları yerle sınırlıdır" Karl Popper, Açık Toplum ve Düşmanları, çev.
Mete Tunçay, İ stanbul 1989, I, 113. Bu anlamda her zaman mutlak özgürlük, beraberinde kendisinin
sonunu getirmiştir.
İslam hukukundaki hürriyetlerin hiçbirisi sınırsız değildir. Bu diğer hukuklar için de geçerlidir. Bu
bağlamda fikir hürriyeti de gerektiğinde sınırlandırılmalıdır. Fikir hürriyetinin sınırları konusunda
Servet Armağan, İslam hukukçuları tarafından şu esasların tespit edildiğini belirtmektedir: 1- Fikirler
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni. Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU
şekilde tepkisini göstermemiştir. Muhtemelen Peygamber bu tutumuyla,
kendisinden sonra gelecek olan idarecilerin, gerçeği saptırıcı ve kaba bile olsa,
insanları görüşlerini açıklamalarına engel olmamalarını istemiş olabilir46. Bunun en
iyi örneklerinden bir tanesi, Hz. Peygamber’in ganimetleri taksimine itiraz eden bir
kişiye47 nispet edilen olaydır. Rasulullah, Hz. Ali'nin Yemen'den gönderdiği bir
miktar külçeyi Uyeyne b. Bedr, Akra' b. Hâbis, Zeyd el-Hayl ve Amir b. et-Tufeyl
arasında paylaştırdı
48. Söz konusu paylaşıma sahabîlerden tepki gösterenler oldu.
Söz konusu şahıs Peygamber’e "Adaletli ol, ey Muhammed!" diye çıkıştı.
Rasulullah da, onun bu sözüne karşılık “Ben adaletli olmazsam, kim adaletli
olacak?" diye cevap verdi49. Halbuki Peygamber’in getirdiği din, tamamen adalete
dayalı bir dindi. Bununla ilgili ayetler ve Peygamber’in uygulamaları oldukça
çoktur. Ayrıca Peygamber'in, daha kendisine peygamberlik verilmeden önce
“Hılfu’l-Füdûl” cemiyetine katılmakla50, cahiliye döneminde dahi adaleti isteyen
birisi olduğunu herkes bilmektedir. Peygamber, özellikle münafıkların
davranışlarına karşı öfke duyan ashabını, bu gibi durumların çözümü için, kalpleri
kazanmak, birliği sağlamak ve başka bir görüşten yararlanmak arzusuna
yöneltiyordu. Nitekim yukarıda verdiğimiz münafığın kaba davranışına karşılık
Ömer’in sert tutumuna Hz. Peygamber: "Ey Ömer! Ben ve o, başkasından sana daha
yakınız. Ona hakkı güzel istemeyi, bana da güzel yapmayı söyle”51 diye tavsiye
etti.
serbestçe açıklanmalıdır. Ancak açıklanırken Allah'ın rızası ve toplumun menfaatleri düşünülmelidir.
2-Fikirler açıklanırken insan başıboş bırakılmamıştır. Peygamber, insanlara hitap ederken metot ve
delil hususunda Allah'tan emir almıştır. Hikmetli ve güzel sözlerle hitap etmelidir; inanmayanlara
hakaret etmemek, Allah'ın emridir. Fikir açıklanırken fert ve toplumun menfaati gözönünde
tutulmalıdır. Fikir açıklama hürriyetinin, "iyiliği tavsiye ve kötülükten sakındırma" şeklinde
muhtevası vardır. Faydasız ve boş işlerle uğraşmak nasıl ki tavsiye edilmemişse, aynı şekilde boş
sözlerden de uzak durmak Kur'an tarafından istenilmektedir: "Onlar boş sözlerden ve faydasız
şeylerden yüz çevirirler" Mü'minûn, 3. 4-Fikirler iyi bir niyetle ifade edilmelidir. Çünkü fikir
hürriyetinin arkasında hakikate ulaşma gayreti mevcuttur. İntikam almak maksadıyla fikir beyan
edilemez. 5-Fikirler toplumun ifadesi olmalıdır. Yani müslüman toplumun menfaatleri dile getirilmeli
ve gözetilmelidir. 6-Gösteri veya başkalarını küçük görme ve ayıplarını teşhir maksadıyla, ya da mal
veya makam elde etme için bu hürriyet kullanılamaz. 7-İslâmî prensiplere ve İslam akidesine
uyulmalıdır. Fikir açıklama hürriyeti maskesi altında, sözgelişi Hz. Peygamber'e din ve diyanete dil
uzatılamaz. 8-Ahlak kaidelerine uygun hareket etmelidir. Bu hürriyet insanları çekiştirmek, sövmek,
hakaret etmek ve onlara çamur (iftira) atmak için kullanılamaz.9-Fikin açıklama hürriyeti toplumu
ifsat etmek, muhaliflerini ezmek için kullanılamaz...Armağan, s. 144-146.
46 Mustafa Asî, el-İslam ve Hurriyetü’r-Rey, Kahire 1980, s. 25.
47 Bu şahsın kim olduğu konusunda farklı isimler zikredilmektedir. Ancak kaynaklar genellikle o şahsın
Zu'l-Huvaysıra adlı bir Hâricî olduğunu belrtmektedirler. konu ile ilgili bakınız. Erul, s. 136-138;
Muhammed Abid Câbirî, İslam'da Siyasal Akıl, çev. Vecdi Akyüz, İstanbul 1997, s. 237.
48 Abdullah b. Mes'ud'un rivayetine göre ise bu olay, Huneyn günü ganimetlerin dağıtımında
yaşanmıştır. Bkz. Erul, s. 137.
49 İbn Hacer el-Askalâni, Fethü’l-Bâri bi Şerhi Sahihi’l-Buhari, by ty, s. 143; Erul, s. 136-137; Câbirî, s.
237.
50 İbn Kesir, es-Sîretü'n-Nebeviyye, thk. Mustafa Abdülvahid, Kahire 1964, I, 259 vd; Hamidullah, I. 48-
50.
51 Mustafa Asî, s. 25-26.
Asr-_ Saadet, Hulefâ-i Râ_idin ve Emeviler Döneminde Fikir Hürriyeti Hata!
Bilinmeyen anahtar değişkeni.
Hz. Peygamber döneminde fikir hürriyetinin en belirgin özelliklerinden birisi
de hiç şüphesiz, Rasulullah’ın kendisinden sonra yerine geçebilecek bir halef
bırakmamasıdır. Bununla, insanların kendi fikirleri sayesinde üzerinde
anlaşabilecekleri birisini seçmelerini istemiştir. Eğer aksi olmuş olsaydı, o zaman
insanların fikir hürriyeti ellerinden alınmış olacaktı. Nitekim hilafetin saltanata
dönüştüğü Emevîlerde bu gerçekleşmiştir. Bilindiği gibi Hz.Peygamber, yerine
geçecek herhangi bir kimseyi bırakmamıştır. Her ne kadar bazıları, Peygamber’in
Ebu Bekir’i halef tayin ettiği şeklindeki zorlama ya da Şia karşıtı yorumlar
yapmakta ise de52 bu, Rasulullah’ın hastalığı sırasında namazda müslümanlara
imamlık yapmasıyla ilgili işaretinden ibarettir. Yoksa bunu dîni liderlik anlamında
almamız doğru değildir. O zaman Şia’da kendileri açısından meşru imamın Ali ve
onun oğulları olduğunu iddia etmekte53 kendilerine haklı bir dayanak bulmuş
olurlar. Zaten eğer bu liderlik anlamında alınmış olsaydı, Benû Sakîfe’de yapılan
toplantıların bir anlamı olmazdı. Yine aynı şekilde Şia’nın bu düşüncesini, bizzat
imam olarak belirledikleri Ali’nin vefatı esnasında oğlu Hasan’a bey'at edip
etmemeleri sorulunca söylediği şu söz geçersiz kılmaktadır: “Size bunu ne emreder,
ne de yasaklarım. Siz daha iyi bilirsiniz”54. Yine Ali, çocuklarına yaptığı vasiyet
sırasında birisinin “veliaht bırakmayacak mısınız?” diye sormasına karşılık “ Hayır,
ben sizi Rasulullah’ın bıraktığı gibi halefsiz bırakıyorum”55 cevabını vermesi de,
Şia’nın, Rasulullah’ın, Ali’yi yerine bıraktığı düşüncesini reddetmektedir.
C- Hulefâ-i Râşidîn Döneminde Fikir Hürriyeti
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Rasulullah, sahâbîleri arasında fikir
hürriyetini geniş olarak desteklemiş, onların fikirlerini dinleyip değer vermiştir.
O'nun yetiştirdiği nesil de, aynı şekilde hareket etmiştir.
Hulefâ-i Râşidin’den her biri devlet işlerinde, toplumun ileri gelenleri ile
istişare etmeksizin karar almazlardı. Onların temel prensibi, bütün meselelerde,
önce Allah’ın Kitabı'na başvurmak, orada bulamazsa Rasulullah’ın uygulamasına
veya sözlerine bakmak şeklindeydi. Eğer Sünnette de bir şey bulamazsa, ehl-i rey
ile istişarede bulunur, ona göre meseleyi hallederlerdi56.
52 Fethü’l-Bâri, s. 143.
52 Mustafa Asî, s. 25-26; M. Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, Ankara 1999, s.
81. Bu bağlamda es-Suyûtî, "Ebu Bekir'in halifeliğine İşaret Eden Ayet ve Hadisler" başlıklı bir
bölüm tahsis etmiş ve Şia'da olduğu gibi Ebu Bekir'in halifeliğinin nass yolu ile belirlendiğini iddia
etmektedir. es-Suyûtî, Târîhu'l-Hulefâ, Beyrut 1974, s. 56.
53 İbn Haldun, Mukaddimetü İbn Haldun, Kahire ty, II, 587; Akbulut, s. 103-104; Nadim Macit, DinSiyaset
İlişkisinin Teolojik Yorumu, Ankara 1999, s. 84-85.
54 el-Mes’ûdî, Mürûcü'z-Zeheb, Kahire 1958, II, 42; İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut 1966,
VIII, 13-14.
55 Mes’ûdî, II, 42; M. Ali Kapar, Halifeliğin Emevîlere Geçişi ve Verasete Dönüşmesi, İstanbul 1998, s.
24.
56 Tirmîzî, Ahkam, III, 616; İmam Gazâlî, İslam Hukukunda Deliller ve Yorumlar Metodolojisi, çev.
Yunus Apaydın, Kayseri 1994, I, 315.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni. Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU
Hulefâ-i Râşidîn, müşâvere esnasında şûrâ üyelerinin, fikirlerini tam bir
serbestiyet içerisinde ifade hakkına sahip oldukları görüşündeydiler. Bunun için
halk, toplumun inancına uygun olarak yönetimi tenkit edip düşüncesini açıkça ifade
etmekteydi. Bu durum, ilk dört halife döneminde sürekli uygulandı. Halifelerin
konuşmalarının pek çok yerinde görüldüğü gibi, insanları yanlışları düzeltmeye
yönelik öz eleştiri için teşvik ediyorlardı
57.
Ebu Bekir hilafete seçildikten sonra yaptığı ilk konuşmasında politik
tasarruflarının eleştiriye açık olduğunu vurgulamıştır58: "Aranızda en hayırlınız
olmadığım halde üzerinize yönetici oldum. Allah’a yemin olsun ki, bu makamı
kendi isteğim ve rızam ile elde etmiş değilim. Hatta başkasının yerine geçmeyi de
hiçbir zaman düşünmedim. Böyle bir makam için kalbimde herhangi bir istek
uyanmadı. Bu vazifeyi gönülsüz olarak kabul etmek zorunda kaldım. Bunu, hilafet
meselesinde müslümanlar arasında ihtilaf çıkmasından ve Araplar arasında irtidât
tehlikesinin meydana gelmesinden korktuğum için istemeyerek kabul ettim. Bu
makamda benim için bir rahatlık yoktur. Aksine bu, benim üstümde bir yüktür ve
Allah’ın yardımı olmasa, bende bu yükü taşıyacak kuvvet yoktur. Başka birisinin
çıkıp bu görevi üstlenmesini çok isterdim. Şu anda dahi isterseniz, Rasulullah’ın
sahâbîlerinden birini getirir ve bu makamı ona tevdî edebilirsiniz. Bana bey'at etmiş
olmanız, böyle bir işe engel değildir. Beni Rasulullah ile mukayeseye kalkışırsanız
ve ondan beklediklerinizi benden beklerseniz, kesinlikle yanılırsınız. Benim gücüm
buna yetmez, çünkü o, şeytanın şerrinden vahiyle korunmuştu. Eğer doğru hareket
edersem, bana yardım edin. Yanlış yaparsam, beni düzeltin. Şurası muhakkaktır ki,
doğruluk bir emanet, yalan ise, bu emanete hıyanettir. Aranızda zayıf olan, Allah’ın
izniyle hakkını kendisine verene kadar, benim yanımda kuvvetlidir. Aranızda
kuvvetli olan, Allah’ın izniyle zayıfın hakkını ondan alıncaya kadar, benim yanımda
kuvvetlidir. Allah’a ve Rasulüne itaat ettiğim sürece bana itaatle mükellefsiniz. Eğer
bu yolu terkeder, sınırların dışına çıkarsam bana itaat etmek zorunda değilsiniz.
Ben, ancak Allah ve Rasulünün yolunun takipçisiyim"59.
Ebu Bekir, bazı kimseler zekat vermeyi reddettiklerinde sahâbîlerle istişare
yaptı. Ancak Ebu Bekir'in bazı konularda sahâbîlerle istişare etmesine rağmen,
Peygamber'in yaptığı gibi, istişarenin sonucuna katlanmadığını müşahade
etmekteyiz. Örneğin, Peygamber, vefat etmeden önce Üsame b. Zeyd komutasında
bir orduyu Suriye üzerine göndermişti. Fakat ordu, Peygamber'in rahatsızlığı ve
vefatı nedeniyle daha yola çıkmadan geri dönmüştü. Ebu Bekir halife seçildikten
sonra bu orduyu, tekrar göndermek istedi. Bazıları halifeye gelerek irtidat
olaylarının60 ortaya çıktığı bir dönemde, Medine'nin savunmasız bırakılmaması
57 Bu hutbeler için bkz. Taberi, Tarihü'l-Ümem ve'l-Mülûk, thk. Muhammed Ebu'l-Fadl, Kahire 1992, V,
214-218; İbn Kuteybe, el-İmâme ve's-Siyâse, thk. Tâhâ Muhammed ez-Zeynî, by ty, I, 22, 50.
58 İlhami Güler, "Reel Politikada Dînî Değer, Kavram ve Sembollere Atıfta Bulunmanın Doğurduğu
Sorunlar", İslâmiyât, Ankara 2000, cilt, 3, sayı:3, s. 60-61.
59 İbn Sa'd, III, 182-183; Taberi, III, 224; İbn Kesir, Bidâye, V, 248; İbn Hıbbân, es-Sîretü'n-Nebeviyye
ve Ahbâri'l-Hulefâ, Beyrut 1991, s. 423-424; İbn Kuteybe, I, 22-23; Abdülkerim Osman, İslam'da
Fikir ve İnanç Hürriyeti, İstanbul 1979, s. 41.
60 İrtidat olayları hakkında bkz. İbn A'sem el-Kûfî, el-Fütûh, Beyrut 1986, I, 14-69; H. İbrahim Hasan,
Siyâsî, Dînî, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, çev. İsmail Yiğit vd., İstanbul 1987, II, 13-21; Bahriye
Asr-_ Saadet, Hulefâ-i Râ_idin ve Emeviler Döneminde Fikir Hürriyeti Hata!
Bilinmeyen anahtar değişkeni.
gerektiğini söyleyerek Ebu Bekir'in fikrine karşı çıktılar. Ebu Bekir ise, durum ne
olursa olsun Peygamber'in sefere çıkardığı bir orduyu aynen göndermekte ısrarlı
olduğunu belirtti ve dediğini de yaptı
61. Yine aynı olayda bazı sahâbîler, Üsame'nin
çok genç olduğunu ileri sürerek daha yaşlı ve tecrübeli bir şahsın gönderilmesi
fikrini beyan ettilerse de Ebu Bekir yine "Peygamber'in tayin ettiği birini görevden
alamam" diyerek onların görüşlerini reddetti. Daha sonra Ebu Bekir'in görüşlerinin
doğruluğu, sahâbîler tarafından da te'yid edildi. Burada bizim için önemli olan
husus, insanların seçtikleri halifeyi eleştirmeleri ve fikirlerini açıkca beyan
etmeleridir. Önemli bir diğer bir husus ise, Ebu Bekir'in, -görüşünde haklı olabilirHz.
Peygamber gibi sahabîlerin beyan ettikleri görüşlerini zaman zaman
değerlendirmeye tabi tutmamasıdır62
Ebu Bekir'in ashab ile istişare olayında, bazen de tersini yaptığını
görmekteyiz. Örneğin, Kur'an'ın toplanması (cem'i) konusunda Ömer, yalancı
peygamberler ile yapılan savaşlarda pek çok hafızın hayatını kaybettiğini
söyleyerek, Kur'an'ın zâyi olmaması için toplanması teklifinde bulundu. Ebu Bekir,
Peygamber'in yapmadığı bir işi kendisinin yapamayacağı fikrinden hareketle
başlangıçta böyle bir işe girişmekten çekindi. Ancak daha sonra ikna olarak Ömer'in
görüşünü kabul etti63.
Hz.Ömer, müslümanları kendisini eleştirmeleri için teşvik ediyordu.
Eleştiride bulunmayı onlar için yalnız bir hak değil, görev olarak kabul ediyordu.
Çünkü Ömer de diğer insanlar gibi bir beşerdir ve beşer her zaman hata yapabilir.
Bu bağlamda Ömer, istişare heyetinin açılış konuşmasında insanların farklı
görüşlerde olabileceklerini ve düşüncelerini açıklamaktan da çekinmemeleri
gerektiğini şu sözlerle dile getirmiştir: "Ey İnsanlar! Size anlatmak istediğim şudur:
Emanet olarak tarafıma tevdî ettiğiniz devlet işlerini yürütebilmem için benimle
işbirliği yapacaksınız. Ben de sizin gibi bir insanım. Bugün, siz hangi haklara
sahipseniz benim de aynı haklara sahip bulunduğumu, sizinle eşit olduğumu
Üçok; İslam'dan Dönenler ve Yalancı Peygamberler, Ankara 1967; Sarıçam, s. 44-50; Câbirî, s. 309-
316. İrtidat suçu ve cezası gerekçe gösterilerek, İslam'da inanç ve düşünce özgürlüğünün
bulunmadığı iddia edilebilir. Ancak Kur'an'a bütünsel olarak baktığımızda söz konusu iddianın
geçerli olmadığını görürüz. Çünkü Kur'an'da inanç özgürlüğü ile pek çok ayetler bulunmaktadır.
Bunlardan bir kaçını burada zikredebiliriz: "De ki: Gerçek Rabbinizdendir. Dileyen inansın, dileyen
inkar etsin.." (Kehf 18/29; "Dinde zorlama yoktur.." Bakara 2/256; "İnsanları uyar. Çünkü sen
uyarıcıdan başkası değilsin. Sen onlara baskı ile hükmedecek biri de değilsin.." (Ğaşiye 82/21-22.
Diğer ayetler için bkz. Vehbi Yavuz, s. 98-114. Herkes istediği gibi inanır ve inancını yaşar.
İnsanların iradelerine müdahale söz konusu değildir. Din seçme konusunda böylesine serbesti
getirmiş bir dinde, irtidatın suç olarak kabul edilmesinin, düşünce ve inanç özgürlüğünün
sınırlanması şeklinde değerlendirilmesi isabetli değildir. Yaşar Yiğit, "İnanç ve Düşünce Özgürlüğü
Perspektifinden İrtidat Suç ve Cezasına Bakış", İslâmiyât, Ankara 1999, cilt, 2, sayı: 2, s. 121. Geniş
bilgi için bkz. Aynı yer, s. 121-135.
61 İbrahim Sarıçam, Hz. Ebu Bekir, Ankara 1996, s. 43.
62 Akbulut, konuyla ilgili şu değerlendirmede bulunmaktadır:"..Hz. Peygamber'in sağlığında, vahyin
belirlemede bulunmadığı hususlarda Hz.Peygamber'in karar ve düşünceleri, ashab tarafından
tartışılabilmesine rağmen, onun vefatından sonra bu imkanın ortadan kalktığı görülmektedir".
Akbulut, s. 40, 140. Tamamen ortadan kalktığını söyleyemeyiz, ancak Rasulullah döneminde gibi
olmadığı kesindir.
63 Sarıçam, s. 51.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni. Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU
belirtmek isterim. Aranızda isteyen benimle aynı fikirde olabilir, farklı düşüncede
olan da olabilir. Ben size, mutlaka benim isteklerime uyacak ve benim dediğimi
yapacaksınız demiyorum"64. Aynı şekilde Ömer, valileri gönderirken halka şöyle
diyordu: "Ey insanlar! Ben valileri, sizleri dövmeleri, mallarınızı haksızlıkla
almaları için göndermiyorum. Onları tayin etmekten maksadım, size dininizi
öğretmeleri, Rasulullah’ın göstermiş bulunduğu yolu size aydınlatmaları içindir.
Onlardan herhangi birisi bu amacın tersine bir davranışta bulunursa, bunu bana
hemen bildirmelisiniz. Allah’a yemin olsun ki, ben derhal o valiyi değiştiririm...”65.
Yine bir defasında Ömer, hac zamanı bütün vali ve âmillerini çağırarak halkın
önünde şöyle dedi: “Kimin vali ve âmillerden birinde bir hakkı, bir alacağı varsa
ayağa kalkıp söylesin...”66.
Sertliği ile tanınan Ömer'i, halife olduktan sonra sahâbîler, haklı gördükleri
konularda hiç çekinmeden tenkit ederek kendi fikirlerini beyan etmişlerdir. Bunun
örnekleri pek çoktur. Biz burada bir kaç tanesini vermekle yetineceğiz:
Hz. Ömer, bir defasında halka hitap ederken insanlardan, malların bolluğu
nedeniyle o günlerde kadınlara çok fazla miktarda mehir verilmemesini istediğinde,
bir kadın onun konuşmasını keserek: "Ey Ömer! Sen hangi hakla Allah'ın bizler için
uygun gördüğü67 hakkı sınırlayabiliyorsun?" diye sordu. Bunu duyan Ömer,
ümmetin içinde hata ettiğinde kendisini düzeltecek böyle insanlar olduğu için
Allah'a hamdetti68. Bu, bir idarecinin diğer insanların fikirlerine gösterdiği saygının
derecesini ve İslâm toplumunda var olan düşünceyi ifade hürriyetinin kapsamlılığını
gösteren güzel örneklerdendir.
Hz. Ömer, Emevîlerden itibaren bozulan toplum liderlerinin yaptıkları gibi,
kendisini eleştirene kızmazdı. Aksine, kendi yanlış fikrinden vazgeçtiği gibi,
karşısındakini bu davranışından ötürü takdir ederdi. Bir defasında adamın birisi
Ömer'e "Allah'tan kork, ey mü'minlerin emiri!" dedi. Başka biri ona itiraz ederek
"Mü'minlerin emirine Allah'tan kork mu diyorsun?" dedi. Bunun üzerine Hz.Ömer:
"Bırak söylesin. İçinizden bildiğini söylemeyen hayırlı değildir ve sözleri sizden
kabul etmezsek bizim içimizde de hayırlı yok demektir" diye cevap verdi69.
Yine aynı şekilde Selmân-ı Fârisî, Ömer üzerinde aynı cins kumaştan diğer
müslümanlardan bir kişinin elde edebildiğinin iki katı elbisesi olduğunu görünce,
halifeyi insanların önünde hesaba çekti. Halife, bunu şahsî bir problem yapmak
yerine, ma'kul olanı yaptı. Oğlu Abdullah b. Ömer'i çağırarak, ondan kendisine
şahitlik yapmasını istedi. Abdullah da, kendi hissesini babasına verdiği konusunda
64 Taberi, V, 215; İmam Ebu Yusuf, Kitabü'l-Harac, Mısır ty., s. 25; Süleyman Muhammed et-Temmâvî,
Hz. Ömer ve Modern Sistemler, çev. Muhammed Vesim Taylan, İstanbul 1993, s. 109-110.
65 Kitabü’l-Harac, s. 116; H. İbrahim, II, 155-156; Armağan, s. 27-28.
66 Kitabü’l-Harac, s. 116; Mevdûdî, Hilafet s. 102-109; H. İbrahim, II, 155-156.
67 Nisa, 4/20.
68 Armağan, s. 134; Afzalur Rahman, Sîret Ansiklopedisi, çev. Komisyon, İstanbul 1996, III, 356.
69 Armağan, s. 134-135.
Asr-_ Saadet, Hulefâ-i Râ_idin ve Emeviler Döneminde Fikir Hürriyeti Hata!
Bilinmeyen anahtar değişkeni.
şahitlik etti70. Yine bir konuşmasında Ömer, “bazı işleri önemsemez savsaklarsam
bana ne yaparsınız” diye sorunca orada hazır bulunanlardan Bişr b. Sa’d, ona “Eğer
böyle yaparsan, seni oklarımızla doğrulturuz” diye hemen karşılık verdi. Ömer,
Bişr’in bu cevabından dolayı sevincini ifade etti71.
Hz. Ömer, Şam'ın fethinden sonra oradaki işleri düzene sokmak için o
bölgeye gitmeye karar verdi. Medine'den hareket ederek Tebük yakınlarındaki Serğ
denilen bir yere vardı. Burada halifeyi ordu komutanlarından Ebu Ubeyde ile Yezid
b. Ebi Süfyan ile karşıladılar. Halifeye, Şam'da salgın veba hastalığının yaygın
olduğu haber verildi. Ömer, hemen ileri gelenlerini toplayarak konuyu görüştü. Bir
kısmı Allah için yola çıkıldığını, bunun için hastalığın kendilerine bulaşmayacağını,
diğer bir kısmı ise, bu hastalığın önemini belirterek mutlaka geri dönülmesi
gerektiğini belirttiler. Hz. Ömer sonuçta bölgeden geri dönülmesi fikrini
benimsedi72.
Hz. Ömer, ganimeti belli bir sistem içerisinde dağıtmak için valilerle istişare
etti. Toplantıda çok farklı görüşler ileri sürüldü. Velid b. Hişam b. Muğire şöyle bir
öneride bulundu: "Ey Mü'minlerin emiri! Şam'a geldiğinizde orada, kralların divan
ve ordu kurduğunu gördünüz. Siz de aynı şekilde divan kurun, ordu kurun. Ganimet
düzenli bir şekilde dağıtılsın" dedi. Hz. Ömer, onun bu görüşünü kabul eti73. Bu ve
benzeri pek çok olayda halife Ömer'in insanlarla istişare ettiğini ve onların
fikirlerine önem ve değer verdiğini görmekteyiz.
Burada Ömer’in kişiliğinin, kendisine yapılan eleştilerin dozajında etkili
olduğunu söyleyebiliriz. Aslında bir liderde olması gereken de budur. Yani halk
Ömer’i yukarıda da belirttiğimiz gibi kesin olan konularda eleştirmiş, onun dışında
zan ve şüpheye dayalı hususlarda kişiliğinden korkarak eleştirememişlerdir. Halbuki
Osman’ın tabiatı itibariyle yumuşak olması, her tür konuda kendisine eleştirilerin
yapılmasına neden olmuştur. .
Tenkitler, hukuk kuralları içerisinde geliştiği sürece, bir davranış olarak
toplumun bütün fertleri fikir hürriyetine teşvik edilmiş, ilk iki halife döneminde en
geniş uygulama alanı bulmuştur. Tenkit etme, insanların düşüncelerini açıkça ortaya
koyma eylemi, halife Osman döneminde had safhaya ulaşmıştır. Halbuki Osman,
kendisine karşı yöneltilen eleştirileri dinliyor ve cevaplıyordu. Örneğin, sahabilerin
ileri gelenlerinden Hz. Ali, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. el-Avvâm gibileri
Osman'ı bir takım icraatlarından dolayı tenkit etmişlerdir74. Elbette ki eleştirilerin
70 Muhibbüddin Taberi, er-Riyâdu’n-Nâzıra fi Menâkıbi’l-Aşere, Kahire 1327, II, 56; et-Temmâvî, s.
114-119, 124-134.
71 Mevdûdî, Hilafet s. 120;
72 et-Temmâvî, s. 111.
73 Macit, s. 47.
74 Hz.Osman’a yapılan tenkitler ve cevapları konusunda geniş bilgi için bkz. İbnü’l-A’râbî, el-Avâsım
mine'l-Kavâsım; thk. Muhibüddin el-Hatîb, by ty, s. 81-120; Mustafa Hilmi, Nizâmü’l-Hılâfe fi’lFikri’l-İslâmî,
Kahire 1977, s. 68-98, Taha Hüseyin, el-Fitnetü’l-Kübrâ, Mısır 1951, I, 89 vd; H.
İbrahim, III, 388-392; Sabri Hizmetli, İslam Tarihi, Ankara 1995, s. 344-350; İrfan Aycan, Muaviye
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni. Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU
yapılmasına neden olan bir takım olayların meydana geldiğini de belirtelim.
Osman'ın tenkit edildiği konular arasında Şam valisi Muaviye'nin icraatını açıktan
eleştirdiği için Ebu Zer el-Ğıfârî'yi Rebeze'ye sürgün etmesi de bulunmaktadır. Ali
gibi diğer sahabilerin tenkitlerine ses çıkarmayan Osman, Ebu Zer'i bu hareketinden
dolayı Rebeze'ye sürmüştür75. Sürgün sebebi ise, bilindiği gibi Ebu Zer'in Osman'ı
bazı icraatlarından dolayı tenkit etmesiydi. Ebu Zer'e göre Osman, kabilesi Ümeyye
oğullarına parasal destekle malın, mülkün bazı ellerde toplanmasını sağlıyordu76.
Halbuki Ebu Zer, zenginlerin parayı ellerinde tutmamalarını, Allah yolunda
harcamalarını istiyordu. Bunu da ".. altın ve gümüşü biriktirip te onları Allah yoluna
sarfetmeyenler var ya, işte onlara acılı bir azabı müjdele"77 ayetine dayandırıyordu.
Gerçekte o, "Suriye'nin sahip olduğu Bizans kültürü içerisinde erimeye başlayan
müslümanların durumuna dikkat çekmek istiyordu"78.
Aslında Osman, burada Muaviye'nin baskısı ve kabileciliğin de etkisinde
kaldığı için bu şekilde davranmıştır. Ayrıca bu durum bize, maalesef İslam
toplumunda da insanların sosyal statülerinden dolayı farklı davranışlara maruz
kaldıklarını göstermektedir. Çünkü Ebu Zer, Ali ve diğerleri gibi güçlü kabileden
değildi. Durum ne olursa olsun gerek Osman'ın davranışı, gerek Muaviye'nin,
Osman'a, Ebu Zer'i sürgüne göndermesi için baskı yapması
79, fikir hürriyetini
ihlaldir. Elbette ki, Osman döneminde gerçekleşen fikir hürriyeti ihlali sadece
bundan ibaret değildir. Osman, halife seçilirken şûrâda, seleflerinin uygulamalarına
mutabık kalacağına dair söz vermesine rağmen bunu yerine getirmedi. Özellikle
daha iktidara gelir gelmez yakınlarına iktidarda yer vermesi müslümanlar arasında
hoşnutsuzluklara neden oldu. Amr b. Zürâre "Osman bildiği halde hakkı terketti,
iyilerini aldatarak, kötü olanlarınızı iyi olanlarınız üzerine vali tayin etti" dediği için
Şam'a sürgüne gönderildi80.
Hz. Ali'ye baktığımız zaman onun da fikir hürriyetine önem verdiğini
görmekteyiz. Bu konuda halife Hz. Ömer ve Ebu Bekir'i kendisine örnek aldığını
söyleyebiliriz. Hz. Ali, kendisini eleştiren hatta küfürle itham eden Hâricîlerin ve
diğerlerinin tenkitlerine karşı sert tepki göstermiyordu. Ne zaman ki Hâricîler, Ali'yi
ilah olarak gördüler, halife işte o zaman onlara karşı mücadele yolunu seçti81.
Kısacası, Râşid halifeler döneminde de tıpkı Asr-ı Saadette olduğu gibi, ırk,
renk, yaş ve soylarına bakılmaksızın bütün insanlara, kamuyla ilgili genel konularda
tam bir fikir hürriyeti verilmiştir. Bu fikir hürriyeti, iktidarda bulunanların
bin. Ebi Süfyan, Ankara 1990, s. 103-108; Ethem Ruhi Fığlalı, "Ali", DİA., İstanbul 1989, II, 371-
372.
75 Ebu Zer'in sürgüne gönderilmesi konusunda bkz. Abdullah Aydınlı "Ebu zer el-Ğıfârî", DİA., İstanbul
1994, X, 267.
76 Aycan, s. 105-106.
77 Tevbe, 34.
78 Aycan, s. 105-106.
79 Aycan, s. 107.
80 Aycan, s. 100.
81 Mevdûdî, Hilafet 121.
Asr-_ Saadet, Hulefâ-i Râ_idin ve Emeviler Döneminde Fikir Hürriyeti Hata!
Bilinmeyen anahtar değişkeni.
yanlışlarını düzeltme ya da herhangi bir konuda kendi fikrini belirtmesi şeklinde
olmuştur. Halifeler, doğru yolda olduğu sürece halkın kendisine itaatini istemiş,
vahye aykırı konularda ise itaat edilmemesi gerektiğini belirtmişlerdir. Kezâ
yöneticiler, özellikle halktan ileri gelenlere (Ehl-i Hal ve'l-Akd) danışmaksızın
herhangi bir işe kalkışmamışlardır82. Yine bu dönemde iktidar-muhalefet dialogu
esastır. Bu dönemden sonra dialogtan çok monolog esas olunca sahabe, yönetimden
uzaklaşarak, sessiz muhalefeti seçmiş, kendilerini ilme vermişlerdir83.
D- Emevîler Döneminde Fikir Hürriyeti
Emevîler döneminde yönetim, hilafet sisteminden monarşiye dönüştüğü
için84 yapısı ve karakteri itibariyle pek çok şey değişti. Bu süreçte ilk köklü
değişiklik, devlet başkanlığı seçiminde oldu. Hilafet için genelde geçerli olan kural,
kimsenin bu göreve kendisini teklif etmemesi ve onu elde etmek için herhangi bir
uğraş içerisine girmemesidir. İnsanlar karşılıklı görüş alış verişi ile bu göreve uygun
birisini seçer ve iş başına getirirdi. Aslında bey'at eylemi, iktidarın sonucu değil,
sebebidir. Bunun anlamı, iktidarda olan şahsa bey'at edilmez, belki kendisine bey'at
edilmek suretiyle bir kimse iktidara getirilir. Halktan bey'at almak maksadıyla
herhangi bir şekilde çalışılmaz. İnsanlar bey'at edip etmeme husunda tamamen
serbesttirler. Bir insan, kendisine isteyerek ve hür iradeyle bey'at edilmediği sürece
bu görevi kabul etmemelidir. Hulefâ-i Râşid'in’in hepsi bu şekilde halife
olmuşlardır85. Ancak saltanatın ortaya çıkması, bu kuraldaki değişiklik sonucu
olmuştur. Muaviye’nin hilafeti, müslümanların toplanarak, müşavere ederek, karar
vermek suretiyle halifeliği onun eline tevdi' etmesi şeklinde olmamıştır. Aksine, o
halife olmak istemiş, bu makama gelmek için yapmadığı eylem, denemediği entrika
kalmamıştır. Sonuçta da makyavelist tutumuyla iktidarı ele geçirmiştir.
İktidarı ele geçirdikten sonra, insanların bey'at etmekten başka seçenekleri
yoktu. Eğer bey'at edilmeseydi, elde ettiği makamdan asla vazgeçmeyecekti. Karşı
konulması halinde ise, kan dökülecek, düzensizlikler, karışıklıklar ve anarşi
meydana gelecekti. Nitekim sonuçta da öyle oldu. Bu yüzden insanlar, kan
dökülmemesi ve karışıklık çıkmaması için 41/661yılında Hasan’ın hilafetten
çekilmesiyle ona bey'at etti. Aslında çoğunluğun bey'atı, kendi hür iradeleri ile
değil, zorlama ile idi. Bunu, Muaviye bizzat kendisi hilafete geçtikten sonra açıkça
söylemiştir. "Allah’a yemin ederim ki, yönetimi elime aldığım zaman, iktidara
geçmiş olmamdan hiç hoşlanmadınız. Bunu bilmiyor değildim. Hatta bu hususta
kalplerinizdeki kuruntuları da biliyorum. Fakat ben bu makamı kılıcımın kuvveti ile
elde ettim. Devlet işlerini belki istediğiniz gibi yürütemem. Siz de yapabildiğim
82 Bunun örnekleri için bkz. İbn Kesir, Bidâye, VIII, 13 vd; Mevdûdî, Hilafet s. 75-77.
83 Hasan Tahsin Fendoğlu, "Osmanlı Hukukunda Muhalefet Hakkı", İnsan Hakları, İstanbul 1994, s.
170.
84 Hilafetin saltanata dönüşmesi hakkında geniş bilgi için bkz. Vecdi Akyüz, Hilafetin Saltanata
Dönüşmesi, İstanbul 1991s. 151-187; Kapar, Halifeliğin Emevileri Geşişi, s.47-90.
85 Hulefâ-i Râşid'in döneminde bey'at konusunda geniş bilgi için bkz. Kapar, İslam'ın İlk Döneminde
Beyat ve Seçim Sistemi, İstanbul 1998, s. 40-61.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni. Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU
kadarıyla yetininiz”86. Muaviye’nin bu konuşmasında da görüldüğü gibi,
Emevîlerde otoriteye ulaşma biçiminin en belirgin özelliği, sertlik ve kaba kuvvete
dayanmak oldu. Ya da karşıt fikirde olanların düşüncelerine parayla veya başka
yollarla engel olunmak istendi. Bu tür davranışlar daha Emevî Devleti'nin kuruluşu
esnasında yaşandı ve yıkılışına kadar bu şekilde devam etti. Yezid'e, kendisinden
sonra yerine veliaht ataması fikrini ilk defa ortaya attığı belirtilen Muğire b.
Şu'be87, bu maksatla parayla satın aldığı bir grubu Muaviye'ye gönderdi. Bunlar
içinde Muğire'nin oğlu Musa da vardı. Muaviye, Musa b. Muğire'ye " Baban
bunların dinlerini kaç paraya satın aldı?" diye sordu. Musa, " otuzbin dirhem" diye
cevap verince, Muaviye, "Yazık! din ve imanlarını pek de ucuza satmışlar"88 diye
hem alay ediyor, hem de çıkarları için bunu tasvip ediyordu. Yine aynı şekilde
Muaviye, oğlu Yezid'e bey'at etmesi karşılığında Abdullah b. Ömer'e yüklü bir
meblağ para göndermiş, ancak İbn Ömer söz konusu parayı reddetmişti89. Aynı
şekilde Muaviye, Medine valisi Mervan b. el-Hakem'den oğlu Yezid için bey'at
almasını istedi. Mervan da bunun için halkı mescitte toplayarak onlara durumu
arzetti. Mervan'ın, burada Muaviye'yi desteklememesi zaten düşünülemezdi.
Mervan, Muaviye'nin bu veliahtlık eylemini, Ebu Bekir ve Ömer'in yaptığı
kendisinden sonra halef bırakma ile bir tuttu. Bu arada orada bulunanlardan Ebu
Bekir'in oğlu Abdurrahman ayağa kalkarak "Yalan söylüyorsun ey Mervan! Siz hiç
bir zaman toplumun iyiliğini düşünmüyorsunuz. Siz krallık yapmak istiyorsunuz.."
diyerek eleştirdi. Mervan, bunun üzerine onun yakalanmasını emretti. Fakat
Abdurrahman, Hz. Aişe'nin yanına sığındı
90.
Muaviye iktidarı oğluna bırakma hususunda işi ciddi tutmak için bölge
valilerine mektuplar yazarak, görevli bulundukları yerlerde oğluna beyati
gerçekleştirmelerini, yine yanına bu konuyu görüşmek için temsilciler
göndermelerini istemişti. Gelen heyetler içerisinde Basra'yı temsilen Ahnef b. Kays
da vardı. Muaviye temsilciler gelmeden önce planlı bir şekilde yanında bulunanlar
Yezid'in halifeliğe uygun olduğu konusunda konuşucaklardı. Nitekim de öyle oldu.
Dahhak b. Kays, söz alarak bu yönde açıklamalarda bulundu. Çoğu bölge valileri
görevden uzaklaşmamak için yani makam uğruna Dahhak'ın konuşmasını
destekleyici sözler söylediler. Heyet içerisinde sessiz kalmayı tercih eden Ahnef b.
Kays'a, Muaviye neden bir şeyler konuşmadığını sordu. Ahnef bunun üzerine
"Doğru söyleyecek olursak senden, yalan söyleyecek olursak Allah'dan korkarız!"
dedikten sonra sözünü şöyle sürdürdü: "Ey Mü'minlerin emiri! Sen, Yezid'i bizden
daha iyi tanırsın. Sen onun açığını, gizlisini, gecesini gündüzünü bilirsin. Gerçekte
Yezid, toplum için halife olacak güçte ise, bizimle istişare etmeye gerek yok, ancak
86 İbn Kesir, Bidâye, VIII, 132
87 Ya'kubi, Tarih, Beyrut 1960, II, 220; İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut 1965, III, 503-504.
88 İbnü'l-Esir, III, 504.
89 İbnü'l-Esir, III, 506; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 89. Burada konumuzla pek ilgisi yok ama, şunu da ifade
etmeden geçemeyeceğim. Muaviye'nin, İbn Ömer'e böyle bir teklifte bulunması, babasının tam aksi
bir kişiliğe sahip olan İbn Ömer'in durumunu yansıtması açısından önemlidir. Halbuki Ömer'in valisi
olan Muaviye, ondan korkarken, şimdi oğluna tam bir zillet olan parayla düşüncesini satın alma
teklifinde bulunabilecek cesareti kendisinde bulabiliyor.
90 İbnü'l-Esir, III, 506; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 89.
Asr-_ Saadet, Hulefâ-i Râ_idin ve Emeviler Döneminde Fikir Hürriyeti Hata!
Bilinmeyen anahtar değişkeni.
bu şartlar kendisinde yoksa, ahirete göçüp gitmekte olduğun şu günlerde dünyayı
ona teslim etme! Fakat biz herhalükarda, işittik ve itaat ettik deriz"91. Medine
temsilcisi Muhammed b. Amr b. Hazm da Muaviye'ye " Ey Mü'minlerin emiri!
Yezid malca zengin, nesep bakımından üstün. Ancak Allah, her idarecinin, idare
ettiklerinden mesul olduğunu söyler. Allah'tan kork ve topluma tayin edeceğin
kişiyi iyi düşün" diyerek, fikrini beyan etti. Fakat Muaviye kızarak onu huzurundan
çıkarmıştır92. Böylesi bir yönetimin ve yöneticinin hakim olduğu ülkede, fikir
hürrriyetinin varlığından söz edilemez. Bu şekilde başlayan değişiklik, Yezid’in
veliaht olarak atanmasıyla birlikte tamamen yerleşti. Bir kaç kıpırdanmaları
saymazsak, bu duruma karşı eleştiri bile yapılamadı. Çünkü Muaviye, oğluna bey'at
almak için halkı tehditlerle korkuttu93. Bundan böyle iktidar, soya dayalı mülkiyet
esası ile elde edilmesi gereken bir âdet halini aldı ve müslümanlar seçim hükümeti
sistemine dönecek fırsatı hiçbir zaman elde edemediler.
Ali ile olan mücadelesinde, bir kadının Muaviye’ye söylediği şu söz de, fikir
hürriyetinin hem Raşid halifeler hem de Emevîler dönemindeki durumunu
yansıtması için iyi bir örnektir. Hacc esnasında Ali’yi destekleyen kadınlardan
Dârimiyye el-Cehûniyye’nin yönelttiği muhalefet, düşünce hürrriyeti ve tenkit ile
ilgilidir: Muaviye ona "Neden Ali’yi sevdin de benden hoşlanmadın? Neden ona
yakınlık gösterdin de, bana düşmanlık gösterdin?" diye sordu. Kadın, Muaviye’ye
"bağışlayın, bu soruya cevap vermesem!" dedi. Muaviye “hayır, cevap istiyorum"
deyince, kadın daha fazla dayanamayarak gerçeği söyledi: “madem ki kabul
etmiyorsun, cevap vereyim. Ali’yi halkına adaletli davranışı ve eşit dağıtımı
dolayısıyla sevdim. Bu işe senden daha layık olanla savaştığın için senden
hoşlanmadım. Kan dökmenden, zalimce yargılamandan, nefislerine uymandan
dolayı da sana düşmanca davrandım"94.
Emevîler döneminde fikir hürriyetinin ortadan kalkmasında diğer bir etken
de hiç şüphesiz, Emevî sultanlarının yaşayış tarzında meydana gelen
değişikliklerdir. Saltanatın daha ilk başlarında sultanlar, Kayser ve Kisraların
yaşantısına has bir hayat sürdüler. Artık saraylarda yaşamaya ve her gittikleri yerde
kendilerine refakat eden muhafızlar taşımaya başladılar. Bunun sonucunda halkın
ve halifenin arası açılmış oldu. İnsanlar, bırakın halifeyi ikaz etmek, kendi
isteklerini bile arz edemez duruma geldiler. Halbuki Raşid halifeler döneminde
halk, sokakta, pazarda halkın arasında dolaşır, her isteyen halifeyi durdurup
şikayetini, derdini bildirebilirdi. Her gün beş vakit halkın karşısına çıkıp namaz
saflarının başında bulunurlardı. Haftada bir kez, Cuma günlerinde, hutbede Allah’ın
birliği ve dinin esasları halka hatırladıldıktan sonra idarenin takip ettiği siyaseti izah
eder ve yaptığı icraatları haber verirdi. Adeta bu icraatları halkın oluruna ya da
91 Kapar, Halifeliğin Emevileri Geşişi, s.55-56; Önkal, "Ahnef b. Kays", DİA., İstanbul 1989, II, 174.
Muaviye'nin heyetlerle yaptığı görüşme konusunda bkz. Ünal Kılıç, Tartışmaların Odağındaki
Halife Yezid b. Muaviye, İstanbul 2001, s. 104-113.
92 Kapar, Halifeliğin Emevileri Geşişi, s.56.
93 Mevdûdî, Hilafet 241-250.
94 Buna benzer olaylar için bkz. İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferid, Kahire 1953, I. 293-297.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni. Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU
eleştirisine sunardı. Halk tarafından, halifelerin şahıslarına ve yönetimlerine her
türlü soru ve itirazlara, yine halkın karşısında cevap vermeyi prensip
edinmişlerdi95. Fakat saltanat dönemi başlayınca bunların hepsi ortadan kalktı.
İstişare yerine, şahsî istibdat hakim oldu. Gerçek ilim sahibi insanlara danışmak
yerine, valilere, üst rütbeli subaylara, aile fertlerine, yakınlara ve saraya sığınmış
olan yaltakçı şairlere danışıldı. Bunlar da elbetteki sultanların istekleri
doğrultusunda fikir beyan ettiler. Bunun sonucunda da karşılaşılan en büyük zarar,
yepyeni ve garip bir medeniyetin ortaya çıkmasına sebep oldu. Meseleleri kanun
yoluyla halletmek yerine, keyfî çözüm yolları usulü benimsendi. Hükümetin
temelinde bulunan "İcmâ" (cumhuriyet) kavramları tamamen ortadan kalktı.
Bu dönemde müslümanların iyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek hakkı
elinden alındı. Halbuki bu, müslümanlar için hak değil, İslâm’a göre bir görevdir96.
İslâm'da, sosyal hayatın normal işlemesi ve devletin doğru yolda kalabilmesi, halkın
vicdanının ve dilinin her yanlış harekette en yüksek otoriteyi bile kontrol edebilecek
ve korkmadan doğruyu söyleyebilecek kadar serbest olmasına dayanmaktadır.
Hulefâi Râşidîn döneminde halk, İslâm’ın özünden kaynaklanan bu haktan
istifade etmek hususunda tam manasıyla serbestti. O dönemde doğru sözlü insanlar
takdir edilir ve övülür, tehdit edilmez veya azarlanmazdı. Yapılan tenkitler hoşa
gitmese de, zor kullanılarak bastırılmaz, ma'kul cevaplarla ve delillerle halkın
tatmin olmasına çalışılırdı. Fakat saltanat devrinde, vicdanlar bastırılmış ve diller
bağlanmıştı. Artık yeni kurulan sistemde ağızlar, ancak idarecileri methetmek için
açılabilir hale geldi. Eğer vicdanı, doğruyu söylemekten alıkoyamayacak kadar
güçlü ise, dayağa, hapse hatta ölüme bile hazır olmalıydı. Kendilerini doğru
söylemekten alıkoyamayan ve yanlış işlerde itirazlarını yükseltenler, bütün milletin
kalbine korku salınması için çok şiddetli cezalara maruz bırakılıyordu.
Bu yeni siyaset, Emevî Devleti'nin kurucusu Muaviye döneminin ortalarına
doğru görünmeye başladı. Sahabenin önde gelenlerinden muttakî bir zât olan Hucr
b. Adiyy’in şehit edilmesi bu uygulamaya bir başlangıçtı. Muaviye'nin tavsiyelerine
uyarak Cuma hutbelerinde Hz. Ali ve taraftarlarına ağır bir dille sövmesine ve
Osman'ı överek onun katlini kınayan konuşmalar yapmasına Hucr b. Adiyy şiddetli
tepki gösterdi. Muğire'nin yerdiklerinin kendisinden daha faziletli olduğunu camide
yüzüne karşı söyledi. Hucr, Ali’yi açıkça methetmeye başladı ve Muaviye’nin
kötülüklerini ortaya koydu. Hucr, Muğire’nin Kufe valiliği boyunca emniyetteydi.
Fakat Kufe, Ziyad’ın valiliği altında Basra ile birleştirilince (51/671) Muaviye’nin
emri gereğince, arkadaşları ile birlikte katledildi97. Totaliter rejimlerin vazgeçilmez
karakteristik özelliklerinden birisi, hiç şüphesiz mahkum etmek istediği insan ya da
insanları, toplum nezdinde affedilmemeleri için gerçekleştirmedikleri bir takım
eylemler yükleyerek suçlama yoluna gitmesidir. Emevîler tarafından Hucr ve
arkadaşları da, dönemin halifesi Muaviye'ye hürmetsizlik etmek, halkı idareye karşı
95 Mevdûdî, Hilafet s. 118-119.
96 Mustafa Aydın, İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenmesi, İstanbul 1991, s. 272.
97 Hucr ve arkadaşlarının katledilmesi hakkında geniş bilgi için bkz. Taberi, V, 253-277; İbnü'l-Esir, III,
461-472; Aycan, s. 229-246; Hasan Onat, Emevîler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, Ankara
1993, s. 43-59; Nebi Bozkurt, "Hucr b. Adiyy", DİA., İstanbul 1998, XVIII, 277-278.
Asr-_ Saadet, Hulefâ-i Râ_idin ve Emeviler Döneminde Fikir Hürriyeti Hata!
Bilinmeyen anahtar değişkeni.
kışkırtmak, halife tarafından atanan valinin uzaklaştırılmasını istemek ve Ali'yi
himaye etmek gibi pek çok suçlarla itham edilmiş, bu yüzden öldürülmüşlerdir.
Halbuki Hucr ve arkadaşlarının yaptığı, sadece Peygamber'den aldıkları eğitim
gereği, doğruları hiç çekinmeden söylemekten ibaretti. Bu olay, toplumun bütün iyi
insanlarını derinden sarstı. Muaviye, Hz. Aişe’yi görmeye geldiğinde, Aişe "Ey
Muaviye, Hucr’u öldürürken hiç mi Allah’tan korkmadın?" diye sordu. Burada
Aişe’nin rahatlıkla Muaviye’yi eleştirmesi, Aişe’nin, Peygamber’in eşi ve
müminlerin annesi konumunda olmaktan kaynaklanmaktaydı. Yoksa Muaviye ona
da gereken cezayı verdirirdi. Hatta Ziyad, fesat olarak nitelediği bu tür hareketleri
ortadan kaldıracağını belirterek, özellikle Muaviye'nin muhaliflerinden el ve
dillerini, idare üzerinden çekmelerini istemiş ve şehirde yatsı namazından sonra
sokağa çıkma yasağı uygulamıştır98. Bundan böyle halk, zulüm ve zorbalıklarla
susturuldu. Medine valisi iken, kendisine ileri geri sözler söylediği için Mervan b.
el-Hakem, Misvâr b. Mahreme’yi dövdürdü99. Bu tür uygulamalar, sadece devletin
kuruluşu döneminde yaşanmamış, Ömer b. Abdülaziz dönemi hariç, devletin
kuruluşundan yıkılışına kadar devam etmiştir.
Abdullah b. Ömer, fitneye yol açmamak düşüncesiyle, Emevîlerin tutumları
karşısında genelde suskun kalmasına rağmen, bazen onların dînî konulardaki
ihmallerine göz yummaz, hatalarını yüzlerine karşı söylemekten çekinmezdi.
Belirtildiğine göre Haccac, Cuma namazında hutbeyi uzatıp namazı tehlikeye
sokunca, Abdullah b. Ömer ona karşı çıkarak “Ey Emir! Güneş seni beklemiyor”
demiş. Haccac, onun bu uyarısına karşılık “Boynunu vurmak isterdim” cevabını
vermiş100. Yine Haccac bir konuşmasında "İbn Zübeyr, Allah'ın Kelamını
değiştirdi" demiş. Abdullah b. Ömer, bunu duyunca "Yalan söyledin. Ne sen, ne de
İbn Zübeyr, Allah'ın Kelamını değiştirmeye güç yetiremez" diye karşılık vermiş.
Haccac, bunun üzerine İbn Ömer'e "Sen yaşlısın, bunamışsın..” diyerek hakaret
etmiştir101.
Halbuki Abdullah b. Ömer'i, Muaviye'nin, Hz. Ali ile olan mücadelelerinde
daha sert bir şekilde eleştirdiğini görmekteyiz. Osman'ın kanını talep amacıyla
ortaya çıkan Muaviye, iktidarı ele geçirmek için bir takım siyâsî teşebbüslerde
bulunmuştu. Bu bağlamda sahabîlerden Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdullah b. Ömer...
98 Aycan, s. 233.
99 Mevdûdî, Hilafet s. 222.
100 İbn Sa’d, IV, 184, Zehebî, Siyerü A'lâmi'n-Nübelâ, thk. Muhammed Nuaym vd., Beyrut 1994, III,
230; M.Yaşar Kandemir, " Abdullah b. Ömer" DİA., İstanbul 1988, I, 127.
101 İbn Sa'd, IV, 184; Zehebî, III, 230; Kandemir, I, 127. Haccâc için söylenilen bu rivayetin bir
benzeri, halife Velid b. Abdülmelik için de nakledilmektedir. Bir keresinde Velid b. Abdülmelik,
Cuma hutbesini o kadar uzattı ki, neredeyse ikindi namazının vakti geçecekti. Cemaatten birisi ayağa
kalkarak "Ey Emirü'l-Mü'minîn! Zaman sizi beklemiyor. Namazı geciktirmenizden dolayı Allah’ın
huzuruna nasıl bir özürle çıkacaksınız?" dedi. Velid "Ey adam! doğru söylüyorsun. Fakat burası
doğru söyleyenlerin yeri değildir" diye karşılık verdi. Nitekim o sırada bir muhafız tarafından tutup
cezalandırıldı. İbn Sa’d, IV, 184; İbn Kesir, Bidâye, VIII, 50-55; İbn Abdirabbih, I, 62. Muhtemelen
bu rivayet, Haccâc için söylenilen rivayetle karıştırılmış olabilir. Burada bizim için önemli olan,
halife ya da valinin yapılan ikazlar karşısında takındıkları tutumdur.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni. Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU
gibi şahıslara mektuplar gönderdi102. Abdullah b. Ömer'in cevabı "siz kim, hilafet
kim" şeklinde olmuştur103. Buradan şu sonucu çıkarmaktayız: Henüz sahabîlerin
çoğunun hayatta olduğu bir dönemde Abdullah b. Ömer, onlardan da cesaret alarak
Muaviye'ye karşı bu şekilde sert muhalefet etmiştir. Benzer muhalefeti ömrünün
sonlarında -Abdülmelik döneminde- gösterememiştir. Bir başka gerçek ise,
sahâbîler veya sahâbî çocukları, Emevî Devleti kurulduktan sonra artık halifeler ile
muhatap olmaktan çok, dînî endişeleri olmayan ve devlete sadakatten ayrılmayan
valiler ile muhatap olmuşlardır. Valilerin onlara karşı tepkileri ise, oldukça sert
olmuştur.
Abdülmelik b. Mervan'ın, Medine’ye geldiğinde halkı korkutmak amacıyla
şu konuşmayı yaptığı nakledilir: "Ben, bu ümmete ârız olan hastalıkların tedavisi
için kılıçtan başka çare göremiyorum. Şimdi içinizden birisi çıkar da bana “
Allah’tan kork!” derse hemen kellesini vururum"104. Devlet başkanı sıfatını taşıyan
birisinin halkına böyle konuşması, o dönemde fikir hürriyetinin ortadan
kaldırıldığını göstermesi açısından sanırım yeterlidir. Bundan böyle halkın, bırakın
idarecileri eleştirmesi, ya da onların yanlışlarını ortaya koymasını, tavsiyede
bulunması dahi mümkün olmamıştır. Emevîler döneminde bu ve buna benzer o
kadar çok örnek var ki, hepsini burada zikretmemiz, çalışmamızın boyutunu aşacağı
için bu kadarı ile yetiniyoruz.
Halkı susturma siyaseti, müslümanların maneviyatını zaafa uğrattı ve onları
aşağılık kompleksine itti. Hayatları pahasına doğruyu konuşan insanların sayısı gün
geçtikçe azaldı. Olayları oluruna bırakan, bir nevi vurdum duymaz kimselerin
değeri yükselirken, doğru sözlü ve dürüst insanların kıymeti azaldı. Kabiliyetli,
bilgili, dirayetli kimseler yönetimden uzaklaştılar. Halkın devlet işleriyle ilgisi
kesildi. İslâm toplumunun gayesi, aktivitesi, üretkenliği ve ilim elde etme arzusu
yok olduğu için halk sessizce ve gününü gün ederek yaşamaya devam etti.
Görüldüğü gibi Emevîler döneminde fikir hürriyeti ve tenkitin yerine, baskı
tehdit ve korkutma hakim olmuştur. Fikir hürriyetinin baskı altına alınması, sadece
yönetim ve siyaset işlerine özgü kalmamış, ibadet işleri yönünden de idarecinin
davranışına yönelik yapılan eleştiriler dahi yasaklanır hale gelmiştir.
Asr-ı Saadet ve Râşid halifeler döneminde var olan fikir hürriyeti, Şia’nin
temel prensibi olan imamet modelinde de tıpkı saltanatta olduğu gibi ortadan
kalkmaktadır. Şia’nın anladığı imamet sisteminde, imamın şahsına bağlılık ile her
şey özdeşleştirilmek istenmiştir. İmamın fikrine ters bir fikir beyan etmek, başta
imama yapılan hıyanetlik olarak değerlendirilmektedir. O yüzden, imamlara karşı
bırakın eleştiriyi, onun düşüncesinin üzerine fikir beyan edilemez. Halbuki yukarıda
belirttiğimiz gibi Hz. Peygamber, insanların fikir hürriyetini ortadan kaldırıcı hiçbir
kural koymamıştır. Sadece karşıt fikirlerin, şer'î ölçüler dahilinde olması gerektiğini
belirtmiştir. Dolayısıyla İslam ve Peygamber'in hayatında fikir hürriyeti serbestisi
vardır. Bu serbestlik, sadece fikir düzeyinde değil, eylem alanında da kendini
102 Mektuplar hakkında bkz. Aycan, s. 137-139.
103 Aycan, s. 138, 183.
104 İbnü'l Esir, IV, 41, 104.
Asr-_ Saadet, Hulefâ-i Râ_idin ve Emeviler Döneminde Fikir Hürriyeti Hata!
Bilinmeyen anahtar değişkeni.
göstermektedir. İmamet sisteminde, fikir hürriyetinden bahsedilmezken, saltanat
sisteminde fikir hürriyeti, sadece sistemin istegi doğrultusunda olup karşıt fikir
sahipleri, fikirlerinden dolayı işkence görmekte ya da öldürülmektedirler. Gerçek şu
ki, asırlar boyunca karşıt fikir beyan edenlerin, ya da saltanat sistemlerini
eleştirenlerin maruz kaldığı baskı ve şiddet olayları karşısında sabretmeninin
gerektiği ve bu konuda susmanın günah olmadığı düşüncesinin yerleşmesinde
büyük ölçüde etkili olmuştur. Hatta bu konuda, Peygamber’in uygulamalarına ve
mesajına ters düşmesine rağmen105, kanaatimizce bir takım hadisler uydurma ya da
ayetleri farklı şekilde yorumlama yoluna giderek, kendilerine dinden delil bulma
gayreti içerisine girmişlerdir. Bu yolun ilk yolcuları, hiç şüphesiz Emevîler
döneminde ortaya çıkmış olan ve devlete itatin zorunlu olduğunu, isyanın ise
gereksiz olduğunu, bunun sorumlularının Allah’a havale edilmesi gerektiğini
savunan, Mürcîe’dir. İlk Mürcî düşünce, Hâricîler, ve Şia'nın bölücü eğilimlerine
karşı muhtemelen, "İslâm ümmetinin birliğini" korumak endişesinden
kaynaklanıyordu106. Dolayısıyla "Mürcienin düşünce şekli, Emevî iktidarlarından
destek gördü. Çünkü bu yoldaki inanç, Emevî Devleti'ni teyid ve takviye etmek
demekti"107. Bunlar, Râşid halifeler ile sonraki dönemlerde meydana gelen olayları,
fitne olarak değerlendirdiler ve halktan mümkün olduğunca fitneden uzak
durmalarını tenbih ettiler. Onların bu düşünceleri, iktidarının menfaati ile uyuştuğu
için, Emevîler tarafından destek gördü108. Bu görüş, maalesef Hz. Peygamber’e
isnad edilen bazı hadislere dayandırılmaktadır. Bu hadislerden bir kaç tanesini
burada vermek istiyoruz: Hz. Peygamber "Benden sonra kayırmalar ve
hoşlanmadığınız işler olacak” buyurunca sahâbîler "Buna erişene ne yapmasını
emredersiniz?" diye sordular. Peygamber de "size düşen borcu yerine getirir,
hakkınızı Allah’tan istersiniz" cevabını verdi109. Yine Peygamber, "Emirinden
hoşlanmadığı bir şey gören sabretsin, çünkü sultana karşı çıkan, cahiliyye ölümüyle
ölmüş olur”110. "İtaat ediniz, onların sorumluluğu kendine, sizin sorumluluğunuz
sizedir”111. Yine, Özellikle Osman’ın fitne dolu döneminde sahabeden bir kısmı
olaylara karışmayarak bu yolu tercih ettiler. Buna dayanak olarak ta, Peygamber’in
şu rivayetini kendilerine delil getirdiler “İleride fitneler meydana gelecek. Bunlarda
oturan yürüyenden, yürüyen koşandan daha iyidir. Ancak, böyle bir durum başa
105 Daha başta da belirttiğimiz gibi, Rasulullah bir kötülüğün düzeltilmesi için, bütün çabanın
sarfedilmesini istemiş, kalp ile buğz etmenin ise, imanın en zayıf derecesi olduğunu belirtmiştir.
Buna benzer Rasulullah'ın pek çok hadisleri bulunmaktadır. Bu hadisler için bkz. Mevdûdî, "İslam'ın
İlk Döneminde Siyâsî Düşünce", İslam Düşünce Tarihi, çev. Aydın Ünlü, İstanbul 1990, II, 285.
Bununla olaylara bir anlamda seyirci kalmayı tavsiye ettiği belirtilmektedir. Halbuki Peygamber'in
yaşantısına baktığımızda O'nun alaylara seyirci kalmadığını, kötülüklere karşı mücadele ettiğini
görmekteyiz.
106 M Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. E.R. Fığlalı, Ankara 1981, s. 155-157.
107 Akbulut, s. 293.
108 Akbulut, s. 293, 297.
109 Tirmizi, Fiten, 25; İbn Hanbel, I, 384.
110 Buhari, Fiten, 2, Müslim, İmare, 53.
111 Buhari, Enbiya, 50; Müslim, İmare, 44.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni. Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU
geldiğinde devesi olan devesine, koyunu olan koyununa, toğrağı olan toğrağına
katılsın. Bir adam “Ey Allah’ın Rasulü! Bunları olmayan ne yapsın?” diye sordu.
Peygamber de “kılıcını alır, taşla köreltir ve kurtulabilirse kurtulur” buyurdu112.
Buna benzer hadisleri bulmamız mümkündür113. Adeta Peygamber'i kendi
dilleriyle konuşturmuş ve yine kendi istedikleri cevabı Peygamber'e verdirmeye
çalışmışlardır. Halbuki biz, Kur’an’dan Peygamber’in gaybı bilen birisi olmadığını
görmekteyiz114. Çünkü Peygamber de bir beşerdir115. Ayrıca böyle hadisler vardı
da neden Hulefâ-i Râşidin döneminde meydana gelen olaylarda sahâbîlerin ileri
gelenleri fitnelere karıştılar. Halbuki Hucurât süresinde "Eğer iki topluluk
birbirleriyle savaşırlarsa, onların aralarını düzeltin. Onlardan biri hâlâ diğerine
saldırırsa, Allah’ın emrine dönünceye kadar saldıranla savaşın. Eğer dönerse, artık
aralarını adaletle düzeltin. Çünkü Allah, âdil davrananları sever”116 buyurarak
özellikle ileri gelenleri aktif eyleme çağırmaktadır, pasif davranmaya değil. Şayet
onlar bu konularda pasif kalırlarsa, bu sefer ortaya başkaları girecektir ki, bu da
toplumun felakete sürüklenmesi demektir. Osman ve Ali dönemlerinde ileri gelen
sahâbîlerin aktif siyasetten uzak durmaları sonucu, Hâricî güçler olaya müdahale
etmiş ve toplumu Emevî Devleti gibi bir devletin kucağına sürüklemişlerdir.
Değerlendirme
1-İslam, öncelikle yaratılışları gereği insanların akıllarını kullanmalarını
istemiş, onları düşünmeye, incelemeye ve araştırmaya teşvik etmiştir. Bununla
birlikte çeşitli ayetlerle insanları, akıllarını kullanmamalarından dolayı yermiştir.
İnanç meselesinde bunu görmekteyiz. İslam, insanın önce düşünmesini, ardından
iman etmesini ve bu konuda kesinlikle zor kullanılmamasını emretmiştir. Aklı
geriye itip, düşünmeyi bir kenara atıp başkalarını şuursuzca taklit etmeyi, hurafelere
inanmayı, akıl ve mantık ölçülerine vurmadan eski adet ve ananelere sarılmayı hoş
karşılamamıştır.
2-İslam, bu bağlamda düşünen insanların, düşüncelerini açıkça beyan
etmelerini (düşünce özgürlüğü) istemiştir. Bununla birlikte düşünce hürriyetinin,
diğer insanların şahsiyetlerine ve haklarına zarar vermemesini şart koşmuştur. Bu
şarta uyulduğu takdirde hiç bir fikir, açıklanmasından dolayı suç sayılamaz.
3-İslam'a göre insanlar birbirlerine iyiliği tavsiye edecek, kötülükten de
sakındıracaktır. Bunu da fikir hürriyetin bir gereği olarak kabul etmiştir. Eğer bu
prensip uygulanmıyorsa, orada fikir hürriyetinden bahsedilemez. Çünkü insanın
fikrini açıklaması için, öncelikle kendisinin güvenliği sağlanmalıdır. Hz. Peygamber
112 Müslim, Fiten, 13.
113 Benzer hadisler için bkz. Mustafa Öztürk, "İslam Tefsir Geleneğinde Yorum Manipülasyonu",
İslâmiyât, Ankara 2000, cilt, 3, sayı:3, s. 88-89; Akbulut, s. 112-113.
114 Ğaybı sadece Allah’ın bilebileceği ile ilgili ayetler için bkz. A'raf 188, En'am 50, 59, Ahkaf 9, Kehf
23, Yunus 20, Hud 31, Sebe 14, Lokman 34 vb. Ayrıca Ğaybî haberler için bkz. M. S. Hatipoğlu,
Siyasi İctimai Hadiselerle Hadis Münasebetleri (Basılmamış Doçentlik Tezi), Ankara 1968, s. 1-9.
115 Peygamber'in beşerî yönü hakkında geniş bilgi için bkz. Kur'an, Enbiya 7, Al-i İmran 144, Nisa 163,
Yusuf 109, Ra'd 38 vb; İzzet Derveze, Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in Hayatı, çev. Mehmet Yolcu,
İstanbul 1989, II, 29 vd; Hizmetli, s. 296-298; Erul, s. 80-94.
116 Hucurat, 9.
Asr-_ Saadet, Hulefâ-i Râ_idin ve Emeviler Döneminde Fikir Hürriyeti Hata!
Bilinmeyen anahtar değişkeni.
ve Raşid halifeler dönemlerinde müslümanlar, fikir hürriyetini serbestçe
kullanmaları sonucu, devlet idarecilerini rahatlıkla tenkit edebilmişlerdir. Halbuki
Emevîler döneminde bırakın sıradan insanları, Abdullah b. Ömer gibi ileri gelen
ulema insanların dahi devlet adamlarına karşı eleştiriye girişemediklerine tanık
olmaktayız. İbn Abbas'ın hayatı boyunca müslümanların birlik ve beraberliklerini
savunduğu ve bunun gerçekleşmesi için zaman zaman yetkilileri uyardığı,
gerektiğinde eleştirilerde bulunduğu117 belirtilmektedir. Ancak kaynaklara ve
olaylara baktığımızda, İbn Abbas'ın yetkilileri siyâsî hatalarından ziyade dînî bir
takım noktalarda eleştirilerde bulunmuş olabileceğini söyleyebiliriz.
4-Yine İslam, insanları istişare etmeye ve birbirlerinin fikirlerini
dinlemelerine fırsat vermelerini istemiştir. Bu da fikir hürriyetinin bir gereğidir.
Aynı prensibin gerek Asrı Saadet gerekse Râşid Halifeler dönemlerinde olsun,
uygulandığını ifade edebiliriz. Elbette ki, Râşid halifeler döneminde -özellikle
Osman döneminde- kısmen de olsa fikir hürriyeti ihlalleri yaşanmıştır. Ancak bunu
genellendirmemiz mümkün değildir.
5-Asr-ı Saadet ve Hulefâ-i Râşidin dönemlerinde, hukuk ve edep sınırını
aşmamak kaydıyla fertlerin, fikirlerini her platformda hiç bir kimseden korkmadan
söylediklerini müşahade etmekteyiz. Hatta İslam dışı düşüncelerin açıklanması ve
üretilmesine de imkan sağlanmıştır. İslam bunu da suç saymamıştır. Ancak şu kadar
ki, hiçbir düşünce sahibi fikrini açıklarken başkalarının düşüncelerine zarar
vermemeli, şahıslara hakaret etmemeli ve başka düşünceleri baskı altına alıcı
tavırlar içerisine girmemelidir.
6-Hilafetin saltana dönüştüğü Emevîler döneminde ise, herşey değiştiği gibi
kişilerin tabiî hakları olan fikir hürriyeti de ortadan kalkmıştır. Bunun yerini, zorba
ve dayatmacı bir zihniyet almıştır. Emevî Devleti'nin, fikir hürriyetini ortadan
kaldırması, önce Emevî olmayanların, daha sonra da Arap olmayanların haklarının
ellerinden alınmasına neden olmuştur. Bu da, toplum içerisinde devlet aleyhine
hoşnutsuzlukların oluşması ile ardı arkası kesilmek bilmeyen isyanların çıkmasını
sonuçta da Emevî Devleti'nin yıkılmasını beraberinde getirmiştir. Siyasi değişim,
otoriteyi her haliyle kabullenmeyi gerektirmiştir. Bizzat ashabıyla istişare eden Hz.
Peygamber'e "bu şahsî görüşünüz mü, yoksa vahyin bildirgesi midir" diye veya Hz.
Ömer'e "yanılırsan gerektiğinde seni kılıçlarımızla doğrulturuz" şeklinde karşılık
verebilen yurttaş tipi kaybolmuş, her halükarda itaat edilmesi gereken, bir inanç
problemi haline getirilmiştir. "Zalim de olsa idareciye itaat edilmesi gerektiği"
anlamını taşıyan ve yerine göre hadis olarak takdim edilen sözler, mülümanların
siyasi ufkunun ne derece daraldığının göstergeleridir118. Emevîler döneminde fikir
hürriyeti, böylesi bir ortam içerisine girmiştir.
117 İsmail L. Çakan-Muhammed Eroğlu, "Abdullah b. Abbas", DİA., İstanbul 1988, I, 77.
118 Fazlur Rahman, İslam, çev. Mehmet Dağ-Mehmet Aydın, Ankara 1981, s. 296.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni. Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU
Bibliyografya
Abdülhalık, Nevin, İslam Siyâsî Düşüncesinde Muhalefet, çev. Vecdi Akyüz,
İstanbul 1990.
Afzalur Rahman, Sîret Ansiklopedisi, çev. Komisyon, İstanbul 1996.
Akbulut, Ahmet, Sahabe Devri Siyâsî Hadiselerinin Kelâmî Problelere Etkileri,
İstanbul 1992.
Akgül, Muhittin, "Hz. Peygamber'in İsmetiyle İlgili Bazı Ayetlerin Yorumu,
Diyanet İlmî Dergi, Özel sayı, Ankara 2000, s. 253-255.
Aycan, İrfan, Muaviye bin. Ebi Süfyan, Ankara 1990.
Akyüz, Vecdi, Hilafetin Saltanata Dönüşmesi, İstanbul 1991.
Armağan, Servet, İslam Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, Ankara 1987.
Asî, Mustafa, el-İslam ve Hurriyetü’r-Rey, Kahire 1980.
Aydın, Mustafa, İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenmesi, İstanbul 1991.
Aydınlı, Abdullah,"Ebu zer el-Ğıfârî", DİA., İstanbul 1994, X, 267.
Bozkurt, Nebi, "Hucr b. Adiyy", DİA., İstanbul 1998, XVIII, 277-278.
el-Cevzî, İbn Kayyım, Zâdü'l-Meâd, Kahire 1950.
Çakan, İsmail L-Muhammed Eroğlu, "Abdullah b. Abbas", DİA., İstanbul 1988, I,
77.
Derveze, İzzet, Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in Hayatı, çev. Mehmet Yolcu,
İstanbul 1989.
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Komisyon, İstanbul 1989.
Döndüren, Hamdi, "Sebeb-İllet-Hikmet Açısından Kur'an Hükümlerine Bir
Bakış",Kur'an-ı Anlamada Tarihsellik Sorunu Sempozyumu, İstanbul
2000.
ed-Dûrî, Kahtan Abdurrahman,eş-Şûrâ Beyne’n-Nazariyye ve’t-Tatbik, Bağdat
1974.
Erul, Bünyamin, Sahabenin Sünnet Anlayışı, Ankara 1999.
Fazlur Rahman, İslam, çev. Mehmet Dağ-Mehmet Aydın, Ankara 1981.
-------, "İslam'da Şûrâ İlkesi ve Toplumun Rolü", çev. Adil Çiftçi, İslâmiyât, Ankara
1999, cilt, 2, sayı:2, s. 159.
Fendoğlu, Hasan Tahsin , "Osmanlı Hukukunda Muhalefet Hakkı", İnsan Hakları,
İstanbul 1994.
Asr-_ Saadet, Hulefâ-i Râ_idin ve Emeviler Döneminde Fikir Hürriyeti Hata!
Bilinmeyen anahtar değişkeni.
Fığlalı, Ethem Ruhi, "Ali", DİA, İstanbul 1989, II, 371-372.
Güler, İlhami, "Reel Politikada Dînî Değer, Kavram ve Sembollere Atıfta
Bulunmanın Doğurduğu Sorunlar", İslâmiyât, Ankara 2000, cilt, 3,
sayı:3, s. 60-61.
Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1993.
Harun, Abdüsselam, Tehzîbü Sîreti İbn Hişam, Kahire ty.
H. İbrahim Hasan, Peygamber'in Vefatından Emevîlerin Sonuna KadarSiyâsî, Dînî,
Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, çev. İsmail Yiğit vd., İstanbul 1987.
Hatipoğlu, M. S., Siyasi İctimai Hadiselerle Hadis Münasebetleri (Basılmamış
Doçentlik Tezi), Ankara 1968.
el-Haviyy, Said, el-Esâs fi's-Sünne ve Fıkhihâ, by 1989.
Hilmi, Mustafa, Nizâmü’l-Hılâfe fi’l-Fikri’l-İslâmî, Kahire 1977.
Hizmetli, Sabri, İslam Tarihi, Ankara 1995.
Hudarî, Muhammed, Nurü'l-Yakîn fi Sîreti Seyyidi'l-Mürselîn, thk. Nâyif el-Abbas,
vd, Beyrut 1989.
İbn Abdirabbih, el-Ikdü’l-Ferid, Kahire 1953.
İbn A’râbî, el-Avâsım mine'l-Kavâsım; thk. Muhibüddin el-Hatîb, by ty.
İbn A'sem el-Kûfî, el-Fütûh, Beyrut 1986.
İbnü'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, Beyrut 1965.
İbn Hacer el-Askalâni, Fethü’l-Bâri bi Şerhi Sahihi’l-Buhari, by ty.
İbn Haldun, Mukaddimetü İbn Haldun, Kahire ty.
İbn Hazm, el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehva ve’n-Nihal, Mısır 1321.
İbn Hıbbân, es-Sîretü'n-Nebeviyye ve Ahbâri'l-Hulefâ, Beyrut 1991.
İbn Hişam, es-Sîretü'n-Nebeviyye, thk. Muhammed Ali vd., Beyrut 1995, II, 86.
İbn Kesir, es-Sîretü'n-Nebeviyye, thk. Mustafa Abdülvahid, Kahire 1964.
---------, el-Bidâye ve'n-Nihâye, Beyrut 1966.
İbn Kuteybe, el-İmâme ve's-Siyâse, thk. Tâhâ Muhammed ez-Zeynî, by ty.
İbn Sa'd, Tabakatü'l-Kübrâ, Beyrut 1960.
İbn Teymiyye, Bir İslam Kurumu Olarak Hisbe, çev. Vecdi Akyüz, İstanbul 1989.
---------,es-Sârimu’l- Meslûl alâ Şâtimi’r-Rasûl, thk.Muhammed Muhyiddin
Abdülhamid, Kahire 1960.
İmam Ebu Yusuf, Kitabü'l-Harac, Mısır ty.
Hata! Bilinmeyen anahtar değişkeni. Yrd. Doç. Dr. Ali AKSU
İmam Gazâlî, İslam Hukukunda Deliller ve Yorumlar Metodolojisi, çev. Yunus
Apaydın, Kayseri 1994.
İnan, Ahmet, "Fıkıh Usulü'nün Temel Parametreleri Açısından Bazı Güncel
Meselelere Kısa Bakışlar", İslâmiyât, Ankara 1999, cilt, 2, sayı: 2, s. 104.
Kallek, Cengiz, "Hisbe", DİA., İstanbul 1998, XVIII, 133-142.
Kandemir, M.Yaşar, " Abdullah b. Ömer" DİA., İstanbul 1988, I, 127.
Kapar, M. Ali, Halifeliğin Emevîlere Geçişi ve Verasete Dönüşmesi, İstanbul 1998.
-------, İslam'ın İlk Döneminde Beyat ve Seçim Sistemi, İstanbul 1998.
Karaman, Hayreddin, “İslam’da İctimai Terbiye ve Kontrol: İhtisab Müessessi”
İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, İstanbul 1988.
---------, "Asr-ı Saadette Rasulullah'ın Davranışlarının Bağlayıcılığı", Bütün
Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Komisyon, İstanbul 1994.
Kavakçı, Yusuf Ziya , Hisbe Teşkilatı, Ankara 1975.
Kılıç, Ünal, Tartışmaların Odağındaki Halife Yezid b. Muaviye, İstanbul 2001.
Kırbaşoğlu, M. Hayri, İslam Düşüncesinde Hadis Metodolojisi, Ankara 1999.
es-Suyûtî, Târîhu'l-Hulefâ, Beyrut 1974.
Köksal, M. Asım, İslam Tarihi, İstanbul 1981.
Macit, Nadim , Din-Siyaset İlişkisinin Teolojik Yorumu, Ankara 1999.
el-Mes’ûdî, Mürûcü'z-Zeheb, Kahire 1958.
el-Mevdûdî, Ebu'l-A'lâ, Hilafet ve Saltanat, çev. Ali Genceli, İstanbul 1966.
---------, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber'in Hayatı, çev.
Ahmed Asrar, İstanbul 1983.
--------, "İslam'ın İlk Döneminde Siyâsî Düşünce", İslam Düşünce Tarihi, çev.
Aydın Ünlü, İstanbul 1990, II, 285.
Muhammed Abid Câbirî, İslam'da Siyasal Akıl, çev. Vecdi Akyüz, İstanbul 1997.
Muhammed Yusuf Musa, Nizamü’l-Hükm fi’l-İslam, Kahire ty.
Müslim, Sahih, Kahire ty,
Nevevi, Riyazü’s-Sâlihın, Medine ty.
Nizamoğlu, Rıdvan, "Örnek Şahsiyeti ve Eseri İle Peygamberimiz", Diyanet İlmî
Dergi, Özel sayı, Ankara 2000, s. 127.
Onat, Hasan , Emevîler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, Ankara 1993.
Osman, Abdülkerim İslam'da Fikir ve İnanç Hürriyeti, İstanbul 1979.
el-Ömerî, Seyyid Celalddin, Emri bil Ma’ruf ve’n-Nehy ani’l-Münker, Kuveyt ty.
Önkal, Ahmet, "Akabe Biatları", DİA, İstanbul 1989, II, 211.
Asr-_ Saadet, Hulefâ-i Râ_idin ve Emeviler Döneminde Fikir Hürriyeti Hata!
Bilinmeyen anahtar değişkeni.
-------, "Ahnef b. Kays", DİA, İstanbul 1989, II, 174.
Özel, Ahmet, İslam Devletler Hukukunda Savaş Esirleri, Ankara 1996.
--------, "Esir", DİA., İstanbul 1995, XI, 383.
Öztürk, Mustafa "İslam Tefsir Geleneğinde Yorum Manipülasyonu", İslâmiyât,
Ankara 2000, cilt, 3, sayı:3, s. 88-89.
Popper, Karl, Açık Toplum ve Düşmanları, çev. Mete Tunçay, İ stanbul 1989
es-Süheylî, Abdurrahman, er-Ravzü'l-Unûf fi Şerhi's-Sireti'n-Nebiviyye li İbn
Hişam, thk. Abdurrahman el-Vekil, by ty.
et-Taberi, Tarihü'l-Ümem ve'l-Mülûk, thk. Muhammed Ebu'l-Fadl, Kahire 1992.
Taberi, Muhibüddin, er-Riyâdu’n-Nâzıra fi Menâkıbi’l-Aşere, Kahire 1327.
et-Temmâvî, Süleyman Muhammed, Hz. Ömer ve Modern Sistemler, çev.
Muhammed Vesim Taylan, İstanbul 1993.
Taha Hüseyin, el-Fitnetü’l-Kübrâ, Mısır 1951.
Üçok, Bahriye; İslam'dan Dönenler ve Yalancı Peygamberler, Ankara 1967.
Vakıdî, Kitabü'l-Meğâzî, nşr. M. Jorden, Londra 1966,
Watt, M, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev. E. R. Fığlalı, Ankara 1981.
Yavuz, Yunus Vehbi, İslam'da Düşünce ve İnanç Özgürlüğü, İstanbul ty.
Yerinde, Adem "Hz. Peygamber'in İctihadı Meselesi", Diyanet İlmî Dergi, Özel
sayı, Ankara 2000, s. 381.
Yiğit, Yaşar, "İnanç ve Düşünce Özgürlüğü Perspektifinden İrtidat Suç ve Cezasına
Bakış", İslâmiyât, Ankara 1999, cilt, 2, sayı: 2, s. 121-135.
ez-Zebîdî, Sahih-i Buhari Muhtasarı ve Tecrid-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, çev.
Kamil Miras, Ankara ty.
Zehebî, Siyerü A'lâmi'n-Nübelâ, thk. Muhammed Nuaym vd., Beyrut 1994.