04 Mart 2015

İNSAN HAKLARI VE Hz. ALİ NE ZALİM VAR NE DE MAZLUM İMAMIN EGEMENLİKTEKİ KURAMI ALTI




İNSAN HAKLARI VE Hz. ALİ
NE ZALİM VAR NE DE MAZLUM 
İMAMIN EGEMENLİKTEKİ KURAMI
ALTI
Savaşa karşı olan tutumu kavgayı en dar sınırına (Düello) kadar indirgeyerek reddetmiştir. Şöyle diyor: Düelloya davet etmeyin. Ali'yi okuyan şuna dikkat etmiştir: İnsanların bazı ahlaki yönlerini ve yaşamın bazı yönlerini sürekli kınamıştır. İnsanların ahlaki yönlerinde ilk kınadığı şey fitneye ve saldırganlığa eğilimidir. Yaşamın kınadığı yönü ise savaştır. Sorunlardan biri onu heyecanlandıracak olursa hemen şunu söyler: Savaş, soygun ve yağma dünyasıdır.
Savaş hakkı yok ettiği kadar haksızlığı örtbas eder. Ali'ye göre yeryüzü ile gökyüzü hakkaniyetle varolmuştur. Hakkaniyetle insan yücelir, toplum kalkınır ve dünya mutlu olur. Haksızlık ise utandırıcı rezillikler topluluğudur. Sorun böyle olduğuna göre de savaşın son bilançodaki önemi nedir? Utandırıcı rezillikler topluluğudur. Çünkü gelmesi durumunda karıştırır. Yani haksızlık yücelir ve hakkaniyetin sesi kısılır. Barış hakkaniyet olduğuna göre de, hakkaniyetten yana olmayan mezhep yoktur!
Ali'nin savaşa bakışının temeli budur. Bunda da şaşırılacak bir şey yoktur. Çünkü bu bakış açısı, kendisinin özgürlüğe olan derin inancı, insana güveni, yaşama, canlılara derin saygısı ve canlıların yararlı çalışma doğrultusunda yapmaları gerekenlerle tam bir uyum içerisindedir.
Onun için bazı durumlarda dostlarına şöyle demekle yetinmektedir: Fitneyi engelleyerek barışa eğilim için düşmanınızın iyilikten kötülüğü kaydığını farz edin.
Onun için, savaşın nedenlerin ortadan yok etmek amacıyla herhangi bir hataya düşenin özür dilemesini ve kendisine kötülük yapılan kişinin de yapılan suç ne kadar büyük olursa olsun özrü kabul etmesini isteyerek şöyle demektedir:
Senden özür dileyenin özrünü kabul et. Şunu da söylüyor: Aklınla nefsine karşı savaş ki dostluk senin olsun!
Kendi taraftarlarının savaşa karşı barışı tercih etmelerini, kendileri ve bütün insanlık için sağlık dilemeleri konusunda ısrar etmelerini en takdir edilecek yön olarak görüyordu. Olmaları gereken konusunda şöyle diyor: Taraftarlarımız kızarlarsa zulüm etmezler, komşularına bereket, iç içe girdiklerine barış getirirler.
* * *
Savaşın bu kadar kötülenmesi ve barışa davet hiçbir zaman teslimiyet ve boyun eğme. anlamında değildir. Çünkü sorumluluktan kaçıp ipleri bozguncuların eline bırakmak demek değildir. Savaş bizzat savaş olduğu için istenmeyen bir şey değildir, tersine getirdiği kötülükler ve zararlar içindir. Barış ta bunun için sevilen bir şey değil, sahibine güven konusunda verdiği olanaklar, insanların toplumu iyileştirmesi için izin vermesi ve canlıların önünde geniş rahat yaşam koşulları verdiği içindir.
Bazı sistem ve yasalarda kötülük, zayıflara zulmü getirip büyük çoğunluğun ezilmesi ile son bulacağından, buna dokunmamak ve bu sistemi eritip yenisini getirmemek için bunun sahipleri barış isteyebilirler. Böylesi bir durumda iyi olan; savaşıp bu dogmatizmi yok ederek bunun sahiplerinin silinmesinde değil midir!
Bazı kişiler ya da kişilere benzer sınıflar da kötülüğü, yaşamı kendileri için bir kazanç kaynağı, yeryüzünü bir kazanım olarak gördükleri diğer insanların yaşamını ölüm ve kölelik kabul ettikleri için barışın hakkın kendilerine vararak onları yok edip dünyadaki kara örtüyü kaldırmaması için istemektedirler. Böylesi bir durumda iyi olan; savaşıp bu sınıfların yok edilmesi ve bu alçakların süpürülmesinde değil midir!
Savaş ve bansın mutlak bir değeri olsaydı, dünya halklarının despotlara, sömürücü ve sömürgecilere karşı giriştiği bütün devrimler kötü olurdu. Canilerin, kralların, çarların istemlerine boyun eğmek iyi ve sağlıklı olurdu.
İyiliğin özü insanların durumlarını düzeltmek için getirdikleriyledir. Yaşamlarında esen kalacaklarsa barış daha iyidir. Yok eğer yorulacak, kötülüklerle karşılaşılacak, ezilip hakları çiğnenecekse onurlu insancıl, baskıya teslimiyetin ve zulme boyun eğmenin bulunmadığı bir gerçek barış sağlanıncaya kadar savaşmak daha yararlıdır.
Ali Bin Ebi Talip, bu gerçeği tamamıyla ve her yönüyle kavramıştı.
Ali Bin Ebi Talip'in istemediği savaş Ebi Sufyan ve Ebi Lehep'in Muhammet'e karşı giriştikleri savaştır. Muhammet'in onlara karşı giriştiği savaş değildir.
Bin Ebi Talip'in reddettiği savaş, işgalcilerin ve bozguncuların savaşıdır. Hakkı arayıp iyilik isteyenlerin onlara karşı olan savaşı değildir.
Seni Cengiz han, Hülagu ve Hitler olmamaya çağırıyor. Ancak aynı zamanda bunların suçsuzları kılıçlarından geçirirken barıştan söz ederek yıkmaya çalıştığı insanlığın evlatlarından biri olmaya çağırıyor.
Böylece savaş Ali'nin inancına göre zorunlu bir hal de alabilir. Şayet bir mazlumu zalime karşı korumak, zorla alınmış bir hakkı geri elde etmek, soyulmuş bir mal, çiğnenmiş bir onur ve dökülmüş bir kan uğruna olacaksa ve savaşsız çözüm için defalarca çaba harcandıktan sonra olması şartıyla ve böylesi bir durumda savaş toplumsal ve insani bir zorunluluktur. Sıffın'da onun adamları savaş iznini geç verdiğini görüp ondan acele etmesini istediklerinde onlara verdiği cevaba bakınız. Ki, orada kendisiyle savaşanlar zalim olup daha önce haklarında şöyle söylemişti Hakkı şaşırmışlar göremiyorlar. Zulmü şiddetlendirip adaleti gerçekleştiremezler.
Adamlarına şöyle diyor:
Bütün bunlar ölümü istemediği için mi? Vallahi ben ölüme gitsem, ya da ölüm bana gelse hiç umurumda değil. Yoksa Şam halkından kuşkulandığı için mi? sözünüzle ilgili olarak da, Vallahi, bir gün olsun dahi savaştan uzak kaldıysam oda; bir kesimin hidayete varıp benim ışığımda gitmesinden umduğumdan başka bir şey için değil Bu da hatalarıyla çırpınıyor olsa dahi yanlışlığıyla birlikte ona karşı savaşmaktan daha iyidir benim için.
Daha sonra savaşın amacı, yalnızca zafer, ya da intikam veyahut karşıdakini incitip zaman vermek, herhangi bir esire, yaralı, kadın, yaşlı veya çocuğa kötülük yapmak olmaması şartı vardır. Amaç; Savaşın sahibi kendisinin haklı, düşmanının haksız olduğuna ve mutlaka bu adaletsizliği gidermek gerektiğine inanıyorsa hakkaniyeti sağlamaktır. Şayet amaç en az bir kavga ile gerçekleşirse hemen durdurulmalıdır. Kanın zorunlu ve tek çare olması dışında akmasını kınamak Ali'nin savaşlarının temel kuralıdır. Onun için -inancına göre- savaşın mantığı zalim olan düşmanına nasihat etmektir.
Vallahi mazluma karşı insaflı zalime karşı nasihatkar davranmalıyım.
Barış için teşvikin yeterli gelmediği birçok durumda düşmanını korkutma yöntemine başvururdu. Çünkü kendisi için önemli olan durdurulabilecek yerde kanın akmamasıdır. Al-Nehravan ahalisini korkuturken şöyle diyor:
Gerekçesiz olarak ve Allah'a hiçbir dayanağınız olmadan gelen bu akıntıya kapılmamanız için sizi uyardım. Daha önce de bu hüküm(38) için sizi uyarmıştım. Siz tamamıyla bunu reddettiniz. Ben de sizi isteğinize göre bıraktım. Sizi zorlayıp kötü kullanmadım. Sizlere hiçbir zararın gelmesini istemedim. Ayrıca, Sıffın'da düşmanlarının diş biledikleri ve bütün barış çabaları suya düştükten sonra hümanist yönüyle bir yaptığı duaya bakın:
Allah'ım, İnsanlara, hayvanlara görünüp görülmeyen bütün canlılara kıldığın bu yeryüzünün sahibi, Yeryüzünün direği, insanların dayanağı olarak yarattığın dağ ve tepelerin sahibi, düşmanımızın üstesinden gelmemizi sağlarsan zulümden uzak tut ve hakka bağla, onların üstün gelmesini sağlarsan bize şahadeti nasip kıl ve bizi fitneden uzak tut.
Savaş anında dahi, Ali'nin barış sevmesi ve ona bağlılığı, dost ya da düşman iki kişinin anlaşmazlığa düşmeyecekleri bir konudur. Barışa olan bu sevgisi savaşa olan bu nefreti ile ilgili birçok olay vardır. Bu olaylardan biri dev Cemel çarpışmasmdadır: Düşmanları toparlanıp askerleriyle üzerine yürüdüklerinde dostlarından toplanmalarını istedi ve şöyle dedi: Hiç bir ok atmayın, ya da bir kılıç sallamayın ve karşıdakini özürlü görün. Dostlarından üçünü vurup öldürünceye kadar da onlarla savaşmadı. Ondan sonra da Allah'ını üç defa tanık kılarak savaştı.
İmam, kendisine karşı savaşmak için gelenlerin önüne kendileri zırhlarını kuşanmış demirlerle sarılmış olmalarına rağmen kendisi silahsız ve korumasız olarak kendilerinin savunduğu kibir ve sertliğe karşı çıkıp seven bir yürek lehçesi, şefkat ve sevgi dolu sözlerle konuştu. Hatta kendileri, zırh ve kalkanlarla gece karanlığı gibi bir siyahlık oluştururlarken kendisi insana olan derin saygısından bir zırh, çabalarının haklılığına olan inancından bir kalkan, insanlık vicdanına olan güveninden bir siper, mazluma olan şefkatinden, hakka olan bağlılığından, barışa olan sevgisinden askerlerle onlara karşı koydu. Şu sözü söyleyen kendisidir:Zararından sakındığın kişinin kardeşliğini iste. Düşmanlıktan en çok nefret eden kendisidir. Çünkü düşmanlık ve iki yüzlülük doğurdukları nifakla bireyin ahlakını yıkar ve toplumun kişiliğini yok eder. Kendinizi düşmanlık ve ikiyüzlülükten koruyun çünkü insanın kalbini hasta eder ve bunların sonucunda nifak doğar!
Savaşa karşı nefretinin belirtisi olarak, kardeşliğe ve sadakate daha yakın bir yöntemle sorunların çözümüne olan eğilimi ve böylesi koşullar için şu kuralı koymuştur: (Düşmanını iyilikle yen, çünkü bu zaferlerin en iyisidir.) Ayrıca yalnızca insanın ve has insanın önemini bilebileceği bir realiteyi yani savaş kötüdür ve yenenin elde ettiği iyiliğinde hiçbir önemi yoktur, çünkü kötülükle elde edilmiş bir iyiliktir realitesini vurgulamak için düşmanlarına karşı bu şekilde çıkmıştır:Kötülükle elde edilmiş bir iyiliğin, zorlukla elde edilmiş bir kolaylığın ne yararı var ki! Onun için kendisi bu kötülüğü her yöntemle bertaraf etmeye çalışıyor. Kolaylığı da zorluksuz yarayan şekliyle istiyor. Düşmanları illa da savaşmak, kendisinin ve yanındaki diğer iyi insanların kanını isterlerse bu çağrısını yineliyor ve kendileri ısrar edip savaş bir sosyal ve insani zorunluluk haline gelirse onların savaşa başlamalarını isterdi. Şayet böylesi bir şeye yellenirlerse onlarla savaşır. İbn Ebi Talip, ölümüne giderdi ölüm olmasa dahi, kimse ona dayanamaz, kahramanları devirirdi.
Zorbalık olarak gördükleri adaleti, ayaklar altına almak istedikleri onuru, kölelik olarak görmek istedikleri özgürlüğü, kendisinin değerli gördüğü ve onların, ellerindeki bütün imkanlarla ve ağır zincirlerle başı eğik görmek istedikleri insan uğruna bir onur savaşıydı.
Onsuz kalmak adilik ve küfürdür. Bu tür bir savaş sosyal zorunlulukların ve insani istemlerin savunulmasıdır. İmam-ı Ali Muaviye ile savaşı üzerine şöyle diyor:
Bu sorunun yüzüne gözüne baktım, altını üstünü inceledim, önümde ya savaş ya da küfrü seçmek vardı.
İbn Ebi Talip'in Cemel vakasının birinci bölümünü kısaca nasıl ele aldığı aşağıdadır:
Talha ve Zübeyr bana ilk biat edip ondan sonra biat'tan sebepsiz vazgeçenlerdendi. Müminlerin önünde Basra'ya çıktılar. Muhacirin ve Ansarlarla onlara çıktım. Vazgeçtiklerinden geri dönmelerini istedim. Kabul etmediler. Dualarla iyi bir şekilde karşılamaya çalıştım.
Ali Küfeye gitmek üzere yola çıktığında oğlu Hasan'ı, amcası oğlu Abbas oğlu Abdullah'ı, Ammar Bin Yasir'i ve Kays bin sa'd bin Abbade'yi fitneyi kereler diye onlara gönderdi. Fakat kabul etmediler. Bunun üzerine Ali şöyle diyor:
Onlarla (Muhacirin ve Ansarlarla) yürüdüm. Basra sırtlarına varıncaya kadar. Dualarla mazur görmeye çalıştım. Biatlarına geri dönmelerini istedim. Reddettiler. Allah'tan onlara karşı yardım diledim. Ölenler öldükten sonra kaçmaya başladılar. Savaştan önce istediklerim konusunda bana bir daha geldiler, kabul edip kılıçları çektim. Abdullah Bin Abbas'ı bununla görevlendirerek Züfere bin Kays'ı onlara gönderdim. Biz ve onları sorabilirsiniz.
Üstün cesareti ve derin inancı sayesinde zafer'i elde ettiyse de acı bakımında galip olanın tattığı acının aynısını tatmıştır. Ağlayarak sızlandı. Hiç beklenmedik bir şekilde üzüntüyle köşesine çekildi. Çocuklarını çok seven ve zulümden şiddetli biçimde nefret eden büyük bir yüreğin açışıydı. Bu kavim, zalim çocuklarıdır. Kendisi de, tıpkı ateşle ateşin şiddeti arasında kalmış gibi çocuklara şefkati ve zulme olan nefreti arasında kaldı.
İmamın en nefret ettiği şey, akıtılmış kandır. Emri altındakilerin ve taraftarlarının -savaşsa dahi- kendisinin kan akıtılmaması doğrultusundaki emirlerinden de öte hak ve adaletin gereği olmayınca kan akıtmayacaklarına güveni vardı. Buna ek olarak bu konunun genel yanını ve kendisinin saf insancıl duyguları ortaya çıkaran dahiyane görüşü mevcuttur: İmamın görüşüne göre; kan dökmek egemenliği yok eder ve egemenliğin anlamını yitirtir, özellikle de kasıtlı kan dökmek, ki bunu hiç affetmezdi. Yanındakilerden birisine şöyle diyor:
Egemenliğini haram olan bir kanı dökerek güçlendirme. Çünkü böylesi bir şey onu (Egemenliği) zayıflatarak küçük düşürür. Ayrıca yok eder. Kasıtlı öldürmenin ne Allah'ın yanında ne de benim yanımda bir özrü olamaz.
Bu konuyla ilgili okuyucuya garip bir örnek sunacağım: Ordu içerisinde öldürmeden ve insanlara eziyet etmekten nefret edenler dışında kimsenin bulundurulmamasını adamlarından isteyen İbn Ebi Talip'ten başka hangi insan vardır? Ayrıca özrü kabul eder, bağışlar, şefkatli ve temiz yürekli idi. Hiç bir zaman şiddete başvurmaz. Sert değildi. Mısır'daki adamına şunları söylerken bak ne diyor:
Askerlerin arasında temiz yürekli ve şefkatli olanları egemen kıl. Kolay sinirlenmeyen, özrü rahatlıkla kabul eden, zayıfları kollayan, güçlülere karşı şiddetli olan, şiddet karşısında sakin kalan vs.den olsun...
Öyleyse Ali barışı sever ve onun için emrederdi. Savaştan nefret eder, onu istemez; Ta ki ısrarlı bir şekilde kendisi üzerine gelmedikçe. Vuku bulduktan sonra da, iyilik ve sevgi ile tedarik etmeye çalışırdı. Savaşa girse dahi fazla öldürmemeye çalışırdı. Yapabildiğince de affederdi. Yapabildiğine göre de hep affederdi. Daha sonra yenen ve yenilene başsağlığı dilerdi. Düşmanından barış için bir çağrı alması durumunda hemen karşılayarak Barışta askerin iyiliği, dertlerden kurtulma ve ülkenin güvenliği vardır, diyerek bu çizgiyi izlemeleri için komutanlarına ve adamlarına yönelik birçok emri yanında ahmakça eski çağlarda yönetici ve savaşçıların alışageldiği gibi hemen kılıcı çekerek savaşmamalarını isteyen tavsiyeleri vardır. Bunların içerisinde şu sözü vardır: Ellerinizi, kılıçlarınızı dilinizi döndürdüğünüz gibi hareket ettirmeyin. Ayrıca şöyle diyor: Şüpheyi cezalandırmam, çağırıp ondan özür dilemesini istemeden onunla savaşmam. Şayet reddeder ve illa da savaşı isterse Allah'tan yardım dileyerek onunla karşılaşırım. İbn Ebi Talip'in ona saldıran düşmanlarına karşı tutumu üzerine ayrıntılı olarak konuşacağız.
Bireyler arasında ve toplumlar arasında barışı etkinleştirip savaşı kınamanın güçlendirilmesi doğrultusunda insanın insan üzerinde sözüne bağlılık (vefa) borcu vardır. Verilen sözün de tek mezhep bireyleri ya da değişik mezheplerden bireyler arasında olmasının hiçbir farkı yoktur. Aynı şekilde bir ulusun bireyleri ile değişik ulusların bireyleri arasında da olmasının farkı yoktur. Müslüman, teslim olan ya da savaşan bireyler arasında da, ya da iki dost veyahut düşman arasında olmasının da farkı yoktur. İbn Ebi Talip'in yönetiminde vefa borcunu alıkoyan ne mezhep, ne ulus, ne barış durumu, ne de savaş durumu vardır. Çünkü vefa borcu, daha önce söylendiği gibi barışın temellerini güçlendirir. Barışta ise, Ülkenin güvenliği ve insanların mutluluğu mevcuttur. Ayrıca, yasa ve bağlarla birbirine bağlı bir topluma hizmet olduğu gibi İmam'ın elinden geldiği kadar yüceltmeye çalıştığı insanlık vicdanının besinini içermektedir. Bütün bunlardan dolayı vefa borcu; bireyler, toplumlar, kabileler ve halklar arasında yakınlaşmanın ve dostluğun nedenidir. Her halükarda söz veren ve söz alanların ikisinin kişiliğindeki insanlığa saygı ve doğruluğun belirtisidir. Ayrıca, taraflar arasındaki güven sözüne bağlılıkla birlikte gelir. Taraflar birbirine güvenirse, duyduğu özgürlüğü bu güven çerçevesi içerisinde yaşama geçirebilir. Onun için de sözüne bağlılık İbn Ebi Talip'in Halifelik ve egemenlik dönemindeki temel yasasıdır. Her kim bir söz verir ya da emanet alırsa vücudu ve canıyla bunları koruması koşulunu koydu. Ya yok olur ya da yerine getirir.
İbn Ebi Talip sözünde durmamaktan üzüldüğü kadar yalan söylemekten üzülürdü. Bir hutbesinde şöyle diyor:
Vefa ve doğruluk ikizdir. Bundan daha iyi bir koruyucu göremedim. Dönüşün nasıl olduğunu bilen kalleşlik yapmaz. Öyle bir zamana geldik ki, herkes kalleşliğin iyi olduğunu görüyor. Cehalet dönemindeki insanlar gibi iyi bir hile olarak görüyorlar. Nedir bu? Allah onlarla savaşsın. Sabit olmayanlar, hile ve bunun gibi sorunları Allah'ın emirleri ve yasakları dışında görür de yapabildiğini göz göre göre bırakabilir. Din bakımından hiç bir sınırı olmayan da bunun verdiği fırsattan yararlanır. (39)
Mısır'daki yöneticisine gönderdiği bir mektubunda şöyle diyor:
Düşmanınla bir anlaşma yapacak olursan ya da söz verirsen, sözünde dur. Zimmetin hep emanete sahip çıksın. Kendini verdiklerinle bırak. Yani canını feda ederek sözünde dur. Nefsine karşı kalleşlik yapma. Sözünde duramazlık yapma. Düşmanını gafil avlama, yani aldatma.
İnsanı ve hatta düşmanını dahi aldatmamasını isteyen bu tavsiye ile yetinmemekte; yöneticiler arasında söz alam aldatacak yerine getirmeyip onu inkar etmek ya da şiddet uygulamak amacıyla istenenin dışında yorumu ya da çevrimi yapılabilecek söz verebileceklere ısrarlı bir şekilde, böylesilerine şöyle diyor:
Yorumu yapılabilecek bir anlaşma yapmayın, vurgulanıp belgelendikten sonra bir sözün yorumuna sığınmayın.
İbn Ebi Talip, uygun gördüğü bir şeyi ya da uygulanmasını emrettiği bir çizgiyi kendisi bütün varlığıyla yaşamadan ve her durumunu kendisi bizzat uygulamadan başkasından istemezdi. Sözüne bağlılık kendi görüşü ve çizgisi olduğuna göre de ne kadar zor ve ağır olursa olsun onu bundan alıkoymazdı. Bunların örneği de Sıffın olayında, meşhur hakem olayı etkisi sonucundaki durumdur. Bu aldatmaca açığa çıkar çıkmaz. Muhammet Bin Cureyş Ali'ye giderek şöyle dedi: Ey Müminlerin Emiri, Bu sözden vazgeçmenin hiçbir yolu yok mudur? Vallahi bizi küçültmesinden korkuyorum. Bununla Ali'nin imzaladığı Hakem sözü ya da hakem anlaşmasına işaret ederek sorunda bir aldatmacanın olmamasına dikkat çekiyordu. Bunun üzerine Ali: Yazdıktan sonra mı reddedelim? Bu helal değildir! Ayrıca,Emanetlere sahip çıkın. Ve Emanetim söylediklerimin rehinidir, diyen Ali'dir.
* * *
Ali'nin barış çağrısının, uzak sonuçlarıyla insanlar için istediği adalet, özgürlük ve eşitliği dile getirdiğini görmekteyiz. İçinde geçenler, insan uğruna kapsamlı çaba doğrultusunda ilan ettiklerinin bir anlatımıdır. İnsanlığın içinde serpilip gelişeceği bütün alanları kapsayan bir çizgidir.
Ali, kardeş olan, insanlığın bireyleri arasındaki yakınlığı isteyen çağrısıyla insanlığın bütün eski atalarını bir tutmaktadır. Bu çağrısı Muhammet'in şu kutsal duygusuna ne kadar benzer: Allah'ın kulu ve kardeş olunuz. Ayrıca yine peygamberin, birilerinin sorusu üzerine öne sürdüğü şu yüce düşünceye de ne kadar benzemektedir: İşlerin en iyisi hangisidir? Yanıt olarak şöyle diyor: işlerin en iyisi barışı dünyaya yaymaktır.
Ali'nin sesi, içeriği ve amacı bakımından Aşia'nın sesine ne kadar benzemektedir. Bir araya geldiklerinde insanların durumlarını gözü önüne getirerek, yakın ya da uzak bir gelecekte isteğinin olacağını görüp şu yüce sözleri söylemektedir:
Esirlere: serbestsiniz, karanlıklar içindekilere de ortaya çıkın denecek. Yollarda otlanacaklar, otlakları da her tarafta olacak. Yabanda yollar, çorak topraklarda nehirler ve fışkıran sular olacak.
İnsanlar içinde oturacakları evler yapacak, bağlar yetiştirip meyvelerini toplayacaklar. Kendilerinin yaptıklarına başkası oturmayacak, kendilerinin yetiştirdiğini başkası yemeyecek.
Kılıçlarını eritip para yapacaklar, kalkanlarını tırpan yapacaklar. Kurt kuzuyla, kaplan keçiyle kalacak. Hiçbir ulus diğer ulusa karşı kılıç kaldırmayacak. Daha sonra da savaşı hiç öğrenmeyecekler.
NE ZALİM VAR NE DE MAZLUM
- Küçümsenen ta ki hakkını alıncaya kadar benim yanımda değerlidir. Değerli olan da ondan hakkı alıncaya kadar benim yanımda küçümsenir.
Ali

- İnsan güzelliği sevdiği kadar çirkinlikten nefret eder. Adaleti istediği kadar da zorbalıktan nefret eder. Varlığın sıcaklığını sezdiği an yok olmanın soğukluğunu duyar. Ayakları onu yeryüzü derinliklerindeki mağara, vadi, sahra ve dağlara değil, dostluk diyarına götürür. Bunlardan nefret etmeyen de sevilmeyen kişidir.
Alevilik öyküsünün halkaları genel sorunlarla çok sıkı bir şekilde bağlıdır. Ali'nin yetenekleri, yönetimle, egemenlikle, yüce ahlakla öylesine iç içe girmiştir ki; bu birliktelik sonucunda bütün elemanlarıyla eksiksiz ve mükemmel bir alevi kişilik oluşturmaktadır. Böylece, onun tekel ve sömürücülüğe karşı olan devrimi, zulüm ve zalimlere karşı olan bir devrimdir. Topluma zarar verecek şekilde
zenginlik ve güçleri sömüren sömürücü, zengin ve güçlülere karşı, kendilerini yüksek gören aptallara karşı kini, her tür despotizme karşı bir kindir. Adaletli bir şekilde, insan olarak doğan ve sadece yanlış toplumlarda küçümsenen zayıfları şiddetle korumaya çalışması, özgür olarak doğan bizzat insanlık onuru küçük düşürülmeden küçük düşürülemeyecek köleleri kurtarmaya çalışması, küçük düşürüp zulüm edene karşı bir kindir.
Şimdiye kadar gördüklerimizden İmam'ın gereksinim sahipleriyle birlikte olan zaferinin mazlumun bir zaferi olduğunu, İmam'ın insanlık ve toplum düşmanlarına, vicdanın öngörüsü dışında davrananlara karşı kızgınlığının zalimlere karşı bir kızgınlık olduğunu görebildiysek; bu hiç bir zaman İbn Ebi Talip'in zulüm ve zalimlere karşı tutumunu ele almamızı engelleyen bir sebep değildir. Zulmün eksikliği, tekel, sömürü ve onurların hiçe sayılmasındaki eksiklikten daha fazla değildir. Onun eksikliği de diğer eksikliklerden az değildir. İmam'ın her halükarda, zulümden söz etmeyen bir sözünü, hutbesini veyahut vasiyetini bulamazsın. Onun devrimi de, zulmün ruhu ve anlamı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Dili ve beyanından çıkan her lanet zulme yöneliktir. Onun için, Ali'nin zulüm ve zalimler karşısındaki tavrını ele alan, kamuyu zalimlerin zulmünden ve gaspçıların gaspından korumak için vicdanı ve diliyle, çizgisi ve zülfıkarıyla savaşmayı hiç ihmal etmeyen İbn Ebi Talip'in tutumunu ele alan bir bölüm ayırmak gerekir.
İnsanlık tarihindeki zulme karşı savaş, insan varolduğundan beri değişik şekilleriyle mevcuttur. Bu savaşımın zalim ve gaddar dönemlerde yükünü kaldıranlar, cahillerin zulmü arttıkça insanlık tarihine şeref verecek kadar çoktu. Bu savaşçılar, sürekli bir nöbet, yardım içerisinde, birbirlilerinden savaşçılık ruhunu miras alarak devam ettiler. Hayatları birbirine bağlı savaşım halkalarından oluşanlar insanlığın en yüceleriydi. Mesih'in tarihi, Roma sömürgecilerine ve iç sömürgecilerden oluşan kral, aristokrat ve toplumsal putçulara karşı bir savaşımdan ibarettir. Muhammet'in hayatı da, kasıp kavurarak geçen ve mazlumun istediği gerçekleşmeden serin esintilere dönüşmeyen Mesih'in hayatının bir devamından ibarettir.
Mesih ile Muhammet için söylenenler; Socrates, Galilo, Volter, Tolstoy, Puşkin, Beethoven, Gorki, Ruso, Jorc Bernardço, Gandi, vb. insanlık tarihinin rumuzları için söylenenlerle aynıdır. Zulüm insanların nefsinde ve vücutlarında onun yani vücutlarının bir parçasına dönüşürse yemek, içmek, solunum gibi onu uygulamak kolaylaşır. Bunu Nöron, Cengiz han, Memalik artıkları ve Osmanlı paşalarında, Teftiş Divanı adamlarında ya da orta çağlardaki Avrupa'nın "kutsal" mahkemelerinde ve alçak Betra, Kesra firavun, sultanlarda, Hacca bin Yusuf, Ziyad Bin Ebiyh, Ubeydullah Bin Ziyad ve Müslüm Bin Ukeybe ve bunun gibilerinin hayatlarında görebiliriz. Aynı şekilde Zulme nefret de diğerlerinin nefis ve vücutlarında onların bir parçasına dönüşerek kalp atışlarıyla birlikte yaşar.
Bununla ilklerin, içinde barındırdığı vahşet ve çirkinlikleriyle birlikte hiçbir çaba harcamadan zulmü sürdürmelerini yorumlayabilirim. Bu zulüm birçok zaman küçük ya da büyük hiçbir amacı olmadan yapılırdı. Eşyanın doğası olarak gerçekleşirdi. Hacca İbni Yusuf birçok dostuyla birlikte sofrada oturduğu bir anda nöbetçileri çağırıp önünde titrek bir şekilde duran, miskin ve hiçbir suçu olmayan yaşlı birisini işaret ederek "Bunun kafasını kes" derdi. Daha sonra da hiçbir şey olmamış gibi yemeğine devam ederdi. Bunu çok basit bir şekilde sanki yanında çalışan garsona seslenip "Soğuk su getir" dercesine yapardı. Nöron, kadehi içip şiir, müzik ve türkü dinlerken Roma'yı bile yakıyordu.
Aynı şekilde bununla diğerlerinin zulüm ve despotizme karşı savaşımlarında olmazsa olmaz şeklindeki ısrarlarının sebebini yorumlayabilirim. Bu ısrar öyle bir ısrar ki, Socrates, bu ısrarın kesin bir sonuca varacak diye zehri ilaç içer gibi içirten bir ısrardır. Volter, Avrupa'daki zamanının en büyük başına karşı susuz olanın suya, aç olanın ekmeğe saldırdığı gibi saldırtan bir ısrardır. Hüseyin Bin Ali, Emevi devleti ona karşı bilendiğinde dostları önünde durup: Biz seninle birlikte ölmeye varız, dedirten bir ısrardır. İnsanlık evlatlarının bu yüce taifesinin başında Ali Bin Ebi Talip gelmektedir Kendisinin de dediği gibi hakkaniyeti kurup haksızlığı gidermek için gelmiştir. Devletteki sınırı da bu sınırdır. Ancak bu sınır içerisindeki dünyası çok geniş olmakla beraber zamanındaki zalimler sayıca çok olmakla beraber daha fazla zalimaneydiler.
Ne zalim, ne de mazlum! İbn Ebi Talip'in iradesi budur. Zamanının istemediği şey de budur. Bu iradesi ile o zamana uymayı öyle reddetti ki, mazlum olanlar dahi içlerindeki kökleşmiş korku sonucunda zalimlerine karşı koyamadılar. Yüce yürekli olanlar hariç, insanlar cahilliklerinden rüşveti kabul ettiler.
Ancak insanlar üstüne gelmişken, etrafındaki etkin olanlarla birlikte üstüne gelmişken Ali'nin zayıf düşmesi mümkün müdür? Garip ve hüzünlü atlının, yırtıcı aslanla yaşadığı, insanların ölümü kuşkusuz sevmeyerek yaşadığı yeryüzünde zayıf düşmesi mümkün müdür?
"Zalimin zulmünü arttırdığı", etkin olanların "kuşkularla iş yapmaya devam ettiği" vicdan ticareti yaparak, zenginliklerin ücreti mukabili vicdanlarını verdikleri, ülkenin yolsuzluklarla dolu olduğu, zalimlerin zulümlerinden hiçbir ödün vermeyip övünce boğuldukları değişik renklere girip her hakkaniyete bir haksızlıkla, şiddet ve cezalarla cevap verdikleri adaleti ve hakkaniyeti kullandıkları, yeryüzünde zulmedip, bozgun yaratıp, şiddet kullandıkları bir anda zayıf düşmesi mümkün müdür?
Bizzat taraftarları: Çağıranların çağrısını yerine getirip, onlara düşman olanların yüreği rahat etmemişken, Onları elde edenler boşa giden bir ok elde etmişken, kulakları var ama sağırlar, sözleri var ama dilsizler, ne buluşulduğunda özgürce içten buluşuyorlar ne de zor durumlarda içten bir kardeş olabiliyorlarken kendisi nasıl zayıf düşsün?
İnsanın böylesi şartlarda zayıf düşebilmesi için Ali Bin Ebi Talip dışında birisi olması gerekir! Ali'nin insanlara beslediği derin sevgi, insanlara yapılan cefa karşısında, yaşamı pahasına da olsa ödün vermemeye itiyor onu! Sevgi ve şefkatin gereği zalimlere karşı devrimden vazgeçmeyi gerektirdiğini söyleyen veyahut sıcak sevginin belirtilerinden birisinin de isyan etmeden teslim olmak veyahut bu isyan içerisinde zoru kullanmamak olduğunu söyleyen dinime (40) yalan söylüyor ya da doğanın realitesini bilmiyor. Sevgi ve şefkat -kuşkusuz- sevdiklerini bulundukları zincirlerden kurtarmak için seni zalimlere isyana götürür. Şefkat, sevgi ve bağlılık bazı durumlarda seni en şiddetli olan zora iter.
İnsan güzelliği sevdiği kadar çirkinlikten nefret eder. Adaleti istediği kadar da zulümden tiksinir. Varolmanın sıcaklığını hissettiği kadar yokluğun soğukluğunu hisseder. Yaşam kendisi için bir tapınak ve cennet olmadıkça kılıcını çekip adı zalimlerin boynuna dayamaz. Sevgi diyarına gitmedikçe ayakları onu yeryüzünün mağaralarına, vadilerine, dağlıkların kayalarına götürmez. Ancak nefret etmeyen insan sevmeyen insandır!
Ali'nin içindeki sevgi ve inceliğin bir başka örneğini öne süreceğim, bunlar, her türlü zulmün yok edilmesi için şiddet ve isyanla, eşyaların kendi özüyle birleştiği gibi birleşmektedir: Şevde bint Ammare el-hemezaniyeh, sadakalarını vermek üzere görevlendirdiği adamdan şikayet etmeye geldiğini anlatıyor. Sevgi ve şefkatle senin bir gereksinmen var mı diye sordu. Bunun üzerine adamın yaptıklarını anlattı. Ali ağlayarak şöyle dedi: Allah'ım ben onlara halkına (41) zulmetmeyi ve hakkından(42) ayrılmayı emretmiyorum. Daha sonra cebinden bir kağıt parçası çıkararak şöyle yazdı:
...Ölçü ve terazinin hakkını verin insanların mallarını önemsemezlik etmeyin, yeryüzünde bozguncu olarak yaşamayın. Benim bu yazım eline varır varmaz, sende bulunanları senden almak üzere birisi gelinceye kadar koru!
Mazlum kadına şefkati onu ağlatacak düzeyde olurken, bu şefkatin daha sonra şiddete, hızlı kati ve kesin dilli bir buyruğa dönüşerek zulmeden sadaka toplayıcısına nasıl yöneldiğine bir bak.
İbn Ebi Talip zulme karşı savaşımdan hiç geri kalmadı. Yeryüzünde bir azizin küçümsenen birisi üzerindeki zulmü, bir büyüğün küçük birisi üzerindeki baskısı kaldıkça bu savaş hafiflemedi. Hakkaniyet ve haksızlık arasındaki savaşımda dayanıklılığını sağlayan, savaşımı yönetme gücünü kendine veren sevgi ve şefkate sahip oldukça da zayıflamayacak.
Ali, iyinin rahat etmesi ve zalimden kurtulmayı sağlayıncaya kadar zayıfın güçlüye, mazlumun zalime karşı sığınacağı bir imam'ın varlığına kesin bir şekilde inanıyordu. Allah bile insanlara zulüm yapmayacağına dair söz vermişken zalimler onlara nasıl zulüm yapsınlar! Emirlerini zulüm karşısında sınamıştı şayet zulmederlerse onları alıkoyardı. Zalime herhangi bir mühlet verse dahi onu alıkoyacak çünkü kendisi yolunu kesmesi için hazır beklemektedir. Böylesi bir durumda da, Zalime karşı adaleti gerçekleştirmek, mazluma olan zulüm gününden daha şiddetli olacak. İbn Ebi Talip'in sürekli buyruklarından birisi de; Zalime karşı şiddet uygulamanızı emrettim. Adi zalimlerin peşini bırakmayın!
Evet! Hakkaniyet ve haksızlık arasındaki savaşımda dayanıklılığını sağlayan sevgi ve şefkate sahipti. Uzaktan bu savaşıma baktığında kısaca şöyle demektedir:Şehrinde reformları öne çıkararak kullarından mazlum olanları koruyalım. Daha sonra kendisi savaşa giderse şöyle derdi: Vallahi zalime karşı mazluma insaflı davranacağım. İstemese de zalimi halkasından çekip hak yoluna getireceğim. Ya da şunu söylerdi: Zulmü bırakın, insanlara karşı insaflı olun, yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Bizzat kendisi savaşımın içerisinde ise, taraftarlarını az, düşmanlarım çok görürse kendi durumuna ve insanların durumuna bakarak şöyle derdi:
Ne zayıf düştüm, ne de korktum. Hakkaniyet ortaya çıkıncaya kadar haksızlığın üzerine gideceğim.
Ayrıca, şehit olacağını gözüyle görse dahi zalime karşı savaşmaktan hiç durmadı. Yeryüzünün her tarafında, ve yeryüzündeki bütün insanlar Araplara destek olup bütün Araplar ona karşı savaşacak olsalar dahi umursamazdı!
İbn Ebi Talip, kendine ve yaptığının adaletine olan güveni arttırarak şöyle diyor:
Hakkını alıncaya kadar ezilmiş olan benim yanımda seçkindir. Güçlü olan da benim yanımda elinden başkasının hakkını alıncaya kadar zayıftır. Vallahi, ölüme de gitsem veyahut ölüm karşıma çıksa dahi umurumda değil.
Kendisi zalimlere karşı savaşır da yeryüzünde onların bir şeyleri kalırsa şöyle der:
Zulüm sahiplerinden bir şeyler kaldı. Allah izin verseydi, yeryüzünün değişik yerlerinde dağılanlar hariç hepsinden kurtulurdum.
Ali'nin inancına göre bilim adamları, ümmetin önderleridir. Büyük sorumluluk taşırlar. Bu sorumlulukların başı da, zalime karşı koyup mazlumu zafere götürmektir. Şöyle diyor:
Allah bilim adamlarından hiçbir zalimin en ufak bir zulmünü, ve hiç bir mazlumun en ufak bir iniltisini kabul etmeyeceklerine dair söz almıştır.
Ne zalim insanların, ne de onlara yardım eden veyahut zulümlerine karşı sessiz kalanların saflarında bulunmamak için Ali, insanların günahlarını sıralamaya koymuştur. Bunların bazıları affedilir, sadece zulüm affedilmez. Şöyle diyor:
Affedilmeyecek günah insanların birbirlerine zulmüdür. Her şeye karşın zayıfa yapılan zulmü en kötü zulüm olarak görmektedir.
Böylece İbn Ebi Talip, zulmü bütün çeşit ve biçimleriyle özellikle de maddi zulmü kaldırmayı halk yönetiminin temeline koydu. Zalimlere karşı vicdanından ayrılmadan diliyle ve kılıcıyla savaştı. Yüce bir şehit olup düşünceye kadar zalimlere karşı koydu. Çağının kayganlığı içerisinde ayakları tutunabilseydi birçok şeyi değiştirmişti.
İbn Ebi Talip'in mucizesi budur...
İMAMIN EGEMENLİKTEKİ KURAMI
-Sakın ha, insanların eşit olduğu şeyi tekelleştirmeye kalkışma
Ali

İmam-ı Ali'nin toplum ve toplumun durumları karşısındaki tutumunu, toplumsal ilişkilerin adalet temelinde kökleştirilmesi uğruna olan çalışma yöntemini gördükten sonra, Ester Al-Nah'i'yi Mısır ve çevresine vali olarak tayin (Ki bu dönem onun en uzun ve etkin olduğu dönemdir.) ettikten sonra ona gönderdiği yazıdan bazı pasajları görmek gerekir.
Bu araştırmamızda İmam'ın değişik dönem ve yazılarına dayanacak olsak dahi (Çünkü hepsinde birey ve toplumun hakları belirgin olarak mevcuttur.) Mısır'daki adamına göndermiş olduğu bu yazıdan pasajlara bakmalıyız. Çünkü toplumun yapılandırılmasındaki bütün yazı ve dönemlerindeki görüşlerinin en iyi toparlandığı yer budur. Diğer yazı ve dönemlerinde dağınık temel ve kurallar hariç Ali'nin egemenlikteki kuramı bir bütün olarak bu değerli yazıda mevcuttur. Bir kısmını alıp bu kitabın sonunda ispatlamaya çalışacağız.
Böylece okuyucuya, yüreğin ve aklın insanlar en iyi toplumsal ilişkiler ve hümanizmle bağladığı en güzel dönemi inceleme fırsatını vermiş olacağız.
Ali'nin Eşter'e olan yazısından bazı bölümler:
... Ayrıca şunu bilmelisin; Ben seni, senden önce hem adaletin hem de zulmün egemen olduğu dönemleri yaşayan bir ülkeye gönderdim, insanlar, senin senden önceki valilere baktığın gibi sana bakıyor. Ve senin onlara söylediğin, senin için söyleniyor, iyilere, Allah'ın kullarının dilinde söylettiği ile varılır. En sevdiğin birikim iyilik birikimi olsun. Gönlüne sahip ol ve senin için helal olmayan şeyden nefsini kıs, nefsin kısılması, sevdiğin ya da nefret ettiğine karşı insaflı olmaktır. Tebaana(43) karşı yüreğinde merhamet, sevgi ve şefkat olsun, Ellerinden ekmeklerini alan yırtıcı aslan olma. Bunlar iki sınıftır: Ya senin din kardeşindir, ya da senin gibi yaratılmıştır. Onlardan hata gelebilir, -kasten veya kazara- iffetinden ve doğruluğundan Allah'ın sana vermesini istediğin gibi onlara ver. Hiçbir bağışlama için pişman olma ve hiçbir cezayı abartma. Nefsine karşı, özellikle yakınlarına karşı, tebaandan sevdiklerine olan arzuna karşı insaflı ol. Bunları yapmazsan zulmedersin. Allah'ın kullarına zulmeden, kullarının dışında Allah'ı düşman edinmiş olur. Allah'ın nimetini değiştirmeye ve kurulmuş zulme karşı kinini acele ettirmeyi gerektiren bir şey yoktur. Allah ezilenlerin duasını duyar, her an zalimlerin ensesindedir.
Sorunlar içerisinde en sevdiğin hakkaniyet konusunda ortanca olanı, adalet konusunda genel olan ve tebaaların en geniş rızasını alanı olsun. Huzur esnasında hiçbir tebaa egemen olan için yakınlarından daha ağır, bela esnasında da daha az yardımcı, insafta nefret edilen, kucaklama konusunda daha az gereksinim sahibi, verildiği zaman daha az şükreden, yasaklanması durumunda daha az özürlü, çağın zorlukları karşısında daha az sabırlı değildir. Hazırlığın ümmetin genel düşmanlarına olsun. Kulakların onlarda, eğilimlerin onlarla birlikte olsun.
Tebaaların içerisinde en uzak duracağın en nefret edeceğin, insanların ayıbını en fazla isteyen olsun. İnsanların ayıplarını örtmede öncelik, egemen olanındır. Gözden kaçırdıklarını ortaya çıkarmaya çalışma, gördüklerini düzeltmen gerekir. Elinden geldiği kadar ayıbı örtmeye çalış, insanlara karşı her türlü kinden uzak dur. Her tür düşmanlığın sebebini yok et. Elinin varmadığı her şeyi görmezlikten gel. İyilikçi hiç kimseye inanmada acele etme, iyilikçi olan nasihat verici görünümünde olsa dahi aldatıcıdır.
Danışmanlığına cimri olanı alma, seni iyilikten alıkoyar, korkak olanı da alma seni sorunlar karşısında zayıf bırakır, çok özenli olanı da, çünkü zulme olan iştahını arttırır. Bakanlarının arasındaki en kötüsü daha önce kötülerin bakanı olanıdır. Günahlarda onlara ortak olanıdır. Sana bir örtü olamayacak. Bunlar günahın yardımcıları ve zulmün kardeşleridir. Sen de bunlarda en iyi artık olarak hiçbir zalime zulmünde yardımcı olmayan ve hiçbir günahkara günahına destek olmayan bulursun. Senin yanında, en iyi olanı en acı gerçeği dile getireni, Allah'ın nefsin doğrultusunda evliyaları için istemedikleri konusunda en az yardımcı olanı olsun.
İyilik yapanla kötülük yapanı eşit tutma; bu, iyilik yapanların iyiliği azaltacağı gibi kötülük yapanların kötülük konusunda alışmalarını sağlar. Herkesin gerektirdiği yerde kalmasını sağla. Bir yöneticinin tebaalarına yapacağı en zorunlu iyiliğin tebaası hakkında iyi düşünmesi, onların verdiğinin hafifletilmesi, onların onu sevmemesini onların yanına, bırakmasıdır. Bu senin tebaan hakkında iyi düşünmeni sağlayan bir mesele olmalıdır. Hakkında en iyi düşüneceğin, yaptıklarını iyi görendir. Kötü düşüneceğin kişi de yaptıklarını kötü gören kişidir. Ülkene çıkarlarına daha uygun olan ve senden önce insanların doğru bulduğunu yapman için bilim adamlarına daha fazla danış, hekimlerle daha çok konuş. Askerlerin arasında temiz yürekli ve şefkatli olanları egemen kıl. Kolay sinirlenmeyen, özrü rahatlıkla kabul eden, zayıfları kollayan, güçlülere karşı şiddetli olan, şiddet karşısında sakin kalanları egemen kıl.
Ana babanın çocuklarına baktığı gibi bak; Onları güçlü kıldığın herhangi bir şey senin içinde büyümesin. Onlara söz verdiğin bir lütfü az da olsa küçümseme. Çünkü bu onların seni nasihat etmelerine ve senin hakkında iyi düşünmelerine yol açacak. Küçük olan sorunları büyüklere dayandırarak boş verme. Senin lütfünün küçüğünden yararlanırlar, büyüğünden de hiç vazgeçemezler. Senin onlara olan sevgin onların yüreklerinin seni sevmesini sağlar. Egemen olanların ülkedeki en iyi gözü, adaletin yerleştirilmesi ve tebaaların onlara bağlılıklarının ortaya çıkmasıdır, içleri rahat etmeden bağlılıkları ortaya çıkmaz. Egemen olanların üzerlerindeki yükü hafiflemeden de istedikleri olmaz.
Sonra şunu bil herkesin yaptığı kendisinindir. Hiç kimsenin yaptığını diğerine yükleme. Yaptığının amacı dışında onu cezalandırma. Herhangi birisinin onuru, onun küçük yaptığını büyük göstermeye ya da diğer birisinin büyük olan yaptığını küçük göstermeye yol açmasın.
Ayrıca insanlar arasında adaleti sağlayabilmesi için; sorunların onu sıkıştıramayacağı, düşmanların onu kızdırmayacağı, kendini küçümsetmeyecek açgözlülüğe yeltenmeyen, hüküm verirken ilk etapta gördüğü ile yetinmeyen, kuşkular konusunda dakik olan, gerekçeleri en iyi şekilde alan, hasıma yönelirken en az kıvırtan, sorunların ortaya çıkarılmasında en fazla sabırlı olan, hükmün ortaya çıkmasından sonra en keskin olan, kolay yumuşatılmayan ve gözü boyanmayan (bunlar azdır) tebaaların arasından en iyisini seç. Adaletini sürekli kontrol edip denetle, insanlara sorunlarını çözecek ve ihtiyacını kaldıracak şekilde ver. Çevrendekilerin gözünü onda bırakmayacak şekilde elindekinden ver, bununla senin yanındaki adamları alt edebilirsin. Bunu çok iyi şekilde göz önünde bulundur.
Yanında çalışanların durumlarına bak ve onları seçerek al; sevdiğinden, emrivaki bir şekilde alma, çünkü bunların ikisi açlık ve ihaneti getirir.
Rızklarını bol ver: Bu, onlara kendi kendilerini düzeltecek kuvvet ve ellerinin altındakileri yememek için doyumluluk verecek emirlerine karşı gelmeleri veyahut emanetine ihanet etmeleri durumunda onlara karşı bir gerekçe oluşturacak. Çalışmalarını kontrol et. Sadık ve vefakar insanlara kontrol ettir. Gizliden kendi çıkarlarına meyillerini görürsen tebaaya karşı emaneti korumaları için onları sıkıştır.
Haraç sorununun, sahiplerine varıp varmadığını kontrol et. Bunun düzgün olması bunlar gibi olanların düzelmesi anlamındadır. Ki, bunlar düzelmeden diğerleri de düzelmez. Çünkü bütün insanlar haraç ve haraç sahiplerinin eline bakar. Yeryüzünün yapılandırılmasına bakışın, haraç toplamaya bakışından önce gelsin, çünkü yapılandırma olmadan haraç elde edilmez. Yapılandırma olmadan haraç toplamaya kalkan ülkeyi yıkar, insanlarını helak eder. Kolay kolay sorunu düzelmez.
Herhangi bir ağırlıktan, ya da sorundan, veyahut herhangi bir yemenin veya içmenin eksikliğinden, ya da bir yerin batması ya da susuzluğa uğramasından şikayet edecek olurlarsa; sorunlarını hafifletmek için elinden geleni yap. Onların yükünü hafifletmek için yaptığın bir şey zoruna gitmesin çünkü bu sana ülkenin yapılandırılması ve egemenliğinin güzelleştirilmesi için, birikim olarak geri gelecektir. Ayrıca senden memnuniyetleri artacak ve sen adaleti fazlasıyla uyguladığını dile getirebileceksin. Yapılandırmaya ne kadar verirsen alır. Yeryüzünün bozulması ise, ahalisinin gereksiniminden gelir. Ahalisinin gereksinimi de, yöneticilerin kendi kendilerini para toplayarak onurlandırmak ve ibretlerden yararlanmamalarından gelir.
Ayrıca katiplerine bak, sorunlar içerisinde kendi kadrini bilenleri egemen kıl Çünkü kendi kadrini bilmeyen birisi diğerlerinin kadrini hiç bilmez. Onları seçerken iyi niyetine dayanarak seçme. İnsanlar yöneticilerin meylini öğrenirler ve yapay olurlar. Bunun arkasında ne emanet ne de nasihat vardır. Senden önceki iyilere olan bağlılıklarına göre seç. Kamu içerisinde en iyi etkiyi bırakanı seç. Emaneti öğret onlara. Katiplerinin içerisinde ne kadar eksiklik olur da onu görmezlikten gelirsen o kadar içine düşersin.
Daha sonra, tüccar ve meslek sahiplerine sahip çık. Onlara karşı iyi ol Hem yerli olana hem de tedirgin (44) olana sahip çık. Karada, denizde, ovada dağda ve uzak yakın her yerde onları toparla. Ama çoğunun dar gözlü, fahiş, kötü, çıkarların hepsini elinde bulundurmak isteyen, pazara hükmetmek isteyen olduğunu unutma. Bu ise, kamuya zarar verir ve yöneticilerin ayıbını oluşturur. Tekelciliği önle. Allah'ın resulü (S.A.V) bunu yasakladı. Satım gönüllü olsun: Adil ölçülerle, alıcı ve satıcı olan iki taraf için acımasız fiyatlarla olmasın. Nasihatinden sonra tekelciliği uygulayan olursa fazlaya kaçmadan cezalandır.
Daha sonra imam gereksinim içerisindeki sınıftan söz ederek şöyle diyor:
Allah'ın sana emanet ettiği haklarını koru. Beytülmal'dan (45) bir bölümü onlara ayır. Her ülkenin bütçesinden onlara bir kısım ayır. Uzak olan ile yakın olan aynı alsın. Hepsinin haklarını koru. Hiçbir şımarıklık seni onlardan alıkoymasın. Onları çok sıkıştırmanın hiçbir boş gerekçesi olamaz. Onları ihmal edip gözden ırak tutma, haberini almadıklarının durumlarını kontrol et. Tebaa içerisinde en fazla insafa muhtaç olan bunlardır. Çaresiz olan yetim ve yaşlıları koru.
Muhtaçlara kendin, verebilecek bir şey ayır. Onlarla beraber otur. Seni yaratan Allah'a tevazuunu göster. Askerini, polisini, adamlarını onlardan uzak tut ki, onlardan birisi seninle konuşunca rahat konuşabilsin. Allah'ın resulü (S.A V) değişik yerlerde şöyle demiştir: Korkusuz şekilde zayıfın hakkını güçlüden almayan ümmet kutsanmaz. Onların üzerindeki şiddeti ve korkuyu kaldır. Zorluğu ve kibri yok et.
Ayrıca mutlaka yapman gereken bazı şeyler vardır: Katiplerinin gözünden kaçan ve adamlarının istediği şeyler. Adamlarını rahatsız eden insanların gereksinimi, sana yetişir yetişmez yerine getir. İşini günlük yap. Her günün ayrı işi vardır.
Tebaandan fazla uzak (46) durma. Çünkü yöneticilerin tebaamdan uzak durup inzivaya çekilmesi darlıktan ve sorunları bilmemekten gelir. Bunların inzivaya çekilmesi, uğruna inzivaya çekildikleri şey hariç, diğer konularla ilgilerini keser. Böylece de büyük olan onların gözünde küçülür, küçük olan büyür, iyi olanlar, adalet, adaletsizlikle karışır: Yönetici insandır. İnsanların sorunlar karşısındaki düşüncesini bilemez. Doğrulukla yalanı birbirinden ayırt etmek için hakkaniyet özel olarak işaretlenmemiş ki. Sen iki damdan biri olacaksın: Ya hakkaniyet uğruna kendini vermişsin, bir hakkaniyeti bulmak ya da yerine getirmek için mi yoksa bir görevi yerine getirmek için mi inzivaya çekiliyorsun? Ya da engellemelere müptela olmuşsun. Bu durumda da, yaptıklarından bıktıkları an, insanlar senden uzaklaşır. Halbuki insanların bir çoğunun sana olan gereksinimi seni sıkmayan, bir mazlumun şikayeti ya da herhangi bir işlem karşısında insaf istemidir.
Bunun dışında yönetici, hakimiyet, hak yeme ve işlemlerde insafsızlığı içeren bir çevre ve örtüye sahiptir. Bu durumların nedenlerini ortadan kaldırarak bu işi çöz. Çevrendekilere ve yakınlarına hiçbir toprak parçası verme. Getirişini başkalarına götürüp sensiz geçim kaynağı olarak gördükleri bir köyü gözlerine kestirmelerine izin verme. Bunun ayıbı dünya ahret emendedir.
Hem yakınlarına hem uzaktaki/erine karşı hakkaniyete bağlı kal. Bunu yaparken sabırlı ve hesaplı ol. Bunun için çevrene ve yakınlarına karşı nerede olursa olsun dikkatli ol. Sana ağırlık oluşturacak olanın sonucunu göz önünde bulundur. Bunun sonucu şükredilir olacaktır. Tebaa'an senin hakkında kötü düşünecek olursa özrünü açıkla. Açıklamalarınla onların kuşkularını gider. Bu senin için bir alıştırma(41) Tebaadan için merhamet, hakkaniyeti gerçekleştirerek amacına götürecek bir özeleştiri olacaktır.
Allah'ın rızasını içeren ve düşmanının davet ettiği bir barışı geri çevirme. Barışta askerin iyiliği, dertlerden kurtulma ve ülkenin güvenliği vardır Düşmanınla bir anlaşma yapacak olursan ya da söz verirsen, sözünde dur. Zimmetin hep emanete sahip çıksın. Kendini verdiklerinle bırak. Yani canını feda ederek sözünde dur. Nefsine karşı kalleşlik yapma. Sözünde duramazlık yapma. Düşmanını gafil avlama, yani aldatma, yorumu yapılabilecek bir anlaşma yapma, vurgulanıp belgelendikten sonra bir sözün yorumuna sığınma.
Egemenliğini haram olan bir kanı dökerek güçlendirme. Çünkü böylesi bir şey onu (Egemenliği) zayıflatarak küçük düşürür. Ayrıca yok eder. Kasıtlı öldürmenin ne Allah'ın yanında ne de benim yanımda bir özrü olamaz. Yaptığın iyiliklerle tebaanı minnet altında bırakıp yaptıklarını abartma. Onlara söz verip sözünde duramazlık etme. Minnet iyiliği yok eder. Abartma, hakkaniyetin ışığını söndürür. Sözünde durmamak Allah'ın yanında ve insanların yanında üzüntü yaratır.
Sakın zamanı gelmeden sorunlarla acele edip ya da zamanı geldikten sonra bekletip ya da savsaklamaya kalkışma. Her şeyi yerli yerine koyarak yap.
Sakın ha! İnsanların eşit olduğu şeyi tekelleştirmeye kalkışma. Herkesin gördüğü ve seni ilgilendiren şeyleri görmezlikten gelme. Bu başkası için senden alınmıştır. En ufak bir şeyle sorunların üzerindeki kabuk kalkacak ve mazlumu insafa kavuşturacaksın. Kendine hakim ol. Sinirine, eline diline hakim ol. Kızgınlığı gidermek için bütün bunlara dikkat et. Kızgınlığın geçinceye kadar senden çıkacak olanı erteleyerek hakimiyete sahip ol.
Senden önceki adil bir hükümetin ya da iyi bir sünnetin yaptıklarını göz önünde bulundurup hatırlaman senin görevindir. Bu ahdimde sana söylediklerimi ve senin için kendi kendime söz verdiklerimi yapmaya çalış ki, nefsini olduğu gibi serbest bırakmayasın. Allah'tan hem seni hem beni onun razı olacağı şekilde kendisi ve insanlar için adaleti gerçekleştirmek, Kullarının şükrünü alıp ülkede güzel eser bırakmak için muvaffak etmesini dilerim !
Bütün çağlardaki düşünürlerin hümanizmin anlamlarına bakışları ile Ali'nin hümanizmin anlamına bakışını ele alan araştırmalara ve daha sonra Büyük Fransız Devriminin ilkeleri ile İbn Ebi Talip'in yaptığı devrimin ilkelerini karşılaştıralım!
Bitti

(38) Şam Ahalisinin Tahkim istemlerine cevap vermemeleri için şunları söyleyerek uyarmıştı: Mushafları hükmüne uydurmak için kaldırdılar vs. Nahravan ahalisi yani hariciler de kendisini şu cevapla reddettiler: Allah'ın kitabına çağrıldık yanıt verme önceliği bizimdir. Hatta bunu daha kaba söyleyerek hatta bazıları Allah'ın kitabı doğrultusunda onları yanıtlamadığın için biz seni bırakıp onlara teslim ettik.
(39) İyi hile: O zamanın insanları kalleşliği akıllıca bir iş ve iyi hile olarak görürlerdi. Sanki çağımızın politikacıları gibi. Imam-ı Ali bu iddialara şaşırarak: Nedir bu? Allah onlarla savaşsın diyor. Bunu iddia ederlerken sorunları açıkça gören kişi hileyi amacına varmak için açıkça görüp bunu izlemenin Allah'ın emir ve yasaklarına karşı olduğunu görür vs.
(40) Dini üzerine yemin ediyor.
(41) Halkına, yarattıklarına anlamında kullanılmaktadır.
(42) Senin gösterdiğin hak yolundan ayrılmayı
(43) Tebaa, yönetiminin altında bulunanlar
(44) Tedirgin, mallarını değişik yerlerde yatırmada tedirgin olan.
(45) Devlet hazinesi.
(46) İnzivaya çekilme
(47) Adaleti uygulayabilmen için bir alıştırma olacaktır (Y.N)

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...