Şu ana kadar birbirinden çok farklı kitaplar okumuş olabilirsiniz. Felsefeden bilime kadar uzanan geniş bir konu yelpazesinde gezinmiş, ya da romandan araştırmaya kadar pek çok farklı kitap türünü elden geçirmiş olabilirsiniz. Ama bu kitap, daha önce okuduğunuz hiçbir kitap türüne dahil değildir. Kitabı, sürükleyici ve karışık bir macerayı konu edindiği için bir romana benzetmek belki mümkündür ama konular ve kahramanlar hayali olmadığı, her şey gerçek olaylara dayandığı için bir roman sayılamaz. Kitap bir araştırma kitabı olarak da görülebilir ama araştırmaların belirli ve dar kapsamlı konuları olur. Bir ideolojiyi, bir partiyi ya da bir sosyal olayı incelerler. Oysa bu kitap, görünüşte birbirinden çok farklı olan ve tarihsel açıdan aynı kategoriye konamayacak olayları incelemektedir. Kristof Kolomb’un Amerika keşfinden Nazi Almanyası’na, Protestan reformundan Bosna-Hersek’te akan Müslüman kanlarına kadar birbiriyle son derece ilgisiz gözüken konular kitabın içinde birbiri ardına analiz edilmektedir.
Önemli olan nokta da zaten budur. Çünkü bu kitapta öne sürülen ve de ispatlanan anafikir, tarihsel olayların arkasında, yüzeysel bir bakışla farkedilemeyecek bazı gizli gerçekler olduğudur. Birbirinden bağımsız gibi gözüken olaylar, gerçekte çok önemli bazı bağlantılara sahip olabilirler. Ve bu bağlantıları keşfedip, küçük parçaları birleştirerek dev bir bütüne ulaşmak mümkündür.
Bu kitap, işte bu küçük parçaları birleştirerek dev bir bütüne ulaşmakta ve Ortaçağ’ın sonundan günümüze uzanan dünya tarihinin içindeki gizli bir dinamiği ortaya çıkarmaktadır. Bu dinamik, bugün yaşadığımız önemli bazı sosyal ve siyasi olaylarda da etkilerini gösterir.
Kitapta cevabı aranan temel soru ise, mevcut “seküler” (din dışı) dünya düzeninin kimler tarafından ne amaçla kurulduğu ve hala kimler tarafından ne amaçla sürdürüldüğüdür. Bu sorunun cevabını bulmak için yapılan uzun çalışmanın sonucunda, elinizde tuttuğunuz, onüç bölümlük, kompleks, okunması dikkat gerektiren ama oldukça da sürükleyici ve etkileyici olan bu kitap ortaya çıkmış bulunuyor.
Bu nedenle, öncelikle kitabın yapısı hakkında bilgi vermekte yarar var. Yeni Masonik Düzen’in on bir bölümü de aslında kendi içinde bir kitaptır ve dileyen okuyucu bu bölümleri ayrı ayrı değerlendirip okuyabilir. Ancak bu bölümlerin tümü bir bütünün parçalarıdır ve kitabın tam olarak anlaşılabilmesi, bu bölümlerin birbiri ardına özümsenerek okunmasıyla mümkün olabilir. Bu yapıldığı takdirde, dünya tarihinin ve çağımızdaki önemli olayların arkasındaki gerçekler, gizli oldukları sis perdesinin ardından birer birer ortaya çıkmaya başlarlar. Bölümlerin sırayla ve özümsenerek okunması, ayrıca, ortaya çıkardığı sonuçlar açısından zaten ilginç olan kitabı daha da sürükleyici hale getirmektedir.
Bunun yanısıra, kitabın bölümleri içinde dikkatli bir okuyucunun yakalayacağı bazı önemli mesajlar ve göndermeler vardır. Bunları keşfeden okuyucu, kitapta anlatılanların, açık ve görünür anlamlarının yanısıra bir de ikinci bir örtülü anlam taşıdıklarını görecektir. Bu yöntem izlendiği takdirde, kitabın verdiği mesajların aslında ilk anda göründüğünden çok daha geniş olduğu ve çok daha yakınımızdaki bazı olayları da konu edindiği farkedilecektir.
Birinci bölüm, Kristof Kolomb’un ünlü yolculuğuyla başlar. Bu yolculuğun ve ünlü 1492 yılının resmi tarihte gizlenen çok ilginç bazı yönleri vardır ve bu da bizlere önemli bir başlangıç sunmaktadır. Kolomb’un ardından, Protestanlık, kapitalizmin doğuşu, Amerika’nın kolonileştirilmesi gibi önemli konular incelenir. Bu ilk bölüm, tarihin önemli olaylarının bize gösterilenden çok daha farklı olduğu gerçeğiyle ilk karşılaşmadır. Kitabın çatısını oluşturan “Mesih Planı”nın ilk aşamaları, bu bölümde keşfedilir.
Kitabın belki en önemli bölümü olan ikinci bölüm ise, birbiriyle ilgili iki önemli düğümü birden çözmektedir. Biri, dünyada kurulu olan seküler düzenin ve bu düzenin sosyal, siyasi, ekonomik, bilimsel altyapısının gerçek hikayesidir. İkinci düğüm ise, üzerinde çok spekülasyon yapılmış ama pek fazla ciddi açıklama getirilememiş olan masonluk konusuyla ilgilidir. Mason örgütünün kökeni ve yahudilerle olan ilişkisinin bir türlü çözülemeyen doğası, bu bölümde çok detaylı bir araştırma ile ortaya çıkarılmaktadır. Ortaya çıkan sonuç, sekülerizmin, masonluk ve yahudi önde gelenleri arasındaki bir “İttifak” ile üretildiğidir.
Üçüncü bölüm, modern dünyanın kuruluşunda ve sekülerizmin yerleştirilişinde büyük rol oynayan iki önemli olayı, Aydınlanma akımını ve Fransız Devrimi’ni incelemektedir. Elbette, bizi ilgilendiren yön, resmi tarihin geleneksel kabulleri değil, bu iki büyük olayın perde arkasıdır.
Dördüncü bölümdeki ana konu, 19. yüzyılın sonunda doğan ateist Siyonizm akımıdır. (Bu konunun neden önemli olduğu ve neden kitapta bir bölümün bu konuya ayrıldığını, ilk iki bölümü okuyunca göreceksiniz.) Bu bölümde ateist Siyonizm ile ilgili klasik anlatımlardan çok daha farklı gerçekler incelenmekte, “Hıristiyan Siyonizmi”nden Siyonizmin sapkın boyutuna kadar farklı yönler ele alınmaktadır. Bu bölüm, bir geçiş bölümüdür ve kitabın daha tarihsel olan ilk üç bölümünü, 20. yüzyıldaki olayları konu eden öteki bölümlere bağlar.
Kendi içinde özerk olan beşinci bölüm, oldukça ilginç bir konuyu, yüzyılın ilk yarısında Nazi Almanyası ile ateist Siyonistler arasında kurulmuş olan gizli ittifakı konu etmektedir. Her ikisi de aynı ırkçı ideolojiye sahip olan bu iki hareket, Avrupalı Yahudileri Filistin’e yollamak için tarihin en ilginç ittifaklarından birini oluşturmuştur. Ateist Siyonistler için Filistin’de fitne ve kargaşa, Naziler içinse Judenrein (Yahudiden arındırılmış) bir Avrupa anlamına gelen bu ittifak, tarihin en büyük trajedilerinden biri olan Yahudi soykırımına yol açmıştır.
Altıncı bölümde, 20. yüzyıl dünya politikasını derinden etkileyen, Council on Foreign Relations (CFR), Bilderberg Grup ya da Trilateral Komisyonu gibi masonik “think-tank”ler inceleniyor. Seküler dünya düzeninin stratejik karar merkezleri olan bu kurumların gerçek kimliklerine ve icraatlarına bakarken de; Ekim Devrimi, Soğuk Savaş, Vietnam Savaşı gibi ilginç konuların içyüzüne ve seküler dünya düzeninin “gizli totaliterizm” hedeflerine değiniliyor.
Yedinci bölümün konusu ise, İsrail’in Amerikan sistemi üzerindeki şaşırtıcı etkisidir. Ülkedeki yahudilerin, kurdukları AIPAC gibi örgütler ve sahip oldukları finans ve lobi gücü sayesinde, Beyaz Saray, Kongre, Pentagon gibi devletin önemli kurumları üzerinde elde ettikleri etki konu edilmektedir. Bu arada Watergate skandalı, JFK suikasti gibi önemli bazı olayların “İsrail bağlantısı” da ortaya çıkarılmaktadır.
Sekizinci bölüm, İsrail’i konu edinir. İsrail Devleti hakkında kabul ettirilmiş olan bazı gerçek dışı bilgiler bu bölümde ortaya çıkarılmakta, İsrail’in görünenden çok daha farklı bir devlet olduğu gösterilmektedir. İsrail ile FKÖ arasındaki “barış süreci”nin gerçek içeriği, İsrail Devleti’nin “barış”la birlikte ulaşmak istediği gerçek hedefler de ayrıntılı olarak incelenmektedir.
Dokuzuncu bölüm, oldukça ilginçtir. Konu, Soğuk Savaş dönemi boyunca Üçüncü Dünya coğrafyasını kana bulayan faşist hareketler, zalim diktatörler, askeri cuntalar, hatta uyuşturucu kartelleri ile İsrail arasındaki gizli ilişkilerdir. Üçüncü Dünya’yı kasıp kavuran “bozgunculuk”, İsrail Devleti’nin verdiği silahlarla ya da faşistlere yolladığı askeri danışmanlarla, “işkence uzmanları”yla yürütülmüştür. İsrail’in bu tür bir “dünya savaşı”na girmesinin ardında ise oldukça ilginç bir mantık yatmaktadır.
Onuncu bölüm, bir süredir global düzeyde İslam’a ve Müslümanlara karşı oluşturulmaya çalışan “Anti-İslami Enternasyonal”i konu edinir. Dünyanın farklı bölgelerinde, örneğin; Keşmir’de, Sudan’da, Etiyopya’da, Tayland’da ya da Bosna-Hersek’te Müslümanlara karşı saldırıya geçen anti-İslami yerel güçlerin, gerçekte tek bir merkez tarafından koordine edildiklerini, o merkez tarafından silahlandırılıp eğitildiklerini ve korunduklarını ortaya çıkarır. Bu merkez, İsrail’dir; İsrail, özellikle son yıllarda “anti-İslami bir Haçlı seferi” organize etmektedir.
Onbirinci bölüm ise son derece önemlidir ve Kuran’da haber verilen Yahudilerin tüm yeryüzünde çıkaracakları bozgunculuğun sonunu araştırır. Seküler dünya düzeni, tüm dünyaya egemen olmuş ve İslam, karşısındaki tek güç olarak kalmıştır. İslami kaynaklarda dünya tarihinin sonu olarak adlandırılan ahir zamanda yaşanacak gelişmelere detaylı yer verilmiştir. Mehdiyet ve Hz. İsa’nın yeryüzüne dönüşü gibi önemli konular da bu bölümde ayrıntılı olarak incelenmektedir.
Şimdi, bu uzun hikayeye girmeden önce, önemli bir noktaya değinmek gerekir. Bu, elinizdeki kitapta kendilerinden sıkça söz edilen Yahudiler ve onlara karşı bir Müslümanın göstermesi gereken tavırdır.
Yahudilik Konusunda Adaletin Gereği
Gerek bu kitapta gerekse şimdiye kadar yayınlanan diğer bazı eserlerimizde, ırkçı bir ideoloji olan ateist Siyonizmi benimseyen bazı Yahudilerin, Filistinli ve diğer pek çok Ortadoğulu Müslümana karşı acımasız bir işgal, baskı ve katliam politikası yürüttüğünü delilleriyle ortaya koyduk. Ateist Siyonistlerin yönlendirmesiyle hareket eden İsrail’in gerek Ortadoğu’daki gerekse diğer bazı coğrafyalardaki insan hakları ihlallerini ayrıntılarıyla inceledik. Elbette her Müslüman ve adalet ile vicdan kavramlarına sahip her inançtan insan, bu haksız zulmü kınayacaktır ve bu kınamada haklıdır.
Ancak konunun ikinci bir yönü daha vardır ki, onu da mutlaka dikkate almak gerekir. Bu, tarihte ve günümüzde, bazı Yahudilerin de başka inançlar veya milletler tarafından haksız yere hedef alındığı, zulme ve işkenceye uğratıldığı gerçeğidir. “Antisemitizm” olarak bilinen Yahudi düşmanlığı, çeşitli fanatik gruplar, faşist rejimler veya ırkçı örgütler tarafından benimsenmiş ve bu ideoloji nedeniyle pek çok Yahudi zulüm görmüştür.
Bu zulme de mutlak şekilde karşı çıkmak gerekmektedir.
Biz, ırkçı ve zalim bir ideoloji olan ateist Siyonizme karşıyız. Aynı şekilde, ırkçı ve zalim bir ideoloji olan antisemitizme, yani Yahudi düşmanlığına da karşıyız. Çünkü inancımız, dünyadaki her millete ve her inanca karşı adalet ve hoşgörüyle davranmamızı gerektirir. Allah bir Kuran ayetinde, her toplum için adaleti ayakta tutmayı emretmektedir:
Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)
Eğer bir insan, ateist Siyonizmin suçları nedeniyle, masum Yahudi insanları eleştirir ve incitirse, adaleti çiğnemiş olur. İsrail’in haksız işgal ve saldırıları nedeniyle, dünya üzerindeki farklı Yahudi cemaatlerini, örneğin ülkemizdeki Yahudi inancına bağlı vatandaşlarımızı kınarsa, yine adaleti çiğnemiş ve hata etmiş olur. İsrail’in saldırı ve işgallerine karşı, İsrail’in sivil vatandaşlarını hedef alan terör eylemleri düzenlerse, adaletten tamamen sapmış, masum insanları hedef alarak çok büyük bir günah işlemiş olur.
Bu nedenle, kitaba başlamadan önce Siyonizm, Yahudilik ve antisemitizm kavramlarını kısaca ele alacak, bir Müslümanın bu konularda izlemesi gereken tutumu açıklayacağız.
İslam’ın Kitap Ehli’ne Hoşgörüsü
Yahudiler, binlerce yıldır yaşadıkları Filistin’den, MS 70 yılında, putperest Roma imparatorluğu tarafından sürülmüşler ve daha sonraki 19 asır boyunca diasporada, yani sürgünde yaşamışlardır. Bu dönem boyunca özellikle Hıristiyan ülkelerde çoğu zaman baskı ve zulüm görmüşler, defalarca yurtlarından sürülmüş, hatta toplu katliamların hedefi olmuşlardır. Yahudilerin bu dönemde en çok huzur ve güven buldukları coğrafya ise İslam topraklarıdır. İslam dünyasında hiç bir zaman antisemitizm görülmemiş, Yahudiler (ve Hıristiyanlar) kendi inanç, adet ve hatta hukuklarına göre herhangi bir baskı ve zulüm görmeden asırlarca yaşamışlardır.
Bu hoşgörü ve güven ortamının başlıca nedeni, Kuran ahlakıdır. Kuran’da Yahudiler ve Hıristiyanlar “Kitap Ehli” olarak ifade edilir ve Müslümanlar ile Kitap Ehli arasında dostça bir yaşam tavsiye edilir. Kuran’a göre Kitap Ehli’nin yemeğini yemek ve Kitap Ehli’nden hanımlarla evlenmek Müslümanlara serbest kılınmıştır (Maide Suresi, 5). Bu hükümler, Müslümanlar ile ehli kitap arasında nikah sonucu akrabalık bağlarının kurulabileceğini, iki tarafın birbirlerinin yemek davetlerine icabet edebileceklerini gösterir ki, bunlar sıcak insani ilişkiler ve huzurlu bir ortak yaşam kurulmasını sağlayacak esaslardır.
Allah Kuran’da, Müslümanlara, müşrik insanlara (yani Allah’tan gelen bir vahye uymayan putperestlere) bile güvenlik sağlamalarını emreder: “Eğer müşriklerden biri, senden ‘eman (güvenlik) isterse’, ona eman ver; öyle ki Allah’ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu ‘güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.” (Tevbe Suresi, 6) Müşriklere göre Müslümanlara çok daha yakın bir inanç ve ahlaka sahip olan Kitap Ehli’ne ise, daha da fazla bir saygı, hoşgörü ve yardımseverlik göstermek gerekmektedir.
Bir başka ayette, Kitap Ehli dahil tüm gayrı Müslimlere, Müslümanlara düşmanca davranmamaları şartıyla, iyilikle davranmak şöyle emredilir:
Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever... (Mümtehine Suresi, 8)
Dolayısıyla, Müslümanlar, kendileriyle aynı toplumda yaşayan tüm Yahudi ve Hıristiyanlar ile son derece sıcak bir komşuluk ilişkisi kurmakla yükümlüdürler. Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkede ise, Kitap Ehli Müslümanlar üzerine bir emanettir. Onları huzur ve güzen içinde yaşatmak, her türlü tehlike ve tedirginlikten korumak Müslümanlar için dini bir görevdir. Yahudilerin tarihte çok defalar olduğu gibi, sırf inançları veya soyları nedeniyle hedef alınmaları, medeni haklardan yoksun tutulmaları, isimlerini açıklamaktan bile endişe edecekleri bir baskı ve korku içinde yaşamak zorunda bırakılmaları, gettolara, korkunç toplama kamplarına hapsedilmeleri büyük bir zulümdür. Bir Müslüman bu gibi zulümleri asla tasvip etmediği gibi, bunları engellemek için de vargücüyle çalışmalıdır.
Cahil insanlarda “kendine benzemeyene artniyetle bakmak” gibi bir hastalık vardır. Bu nedenle Ortaçağ Avupası toplumları başta olmak üzere, tarihte ve günümüzde Yahudiler hakkında olmadık suçlamalar, iftiralar, asılsız dedikodular üretilmiştir. Halen de bazı insanların bilinçaltlarında Yahudilere karşı bu hurafelerin getirdiği önyargı ve antipatiler vardır. Bir Müslüman asla böyle bir bakış açısı ve tutum içine giremez. Allah “Kitap Ehli”nin var olduğunu bize Kuran’da bildirmiş, hangi konularda yanılgılar içinde olduklarını açıklamış, ama bununla birlikte onlara karşı iyilik ve adaletle davranmamızı emretmiştir. Allah bir ayette, Kitap Ehli’ne karşı şöyle söylememizi emreder: “Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuz.” (Ankebut Suresi, 46)
Ateist Siyonizm ile Yahudiliği Ayırmak
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Allah’ın Kuran’da Kitap Ehli konusunda Müslümanlara emrettiği hoşgörülü yaklaşım İslam tarihi boyunca tecelli etti. Müslümanlar asırlar boyu Yahudilere dostça davrandılar ve Yahudiler de buna dostluk ve vefayla cevap verdiler. Bu tabloyu bozan unsur, ateist Siyonizm oldu.
Ateist Siyonizm, 19. yüzyılda ortaya çıktı. 19. yüzyıl Avrupası’nın iki belirgin karakteri, Siyonizmi de etkilemişti: Irkçılık ve sömürgecilik. Ateist Siyonizmin bir diğer belirgin özelliği ise, dönemin diğer ideolojileri gibi din-dışı bir ideoloji olmasıydı. Siyonizmin fikri öncülüğünü yapan Yahudiler, dini inançları olmayan kimselerdi. Hatta çoğu ateistti. Yahudiliği bir inanç birliği olarak değil, bir ırkın ismi olarak kabul ediyorlardı. Yahudilerin Avrupalı milletlerden ayrı bir ırk olduğu, onlarla birlikte yaşamalarının mümkün olmadığı, mutlaka kendilerine has ayrı bir yurt edinmelerinin şart olduğu iddiasıyla ortaya çıktılar. Filistin’i seçmelerinin nedeni dini değil, tarihseldi.
Ateist Siyonizm, Ortadoğu’ya girdiği günden itibaren, bölgeye çatışma ve acı getirdi. İki dünya savaşı arasındaki dönemde, ateist Siyonist terör örgütleri Araplara ve İngilizlere karşı kanlı saldırılar düzenlediler. 1948’de İsrail’in kurulmasının ardından da, ateist Siyonizmin yayılmacı stratejisi Ortadoğu’yu kargaşaya sürükledi.
Bu zulmü gerçekleştiren ateist Siyonizmin çıkış noktası, Yahudi dini değil, 19. yüzyıldan miras kalma ırkçı, sömürgeci ve sosyal Darwinist ideolojiydi. İnsanlar arasında daimi bir çatışma olması gerektiğini savunan, “güçlüler kazanır, zayıflar yok olur” felsefesini empoze eden sosyal Darwinizm, Alman milletini Nazizme sürüklediği gibi, Yahudileri de ateist Siyonizme sürükledi.
Bugün ateist Siyonizmi eleştiren pek çok dindar Yahudi aynı gerçeği vurgulamaktadır. Dindar Yahudilerin önde gelen isimlerinden biri olan Haham Hirsch, “Siyonizm, Yahudi halkını milli bir antite (varlık) olarak tanımlamak ister... bu dinen bir sapmadır” der.1 İsrailli devlet adamı Amnon Rubinstein’a göre, pek çokları için “Siyonizm, (bazı Yahudilerin) babalarının yurduna ve hahamların sinagoguna başkaldırısının doğal sonucu”dur.2
Ateist Siyonizm, gerçekte bir tür faşizmdir. Faşizm ise dinden değil, dinsizlikten kaynak bulur. Dolayısıyla Ortadoğu’da akan kanların asıl sorumlusunun, Yahudi dini değil, din-dışı ve faşist bir ideoloji olan ateist Siyonizm olduğunu bilmek gerekmektedir.
Ancak faşizmin diğer versiyonları gibi, ateist Siyonizm de, dini kendi amaçları için kullanmak istemiştir.
Tevrat’ın Ateist Siyonistlerce Çarpıtılması
Tevrat, Allah’ın Hz. Musa’ya vahyettiği mübarek bir kitaptır. Allah Kuran’da “Gerçek şu ki, Biz Tevratı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik...” (Maide Suresi, 44) buyurur. Yine Kuran’da bildirildiği üzere, Tevrat daha sonra tahrif edilmiş ve içine insan sözleri sokulmuştur. Bu nedenle bugün elimizdeki Tevrat, “Muharref Tevrat”tır.
Yine de Muharref Tevrat incelendiğinde, içinde Hak dinin pek çok unsurunun halen bulunduğu görülür. Allah’a iman, teslimiyet ve şükür, Allah korkusu, Allah sevgisi, adalet, şefkat, merhamet, zulme ve haksızlığa karşı koyma gibi pek çok hak din özelliği Muharref Tevrat’a ve Eski Ahit’in diğer kitaplarına hakimdir.
Bunun yanında, Muharref Tevrat’ta, tarihte yaşanmış bazı savaşlar ve bu savaşlardaki kıyımlar da anlatılmaktadır. Eğer bir kişinin amacı, uygulamak istediği şiddet, kıyım ve cinayetlere çarpıtarak da olsa bir dayanak bulmaksa, söz konusu Muharref Tevrat pasajlarını kendine bir malzeme haline getirebilir. Ateist Siyonizm, gerçekte faşist bir terör olan kendi terörünü meşrulaştırabilmek için bu yola başvurmuş ve etkili de olmuştur. Örneğin, geçmişte yaşanmış bazı savaş ve katliamlarla ilgili Muharref Tevrat ayetlerini, Filistin’in mazlum halkına karşı kullanmıştır. Bu, samimiyetsiz bir yorumdur. Dini, faşist ve ırkçı bir ideolojiye alet etmektir.
Nitekim pek çok dindar Yahudi, söz konusu Muharref Tevrat ayetlerinin Filistinlilere karşı işlenen cinayetleri meşrulaştırmak için kullanılmasına karşı çıkmaktadır. Karşı çıkmaları da gerekir, çünkü ateist Siyonizm, Ortadoğu’da yürüttüğü işgal ve zulüm politikasını “Yahudilik” maskesi altında yürütmekle, gerçekte Yahudiliğe ve dünya üzerindeki tüm Yahudilere zarar vermekte, onlara da büyük eziyetler çektirmektedir.
Gerçekte ne İslam, ne Yahudilik, ne de Hıristiyanlık, şiddete ve zulme rıza gösterir. Ama her toplumun içinden fanatik, şiddet yanlısı, acımasız insanlar çıkabilir. Asıl amaçları kan dökmek, acı çektirmek, kibir ve gururları için insanları ezmek olan kötü niyetli kimselerin din ahlakıyla hiçbir bağlantılarının olmayacağı ise açıktır.
Antisemitizmin İçyüzü
Buraya kadar incelediğimiz gerçekler, antisemitizm olarak adlandırılan “Yahudi düşmanlığı”nın İslam’da hiçbir yeri olmadığını açıkça göstermektedir. Müslümanlar, antisemitizm de dahil her türlü ırkçılığa karşı çıkmalıdırlar. Bunu gerektiren bir diğer neden, antisemitizmin gerçekte din-düşmanı bir ideolojinin parçası olmasıdır.
Antisemitizm teriminin asıl manası “Sami düşmanlığı”dır, yani Sami ırkından gelen, diğer bir ifadeyle “semitik” milletlere karşı duyulan nefreti ifade eder. Sami ırkı ise Araplardan, Yahudilerden ve diğer bazı Ortadoğu kökenli etnik gruplardan oluşur. Kuşkusuz tüm bu farklı medeniyetlere ve toplumlara Allah’ın varlığını ve birliğini anlatan, O’nun emirlerini bildiren peygamberler gelmiştir. Ancak yazılı tarihe baktığımızda, Hint-Avrupa milletlerinin çok eski zamanlardan beri hep putperest inanışlara sahip olduklarını görürüz. Bu nedenle bu toplumlar ahlaki kıstaslardan tamamen yoksun kalmıştır. Şiddet ve vahşet meşru ve övülen bir özellik olarak görülmüş, eşcinsellik, zina gibi ahlaksızlıklar yaygın biçimde uygulanmıştır. Avrupa’ya hakim olan bu putperest kavimler, ancak Sami ırkına gönderilmiş bir peygamberin, yani Hz. İsa’nın etkisiyle Tevhid inancıyla karşılaşmıştır. İsrailoğulları’na peygamber olarak gönderilen Hz. İsa’nın tebliği, zaman içinde Avrupa’ya yayılmış ve eskiden putperest olan kavimlerin hepsi birer birer Hıristiyanlığı kabul etmiştir.
Ancak 18. ve 19. yüzyılda Avrupa’da Hıristiyanlığın zayıflaması ve dinsizliği savunan ideoloji ve felsefelerin güçlenmesi ile birlikte, Avrupa’da garip bir akım doğmuştur: Yeni-putperestlik (neo-paganizm). Bu akımın öncüleri, Avrupalı toplumların Hıristiyanlığı reddederek eski putperest inançlarına geri dönmesi gerektiğini savunmuşlardır. Yeni-putperestlere göre, Avrupalı toplumların putperest oldukları dönemdeki ahlak anlayışları (yani savaşçı, acımasız, kan dökmekten zevk alan, sınır tanımaz barbar ahlakı), Hıristiyanlığı kabul ettikleri dönemdeki ahlak anlayışlarından (yani mütevazi, merhametli, barışçıl dindar ahlakından) daha üstündür.
Yeni-putperestler, Hıristiyanlığa düşman olurken, aynı zamanda Hıristiyanlığın kökeni olarak gördükleri Yahudiliğe karşı da büyük bir nefret benimsemişlerdir. Hatta Hıristiyanlığı “Yahudi fikrinin dünyayı istila etmesi” gibi yorumlamışlar, bir tür “Yahudi komplosu” saymışlardır.
İşte bu yeni-putperestlik akımı, bir taraftan din düşmanlığını körüklerken, bir yandan da faşizm ve anti-Semitizm ideolojilerini doğurmuştur. Özellikle Nazi ideolojisinin temellerine bakıldığında, Hitler’in ve yandaşlarının gerçek anlamda birer putperest oldukları açıkça görülmektedir.
Dolayısıyla, Avrupa’da doğmuş bir ideoloji olan “Yahudi düşmanlığı”, aslında “din düşmanlığı”nın bir ifadesidir. Dolayısıyla hiçbir Müslümanın; Yahudileri dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağı olan habis bir millet gibi tasvir eden bu fanatik idelojiye hiçbir şekilde itibar etmemesi gerekir. Aksine, Müslüman, ateist Siyonizme karşı masum Filistinlileri savunduğu gibi, antisemitizme karşı da masum Yahudileri savunmakla sorumludur.
(Ayrıntılı bilgi için; www.islamantisemitizmilanetler.com)
Sonuç
Ateist Siyonizmin insanlık suçlarının her Müslümanda bir tepki ve “buğz” uyandırması doğaldır. Ancak bunun hiçbir zaman adaletsiz bir tepkiye dönüşmemesi gerekir. Allah bu konuda bizleri uyarır ve Kuran'da “Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır” buyurur (Maide Suresi, 8).
Bu adalet ilkesi gereğince:
• İsrail’in var olma hakkını tanıyoruz. İsrail’in Yahudi vatandaşları, atalarının diyarı olan Filistin’de barış ve güven içinde yaşama hakkına sahiptirler. Ama mutlaka aynı toprağın diğer sahipleri olan Filistinli Müslümanların da yaşama hakkını tanımaları, onların topraklarını işgal altında tutmaktan vazgeçmeleri, 30 yılı aşkın bir süredir yaptıkları tahribatı tamir ve tazmin etmeleri gerekir.
• Ülkemizdeki Yahudi vatandaşlarımızın (ve diğer tüm diaspora Yahudilerinin), hiçbir endişe ve tedirginlik hissetmeden, huzur ve güven içinde yaşamalarını sonuna kadar savunuyoruz. Tarihin utanç verici bir sayfası olan “Varlık Vergisi” gibi kabul edilemez baskıların bir daha asla tekrarlanmaması, Yahudi, Rum, Ermeni, Katolik, Protestan ve diğer tüm farklı inançlara mensup, yani “Kitap Ehli” vatandaşlarımızın, inançlarıyla, adetleriyle, gelenekleriyle, yaşam biçimleriyle alabildiğince özgür ve rahat yaşamalarını diliyoruz.
Gerçekte Kitap Ehli ve Müslümanlar, birbirlerinin hasmı değil müttefikidirler. Özellikle de dünyanın ateist ve din-düşmanı ideolojiler tarafından istila edildiği çağımızda, aynı şekilde Allah’a inanan ve aynı ahlaki değerleri savunan Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların işbirliği yapmaları gerekmektedir.
Allah Kuran’da, Müslümanlara, Kitap Ehli hakkında bir emir verir; onları “ortak bir kelimede birleşmeye” çağırmak:
De ki: “Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız bir kısmımızı Rabler edinmeyelim." (Al-i İmran Suresi, 64)
Bizim Yahudilere ve Hıristiyanlara olan çağrımız da budur: Allah’a iman eden ve O’nun vahyine itaat eden insanlar olarak, gelin ortak bir “iman” kelimesinde birleşelim. Hepimiz Yaratıcımız ve Rabbimiz olan Allah’ı sevelim. O’nun emirlerine uyalım. Ve Allah’ın bizi daha da doğruya eriştirmesi için dua edelim.
Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler bu şekilde ortak bir kelimede birleştiklerinde, birbirlerinin düşmanı değil dostu olduklarını anladıklarında, asıl düşmanın ateizm ve dinsizlik olduğunu gördüklerinde, dünya çok daha farklı bir yer olacaktır. Asırlardır süren çatışmalar, husumetler, korkular, terör eylemleri sona erecek ve “ortak bir kelime” üzerinde sevgi, saygı ve huzura dayalı bir “medeniyetler barışı” kurulacaktır.
Dipnotlar
1 Washington Post,” October 3, 1978 “Zionism wants to define the Jewish people as a national entity ... which is a heresy.”
2 Amnon Rubinstein, The Zionist Dream Revisited, s. 19