11 Eylül 2014

İNKILAP (DEVRİM) KAVRAMI




İNKILAP (DEVRİM) KAVRAMI


İNKILAP (DEVRİM) KAVRAMI
Devlet Düzenine Geçiş Bir insan topluluğunun, belli bir zaman içinde, her alanda ürettiği maddî-manevi bütün değerlerin toplamıdır. Eğer kültür yerleşik düzene geçerek kentleşmiş toplumlarda üretiliyorsa ve belli toplulukların bu kültürleri arasında büyük benzerlikler varsa o takdirde "Uygarlık" söz konusudur. Devletin belirmesindeki ilk öğe "Aile"dir. Ailelerin birleşmesiyle Boy veya Kabile dediğimiz ilk sayısal birlik belirmiş oldu. Giderek bazı kabileler aynı inanca sahip olduklarını, aynı dili konuştuklarını, aynı düşmanların tehdidi altında bulunduklarını anladılar. Gene aynı ekonomik çıkarların birbirlerini bağladığının da farkına vardılar. Böylece kabileler en güçlü Bey (Kral)'in etrafında birleşmeye başladılar. Böylece "Devlet" kavramı doğdu.
 DEVLETİN GELİŞİMİ
 Kültür yerleşik düzene geçerek kentleşmiş toplumlarda üretiliyorsa ve belli toplulukların bu tür kültürleri arasında benzerlik varsa, o takdirde uygarlık söz konusudur. Bundan hareketle devlet, belli bir kültür düzeyine erişmiş toplumların ortaya çıkardıkları bir önemli kurumdur. Devlet olmadan kültürün ilerlemesi mümkün değildir. Çünkü değerlerin üretilmesi için gerekli düzen devlet tarafından sağlanır. İlkçağ'da doğa üstü bazı olayları açıklamakta zorluk çeken insanlar dine sığınmışlar ve din ile devlet işleri birlikte gelişmiştir. Bu nedenle ilk devleti kuran Sümerlerde siyasal şefler aynı zamanda baş rahip durumundaydı. Mısır'daki firavun adı verilen hükümdarlar tanrı olarak sayılmışlardı. İlkçağ'da bir ölçüde halk egemenliğine dayanan eski Yunan kent devletlerinde (Polis) bile, seçilen yöneticiler bazı işleri yapabilmek için tanrılardan izin almak veya onlara danışmak gereği duyarlardı. Devletin en önemli işlevi hukuk kuralları koymasıdır. Devlet, kendisine güvenen insanları ancak hukuk kuradan koyarak yönetebilir. Önceleri toplumda eşitsizliğe dayalı hukuk kuralları varken, giderek bütün yurttaşlara eşit davranma eğilimi belirdi. Ancak bu tür düzelmeler süreklilik göstermedi. Tarih boyunca, devletlerin gelişimi Avrupa'da Aydınlanma Çağı'na kadar inişli çıkışlı bir grafik çizdi. Kavramlar Islahat (Reform): Toplumun bazı kurumlarında yenilik yapmak demektir. Bazı kurumlarda reform yapabilmek için geçici ve yalnız o kurum üzerinde bir zorlamaya gidilebilir. Ama ortaya çıkan o yenileşmiş kurum mevcut değişmeyen toplumsal yapı içindedir. Evrim: Konumuzla ilgili bir başka kavram evrimdir. Evrim ile devrim (İnkılâp) arasında büyük fark vardır. Evrim toplumsal kurumların kendiliğinden, hissedilmeden, zamanın koşullarına uyarak değişmesidir. İhtilâl: Toplumun yapısını değiştiren tüm inkılâplarda zorlama öğesi az veya çok vardır. Zorlama çok şiddetli ise bunun adına İhtilal! denir. İhtilâl başarı ile sonuçlanırsa inkılâp ortaya çıkar. İhtilâl inkılâbın ön aşamasıdır. Zorlama öğesinin çok şiddetli olduğu inkılâplara örnek olarak 1789 Fransız ihtilâli ve 1917 Rus ihtilâli gösterilebilir. Bu ihtilâller sonucu oluşan inkılâp ise tarih dilinde ihtilâl ile ifade ediliyor. Türk inkılâbının zorlama öğesi çok azdır ve bir ihtilâl görünümü bulunmamaktadır. lkçağ'da Çin'de, Ortaçag'da İslam ve Hıristiyan dünyasında bazı düşünürler hükümdarların adaletli hareket etmedikleri durumlarda değiştirilmelerini haklı görmüşlerdir. Bu uygulama zorbalığa direnme olarak tanımlanabilir. Aydınlanma çağında ise bütün yurttaşların devlet gücü üzerinde hakkı olduğu yolunda görüşler belirmeye başladı. İlk büyük tepki bir İngiliz kolonisi olan Kuzey Amerika'dan geldi. Amerikalılar İngiliz kralına karşı ayaklandılar ve tarihin ilk gerçek bağımsızlık savaşını yürüttüler. Bağımsızlıklarını kazandıktan sonra yurttaşların eşitliğine ve halk egemenliğine dayanan bir devlet kurdular. Amerikalılar savaş sonrasında dünyanın ilk yazılı modern anayasasını yaptılar Amerikan anayasası bugüne kadar yaşayan en uzun ömürlü anayasadır. Amerikalıların İngiltere'ye karşı yürüttükleri bağımsızlık savaşı aslında bir ihtilaldi, ihtilal ile ortadan kaldırdıkları düzenin yerine yeni esaslara dayanan bir devlet kurdular. Bu ikinci aşamaya ise devrim (inkılâp) denir. 
İNKILÂP KAVRAMI 
Dilimize Arapça'dan geçen İnkılâp kelimesi, sözlük anlamı bakımından (değişme, biçim değiştirme, devrim) demektir. Bugün Araplar inkılâp kelimesini zorlayarak biçim değiştirme anlamında kullanmaktadırlar. İnkılâp kelimesinin Türkçe karşılığı devrim kelimesidir. İnkılâp, insan topluluklarında çeşitli alanlarda görülür. Sanayi ve bilim gibi. İNKILÂBIN ÖZELLİKLERİ:
 1- Toplumun tüm kurumlarının değiştirilmesiyle gerçekleştirilir. 2- Her inkılâpta az veya çok zorlama vardır. 3- İnkılâp çabuk ve hızlı gelişir. 4- İnkılâp için önder kadro gerekir. Devrim ile İhtilal sözcüklerini karıştırmamak gerekir. İhtilal eski düzeni devirme, devrim ise eskinin yerine yeni düzenin konulmasıdır. Amerikan bağımsızlık savaşı, adaletsizlik ve eşitsizlikler içinde kıvranan Fransa'ya örnek oldu. Kral ve soylulara dayanan yönetim, sermayeyi ve ekonomiyi elinde bulunduran burjuva sınıfını devlet işlerinden uzak tutuyordu. Burjuvanın yanı sıra halk köylüler ve kilisenin dışında kalan kesimler son derece zor koşullar altında yaşamlarını sürdürüyorlardı. Fransa'daki bu eşitsizlikler, aydınlanma dönemi düşünürlerinin fikirlerinin etkisi ve Amerikan bağımsızlık savaşının yarattığı ortam sonucu 1789 yılında büyük bir ihtilalin patlak vermesine yol açtı. Uzun ve kanlı bir mücadele sonrasında Fransa'da krallık ve soyluluk kalktı. Kilisenin ayrıcalıkları sona erdi. Laiklik temel ilke oldu ve yurttaşlar eşit duruma geldi. Bu olaylar sonucu dünyaya ihtilal ve inkılâp kavramları gelmiş oldu. 
İNKILÂPLARIN TEMEL NEDENLERİ 
Bazı toplumların kendi kendilerini yenileyebilmek imkânlarını yitirmiş bulunmalarıdır. Gelişkin kurumlar ve toplumun içinde yaşadıkları devletler kendilerini, kültür, bilim, yaşama biçimi bakımından durmadan yenilemek zorundadırlar. Aksi durumda o ulus (millet) çöker, yıkılır. Bazı uluslar şimdiye kadar yapılarındaki gelişme ve yenileşme özelliğini sürdürmüşlerdir. Bu tür uluslarda yenileşmek için zorlama yani inkılâp bugüne kadar gerekli olmamıştır. Örnek olarak İngiliz ulusu ile İskandinav uluslarını gös­terebiliriz. Ama belki bu uluslar da günün birinde kendilerini yenileme özelliğini yitireceklerdir. O zaman bu uluslarda da inkılâp beklenebilir. (İskandinav ülkeleri: İsveç, Norveç, Danimarka, Finlandiya) Bazı uluslar ise, belki çok eski ve köklü olduklarından bir zamanlar ulaştıkları düzeyi yüzlerce yıl korumuşlardır. O düzeyin artık değişmesi, yenilenmesi, gereksiz kabul edilmiştir. Ama zaman geçince sürdükleri düzen yetersiz kalmaya başlamıştır. Hızlı ve tümden bir değişme gerekmiştir. İşte inkılâp böylece zorunlu bir duruma gelmiştir. Örnek olarak, Fransız ve Türk uluslarını gösterebiliriz. Tarihteki ilk büyük ve etkileri bugüne kadar gelen inkılâp 1789 Fransız inkılâbıdır. Fransız devriminin gerçekleşmesine neden olan esas düşünce, bireylerin yasal eşitliğini sağlamaktır. 
TÜRK İNKILÂBININ DİĞER İNKILÂPLARDAN FARKLILIĞI: 
1- Türk inkılâbında ilk önce parçalanmaya karşı yeni bir devlet kurulmuştur. Bu devlet son anlarını yaşayan Osmanlı İmparatorluğundan çok farklıdır. 2- İnkılâp bakımından devlet hemen adımlarını atamamış ilk önce bağımsızlık savaşı yapmış ve kazanmıştır. 3- Başlangıçtaki inkılâp daha sonra büyük adımlarla sürdürülmüştür. 4- Türk inkılâbının diğer inkılâplara göre "Zorlayıcılık" öğesi çok azdır. Demek ki, Türk inkılâbı bir bağımsızlık savaşı ve o esnada bir devlet kurulması aşamalarıyla başladığından diğer inkılâplardan ayrılır. TÜRK İNKILÂBININ ÖNEMİ: 
1 - Bir vatanı parçalayan emperyalist güçlere karşı gelmenin mümkün olduğunu dünyada ilk kez Türk inkılâbı kanıtlamıştır. 2- Tutsak uluslara bağımsızlık yolunu aydınlatan ışık Türk inkılâbıdır. 3- Bağımsızlık savaşını kazanmanın ancak akılcı, bilinçli ve disiplinli bir anlayışla mümkün olabileceğini en açık bir biçimde göstermektedir. 4- Başlangıçta çok ileri olan bir ulusun zamanla donmuş kalıplar içinde yaşamasının tehlikelerini de geri kalmış ülkelere tanıtan bizim inkılâbımızdır. 
İNKILÂP MODELLERİ: 
Amerikan Devrimi: Amerikalılar haklarını çiğneyen İngiliz Kralına karşı ayaklandılar. Tarihin ilk gerçek bağımsızlık savaşını yürüttüler, bunu kazandılar. Ardından bütün yurttaşların eşitliğine ve devlet gücünün kayıtsız şartsız halka ait olmasına dayanan yepyeni bir devlet kurdular. Dünyanın ilk yazılı Anayasasını gerçekleştirdiler. Türk Devrimi İle Amerikan Devrimi Arasındaki Fark? Amerikalılar bağımsızlıklarını ilk kez kazanmak için harekete geçtiler. Türkler ise, binlerce yıl bağımsız yaşayan bir ulus olarak bu niteliklerini kaybettikleri için, yani bir savaş sonu işgale ve parçalanmaya uğradıkları için Kurtuluş savaşını yürüttüler. Fransız Devrimi(1789) : Uzun bir düşünsel ve toplumsal hazırlık evresinin ürünüdür. Bu nedenle değişime açık ve hazır olan toplumu hızla yönlendirecek bir öndere de ihtiyaç göstermemiştir. Fransız devrimi bir önderin itici gücünden yoksun ol­duğu için, tamamlanması oldukça uzun bir süre almış; orada bir eski düzene dönülmüş, ama devrimin temelleri son derece sağlam olduğu için sonunda he­defe ulaşılmıştır. Rus İhtilâli (1917): Bu ihtilâle önderlik edenler sosyalizm ideolojisini be­nimsemişlerdi. Ama geniş halk kesimleri, hatta pek çok aydın bu ideolojiyi benimsememişti. Bundan dolayı ihtilâl sonucu oluşan devrim, kimi alanlardaki başarılı gelişmelere karşın, bir bütün olarak geçerli duruma erişemedi. 20. yüzyıl başında kurulan bu sistem, aynı yüzyılın sonunda ortadan kalktı. 
TÜRK İNKILABINA YOL AÇAN NEDENLER 
İslâm dinini kabul etmeden önce Orta Asya'da yaşayan Türkler,oluşturdukları devletlerin başına " hakan " veya " kağan " adını verdikle­ri birini geçiriyorlardı. Eski Türk dinsel inanışına göre kağan ailesine " Gök Tanrı ", egemenlik; yâni devleti yönetme, buyurma yetkisini vermişti. Türkler - o çağın bütün devletlerinde olduğu gibi- kağanın yönetim gücünü kamu vicdanında geçerli kılabilmek için bu yola başvurmuşlardı. Gök Tanrı egemenlik gücünü kağan ailesine verdiği için, o aile içindeki bütün erkeklerin devleti yönetme hakları vardı. Bu ba­kımdan aile içinden kimin kağan seçileceğini, boyların şefleri saptarlardı. Kağan seçilen prens, ülkenin yönetimini, kendisi gibi egemenlik hakkına sahip diğer kardeşleri ve yeğenleri ile birlikte yürütürdü. Bundan dolayı Türklerin kurdukları devletler kısa sürede parçalanabilirdi; buna karşılık bu devletler çok büyük alanlarda genişledikleri için Türklüğün yayılmasını kolaylaştırıyorlardı. Orta Asya'da yarı göçebe kabileler birliği biçiminde gelişen Türk devletleri içinde kadınlar da, pek çok işi erkeklerle birlikte görüyorlardı. Gerçi kadınlar kağan olamazdı ama, kabile şeflerini temsil ederek kağan seçimine katılabilirler­di. Kağan, yanında hep " hatun " denilen eşini tutar, elçiler bile birlikte karşı­lanırdı. Osmanlı Devleti hükümdarlarının (ilk padişahlar ile II. Osman dışında) yasal eşleri yoktu. Haremdeki cariyeler (kadın köleler) içinde padişaha çocuk, özellikle erkek çocuk doğuranlar, bir çeşit eş gibi kabul edilirlerdi. Ama hiçbir si­yasal yetkileri bulunmazdı. Halkın içine de giremezlerdi. Arap – Türk ilişkilerinde Emeviler , tam bir Arap ulusçusu gibi davranmışlardı. Abbasiler ise İslâmiyet’in evrensel de­ğerini ve yüceliğini kavradılar. Türkler üzerindeki zorlama siyaseti de bırakıldı. Bunun üzerine Türk illeri ile Abbasi ülkeleri arasında canlı bir ticaret yaşamı başladı. Böylece 10. Yüzyılda ufak bazı topluluklar dışında Asya'da yaşayan Türkler, İslâm uygarlığını benimse­diler ve kısa süre içinde bu dinin en önemli koruyucuları ve yayıcıları du­rumuna geldiler. İslâmiyet’in kabulü ile Oğuz Türkleri gittikleri yerlerde Türk-İslâm devletleri kurdular. Bunların içinde en önemlilerinden biri, 11.Yüzyılda kurulan " Selçuklu” Devleti' dir. Selçuklular, 1057 Yılında Abbasi Halifesini, Şiilerin elin­den kurtardılar ve ondan " Doğunun ve Batının Hükümdarı " sıfatını aldı­lar. Böylece Selçuklu Türkleri, İslâm dünyasının siyasal egemeni oldular. Ama bu uygarlık 13. Yüzyılda Moğollar tarafından çok hırpalandı. Anadolu’daki Selçuklu Devleti de sona erdi, kültürünün izleri ise uzun bir süre kaldı. Anadolu Selçuklu Kültürü, Orta Asya'da alışılmış geleneklerin üzerine İslâmiyet’in değerlerini koymuştur. Büyük sultanlar, İslâmiyet’in tek tanrılı dinlere tanıdığı geniş hoşgörüyü daha da liberalleştirmişlerdir. Mevlânâ Celâleddin (1207-1273), Yunus Emre (1238-1320), Hacı Bektaşi Veli (1210-1271) gibi büyük hümanistler, Batıdan çok daha önce insanların eşitliği ve kardeşliği konusunda derin ve kesin düşünceler ortaya atmışlardı. 
OSMANLI DEVLET YAPISI 
Osmanlı Devleti'nde, devleti kuran Osman oğulları ailesi egemenliğin de kayıtsız-şartsız sahibiydi. Bu aile içinde, gene eski Türk geleneklerine uygun olarak bütün erkekler egemenlik hakkıyla donatılmışlardı. Bu durumda en güçlü olan ve devlet büyüklerinin desteğini alan şehzade padişah oluyordu. Devlet henüz gelişmediği sıralarda, padişaha " bey " denilirdi. Bu da eski Türk geleneklerine uygundu. Fakat bu yeni Türk devletinin bir özelliği vardı. Konumu bakımından büyük tehlikelere açıktı. Bu nedenle güçlü olmak zorundaydı. Halbuki egemenlik aile üyeleri arasında paylaştırılınca devlet çökme tehlikesiyle karşılaşıyordu. Böylece kendisine "sultan" sanı veren büyük hükümdar Yıldırım Beyazıt döneminden itibaren, tahta geçen şehzade kendisine en büyük rakip olarak gördüğü erkek kardeşlerini öldürtmeye başladı. Ne İslâmiyet’te ne de eski Türk geleneklerinde böyle bir yöntem vardı. Ama devletin parçalanmaması için, Osmanlı hükümdarları bu yön­temi benimsemişlerdi. Fatih Sultan Mehmet bu yöntemi bir saltanat yasası durumuna getirdi. 17. Yüzyıl başlarında bu saltanat yasası yavaş yavaş değişti. Osmanlı ailesinden en yaşlı erkek üye (amca, ağa­bey gibi) padişah oldu. Diğer şehzadeler ise sıralarını beklediler. Bu yöntem Osmanlı devleti sona erinceye kadar sürdü. Devlet hayatında pek çok padişah, görünüşte din içinde kalır gibi davranıp şeriata aykırı pek çok iş yapabilmişlerdir. Bunun için de, yaptıkları işin dine uygun olduğunu veya din dışı kaldığı için dilediği gibi davranacağını din bilginlerine onaylatması yeterliydi. Fatih döneminden itibaren saygın bir duruma erişen Şeyhülislâm ülkedeki en büyük din bilgini durumunu almıştı. Çok geniş alanlara yayılan bu imparatorluğu düzen içinde tutabilmek için tek merkezden yönetilmesi uygun bulunmuştu. Bu görüş Roma ve Bizans devletlerinde de geçerliydi. Böylesine sıkı bir merkezcilik içinde bütün devlet işlerinin başı padişahtı. Biraz önce önemini açıkladığımız "şeyhülislâmı" bile atayan ve görevden alan padişah oldu. Padişah bütün devlet işlerini tek başına göremeyeceği için kendisine bir vekil atardı. Bu vekilin adına " vezir-i âzam " veya " sadrazam " denilirdi. Padişahın mührünü taşıdığı ve ülkeyi onun adına yönettiği halde bu en yetkili görevlinin bile hiçbir can ve mal güvencesi yoktu. Böylece başta vekili olmak üzere devlet görevlilerinin hepsi padişahın kulu sayılırdı. İslâm hukukunda kulları efendinin öldürmesi yasak­tır. Ama padişahlar bu yolda da İslâm’dan sapıp "kulları, köleleri" saydıkları bu görevlileri idam dahil her türlü keyfi cezalara çarptırmışlardır. Sadece din bilginleri bu katı kuralın dışında idiler. Zira onlar din adına adalet dağıtıyor, yâni yargıçlık görevini yerine getiriyorlardı. Bundan dolayı padişahın istediği işleri yapabilmesi için onların gönlünü hoş tutması gerekti. " Ulema " denilen bu din bilginleri devlet içinde giderek ayrıcalıklı bir konuma eriştiler. Osmanlı Devleti'nde toprak padişahın, yâni devletin malı sayılırdı. Ancak devlet toprağı doğrudan doğruya işleyemezdi. Bir memurunu (sipahi) toprağı yönetmekle görevlendirirdi. Sipahi toprak üzerinde devletin temsilcisiydi. Sipahi köylüden bir kez belli bir para alırdı. Bundan sonra köylü, yaşamı boyunca toprağı işler, ölünce de yerine oğlu geçerdi. Köylünün yapacağı tek iş, ürünü aldıktan sonra bunun belli bir bölümünü vergi olarak sipahiye vermekti. Ürünün geriye kalan bölümü onun olurdu. Ortaçağ Avrupa feodalitesinde ise ürünün tamamı Senyörün idi. Sipahi devlet adına topladığı vergilerin bir bölümü ile geçinir, artanı ile de devletin kendisinden istediği -asker yetiştirmek gibi- önemli görevleri yerine getirirdi. 
OSMANLI TOPLUM DÜZENİ 
Osmanlı Devleti'nde yaşayan yurttaşlar, "Müslümanlar ve Müslüman ol­mayanlar [gayrimüslimler]" biçiminde iki ana gruba ayrılırdı. İslâmiyet de "ehl-i kitap" olan, yâni tek Tanrıya inanan dinlere mensup olanlara, devlete itaat etmeleri durumunda büyük özgürlükler ve güvenceler sağlamıştı. Bu yurttaşların ne özel ne de ekonomik yaşamlarına karışılırdı.Tek istisna, erkek gayrimüslimlerin, yaşları ve gelirleri uygun ise " cizye " adında bir vergi ödemeleriydi. Bundan başka, ayrıca, devlet yönetiminde görev alamazlardı.  Eflâk-Buğdan (Romanya) yöneticileri gayrimüslimlerden seçilirlerdi. Bu yurttaşlar bazen çevirmenlik gibi hizmetlerde de bulunabilirlerdi. Ama bütün bunlar istisna idi. Devlet hizmetine girebilmek için Müslüman (ve erkek!) olmak baş koşuldu. Devlet, yetenekli gayrimüslim yurttaşların hizmetinden yararlanmak için, zaman zaman onların erkek çocuklarının bir bölümünü ailelerine bazı imkânlar tanıyarak alır ve bu çocukları Müslümanlaştırırdı. Böylece pek çok yetenekli gayrimüslim yurttaşın becerileri ziyan edilmemiş ve devlet bunlardan yararlanmak imkânı bulmuş olurdu. Devşirme olarak adlandırılan bu sistemin, İslâm hukukuna aykırı olduğu açıktır. Zira hiçbir ehli kitap zorlanarak Müslüman yapılamaz. Ancak Osmanlıların başa­rı ile uyguladıkları bu kurumu, Şeriata nasıl uydurdukları bugüne kadar açıklanabilmiş değildir. 19. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar esas olarak bu toplumsal düzenin egemen olduğu Osmanlı Devleti'nde kadınların hiçbir kamu hizmetine giremediklerini ve eğitim konusunda son derece ihmal edildiklerini de belirtmek gerekir 
OSMANLI DEVLETİ'NİN GERİLEME NEDENLERİ 
Osmanlı Devleti konumu bakımından açık denizlere çıkabilecek durum­da değildi. Bu nedenle büyük coğrafya keşifleri ne katılıp deniz aşarı ülkelere yerleşememişti. Avrupalıların yaptığı coğrafi keşiflerle, yüzlerce yıl Uzakdoğu ülkeleriyle Anadolu -ve Rusya- üzerinden yapılan ticaret çöktü. Bu Osmanlı ülkesine büyük bir ekonomik durgunluk getirdi. Diğer yandan, Osmanlı tarım ürünleri de Ba­tıdaki pazarlarını yitirdi; zira denizaşırı ülkelerden daha bol ve ucuz mal sağlanıyordu. Bütün bu gelişmelerin dışında kalan Osmanlı ekonomisi, tarıma dayanan yapısı ile gerekli ilerlemeyi sağlayamaz duruma düştü. Avrupa'da coğrafi keşiflerin getirdiği ekonomik zenginlikle beraber yaşanan uyanış düşünce, bilim ve dinde reform konularında da bü­yük patlamalar getirdi. Osmanlı’da yaşanan ekonomik gerilemenin yanına, eğitim ve bilim alanındaki yetersizlikler de eklenmeye başladı. Hıristiyanlık dünyasında, Reform hareketinin getirdiği ikilik nedeniyle çıkan kanlı savaşlar (Otuz yıl savaşları), mezhepler arasında bir büyük uzlaşmayla bitti (Vestefalya Barışı). Artık ortak düşman Osmanlılar karşısında daha da birlik haline geldiler. Ayrıca 17. Yüzyıla kadar varlığı silik bir yeni devlet, Rusya, hızla gelişmeye baş­lamıştı. Rusya Osmanlı Devleti üzerinden sıcak denizlere açılmak istiyordu. Böylece yeni ve çok güçlü bir düşman daha belirdi. İran ile, 16. Yüzyıl­dan beri süren mezhep ve üstünlük çekişmeleri de hızını yitirmemişti. Osmanlı Devleti durmadan savaşan bir makine durumuna geldi. Bu sürekli savaş için para gerekti. Para ise yoktu. Tek gelir topraktan elde ediliyordu. Bu geliri köylünün durumunu dikkate almadan artırmak yoluna girmek şarttı.Bu nedenle bir zamanların örnek toprak düzeni bozuldu. " Dirlik " adı verilen bu devlete ait olan toprakların vergileri, peşin olarak açık arttırma ile toplanmaya başladı. Bu parayı ödeyenler de köylüyü, ödediklerinin daha fazlasını onlardan çıkarmak kaygısı ile ezdiler. Devletin toprak üzerindeki denetimi iyice zayıfladı. " Ayan " adlı kişiler eski büyük dirlikleri kullanma hakkını ele geçirdiler. Devlete vergi ödeyip, topraklarında başlarına buyruk bir yaşam sürmeye başladılar. Osmanlı Devleti'nin en önemli niteliklerinden biri olan merkezcilik yok oldu. Padişahın otoritesi sembolik hale geldi. Batının bilim ve teknolojisinden uzak kaldığı için ve ekonomik durumu da elvermediğinden, devlet, 17. Yüzyılın sonunda büyük toprak yitiklerine uğramaya başlandı. 18. Yüzyıl Rusya, Avusturya, Venedik, İran devletleriyle yapılan büyük ve kanlı savaşlarla geçti. Fransız ihtilâlinin patlak vermesi gerilemeyi tam bir çöküş du­rumuna getirdi. Fransız İhtilâlinin saçtığı demokrasi düşüncelerinin arasında biri daha vardı ki, yalnız Osmanlı Devletini değil, onun gibi çok uluslu başka imparatorlukları da tehdit ediyordu. Bu akım " ulusçuluk " idi. Ulusçuluk akımını kendi yararı için kullanan Rusya, özellikle Balkanlarda büyük ayaklanmalar çıkartıyordu. Gene çok uluslu bir devlet olan Avusturya da bu durum­dan rahatsız idi ama tek başına Osmanlı Devleti'ne yardım edecek gücü yoktu. Böylece 19. yüzyıl başında devlet parçalanma sürecine girdi. İl­könce 1812'de Sırplar özerk oldular. Ardından 1829'da Yunan a yaklan­ması sonunda Yunanistan'ın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldık. Kendilerine ayrıcalıklı davranılan Araplar bile ayaklandılar (Vahhabi ayaklanmaları). Osmanlı Devleti artık Avrupa politikasının bir konusu durumuna gelmişti. Daha önce, 16. Yüzyılda ticareti geliştirmek amacıyla verilen kapitülas­yonlar da, Osmanlı ülkesinde her türlü sanayi atılımını ve ticaret girişimlerini önlüyordu. Devlet Rusya'nın çökertmek istediği, çağın en güçlü devleti İngiltere'nin ise Rusya'ya karşı ama zayıf bir biçimde varlığını sürdürmesini istediği bir konuma düşmüştü. 
OSMANLI DEVLETİNDE ISLAHAT HAREKETLERİ 
Osmanlı Devleti'nde Islahat Hareketlerinin genel karakteri olan, geleneksel bazı alışkanlıkları kırarak yeniliklere yö­nelme düşüncesinin ilk denemesi 1727 yılında kitap basım tekniği nin Türklerce de uygulanmasıdır. 18.Yüzyıl sonunda askerî iki mühendis okulu nun kurulması da, Batı'nın teknik ilerleme­sinin kabul edildiği anlamına geliyor. Ama, asıl reform çağı, Osmanlı Devleti'nde büyük hükümdar III.Selim ile başladı(1789-1807). Osmanlı ısla­hat hareketi çok uzun sürmüştür. 150 yıl kadar sürüp de, belli başlı ve toplumu kurtarıcı somut hiçbir sonuca ulaşamayan ve tamamlanamadan biten başka bir reform hareketine rastlamak zordur. Bu sonucun alınmasına yol açan baş sebep, Osmanlı ıslahat hareketlerini yürütenlerin -belki birkaç kişi dışında- gerçek anlamıyla ileri bir toplum modelinin hangi esaslara dayandığını kavrayamamaları olmuştur. Büyük aydın ve yurt­sever Namık Kemal'in (1840-1888) dediği gibi, Osmanlı dönemindeki re­formların temel amacı "devleti" kurtarmaktı. Birey, yâni insan, ikinci, hattâ üçüncü plana itilmişti. Hedef "devletin" parçalanmaktan kurtulması, tek­rar eski gücüne hiç olmazsa yaklaşmasını sağlamaktı. Bu amaçla ilk planda göze batan, Osmanlı ordularının, bir zamanlar titrettiği Batı karşısında sürekli yenilmesidir. Bunu önlemek için ilk büyük reformlar "orduyu" düzeltmek isteğini gerçekleştirme yolunda başladı. Orduyu yüceltip yükseltecek asıl öğelerin bütün ulusu oluşturan insanların si­yasal, toplumsal ve kültürel açıdan teker teker düzeltilmesi işi bir yana bırakıldı. Ülkenin en verimli ve zengin yerlerinde yaşayan gayrimüslim yurttaşlar, ulusçuluk akımının da etkisiyle bağımsızlık için ayaklanmışlardı. Reformların ikinci amacı bu yurttaşları tekrar "devle­te" kazandırmayı amaçlıyordu. Ulusal devletlerin vazgeçilmez bir biçimde dünyaya yayıldığı ve bunlara, bireyin özgürlüğünün temel oldu­ğu ilkelerin yerleştiği gerçeği bir türlü anlaşılamamıştı. Yapılan reformların "İslâmiyet’le bağdaşıp bağdaşmadığı" en önemli çekişme noktasıydı. Hem din esasları içinde kalınacak, hem de çağdaşlaşacaktı. Devlet-din-özgürlük arasındaki farklılık göze çarpmıyordu. Böylece toplum içinde bir yandan Batıyı anlamayan "Batıcılar", diğer yandan Anadolu Selçukluları dönemindeki İslâm uygulamalarını bile, din dışı sayabilecek aşırı "İslamcılar" türedi. Egemenliğin temelini ulusa dayandırmak düşüncesi ise her iki yan için de kabul edilmez bir ilke idi. Padişahlar da bu iki tür grup arasında gidip geldiler. III. Selim Dönemi (1789-1807) XVIII. yüzyılda gerçek anlamda Batılılaşma hareketleri III. Selim'le başlamıştır. Devletin içinde bulunduğu gerilik ve dü­zensizliğe çare bulmak amacıyla Avrupa'da-ki askeri, teknik ve eğitim kurumlarını örnek alarak başlatılan bu dönem yeniliklerinin tümüne Nizam-ı Cedid (Yeni Düzen) denilmektedir. Avrupa tarzında ilk kara ordusu kurul­muştur (Nizam-ı Cedid 1794). Kurulan Nizam-ı Cedid ordusunun mas­raflarının karşılanması için İrad-ı Cedid hazinesi oluşturulmuştur. Halka yeni vergiler konmuştur. Kara ve Deniz Mühendishaneleri gelişti­rilerek orduya subay yetiştiren okullar ha­line getirilmişlerdir. Avrupa'da ilk sürekli elçilikler açılmıştır. (Avrupa siyasetini izleme gereği duyulmaya başlanmıştır.) İlk devlet matbaası açılmıştır (1794). Halk, yerli kumaş kullanımı için teşvik edilmiştir. (Kapitülasyonların etkisinin azal­tılması amaçlanmıştır.) Batı klasikleri Türkçeye çevrilmiştir. Sonuç : III. Selimin yaptığı yeniliklerden çıkarları zedelenen yeniçeriler ve ulema sınıfı padişaha karşı birlik oluşturmuşlardır. 1806'da başlayan Osmanlı - Rus Savaşı'nda Nizam-ı Cedid askerlerinin cephede oluşundan da yararlanarak ayaklanma çıkarmışlardır. 
KABAKÇI MUSTAFA İSYANI II. MAHMUT (1808–1839) • 
II. Mahmut ile ayanlar arasında Sened-i İttifak imzalanmıştır (1808). Padişahın yetkileri ilk kez sınırlandırılmıştır Padişah ilk kez kendi otoritesinin yanında ayanların da varlığını kabul etmiştir. Devlet Yönetiminde Yapılan Yenilikler: • Divan örgütü kaldırılarak yerine Nazırlıklar (Bakanlıklar) kuruldu. • Devlet memurlarına maaş bağlandı ve fes giyme zorunluluğu getirildi. • Padişahın resminin devlet dairelerine asılması zorunlu hale getirildi. • Devlet adamlarının mallarına el koyma anlamına gelen Müsadere Usulü kaldırıldı. Eğitim Alanında Yapılan Yenilikler: • İlköğretim zorunlu hale getirildi. • Rüştiyeler {Ortaokul) açıldı. • Harbiye ve Tıbbiye, Mızıka-i Hümayun (Bando Okulu) açıldı. • ilk kez Avrupa'ya Öğrenci gönderildi. • Takvim-i Vekayi adı ile ilk resmi gazete çıkarıldı. Memleket Yönetiminde Yapılan Yenilikler: • İller merkeze bağlanarak, eyaletlere valiler atandı. • Köy ve mahalle idari örgütleri ve ilk muhtarlıklar kuruldu. Askeri Alanda Yapılan Yenilikler: • Sekban-ı Cedid Ocağı kuruldu. • Yeniçeri Ocağı kaldırıldı (1826 Vakay-ı Hayriye). • Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla batı tarzı bir ordu kuruldu. • Eyaletlerde müşirlikler ve Redif Birlikleri kuruldu. Ekonomik Alanda Yapılan Yenilikler: • Tımar ve Zeamet usulüne son verildi (kiralama sistemi getirildi). • Deri, çuha, iplik ve bez fabrikaları açıldı. • Osmanlı tüccarlarına batılı tüccarlarla rekabet edebilmesi için gümrük vergisi kolaylığı sağlandı. Toplum Yaşamında Yapılan Yenilikler: • Günümüz posta, itfaiye ve polis teşkilatının temeli atıldı. • Halkın sağlığı için karantina servisleri kuruldu. • İlk nüfus sayımı yapıldı (yalnızca erkek nüfus, askerlikle ilgili olarak). 
1839 TANZİMAT FERMANI 
(Gülhane-i Hatt-ı Hümayun) • Dönemin padişahı; Abdülmecid Sadrazamı; Mustafa Reşit Paşa'dır (Fermanı kaleme alan kişidir). Amacı: Mısır ve Boğazlar Sorunu'nda Avrupa'nın desteğini almak, Avrupa devletlerinin iç işlerimize karışmasını engellemektir. Ferman'ın Getirdikleri; • Herkes kanun önünde eşit sayılacak • Bütün vatandaşların can ve mal güvenliği sağlanacak • Herkesten gelirine göre vergi alınacak • Askerlik süresi kısaltılacak ve askere alma işlemi belli bir düzene sokulacak (askerlik vatan görevi haline getirildi) • Mahkemeler bağımsız ve açık hale getirilecektir. Tanzimat Fermanı bir anayasa değildir. Padişah ken­di gücünün üstünde yasa gücünü kabul etmiştir. Bu Fermanla Osmanlı Devleti'nde ilk kez hukukun üs­tünlüğü kabul edilmiştir. 1856
 ISLAHAT FERMANI • 
Dönemin padişahı; Abdülmecid Amacı: 1856 Kırım Savaşı sonrasında Paris'te toplanacak konferansta Osmanlı Devleti'nin içişlerine müdahaleyi önlemektir. Ferman'ın Getirdikleri: • Gayr-i müslimler devlet memuru olabilecekler • Askerlik için nakdi bedel usulü getirilecek (cizye vergisi kaldırıldı) • Gayr-i müslimler il meclislerine üye olabilecekler (böylece yerel yönetimlerde etkinlikleri artacak) • Gayr-i müslimler mal ve mülk edinebilecek, banka ve şirket kurabilecek, her türlü eğitim kurumlarına girebileceklerdir. 
MEŞRUTİYET DÖNEMİ •
 Meşrutiyet; monarşi veya mutlak monarşinin yetkilerinin bir meclis tarafından sınırlandırılmasıdır, • Dönemin padişah II. Abdülhamit'tir. i. Meşrutiyet (1876 Kanun-İ Esasi) • Türk tarihinin ilk anayasasıdır. Dönemin sadrazamı Mithat Paşanın başkanlığındaki bir kurul tarafından hazırlanmıştır. • İlanında etkili olan grup Genç Osmanlılar (Jön Türkler)'dır. • Halk ilk kez yönetime katılma olanağı elde etmiştir. Mebusan Meclisi: Üyelerini halk seçer. Ayan Meclisi: Üyeleri padişah tarafından atanır. Özellikleri: - Hükümetin kurulması ve görevden alınması padişaha aittir (hükümet, padişahın denetimindedir). - Meclisi açma ve kapatma yetkisi padişaha aittir. - Padişah sürgüne gönderme hakkına sahiptir. /. Meşrutiyet döneminde, siyasal partiler kurulmamıştır. Partileşme süreci II. Meşrutiyet ile birlikte başlar. II. Abdülnamit 93 Harbi (1877 -78 Osmanlı-Rus Savaşı):nı bahane ederek meclisi kapatmıştır. Meşrutiyet rejimi sona ermiş ve 1908'e kadar sürecek olan İstibdat (Baskı) Dönemi başlamıştır. • I. Meşrutiyet; demokrasi yolunda atılmış önemli bir adımdır. Meşrutiyet (1908 Kanun-i Esasi) ilanında etkili olan cemiyet İttihat ve Terakki'dir. Bu dönemde ilk kez çok partili hayata geçilmiştir. Türk siyasal yaşamın ilk siyasi partisi Ahrar Fırkasıdır. Hürriyet ve İtilaf Partileri ve İttihat ve Terakki (1913 yılında) Partisi Osmanlı Devlet’inin diğer siyasi partileridir. • İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin baskısı ile II. Abdülhamit tarafından meşruti sistem yeniden yürürlüğe girmiştir. • II. Meşrutiyetin ilanı sırasındaki karışıklık döneminde; Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. Avusturya-Macaristan Bosna Hersek'i ilhak etti. 31 Mart Vakası: • Meşrutiyet rejimine karşı çıkan gerici bir ayaklanmadır. • İttihat ve Terakki Partisi'ne karşı olanlar Ahrar Partisi'ni kurdular. Volkan Gazetesi’nin sahibi Derviş Vahdeti ve Serbesti Gazetesi'nin başyazarı Hasan Fehmi ittihat ve Terakki Partisi aleyhine yazılar yazıp meşrutiyet rejimine karşı dini propagandalarda bulunarak halkı kışkırttılar. • Ayaklanmayı; Mustafa Kemal'in kurmay başkanlığını yaptığı,Selanik'teki Hareket Ordusu bastırmıştır. • İsyan sonucunda II . Abdülhamit tahtan indirilmiş; yerine İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından V. Mehmet Reşat getirilmiştir. ^■Meclis kararıyla görevden alınan ilk Osmanlı padişa­hı II. Abdülhamit'tir. Meşrutiyetin ilanında askerler ve tıp öğrencileri etkin rol oynamışlardır. Mart Vakası Osmanlı tarihinde rejimi değiştirmek için yapılan ilk ayaklanmadır. 1909 Anayasası Değişikliği: • V. Mehmet Reşat döneminde gerçekleşmiştir. • Bu değişiklik ile gerçek anlamda padişahın hakları kısıtlanmıştır. • Padişahın sürgün etme hakkı anlamına gelen 113. Madde kaldırıldı. • Padişahın meclisi açma-kapatma yetkisi kaldırıldı. • Hükümet meclise karşı sorumlu hale getirildi. • Toplantı, cemiyet kurma, gösteri yapma hakkı kabul edildi. Bu değişiklik, Osmanlı Devleti'nde ilk defa siyasal parti­lerin kurulmasına olanak sağlandı. 
TRABLUSGARP SAVAŞI (1911 - 1912) • 
Siyasi birliğini geç tamamlayan İtalya, hammadde ve pazar ihtiyacım karşılamak için Trablusgarp'a asker çıkarmıştır. • Osmanlı donanması II. Abdülhamit tarafından Halic'e zincirlenip atıl kaldığı için denizden, Mısır İngiliz işgali altında olduğundan karadan Trablusgarp'a asker gönderilememiştir. • Enver Paşa, Mustafa Kemal gibi gönüllü subaylar Trablusgarp'a gelerek yerli halkı teşkilatlandırdılar. • Balkan Savaşları'nın başlaması üzerine İtalyanlarla Uşi Antlaşması imzalandı. Bu Antlaşma'ya göre; - Trablusgarp ve Bingazi İtalyanlara bırakılmıştır. - Rodos ve On İki Ada Balkan Savaşları sonunda geri verilmek üzere İtalya'ya bırakılmıştır. Osmanlı Devleti Kuzey Afrika'daki son toprak parçasını kaybetti. 
BALKAN SAVAŞLARI 
I. Balkan Savaşı Nedenler - Osmanlı Devleti’nin Balkanlardan atılmak istenmesi - Milliyetçilik akımı ve Rusya'nın kışkırtması • Topraklarını genişletme hesapları içine giren Balkan devletleri Bulgaristan, Karadağ, Sırbistan ve Yunanistan aralarında ittifak antlaşması yaparak Osmanlı Devleti'ne saldırmışlardır. Ordunun siyasete karışması, 65.000 civarında askerin terhis edilmesi ve Osmanlı Devleti'nin dört cephede bir­den savaşmak durumunda kalması I. Balkan Savaşı'nın kaybedilmesine neden olmuştur. 1913'te yaşanan olaylar karşısında İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından Bab-ı Ali Baskını (1913) yapılmış ve yönetime el konulmuştur (Bab-ı Ali: Hükümet Binası). Savaş sırasında Arnavutluk bağımsızlığını ilan etti. Böylece Osmanlı Devleti'nden ayrılan son Balkan devleti Arnavutluk oldu. Savaş sonunda Osmanlı Devleti ile Balkan Devletleri arasında Londra Antlaşması imzalanmıştır (1913). ■ Antlaşmaya göre; Osmanlı Devleti. Midye-Enez hattına çekil­miştir. Ege Adaları (İmroz ve Bozcaada hariç) kaybedilmiştir. Balkan Savaşı’nı kaybedilmesi, Mustafa Kemal'in ordunun siyasete karışmaması gerektiği görüşü kanıtlanmıştır. II. Balkan Savaşı Nedenler • I. Balkan Savaşı'nda Bulgaristan'ın fazla pay alması diğer balkan devletlerini harekete geçirdi. Sırbistan, Karadağ, Yunanistan ve Romanya bu durumdan rahatsız, olarak Bulgaristan'a saldırmışlardır. Balkan Savaşı'na katılmayıp II. Balkan Savaşı'na ka­tılan devlet Romanya'dır. • Enver Paşa Balkan devletlerinin kendi aralarında savaşmalarını fırsat bilerek Doğu Trakya'yı (Edirne ve Kırklareli) geri almıştır. Balkan Savaşları sonucunda Osmanlı Devleti Balkan­lardaki egemenliğini kaybetmiş, yalnızca Bulgaristan ile sınırı kalmıştır. • Bu savaş sonucunda, — Bükreş Antlaşması, -İstanbul Antlaşması. —Atina Antlaşması imzalanmıştır

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...