06 Eylül 2014

HIZIR ALEYHİSSELÂM





HIZIR ALEYHİSSELÂM  

 2 Hızır Aleyhisselamın Soyu, İsmi Ve Bazı Faziletleri: 2 Mûsâ Aleyhisselamın Hızır Aleyhisselamla Buluşup Arkadaşlık Etmesi: 2 Kur'ân-I Kerimin Mûsâ Ve Hızır Aleyhisselamların Buluşmaları Hakkındaki Açıklaması: 7     Hızır Aleyhisselamın Soyu, İsmi Ve Bazı Faziletleri:    Başa Dön   Rivayete göre: Hızır Aleyhisselamın soyu: Belya (veya İlya) b. Milkân, b.Falığ, b.Âbir, b.Salih, b.Erfahşed, b.Sâm b.Nuh Aleyhisselam olup babası, büyük bir'kral-dı.[1] Kendisinin; Âdem Aleyhisselamın oğlu[2] veya Ays b.İshak Aleyhisselamın oğullarından olduğu[3] veya İbrahim Aleyhisselama iman ve Babil'den, Onunla birlikte hicret edenlerden birisinin, ya da Farslı bir babanın oğlu ol­duğu, kral Efridun ve ibrahim Aleyhisselam devrinde yaşadığı, büyük Zülkarneyn'e Kılavuzluk ettiği, İsrail oğulları krallarından İbn. Emus'un zamanında İsrail oğullarına peygamber olarak gönderildiği, halen, sağ olup her yıl, Hacc Mevsiminde İlyas Aley-hisselamla buluştukları da, rivayet edilir. [4] Hızır; Hızır Aleyhisselamın asıl ismi olmayıp Künyesi idi. [5] Eshab'dan Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre: Peygamberimiz Muhammed Aleyhis­selam; Hızır Aleyhisselama, Hızır denilmesinin sebebini açıklayarak "Hızır, otsuz, ku­ru bir yere otururdu da, ansızın, o otsuz yer, yeşillenerek onun ardı sıra dalgalanır-dı!" buyurmuştur. [6] Hızır Aleyhisselama, Allah tarafından; Mûsâ Aleyhisselamın bile, bilmediği özel bir ilim verilmişti ki, Mûsâ Aleyhisselam, onu öğrenmek için, uzun bir yolculuğu, gö­ze almıştı. [7] Hızır Aleyhisselamın soyu, devri ve hâlen sağ olup olmadığı hakkındaki türlü ihti­lafları ve uzun tartışmaları bir yana bırakarak, Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerin ver­dikleri kesin bilgilerle yetinmeyi daha uygun ve yararlı buluyoruz.[8]   Mûsâ Aleyhisselamın Hızır Aleyhisselamla Buluşup Arkadaşlık Etmesi:    Başa Dön   Abdullah b. Abbas; Mûsâ Aleyhisselamın arkadaşı hakkında, bir gün, Hür b. Kays'la tartışmış "O, Hızır'dır!" demişti. O sırada, Übeyy b. KâVüT Ensarîye rastlamışlar, İbn.Abbas, Onu, çağırmış[9]', kendi­sine "Ey Ebüttufeyl! Yanımıza gel! [10] Ben, Mûsâ Aleyhisselamın, kendisiyle buluşma yolunu aramış olduğu arkadaşı hak­kında şu arkadaşımla tartıştım. Sen, onun hal ve şanını anlatırken, Resûlullâh Aleyhisselâmdan işittin mi?" dedi. Übeyy b. Kâb[11] "Evet! Onun hal ve şanını, anlatırken[12] Resûlullâh Aleyhisselâmdan işittim, şöyle buyuruyordu: Mûsâ (Aleyhisselâm), İsrail oğullarının ileri gelenlerinden bir topluluk içinde bulundu­ğu sırada, ona, bir adam gelip: 'Senden daha bilgili bir kimse biliyor musun?' diye sordu. Mûsâ (Aleyhisselâm) da: 'Hayır! Bilmiyorum!' dedi. Bunun üzerine, Yüce Allah, Mûsâ (Aleyhisselâm)'a: 'Hayır! Kulumuz Hızır vardır!' diye Vahy edince, Mûsâ (Aleyhisselâm), onunla buluş­mak yolunu aradı. Yüce Allah da, balığı, onun için, bir alâmet ve nişan yaptı. Kendisine: 'Balığı, kaybettiğin zaman, geri dön! Muhakkak, ona, kavuşursun! denildi.'[13] Bunun üzerine, Mûsâ (Aleyhisselâm), Yüce Allah'ın dilediği kadar gitti'[14] Genç adamına: 'Kuşluk yemeğimizi, getir!' dedi. Mûsâ (Aleyhisselâm), kuşluk yemeğini istediği zaman, Mûsâ (Aleyhisselâm)'ın genç adamı[15] Mûsâ (Aleyhisselâm)'a: 'Bak hele! Kayanın dibinde barındığımız sırada, ben, balığın gittiğini haber vermeyi, unutmuşum. Onu, haber vermemi, bana unutturan da, şeytandan başkası değildir!' dedi. Mûsâ (Aleyhisselâm): 'Zâten, bizim istediğimiz de, bu idi!' dedi. Hemen, izlerine basa basa geri dönüp Hızır Aleyhisselâmı buldular. Yüce Allah'ın Kitabında anlatmış olduğu da, onlann hal ve şanlarından ibarettir!" dedi. [16] Saîd b. Cübeyr der ki: "Ben, Ibn. Abbas'a: 'Nevfelbikâlî, israil oğullarının Sahibi olan Mûsâ Aleyhisselâm, Hızır Aleyhisselâ-mın arkadaşı olan Mûsâ[17] değildir. [18] O, başka bir Musa'dır[19] diye iddia ediyor!?' dedim. Ibn. Abbas: 'Yalan söylüyor Allah düşmanı! [20] Bana, Übeyy b. Kâ'b rivayet edip dedi ki[21] Ben, Resûlullâh Aleyhisselâmdan, şöyle buyurduğunu işittim. [22] "Mûsâ Aleyhisselâm, kavmi içinde, onlara, Allah'ın nimet ve imtihan günlerini andı­ğı, hatırlattığı[23] gözlerinden yaşlar boşandığı ve kalbler rikkata geldiği bir sırada, bir adam: 'Ey Allah'ın Resulü! Yer yüzünde, senden daha âlim bir kimse var mı?' diye sormuştu." Oda: Yoktur! demişti'. [24] Diğer rivayete göre: Mûsâ Aleyhisselâm, İsrail oğullan içinde hutbe irâd etmeğe kalktığı sırada, kendisine: tnsanlann en bilgilisi, hangisidir? diye sorulmuştu. Mûsâ Aleyhisselâm da: Ben'im! demişti. Bu hususu, Allah, daha iyi bilir! diyerek Allah'a havale etmediği için, Yüce Allah, ona hitab etmiş; Senden daha bilgili vardır! buyrulmuştu.[25] Mûsâ Aleyhisselâm "Yâ Rab! Nerededir o?" diye sordu. [26] Yüce Allah: "İki denizin bitiştiği yerde kullarımdan biri vardır ki: o senden daha bilgilidir?" diye vahyetti. Mûsâ Aleyhisselâm: "Yâ Rab! Ona, nasıl bir yol bulayım?" diye sordu. [27] "Azıklık, tuzlanmış[28] ölü[29] bir balık al! [30] Onu, bir zenbilin içine koy! [31] zenbil içinde yanında taşı. [32] Ona, nerede can verilirse[33], onu, nerede kaybedersen işte, o kulum, oradadır!" bu-yuruldu. [34] Mûsâ Aleyhisselâm, bir balık alıp zenbilin içine koydu. [35] Genç adamı, Yûşa' b.Nûn'a: "Seni, ancak, balık, nerede yanından aynlırsa, onu, bana haber vermekle görevlen­diriyorum!" dedi. [36] Mûsâ Aleyhisselâm, gitti. Hizmetini gören genci, Yûşa' b. Nûn'u da, yanında götürdü. İki denizin bitiştiği yerdeki kayanın yanına vanp ulaşınca, başlarını, yere koyup uyu­dular. [37] Yûşa' b. Nûn, uyanıp kayanın gölgesinde oturduğu, Mûsâ Aleyhisselâm da uyuduğu sırada, tuzlu balık, kımıldamağa başladı. Yûşa' b. Nûn, kendi kendine: "Uyanıncaya kadar, onu, uyandırmayayım!" dedi ve ona, haber vermeyi unuttu[38] Balık; kımıldayarak, zenbilden sıçrayıp çıktı ve denize düştü! Yüce Allah; ondan, denizin akışını tuttu da, denizin içinde, su künkü gibi bir boşluk ve böylece, balık için, bir yol meydana geldi. Deniz içinde, böyle bir yolun açılması, Mûsâ Aleyhisselâm ile hizmetini görene, şaşı­lacak bir hâdise oldu. Uyandıktan sonra, o günlerinin kalanı ile bütün gece gittiler. Sabah olunca, Mûsâ Aleyhisselâm, genç arkadaşına: "Kuşluk yemeğimizi getir! Bu yolculuğumuzdan, yorgunluk duymağa başladık!" dedi. •Halbuki, Mûsâ Aleyhisselâm, Allah tarafından, kendisine emrolunan yerin ötesine geçmedikçe, yorgunluk duymamıştı. Genç yoldaşı, Mûsâ Aleyhisselâma: "Bak hele! Kayanın dibinde barındığımız zaman, balığın çıkıp gittiğini haber vermeyi unutmuşum. Onu haber vermemi bana unutturan da, şeytandan başkası değildir. Balık, şaşılacak bir surette deniz içinde yolunu tutup gitti!" dedi. Mûsâ Aleyhisselâm: "Zaten, arayacağımız da, bu, idi!" dedi. İzlerinin üzerinde gerisin geri döndüler. Kayanın yanına varınca, baktılar ki: Elbisesine, bürünmüş[39] elbisesinin bir tarafını, ayaklannın altna, bir tarafını da, ba­şının altına sermiş, arkasının üzerine dümdüz yatmış, orada, Hızır Aleyhisselâm, duru-yordu. [40] Mûsâ Aleyhisselâm, ona: "Esselâmü aleyküm = Sizin üzerinize selâm olsun!" diyerek selâm verdi. [41] Hızır Aleyhisselâm, yüzünden, örtüyü açıp[42] "Selâm bilmeyen şu yerde, bu selâm, nereden geliyor? [43] Ve Aleykümüsselâm = Sizin üzerinize de, selâm olsun!" dedi. [44] "Kimsin sen?" diye sordu. Mûsâ Aleyhisselâm: "Ben, Musa'yım!" dedi. Hızır Aleyhisselâm: "Kimin Musa'sı'[45] İsrail oğullarının Mûsâsı mı?" diye sordu. Mûsâ Aleyhisselâm: "Evet[46] İsrail oğullannın Mûsâ'sıyım!" dedi. [47] Hızır Aleyhisselâm; "Seni, buraya getiren, nedir? [48] Hal'ü sânın, nedir?" diye sordu. [49] Mûsâ Aleyhisselâm: "Sende bir ilim bulunduğu, bana haber verildi. Sana arkadaş olmak istiyorum. [50] Sana, öğretilen rüşd'ü hidâyetten bana da, öğretmen için, geldim." dedi. [51] Hızır Aleyhisselâm: "Elinde Tevrat'ın bulunması ve kendine vahiy gelip durması, sana, yetmiyor mu?! [52] Ey Mûsâ! Sende, Allah'ın Kendi ilminden, sana öğrettiği öyle bir ilim vardır ki: ben, onu, bilemem! Bende de, Allah'ın, Kendi ilminden bana verdiği öyle bir ilim vardır ki, sen de onu bilemezsin! Hem sen, benimle arkadaşlık etmeğe hiç dayanamazsın! [53] Ey Mûsâ! Bende bir ilim var ki, onu, sana öğretmem, lâyık değildir. Sende de, bir ilim vardır ki, onu da, benim öğrenmem lâyık değildir! [54] Haberini, ihata edemediğim şeye[55] iç yüzünü kavrayamadığın, görünüşü, hoşa git­meyen şeyleri görmeğe'[56]sen, nasıl sabredebilir, dayanabilirsin?" dedi. [57] Mûsâ Aleyhisselâm: "Senin buyruğunu, yerine getireceğim! [58] İnşâallâh, beni sabırlı bulacaksın! Sana, hiç bir işinde de, karşı gelmeyeceğim!" dedi. Hızır Aleyhisselâm: "Eğer, sen bana, bu suretle tâbi olursan, artık, ben, sana anıp söyleyinceye kadar, bana, hiç bir şey sorma!" dedi. [59] Mûsâ Aleyhisselâm: "Olur dedi. [60] Gemileri, olmadığı için[61], Hızır Aleyhisselâmla Mûsâ Aleyhisselâm, deniz kıyısında yürüyerek gittiler: Bir gemiye rastladılar. Kendilerini, gemiye alsınlar diye gemicilerle konuştular. Gerniciler, Hızır Aleyhisselâmı tanıyıp[62] "Allah'ın, Salih kulu!" dediler. [63] Onları, gemilerine, ücretsiz aldılar. [64] Gemiye bindikleri zaman[65], bir serçe, geminin kenarına konup[66]'denizden, bir yu­tum su aldı. Hızır Aleyhisselâm: "Ey Mûsâ! Benim ilmim ile senin ilmin, Allah'ın ilmini, şu serçenin denizden aldığı bir yudum su kadar bile eksiltmez! [67] Vallahi[68], senin ilmin, benim ilmim[69] ve bütün yaratıklann ilmi[70], Allah'ın ilminin içinde şu serçenin gagasıyla aldığı damla kadar hiç kalır!" dedi. [71] Sonra da, el atıp gemi tahtalarından birini, söktü! Mûsâ Aleyhisselâm: "Şu kavim, bizi, gemilerine, ücretsiz bindirmişlerken, sen, onların gemilerine kasde-dip içindekileri batırmak için mi, gemiyi deliyorsun?! [72] Doğrusu, sen, çok büyük bir şey, bir suç işledin!?" dedi[73] Hızır Aleyhisselâm: "Ben, sana, benimle arkadaşlık yapmağa dayanamazsın?" demedim miydi?" dedi. Mûsâ Aleyhesselâm: "Şu unuttuğum şeyden dolayı, beni, sorumlu tutma ve bana, güçlük gösterme?" de­di. [74] Gerçekten de, Mûsâ Aleyhisselâmın, ona karşı, bu ilk davranışı, bir dalgınlık ve unutkanlık eseri idi. [75] Gemiden çıktılar. Deniz sahilinde yürüyüp gittikleri sırada, bir de baktılar ki, bir oğlan çocuğu[76], başka oğlan çocuklan ile birlikte oynuyor. Hızır Aleyhisselâm, hemen, oğlanın başını, eliyle tutup kopardı ve onu, öldürdü![77] Mûsâ Aleyhisselâma onun yanında, son derecede bir korku ve dehşet duydu. [78] Hızır Aleyhisselâma: "Sen, günahsız, masum bir canı, hiç bir can karşılığında olmaksızın öldürdün hâ!?" dedi. Hızır Aleyhisselâm: "Ben, sana benimle arkadaşlık yapmağa dayanamazsın! demedim miydi? Bu, birincisinden de, ağırdır!" dedi. [79] Mûsâ Aleyhisselâm: "Eğer, bundan sonra, sana, bir şey sorarsam,benimle arkadaşlık yapma! Arkadaşlık yapmamakta, benim yönümden bir özre erişmişsindir. mâzursundur." dedi. Yine, gittiler. Nihayet, bir kariye halkının yanına vardılar. [80] Onlann, bütün Meclislerini dolaştılar. [81] Onlardan, yemek istediler. Ahali, bunları, konuklamaktan kaçındılar. [82] Mûsâ Aleyhisselâm, çok acıktı. Onları, konuklamadılar. [83] Orada, yıkılmağa yüz tutmuş[84] eğilmiş[85] bir duvar buldular. [86] Hızır Aleyhisselâm, eliyle mesh ederek[87] onu, doğrulttu. [88] Mûsâ Aleyhisselâm: "Bunlar, öyle bir kavimdir ki, yanlarına geldiğimiz halde, bizi, ne konakladılar, ne de, bize yemek verdiler. [89] İsteseydin, hiç olmazsa, şu hizmetine karşılık, onlardan, bir ücret alabilirdin!?" de­yince, Hızır Aleyhisselâm: "İşte, bu, benimle senin ayrılışındır!" dedi. [90] Peygamberimiz Aleyhisselâm, kıssayı, buraya kadar anlattıktan sonra: "Allah, bize[91] ve Musa'ya rahmet etsin! [92] Ne kadar isterdim[93] isterdik[94] ki, ne olurdu[95] o, sabretseydi de, ikisi arasında geçen işler, bize, Allah tarafından, haber verilseydi[96] Eğer, o, acele etmemiş olsaydı, muhakkak, daha bir çok şaşılacak şeyler görecekti. [97] Fakat, onu, arkadaşı tarafından bir kınama tuttu da[98], utandı." buyurdu. [99] Mûsâ Aleyhisselâm, Hızır Aleyhisselâmın elbisesinin ucundan tuttu'. [100] "Haydi, bana, (söyleyeceğini) söyle!" dedi. [101] Hızır Aleyhisselâm: "Şimdi, sana, üzerinde sabredemediğin, dayanamadığın şeylerin iç yüzünü, haber vereceğim.[102] O delmiş olduğum gemi ki, denizde iş yapan yoksullarındı. [103] Onun için, ben, onu, kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında, her sağlam gemiyi zorla almakta olan'[104] Hüded b. Büded adında bir hükümdar vardı. Hükümdann, geminin yanına vardığı zaman, onu, kusuru yüzünden geri bırakmasını ve onun yanından geçip gittikleri zaman, onanp ondan yararlanmalannı istedim. Gemicilerden kimisi: "Deliği, şişelerle tıkayınız! Kimisi de: Deliği, ziftle tıkayınız!" diyordu. [105] Gemiyi, bedelsiz olarak zabtedecek olan hükümdar, geldiği ve onu delik halde buldu­ğu zaman, bıraktı, zabtetmekten vazgeçti. Sonra, gemi sahipleri, bu delik gemiyi bir tahta ile onardılar. [106] Ondan, yararlanmağa devam ettiler.'[107] Oğlana gelince; o, daha yaratıldığı günden, kâfirlikle tabiatlı, ve damgalı idi. [108] Onun anası ve babası ise, Mü'min idiler. Oğullan, kâfirdi. [109] Bu ana ve baba, oğullarının üzerine titremekte idiler. Şayet, o oğlan çocuğu, olgunluk çağına erişseydi, anasını, babasını azıtacak, onları da, küfre bürüyecekti. [110] Ona, sevgileri yüzünden, onun dinine tâbi olmalarından korkup[111] istedik ki, onla-nn Rabbi, bunun yerine, kendilerine, dinen ondan daha hayırlısını, ana ve babasına da­ha yakın ve merhametlisini versin. [112] Duvara gelince; bu duvar, o şehirdeki iki yetim oğlanın olup altında, onlara aid bir define vardı. [113] bu da, altın ve gümüşten ibaretti. [114] Babalan, iyi bir adamdı. Bunun için, Rabb'in diledi ki: ikisi de, erginlik çağına ersin-ler, definelerini çıkarsınlar. Bu, Rabb'inden, bir merhamet ve esirgeme idi. Ben, bunlan, kendi rey ve görüşümle yapmadım. İşte, senin, üzerinde sabredemediğin şeylerin iç yüzü!" dedi. [115] Mûsâ Aleyhisselâmın, Hızır Aleyhisselâmla bu arkadaşlığı, on sekiz gün sürmüştür. [116]   Kur'ân-I Kerimin Mûsâ Ve Hızır Aleyhisselamların Buluşmaları Hakkındaki Açıklaması:    Başa Dön   Mûsâ Aleyhisselâmla Hızır Aleyhisselâmın buluşmaları ve aralarında geçenler, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle açıklanır: "Bir zaman, Mûsâ, genç adamına şöyle demişti: "Ben, iki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayıp gideceğim. Yahud, (maksadıma erinceye dek) uzun za­manlar geçireceğim!" Bunun üzerine, onlar, bu iki deniz arasının birlekşik yerine ulaşınca, balıklarını, unuttular. (Balık) denizde bir deliğe doğru yolunu tutmuştu. Vaktâ ki, (Oradan geçip gittiler) Mûsâ, genç (adamına): Kuşluk yemeğimizi getir! Bu yolculuğumuzdan, yorgun düştük!" dedi. Genç: "Bak hele! Kayaya sığındığımız vakit ben, balığı unutmuşum! Gerçek, onu, söylememi, şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir suretle denize (atladı) yolunu, tutup gitti" dedi. (Mûsâ): "İşte, bizim arayacağımız, bu idi."dedi. Hemen, izlerinin üzerinden, gerisin geri döndüler. Derken, kullarımızdan, (öyle) bir kul buldular ki, biz, ona, tarafımızdan, bir rahmet vermiş, kendisine, nezdimizden (özel) bir ilim öğretmiştik. Mûsâ, ona: "Sana öğretilen ilimden, bana da, öğretmek üzere, sana, tâbi olayım mı?" dedi. O da (Musa'ya): "Doğrusu, sen, benim yanımda, asla sabredemezsin! (İç yüzünü) kavrayamadığın bir bilgiye nasıl sabredebilirsin ?" dedi. Oda: Allah, dilerse, beni sabredici bulacaksın. Sana, hiç bir işde karşı gelmeyeceğimi" dedi. (O da) bu suretle bana tâbi olursan, artık, ben, sana anıp söyleyinceye kadar, ba­na, hiç bir şey sorma!" dedi. Bunun üzerine, kalkıp gittiler. Nihayet, (bir) gemiye bindikleri zaman, o, bunu, deliverdi. (Mûsâ): "içindekileri (suda) boğasın diye mi, onu, dektin?I" "And olsun ki: Sen büyük bir iş işledin!" dedi. Oda: "Sen, beraberimde asla sabredemezsin! demedim mi?" dedi. (Mûsâ): "Unuttuğum şeyden dolayı, beni sorumlu tutma! Şu arkadaşlığımızda bana, güç­lük yükleme!" dedi. Yine, gittiler. Nihayet, bir oğlan çocuğuna rastladıkları zaman, o, hemen, onu öldürdü! (Mûsâ): "Sen, tertemiz (masum) bir can (diğer) bir canı karşılığı olmaksızın öldürdün hâl? And olsun ki: sen çok kötü bir şey yaptın!" dedi. (O zat): "Ben, sana: beraberimde asla sabredemezsin!" demedim mi?" dedi. (Mûsâ): "Eğer, bundan sonra, sana, bir şey sorarsam, artık, benimle arkadaşlık etme! (o takdirde) tarafından muhakkak bir özre ulaşmışsındır (benden ayrılmakta mâzursun-dur) dedi. Yine, gittiler. Nihayet, bir memleket halkına vardılar ki, ora ahâlisinden, yemek istedikleri hade, kendilerinin, konuklamaktan kaçınmışlardı. Derken, yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular. O, bunu, hemen doğrultuverdi. (Mûsâ): "İsteseydin, herhalde, buna karşılık, bir ücret alabilirdin!?" dedi. O: "İşte, dedi, bu, benimle senin aynlışımızdır. Sana, üzerinde asla sabredemediğin şeylerin iç yüzünü haber vereceğim: O gemi ki, denizde iş yapan yoksullarındı. Onun için, ben, onu, kusurlu yapmak istedim ki, arkalarında, her (sağlam) gemiyi zorla almakta olan bir hükümdar vardı. Oğlana gelince; Onun anası da, babası da iman etmiş kimselerdi. Bunun için, onları, bir azgınlık ve kâfirlik bürümesinden endişe ettik te, istedik ki, onların Rabbi, bunun yerine, kendilerine, temizlikçe daha hayırlısını, merhametçe daha yakınını versin. Duvara gelince; bu, o şehirde iki yetim oğlancığındı. Altında da, onlara ait bir defi­ne vardı. Babaları, iyi bir adamdı. Bunun için, Rabb'in diledi ki, ikisi de, erginlik çağına ersinler, definelerini çıkarsın­lar. Bu, Rabb'inden bir merhametti. Ben, bunları kendi rey ve görüşümle yapmadım. İşte, üzerlerine sabredemediğin şeylerin içyüzü![117]   [1] Taber-i Tarih c.1,s.188, Sâlebi-Arâis s.220,lbn.Asâkir-Tarih c.5, s.144, Ibn.Esir-Kâmil c.1,s.16O Ebülfida-Elbidaye vennihaye el, s.326. [2] İbn. Asakir-Tarih c.5,s.145. [3] ibn. Asâkir-Tarih c.5,s.144. [4] Taberi-Tarih c.1,s.188 Sâlebi-Arâis s.220,223,224, İbn. Esir-Kâmil c.1,s.160-161, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.l,s.326-336. [5] Sâlebi-Arâis s.220, Ebülfida-Elbidaye vennihaye c.1 ;s.327 [6] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.2,s.312, Buhari-Sahih c. 4.S.129 Tirmizi Sünen c.5,s.313, Taberi-Tarih c.l,s.194, Sâlebi-Arâis s.220. [7] Kehf: 65, Ahmed b. Hanbel-Müsned C.5,s.118-119, Buhari-Sahih c.l,s.38 Müslim-Sahih c.4,s. 1847-1848, Tiri-mizî-Sünen C.5.S.309. [8] M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/107. [9] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.116, Buhari-Sahih c.1 ,s.26 27, Müslim-Sahih C.4.S.1853 [10] Müslim-Sahih c.4,s.1853. [11] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.116, Buharî-Sahih c.1 ,s.26-27, Müslim-Sahîh c.4,s.1853. [12] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.116, Buharî-Sahih c.1 ,s.26-27. [13] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.116, Buharî-Sahih c.1,s.26-27,Müslim- Sahih C.4.S.1853. [14] Müslim-Sahîh C.4.S.1853. [15] Ahmed b. Hanbel-Müsned C.5.S.117, Müslim-Sahih c.4,1853 [16] Ahmed b. Hanbel-Müsned C.5.S.117,122 Buharî-Sahih c.1,s.27-28, Müslim Sahih c.4,s.1853. [17] Zamanımızdaki Müslüman Müelliflerinden de, maalesef bu görüşü benimseyerek Tavratta, böyle bir hâdiseden bahsedilmemiş olduğunu, Kılkamış Destanında Mûsâ adındaki bir Balıkçıdan söz edildiğini, Buharînin Sa-hih'inde bulunmadıkça, Müfessirlerin görüşlerini kabul edemeyeceğini ileri sürenler bulunduğu işitildiğinden, hâdiseyi, Sahih-i Buharı ve diğer Hadis Mecmualarından nakil etmeyi uygun gördük. [18] Buharî-Sahih c.4,s.127, Müslim-Sahih c.4,s.1847, Tirmizî-Sünen c.5,s.3O9. [19] Buharî-Sahih c.1,s.38. [20] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.117, Buharî-Sahih c.1,s.38   Müslim-Sahih c.1,s.38 c.4,s.127, Müslim-Sahih c.4,s.1847, Tirmizî-Sünen c.5,s.3O9. [21] Buharî-Sahih C.5.S.230. [22] Müslim-Sahih c.4,s.1847, Tirmizî-Sünen c.5,s.3O9. [23] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.121, Müslim-Sahih c.4,s.185O. [24] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.5,s.232. [25] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s. 118, Buharî-Sahih c.5,s.234. [26] Buharî-Sahih c.5,s.232. [27] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.118, Buharî-Sahih c.1,s.38, c. 5, s. 230, Müslim-Sahih C.4.S.1847-1848, Tirmi-zi Sünen c.5,s.3O9. [28] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.119-121, Müslim-Sahih c.4,s. 1850. [29] Ahmed b. Hanbel-Müsned C.5.S.120 Buhâri-Sahih C.5.S.232. [30] Ahmed b. Hanbel-Müsned C.5.S.118-120, Buhâri-Sahih c.5,s. 230, Müslim-Sahih c.4,s.185O. [31] Ahmed b. Hanbel-Müsned C.5.S.118-120 Buharî-Sahih c.5,s.23O. [32] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.117, Buharî-Sahih c.1,s.38, c.5,s. 230 Müslim-Sahih c.4,s.1848, Tirmizî-Sünen c.5,s.3O9. [33] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.5,s.232. [34] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.118, Buharî-Sahih C.1.S.38, c.5,s. 230 Müslim-Sahih c.4,s.1848, Tirmizî-Sünen C.5.S.309. [35] Ahmed b. Hanbel-Müsned C.5.S.117, Buharî-Sahih c.5,s. 230-232. [36] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.5,s.232. [37] Buharî-Sahih c.1,s.38-39. [38] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O Buharî-Sahih c.5,s.232. [39] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.117-118,Buharî-Sahih c.1,s.39, c.5,s.230-231, Müslim-Sahih c.4,s. 1848-1849,Tirimizî-Sünen c.5,s. 309-310. [40] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Müslim-Sahih c.4,s.1851. [41] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.1,s.39, Müslim-Sahih c.4,s.1851, Tirimizî-Sünen c.5,s.31O. [42] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Müslim-Sahih c.4,s.1851. [43] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.5,s.231, Müslim-Sahih c.4,s.1848, Tirmizî-Sünen c.5,s.31O. [44] Müslim-Sahih c.4,s.1851. [45] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.119, Müslim-Sahih c.4,s.1851. [46] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s. 120, Buharî-Sahih c.1,s,39, Müslim-Sahih c.4,s.1848, Tirmizî-Sünen C.5.S.310. [47] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih c.1,s.39, Müslim-Sahih c.4,s.1848, Tirmizî-Sünen C.5.S.310. [48] Müslim-Sahih c.4,s.1851. [49] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.5,s. 233. [50] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.119 [51] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.5,s.233, Müslim-Sahih c.4,s. 1851. [52] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.12O Buharî-Sahih c.5,s.233. [53] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.118-119, Buharî-Sahih c.1,s. 39, c.5,s. 231, Müslim-Sahih c.4,s.1849, Tirmizî-Sünenc.5,s.31O. [54] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s. 119. [55] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s. 119. [56] Müslim-Sahih c.4,s.1849, Tirmizî-Sünen c.5,s.31O. [57] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s. 119, Müslim-Sahih c.4,s. 1849, Tirmizî-Sünen c.5,s. 310. [58] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s. 119. [59] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s. 119 c.5,s.231, Müslim-Sahih c.4,s. 1849, Tirmizî-Sünen c.5,s.31O. [60] Buharî-Sahih c.5,s.231, Müslim-Sahih c.4,s. 1849, Tirmizî-Sünen c.5,s. 310. [61] Buharî-Sahih c.1,s. 39. [62] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s. 119-120 Buharî-Sahih c.1,s.39, c.5,s.231, Müslim-Sahih c.4,s.1849 Tirmizî-Sünen c.5,s. 311. [63] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.5,s.233. [64] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s. 119-120, Buharî-Sahih c.1,s.39, c.5,s.231, Müslim-Sahih c.4,s. 1849, Tirmizî-Sünen c.5,s.311. [65] Buharî-Sahih c.5,s.231. [66] Buharî-Sahih c.1,s.39, Müslim-Sahih c.4,s. 1850. [67] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.118, Buharî-Sahih c.1 ,s.39, c.5,s.231, Müslim-Sahih c.4,s. 1850. [68] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.235. [69] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.5,s.235. [70] Buharî-Sahih c.5,s.12O [71] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.12O Buharî-Sahih c.5,s.235. [72] Buharî-Sahih c. 1 ,s.39, c.5,s.231 Müslim-Sahih c.4,s. 1849, Tirmizî-Sünen c.5,s.311. [73] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih c.4,s.231, Müslim-Sahih c.4,s.1849 Tirmizî-Sünen c.5,s.311. [74] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.119 Buharî-Sahih c.1,s.39c.5,s.231, Müslim-Sahih c.4,s.1849, Tirmizî-Sünen c.5,s.311. [75] Ahmed b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.1,s.39, c.5,s.231, Müslim-Sahih c.4,s.185O . [76] İsmi Ceysur idi. A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buhari-Sahih c.5,s.233). [77] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih c.5,s.235, Müslim-Sahih c.4,s.1850, Tirmizî-Sünen c 5.S.311. [78] Müslim-Sahih c.4,s. 1851. [79] A.b. Hanbel-Müsned c.5,s.118, Buharî-Sahih c.1 ,s.39, c.5,s.231 Müslim-Sahih c.4,s.1849, Tirmizî-Sünen C.5.S.311. [80] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih c.1 ,s.39, c.5,s. 231-232 Müslim-Sahih c.4,s. 1849. Tirmizî-Sünen c.5.s. 311. [81] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.121, Müslim-Sahih c.4,s. 1852. [82] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih c.1,s.39 c.5,s. 231, Müslim,Sahih, c.4,s. 1849 Tirmizî-Sünen c.5,s.311. [83] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.119. [84] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.118, Buharî-Sahih c.1,s.39, Müslim-Sahih c.4,s. 1849, Tirmizî-Sünen c.5,s.311 [85] Buharî-Sahih c.1,s.39, Müslim-Sahih c.4,s.1849, Tirmizî-Sünen C.5.S.311. [86] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih c.1,s.39, Müslim-Sahih c.4,s. 1849, Tirmizî-Sünen c.5,s. 311. [87] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.12O, Buharî-Sahih c.5,s.233 Müslim-Sahih c.4,s.1849, Tirmizî-Sünen c.5,s.311 [88] A.b.Hanbel-Müsned C.5.S.119, Buharî-Sahih C.1.S.39, Müslim-Sahih c.4,s.1849, Tirmizî-Sünen c.5,s. 311. [89] Buharî-Sahih c.5,s.31, Müslim-Sahih c.4,s.185O, Tirmizî-Sünen c.5,s.311. [90] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s. 118-119, Buharî-Sahih c.1,s.39, c.5,s.23132, Müslim-Sahih c.4,s. 1850, Tirmizî-Sünen c.5,s.311. [91] Ahmed b.Hanbel-Müsned c.5,s.121 Müslim-Sahih c.4,s. 1851. [92] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.118-121, Buhârî-Sahih c.1,s.39 Müslim-Sahih c.4,s. 1850, Tirmizî-Sünen c.5,s.312 [93] Buharî-Sahih c.1,s.4O, Müslim-Sahih c.4,s.185O. [94] Tirmizî-Sünen c.5,s.312. [95] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.121. [96] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.118-121, Buharî-Sahih c.1,s.4O, Müslim-Sahih c.4,s. 1850, Tirmizî-Sünen c.5,s.312. [97] Müslim-Sahih c.4,s. 1851. [98] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119, Müslim-Sahih c.4,s,1851. [99] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119. [100] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119, Müslim-Sahih c.4,s.1852. [101] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119. [102] Buharî-Sahih c.5,s.235, Müslim-Sahih c.4,s.1852, Tirmizî-Sünen c.5,s.311. [103] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119, Müslim-Sahih c.4,s.1852. [104] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih c.5,s.233, Müslim-Sahih c.4,s. 1852. [105] Buharî-Sahih c.5,s. 233-234. [106] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.119,Müslim-Sahih c.4,s. 1852. [107] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119. [108] A.b.Hanbel-Müsned c.5,s.119, Müslim-Sahih c.4,s.1852, Tirmizî-Sünen c.5,s.312. [109] Buharî-Sahih C.5.S.234. [110] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih c.5,s.234, Müslim-Sahih c.4,s.1852. [111] Buharî-Sahih c.5,s. 234. [112] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119, Buharî-Sahih C.5.S.234, Müslim-Sahih c.4,s.1852. [113] Ahmed b.Hanbel.Müsned C.5.S.119, Müslim-Sahih c.4,s.1852. [114] Tirmizî-Sünen c.5,s.313. [115] Ahmed b.Hanbel.Müsned c.5,s.119, Müslim-Sahih C.4.S.1852 [116] Mîr Havend-Ravzatussafa Terceme s.276. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/108-116. [117] Kehf:60-82. M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 2/116-118.



[HIZIR - İlyas Çelebi]

Güvenilir hadis kaynaklarında yer alan Hızır’la ilgili haberlerin, ana hatlarıyla Kur’ân-ı Kerîm’deki çerçeveyi korumakla birlikte yer yer orada bulunmayan veya müphem olan bazı ayrıntılar içerdiği de görülmektedir. Nitekim Kur’an’da Hz. Mûsâ’nın Hızır’ın varlığından nasıl haberdar olduğu beyan edilmezken hadislerde bunun Mûsâ’ya yöneltilen bir soru üzerine Allah tarafından kendisine bildirildiği ifade edilmektedir. Ayrıca yine hadislerde Kur’an’da adı geçen Mûsâ’nın, yahudilerin iddia ettiği gibi Mûsâ b. Mîşâ değil Mûsâ b. İmrân, yanındaki gencin Yûşa‘ b. Nûn, ilâhî ilim ve rahmete mazhar kılınan sâlih kişinin de Hızır olduğu açıklanmakta ve Hızır İsrâiloğulları’nın eşrafından biri olarak tanıtılmaktadır. Bu haberler içinde, Kur’an’daki bilgilere aykırı bir husus mevcut olmadığı gibi Hızır’ı tarihte yaşamış sâlih bir kişi konumundan çıkarıp onun varlığını günümüze kadar devam ettiren olağan üstü bir şahsiyet olduğuna dair bilgiler de bulunmamaktadır. Buhârî’nin Abdullah b. Abbas’ın görüşü olarak yer verdiği bir rivayette (“Tefsîr”, 18/4) buluşma yerindeki kayanın dibinde “hayat” denilen bir su kaynağı bulunduğu, damlalarının dokunduğu her şeyin canlandığı, söz konusu balığa da bu sudan birkaç damlanın isabet ettiği ifade edilmekte, Tirmizî’de ise (“Tefsîr”, 19/1) bazı insanların böyle iddia ettiği belirtilmektedir.

Müteahhir hadis kaynaklarıyla tarih ve tasavvuf kitaplarında Hızır’ın mitolojik bir kişiliğe büründürülerek tarihte uzun süre yaşayanlardan olduğu, kıyamete kadar da yaşamaya devam edeceği şeklinde bilgiler yer almaktadır. Bazı hadisçilerle tarihçilerin kaydettiği rivayetlere göre Hızır’ın Deccâl’i yalanlaması için ömrünün uzatıldığı (İbn Hacer, el-İśâbe, I, 431), Deccâl’in karşısına çıkacak kişinin Hızır olacağı (Nevevî, XVIII, 72), Hz. Peygamber döneminde hayatta olduğu ve Peygamber’in elçisi olarak Enes’in kendisiyle görüştüğü (Beyhakī, V, 423), Resûlullah vefat ettiği zaman gelip Ehl-i beyt’e tâziyette bulunduğu (İbn Kesîr, I, 141), Ömer b. Abdülazîz ile İbrâhim b. Edhem, Bişr el-Hâfî, Ma‘rûf-i Kerhî, Cüneyd-i Bağdâdî ve Muhyiddin İbnü’l-Arabî gibi mutasavvıflar tarafından görüldüğü, Hızır’ın denizlerde, İlyâs’ın karada yaşadığı, sık sık bir araya geldikleri (İbn Hacer, el-İśâbe, I, 432), Cebrâil, Mîkâil ve İsrâfil ile her yıl arefe günü Arafat’ta buluştukları haber verilmiştir. Bunlardan bir kısmı, Hızır’ın dünyanın sonuna kadar yaşamasını Hz. Âdem’in bir vasiyetine ve duasına (a.g.e., I, 431), bir kısmı da onun âb-ı hayâttan içmesine (Taberî, Târîħ, I, 220) bağlamaktadır. Hızır’ın uzun ömürlü olduğunu söyleyenler ise onun Hz. Mûsâ zamanında, Hz. Muhammed’in nübüvvetinden önce veya ölümünden sonraki ilk yüzyıl içinde vefat ettiğini ileri sürerler.

Başta Buhârî, İbrâhim el-Harbî, Ebû Hayyân el-Endelüsî, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Muhammed Abdürraûf el-Münâvî, Takıyyüddin İbn Teymiyye ve Süyûtî olmak üzere birçok hadis ve tefsir âlimi Hızır’ın hayatta olmadığını söylemiş; onun yaşadığına dair nakledilen haberler İbnü’l-Cevzî, Ali el-Kārî, Muhammed Dervîş el-Hût gibi hadis tenkitçileri tarafından reddedilmiştir. İbn Kayyim el-Cevziyye de Hızır’ın hayatına dair nakledilmiş rivayetlerin hepsinin uydurma olduğunu ifade etmiştir (el-Menârü’l-münîf, s. 67). Hızır’ın hayatta olmadığını ileri sürenler onun öldüğüne dair Kur’an’a, sünnete ve akla dayanan çeşitli deliller zikretmişlerdir. Kur’an’ın, Muhammed’den önce birçok peygamberin gelip geçtiğini ve hiçbirine ebedî hayat verilmediğini (Âl-i İmrân 3/144; el-Enbiyâ 21/34), her nefsin ölümü tadacağını (Âl-i İmrân 3/185; el-Enbiyâ 21/35; el-Ankebût 29/57) bildiren âyetleri ve Hz. Peygamber’in vefatına yakın günlerde söylediği, “Yüz sene sonra bugün yeryüzünde yaşayanlardan hiç kimse kalmaz” (Buhârî, “Ǿİlim”, 41; Müslim, “Feżâǿilü’ś-śaĥâbe”, 219) sözünü delil getirmektedirler. İbn Kayyim ayrıca, bu konuda muhakkık ulemânın icmâının bulunduğunu söyleyerek onun yaşadığına ilişkin haberlerin doğru olmadığını değişik aklî delillerle ispat etmeye çalışmaktadır (el-Menârü’l-münîf, s. 73-76). Son devir âlimlerinden Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî ve Kâmil Miras gibi müellifler de Hızır’ın her insan gibi öldüğü kanaatindedirler.

Hızır’ın henüz hayatta olduğunu, fakat zamanı gelince öleceğini kabul eden az sayıda âlim bu durumun Kur’an ve Sünnet’e ters düşmediğini ileri sürerse de görüşlerinin yukarıda kaydedilen âyetlerle bağdaştırılması çok zor görünmektedir. Hızır’ın hayatta oluşunun hikmetini anlamak ve ona atfedilen fonksiyonları açıklamak da kolay değildir. Çünkü Allah çeşitli âyetlerde kâinatı kendisinin yaratıp yönettiğini beyan etmekte, ayrıca yönetimini kendisinin koyduğu kanunlara bağladığını haber vermektedir (meselâ bk. Fâtır 35/39-45). İnsanların dünya ve âhiret mutluluğunu elde edebilmeleri için Allah’ın emirlerine ve bütün kanunlarına uymaları gerekir.

İslâm âlimleri Hızır’ın peygamber, velî veya melek olduğu konusunda değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Onun nebî olduğunu söyleyenler Allah tarafından kendisine rahmet ve ilim verilmiş olmasını (el-Kehf 18/65), kıssada anlatılan işleri kendiliğinden yapmadığı yönünde açıklama yapmasını (el-Kehf 18/82), vahiy ile yönlendirilmesini, sahip olduğu bilgiler dolayısıyla Mûsâ’dan üstün bir konumda tanıtılmasını delil gösterirler. Hızır’ın velî olduğunu kabul edenler ise ona verilen bilginin doğrudan Allah’tan gelen bir ilham olabileceğini söylerler. İbn Teymiyye, Hızır kıssasını ileri sürerek velîlerin şeriatın dışına çıkabileceklerini söylemenin yanlış olduğunu kaydeder. Ona göre Hızır’ın Mûsâ’nın şeriatının dışına çıkmadığı, yaptığı işlerin gerekçesini söylediğinde Mûsâ tarafından onaylanmasından anlaşılmaktadır. Ayrıca Hızır’ın nebî kabul edilmesi durumunda Mûsâ’nın ümmetinden olmadığını, dolayısıyla onun şeriatına uymakla yükümlü bulunmadığını da söylemek gerekir (Risâle fî Ǿilmi’l-bâŧın ve’ž-žâhir, s. 250). Hızır’ın melek olduğu iddiası (İbn Hacer, el-İśâbe, I, 429) pek taraftar bulmamıştır. Genellikle tasavvuf erbabı onun velî olduğunu, kelâm, tefsir ve hadis âlimlerinin çoğu da nebî olduğunu düşünür.

Hızır telakkisi Nusayrîler başta olmak üzere aşırı Şiîler (Gāliyye), Yezîdîler ve Dürzîler arasında önemli bir yere sahiptir. Kur’an ve sahih hadis kitaplarında anlatılan hususlara zamanla birçok hurafe ve mitolojik unsurun eklendiği, bunun sonucunda birbiriyle ve İslâm inancıyla çelişkili yorumların ortaya çıktığı görülmektedir. Bu yeni unsurların genişleyen İslâm coğrafyasında yerli kültürlerden kaynaklandığı, meselâ Yahudilik’teki Elijah ve Hıristiyanlık’taki Saint George (Circîs) inançlarının halk kültürünün oluşmasında etkili olduğu söylenebilir.

Bazı şarkiyatçıların Hızır kıssasına kaynak teşkil ettiğini ileri sürdükleri destan ve efsaneler şunlardır: a) Gılgamış Destanı. İlk örneği milâttan önce IV. binlere ait Sumer metinlerine kadar çıkan Gılgamış destanının Akkad, Babilonya, Hitit ve Hurrî dillerinde varyantları vardır. Destandan anlaşıldığına göre Mezopotamya’da güçlü bir kral olan Gılgamış ilâhî menşeli Engidu ile arkadaş olur. Arkadaşının ölümü üzerine onu yeniden hayata döndürmeye çalışan Gılgamış, insanı ebedî hayata kavuşturan bir ot bulunduğunu öğrenir. Bu otun yerini bilen tek kişi,

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...