06 Eylül 2014

HAZRETİ YUSUF'UN HAYATI ÜÇÜNCÜ BÖLÜM




HAZRETİ YUSUF'UN HAYATI ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
 Yusuf dedi ki: 'Ey babacığım! îşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın tâbiridir. Rabbim onu gerçekleş­tirdi ve bana iyilik etti. Şöyle ki, beni zindandan çıkardı; şeytan, benimle kardeşlerim arasına fitne soktuktan sonra, sizi çölden getirerek benimle buluşturdu. Gerçekten rabbim, dilediğine lütfe-dicidir. O, bilendir, hikmet sahibidir. Ey Rabbim! Sen bana bir parça mülk verdin ve bana düşlerin yorumunu öğrettin. Ey gökle­rin ve yerin yaratıcısı! Dünyada da, âhirette de benim yârim sen­sin! Beni Müslüman olarak öldür ve beni iyilere kat!"[51] Müfessirler, Hz. Yakub (a.s.)'m Mısır'da 24 yıl daha yaşadı­ğını ve orada 147 yaşında iken vefat ettiğini, vasiyeti gereğince oğlu Hz. Yusuf (a.s.) tarafından babası Hz. İshak (a.s.) ve dedesi Hz. İbrahim (a.s.)'ın yanına defnedilmek üzere Filistin'e Halilurrahman (Hebron) kentine götürülüp oraya defnedildiğini bildirirler.[52] Verilen bilgilere göre, tekrar Mısır'a dönen Hz. Yusuf (a.s.), babasının ölümünden sonra 23 yıl daha yaşamıştır. 107 yaşlan civarında Mısır'da vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir. Bazı rivayetlere göre Hz. Musa (a.s.) Mısır'dan çıkışı sırasında onun sanduka içindeki cesedini Kudüs'e defnetmek niyetiyle yanında götürmüştür.[53] Yusuf sûresinde, bir bütün olarak anlatılan kıssa, baba-oğul buluşmasıyla sona ermektedir. Kur'ân-ı Kerim'de, Hz. Yu­suf (a.s.)'m hayatının bu buluşmadan sonraki safhası hakkında herhangi bir bilgi yoktur. Hz. Yakub (a.s.)'ın ailesinden onunla birlikte Mısır'a göç ederek oraya yerleşen İsrailoğullan'nm toplam sayısı, Yakub ailesine mensup olmayan kadınlar hariç 70 olarak bildirilir. Tev­rat'ta yaklaşık 5 asır sonra, Mısır'ı terkeden İsrailoğulları'nm Sînâ çölünde yapılan nüfus sayımında 2 milyon çıktıkları zikre­dilmiştir. Belirtilen sürede bu kadar çoğalmalarının mümkün olmadığına dikkat çeken tarihçiler, Mısır'ın yerlilerinden onların dinini kabul eden unsurların da, ırkdaşları Kıbtîler tarafından İsrailoğulları'ndan sayılıp dışlandıkları, İsrailoğulları'nın göçü esnasında bu unsurların da onlara katıldığı görüşündedirler.[54] Tevrat'taki bâzı kayıtlar da bu görüşü destekler. Nitekim, çocuklar ve kadınlar dışında 600 bin civarında olan İsrailoğulları'nm Ramses'ten ayrılmaları.sırasında, kendilerine karışmış bir toplu­luğun da onlarla birlikte gittiği,[55] bu unsurların zamanla İsrailoğulları içinde "yabancılar" olarak isimlendirildiği bildiril­mektedir.[56]   Ö. Hz. Yusuf (A.S.)'ın Evliliği Ve Çocukları   Tevrat'ta Hz. Yusuf (a.s.)'ı zindandan çıkararak yönetimi ona teslim eden kralın, ayrıca onu On şehrinin kâhini Poti-fera'nm kızı Asenatla evlendirdiği ve Hz. Yusuf (a.s.)'m bu hanı­mından, kıtlık başlamadan önce iki oğul sahibi olduğu bildiri­lir.[57] Daha Önce geçtiği gibi, Züleyha'nm kocası Aziz'in adı Potifar idi. Muhtemeldir ki, Asenat'm babası Poti-fera ile Züleyha'nm kocası Potifar isim benzerliği yüzünden karıştırılmış ve Hz. Yu­suf (a.s.)'m görevini devraldığı Potifar'm hanımı, yani başına bili­nen sıkıntıları açan Züleyha ile evlendiği söylenmiştir.[58]   P. Yusuf (A.S.) Kıssasından Bazı Mesajlar   1. İman Ve Tevekkül   Çok sevdiği oğlu Yusufu kaybetmesine rağmen, Hz. Yakub (a.s.}, infial ve ümitsizliğe kapılmamış; aksine kendisine düşenin güzel bir sabır ve Allah'ın yardımına sığınmak olduğunu söyle­miştir. En sıkıntılı günlerinde dahi, Allah'a tevekkül ve Allah'ın emrine karşı ruhî bir huzur ve tatmin içinde olmuştur. Ancak onun Allah'a tevekkülü, hiçbir zaman tedbirlere başvurmasına engel teşkil etmemiştir. Her işte, kendisine düşen tedbirleri al­mış, sonunda işi Allah'a havale ederek neticeyi O'ndan beklemiş­tir. Alınması gereken tedbirin, takdiri değiştirmeyeceği gerçeğini, oğullarının Mısır'a ayrı kapılardan girmesini emrederken, "Al­lah'ın takdirine karşı size herhangi bir fayda sağlayamam" sözle­riyle ifade etmiştir. Hz. Yakub (a.s.), bu tavrıyla bizlere, Allah'a tevekkülle birlikte, sebeplere sarılmanın, ihtiyat ve tedbiri elden bırakmamanın lüzumuna dair büyük bir ders vermiştir.[59]   2. İffet Ve Sabır   Hz. Yusuf (a.s.), Aziz'in karısının isteklerini reddederek nefsini kırmak, bu yüzden çarptırılabileceği her türlü cezayı göze almak ve sonunda kadınların fitnesinden kurtulmak için zindan hayatını tercih etmekle bütün insanlığa büyük bir iffet dersi vermiştir. Hz. Yusuf (a.s.)'m hayatı, peşpeşe gelen büyük sıkıntı­lara gösterilen üstün sabrın da çarpıcı bir misalidir. Hz. Yusuf (a.s.), ilk büyük sıkıntısını kardeşleri tarafından kuyuya atılmak, ikincisini köle olarak satılmak, üçüncüsünü kadınların hedefi olmak, dördüncüsünü de zindana atılmakla yaşamıştı. O, bütün bu zorluklar karşısında sabretti, hiç bir zaman Allah'ın yardı­mından ümidini kesmedi ve neticede, Allah'tan korkan ve sabre­denler için vâdedİlen mükâfata ulaştı. Benzeri bir sabrı da yıllar­ca onun hasretiyle kavrulan ve hiçbir zaman ümidini yitirmeyen babası Hz. Yakub (a.s.) sergiledi.[60]   3. Güçlü İken Affetme   Yusuf kissasındaki önemli mesajlardan biri de, kötülük yapanları af ve müsamaha ile karşılamak büyüklüğüdür. Hz. Yusuf (a.s.), kendisini kuyuya atan kardeşlerine her türlü cezayı verebilecek bir mevkide iken, yüce karakteri sayesinde, onları affetmiş, üstelik onlara elinden gelen her iyiliği yapmıştır. Sevgili Peygamberimiz, Hz. Muhammed (s.a.v.), Mekke fethi sırasında, kendisinden kararını açıklamasını bekleyen Mekke müşriklerine Hz. Yusuf (a.s.)'m kardeşlerini affederken söylediği sözlerini ha­tırlatmış ve o gün onlara ayıplama ve cezanın olmadığını ilân etmiştir.  Şüphesiz her ikisi de, güçlü iken affetmeyi bilmenin olumlu neticelerini elde etmiş, geçmişin azılı düşmanlarının bu iyilik sayesinde samimi dostlar haline geldiğini görmüştür. [61]   R. Yusuf Sûresinin Sonunda Rasülullah (S.A.V.)'e Mesajlar   Allah Teâlâ, Yusuf kıssasının anlatıldığı Yusuf sûresinin son âyetlerinde, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)'e hitap ederek, bu kıssanın ona vahyedilen gayb haberlerinden olduğunu bildirmiş ve bu olayların yaşandığı dönemde hayatta olmadığına göre, bu kıssa ile ilgili bilgileri edinmenin vahiyden başka bir kaynağı olmadığını vurgulamıştır. Cenab-ı Hak, ayrıca sûrenin son âyet­lerinde, Rasüllah (s.a.v.)'i teselli edecek hakikatleri dile getirmiş­tir. İnsanların imana gelmesi için ne kadar büyük arzu duysa ve elçilik görevi karşılığında onlardan herhangi bir ücret istemese de, insanların çoğunun inanmayacağını hatırlatarak, bu müna­sebetle davetinin reddedilmesi ve işkencelere mâruz kalması sebebiyle üzülmenıesini tavsiye etmektedir. Yine Kur'ân-ı Ke-rirn'in âlemler için bir öğüt ve nasihat olduğunu, akıllarını kul­lananların ona tâbi olacağını bildirmektedir. Akıllarını kullana­mayanların ise, göklerde ve yerde Allah'ın birliğini gösteren nice delillerden yüz çevirdiğini ve insanların çoğunun, Mekke müşrik­leri gibi, Allah'a ortaklar koşarak şirke düştüklerini vurgulamak­tadır. Ardından, bu inkarcıların, Allah'ın azabından, yahut ken­dilerini ansızın yakalayacak Kıyametten emin olup-olmadıkları sorulmakta ve sonunda Rasülullah (s.a.v.)'in dilinden, peygam­berlerin ortak mesajı seslendirilmektedir: "Ey Muhammed! İşte bu kıssa gayb haberlerindendir. Bun­ları sana biz vahyediyonız. Onlar kararlarını verip tuzaklarını kurarlarken sen onların yanında değildin. Sen çok arzulu olsan da, insanların çoğu iman edecek değildir. Halbuki sen, buna karşı onlardan bir ücret istemiyorsun, Kur'ân, âlemler için ancak bir öğüttür. Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar, bu delil­lerden yüzlerini çevirip geçerler. Onların çoğu, Allah'a ancak ortak koşarak iman ederler. Allah tarafından herkesi kapsayacak bir musibetin gelmeyeceğinden veya farkında olmadan Kıyametin ansızın kopmayacağından emin mi oldular? De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben, Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar, aydın­lık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı tenzih ederim! Ve ben Allah'a ortak-lar koşan müşriklerden değilim."[62] Yusuf sûresinin son üç âyetinde ise, Peygamberimiz (s.a.v.)' '. e hitaben, daha önce de peygamberler gönderildiği hatırlatılarak onları inkâr edenlerin akıbetlerinden ibret alınması istenmekte­dir. Ardından, bütün peygamberlerin davet yolunda müşriklerin engelleme  teşebbüsleri ve  çeşitli  kötülükleriyie  karşılaştıkları, onlara ve mü'minlerine yapılan kötülüklerin giderek şiddetlendi­ği ve üstün sabır sahibi peygamberlerin tahammülünü zorladığı açıklanmaktadır. Hatta bu zorluklar yüzünden peygamberlerin neredeyse   bütün   ümitlerini   kaybetme,   kendilerine   va'dedilen zaferden ümit kesme ve bütünüyle yalanlanma endişesine kapı­lacak derecede zorlandıkları; işte bu son noktada ilâhî yardımın onlara ulaştığı bildirilmektedir.[63] Buna göre Allah Teâlâ, yardı­mını, zorluk ve sıkıntıların son derece arttığı, yardım ihtiyacının en fazla hissedildiği bir zamanda göndermiştir. Zafer va'di, ina­nanların sabır zırhına bürünerek inançlarındaki samimiyetlerini ispat etmelerinin ardından tahakkuk etmiştir. Sûrenin son âye­tinde de peygamber kıssalarının akıl sahipleri için birer İbret sahnesi    olduğu    vurgulanmakta,    Cenab-ı    Hak    tarafından vahyedüen Kur'ân-ı Kerim'in, iman edenler için bir hidâyet reh­beri ve rahmet kaynağı olduğu belirtilmektedir: "Ey Muhammedi Biz, senden önce de şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkekleri peygamber olarak gönderdik. Onlar yeryüzünde dolaşıp kendilerinden önce geçmiş kavimlerin akıbetlerinin ne olduğuna bakmazlar mı? Allah'tan korkanlar için âhiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç düşünmez misiniz? Önceki elçilerimizin hepsi uzun süre zulüm ve baskıya uğ­ramışlardır. Nihayet bu peygamberler neredeyse bütün ümitlerini kaybettikleri ve büsbütün yalancılıkla damgalandıklarını gördük­leri bir sırada bizim yardımımız kendilerine ulaşmıştır ve böylece dilediğimizi kurtarmışızdır. Suçlular güruhundan ise azabımız asla geri çevrilmez. Gerçek şu ki, onların (peygamberlerin) kıssalarında akıl sa­hipleri için büyük ibret vardır. Bu Kur'ân uydurulmuş bir söz de­ğildir. Ancak kendinden öncekilerin tasdiki, her şeyin açıklanma­sı, iman eden bir toplum için rahmet ve bir hidâyettir."[64] Kur'ân-ı Kerim'de, Yusuf sûresi haricinde Hz. Yusuf (a.s.)' dan bahseden ve ona peygamberlik görevinin verildiğini bildiren iki âyet daha vardır ve mealleri şöyledir: "Biz, İbrahim'e İshak'ı ve Yakub'u bahşettik. Ve hepsini doğru yola sevk ettik. Daha önce Nuh'u ve soyundan olan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyüb'u, Yusufu, Musa'yı ve Harun'u da doğru yola sevk etmiştik. İşte biz, iyilik yapanları böyle mükâfat­landırırız."[65] "Şüphesiz ki, daha önce Yusuf da, size apaçık delillerle gel­mişti, onun getirdiklerinden de devamlı şüphe etmiştiniz. Yusuf ölünce de, 'Allah bundan sonra hiç bir peygamber göndermeye­cek!' demiştiniz. İşte Allah, haddi aşan şüphecileri böyle saptırır.[66]     [1] Yusuf sûresinin ilk üç veya dört âyetinin Medine'de nazil olduğunu bildiren riva­yetler güvenilir bulunmamıştır (Bkz. Âîûsî, Tefsir, VI, 170). [2] Elmalıh, V, 28. [3] Hz.  Yusuf {a.s.) hakkındaki  bu  rivayetler ve  değerlendirilmeleri hakkında bkz. Aydemir, Peygamberler, 75-96. [4] Âl-i imran sûresi, 2/216. [5] Muhammed Esed, Kur'ân Mesajı, 453. [6] Ancak âyetteki "ahsenül-kasas" tabiriyle, Kur'ân-ı Kerim'in kastedildiği görüşü de yaygındır (Bu husustaki görüşler için bkz. Şevkânî, Tefsir, III, 6" Derveze   Tefsir, II, 500). [7] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 306-309. [8] Yusuf sûresi, 12/4-6. [9] Tevrat'ta şöyle denilmektedir: "Yusuf 17 yaşında olarak kardeşleriyle beraber sürüyü gütmekte idi. Ve İsrail (Yakub) Yusufu bütün oğullarından ziyâde severdi; çünkü o, ihtiyarlığının oğlu idi; ve ona alaca entari yaptırdı. Ve babalarının bütün kardeşlerinden ziyâde onu sevdiğini kardeşleri gördüler; ve ondan nefret ettiler, ve ona tatlı söz söyleyemez­lerdi. Ve Yusuf rüya görüp kardeşlerine bildirdi., bunun üzerine ondan daha ziyâde nefret ettiler. Ve onlara dedi: Rica ederini, gördüğüm bu rüyayı dinleyin; İşte, tar­lanın ortasında biz demetler bağlıyorduk, ve işte, benim demetim kalktı ve dikil­di, ve işte, sizin demetleriniz etrafını kuşatıp benim demetim İçin eğildiler. Ve kardeşleri ona dediler: Gerçek üzerimize kral mı olacaksın. Yahut gerçek üzeri­mizde hüküm mü süreceksin? Ve rüyalarından ve sözlerinden dolayı ondan daha ziyâde nefret ettiler. Ve yine Yusuf başka bir rüya gördü ve onu kardeşlerine an­latıp dedi: işte, bir rüya daha gördüm; ve işte güneş ve ay ve onbir yıldız bana e-ğildiler. Ve babasına ve kardeşlerine anlattı ve babası onu azarlayıp kendisine dedi: Bu gördüğün rüya nedir? Gerçekten ben, anan ve kardeşlerin yere kadar sana eğilmek için mi geleceğiz? Ve kardeşleri onu kıskandılar; fakat babası bu sözü yüreğinde tuttu." (Tekvin, 37/2-11). [10] Tefhim, II, 443. Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 309-311. [11] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: [12] Tevrat'ta, kardeşlerinin YusuFu beraberlerinde götürmek için babalarını ikna etmelerinden söz edilmez. Aksine, Yusufu, kardeşlerinden ve sürüden haber ge­tirmesi için doğrudan Hz. Yakub (a.s.)'m gönderdiği ve onların onun hakkındaki komployu Yusuf kendilerine yaklaştığı sırada düşündükleri bildirilir. Buna göre, kardeşlerinin Şekem'de olduğunu bilen Yusuf, önce oraya gitmiş onları bulama­yınca karşılaştığı bir adamdan Dotan'da bulunduklarını öğrenerek oraya geçmiş­tir. Onun geldiğini gören kardeşleri, İşte bu sırada, ondan kurtulmak için başvu­racakları komployu hazırlamışlardır: " Ve onu uzaktan gördüler ve kendilerine yaklaşmazdan önce, onu öldürmek için düzen kurdular. Ve birbirlerine dediler: İşte bu rüyalar sahibi geliyor. Ve şimdi gelin onu öldürelim ve onu kuyulardan birisinin içine atalım ve: Kötü bir canavar onu yedi deriz ve onun rüyaları ne olacak görürüz. Ve Ruben, işitip onla­rın elinden onu kurtardı ve dedi: Canına kıymayalım. Ve onu babasına geri gö­türmek üzere onların elinden kurtarsın dîye Ruben onlara dedi: Kan dökmeyin; onu çölde olan bu kuyuya atın, fakat ona el uzatmayın. Ve Yusuf kardeşlerinin yanına geldiği zaman, vaki oldu ki, Yusufun entarisini, üzerinde olan alaca enta riyî çekip çıkardılar; ve kendisini alıp kuyuya attılar. Kuyu boştu, onda su yok­tu." (Tekvin, 37/18-24] [13] Taberî, Tarih, I, 171; İbn Kesir, Tefsir, IV, 13. [14] Yusuf sûresi, 12/7-18. Hz. Yusufun atadığı bu kuyunun, Kudüs veya Ürdün'de Taberiyye civarında olduğu söylenir (Şevkânî, Tefsir, III, S vd.l. [15] Bazı rivayetlerde, Hz. Yusuf (a.s.j'ı ucuz fiyata satanların, onu kuyudan çıkaran kervancılar olduğu bildirilir. Buna göre Yusuf bir defa olmak üzere Mısır kralının veziri veya maliye bakanı Aziz Potifar'a ucuz fiyata satılmıştır. Katâde'nin görüşü budur. Ancak îbn Abbas, Mücâhid ve Dahhâk, onun birincisi kardeşleri tarafın­dan kervancılara, ikincisi ise kervancılar tarafından Potifar'a olmak üzere iki defa satıldığı ve birincisinde onu ucuza satanların kardeşleri olduğu görüşündedirler. Âyette, onu önemsemedikleri için ucuz sattıkları ifadesinden hareket eden îbn Kesir de, bu görüşü tercih etmiştir. Çünkü, onu önemsemeyenlerin kervancılar olması durumunda, onu satın almalarının izahı zor olacaktır (Bkz. İbn Kesir, Tef­sir, IV, 16). Taberî de aynı görüşü tercih etmiştir (Tefsir, XII, 174). Âlüsî, müfessirlerin ekseriyetinin bu görüşte olduğunu söyler [Tefsir, VI, 205; ayrıca bkz. Aydemir, Peygamberler, 79). Tevrat, Yusufu kuyuya attıktan sonra yemeğe oturan kardeşlerin, İsmaii oğullarına ait Mısır'a gitmekte olan bir kervanın geldiğini gördüklerinde, içlerin­den Yahuda'nm teklifiyle, Yusuf'u öldürmek vebalinden kurtulmak maksadıyla onu kuyudan çıkarıp kervancılara yirmi dirheme sattıklarını kaydeder. Onlar Yu­sufun alaca entarisini, kestikleri erkeç kanma buîayıp babalarına getirmişler, Yusufun kanlı entarisini gören Hz. Yakub, onlara inanmış, oğlunu kötü bir ca­navarın parçaladığını söylemiştir. Üstünü başını parçalayan ve günlerce yas tu­tan Hz. Yakub, kendisini teselli etmek isteyen oğul ve kızlarına, oğluna yaslı ola­rak kavuşmak istediğini belirtmiştir (Tekvin, 37/25-35). Görüldüğü gibi, insanlar tarafından tahrif edilmiş olan Tevrat'ta verilen bu bilgilerle Kur'an-ı Kerim'de anlatılanlar arasında bu konuda da önemli fark var­dır. Kur'ân-i Kerim'de Yusufu kuyudan çıkaranın kervan sucusu olduğu bildiri­lirken, Tevrat'ta onu kardeşlerinin çıkardığı söylenmiştir. Kur'ân'a göre Hz. Yakub çocuklarının yalanına İnanmazken, Tevrat'a göre onlara inanmış ve onlar­dan şüpheîenmemiştir. [16] Yusuf sûresi, 12/19-20. [17] Taberî, Tefsir, XII, 175; Salebi, US; İbn Kesir, Tefsir, IV, 17. [18] Taberî, bu âyette zikredilen hikmet ve ilmi, nübüvvet öncesi durum olarak değer­lendirir ve o anda kaç yaşında bulunduğu hakkında görüş belirtmekten kaçınır {Tefsir, XII, 178; Tarih, I, 174). İbn Kesir ise, hikmet ve İlim verilmesini nübüvve­tin verilmesi olarak açıklamıştır. Peygamberliğin verilmesi esnasında onun yaşı, İbn Abbas, Mücahid ve Katâdeye göre 33'tür (İbn Kesir, Tefsir, IV, 18). [19] Yusuf sûresi, 12/ 21-22. Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 311-317. [20] Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), Miraç gecesinde üçüncü gök semâsında karşılaştı­ğı Hz. Yusufun güzelliğini tasvir ederken "güzelliğin, yansının Yusuf ve annesine verildiğini" ifade etmiştir. (İbn Kesir, Tefsir, IV, 24). [21] Müfessirler arasındaki yaygın görüş, Hz. Yusuf (a.s.)'m, "Doğrusu o benim efen­dim (rabbi), o bana güzel baktı." derken, "rabbî/efendim" sözcüğünü Aziz Potifar için kullandığı şeklindedir. Ancak bazı müfessirlere göre, H2. Yusuf (a.s.), efen­dim manasına gelen "rabbî" kelimesiyle, Allah Teâlâ'yı kastetmiştir. Bu durumda o, "Rabbİm lûtfuyla beni iyi bir ahlâk ile yetiştirmiştir, onun haram kıldığı şeyi iş­lemem!" demek istemiştir (Zeccâc ve Ebu Hayyân bu görüşü tercih etmişlerdir, bkz- Şevkanî, Tefsir, III, 17; Alüsİ, Tefsir, VI, 213). Aynı görüşte olan Mevdûdî, Arapçada "rabb" kelimesi "efendi" anlamında kullanılsa da, burada Hz. Yusuf (a.s.)'m Allah'ı kastettiğini söylemiş ve diğer görüş mensuplarını şiddetle eleştir­miştir. O, görüşünü ispat sadedinde iki hususa işaret ederek şöyle demiştir: "Birinci olarak, Allah'tan başkasını dikkate alarak günahtan çekinmesi, bir peygamberin izzetine yakışmaz. İkinci olarak, bir peygamberin Allah'tan başka biri için "Rabbim" hitabını kullanması hakkında Kur'ân-ı Kerim'de tek bir örnek yoktur. Hz. Yusuf (a.s.)'m, aynı sûrede 41, 42 ve 50. âyetlerde Rabbinin Allah olduğunu söyleyerek mesajını saflaştırdığını ve kendi İtikadıyla Mısırlıların itikadım birbirinden ayırdığını görüyoruz. Diğer insanlar onlann Rabİeri olabiliyor iken, Hz. Yusuf (a.s.)'ın rabbi yalnızca Allah idi. Dolayısıyla âyete başka bir zaviyeden bakmak gerekir. "Rabbî" kelimesi, aynı zamanda "Rabbim" demek olduğuna göre, Hz. Yusuf (a.s.), Allah'ı kastetmiş olmalıdır. Hem sonra neden itikadına ters bir anlamı ihtiva edecek şekilde "efendim" demek istemiş olsun?" [Tefhim, 11,451). [22] Yusuf sûresi, 12/23-29. Tevrat, Hz.Yusuf (a.s.)'m, Firavun'un muhafız alayı kumandanı Potifar tarafından satın alındığını, onun Rab tarafından muvaffak kı­lındığını fark eden bu şahsın ona büyük değer verdiğini ve evinin her işini ona teslim ettiğini, bundan itibaren evinin bereketîendiğini bildirir. Daha sonra efen­disinin karısının Yusufa birlikte olma teklifinde bulunmasına geçer. Teklifi red­deden Hz. Yusuf (a.s.), efendisinin kendisine gösterdiği ilgiyi ve lütuflan hatırla­tır, asla ona ihanet etmeyeceğini, ayrıca bu kötülüğü yapmak suretiyle Allah'a is­yan edemeyeceğini söyler. Bu böyle devam ederken bir gün ikisi evde yalnız ka­lınca kadın teklifini tekrarlar. Hz. Yusuf (a.s.) kaçınca peşinden koşup gömleğini çekip yırtar ve gömleği eline alır. Halbuki Kur'ân'da gömleğin Hz. Yusuf (a.s.)'ın sırtından çıkması gibi bir durum yoktur. Gömleği elinde kalan Hz. Yusuf (a.s.)'ın hâlâ kaçmaya devam ettiğini gören kadın, hizmetçilerini çağırıp, onun kendisine saldırdığını, yüksek sesle bağırınca da kaçtığını söyler. Gömleği kocası gelinceye kadar yanında tutar. Bu işe son de­rece kızan kocası, ona inanarak Hz. Yusuf (a.s.)'ı zindana attırır (Tekvin, 39/1-21). Talmud'da ise, suçlamaları dinleyen Potifar'm, Hz. Yusuf (a.s.)'ı kamçılattığı, daha sonra yırtık elbise üzerinde yapılan tahkikat üzerine onu suçsuz bulduğu zikredilir (Mevdüdî, Tefhim, II, 455, H. Plano, The Talmud Selections, s.81 vd.'den naklen). Kur'ân-ı Kerim'de anlatılanların zıddına olan bu bilgiler, söz konusu ki­taplar üzerindeki tahrifatın kesin debileridir. [23] Tefsir, IV, 266. Bu konuda uydurulduğu açık olan bâzı rivayetler ve tenkidi için bkz. Aydemir, Peygamberler, 83-90. [24] Buhâri, Ezan, 36, Zekât, 16; Müslim, Zekat, 91; Tirmizî, Zühd, 53. [25] Buharı,   Rikak, 31; Müslim, İman, 203. [26] Meâlimü't-tema (Tefsir), (nşr. Halid el-Ak-Mervan Suvar), Beyrut 1407/1987, II. [27] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 317-322. [28] Yusuf sûresi, 12/30-35. [29] Tefhim, II, 456. [30] FiZılûl, XII, 216. [31] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 322-325. [32] Tekvin, 39/22-23. [33] Yusuf sûresi,  12/36-42. Bazı müfessirler, 42. âyette geçen "Fakat şeytan, ona, Yusuf'un söylediklerim efendisine hatırlatmayı unutturdu" ifâdesindeki zamirlerle sakinin değil Hz. Yusufun kastedildiğini ileri sürerek, "Şeytan, Yusuf'a rabbini anmayı ve kurtuluşu O'ndan İstemeyi unutturdu." şeklinde anlamışlardır. Buna göre Hz. Yusuf, zindandan kurtulmak için Allah'a yalvarmak yerine, sakisi vası­tasıyla kralın yardımını istemiş olmaktadır. Bu yüzden Allah, onu bir müddet daha zindanda tutmakla cezalandırmış, onun hapis hayatını uzatmıştır. Bu gö­rüşte olan müfessirler, İddialarını deliüendirmek için bir hadis naklederler. Hadis olarak aktarılan bu sözde Rasülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Eğer Yusuf pey­gamber bu sözlerini söylememiş olsaydı, yıllarca zindanda kalmazdı." (Taberî, re/sır, XII, 223, Tarih, I, 177). Meşhur müfessirlerden İbn Kesir ise, rivayet zinci­rindeki ravİlerden ikisinin güvenilir olmaması sebebiyle bu sözün hadis olarak kabulünün mümkün olmadığını söylemektedir (Tefsir, IV, 29.) îbn Kesİr'in sözle­rini az bulduğu anlaşılan Mevdûdî de, şu ilaveyi yapmaktadır: "Bırakalım rivaye­tin hadis tenkidi açısından zayıflığını, bu söz sağduyuya da aykırıdır. Haksızlığa uğramış böyle bir kimse, kurtulmak için birtakım yollara başvuruyorsa, bu, onun Allah'ı unutması, O'na dayanmaktan vazgeçmesi demek değildir." [Tefhim, II, 465 ) Süleyman Ateş de, cümledeki iki zamirin zindandan çıkan gence ait olduğu gö­rüşünün daha uygun olduğunu, Tevrat'taki bilginin de bunu desteklediğini ve yi­ne zulümden kurtulmak için Allah'tan başkasından yardım dilemenin günah ol­madığını belirttikten sonra, 45. âyetteki "bir süre sonra hatırladı" cümlesinin de, unutan şahsın Yusuf değil zindan arkadaşı olduğunu gösterdiğini söyler {Çağdaş Tefsir, IV, 399). Tevrat, zindan arkadaşlarının gördüğü rüyaları ve Hz. Yusufun bu rüyaları tabirini ve bu tabirin üç gün sonra aynen ortaya çıktığını, Kur'ân'a göre daha ge­niş bir şekilde anlatır (Tekvin, 40/ 1-23). Ancak, Hz. Yusufun rüya tabirine geç­meden önce, bu iki şahsı dinine davet maksadıyla yapmış olduğu önemli konuş­maya yer vermez ve hemen kralın gördüğü rüyaya geçer. Bu konuşma Talmud'da da yoktur. Bu yüzdendir ki, Ehl-i Kitap, kitaplarında Hz. Yusufun peygamberliğini açıkça ortaya koyan bu ifadeler bulunmadığı için, Hz. Yusufu bir peygamber olarak değil, bir hekim, bir muttaki kişi olarak kabul ederler. Hatta Papaz Rodwel, Hz. Yusufun konuşmasını aktaran bu âyetleri, Tevrat'ta bulun­madığı gerekçesiyle inkâra yeltenmiş, bunların kendi düşünce ve kanâatlerini Hz. Yusufun ağzından ifade etmek isteyen Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından uydu­rulduğu iftirasını ortaya atmıştır. Bu hususa işaret eden Mevdûdî, Hz. Yusufun yapmış olduğu bu konuşmanın telkin ettiği hususları tek tek ele almıştır. îslâmî tebliğ metodunda önemine binâ­en, onun açıklamalarını, özet olarak, aktarıyoruz: 1. Bu konuşma, Hz. Yusufu hakkı tebliğe başlamış gösteren ilk vesikadır. Bundan Önce Kur'ân-ı Kerim, hayatının çeşitli dönemlerinden bahsederken, onu, manevî derecesi yüksek biri olarak takdim etmiş, fakat ilâhî mesaja muhatap ol­duğunu ve bunu tebliğ ettiğini gösteren hiçbir imada bulunmamıştı. Bundan açık olarak çıkan sonuca göre, bu dönemler birer hazırlama dönemiydi ve nübüvvet kendisine zindanda verilmişti; dolayısıyla söz konusu konuşma, bir peygamber sıfatıyla yaptığını bildiğimiz ilk konuşmadır. 2. İkinci olarak, bu konuşma, Hz. Yusufun kimliğini başkalarına açıkladığı ilk konuşmadır. Bundan önce de şüphesiz üstün ahlâk, iffet ve sabır sahibi biri­dir; ancak ataları olan İbrahim, îshak ve Yakub peygamberlerle olan münasebe­tini açıklamamıştır. Muhtemelen o, bu dönemde de, Allah tarafından seçilip görev Öncesi eğitildi­ğinin farkındaydı. İnsanları, isimleri geçen ve aynı zamanda ataları olan peygam­berlerin dinîne çağırmaya ve onların bir devamı olduğunu söylemeye ise, pey­gamberlik görevine getirildikten sonra başladı. 3. Hz. Yusufun bu konuşması, tebliğ metodu açısından da önemlidir: Rüyala­rını yorumlatmak isteyenİerin taleplerini   bir vesile olarak kullanmış, önce rüya yorumu kabiliyetinin kaynağını açıklamış, daha sonra, inandığı hakikati tebliğ etmekte güçlü bir istek duyduğunu gösteren bir şekilde, konuşmasının seyrini, nakletmek istediği mesajın yönüne çevirmiştir. Mesajını aktarırken de onları u-sandıncı bir tavır takınmamış,  sâdece dikkatlerini canlı tutacak gerçekleri ak­tarmıştır. Tebliğde gözetilmesi gereken sırayı gözetmek suretiyle önce tevhid ile şirkin farkına işaret etmiş, mesajını aklî bir tarzda sunarak verdiği örneklerle muhataplarım  etkilemiştir. 5. Bu konuşmanın işaret ettiği diğer bir gerçek de, Yusufun (a.s.}, bu hâdise­den  sonra  zindanda  geçirdiği yılları  tebliğ yolunda  değerlendirmiş  olmasıdır. Çünkü, peygamberlik görevi verildikten sonra, vaktini tebliğsîz geçirmesi   müm­kün değildir {Tefhim, II, 461-463). Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 325-328. [34] Yusuf sûresi, 12/43-49. Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 330-331. [35] Rasülullah (s.a.v.), Hz. Yusufun, hükümdar tarafından çağırıldığında, mahkeme yoluyla suçsuzluğu ve haksız yere tevkif edildiği tespit edilmeden yedi yıldır kal­makta olduğu zindandan çıkmayacağını seslemesini takdirle karşılamış, onun sarsılmayan irâde ve metanetini şöyie övmüştür: "Eğer ben, Yusuf'un uzun zaman kaldığı kadar zindanda kalsaydım, saraydan davet edilince muhakeme istemeden hemen icabet, ederdim." (Tecrid-i Sarih Tercemesi, IX, 130). [36] Yusuf sûresi, 12/50-53. Bazı müfessirler, 52 ve 53. ayetlerdeki, 'Bunu, gıyabında kendisine ihanette bulunmadığımı eski efendim Aziz'in bilmesi için yaptım. Zâten Allah, hâinlerin tuzağım boşa çıkarır. Bununla beraber nefsimi temize çıkaramam. Çünkü rabbimin acıyıp koruduğu hariç, nefis kötülüğü şiddetle emredicidir. Şüphe­siz rabbim, çok bağışlayan, çok merhamet edendir." bu sözlerin, Hz. Yusuf a değil, suçunu itiraf eden Aziz Potifar'ın karışma ait olup suçunu itirafının devamı oldu­ğunu kabul etmişlerdir. Bu görüşte olan İbn Kesir, bu kanaatin hem daha meş­hur hem de kıssanın gelişimine ve sözün siyakına daha uygun olduğunu belirtir {Tefsir, IV, 33 ). Buna göre, 52. âyette gıyabında kendisine hainlik edilmemesin­den bahsedilen şahıs Aziz değil Hz. Yusuftur. Aziz'in. karısı, "Bu itirafım, Yu­suf'un, gıyabında, kendisine ihanet etmediğimi bilmesi içindir..." diye başladığı sözlerini 53. âyetteki tevbe ve istiğfar ifâdeleriyîe tamamlamıştır. Müfessirlerden bâzıları, bu sözlere bakarak, kadının o sırada Hz. Yusufa iman ettiğini de söyle­mişlerdir (Bkz. Elmalılı, V, 55;   Seyyid Kutup, FıZilal, VIII, 414). Muhakeme ve konuşmaların seyrinden hareket eden Süleyman Ateş de, bu sözlerin kralın huzurunda söylendiğine, Hz. Yusuf (a.s.)'ın İse o sırada zindanda olduğuna işaretle, söz sahibinin kadın oiduğu görüşünü benimser. Âyetlerde bu sözlerin daha sonra söylendiğini gösteren bir işaretin bulunmayışını delil gösterir. {Çağdaş Tefsir, IV, 400). Bu iki âyetteki sözlerin o ikisinden hangisine ait olduğu meselesi, müfessirler arasında çözülemeyen bir husus olarak kalmıştır. Her iki görüşü savunanlar çe­şitli deliller getirmîşierdir. Bu sözlerin Hz. Yusuf (a.s.)'a ait olduğunu kabul eden­lerden Mcvdüdî, dü kuraİlan ve konunun akışından ziyâde sözlerin muhtevasını dikkate alarak, bu sözlerin ancak iman etmiş birine ait olabileceğini söyler ve ka­dının o sırada iman etmiş olduğunu gösteren bir delilin bulunmadığına dikkat çeker. Ona göre konuşma, Hz. Yusuf (a.s.)'a aittir ve henüz zindanda bulunduğu sırada soruşturma sonucunu duyduğu anda söylemiştir {Tefhim, II, 470). Klasik müfessirlerden Taberî, Beğâvî ve Zemahşeri de bu görüştedir. Modern müfessir­lerden M. Esed de bu görüşü tercih etmiş, Hz. Yusuf (a.s.)'m insan nefsinin insa­nı kötülüğe sürükleyebileceğine dair, insanın fıtratındaki bu zayıflığı dile getiren sözlerini, "bizzat bu zayıflığı yenmesini bilmiş birinin tevazuunu yansıtan yüce gö­nüllüce sözler" olarak değerlendirmiştir {Kur'ân Mesajı, 467). Şevkânî ise, müfes-sirlerin ekserisinin bu görüşte olduğunu söyler {Tefsir, III, 34). [37] Yusufun güçlü zekası, engin ilmi ve üstün ahlâkından etkilenmiş olduğu anlaşı­lan bu kral, bâzı rivayetlere göre Müslüman olmuştur (Taberî, Tarih, I, 173; Salebi, 117; İbn Kesir, Tefsir, IV, 34). Suriye ve Filistin tarafından Mısır'a giren Sâmî asıllı bir kabile olan Hiksoslar, XV ve XVI. Hanedan zamanında Mısır'da hüküm sürmüş yabancı bir hanedandır. Delta'nın doğusunda kalan Avaris şehrini başkent edinmişler, zamanla Orta Mı­sır'ı da hâkimiyetleri altına almışlardır. Asya kökenli Sâmî ırka mensubiyetleri ve Barbar bir toplum oldukları bilinen Hiksoslar tarihçilerin ekseriyetine göre Araptır. Çoban krallar olarak da isimlendirilen bu hanedanın Fenikeli oldukları da söylenir. Bu arada onların Türk asıllı olduğunu ileri süren tarihçiler de vardır. Yusuf Ziya Özer'e göre Mısır'da bir asırdan fazla hüküm süren ve XVII. Hane-dan'm başlangıcında Mısır'dan çıkarılan Hiksoslar, Türk asıllı olup Sas kabilesi­ne mensuptur (Mısır Tarihi,178-179). Tarihçiler, Hz. Yusuf (a.s.)'m Mısır'a bu hanedan zamanında geldiğinde müt­tefiktirler. Ancak hangi firavun zamanında geldiği hususu ihtilaflıdır. Mısırlı ar­keolog Ahmed Yusuf Ahmed, onun XVI. Haneden firavunlarından İ-Apopi/Apopis zamanında (M.Ö. 1585-1542] geldiğinin kesinleştiğini, o dönemden kalma bir mezar taşında, Fûtî Fâri'ismini gördüğünü, bu İsmin Hz. Yusuf (a-S.)ı satın alan Aziz Potifar olduğunu belirtir. Yine XVII. Hanedan'dan bahseden bâzı kitabelerde, bu dönemden önce Mısır'da çıkan bir kıtlıktan bahsedildiğini hatırla­tarak, bu kıtlığın Kur'an ve Tevrat'ta bahsedilen kıtlık olduğunu söyler (bkz. Neccâr, 239). Hz. Yusuf (a.s.)'ın görev talebinde bulunması ve getirildiği görevin mahiyeti üzerinde çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Elmalıh, bu konuda şöyle der: "Bunda adalet ve hakkı hâkim kılma ile şer! hükümleri uygulayabileceğini bilen bir kimse için, emirlik ve idareciliği talep et­me ve idareciliğe kabiliyetini açıklamanın caiz olduğuna ve hattâ hakkı hâkim kılmaya ve halkı idareye başka suretle yol olmadığı takdirde kâfirden bile görev ve salâhiyet almanın caiz olacağına delil vardır, denilmiştir. Fakat âyette, bu me­likin küfrüne dair delil yoktur; bilakis, büyük müfessir Mücahid'den Müslüman olduğu rivayet edilmiştir. Bir de, 'Beni ülke hazinelerinin üzerine memur tâyin et' diyen Hz. Yusuf (a.s.), kraldan tam yetki istemiştir. Bu surette ise bâzı müfessirlerin dedikleri gibi, kral, Hz. Yusuf (a.s.)'ın görüş ve hükmüne tâbi olmuş demektir. Binaenaleyh bu suret­le, görevi kabul sorumluluğu, doğrudan ahkâmı yürütme sorumluluğuna râci o-lur. Talep meselesine gelince, fıkhı şudur: Ehil olmayanlara, görev haramdır, gö­rev vermek de haram, istemek de, kabul etmek de haramdır. Ehil olanlara ise, kabul caiz, talep mekruhtur. Ancak o işe ondan başka ehil kimse bulunmadığı belli olmuşsa o vakit talep vacip bile olur. İşte bir peygamber olan Hz. Yusuf (a.s.|, Allah tarafından görevlendirilmiş olduğu şer7! ahkâmı uygulamak, hak ve adaletin icrasına bir vesile bulmak İçin, bu talep ile, o vecibenin ifasına koşmuş­tur." (Hak Dini, V, 58-59). Konuyu geniş bir şekilde ele alan Mevdûdî, ilgili âyette gündeme gelen önemli sorulara cevap aramıştır: Onun tespitine göre ilk soru, Hz. Yusuf (a.s.)'ın krala yaptığı teklifin mâhiyeti hakkındadır. Ona göre, bu talep ve kabul, öncesi olma­yan bir iş değil aksine, tevazuda, doğrulukta, önsezide, iffette, güvenilirlikte, zekâ ve anlayışta kendisini ispat etmiş ve üike kaynaklarının tasarruf ve korunma­sında eşsizliğini ortaya koymuş bir şahsın talebi; ve onun bütün bu kabiliyetleri­ni devlet erkanıyla birlikte yakından müşahede etmiş bir hükümdarın kabulü­dür. İkinci soru, Hz. Yusuf (a.s.)'m üslendiği görevin ne olduğudur. Mevdüdî, ona verilen görevin, bîr Maliye bakanlığı, Hazine müsteşarlığı veya Kıtlık dönemi da­nışmanlığı türünden bir memuriyet değil, tüm yönetimin ellerine teslim edildiği mutlak bir otorite olduğuna inanır. Ona göre, Yusuf süresinde onun tahta otur­ması ve kendisine meliklik verdiği için Allah'a şükretmesi (âyet.lOl), yine kendi­sine melik denmesi (âyet, 72), ülkede tam tasarruf sahibi olduğunun ifade edil­mesi (âyet, 56 }, bunu açıkça gösterir. Tevrat ve Talmud'taki bâzı bilgiler de bunu destekler. Üçüncü bir soru, Hz. Yusuf (a.s.)'m hedefi hakkındadır. Hizmetlerinden mak­sadı, küfür ehline ait bir devletin kanunlarına tabi olmak ve onları güçlendirmek midir, yoksa yürütme gücünü kullanarak dinini hayatın tüm safhalarına hâkim kılmak mıdır? Bu soruya en güzel cevabın ünlü müfessir Zemahşeri tarafından verildiğini söyler ve onun şu sözlerini aktarır: "Hz. Yusuf (a.s.) ülkenin kaynakla­rını benim tasarrufuma verin şeklindeki teklifini yaptığı zaman onun niyeti, Allah'ın hükümlerini yürürlükte kılmak, hak ve adaleti tesis etmek ve tüm peygamberler gi­bi görevini icra etmek üzere iktidar fırsati kollamaktı. Yoksa, tahta geçmeyi, salta nat sürmek sevdası için yahut dünyevî arzularım ve hırslarım tatmin için isteme­mişti. Böylece bir talepte bulundu; çünkü bu işi icra edebilecek bir başkasının bu­lunmadığım gayet iyi biliyordu." {Geniş bilgi İçin bkz. Tefhim, II, 471-473; ayrıca bkz. Şevkânî, Tefsir, III, 35). [38] Yusuf sûresi, 12/54-57. Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 331-336. [39] Yusuf sûresi, 12/58-62. Tevrat, Kur'â-ı-ı Kerim'den farklı olarak, Hz. Yusuf (a.s.)'ın huzuruna giren kardeşlerinin, onun önünde yere kapandıklarını, Hz. Yu­suf (a.s.)'m ise onları azarlayıp onları memleketinin çıplaklığını görmek üzere ge­len casuslar olmakla suçladığını, bu suçu reddetmelerine rağmen onları suçla­maya devam ettiğini bildirir. Ayrıca Firavun adına yemin ederek, küçük kardeşle­rini getirmedikleri takdirde Mısır'dan ayrılmalarına izin vermeyeceğini söylediğini ve İçlerinden birini rehin olarak yanında alıkoyduğunu zikreder (Tekvin, 42/1-25). Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 336-338. [40] Bu konudaki görüşler için bkz. Taberi, Tarih, 1, 180; Kurtubî, Tefsir, IX, 226-229; İbn Kesir, Tefsir, IV, 38; Kasasu'l-enbiyû, I, 295; Salebİ,131; Mevdûdî, Tefhim, II, 479 ; Ateş, Tefsir, III, 1344. [41] Yusuf sûresi, 12/63-68. Buradaki son âyette "insanların çoğunun bilmediği şeklinde ifade edilen husus, Hz. Yakub (a.s.)'m "tedbir ile Allah'a tevekkül" asa­sında kurduğu dengedir. O, Allah'ın kendisine verdiği gerçek bilgi sayesinde akl-ı selimin gerektirdiği bütün tedbirlere başvurmuş; önceden Hz. Yusuf (a.s.)'a yap­tıklarını hatırlatarak, onları Bünyamin hakkında aynı şeyi yapmaktan sakındır­mış ve onu koruyacaklarına dair kesin bir söz almıştır. Aynı şekilde tehlikeye mâ­ruz kalmamaları için Mısır'a ayn kapılardan girmelerini emretmiştir. Sonra da Al­lah'a tevekkül etmiş, bir taraftan kula düşenin tedbir almak olduğunu hatırlat­mış, diğer yandan da hiçbir beşerî gücün Allah'ın takdirini değiştiremeyeceğini, gerçek himayenin ancak Allah'ın himayesi olduğunu ve O'na sığınmak gerektiğini açıklamıştır. Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 338-340. [42] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: [43] Taberî, Tarih, I, 182. [44] Kardeşlerinin, Hz. Yusuf (a.s.J'ın da önceden hırsızlık yaptığını söylemesini, ona yapılmış bir iftira olmayıp, çocukluğunda yaptığı küçük bir hırsızlığa işaret ola­rak düşünenler olmuştur. Bu konuda aktarılan rivayetlerde, onun çocukluğunda anne tarafından dedesine ait bir putu çalıp kırdığından veya ondan ayrılmak is­temeyen halasının onu kendisine köle edinmek maksadıyla, Hz. İshak (a.s.)'dan kalma kuşağı Hz. Yusuf (a.s.)'m beline bağlayıp, daha sonra da onu kuşağı çal­makla itham ettiğinden ve şeriatları gereğince onu köle edindiğinden bahsedil­miştir (Bu rivayetler için bkz. Taberî, Tarih, I, 170, 182; Kurtubî, Tefsir, IX, 239; İbn Kesir, Tefsir, IV, 40-41 ). [45] Elmalıh, burada Allah tarafından Hz. Yusuf (a.s.)'a öğretilen tedbir hakkında şöyle der: "Yani Yusuf için bu acîb tedbiri Allah takdir ve tertip etti, ona, onu Al­lah vahiy ve talim eyledi de kardeşini alıkoymak için fetvasını kardeşlerine ver­dirdi ve bu suretle babasının şeriatını Mısır'da tatbik yolunu açtı. Allah bir şeyi murad edince, sebeplerini hazırlar. Onun için bir taraftan Yusufa O şekli talim edip kardeşlerinin hakemliğine müracaat ettirdiği gibi diğer taraftan kardeşlerine de İşi sezdirmeyerek ol veçhile cevap ve hüküm verdiriverdi."  (Hak Dini, V, 78). [46] Yusuf suresi, 12/69-82. Tevrat'ta, bu ikinci gemlen masında kardeşinin Bunyanuni aJmadan gûmeme hususundaki ararları üzerine, kimliğini açıklayan ve onlara kırgm ohnadığmı söyleyen Hz. Yusuf (a.s.)'m, kralın da bilgisi dahilinde, babasın, ve ailesini M.sır'a getirmeleri için arabalar gönderdiği söylenir (Tekvin, 45-47.) Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 341-344. [47] Yusuf sûresi, 12/83-87. Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 344-345. [48] Yusuf sûresi, 12/87-93. Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 345-347. [49] Yusuf sûresi, 12/94-98. Tevrat'a göre, oğuiianmn kendisine Hz. Yusuf (a.s.)'m yaşadığını ve Mısır ülkesinin hâkimi olduğunu söylemeleri üzerine, Hz. Yakub (a.s.), onlara inanmamış, aksine gönlünü bayıltıcı bir keder kaplamıştır. Ancak Hz. Yusuf (a.s.)'ı getiren kervanı görünce sevinmiştir (Tekvin, 45/26-27). Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 347-348. [50] Onların şeriatinde insan İçin secdeye kapanmanın caiz olduğunu bildiren riva­yetler de nakledilmiştir (bkz. İbn Kesir, Tefsir, İV, 50). Yine, İbn Abbas'tan, önün­de secdeye kapanılan şahıs için kullanılan "O" zamiriyle Allah'ın kastedildiği; çünkü bir peygamberin, anne ve babasının kendi önünde secde etmelerine izin vermesinin peygamberlere yakışan bir Ö2ellik olmadığı şeklinde görüş nakledil­miştir (Râzi'nin İbn Abbas'tan naklettiği bu rivayet için bkz. Muhammed Esed, Kur'ân Mesajı, 479 [51] Yusuf sûresi, 12/99-101. [52] Kurtubî, Tefsir, IX, 268. [53] Göst. yer. [54] Mevdûdî, Tefhim, II, 493. [55] Çıkış, 12/37-38. [56] Sayılar, 15/15-16. Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 348-351. [57] Tekvin, 41/45-50. [58] Bkz. Taberi, Tarih, I, 178; İbn Kesir, Tefsir, IV, 34; Salebi, 128. Kurtubî, onun çocukları hakkında bilgi verirken, iki oğlu ve bir kızının İsimlerini vermiş; ancak onların annelerinden bahsetmemiştir (Tefsir, 9, 270). Bunun sebebi, Hz. Yusuf ;î   (a.s.)'m hanımı hakkındaki rivayetlere güvensizlik olmalıdır. Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 351. [59] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 351-352. [60] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 352. [61] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 352-353. [62] Yusuf süresi, 12/102-107. [63] İbn Kesir, Tefsir, IV, 61. [64] Yusuf sûresi, 12/110-111. [65] En'am sûresi, 6/84 [66] Mü'min sûresi, 40/34 Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 353-355.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...