İMAN VE KÜFÜR İKİ AYRI HASIM ZÜMRE
Allah-u Teâlâ İslâm ile küfrü ayırmış, ayrı ayrı iki zümre olduğunu beyan buyurmuş, müminlerle kâfirlerin arasındaki berzahı açık ve kesin olarak ilân etmiştir.
O'nun koyduğu hüküm ve hudutları, 10 berzah Âyet-i kerime'sini arzediyoruz. Bu Âyet-i kerime'ler iman edenler içindir. İman ile küfrü karıştırmaya çalışanların İslâm ile hiçbir ilgisi yoktur.
"(Hak ile bâtılın, hakikat ile dalâletin, doğru ile eğrinin) arasını ayırdıkça ayıranlara andolsun ki!" (Mürselât: 4)
"Acı ve tatlı sulu iki denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar. Fakat aralarında bir berzah (perde) vardır, birbirine geçip karışmazlar." (Rahmân: 19-20)
"Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk'a iletirler ve hak ile hüküm verirler." (A'râf: 181)
|
Berzahları bizzat Hazret-i Allah koydu. Bu bir emr-i ilâhîdir. Bu emr-i ilâhîye iman etmediler, itaat da etmediler.
İman etmediklerine göre, tâbi oldukları dini bilmemiz lâzım. Allah-u Teâlâ biliyor, halk da bilsin.
Zira iman ile küfür kesin olarak ayrıdır. Bunu Allah-u Teâlâ ayırmıştır, işte berzah Âyet-i kerime'leri önünüzde.
Nur ile nar ayrıdır.
Temiz ile pis ayrıdır.
Bunu karıştırmak isteyenlerin asıl gayesi nedir? Kime hizmet ediyorlar, İslâm'ı kime peşkeş çekmek istiyorlar.
Gördüğünüz gibi küfür âlemi İslâm'a harp ilân etmiş, alabildiğine var güçleri ile İslâm'ı küçültmek istiyorlar. Bunlar da onların safına girmek istiyorlar. Kendileri girsinler ve fakat İslâm dini'ne mâletmesinler. İman ve İslâm bunu reddeder.
"Bunlar güya Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler." (Bakara: 9)
"Hidayet kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamber'e muhalefet edip inananların yolundan başkasına uyan kimseyi döndüğü o yolda bırakırız. Ahirette de kendisini cehenneme sokarız. Ne kötü bir dönüş yeridir orası!" (Nisâ: 115)
İman-Küfür: İki Hasım Zümre
"İki hasım zümre." (Hacc: 19)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde İslâm ile küfrü ayırmış, ayrı ayrı iki zümre olduğunu beyan buyurmuş, müminlerle kâfirlerin arasındaki berzahı açık ve kesin olarak ilân etmiştir.
"İki hasım zümre." (Hacc: 19)
Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime'si ile inananlarla inanmayanları ayırmıştır. Hâl böyle olunca bir müminin kâfirleri ve münafıkları dost edinmesi kesinlikle yasaklanmıştır.
Yöneticilerimiz ise bu berzahı kaldırıyor, "Medeniyetler ittifakı" adı altında, kâfirlerle beraber oluyor, "Batı dünyası ile İslam dünyası arasında Türkiye gayet güzel bir köprü görevini oynayabilir. Bu gerçekleşirse 1.5 milyarlık İslam dünyası ile Avrupa`yı birleştirme imkânını yakalayabiliriz. Bu, bana göre çok önemli bir fırsattır. Bu fırsatı kaçırmamamız gerekiyor ve Türkiye şu anda, bu yönde adımlarını atmıştır." diyorlar.
Kitabullah'ın hükmüne rızâ göstermeyenleri dost edinmenin insanı İslâm hudutları haricine çıkaracağı kesinlikle bilinmelidir. Bir müminin her şeyden önce dininde ve imanında samimi olması gerekir. Küfre rızâ küfürdür.
Hazret-i Allah iman ile küfür arasında açık ve kesin bir berzah koymuş iken kâfirlerle bir olmak, onların küfrünü hoş görmek hangi müslümana yakışır? Müslüman olan bu alçalmayı, İslâm'ın ve imanın yüksekliğine tercih eder mi?
"Allah'a ve Peygamber'ine muhalefette bulunanlar, kendilerinden öncekilerin alçaltıldığı gibi alçaltılacaklardır. Hâlbuki biz apaçık âyetler indirmişizdir. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır." (Mücâdele: 5)
Bu iman ve küfür berzahıdır, hakikat ile dalâlet berzahıdır. Tevhid ve şirk mücadelesidir.
Aslında bu Âyet-i kerime mümin ile kâfiri, iman ile küfrü ayırması bakımından kâfidir.
Allah-u Teâlâ İman ile Küfrü Ayırmıştır.
Karıştırmaya Çalışan İslâm'dan Ayrılmıştır.
"İman ile küfür birbirinden kesin olarak ayrılmıştır." (Bakara: 256)
Hakk Celle ve Alâ Hazretleri iman ile küfrü, inananlarla inanmayanları birbirinden kesin olarak ayırmıştır. Dünyada ayırdığı gibi, ahirette de inananların saâdete, inanmayanların felâkete uğrayacaklarını haber vermiştir.
"İman ile küfür birbirinden kesin olarak ayrılmıştır." (Bakara: 256)
Başımızdakiler ise iman ile küfrü karıştırmaya, küfrü hoş göstermeye çalışıyor ve kendileri küfre daldıkları gibi inananları da küfrün içine daldırmaya çabalıyor, "Avrupa Birliği ile katolik nikâhı kıymak istediklerini" söylüyor.
Halbuki iman ile küfür, hak ile bâtıl, hidayet ile dalâlet, nûr ile zulmet, saâdet ile felâket apaçık delillerle birbirinden ayırt edilir haldedir.
İman ile küfrün bu derece açığa çıkmasından sonra, kendilerine tutunanları küfre kaydıracak olan tağutların, yoldan sapmış önderlerin çürük kulplarına yapışanlar ise Hakk'tan ve hakikatten uzaklaşırlar, hidayeti dalâlete değişirler, sapmışlık içinde bocalar dururlar.
"Kim tağutu inkâr edip de Allah'a inanırsa muhakkak ki o, kopması mümkün olmayan en sağlam bir kulpa sımsıkı sarılmış olur." (Bakara: 256)
İman, aslâ kopmak bilmeyen sağlam bir kulp gibidir. O kulpa sarılan kişi kurtuluş yolunu aslâ kaybetmez, şaşkınlıklar içinde bocalamaz.
"Allah iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan kurtarıp nûra çıkarır.
İnkâr edip kâfir olanların dostları ise Tağut'tur. Onları nûrdan alıp karanlıklara götürür. İşte onlar cehennemliklerdir, orada ebedî kalacaklardır." (Bakara: 257)
Hak ile Bâtılı Karıştırmaya Çalışan, Sadece Kendisini Aldatır!
"Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilerek hakkı gizlemeyin!" (Bakara: 42)
Hazret-i Allah iman ile küfrü, hak ile bâtılı, hakikat ile dalaleti kesin olarak ayırdığı halde bilerek karıştırmaya çalışanlara hitap etmektedir:
"Hakkı bâtıl ile karıştırmayın, bilerek hakkı gizlemeyin!" (Bakara: 42)
Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime'sinde böyle buyuruyorken bunlar hak ile bâtılı, hakikat ile dalâleti birbirine karıştırıyorlar ve bilerek hakkı gizliyorlar, bu fermân-ı ilâhîyi bütünüyle inkâr ediyorlar, Allah-u Teâlâ'nın hükmünü çiğniyorlar.
Avrupa Birliği küffar birliğidir. Bunu en üst kurumlarda görev yapan birçok AB yetkilisi açıkça ifade ettiği halde bizimkiler ise şöyle söylüyor:"AB, bir Hıristiyan kulübü değildir, olamaz. Biz AB`yi başından beri bir değerler bütünü olarak gördük. Eğer siyasi değerler bütünü olarak buna yaklaşacak olursak, inanıyorum ki medeniyetler ittifakını da gerçekleştirmiş oluruz. Buna engel olanlar insanlık karşısında faturasını ödeyemezler."
Bunlar Allah-u Teâlâ'nın mümin ve kâfir hudutlarını kaldırarak, küffar birliğine girmek için dinde ve vatanda her türlü tavizi veriyorlar.
Allah-u Teâlâ bu gibi kimseleri Âyet-i kerime'sinde bize tanıtıyor ve şöyle buyuruyor:
"Bunlar güya Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa onlar sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değildirler." (Bakara: 9)
Allah-u Teâlâ onların iddiâlarını reddetmektedir. Her ne kadar müslümanları aldatmaya çalışıyorlarsa da, aslında aldanan bizzat kendileridir, en büyük zararı yine kendileri görürler, yaptıklarının vebali kendilerine döner.
"Hidayet kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamber'e muhalefet edip inananların yolundan başkasına uyan kimseyi döndüğü o yolda bırakırız. Ahirette de kendisini cehenneme sokarız. Ne kötü bir dönüş yeridir orası!" (Nisâ: 115)
Allah-u Teâlâ'nın halkettiği bütün mahlûkat hâinlere lânet eder. Çünkü müslüman gibi görünüyor, fakat din-i İslâm'a ihanet ediyor. Bir taraftan dini, diğer taraftan devleti yıkmaya çalışıyor. Fakat onlar bunu bilmezler, gayeleri peşinde koşarlar. Makam, nam, menfaat için devleti yıkıp, hizmet ettikleri kâfirin arzularını yerine getirmek için vazifelidirler. Bunun için çalışırlar.
Yahudi ve Hıristiyanları Dost Edinenler Onlardandır:
"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki Allah zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez." (Mâide: 51)
Küfür, İslâm'a göre tek bir millettir. Tarih boyunca İslâm ülkelerine ve müslümanlara karşı küfür dâima birlikte hareket etmiştir. Hep düşmanlık beslemiş hiç dost olmamışlardır. Menfaatleri icabı dost göründükleri anlarda dahi içten içe kalplerinde derin bir düşmanlık beslemişlerdir.
"Ey iman edenler! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, o onlardandır. Şüphesiz ki Allah zâlimler gürûhunu hidayete erdirmez." (Mâide: 51)
Bu ilâhî hitap, İslâmiyet'in ilk yıllarından itibaren kıyamete kadar gelip geçecek olan bütün müslümanlaradır. Bu emir inananlara verilmiştir. Allah-u Teâlâ'nın emrini, Allah-u Teâlâ'ya inanan bir mümin iman eder ve tatbik eder.
Erdoğan ise şöyle söylüyor: "Bunun neticesinin sağlıklı olacağına inandığım için, arkadaşlarım ile birlikte bu yola bu şekilde koyulduk. Ama Avrupalı dostlarımız bize bu konuda desteklerini artırmazlarsa, o zaman tabii ki netice almamız da zorlaşır."
Halbuki kâfirler İslâm'ın ve müslümanların düşmanıdırlar, müslümanların başına dâima bir gaile çıkarmaktan ve kötülük etmekten başka bir şey düşünmezler. Dinini terkedip kendilerine tâbi olmadıkça, hiçbir müslümandan memnun olmazlar.
"Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)
Onlar İslâm'a ve Müslümanlara Düşmandır:
"Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)
Allah-u Teâlâ birçok Âyet-i kerime'sinde müslümanlara yahudi ve hıristiyanları tanıtmış, onların fitne ve fesadına karşı emir ve nehiyler koymuştur.
"Sen onların dinine uymadıkça ne yahudiler ne de hıristiyanlar senden aslâ hoşnut olmazlar." (Bakara: 120)
Nitekim Avrupa 50 yıldır Türkiye'yi oyalamaktadır. O kadar iktidar gelip geçti, hiçbirisi bunlar kadar bu işe baş koymamıştı. Küffarın her isteğini bu kadar yerine getirmemişti. Avrupa dinî dayatmalarda bulunuyor. Tarihten gelen haçlı kini ile hareket ediyor, intikam almaya çalışıyor. Bunlar ise bunca tavizi veriyorlar. Üstelik bu tavizlerine İslâm'ı alet etmeye çalışıyorlar.
Erdoğan bir konuşmasında şöyle söylüyor: "Fakat bizden hâlâ bazı şeyler isteme gayreti içinde olanlar varsa, bunlar bir yanlışın içindedirler. Artık Türkiye'nin vereceği herhangi bir şey kalmamıştır. Kopenhag siyasi kriterleri ile ilgili ne yapılması gerekiyorsa hepsi yapılmıştır. 17 Aralık'ta ne istendiyse o da yapılmıştır. Bundan sonra yapacağımız hiçbir şey yoktur. Yapması gerekenler konseyin üyeleridir. Konseyin üyeleri büyük çoğunlukla zaten bu işe 'evet' demektedirler. Birkaç ülke ya iç politikaları sebebiyle bu yanlışın içindedirler ya da eski bir futbolcu olmam sebebiyle söylüyorum, tribünlere oynama gayreti içindedirler. Tribünlere oynamayı bırakalım, netice almaya bakalım."
Böyle söylemesine rağmen Avrupa istemeye devam ediyor, bunlar da vermeye devam ediyor.
"Eğer onların güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar size karşı savaşa devam ederler." (Bakara: 217
Ehl-i küfür hiçbir zaman müslümanlara olan düşmanlıklarından vazgeçmezler.
Allah Katında Din İslâm'dır:
"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, onunki aslâ kabul edilmeyecektir. Ahirette de ziyan edenlerden olacaktır." (Âl-i imrân: 85)
İslâm bütün peygamberlerin dinidir. İlk insan ve ilk peygamber Hazret-i Âdem Aleyhisselâm ile başlamış, zamanın akışı içerisinde ve her peygamber gelişinde en mükemmele doğru dâima bir gelişme kaydetmiştir. Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm'a gelince de kemâlini buldu ve son şeklini aldı.
"Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı beğendim." (Mâide: 3)
"Bu, dimdik ayakta duran bir dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Rûm: 30)
"Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, onunki aslâ kabul edilmeyecektir. Ahirette de ziyan edenlerden olacaktır." (Âl-i imrân: 85)
"Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i imrân: 19)
Bunlar ise Allah katında makbul olmayan, hakiki dinden sapmış, asliyetini kaybetmiş yahudilik ve hıristiyanlık gibi dinleri Allah katındaki din olan İslâm dini ile bir tutuyorlar, "Medeniyetler ittifakı", "Üç büyük din" gibi tabirler kullanarak "O da dindir, bu da dindir" demek istiyorlar.
Halbuki İslâm dini ile diğer dinler arasındaki fark aydınlık ile karanlık, gören ile kör, işiten ile duyan arasındaki fark gibidir.
"(Mümin ve kâfir) iki zümrenin durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların hâli hiç eşit olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?" (Hûd: 24)
Allah-u Teâlâ'nın katında makbul olan din yalnız budur. Bu O'nun hükmüdür. Din olarak yalnız İslâm vardır. Gerek Allah-u Teâlâ'yı inkâr eden kâfirler, gerekse müslüman görünen din kurucu kâfirler; bu hükmü bozmak, kendi zanlarına, kendi dinlerine göre bu Âyet-i kerime'yi hükümsüz saymak, kurdukları bâtıl dini bu Âyet-i kerime'nin yerine koymak isterler. Bunu yaptıkları zaman da bu emr-i ilâhî'yi inkâr etmiş olurlar.
Hüküm budur. İlâhî emirler budur.
Allah'a İnanan Bir Millet;
Allah'a ve Peygamber'ine Muhalefet Edenlere, Hakaret Edenlere Sevgi Beslemez:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah'a ve Peygamber'ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin. Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın hizbi (partisi)dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah'ın hizbi (partisi)dir." (Mücâdele: 22)
Allah-u Teâlâ'ya ve Resulullah Aleyhisselâm'a düşmanlık etmek, küfrün ve şirkin en şiddetlisidir. Küfre ve kâfirlere muhabbet ise iman ile bir arada bulunmaz. Kim Allah'ı ve O'nun Peygamber'ini severse, onların düşmanlarına düşman olur.
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah'a ve Peygamber'ine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin. Onlar o kimselerdir ki, Allah imanı kalplerine yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan râzı olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar Allah'ın hizbi (partisi)dir. İyi bilin ki kurtuluşa ulaşacak olanlar Allah'ın hizbi (partisi)dir." (Mücâdele: 22)
Allah-u Teâlâ bu Âyet-i kerime'sinde kendi dinini, kendi partisini, kendi dosdoğru yolunu ilân etmiş, kurtuluşun ancak ve ancak burada olduğunu ferman buyurmuştur.
Bunlar ise Resulullah Aleyhisselâm'a açıkça hakaret edenleri müdafaa ve muhafaza eden küffar ehli ile İslâm ülkeleri arasında arabuluculuk yapacağız diye uğraşıyorlar. Bir tarafta Allah-u Teâlâ'nın emir ve hükümlerine göre hareket eden Allah'ın hizbi, diğer tarafta bunlar.
Küfre ve kâfirlere sevgi göstermek, Allah'a ve ahiret gününe inanmanın gerekleriyle taban tabana zıttır. Zira onlarla dostluk kurmak, küfre sevgi göstermektir. Kim Allah'ı severse, O'nun düşmanlarına düşman olur. Nur ile karanlık bir araya gelmediği gibi; bir kalpte hem Allah sevgisi, hem de O'nun düşmanlarının sevgisi beraber bulunmaz. Küfre muhabbet ile iman bir arada barınmaz. Bir kimseyi sevenin, onun düşmanını sevmesi mümkün değildir. Bu iki şey kalpte birleşmez. Kalpte Allah düşmanlarının sevgisi yerleşince orada iman bulunmaz. Binaenaleyh hiçbir müminin hiçbir halde onlarla dostluk kurmasına cevaz yoktur.
"Ey Nuh! O senin ehlin değildir. Çünkü o kötü bir iş işlemişti." (Hud: 46)
"Ey iman edenler! Küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin.
Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerdir." (Tevbe: 23)
İslâm bu imanı gerektirir. Bu Âyet-i kerime'ler kimlerin dost ve kardeş olacağını anlatıyor.
Bâtıl Yok Olmaya Mahkûmdur:
"Hayır! Biz hakkı bâtılın tepesine şiddetle indirip atarız da, onun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki bâtıl yok olup gitmiştir." (Enbiyâ: 18)
Allah-u Teâlâ hak ile batılı, iman ile küfrü kesin olarak ayırdığı gibi; küfrü ve bâtılı kerih, murdar, pis olarak vasıflandırmış, küfür ehlini ve küfür ehlinin temsil ettiği bâtıl itikat ve fikirleri şiddetle reddetmiştir:
"Hayır! Biz hakkı bâtılın tepesine şiddetle indirip atarız da, onun beynini parçalar. Bir de görürsünüz ki bâtıl yok olup gitmiştir." (Enbiyâ: 18)
"Allah bâtılı imhâ eder. Kelimeleriyle hakkı gerçekleştirir." (Şûrâ: 24)
Allah-u Teâlâ'nın hakkın bâtıla, imanın küfre, hakikatin dalâlete galip geleceğine dâir hem vaad-i sübhanî'si, hem müjde-i ilâhî'si bulunmaktadır.
Bunlar Allah-u Teâlâ'nın şiddetle beynini parçaladığı, imhâ ettiği bâtılı memleketimize sokmak istiyorlar, bu İslâm milletini bâtıl topluluklara bağlamak istiyorlar. İslâm dışında her şey bâtıldır:
"Allah'ın nûrunu ağızlarıyla üfleyip söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu mutlaka tamamlayacaktır." (Tevbe: 32)
"Günahkârlar istemese de Allah, sözleriyle hakkı ortaya çıkaracaktır." (Yunus: 82)
Allah-u Teâlâ hakkı ve hakikati açığa çıkarmak, Tevhid'in nûrunu parlatmak, İslâm'ı yüceltmek ve aziz etmek istiyor. Siz ise bu nûru, bu nûrun temsilcisi bir milleti; bâtılın, vahşetin, karanlığın temsilcilerine bağlamaya çalışıyorsunuz. Onların hiç İslâm'a ve müslümanlara dost olduğu görülmüş müdür?
"Fakat onların çoğu haktan hoşlanmamaktadırlar." (Müminûn: 70)
Siz yönünüzü bâtıl Batı'ya döneli çok oldu, bu tarafa dönüşünüz artık çok zor!
"Andolsun ki siz, kendinizden önceki milletlerin yoluna kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak tıpatıp uyacaksınız. Hatta onlar daracık bir keler deliğine girseler bile, siz de muhakkak o deliğe gireceksiniz."
Ashâb-ı kiram: "Yâ Resulellah! O milletler yahudiler ve hıristiyanlar mı?"
"Bunlar olmayınca başka kimler olur?" buyurdu. (İbn-i Mâce: 3994)
Dikkat ederseniz bu Hadis-i şerif mucize olarak gerçekleşmiş, olduğu gibi tecellî ediyor.
Yoldan Sapanlar:
"Kim imanı küfürle değişirse, şüphesiz ki dümdüz yoldan sapmış olur." (Bakara: 108)
İman bir bütündür, parçalanamaz. İman ile küfür arasında orta bir yol olmadığı gibi; iman ile küfür, hak ile bâtıl arasında bir mertebe de yoktur. "Bâtıl"a ve "Küfür"e meyleden imanla küfrü değiştirmiş, dosdoğru yoldan çıkıp sapıklığa düşmüş olur.
"Kim imanı küfürle değişirse, şüphesiz ki dümdüz yoldan sapmış olur." (Bakara: 108)
Allah-u Teâlâ bir başka Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurur:
"Sizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlar cehennemliktirler ve orada ebedî kalırlar." (Bakara: 217)
Çünkü kâfir olarak ölmüşlerdir. İrtidat etmek suretiyle dünyada müslümanların sahip oldukları imkânlardan, ahirette de sevaptan mahrum kalırlar. Cehennemden aslâ çıkmayacaklardır.
Müslümanlardan herhangi biri, hangi sebepten olursa olsun dininden döner ve kâfir olarak ölürse, artık onun daha önce müslüman olarak işlediği bütün iyi ameller bâtıl olur. Tıpkı bütün ömürlerini küfür içinde geçiren öteki kâfirler gibi olurlar. Dininden dönenlerin ve hak yoldan yüz çevirenlerin âkıbeti budur.
Avrupalılara hoş görünmek için: "Batı'da bazı çevreler bizi Müslüman demokrat olarak tanımlıyor. Ancak bizim muhafazakâr demokrasi anlayışımızda sadece toplumun temelini oluşturan Türk ailesinin değerleri, toplumun örf, âdet ve geleneklerine bağlılık vardır. Bu demokratik bir tutumdur, dini bir tutum değildir." diyenlerin durumunun ne olacağını siz takdir edin.
Küffar "Siz müslümansınız" diyor, bunlar ise "Bize müslüman demeyin." diyor.
"İnsanları Allah'a çağıran, kendisi de sâlih amel işleyen ve "Doğrusu ben müslümanlardanım!" diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?" (Fussilet: 33)
"İman ettikten, peygamberin hak olduğuna şehâdet ettikten ve kendilerine apaçık deliller geldikten sonra inkâr eden bir topluluğu Allah nasıl hidayete eriştirir? Allah zâlimler topluluğunu hidayete eriştirmez."(Âl-i imrân: 86)
"İman edip inkâr edenleri, sonra yine iman edip tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârlarını artıranları Allah ne bağışlayacak ne de doğru yola iletecektir." (Nisâ: 137)
"Onlar iman ettiler, sonra inkâr ettiler. Bu yüzden kalpleri mühürlendi. Artık onlar anlamazlar." (Münâfikûn: 3)
Bunları size izah etmekteki gayemiz iman ile küfrün arasına berzahı koymaktır.
İman ile küfrün, mümin ile kâfirin ayrılması ve bilinmesi lâzımdır. Bu ise ancak Allah-u Teâlâ'nın emri ile ayrılır ve bilinir. Temiz ile pisin ayrıldığı gibi. Bunu bilmek için de "İlâhî Hükümler"i bilmek lâzımdır.
Bâtıla Uyanlar, İnkâra Sapmıştır:
"İşte böyle, inkâra sapanlar bâtıla uydular, iman edenler ise Rabb'lerinden gelen Hakk'a uydular." (Muhammed: 3)
Allah-u Teâlâ kâfirlerin sapıklık, müminlerin de doğru yolu bulmalarının sebeplerini açıklamak üzere Âyet-i kerime'sinde şöyle buyurmaktadır.
"İşte böyle, inkâra sapanlar bâtıla uydular, iman edenler ise Rabb'lerinden gelen Hakk'a uydular." (Muhammed: 3)
Onlarsa küffar Batı'ya uydular. Batı'nın küfrünü hoş göstermeye çalışıyorlar, kiliseler açıyorlar, nüfus cüzdanlarından İslâm hanesini kaldırıyorlar. Bunlar büyük yanlıştır. Allah-u Teâlâ'nın kelâmı Âyet-i kerime'leri önlerine sürüyoruz. Biz bu beyanları bir öğüt bir ikaz olmak üzere arzediyoruz ki, kendilerine gelsinler, İslâm'a dönsünler.
Allah-u Teâlâ'nın ayırdığını karıştırmaya, Allah-u Teâlâ'nın berzahını kaldırmaya çalışmayın.
"Acı ve tatlı sulu iki denizi salıverdi, birbirine kavuşuyorlar. Fakat aralarında bir berzah (perde) vardır, birbirine geçip karışmazlar." (Rahmân: 19-20)
Bunlar gibi yoldan sapanlar, hakikat ile dalâleti, doğru ile eğriyi, hak ile bâtılı karıştırmaya çalışanlar olduğu gibi, Allah-u Teâlâ'nın yolunda, ilây-ı kelimetullah için mücahede ve mücadele edenler vardır. Allah-u Teâlâ'nın berzahını ortaya koyarlar, tebliğ ederler, bu uğurda cihad ederler.
"(Hak ile bâtılın, hakikat ile dalâletin, doğru ile eğrinin) arasını ayırdıkça ayıranlara andolsun ki!" (Mürselât: 4)
"Yarattıklarımızdan öyle bir topluluk da vardır ki, onlar Hakk'a iletirler ve Hakk ile hüküm verirler." (A'râf: 181)
"Estikçe eserek, (zararlıları) savurup atanlara andolsun ki!" (Mürselât: 2)
"Ey müminler! Allah yolunda nasıl cihad etmek gerekiyorsa öylece hakkıyla cihad edin." (Hacc: 78