Osmanlıdaki Din ve Vatan Aşkına İki Misâl
Hazret-i Allah'a ve Resul'üne iman eden İslâm kumandanları tarihte emsali görülmemiş bir eser ve ün bırakmışlardır.
Onlar Hazret-i Allah'ın ismini yüceltmek için yaşadıklarından Hazret-i Allah da onların ismini yaşatmıştır.
Onların hayatlarında kendilerinden sonra gelen nesiller için çok büyük ibret ve nasihatler vardır.
Onların Hazret-i Allah'a bağlılıkları ve cihad azimleri her asırdaki müslümanlar için büyük birer numunedir.
Onlar Hazret-i Allah'ın ismini yüceltmek için yaşadıklarından Hazret-i Allah da onların ismini yaşatmıştır.
Onların hayatlarında kendilerinden sonra gelen nesiller için çok büyük ibret ve nasihatler vardır.
Onların Hazret-i Allah'a bağlılıkları ve cihad azimleri her asırdaki müslümanlar için büyük birer numunedir.
Fahreddin Paşa ve Medine Müdafası:
I. Cihan Harbi'nde, Osmanlı Devleti'nin yedi düvelle savaştığı mâlumdur. Hicaz topraklarında da Şerif Hüseyin, İngilizler'in desteğiyle isyan etmişti. Cidde, Mekke, Taif'i ele geçirmiş, Medine'ye gelmişti. O sırada Medine'deki, Osmanlı ordusunun başında Fahreddin Paşa vardı. Medine'ye saldırdılar, Fahreddin Paşa'nın mukavemeti üzerine başarılı olamadılar ve bir daha cephe savaşına girmediler. Fakat kuşatma altında tuttular. 1916 yılında başlayan bu kuşatma 1918 Mondros Mütarekesi'ne kadar sürdü. Hicaz demiryolunu tahrip eden isyancılar böylece Medine'nin bağlantısını kestiler. Medine'de hastalık, kıtlık başladı ve fakat Fahreddin Paşa yine de Medine'yi teslim etmedi. Hayatını Allah için Mekke ve Medine'ye adayan Fahreddin Paşa Resulullah Efendimiz'in huzurunda; "Yâ Resulellah! Son nefesimize varıncaya kadar şehit olmadıkça senin mübarek bedenini düşman eline teslim etmeyeceğiz!" demiş, teslim olalım sözlerine; "Ben Hazret-i Peygamber'i ve kutsal emanetleri düşmana çiğnetmem!" karşılığını vermişti.
Açlık ve susuzluk baş göstermeye başlayınca; çamurlu su içerler, hurma çekirdeklerinden ekmek yaparlar. Açlıktan çekirge yerler. Bütün bu olanlara ve hastalıklara rağmen Medine'yi müdafaa ederler.
Fahreddin Paşa'nın askerlerine şu hitabı manidardır:
"Evlâtlarım! Bir söz verdik, 'İsyancılara bu şehri vermeyeceğiz!' diyerek. Elimizden ne geliyorsa yapmalıyız. Son mermi, son er, son kana dek. Bu azim, dayanma gücü verecektir. Bayrağımıza iyi bakın. O herhangi bir bayrak değildir. Devletimizin düşen kalesi, birçok ele geçen şehri var. Burası devletimizin son kalesidir."
Fahreddin Paşa, İstanbul'dan gelen; "Şehri terk ediniz!" emrini;
"Ben Peygamber'imiz Efendimiz'in mezarını bunlara bırakmam, ben al sancağı indirmem, eğer indirilecekse başka kumandan gönderin. İngilizlere, Araplara teslim olmaktansa kendimi fedâ ederim." diyerek reddetmiş, bir Cuma günü Haremeyn-i Şerif'in minberinden halka şöyle hitap etmişti:
"Ey insanlar! Malumuzun olsun ki, kahraman askerlerim bütün İslâm'ın sırtını dayadığı yer, mânevi gücünün desteği hilâfetin göz bebeği olan Medine'yi son fişeğine, son damla kanına, son nefesine dek muhafaza ve müdafaaya memurdur. Buna müslümanca, askerce azmetmiştir.
Bu asker, Medine'nin enkazı ve nihayet Ravzâ-i Mutahhara'nın yeşil türbesi altında kan ve ateşten dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine-i münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet mescidin minare ve kubbesinden al sancağı alınmayacaktır.
Allah-u Teâlâ bizimle beraberdir, şefaatçimiz O'nun Resul'ü Peygamber Efendimiz'dir." demiştir.
Fahreddin Paşa, Ravzâ-i mutahhara'yı her gün kendi elleriyle siler, süpürür, tozlarını da atmaz, saklardı. Gizlice Resulullah'ın yanına kemâli edeple varır, ona halini, mevcut durumu anlatır ve yardım dilenirdi.
Nihayet Osmanlı devleti I. Dünya Savaşı'nda yenildiği için Harbiye Nezareti'nin;
"Direnişe son ver" emrini dinlemiyor, "Hilâfet ve Padişahın iradesi olmalıdır!" diyordu.
Nihayet Padişahın bu emri de ulaşınca yine de; "Halifenin baskı altında böyle emir verdiğini" söyleyip müdafaaya devam ediyordu. Nihayet Paşa'ya; "Medine boşaltılmazsa, İstanbul işgal edilecek" denilerek ikna edilmişti.
İngilizlerle görüşmeyi diğer subaylara bırakan Paşa, Ravzâ'ya çekilir, teslim günü geldiğinde ise Ravzâ'dan çıkmaz, kılıcını İngilizlere değil, Kabr-i şerif'inin başında Resulullah'a teslim etmiştir. Gelenlere; "Peygamber'imi bırakmam, bayrağımı indirmem!" diye bağıran Paşa'yı subaylar bir yolunu bulup Paşa'yı omuzlarına alarak, tören varmış gibi Ravzâ'dan zorla çıkarırlar.
Çok üzgün olan Paşa;
"Hiç utanmaz mısınız, hiç korkmaz mısınız, bu şehri teslim etmeye? Şahit olun! Medine sokakları; ben gitmiyorum, zorla götürüyorlar, Peygamber'imiz şahittir, ben gitmiyorum!" diyordu.
Artık askerimiz teslim olmuştu. Medine'den, Türk askeri çekilirken hem asker ağlıyor, hem Medine halkı ağlıyordu.
Esir alınan Osmanlı askerleri, Mısır'daki esir kampına gönderildi. Yalnızca Hilal-i Ahmer (Kızılay) görevlilerinin yolculuğa çıkamayacak durumdaki yaralıların tedavisi için kalmalarına izin verildi. Feridun Kandemir, Osmanlı askerlerinin ayrılışını hatıratında şöyle nakletmiştir:
"Kimi kolsuz, kimi bacaksız kalmış askerlerin, birbirine sokulup yardım ederek, halsiz, mecalsiz bir durumda son defa Haremüşşerif'i ziyaretle Ravzâ'ya yüzlerini sürerek duâ ede ede yaptıkları veda görülecek şeydi. İngiliz altınları ile beslenerek Türklere diş biler hale getirilmiş sözde Araplar bile bu manzara karşısında göz yaşlarını tutamamıştı. Bizimle beraber Medine'de kalıp aylarca süren muhasaranın her türlü sıkıntısını çeken yerli Araplar ise tam bir matem havası içinde hüngür hüngür ağlıyorlardı."
Fahrettin Paşa İngilizlerce Malta'ya sürgüne gönderilmiş, nihayet Paşa 2 yıl sonra bir yolunu bulup kaçarak İstiklal Harbi'ne katılmıştır.
Fahrettin Paşa'nın, Medine savunması sırasında
askerleri arasında moralleri yüksek tutmak için
Sancak-Bayrak hakkında açtığı müsabaka içerisinde en kıymetlisi olan
Sabih Bey'in kaleme aldığı makaledir:
askerleri arasında moralleri yüksek tutmak için
Sancak-Bayrak hakkında açtığı müsabaka içerisinde en kıymetlisi olan
Sabih Bey'in kaleme aldığı makaledir:
O, ecdadın ve Âl-i Osman'ın pâk ve mübârek kanlarıyla nescedüp bize teslim eyledikleri bir emânettir. O, öyle bir çevredir ki; bütün Osmanlılığın mevcûdiyetini, şan ve şerefini, tarih ve mukaddesatını, kadınlarımızın ırz ve namusunu, kızlarımızın bekâretini, çocuklarımızın saadetini çıkınlıyor. Biz onun üzerine nasıl titremeyiz? Hepimize teneffüs hakkı veren odur. Hey'et-i içtimaiyemize ifaza-i hayat ve hararet eden hep onun asîl ve civanmerd kalbidir.
Eğer O çarpmazsa bizim de nabzımız atmaz, göğsümüz vurmaz. Allah esirgesin, eğer onun gülbenzi hasara uğrarsa 'Kâbe'mizin kara gömleği yırtılır. Peygamber'imizin yeşil örtüsü çâk edilir. Analarımızın ak saçı yolunur, kızlarımızın ırzı hetk olunur.
Görmüyor musunuz? Ne kadar canlı, asabî, serbâz ve serefrâz!.. Hiçbir gelin o kadar sevimli, zarif ve nâzenin olamaz. Hiçbir delikanlı onun kadar şehlevend, cevvâl ve nevcivân değildir. Bizzat atalarımızın ruh-i pür fütûhunu hâmil olmasaydı, saflarımızın önünde bu kadar kahramanca göğüs gerer miydi?
Sancağımız hayat-i ebedîye ile bahtiyardır. Vatanın fedakâr çocukları kanlarını, canlarını ona hibe ve ilhak ettikleri içindir ki; daima böyle genç ve dinç kalacaktır.
Karşısında cephe alarak resm-i ta'zim ifâ edişimiz sebepsiz değildir. Biz onda, bütün 'Âl-i Osman'ı, mâzimizin kahramanlıklarını, mefkûremiz uğrunda can veren bütün âbâ ve evliya-yi vatanı selâmlıyoruz. Tarihimiz ziyaa uğrarsa, Sancağımız onu yeniden ibda' ve te'lif edebilir. Ona bakarken nasıl göğsümüz şişmez, nasıl gözlerimiz yaşarmaz?.. Yedi asrın şan ve şükûhunu, âlâm ve fecâyiini ihtiva eden bu emsalsiz temaşa bizi saatlerce hıçkırtıp ağlatsa yeridir!..
Ya o al rengi biliyor musunuz? Memleketin bütün mukadderatı ve aziz istikbali için o kadar cömertçe akıtılan kanlara işaret ediyor. Filvâki babalarımız, yurdumuz için kadınların da yapabilecekleri gibi yalnız gözyaşı dökmediler.
Bu ocağı kurarken, bizzat kendilerini kurban ettiler. Sancağımızı kaldırmak için düştüler. Onun şan ve şerefle dalgalanması için kendi ciğerlerinin şehik ve zefirlerinden kasr ve tasarruf ettiler.
Onda çırpınan şey, eslâfımızın ervah-ı gayretidir. Onun mukaddes alevinde yanan çıra, şehidlerimizin ecza-yi intikamıdır.
Dünyanın bütün çiçekleri 'Albayrak'ın yanında renksiz ve kokusuzdur. Biz onun katmerlerinde bizzat cenneti koklarız. Bozkırlarda onun ateşi etrafında ısınırız, kum çöllerinde onun gelincik terâvetiyle yüreğimizi tâzeleriz. Fecrin akını gibi bir gecede Asya'dan Avrupa'ya baskın yapan Bayrağımızı bütün ufuklar tanır... 'Eflâk', 'Buğdan' Ovaları, 'Avusturya-Macaristan', 'Lehistan' Sahraları, 'Volga-Tebriz' illeri, 'Cezayir-Nis' sahilleri hep onun devrine ve devlet-i dâmenbûsuna erdiler.
'Bosna ve Kırım'ın bahçeleri, İran'ın gülistanları bu kadar güzel âteşin bir gül daha asla vermeyecek. Tuna yalıları, Hind suları Hilâlimiz gibi mürassa' ve müsa'şa, bir gerdanlık madâm-el-hayat takınmayacaktır.
Atalarımız, nasıl bayrağımızı damarlarının en girânbâhâ yakutlariyle bezemişlerse, analarımız da en güzel incilerini onun üzerine işlemişlerdir. Şu 'Ay'a bakınız, suyu ne kadar temiz ve şeffaf!.. Mukadderatımızın hulliyati için en kıymetlisi, şüphe yok, budur. Çünkü; sevgili ninelerimizin sıcak ve samimi gözyaşlariyle tarsi' edilmiştir. Ya hepimizin gözbebeği olan şu parlak 'Yıldız'... Bizi bütün gece yatağımızın başucunda uyanık bekleyen odur!.. Müddet-i hayatında bir kere bile kirpiklerini kırpmamış, her zaman üzerimize titremiş, obamızı, yurdumuzu, serhadlerimizi canfedâyâne korumuştur. Bize olan rifk-u şâfakatı annelerimizinkinden fazladır. Nazarı kuru, fakat gözleri doludur.
Sancağımızın şan ve şerefle taşıdığı büyük hamâil altında henüz kanayan cerihaları da vardır. O'nun vakit vakit kabaran göğsü, çocuklarına söylemek istemediği, maamafih hepimizin bildiği hicranlarını kâfi derecede tefsir eder. Bu yaraları zaman ve nisyan tedâvi edemez. Onları sarıp kapatacak olan ancak genç nesillerdir ve bayrağımız işte bu ümid ile mağrur ve gururunda mazurdur. İnsaf ediniz, hangi baba evlâdlarına mağrur olmaz?..
Asırlardır mefâhiriyle doldurmuş, bütün Şark'a bir fecr-i sâdık getirmiş, Allah'ın dava-yi vahdanîyeti, peygamberin tarik-ı hidâyeti, Hakk'ından ve nefsinden emin olanlara has bir kahramanlıkla, her zaman bir başına müdafaa etmiş insaniyetin nısfı mazlumunu bağrına basmış olan Sancağımıza lâyık olduğu zafer ve istikbâli Allah dirığ etmeyecek!.. Bizzat istikbâl, ondan başkasının dudağını açmasına müsaade eylemeyecektir. Her Osmanlı genci, Bayrağının aşkiyle bîihtiyardır. Onun gölgesinde gelecek her ölümü, vallahi anası gibi kucaklar!..
Boralarla şakalaşan, tayfunlarla oynaşan, tarihlere meydan okuyan ve Dünyalarla savaşan Türkler'in Bayrağı!.. Fâtihlerin Sancağı hakkındaki hikâyeler aşk ve ölümle nihâyet buluyordu.
(Medine Müdafası, Nâci Kâşif Kıcıman -özet-)