14 Haziran 2014

İnsanlığın soyu Hz. Nuh'un oğullarından mı devam etmiştir?





İnsanlığın soyu Hz. Nuh'un oğullarından mı devam etmiştir?
İnsanlığın, şeref ve saâdetini beyan eden, ilim ve hikmetin esası olan ilâhi kanun Kur'an-ı Kerim ilk insanın Âdem (A.S.) olduğunu ve yer yüzünün halifesi, hükümdarı ve ilâhi hükümleri tebliğ ve infaza memur olduğunu şu ayetlerle beyan etmektedir."Hani Rabbin Meleklere; Muhakkak ben yeryüzünde (Benim emirlerimi tebliğ ve infaza memur) bir halife (bir insan, Âdem)Yaratacağım, demişti." (Bakara Suresi, 30)
Diğer bir âyeti Celilede de ilk insan Âdem (A.S.)'ın topraktan yaratıldığını beyan ediyor;"Muhakkak ki İsa (A.S.)'nın hâlide, (yani babasız dünyaya gelişide) Allah (C.C,) indinde Adem (A.S.) 'in hâli gibidir. (Allah C.C.) onu (Âdemi (A,S.) Topraktan yarattı. Sonra 0 na "ol" dedi, oda (Can gelip oluverdi. (Ali İmran, 59)Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizde bir Hadis-i Şeriflerinde meâlen şöyle buyuruyor ;" Sizin hepiniz Adem (A.S.)' in neslindensiniz Âdem (A.S.) de. Topraktan yaratılmıştır." (Elbezzar) Neslin Çoğalması için, Hakteala Hazretleri Adem (A.S.) 'in kendi vücudundan Hz. Havva validemizi yaratmış ve ikisinin çiftleşmesiyle her doğumda bir erkek bir de dişi olmak üzere ikiz çocuk dünyaya getirmiş ve ilk ikizler son ikizlerle değiş tokuş şeklinde evlenmelerini meşrû kılmıştı."Hz. Havva'nın yaratılışını ve neslin Âdem (A.S.)'le Hz. Havva'dan çoğaldığını beyan eden ilahi hüküm şudur :
"Ey insanlar, Sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini (Hz. Havva'yı) vücuda getiren ve ikisinden bir çok erkekler : kadınlar türeten Rabbinize (Karşı gelmek) den çekinin" (Nisa Suresi, 1)
Hz. Peygamberimiz (S.A.V.) Efendimiz de Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor :"Kadınlar, erkeklerin (tamamlayıcı) parçaları dır." (Ahmed, Ebu Davut, Tirmizi)"Kadınlara, hayır tavsiye ediniz. Zira kadın, kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Şüphesiz kaburga kemiğinin eğriliği üstündeki yüksekliktir. Eğer o eğriliği (tamamen) gidereyim dersen kırarsın şayet (kendi haline) terk edemeyen, eğriliği artar. Binaenaleyh kadınlara (Hayır) tavsiye ediniz." (Buhari, Müslim)

Hepimiz Hz. Adem ve Hz. Havva'dan geldiğimize göre, zenciler nasıl değişik yaratıldılar? Neden onların kaburga kemikleri yedi tane, bizim altı tanedir? 
Değerli kardeşimiz;
Genelde bütün insanlarda on iki çift, yani yirmi dört adet kaburga vardır. Ancak bazılarında on ikinci kaburgalar tam gelişme göstermeyebilir. O zaman kaburga sayısı tek tarafta on bir, toplamda ise yirmi iki olur. Buna anomali (ayrılık) adı verilir. Bu şekilde anomali, yani normalin dışındaki bir yapı, farklı ırkta değildir.
Mesela, bazılarında kalp vücudun sağ tarafında, diğer iç organlar sol tarafında yer almış olabilir. Bazılarında iki kalp, ya da iki mesane bulunabilir. Yine benzer bir durum omurlarda da görülebilir. Normalde dört olan omur sayısı bazılarında beş olabilir.
Burada ırk söz konusu değildir. Yani, zencilerin kaburga sayısında bir farklılık söz konusu değildir. Bazı insanlarda görülen bir durumdur. Bunlarla Cenab-ı Hak istediğini istediği şekilde yaratabileceğini göstermektedir. Aslında biz bu anomalilere değil, herkeste bütün aza ve organların nizam ve intizam içinde olmasına hayret etmemiz gerekir.
Bu anomali durumlarıyla Cenab-ı Hak bize, "Allah yaratmanın her çeşidini çok iyi bilendir.”(Yasin, 36/79) ayetinin sırrınca istediğini arzu ettiği tarzda yaratabileceğini göstermektedir.
"Ey insanlar!.. Muhakkak ki, biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık ve sizleri kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız..." (Hucurat, 49/13).

Bu soruya, bir başka soru ile cevap verilebilir: Tek atadan farklı renk ve ırkların ortaya çıkmasına engel nedir? Hem tek atadan gelinir, hem de farklı renk ve ırklar ortaya çıkar. Aslında bu tip sorular, daha ziyade biyolojiyle alakası olmayanlardan gelmektedir. Çünkü, bir biyolog bilir ki, her anne, baba, büyük anne ve büyük babaların karakterleri belli oranlarda yavrularına geçer. Bu oranlar, "Mendel Kanunları" adı altında meşhurdur. Cenab-ı Hakk'ın koyduğu bu kanunlara göre; mesela bir fert boy bakımından yüzde elli ihtimalle annesine, yüzde elli ihtimalle babasına benzeyecektir.

Ferdin hemen hemen bütün özelliklerinde bu veya buna yakın oranları görmek mümkündür. Lakin, bazı karakterler vardır ki, ortaya çıkmaları, yani bir fertte tesir göstermeleri, bazı şartlara bağlıdır. Nasıl ki, yıldızların görünmesi gecenin gelmesine bağlıdır. Güneş onların görünmelerine mani olur. Bazı çekinik (resessif) karakterler de, baskın (dominant) karakterlerin etkisi altındadır. Çekinik karakterler bu tesirlerden kurtulduğu zaman etkisini gösterecektir. Bu, belki de nesiller sonra mümkün olur. 
Günümüzdeki ırkların hepsi ortak bir atadan gelir. Saf ırk mevcut değildir. Söz gelimi, beyaz ırkın bir ferdinden, bir zenci gibi koyu deri rengine sahip fert hasıl olabilir. Ya da bir Çinli'den, bir Kafkaslı kadar beyaz deriye sahip yavru meydana gelebilir. 
Bazıları, zenci ırkın tropiklerdeki yoğun ultraviyole ışınlarına uyum sağlayarak meydana geldiğini iddia ederler. Halbuki bu görüş, Kuzey ve Güney Amerika'da aynı ışınlara maruz kalanların, niçin siyahlaşmadıkları meselesini izah edememektedir. Son yapılan çalışmalar, deri rengindeki bu farklılığın irsi olduğunu ortaya koymuştur. 
Dolayısı ile, ırkların teşekkülünde ortaya çıkan siyahlar, kendileri için zararlı olmayan ışınların bulunduğu sahaya göç etmiştir. Diğer taraftan açık renkli ve mavi gözlü İskandinav ırkı ise, ekvator yakınındaki yoğun ultraviyole ışığından kurtulmak için kuzeye gitmiştir. 
Dışarıya kapalı bir kabile düşünün. Çevredeki diğer kabilelerle hiç bir irtibatı olmayan bir grup. Buradaki genetik özellikler, kabile fertlerinin sahip olduğu irsi karakterlerin toplamına eşittir. Belli sınırlar içinde yer alan böyle bir bölge "gen havuzu" olarak da adlandırılabilir. Bu gen havuzunda, çekinik karakterler, zamanla melezleme sonucu birbiriyle karışarak, yeni ve değişik karakterler hasıl eder.
Değişik renk ve ırk karakterlerine bu açıdan bakmak gerekir. Kuvvetle muhtemeldir ki, ilk insan Hz. Adem (as)'in genetik yapısında da çok farklı renk ve ırk özellikleri vardı. Tıpkı bir gen havuzu gibi, muhtelif karakterleri ihtiva ediyordu. Bütün bu karakterlerin bir anda ortaya çıkması elbette mümkün değildi. Zamanla bazı genetik açılımlar sonucu, değişik karakterler meydana geldi. Neticede günümüzdeki farklı fertler hasıl oldu.

“Ey insan! İhsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir? O Allah ki seni yarattı, seni düzgün ve dengeli kılıp, ölçülü bir biçim verdi. Seni istediği her hangi bir şekilde parçalardan oluşturdu.”(İnfitar, 82/6-8)
mealindeki ayetlerde, Allah’ın iradesine ve meşietine bağlı olarak, insanların farklı şekillerde yaratıldığına, tasvir edilip şekillendirildiğine işaret edilmektedir.
“O'nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.”(Rum, 30/22)

mealindeki ayette ise, insanların farklı simalara sahip olduklarına işaret edilmiştir.

- Ebu Musa el-Eşarî’nin bildirdiğine göre, Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmuştur:

“Allah (İlk insan) Adem’i, yeryüzünün bütününden aldığı bir avuç topraktan yarattı. Bu sebepledir ki, Adem’in çocukları / insanlar, bu toprak çeşitleri kadar farklılık gösterdiler. Kimi beyaz, kimi kırmızı-sarışın, kimi zenci, kimi bu renklerin arasındaki tonlarda vücut buldu.”(İbn Kesir, Rum, 30/22. ayetin tefsiri).

İnsanlığın soyu Hz. Nuh'un oğullarından mı devam etmiştir?
Hz. Nuh bugünkü Irak topraklarında bulunan Kûfe’de ikamet ediyordu. Kavmi de o bölgede yaşıyordu. Bunlar inançsızlık ve dalâlette çok ileri gitmişlerdi. Bu kavmin sapıklıktan kurtulup hidâyete ermesi için Cenab-ı Hak Hz. Nuh’a peygamberlik vazifesi verdi. O sıralar Hz. Nuh kırk yaşındaydı. Hz. Nuh yılmadan ve bıkmadan insanları hakka dâvet etti. Onları Allah’a inanmaları ve tanımaları için çağırdı. Îman ve küfür mücadelesi bütün şiddetiyle devam etti. Fakat, kavmi inatla küfürlerinden vazgeçmediler, hakkı kabul etmediler.
Nuh Sûresinde, Hz. Nuh’un Cenab-ı Hakka ilticası şöyle ifade ediliyordu: “Ey Rabbim! Kavmimi gece gündüz imana çağırdım. Fakat ben dâvet ettikçe onlar daha çok kaçtılar. Her ne zaman onları bağışlaman için Senin mağfiretine çağırdıysam, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, beni görmemek için elbiselerini başlarına geçirdiler. İnat ettiler, kibirlendikçe kibirlendiler.” (Nuh Sûresi, 5, 6, 7)
Bir türlü hidayete yanaşmayan Hz. Nuh’un kavmi, peygamberlerinin kendilerini korkuttuğu azabı dilleriyle istediler. En sonunda Hz. Nuh, “Ey Rabbim, mağlup düştüm; benim intikamımı al.” (Kamer Sûresi, 10) “Ey Rabbim, kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma. Çünkü, Sen onları yeryüzünde bırakırsan Senin kullarını saptırırlar. Ve ancak kâfir ve günahkâr nesiller dünyaya getirirler” (Nuh Sûresi, 26-27) diye duâ etti.
Daha sonra Cenab-ı Hakkın öğretmesiyle Hz. Nuh bir gemi yaptı. Kendisine îman eden üç oğlu ile birlikte mü’minlerin tamamı seksen kişi idi. Gemiye Hz. Nuh’a inananlar bindi. Her hayvandan da bir çift alındı. Yerden fışkıran sular ve gökten yağan yağmur kısa zamanda her tarafı deryâya çevirdi. Gemide bulunanlardan başka bütün insanlar ve canlılar helâk oldu. Tufan dindikten sonra gemi Musul civarında bulunan Cûdi dağına oturdu.
Tufanın bütün yeryüzünü kaplayıp kaplamadığı hususunda değişik rivayetler vardır. Suların en yüksek dağları bile aşmasından dolayı yeryüzünün her tarafını kapladığı görüşünde bulunan âlimler varsa da, ağırlıklı ve umumun kabul ettiği görüş, Tufan'ın bütün Dünyayı değil sadece Nuh aleyhisselamın kavminin yaşadığı bölgeyi kaplamış olmasıdır. Çünkü Hikmet cihetiyle bakıldığı zaman Nuh Tufanının, sadece Nuh kavminin yaşadığı bölgeleri içine alacak şekilde meydana gelmiş olması beklenir. Nitekim, bu kavimden sonraki Lût, Âd ve Semud kavimlerine gelen musibetler de, sadece o kavimlerin yaşadığı bölgelerde görülmüştür. Eldeki veriler, getirilen yorumlar ve genel kanaat, Nuh kavminin Lût Gölü çevresi ile Mezopotamya arasında olduğu yönündedir. Dolayısıyla Nuh Tufanın da bu bölgeyi içine alacak tarzda meydana gelmesi muhtemeldir. 
Nuh Tufanından sonra insanlığın soyunun kimden devam ettiği konusunda farklı görüşler vardır.
Konuyla ilgili bazı ayetler vardır. Bunlardan ikisi şöyledir:
“Hem o (Nuh)un neslini bâki kalanlar kıldık.” (Saffat Suresi 77)
“Ey Nuh'la beraber gemiye taşıyarak kurtardığımız kimselerin soyundan olanlar! (İsra Suresi, 3)
Bazı  tefsir ve tarih kitaplarında, Kitab-ı Mukaddes’teki bilgiler doğrultusunda bütün insanlığın sadece Nuh’un Sâm, Ham ve Yâfes isimli üç oğlunun soyundan gelişip yayıldığı belirtilir. Buna göre Nuh tufanından kurtulan başka insanların soyu tükenmiş; bütün yeryüzünde sadece Nuh’un soyu devam etmiştir. Tefsirlerde buna karşılık iki farklı görüşten daha söz edilmektedir:
a) Şevkânî’nin aktardığı bir görüşe göre ayetteki “Nuh’un soyu” ndan maksat, onunla birlikte tufandan kurtulan müminlerdir. Nitekim İsrâ süresinde (17/3) Nuh ile birlikte taşınanların soyundan, Hud süresinde de (11/48) Nuh ile birlikte olan gruplardan, milletlerden (ümem) söz edilmektedir. Buna göre Nuh ile birlikte kurtulanların soyu da devam etmiştir.
b) Tufanın bütün dünyayı kapladığı, dolayısıyla yeryüzünde Nuh’un gemisinde bulunanlardan başka kurtulan kalmadığı görüşü yaygın olmakla birlikte Nuh’un, Hz. Muhammed gibi bütün insanlığa gönderilmediği, sadece kendi kavminin peygamberi olduğu, şu halde burada ve diğer ilgili ayetlerde verilen tufanla ilgili bilgilerin de bu sınır dahilinde anlaşılması gerektiği kanaatinde olanlar da tufan bölgeseldir; Nuh’un davetinin ulaşmadığı, tufanın dışında kalan bölgelerdeki insanların nesilleri de devam etmiştir, demektedir. (bkz. Elmalılı, Hak Dini; Diyanet, Kur’an Yolu)
Buna göre, Nuh’un çocuklarından başkalarının soyları da devam etmiştir. “Zürriyetini de sürekli bakî kalanların ta kendileri kıldık.” ayeti, kâfir olanların dışındakilerin zürriyetini kastetmektedir. Çünkü biz kâfir olanların zürriyetlerini suda boğduk, demek olur. (Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an)
Hz. Nuh’un gemisinde bulunan insanlardan başka kimsenin kalıp kalmadığı ve Tufandan sonra insanlığın hangi soydan devam ettiği gibi konuların özetini Merhum Elmalılı’nın açıklamasıyla verelim: 
"Nuh’un üç oğlu; Sam, Ham, Ya'fes ve bunların eşlerinden başka, diğer gemide bulunanların hepsi nesil bırakmayarak vefat etti" demişlerse de biz bunu Hûd Sûresi'nde geçen "Denildi ki: Ey Nuh! Bizden sana ve seninle birlikte olanlardan gelecek ümmetlere selam ve bereketlerle gemiden in." (Hûd, 11/48) âyetine uygun bulmuyoruz. Çünkü "seninle birlikte olanlar" dan maksadın, "O'nunla beraber iman edenler pek azdı." (Hûd, 11/40) diye buyurulan az kişiler olduğu açıktır. O ha l de buradaki Kasrın (Tahsisin) gemidekilere değil, boğulanlara göre izafî olması daha uygundur. Bununla beraber denilebilir ki, bütün gemidekilerin nesilleri tağlib yoluyla (çoğunluk itibarıyla) onun zürriyeti hükmünde tutulmuş ve bu şekilde baki kalanların hepsi onun zürriyeti olarak sayılmış, ona ikinci Âdem denmiştir.
Taberî der ki: Arap Sam evladından, Sudan Ham evladından, Türk ve diğerleri Ya'fes evladındandır. Ebu Hayyan da "Bahr"de bunu naklettikten sonra şöyle kaydediyor: Bir grup da şöyle söylemiştir: "Allah Teâlâ Hz. Nuh'un zürriyetini baki bırakıp neslini uzatmıştır. Bununla beraber bütün insanlar onun nesliyle sınırlı değildir. Ümmetler içinde ona ait olmayan da vardır". Alûsî, de şu mütalaada bulunmuştur: Sanki bu grup, suda boğulmanın ge n el olduğunu söylemiyor. Nuh (a.s.) kâfirler aleyhinde dua etmiş, fakat dünya halkının hepsine gönderilmemiştir. Çünkü peygamber gönderilmenin genel olması ilk önce peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.v.)'in özelliklerindendir. Genel olduğunu s öyleyip de kasrı, boğulanlara nispetle yapmış olması da caizdir. (Elmalılı, Hak Dini)

Hz. Nuh'un:“Ey Rabbim, kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma" diye ettiği duaya yeryüzündeki bütün kafirlerin dahil olup olmadığı konusuna gelince:
Ayette söz konusu olan “Arz” kelimesi, Kur’an’da, bazen dünya/yeryüzü, bazen de belli bir arz/toprak/yer anlamında kullanılır. Mesela:
“Onlar, Arz’dan çıkarmak için seni tedirgin edip dururlar”(İsra, 17/76) mealindeki ayette geçen Arz’dan maksat Mekke’dir. Onun için bu kelime meallerde genellikle “yurdundan” şeklinde geçer.
Yine “Rumlar Arzın yakınında/yakın bir yerde yenildiler”(Rum, 30/2) mealindeki ayette geçen Arz kavramı, Hicaz bölgesi (veya Bizans/Fars bölgesi) anlamında kullanılmıştır.
O halde, eğer Nuh tufanının bölgesel olduğu ispat edilirse, Hz Nuh’un : “Ey Rabbim, kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma" (Nuh, 71/26) mealindeki ayette geçen ARZ kelimesini“yeryüzünde” değil de, onun kavminin barındığı bölge anlamında kabul etmekte hiçbir ilmî sakınca yoktur. Şüphesiz ki, bu konu tartışmalı bir konudur. Küresel veya bölgesel olsun, Arz kelimesi iki anlama da uygundur.

Şu yazıyı da okumanızı tavsiye ederiz:
NUH’UN GEMİSİ deyince hemen Nuh Tufanı hatırlanır ve arkasından da bir takım sorular gelir:
Nuh Tufanı bütün yer yüzünü kaplamış mıdır? Nuh Aleyhisselâm, gemiye koyduğu her canlı çiftini nasıl temin etmiştir? Tufan sonrasında gemi nereye oturmuştur?” gibi.
Nuh Aleyhisselâmın hadisesine, büyük Semavi Kitaplar yer verir. Ancak bu Kitaplarda olayın bütün ayrıntılarına inilmediği için, burada bir takım yorum ve değerlendirmeler yapılır. Bazı Hıristiyan araştırıcılar, Tufanın bütün yer yüzünü kapladığını ve gemiye bütün canlı çeşitlerinin alınmış olduğunu ileri sürerler.
Hz. Nuh; Kur’an’da ve Tevrat’ta, büyük peygamber arasında anılır. Hz. Nuh’un, insanlık tarihinde çok önemli bir yeri vardır. Hz. Âdem’den sonra O’nun çevresindeki sınırlı sayıda kimse ile insanlık yeniden yer yüzünde yayılmış ve genişlemiştir. Peygamber olarak gönderildiği kavmi, “Nuh Tufanı” olarak bilinen büyük bir musibete maruz kalmıştır.
Bu tufan hadisesine Kur’an-ı Kerim’de muhtelif sûrelerde yer verilir.
“Artık ona vahyettik ki, bizim gözlerimizin önünde (muhafazamız altında) bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap. Vaktaki emrimiz gelir de tennur kaynamaya başlarsa, hemen o gemiye her cinsten eşler halinde iki tane ve bir de, içlerinden, daha önce kendisi aleyhinde hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni gemiye al. Zulmetmiş olanlar konusunda bana hiç yalvarma. Zira onlar kesinlikle boğulacaklardır.”1
Cenab-ı Hak, bu geminin kendi yardımıyla yapılacağını bildiriyor. Bazı tefsir âlimleri de bu âyetten, geminin yapımında, Nuh Aleyhisselâma Cebrail (A.S.)’ın yardımcı olduğunu anlatmışlardır.2
Tennur’un ateşlenmesi, tandır olarak dilimize geçen ve fırın manasına kullanılan ekmek pişirilen yerden suların fışkırdığı zaman şeklinde yorumlanabildiği gibi, geminin buharlı bir gemi olduğu ve bununla buhar kazanının ateşlendiği şeklinde de ifade edilmiştir.2
Yer yüzünde buharlı geminin 1700’lü yıllarda kullanılmaya başlandığı hatırlanırsa, Hz. Nuh’un gemisinin bize insanlık tarihini anlama bakımından çok önemli ip uçları sunduğu söylenebilir.
Nuh Aleyhisselâma, Tennur kaynamaya başlarsa, vakit geçirmeden hemen her canlıdan birer çift alması emrediliyor. Hz. Nuh, yolculuk esnasında ihtiyaç duyacağı evcil hayvanlardan; tavuk, koyun, keçi, deve, sığır ve at gibi varlıkları almış olmalıdır. Yoksa, kelebekten karıncaya, yılandan köstebeğe varıncaya kadar bütün canlıların gemiye alınmasına ne gerek, ne ihtiyaç ve ne de zaman vardır.
Bu olayda suların hem yerden fışkırdığı ve hem de gökten indiği bildirilir.
“Biz de derhal nehir gibi devamlı akan bir su ile göğün kapılarını açtık. Ve yeri de pınarlar halinde fışkırttık. Artık su, takdir edilmiş bir emre binaen birbirine kavuşuverdi. Nuh’u da tahtalardan yapılmış, çivilerle çakılmış gemiye bindirdik.”3
Tufan sonunda geminin Cûdi dağına oturduğu belirtilir:
“Kafirler boğulduktan sonra yerle göğe ‘Ey yer suyunu yut ve sen ey gök suyunu tut!’ diye emir buyuruldu. Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdi üzerinde yerleşti ve ‘Kahrolsun zalimler’ denildi.”4
Cûdi, Türkiye’nin Güneydoğusunda Şırnak dolaylarında 2000 m. yüksekliğinde bir dağdır. Hz. Nuh’un Irak dolaylarında irşatta bulunduğu, Cûdi ismiyle Musul, Cizre ve Şam’da da birer dağın mevcut olduğu ve geminin de bu havalide bulunduğu rivayeti de vardır.5
Cûdî, kelimesinin özel isim değil de sıfat olarak kabul edilmesi halinde, “bereketli, münbit yer” anlamına geleceği, Nuh Aleyhisselâmın da; “Yarabbi! Beni bir mübarek menzile indir”6 duasında bulunduğu, dolayısıyla geminin verimli bir arazinin yakınına inmiş olabileceğinden de söz edilir.7
Tevrat’ta bu geminin Ararat (Ağrı) dağına yerleştiği bildirilir8. Hz. Nuh’un gemisinin Ağrı dağında olması mümkün değildir. Çünkü, bu dağın yüksekliği 5165 m. dir. Devamlı buzla kaplı olan bu dağın tepesine, gemiden inecek insanlar burada nasıl hayat sürdüreceklerdir? Zirvede çok azalan hava basıncı sebebiyle biyolojik olarak normal hayatın devamı âdeta imkânsızdır.
Kutsal kitaplarda Hz. Nuh’un, dünyanın hangi bölgesinde yaşadığı ve Tufan olayının nerede geçtiği hakkında açık bir hüküm yoktur. Kur’an, Nuh kavminin putlarıyla alâkalı olarak şunu ifade eder:
“Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Ved’den, Suvâ’dan, Yegûs’tan, Ye’ûk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin!”9
Bu isimdeki putlara Arabistan’da rastlanmakla beraber, Mezopotamya ilâhlarına ait ay ve yıldızları sembolize eden mahalli isimler olduğu, buradan hareketle Nuh kavminin Mezopotamya bölgesinde bulunmuş olabileceğine hükmedilir.10
Kur’an-ı Kerim’de, Tufanla ortadan kalkan Nuh kavminin topraklarına önce Âd kavminin daha sonra da Semûd kavminin mirasçı geldiği ve bu yerin de İrem şehri olduğu belirtilir:
“Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaradılışta sizi onlardan üstün kıldı. O halde Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa eresiniz.”11
Âd kavminden sonra da aynı yere Semûd kavminin getirildiği belirtilir.
“Düşünün ki, (Allah) Âd kavminden sonra yerlerine sizi getirdi.Ve yer yüzünde sizi yerleştirdi.”12
“Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Âd kavmine; direkleri (yüksek binaları) olan, ülkelerde benzerleri yaratılmamış İrem şehrine, o vadide kayaları yontan Semûd kavmine.”13
İrem şehrinden Tevrat’ta da söz edilir. Dolayısıyla Nuh kavminin Tufandan önce yaşadığı yerin İrem şehri olması kuvvetle muhtemeldir. Bu yerleşim yerinin Lut Gölü’nün güneybatısında Edom’un merkezi olduğu bildirilmektedir.14
Tufandan sonra Nuh Aleyhisselâmın, yanındaki az sayıdaki kimse ile Mezopotamya’nın Ur şehrine yerleştiği kanaati hakimdir. Kur’an-ı Kerim de bunların az sayıda olduğuna dikkati çeker:
“..Zaten beraberinde iman eden pek az insan vardı.”15
Tevrat’ta ve Yahudiliğin ikinci derecede kutsal kitabı Telmud’un haberlerinde, Hz. İbrahim’in büyük dedesinin Nuh Aleyhisselâm olduğu, ve O’nun ölümüne kadar yanında Ur şehrinde kaldığı belirtilir.16
Hikmet cihetiyle bakıldığı zaman Nuh Tufanının, sadece Nuh kavminin yaşadığı bölgeleri içine alacak şekilde meydana gelmiş olması beklenir. Nitekim, bu kavimden sonraki Lût, Âd ve Semud kavimlerine gelen musibetler de, sadece o kavimlerin yaşadığı bölgelerde görülmüştür. Eldeki veriler, getirilen yorumlar ve genel kanaat, Nuh kavminin Lût Gölü çevresi ile Mezopotamya arasında olduğu yönündedir. Dolayısıyla Nuh Tufanın da bu bölgeyi içine alacak tarzda meydana gelmesi muhtemeldir. Bu Tufanının bütün yer yüzünü kaplamış olmasının hiçbir mantıklı açıklaması yoktur.
Hz. Nuh (A.S.) yaşadığı devirle ilgili açık bir belge olmamakla beraber, Tevrat haberlerine dayanarak, bunun Milâttan Önce 22. veya 21. yüzyıllarda olabileceği belirtilir.17 Tevrat’ta Hz. Nuh’un torunu Azer’in oğlu İbrahim’in Tufandan 292 yıl sonra doğduğu ve büyük dedesi Hz. Nuh’un yanında büyüdüğü ve 15 yaşına geldiğinde Hz. Nuh’un vefat ettiği bildirilir.18
Hz. Nuh’un gemisinin karaya çıkışıyla alâkalı olarak bazı araştırıcılar Milâttan Önce 2347 yılını19, bazıları da 2650 yılını vermektedirler20. Bunlara dayanarak Nuh Tufanının Yaklaşık olarak Milâttan 2500 yıl önce meydana gelmiş olabileceğini söylemek mümkündür.
Sonuç olarak denilebilir ki, Nuh Tufanı, günümüzden yaklaşık 4500 yıl önce, Lut Gölü’nün güneybatısında bugünkü Edom’un merkezi olan İrem şehri ve çevresinde cereyan etmiş, gemiye kendilerine ihtiyaç duyulacak evcil hayvanlardan bir erkek bir dişi olmak üzere birer çift alınmış, Tufan sonrasında gemi Mezopotamya civarında bir dağa oturmuş, gemidekiler de Nuh Aleyhisselâmla birlikte Mezopotamya’daki Ur şehrine yerleşmiş olmalılar.
DİPNOTLAR:

1-Müminun /27
2-Bilmen, Ö.,N. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meâli lisi ve Tefsir. 1971, 5.cilt,s 143
3-Kamer/11-13;
4-Hud / 44;
5-Yıldırım, S. Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Meâli, 1997;
6-Müminun/29;
7-Sarıkçıoğlu, E. Dinler Tarihi. Isparta, 2000, s.65;
8-Tekvin, 4,8;
9-Nuh/23;
10-Höfner, M. Die Voislamische Religionen Arabiens. Stuttgart, 1970;
11-A’raf/69;
12-A’raf / 74;
13-Fecr / 7;
14-Davis, D.J.The Westminster Dictionary of The Bible. Philadelphia, 1944, s.267;
15-Hud / 40;
16-Tevrat, Tekvin, XI,26; Talmud, 31 vd.;
17-Bucaille, M. Tevrat, İnciller ve Kur’an. Terc. M.Ali Sönmez. Konya, 1979,s.61;
18-Tevrat, Tekvin,36,43; 1.Tarih l, 54;
19-Günel, A. Türkiye Süryanileri tarihi;
20-Sarıkçoğlu, E. Kur’an ve Arkeoloji Işığında Hz. Nuh ve Tufan Olayına Yeni bir Yaklaşım. İslam Araştırmaları Dergisi, Cilt 9, sayı:1-4, 1996, s.201.
Prof. Dr. Âdem Tatlı

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...