İSTANBUL HÜKÜMETİ İLE İLİŞKİLER - 4 |
Ferit Paşa Kabinesi Çekilmelidir
Söze ben devam ettim ve: «Kerim Paşa Hazretleri, meşru çalışmalarımızın ve millî tepkilerimizin artık daha fazla kötüye yorulmasına ve düzeltilmeye muhtaç görülmesine; hele bu düzeltme ve değiştirmeler içinde, suçluluğu ve hainliği ortaya çıkmış bir kabine üyelerinin meşru olmayan savunmalarının esas alındığını görmeye tahammülümüz yoktur. Biz, son durumu açıklayarak milletin kesin isteğini arz ettik. Bilmem tekrarı gerekli midir? Zâtıâlîleri sonuçlandırılması gerekli bu millî isteğe karşı, Ferit Paşa Kabinesi'nin, devletin en yüksek sadrazamlık mevkiini hâlâ kirletmesine aracılık etmek istiyorsanız, bu gayretiniz hiçbir yararlı sonuç veremeyeceği gibi siz kardeşimiz hakkındaki eski kardeşlik duygularımızın da sarsılmasına yol açacağından endişe ederim.
Şimdi, Ferit Paşa, bir an bile kaybetmeden mevkiini bir namuslu kimseye bırakacaksa ve buna siz de inanıyorsanız, çözüm bekleyen hiçbir güçlük kalmamış demektir. Aksi takdirde, aracılığınız, kalbinizin kırılmasından ve boşu boşuna yorgunluktan başka bir sonuç vermeyecektir.
Ferit Paşa, mevkiini korumaya devam ederse, kendisinin çok acı bir sonla karşılaşmasına yol açacaktır. En son ve en kesin söz şudur: Maksadımız bu sarsılmaz gerçeği Padişah'ın bilgisine sunmaktır. Siz, ancak bu asil görevi yerine getirerek bugün vatan ve milletin yüksek kişiliğinizden beklediği dinî ve millî görevi yapmış olursunuz.»
Kerim Paşa, «Sözü uzatmamak elbette asıl maksattır» diye başlayarak, sözü gereğinden fazla uzattı. Bu uzun sözler şu cümle ile son buldu: «Burada vatan için yaptığım şu teşebbüs elbette Allah ve millet katında bütün asaletiyle bezenmiş olarak kalır ve işin gerçek sahibi olan her şeye kadir ulu Tanrı, millet ve vatanın kurtuluşunu sağlayacak esasları orada bulunanlara böylece bağlayarak tamamlar. Ulu Tanrı güçlükleri çözücüdür. Değerli gözlerinizden öperim.»
Yeniden cevap verme sırası bana gece yarısından sonra saat 4.30'da geldi. Kerim Paşa'nın dokunduğu noktaları karşılıksız bırakamazdım. Ben de uzun düşünceler ileri sürdüm ve sonunda: «O halde, dedim, bizim ve sizin gibi onur sahibi ve vatansever kimselerin yapacakları teşebbüsün gayesi ne olmak gerekir? Yönetiminin her dakikasından millet için, gelecekteki kaderimiz için yeni bir yıkım yolu hazırlamaktan başka bir sonuç beklenmeyen Ferit Paşa ile milletin arasını bulmak imkânsızlığı ile uğraşmak mı, yoksa bir an önce bu meşru olmayan kabinenin yerine millet ve memleketin ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte yeni bir hey'etin devlet işlerini üzerine alması gereğini Padişah'a bildirmek üzere yol aramak mıdır? Lûtfedip bu iki noktadan biri için evet veya hayır şeklinde cevap verirseniz, Tanrı ve millet katında bütün asaletiyle değerli kalacağına şüphe olmayan bu asil teşebbüsünüzün bizlerle ilgili yönünü tamamlamış olursunuz.»
Kerim Paşa, istediğimiz kısa cevaba yine uzun bir cevap verdi. Fakat bu uzun sözler arasında, bazı cümlelerle, bize padişahın aldatılmış olmayıp her şeyi bildiğini anlatıyordu.
Kerim Paşa'nın bazı cümlelerinde şu sözler vardı: «Yüce padişahlık katı kesin karar ve çözüm makamı olup meşru bir devlette bu yüksek makam, bütün millet fertlerinin yöneleceği mihraptır. Anadolu'nun bütün dileklerinin Halife Hazretleri'ne duyurulduğu hakkında bendenize bilgi vermişlerdir. O halde, millet işlerinin yöneleceği ve dileklerinin kabul edileceği yüksek bir makam olan Padişahımız Efendimiz her şeyi bilmektedir.»
Kerim Paşa, kendisine has cümlelerle devam ettiği görüşlerine şöylece son verdi:
«Ulu Tanrı, nice yüksek sebepler yaratarak ve telkin ederek bu çözülmesi güç düğümü bütünüyle çözecektir. Elbette ki, Tanrı'nın buyruğu güzeldir ve yakındır. Tanrı'nın eli bütün ellerden üstündür (71). Geleceğimiz, Tanrı'nın lûtfu ile milletçe lâyık olduğumuz yücelikte uğurlu ve hayırlı olacaktır. İşte Kerim'in inancı budur aziz ruhum.»
Bu defa Efendiler, gece yansından sonra saat 6.10'a gelmiş olmasına rağmen, üçüncü safhanın açılmasına ben sebep oldum.
Merhum Kerim Paşa'nın pek hoşlandığını bildiğim bir ifadeyle «Büyük Hazret» diye söze başladım:
«Ümmetin ve milletin yüce mihrâbı olduğu içindir ki, milletin dileklerini bildirme yolunu bulma teşebbüsünden geri durmadık.
Yalnız, zâtıâlînizi büyük bir yanlışlıktan kurtarmak maksadıyla arz edelim ki, Anadolu'nun bütün dileklerinin Halife'ye duyurulduğu hususundaki sözlere, milletin daha, kesin bir güveni yoktur. Çünkü millet bilmektedir ki, Padişah, hainlikleri ortaya çıkmış birkaç kişiyi millete tercih buyurmazlar.»
Kerim Paşa'nın dokunmuş olduğu noktalara cevap verirken şunları da söyledim: «Pek güzel ve yakın olan Tanrı emrinin yerine gelmesi ile, bahtsız ve zulme uğramış asil milletimizin kurtuluşa ve huzura kavuşmasını yüce Tanrı'nın denizler kadar engin olan koruyuculuğundan ümitle diler ve ufukları hep inatçı bir dumanla sarılı olan İstanbul'daki bazı kimselerin gerçeği görmemek için aşağılıkça direnen duygularının eriyip kaybolmasını bekleriz. Milletin asil ruhu da işte böylesine duygularla doludur.
Yalnız tekrarlamama müsaadenizi rica ederim ki, evet veya hayır şeklinde karşılık verilmesini istirham ettiğimiz sorular maalesef karşılıksız bırakılmıştır. Azizim, Allah'ın eli bütün ellerden üstündür. Ancak bununla birlikte güçlükleri yenmeye ve problemleri çözmeye girişenlerin kesinleşmiş bir hedefi olmak gerekti…» Millet, Tanrı'nın buyruğunu yerine getirecektir ve buyurduğunuz gibi milletçe elde edeceklerimiz hayırlı ve uğurlu olacaktır. Lûtufkâr dualarınızın eksik edilmemesini rica ederim. Gayret bizden, yardım ve kolaylık ölümsüz Tanrı'dandır.»
Mustafa Kemal
Artık Kerim Paşa'nın yorulduğu anlaşılıyordu. «Son iki sözüm ruhum» diyerek «millî dâvâ'nın ilkelerini üstün tutmak ve korumak şartıyla, içten gelen dileklerin sayılıp döküldüğünü ve Tanrı'nın eli... Yüce âyetinin, Tanrı tarafından hayırla kabul buyurulması için kullanılmış olduğunu söyledikten sonra «Allaha ısmarladık yine görüşeceğiz...» diyerek çekilmek istedi.
Bırakmadık!
Son sözü biz söylemek istedik ve dedik ki: «Kardeşimizin hatırında kalsın diye son bir cümle arz ediyorum:
- Millet güçlü, her şeyi kavramış ve tuttuğu yolda kesin kararlıdır. Millî Mücadele hızlı bir gelişme seyrindedir. Yüce ve Şevketli (72) Padişahımız Efendimiz'in lûtuflarının ve sevgilerinin bir belirtisi olmak üzere karar vermelerinin ve soruna çözüm getirmelerinin zamanıdır» (Belge: 112).
Efendiler, bundan sonra Ferit Paşa Kabinesi ancak üç gün dayanabilmiştir.
Kendisi ile görüşemediğim dostum Rahmetli Kerim Paşa'nın bazı kimselere söylediğine göre, bu görüşmemizi olduğu gibi Padişah'a göstermeyi başarmış ve bunun üzerine direnme gücü kırılmış.
Kerim Paşa'nın Kara Vasıf Bey'e yazmış olduğu 8 Kasım 1919 tarihli mektubunda da buna işaret edilmiştir.
Rahmetlinin bu mektubunda şu satırlar vardır: «Eski sadrazam, en son yapılan görüşme, bunun yol açtığı sürekli etki ve ciddî tartışmalar sonunda, çekilmek gerektiğine inanarak ve bütün direnme gücü kaybolarak istifasını sundu... İşte sessiz sedasız, vatan için çalışan ve tek başına bendenizin tertemiz gayreti ile başarılan büyük olay budur...
Dikkate almak gerekir ki, bu yazıları ben yazmıştım. Eski sadrazam ile Padişahımız Efendimiz Hazretleri, bütün bu görüşmelerin sonuçlarını öğrendikten sonra, dayandıkları sağlam temeller karşısında kararlarını vermişlerdir... Yapılan teşebbüsün ve yazılan yazıların ne dereceye kadar önemli noktaları içine aldığı ve nasıl bir dürüst vicdan ve keskin görüşle, yaşanan gerçeklerin kâğıda geçirildiği, elbette Tanrı katında ve milletin tarihî değerlendirmesinde asaletle bezenmiş bir değer olarak kalacaktır...
Beni, bütün bunları sayıp dökmeye yönelten gerekçeler, geride kalmış olayları gerçek yüzleri ile ortaya koymaktır.» Rahmetli Kerim Paşa mektubunun sonunda, «bu kâğıdımın bir kopyasını Hey'et-i Temsiliye'ye göndermek lûtfunu esirgemezseniz, büyük gerçeklerin tam olarak ve birlikte yayınlanmasına yardım etmiş olursunuz» demiş. Oysa bana mektubun kopyası değil aslı gönderilmişti. Bu mektubu da yayınlanacak belgeler arasına koyacağım (Belge: 113).
Efendiler, bu görüşmenin yapıldığı gecenin ertesinde, yani 28 Eylül günü, görüşme özeti bütün kolordulara şifre ile bildirildi.
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, Birinci Gazi Koşusu'nu izlerken (10 Haziran 1927)
Trabzon'dan Gelen Teklif
Rahmetli Kerim Paşa'nın Fuat Paşa'ya yazdığı ilk telgrafında, İstanbul'daki yüksek mevkili şahısların mücadele liderleriyle belli bir yerde buluşup konuşmalarından söz edildiğini görmüştük.
Bunun benzeri, fakat aksine yani Anadolu'dan İstanbul'a gitme yolunda bir teklif de, bundan daha önce Trabzon'dan çıkmıştı.
Müsaade buyurursanız bunu biraz açıklayayım: Trabzon Valisi Galip Bey, 18/19 Eylül tarihlerinde teftiş göreviyle Ardasa(73)'da bulunuyordu.
Kâzım Karabekir Paşa'nın Ardasa'ya gidip vali ile görüşmesi söz konusu idi. Bu konu üzerinde 19 Eylülde telgraf başında Kâzım Karabekir Paşa ile görüştük. Sebebi Trabzon'dan aldığım 18 Eylül tarihli bir telgraftı.
Kendisine olduğu gibi verdiğim bu telgrafta: «Millî çıkarları bozan altı maddeyi kabul etmiyoruz (Bu altı madde İstanbul ile ilişki kesme konusundaki emirdir). Arz edeceklerimizin Zâtışâhâne'ye ulaştırılması da oraya gönderilecek bir hey'etle sağlanabilir kanısındayız» denilmekte idi (Belge: 114).
Kâzım Karabekir Paşa, makine başında Trabzon Valisi ile görüşmüş, özetini bildirdi. Vali soru tarzında birtakım görüşler ileri sürmüş. Karabekir Paşa uygun karşılıklar vermiş.
Vali, en sonunda: «İstanbul'a bir hey'et gönderilerek durumun Padişah'a arzını ve bu hey'etle birlikte kendisinin gitmesini teklif etmiş ise de, artık bizim çeşitli yollarla konuyu arza bir çare düşünmüş olmamız dolayısıyla, bu düşüncesinden vazgeçmiştir.
Böyle bir hey'etin gitmesi ve buna sarayın durumunu iyi bilen Gümüşhane temsilcisi Zeki Bey'in de katılması teklif edilmektedir» denilmekte idi (Belge: 115).
Gariptir ki, iki gün sonra, yani 21 Eylül 1919'da, Torul'daki Yarbay Ha1it Bey'in gönderdiği bir şifrede de bu hey'et meselesinden söz ediliyordu.
Fazlasıyla kuşkuya düşen Padişah'ı yabancıların ve Ferit Paşa'nın kucağına atmamak için, İstanbul'a gizlice bir hey'et gönderilmesinin uygun olacağı, eğer bu hey'ete Servet ve Zeki Beyler de temsilci olarak alınırsa kendilerinin sevinerek kabul edecekleri, Zeki Bey'in ağzından bildiriliyordu (Belge: 116).
Halit Bey'e 22 Eylül'de verdiğim cevapta Zeki ve Servet Beyler'in de içinde bulunacağı bir hey'etin İstanbul'a gönderilmesinin uygun olmadığını bildirdim. 24/25 Eylül tarihinde Hâlit Bey'den aldığım bir telgrafta, «Trabzon'daki muhalefetin başı durumunda olan Trabzon Valisi Galip Bey'i, kolordunun ve Erzurum valisinin davetini kabul edip Erzurum'a gitmediğinden, mecburiyet karşısında ve silâhlı koruma ile bu gece (24/25 Eylül) Erzurum'a gönderdim» deniliyordu (Belge: 117).
Efendiler, garip bir tesadüf değil midir ki, rahmetli Kerim Paşa'nın ilk aracılık telgrafı, Trabzon valisinin tutuklandığı gecenin ertesi günü, Trabzon'da, vali, Zeki ve Servet Bey'lerle, bunların aldatması üzerine bazı kimselerin İstanbul ile ilişki kesme konusundaki teşebbüslerinin ve İstanbul'a bir gizli hey'et olarak gitme plânlarının başarısızlığa uğratılmasının gerçekleştiği bir günde, yani 25 Eylül günü çekiliyor ve bizi ancak 27/28 Eylül gecesi aramak gereği duyuluyor.
Yazışmaların şeklinden anlaşıldığına göre, Erzurum'a giden Vali Galip Bey, Kâzım Karabekir Paşa'ya, yeniden İstanbul'a bir hey'et aracılığı ile başvurmaktan söz etmiştir. Bununla ilgili olarak, Paşa'nın 27 Eylül tarihli bir «olur» isteme telgrafını alıyoruz.
Buna 28 Eylülde karşılık olarak çekilen telgrafta, Kerim Paşa ile yapılan görüşmemin özeti verildikten sonra, «söz konusu müracaatın gerekli görülüp görülmediğinin bildirilmesini rica ederiz. Gerekli görüldüğü takdirde, Trabzon valisinin, Millî Mücadele'mize karşı gelme konusunda Dahiliye Nâzırı Âdil Bey'den hiçbir farkı olmadığından, kendisinin asil Millî Mücadele'mize hiçbir şekilde karışmasına müsaade buyurulmaması» karşılığı veriliyor (Belge: 118). Kâzım Karabekir Paşa'nın 30
Eylülde verdiği karşılıkta: «Trabzon valisinin bu gibi işlere karıştırılmaması konusundaki» düşüncemizin yerinde olduğu kabul edildikten sonra, «Trabzon'un durumunda çoktandır beklenen düzelme gerçekleşti» deniliyordu (Belge: 119).
Efendiler, son olarak sunduğum bilgilerle bir gerçek üzerinde daha düşünceleri aydınlatmak isterim. Trabzon Valisi Galip Bey ile Zeki Bey, saray ve Ferit Paşa ile ilişki içinde idiler. Bir hey'et halinde İstanbul'a gitmekten maksatları, millî gayeye hizmet değil, orada gerekenleri aydınlatarak ve bazı tedbirler tavsiye ederek, yeni talimat almak gibi bir maksada dayandığına bence şüphe yoktur. Nitekim Zeki Bey daha sonra İstanbul'a gidince, arkasından gerektiği kadar para ve cephane göndermeye söz verilerek ve özel bir talimat ile Trabzon ve Gümüşhane dolaylarında örgütler kurmak üzere gönderilmiştir. Kendisini İnebolu'da tutuklatıp Ankara'ya getirtmiştim.
Bana, bu söylediklerinin hepsini itiraf etti. Yalnız, sözde İstanbul'u aldattığını, alacağı para ve silâhları bize teslim etmek niyetinde bulunduğunu söyledi. Buna o gün ve hattâ bugün bile inanacak saf kimseler bulunabilir mi? Bununla birlikte, ben bu zâtı, Erzurum Kongresi'ndeki ilişkinin hatırasına saygı duyarak, yalnız gerekli uyarı ve nasihatlarda bulunmakla yetinmiş ve serbest bırakmıştım.
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, Ertuğrul Yatı'nın güvertesinde, İstanbul halkını selâmlarken (1 Temmuz 1927)
İlk Bozkır Olayı ve İzmit Mutasarrıfının Karşı Koyması
Efendiler, İstanbul Hükûmeti tarafından kolordu komutanı olarak Konya'ya gönderilen Sait Paşa'yı 30 Eylülde İstanbul'a geri gönderdik. Konya Valisi kaçak Cemal Bey'in kaçışından önce tertiplediği ilk Bozkır olayının önüne geçmek için, 20'nci Kolordu ve Niğde'de 11'inci Tümen vasıtasıyla ve bunların yardımlarıyla gerekli tedbirler alınarak, İstanbul'un, çıkmasını beklediği olayları önledik. Ereğli, Bolu, Adapazarı, İzmit dolaylarında kurulmasına çalışılan Kuva-yı Milliye teşkilâtı, Eylül ayının son günlerinde büyük bir hassasiyet göstermeye başladı. O çevrelerdeki Kuva-yı Milliye liderleri, kabinenin direnmesi halinde İstanbul'a harekete hazır bulunduklarını bildiriyorlardı. Bu hususu, 28 Eylülde, bütün memlekete ve tabiî olarak İstanbul'a da bir genelgeyle bildirdik. Ancak, İzmit şehrinde, 2 Ekim günü olumsuz denebilecek yeni bir durum karşısında kaldık. O tarihte, İzmit mutasarrıfı, Suat Bey adında bir zattı. Kendisini telgraf başına çağırdık. Son günlerde yapılan tebliğlerin hepsinin alınıp, gereklerinin yerine getirilip getirilmediğini sordum. Mutasarrıf Bey, yaptığı açıklamada diyordu ki: «Yapılan tebliğleri aldım. Anlaşmazlık ve karışıklık olmaması için halkı serbest bırakarak dinlemeyi en doğru hareket saydım. Olumsuz söylentiler vardır. Hey'et-i Temsiliye'den açıklama istemek ve özellikle maksadın İttihat Hükûmeti'ni önceki şekliyle yeniden diriltmek olup olmadığını kesin olarak anlamak kararındadırlar. Bendeniz en tarafsız bir kimse olarak huzur ve güvenliği koruma görevini yüklenmiş bulunuyorum. Her kim ve her ne için olursa olsun, sonucu bilinmeyen bir maceraya başkalarını sürüklemeyi doğru bulmam. Tedbirli ve ihtiyatlı hareket etme yanlısı olduğumu bütün tecrübelerime dayanarak arz ederim» (Belge: 120).
Verdiğim cevap aynen şu idi:
Sivas, 2.10.1919
Suat Bey'e
C - İzmit'te en küçük bir anlaşmazlık ve karışıklığa meydan vermemek asıl görevimiz olduğu gibi, tarafımızdan da özellikle rica edilmiş bir husustur. Millî teşkilât ve mücadelemizin meşru maksadını ve niteliğini gerek zâtıâlînize gerek İzmit'teki birçok kimseye ve bütün dünyaya karşı yazmış ve yazmakta bulunduğumuz bildiri ve açıklamalarla, en kinci düşmanlarımıza bile anlatmış olduğumuza şüphemiz kalmamıştır. Artık, ayak takımının dedikodusundan öteye bir değeri olmayan söylentilerin, karar verme konusunda etkili olabileceğine imkân vermiyoruz. Bundan başka, eğer halkın açıklanmasını istediği noktalar var idiyse, bunlar neden derhal bize sorulup, çözüme kavuşturulmamış bulunuyor. Siz, tarafsız olarak kalmayı tercih buyuruyorsunuz. Oysa, tuttuğunuz yol kesinlikle tarafsızlık yolu olamaz. Çünkü, siz milletin meşru mücadelesine karşı tarafsızlık iddiasında bulunduğunuz halde, haince davranışları ile kanun dışı ve aslında yok hükmünde olan Ferit Paşa Kabinesi'nin memurluğunu yapmakla meşgulsünüz. İttihatçılığın diriltilmesi ile uğraşacak kısır görüşlülerden olmadığımı siz pek güzel anlayabilirsiniz. Size en temiz duygularla ve fakat bütün kesinliği ile şunu arz ederim ki, siz artık Ferit Paşa Kabinesi'ne güven duymuyor iseniz, bunu Dahiliye Nezareti'ne resmen bildirmelisiniz. Eğer milletin hüküm ve isteklerine aykırı olarak Ferit Paşa Kabinesi'ne güveniniz varsa, İzmit'in sayın halkını meşru olan milli mücadelesinde serbest bırakmak üzere derhal yerinizi terk ile İstanbul'a hareket ediniz. Bu iki noktadan herhangi birine uymamanız halinde, yüksek şahsınızın karşılaşabileceği durumun sebep ve sorumlusunun yine siz olmuş bulunacağını pek samimî olarak bildirmeyi vicdanî bir görev sayarım.
Hey'et-i Temsiliye Adına
Mustafa Kemal
Mutasarrıf Bey'in, «kulunuzu sükûnetle dinleyiniz efendim, bendeniz iyi ifade edemedim. Maksadınızın yüceliğinden ve meşruluğundan zaten söz edilemez» cümleleriyle başlayan cevabında yazılan satırlar, «bizi yarınki cuma namazına kadar kendi halimize bırakınız. Ferit Paşa'ya kimbilir kaç defa kalemle hücum eden bendenizi ne kadar kötü gözle görüyorsunuz efendim» cümleleriyle son buluyordu (Belge: 121).
Bunun üzerine, ertesi günkü cuma namazına kadar bekleyeceğimizi bildirmek üzere yazdırdığım telgrafa şu iki cümleyi ekledim: «Sizi kötü gözle gördüğüm şeklindeki zan doğru değildir. Çünkü, vicdanımız sızlamadan verebileceğimiz hükümler, ancak fiilî sonuçlara bağlıdır, efendim» (Belge: 122).
O tarihte, İzmit'te, Albay Asım Bey adında bir zat tümen komutanı olarak bulunuyordu. Asım Bey'e de, bir iki günden beri, telgraf başında tebligatta bulunulmuştu. Ancak, hiçbir cevap alınamıyordu. Onu da 2 Ekim günü makine başına çağırdım ve konuştum. Kendisine: «Kabinenin düşeceği ve belki de düşmüş olması kesindir. Bu bakımdan milletin azim ve iradesi her türlü kararsızlığın üstünde bir güce sahiptir» dedikten sonra, kesin düşünce kararını beklemekte olduğumu söyledim (Belge: 123). Tümen Komutanı Asım Bey'in uzun özür dilemeler ve görüş bildirmelerle dolu cevabından çıkan elle tutulur anlam, şimdiye kadar cevap vermeyişinin sebebinin İstanbul'daki Kolordu Komutanı'ndan sorduğu sorulara cevap alamamış olmasından ileri geldiği (Belge: 124) ve yarınki cuma namazında karar alınacağı cümleleri ile özetlenebilir (Belge: 125) Bazı nasihat ve teşvikleri içine alan cevabımızda başlıca şunları söyledim: «Ferit Paşa'nın yarına kadar çekilmesi pek muhtemeldir. Bu takdirde, yarınki toplantınız sonunda Zâtışâhâne'ye ve kesinleştiği takdirde yeni hükûmet başkanına, kabinenin millî gayeyi tam olarak benimsemiş tarafsız kimselerden kurulmasının istirham edilmesini ve bunun beklendiğinin arzedilmesini sağlayınız. Bir de, vatanımızı ve millî bağımsızlığımızı kurtarmak için, kurulacak yeni kabine ile işbirliği hâlinde daha pek çok çalışmaya ihtiyacımız olduğundan, tam bir sükûnet içinde, Hey'et-i Temsiliye kararıyla arzettiğim hususları göz önünde bulundurarak teşkilâtlanmaya devam buyurulmasını rica ederim» (Belge: 126).
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, Boğaz'da tekne gezisinde (1927)
Ferit Paşa'nın İstifası
Efendiler, ben, Asım Bey'e bu son cümleleri yazdırırken (2 Ekim 1919, saat 15.40'ta) araya imzasız şöyle bir telgraf girdi: «Paşa Hazretleri, İstanbul'daki yakın arkadaşlar söylediler. Bütün akşam gazeteleri yazıyormuş. Ferit Paşa sağlık durumu dolayısıyla istifa etmiş.
Kabineyi kurmak üzere Tevfik Paşa görevlendirilmiş. Daha sabahtan söyleniyordu, fakat doğrulanmamıştı, şimdi doğrulandı efendim.»
Bu telgrafı kim veriyor? Anlayınız, dedim. Sormaya zaman kalmadan telgraf şu şekilde devam etti.
«Biz, Ankara telgrafçıları, Paşa Hazretleri'nin huzurunda derin saygı ile eğiliriz ve vatanımızın başına bir belâ kâbusu olan bu kabinenin devrilmesi için milletin başına geçerek kazandığı başarıyı kutlarız. Lûtfen söyleyiniz.»
Telgraf haberleşmesi kesildi. Gerçekten de 2 Ekimde Ferit Paşa Kabinesi düşmüş bulunuyordu. Ancak, yeni kabineyi kuran Tevfik Paşa değil Âyan'dan (74) Birinci Ferik (75) Ali Rıza Paşa idi.
Efendiler, sırası gelmişken arz edeyim. Bütün telgrafçılarımızın, teşebbüslerimiz ve Millî Mücadelemiz için yaptıkları fedakârca hizmetlerinin millî tarihimizde önemli bir yeri vardır. Kendilerine bugün açıkça teşekkür etmeyi bir borç sayarım.