PROTESTANLIK, AYDINLANMA ve IBRANI MISTISIZMI
Bu yazinin basligi, okuyucuya ilk anda oldukça sasirtici görünebilir. Protestanlikla Aydinlanmanin yaninda bir de "Ibrani Mistisizmi" gibi bir kavramin ne aradigi sorusu akla gelebilir. Bu kavramlarin yanyana konmasinda, bir tür zorlama oldugu gibi bir düsünce de uyanabilir insanin zihninde.
Oysa bu kavramlarin arasinda gerçekten de son derece ilginç ve açik baglantilar var. Bu baglantilar simdiye dek akademik çalismalarda fazla konu edilmemis, ya da "resmi" tarihte fazla gündeme gelmemis olabilir. Bu klasik kaynaklari referans alarak, konuya, "böyle sey olur mu?" gibi bir önyargiyla yaklasmanin hata olacagi düsüncesindeyiz. Bu yazi içinde, sözkonusu kavramlar arasindaki iliskiyi birlikte incelerken, bu tür önyargilardan siyrilmanin gerekliligini de saniriz yine birlikte görebilecegiz.
Protestanlik ve Aydinlanma, okuyucularimizin kuskusuz oldukça asina olduklari kavramlar. Ayni çizginin iki ayri asamasi oldugu süphe götürmeyen bu iki büyük olayin olusturdugu etkileri de biliyoruz. Bati insaninin - daha dogrusu önce batililarin, daha sonra da diger medeniyetlerin insanlarinin önemli bir bölümünün - evren, dünya ve hayat hakkindaki düsünce ve inançlarini kökten degistiren bu iki büyük olayin, din-disi bir dünya olusturdugunu biliyoruz. Olusan bu din-disi dünyayla birlikte, insanin temel görevi "kendisini yaratana kul olup, O'nu yüceltmek" olarak degil, "kendi kendini yüceltmeye çalismak" haline dönüstürüldü. Yine bu iki büyük olayin, dünyanin geçici ve degersiz bir yurt oldugu inancini ortadan kaldirip, onu mutlak, sonsuz ve son derece degerli bir yer olarak sundugunu da biliyoruz. Ayrica, bu olaylarin, dinin insan için tasidigi anlami degistirdigi ve dini yalnizca mabed duvarlariyla sinirli bir alana sikistirdigi tartisilmaz bir gerçek. Böylece dini - yani ilahi - otoritenin "dünyaya nizam verme" olarak tanimlanabilecek vazgeçilmez vasfinin ortadan kaldirilmak istendigi de ortada.
Biz, Protestanlikla baslayip Aydinlanma ile devam eden bu sözkonusu süreci bir baska yönüyle incelemek istiyoruz. Bu iki büyük olayin etkilerinin ne oldugundan çok, bu iki büyük olayin nelerden etkilendigi sorusuna cevap arayacagiz.
Bu soruya cevap ararken, klasik referanslari kayitsiz-sartsiz kabul etmeyi bir yana birakip, Kuran'in verdigi "hikmet"leri referans alinca da, bu iki büyük olayin ardinda önemli bir Ibrani faktörü oldugunu görüyoruz.
YERYÜZÜ CENNETLERININ KÖKENI
Protestanlikla baslayip Aydinlanma ile devam eden sürecin en önemli sonucu, insan ve toplum yasamini dine bagli olmaktan çikarip, ideolojilere bagli hale getirmesi. Böylece "uhrevi" olana yüzçevirip, "dünyevi" olana yönelmesi.
Yeni Dünya Düzeni'yle birlikte zaferi kutlanan liberalizm, gittikçe sönen sosyalizm ve yerel etkileri süren ulusçuluk, arada bir hortlayan fasizm ve hatta zaman zaman din ile karistirilmasina ragmen bir din degil, ideoloji olan muhafazakarlik... Bunlarin hepsi de Fransiz Devrimi'yle sembollesmis olan Aydinlanma felsefesinin söyle ya da böyle sonuçlari. Bu ideoloji patlamasinin altinda dinin devre disi birakilmasi yatiyor.
Avrupa toplumlari, Protestanlikla, hele hele Aydinlanma felsefesiyle tanisana kadar, bu toplumlarin insanlarinin aklinda pek fazla çözülmemis sorular yoktu. Insanin ne oldugu, hayatin ne anlam tasidigi, insanin nasil dogruyu bulabilecegi ve neyin dogru - neyin yanlis oldugu konusunda farkli düsünceler tasimiyorlardi. Bu sorularin cevabi din tarafindan verilir, yetkisini yine dinden alan yöneticiler insanlari yönetirdi. Dinin insana ögrettigi temel degerlerin basinda da, yeryüzünün insan için geçici bir yurt oldugu ve ölümden sonra sonsuz bir hayatin varligi, insanin bu asil yurt için çalismasi gerektigi - yani kisaca ahiret inanci - geliyordu. (Burada "din" olarak adlandirilan yapinin hiristiyan dini oldugu ve gerçek dinin aslinda bozulmus bir sekli oldugunu göz önünde bulundurmak gerek.)
Protestanlikla baslayip Aydinlanma ile devam eden süreç ise, dinin etkisini ortadan kaldirdi. Bu durumda üstte sözünü ettigimiz sorulara yeni cevaplar aranmaya ve verilmeye baslandi. Ideolojiler böyle dogdu. Burada ilginç olan, sözünü ettigimiz tüm bu ideolojilerin de - liberalizm, sosyalizm, muhafazakarlik, ulusçuluk ve fasizm - hayatin, insanin ve dünyanin ne oldugu konusunda ortak bir "dindisi"likta bulusmasi. Diger bir deyisle, hepisinin, dinin insana gösterdigi temel hedef olan Cennet'ten yüzçevirip, insanlara "yeryüzü cennetleri" vaad etmesi, insanin ölümden sonra neleri yasayacagini göz ardi edip, yalnizca dünyada neler yasayacagi ile ilgilenmesi.
Bizim için burada önemli olan, Avrupa toplumlarini ölümden sonrasini öngören - dejenere olmus da olsa - bir dini birakip, yeryüzü cennetlerine neyin, daha dogrusu hangi düsünce biçiminin yönelttigi.
Aydinlanma felsefesinin mimarlari - birazdan daha ayrintili olarak inceleyecegimiz gibi - aslinda Hiristiyan düsüncesini reddederken "dinsiz"lesmiyor, tam tersine yeni ve daha farkli bir "din"i kabul ediyorlardi. Bu yeni din "Allahsiz" bir din degildi, Aydinlanmacilar'in çogu bir yaraticinin varligini kabul eden "deist"lerdi. Hiristiyanlikla bu yeni dinin arasindaki asil önemli fark, ölümden sonra yasam (ahiret) düsüncesinin reddedilmesiydi. Kisaca, ideolojilerle birlikte, "yeryüzü cennetleri"ni hedef seçen "ahiretsiz din"ler çikti ortaya.
Protestanlik ise, ahiret beklentisini zayiflatan ilk önemli faktör olarak "ahiretsiz din" akiminin öncülügünü yapmistir.
Peki acaba Aydinlanmacilar'in bu "ahiretsiz din" düsüncesine kapilmalarina etki eden düsünce nedir? Rönesansi sekillendiren batili düsünürlerin eski Yunan medeniyetinden etkilendikleri söylenir. Protestanlari ve Aydinlanmacilar'i etkileyen bir medeniyet ve düsünce biçimi, "yeryüzü cennetleri"ni çoktandir arayan bir "din" var miydi acaba?
Bu soruya isik tutabilecek bir yorumu, Bosna - Hersek Devlet Baskani ve önemli bir Islam düsünürü olan Alia Izzetbegoviç'ten aliyoruz:
"Dinler arasinda Yahudilik dünyevi, 'sol egilim'i olusturuyor. Dünyevi cennet perspektifini vaad eden ve sonradan ortaya atilan bütün yahudi teorileri bu egilimden ileri gelmistir. 'Eyüp Kitabi' daha bu dünyada gerçeklesmesi gereken adaletin rüyasidir. Yani öbür dünyada degil, bu dünyada ve hemen simdi!... Hz. Isa'nin gelmesinden önce yahudiler, gelecegini haber verdikleri Tanri Melekutunu hiristiyanlar gibi ahirette degil, bu dünyada bekliyorlardi. Yahudi dini (apocalyptic) edebiyatinda Mesih öç alan ve adaleti uygulayan kisi olarak övülmektedir... Dogru dürüst olanlarin mutsuz olduklari bir dünya anlamsizdir. Yahudi adaletinin ve her "sosyal" adaletin esas tutumu iste budur. Burada, yani bu dünyadaki cennet fikri özünde yahudidir ve sadece içerigi bakimindan degil, kaynagi bakimindan da öyledir. 'Geçmis ve gelecek tarih için yahudi kalibi, bütün devirlerde ezilenlere ve mutsuzlara kuvvetli bir çagridan ibarettir. Bu kalibi Aziz Augustin hiristiyanliga, Marks ise sosyalizme aktarmistir.(B. Russell, The History of Western Philosopy) 'Yeryüzünde cennet' isteyen bütün ihtilaller, ütopyalar, sosyalizmler ve diger akimlar özünde Eski Ahit (Tevrat) kaynaklidir, yahudi kökenlidir." (1)
Bu son derece akilci bir degerlendirme. Gerçekten deYahudilikte, Hiristiyanlik ve Islam'in aksine ahiret inanci yoktur, tam tersine güçlü bir "yeryüzü cenneti" özlemi, diger bir deyisle "dünyaya baglilik" vardir. Bu bagliligin siddetini Kur'an ayeti söyle vurguluyor:
"Andolsun, yahudileri hayata karsi diger insanlardan ve ortak kosanlardan bile daha ihtirasli bulursun. (Onlardan) Her biri, bin yil yasatilsin ister; oysa bunca yasamasi onu azabtan kurtarmaz. Allah, onlarin yapmakta olduklarini görendir." (Bakara, 96)
Bu nedenle, Protestanlikla baslayip Aydinlanma ile devam eden sürecin hareketinin gerçek Cennet'ten "yeryüzü cennetleri"ne yaptigi dönüs, bir anlamda, Katolik hiristiyanliktan yahudilige bir dönüs olarak karsimiza çikiyor. Hele, Aydinlanma akiminin doruguna ulastigi, "hedonizm"in, dünyaya bagliligin en üst derecede yasandigi su dönemin, dünyadan "elini etegini" çekmeyi emreden Katolik hiristiyanliktan çok uzak ve üstteki ayette önemli özelligi belirtilen yahudilige çok yakin oldugu kuskusuz.
Ama felsefi düzeyde açik bir Ibrani etkisi olan bu dönüsüm, pratik olarak nasil açiklanabilir. Bu yalnizca bir rastlanti midir, yoksa gerçekten Protestanlikla Aydinlanmanin mimarlari elle tutulur bir "yahudilesme" yasamislar midir?
PROTESTANLIK, ESKI AHIT VE 'MESIHIN YOLLARINI AÇAN' LUTHER
Protestanlik, Katolik kilisesinin denetiminde kurulmus olan Avrupa düzenini yikan en büyük hareket oldu. Protestanlikla birlikte, din, asil anlamindan koparilarak, seküler düsüncenin amaçlarini takdis eden ve böylece dünya hayatinin insanin temel hedefi haline getirilmesinin öncülügünü yapan bir toplumsal katalizöre dönüstü.
Bunun bir sonucu olarak, iktidar, ilahi otoriteden tümüyle ayrildi. Din, "düzen kurma" misyonundan koparilarak, kurulu düzene tabi olma düzeyine indirildi. Protestanligin - bütün bunlarla ilgili olan - bir diger sonucu da, Max Weber'in ünlü çalismasinda vurguladigi ve hemen her sosyalbilimci tarafindan kabul edildigi gibi, Avrupa'da kapitalizmin olusumuna uygun bir ahlak anlayisi gelistirmek olmustu.
Acaba Protestanligin mimarlarini Katolik düsüncesinden böylesine kökten bir sapmaya götüren sey neydi? Yeryüzü cenneti kavramina nasil olmus da yönelmislerdi?
Protestanligin en önemli önderi olan Luther'in nasil olup da böyle bir dönüsüme kapildigini ararken, karsimiza Luther'in Ibrani dinine ve kaynaklarina olan olaganüstü yönelisi çikiyor. Luther, kurdugu yeni dinin esaslarini belirlerken, Katolik kilisesinin geleneginden farkli olarak, asil olarak Eski Ahit'e yönelmisti. Ibranice ögrenen ve Ibrani kaynaklarini hatmetmeye baslayan Luther ve fikirdaslari, yahudi kaynaklarinda çok sey buldular. "Yahudi Ansiklopedisi" The Universal Jewish Encyclopedia, konuyla ilgili olarak su bilgileri veriyor:
"Hiristiyanliktaki reform hareketleri çok büyük ölçekte yahudi edebiyati ve felsefesinden etkilenmisti. Hatta reform hareketlerinin, rakipleri tarafindan 'yahudilesme' olarak görülmesi ve gösterilmesi bunun bir göstergesi sayilabilir... Çesitli protestan gruplari, Eski Ahit'in bir emri olan ve Katoliklerce uygulanmayan sünnet, Sabat'in kutlanmasi gibi ibadetlere geri döndüler: Kisacasi, Eski Ahit'e (Tevrat) Yeni Ahit'ten (Incil) daha fazla baglandilar.
15 ve 16. yüzyildaki Hiristiyan reformunun önemli liderlerinin hepsi, Ibranice biliyor ve yahudi kaynaklarini inceliyordu. Istisnasiz hepsi Eski Ahit teolojisine geri döndüler. John Huss, Zwingli, Michael Servetus, Calvin ve Luther; bu isimlerin hepsi, karsitlari tarafindan 'yari-yahudi' olmakla hatta tümüyle yahudilesmekle suçlandilar.
Eski Ahit'in etkisi bunun ardindan Püritenlikte ve daha sonraki Anglo-Amerikan mezheplerinde de kesin biçimde görüldü." (2)
Luther ve fikirdaslarinin Eski Ahit teolojisinden etkilenmeleri, dogal olarak, Katolik kilisesinin tasidigi din anlayisinda var olmayan büyük degisimler dogurdu. Bir kere Eski Ahit'te ahiret inanci yoktu; cennete ya da cehenneme inanilmiyordu. "Ne varsa", bu dünyada vardi. Cennet, yeryüzünde - Mesihin gelisi ile birlikte - kurulacak bir yerdi.
Eski Ahit'e dönüs, çok önemli bir baska sonuç daha dogurdu. Faiz, Eski Ahit'te yasaklanmiyor, tam tersine tesvik ediliyordu. Oysa ki Katolik kilisesi, asirlardir Yeni Ahit(Incil)den çikardigi yorumla faizi "haram" sayip, yasaklamisti. Bu nedenle Ortaçag Avrupasinda, yahudiler disinda, faiz alip-veren hiristiyan pek bulunmuyordu. Protestanligin mimarlari, Eski Ahit'in etkisiyle, Incil'deki faiz yasagini "içtihat"la kaldirdilar. Calvin, De Usuris (Faiz) adli kitabinda, Incil'in Luka bölümünde 6/35'te ki cümle üzerinde su yorumu yapmisti: "Burada faizi kötüleyen hiçbir yazili kanit bulunmamaktadir." (3)
Böylece asirlardir yalnizca "yahudi meslegi" olarak bilinen tefecilik ve bankacilik, Protestanligin etkisini gösterdigi tüm Kuzey Avrupa'da hizla yayildi.
Luther ve fikirdaslari, Eski Ahit'i böylesine ön plana çikarirken dogal olarak bir baska ilginç hükmü de kabul etmis oluyorlardi: Eski Ahit'e göre, yahudiler "Tanri'nin seçilmis kavmi"ydiler. Diger irk ve dinlerden üstündüler. Kutsal Topraklar, onlara Tanri tarafindan armagan edilmis ve onlarin "hakki" olan yerlerdi. Luther, Eski Ahit'in bu hükümlerini göz ardi etmedi. Kendisini "yahudilesmekle" suçlayanlari hakli çikartacak bir biçimde, yahudileri övmeye, onlarin "Tanri'nin seçilmis halki" olduklari tezini islemeye basladi. 1523'de yazdigi Jesus Christ Was Born A Jew (Isa Mesih bir Yahudi Olarak Dogdu) adli kitabinda bu düsüncelerini uzun uzun anlatiyordu. Protestanligin büyük önderi söyle diyordu:
"Yahudiler bizim Tanrimizin akrabalari, kuzenleri ve kardesleridir. Katoliklere sesleniyorum; bana kafir demekten yorulduklarinda Yahudi desinler." (4)
Luther'in yahudilere karsi olan bu ilginç yaklasimi, çok daha ilginç boyutlara vardi. "Yahudi Ansiklopedisi" The Jewish Encyclopedia, bunu söyle anlatiyor:
"Luther, yahudilerin Tanri tarafindan mesajini dünyaya yaymak için seçildiklerini söyleyerek onlari över. 'Yahudiler,' der, '...dünyadaki en üstün kani tasimaktadirlar. Kutsal Ruh, onlarin eliyle Kutsal Kitabi dünyaya yaymistir. Onlar Tanri'nin çocuklaridir, bizse yabancilariz. Aslinda, Kenanli kadinin hikayesinde anlatildigi gibi, bizler sahiplerinin masasindan düsen ekmek kirintilari ile yetinen köpekler gibi olmaliyiz'." (5)
Luther'in yahudilere sempati duymasinin yanlis bir sey oldugunu söylenemez; isteyen istedigine sempati duyabilir. Ama bu kadari da biraz garip, öyle degil mi?..
Böylesine ilginç tezler gelistiren Luther - tahmin edilebilecegi gibi - devrin yahudilerinden büyük "takdir" görüyordu. Yahudiler, hem Luther'i, hem de gelistirdigi Protestan akimini gönülden desteklediler. "Yahudi Ansiklopedisi" Encyclopedia Judaica "Luther'in Roma Katolikligine getirdigi yikici darbe ilk olarak Yahudiler tarafindan benimsendi." diyor. (6) Ayni kaynak, konunun devaminda "Özellikle Sefardi diasporasindan olan Joseph ha-Kohen gibi bazi Yahudi bilimadamlarinin Reform'a karsi oldukça büyük sempatileri vardi." diye bildiriyor. (7) Yine ayni kaynaktan, "Kabbalist haham Abraham B. Eliezer ha-Levi, Luther'in Hiristiyanlari yavas yavas egitmeye çalisan bir 'Gizli Yahudi' oldugunu söyledi" cümlesini okuyoruz. (8)
Yine Judaica'dan, Luther'in yahudi perspektifindeki görüntüsünü ögreniyoruz:
"Martin Luther kilise tarafindan 'Yari Yahudi' olarak adlandirildi...Abraham Farissol gibi bazi Yahudiler de, Luther'i 'gizli bir Yahudi', dini gerçegi ve adaleti ayakta tutan bir yenilikçi olarak tanimlarken, getirdigi yenilikleri Yahudilige dönüs olarak belirtti." (9)
Yahudilere karsi diger insanlari "masanin gerçek sahiplerinin düsürdügü ekmek kirintilarini yemekle yetinmeleri gereken köpekler" olarak nitelendiren Luther'in baslattigi Reform hareketi, yahudiler tarafindan - asirlardir beklenen ve yahudi teolojisinde, yahudiler için bir "yeryüzü cenneti" kuracagina inanilan - Mesih'in gelisi için gerekli ortami saglayacak bir hizmet olarak görüldü:
"Yahudiler, Martin Luther'i, Hiristiyanlari egitip yanlis düsüncelerinden kurtararak, Mesih'in gelisi için yolu temizleyen bir adam olarak gördüler." (10)
Fakat Luther, bütün bunlara ragmen, son yillarinda yahudiler aleyhine yazdigi yazilarla, "resmi tarih"e antisemit (yahudi düsmani) olarak geçmeyi basardi. Kendini "yahudilere köpek olmaya layik" görecek kadar "fanatik yahudi hayrani" olan bir adam birden bire fikirlerini degistirip yahudi düsmani olur muydu? Ya da olusturdugu yeni mezhebin yahudilere böylesine garip bir bagla bagli olmasinin getirecegi tepkileri durdurmak için görüntü mü degistirirdi? Ikinci tez daha akilci gözüküyor...
Luther, hiristiyanlikta, Aziz Paulus'dan sonraki ikinci büyük sapmayi gerçeklestirdi. Bu arada, Luther'in ardindaki Ibrani etkisinin Aziz Paulus'da da açik bir biçimde gözüktügünü hatirlatalim. Hiristiyanliga Üçleme (Baba-Ogul-Kutsal Ruh) inancini yerelestiren Paulus gerçek adi Saul olan bir yahudiydi. Hem de hiristiyan olmadan önce(?) Kudüs'te - Ibrani mistisizminin kaynagi olan - Kabala üstüne çalismalari yapiyordu. (11)
Hiristiyanlik içinde Paulus'un baslattigi ve Luther'in pekistirdigi bir baska sapkin öge de "kayitsiz sartsiz boyun egme" psikolojisiydi. Paulus, zalim ve baskici yöneticilere karsi da olsa, baskaldirmanin yanlis oldugunu söylemisti. Roger Garaudy, son kitabi "Avons-nous besoin de Dieu?"de Paulus'un bu teorilerinin sömürgeciligin kurumsallasmasina neden oldugunu söylüyor. Garaudy, Paulus'un "hiristiyanligi insanlara tahakküm eden zalimlerin hizmetine kostugunu" bildiriyor. Ayrica Luther'in de ayni çizgiyi pekistirdigini vurguluyor. Çünkü Luther, "Tüm yasalar Tanri'dan gelir" diyerek, ne kadar sapkin olursa olsun, her türlü kurulu düzene karsi çikmanin Tanri'ya isyan oldugunu söylemisti. Hiristiyanligin hak dinin temel kavramlari olan aksiyon ve mücadeleden koparilmasi da böylece önemli bir Ibrani etkisi altinda gerçeklesmis oldu.
Bu tür bir "yahudilesme"yi barindiran Protestan akimi tüm Kuzey Avrupa'yi kasip kavurdu. Sira, daha sonra Ingiltere'ye gelecekti. Judeo-Protestan çizgisinin özellikleri olan "dünyada cennet" beklentisi,alabildigine mal biriktirme imkani, Ingiliz tüccarlari ve sanayicileri arasinda da yayginlasmisti. Faizi yasaklayan Katolik kilisesiyle bütün baglar kopartilmis,faizi kutsayan Protestanlik ve de özellikle Calvin ve ona bagli tarikatlar,bastaci edilmisti.
Calvin de "yahudilesme" alametleri tasimaktaydi. Faizin helal olmasi, M. Tevrat'in asil kaynak kitap kabul edilmesi, - Kur'an deyimiyle - "mal biriktirip-yigma"nin makbul tutulmasi, Ibrani dininin özellikleriyle örtüsüyordu. Zaten Calvin de, yahudiler hakkinda, ayni Luther gibi, çok övücü sözler söylemisti. Ve diger bazi mezhepler, onun bu ifadeleri ve yahudilerle olan dostluklarini kullanarak, onu yahudilerle bir tutup 'yahudilesmis' olmakla suçladilar. (12)
Protestanlikla devrin yahudileri arasindaki paralellik, Hollanda örneginde açikça gözlemlenebilir. Hollanda, protestan oldugunu ilan eden ilk devlet olmustu. Bunun hemen ardindan çok sayida Sefarad Yahudisi Hollanda'ya ve de özellikle Amsterdam'a yerlesti. Kisa sürede büyük ekonomik güç elde eden Amsterdam yahudileri, tarihteki ilk kapitalizm uygulamalarini ortaya koydular. Yeni Kudüs olarak anilmaya baslayan Amsterdam'daki yahudi cemaatinin özelliklerini, Encyclopedia Judaica'dan ögreniyoruz:
"1648'e dek Amsterdam'da yahudilerin ekonomik olarak çok büyük bir fonksiyonu yoktu. Bu tarihten sonra pek çok eski-converso (Ispanya'dan göçen yahudiler) Amsterdam'a yerlesti ve yahudi cemaatinin etkisi çok büyük oranda artti. Amsterdam'daki Yahudi tüccarlar, ilk modern-tip kapitalizm yöntemleri ile faaliyet gösteriyorlardi.Onlarin dis ticarette ilgi alanlarinin içine Iber Yarimadasi, Ingiltere, Italya, Afrika, Hindistan ve dogu-bati Hint Adalari giriyordu.Amsterdam'da ki yahudiler,endüstri ile de ilgilendiler:tütün,baski ve elmas endüstrisi; özellikle elmas endüstrisi tümüyle yahudilerin eline geçmisti... 17. yüzyilin sonuna gelindiginde, Amsterdam'daki yahudilerin çok büyük bir kismi borsada oldukça aktif durumdaydi... Borsaya büyük ölçüde hakim oldular ve onun gelistirilmesine ve organizasyonuna öncülük ettiler. Bazi yazarlar, Amsterdam'in o dönemdeki büyük zenginligini tümüyle yahudilerin ekonomik gücüne baglarlar." (13)
Amsterdamli yahudiler, sömürgecilik devrinin ünlü sirketi Dutch East India Company ve Dutch West India Company (Hollanda Dogu Hindistan ve Bati Hindistan Sirketleri)nin hisselerinin büyük bölümünü ele geçirip, sirketin yöneticileri oldular. (14) Amsterdam'daki elmas piyasasi bugün hala yahudi cemaatinin elindedir....
Sonuçta Protestanlik, Eski Ahit'i ve Ibrani dünya görüsünü kabul etmekle önemli bir "yahudilesme" sürecini baslatmis oldu. Bu "yahudilesme"nin en açik gözüktügü Protestan mezhebi ise, kuskusuz - Ingiltere ve Amerika'yi derinden etkileyecek olan - Püritenlikti...
PÜRITENLER - YA DA 'INGILIZ YAHUDILERI'...
Universal Jewish Encyclopedia, Püritenligi söyle tanimliyor: "Etik yapisi Tevrat 'la tümüyle es olan Püritenlik, 'Ingiliz Yahudiligi' olarak adlandirilmistir." (15)
Püritenlik, Calvinizm'in William Tyndale adli bir protestan tarafindan kurulmus ve Ingiltere'de gelismis olan bir koluydu. Kisa sürede sayilari ve güçleri artan Püritenler, kendisi de bir Püriten olan Cromwell'in krali devirip basa gelmesinin ardindan Ingiltere'de iktidari büyük ölçüde ele geçirdiler. Cromwell'in ardindan iktidari yitirseler de, Anglo-Sakson kültürüne derin izler biraktilar. Püritenler, Amerika'da da önemli rol oynamislar, Yeni Dünya'nin kolonilestirilmesinde öncülük yapmislardir. Amerikan kültürü de Püritenlikten etkilenmistir. Bugün ABD'deki köktenci ve evanjelik Protestan mezhepleri Püritenlerin devami sayilabilir. Hatta, Amerikan dis politikasinin halen önemli bir "Püriten Etkisi" tasidigi kabul edilir. (16)
Asil ilginç olansa Püritenlik-Yahudilik iliskisidir. "Yahudi Ansiklopedisi" Judaica, Püritenlik'ten, "Judaizers" (yahudiciler/yahudi sempatizanlari) basligi içinde söz ediyor. "Judaizers" deyimini ise söyle açikliyor: "Judaizer: Yahudi olmadigi halde yahudi dininin bir kismini ya da bütününü uygulayan veya yahudi oldugunu öne süren kimse." Bu sinifa dahil ettigi Püritenler için de ayni sayfada sunlari söylüyor: "Ingiltere ve Amerika dahil, Kuzey Atlantik'te Püritenligin güçlenmesiyle birlikte, Tevrat'in incelenmesi ve buna bagli olarakta 'yahudilesme' (judaizing) hareketleri basladi. Bu ibrani dilini kullanma, anayasanin Tevrat'a dayandirilmasi ve Sabbath'in yahudi dinine göre kutlanmasi taleplerine kadar vardi." (17)
Yahudilik gibi, ahiret degil, dünya-merkezli bir felsefeye dayanan Püritenlik, kapitalizmin gelismesinde de kilit rol oynamisti. Bu "judaizer" mezhep, zenginligi bir seçkinlik belirtisi sayarak, Ingiltere'de kapitalist burjuvazinin olusmasina ve parlemento rejiminin gelismesine katkida bulundu. Püritenligin dana sonra liberal protestanligin gelismesinde de katkisi olmustur.
Püriten mezhebinin yahudilikle olan baglantilari ise diger Protestan mezheplerini bile geride birakacak düzeydeydi. Gerçekten de Püritenlik, "Ingiliz Yahudiligi"ydi. Püritenligin özelligi, Protestanliktaki Eski Ahit bagliligini da daha da ileri götürmüs ve böylece de "yahudi olmadigi halde yahudi dinini uygulayan ya da yahudi oldugunu öne süren kimse" yani "judaizer" sifatini hak etmis olmasidir.
Püritenler, özellikle Tevrat'in kaidelerini çok titiz bir sekilde uyguluyor ve hiristiyan ögretisi içinde de özellikle Yeni Israil diye adlandiran Aziz Paulus'a büyük ilgi gösteriyorlardi.(18) Püritenler,kendilerini Tevrattaki yahudilerle özdeslestirerek yeni bir yahudi kimligi kazandilar. Çocuklarina, Samuel, Amos, Sarah veya Judith gibi yahudi isimleri takiyorlardi. (19)
Püritenlerin Tevrat'a bu denli baglanmalari, dogal olarak yahudilere karsi da büyük bir hayranlik beslemelerine neden oldu. Tevrat bir bütün olarak kabul edilince, Tevrat'in sürekli övdügü yahudilerin "üstün irk" oldugunu kabul etmemek de olmuyordu.
Bu, Püritenlerin, devrin yahudilerine "stratejik" yardimlar yapmalarini da sagladi. O dönemde Ingiltere'de yahudi yoktu; Ingiliz krali 13. yüzyilin sonlarinda "tefecilik yapip, halki sömürdükleri" gerekçesiyle yahudileri ülkesinden sürmüstü. Ama yahudiler Ingiltere'ye geri dönmek istiyorlardi. Çünkü Kutsal Kitap'larinda "Mesih gelmeden önce yahudiler tüm dünyaya yayilmalidir" hükmü yer aliyordu. Püritenler, bastaci ettikleri Tevrat'in bu kehanetine ve hayran olup "üstün irk" saydiklari yahudilerin bu kehaneti gerçeklestirme projesine heyecan ve "ihlas"la destek verdiler.
"A History of Jews" adli kitabinda, Paul Johnson Püritenlerin, yahudi önde gelenlerinin "Mesihin gelisinin sartlarini olusturma" projesine verdigi destegi söyle açikliyor:
"1649'un zafer sarhosu günlerinden birinde,Cromwell, Amsterdam'da yerlesmis bulunan Püriten kolonisinden bir rica mektubu aldi. Mektup, Anne ve Ebenezer Cartright tarafindan yollanmisti ve onu Mesih'in ikinci defa gelisini hizlandirmasi konusunda zorluyordu. Kutsal Kitap'in kehanetine göre bunun için yahudilerin 'dünyanin uçlarina' kadar yayilmalari gerekiyordu,ancak bu kehanet gerçeklesemiyordu, çünkü Ingiltere'de yahudi toplulugu yoktu." (20)
Yahudi tarihçi Eli Barnavi ise, Püritenlerin yahudilerin yalnizca Ingiltere'ye degil, Kutsal Topraklar'a dönmeleri için de hizmete hazir olduklarini bildiriyor:
" Püritenligin güçlenmesi, Ingiltere'ye, yahudilere karsi yeni bir bakis açisi kazandirdi. Calvinizmin militan bir biçimde uygulandigi bu tarikatin mensuplari yahudilere karsi-Puritan teolojisinin temeli olan Tevrat kültürü ve dilinin koruyuculari olduklari için-büyük bir saygi ve sevgi duyuyorlardi. Püritenlerin inancina göre Mesih'in ikinci gelisinden önce, yahudilerin Kutsal Toprak'lara dönmeleri gerekiyordu." (21)
Bir baska yahudi yazar, Regina Shariff, "Non-Jewish Zionism" (Yahudi Olmayanlarin Siyonizmi) adli kitabinda konuyu söyle açikliyor:
"Amsterdam'daki Püriten kolonisinin basi Cartright mektubunda sunu da belirtti: Bu Ingiliz Devleti, Hollanda'dan gelen yeni yurtaslariyla, Israil'in ogullarini ve kizlarini Vaadedilmis Topraklar'a,atalari Ibrahim'in Ishak'in ve Yakub'un topraklarina, gemilerle tasiyacak olan ilk ve en istekli ülke olacaktir." (22)
(Püritenlerin verdigi bu "siyonizme destek" vaadi gerçekten de yerine getirilmistir. 20. yüzyilda Filistin'de bir yahudi devleti kurmak için destek arayan siyonist liderler, en büyük yardimi "Hiristiyan Siyonistler" olarak tanimlanacak olan ve Püritenlerin devami durumundaki Köktenci Protestan kiliselerinden aldilar. Öyle ki, Filistin'de bir yahudi devleti kurulmasi için ilk önemli politik destegi veren Lord Balfour'un bu kararinda, politik hesaplarindan daha çok, Kutsal Topraklar'in Tanri tarafindan yahudilere verilmis oldugunu öngören dini inançlari geliyordu.) (23)
Bu Püriten etkisi sonucunda yahudiler Ingiltere'ye tekrar kabul edildiler. Cromwell, büyük dostu Amsterdam hahami Menasseh Ben Israel'i Ingiltere'ye davet ederek, Püritenlerin parlementodaki destegi sayesinde, yahudileri Ingiltere'ye kabul etti. Ingiltere'ye giren yahudi cemaati kisa sürede büyük ekonomik güç kazanmis, Rothschild hanedani, bu cemaatin içinden çikmistir. Sömürgeciligin uzakdogudaki en önemli temsilcisi olan British East India Company (Ingiliz Dogu Hindistan Sirketi)nde de Ingiliz yahudilerinin büyük hissesi ve sirket yönetiminde rolü vardir. (24)
PÜRITENLER AMERIKA'DA...
Püritenlerin, tasidiklari "judaizer" (yahudici/yahudi sempatizani) misyonu, yalnizca Ingiltere ile sinirli kalmadi. Püritenlik, bir baska ülkeyi daha etkileyecek, onu da kendi çizgisine oturtup "judaizer" yapacakti.
Püritenlik, Ingilizce konusan halklar arasinda 16. ve 17. yüzyildaki en yaygin protestan mezhebi konumundaydi. Amerika'daki-ya da o zamanki adiyla New England'daki-Püriten çagi ise, 1620'de Massachussetts'deki kurulan büyük Püriten kolonisi ile basladi.
Aslinda Kuzey Amerika'da kurulan tüm Ingiliz kolonilerinde Püriten etkisi vardi. Massachussetts'de ve daha sonra da Plymouth'da kurulan büyük Püriten kolonileri ise genisleyerek tüm New England'a yayildilar.
Britannica'nin Ingilizce baskisi, Amerikan Püritenleri ile ilgili olarak sunlari kaydediyor.
"Avrupa kolonizasyon tarihinde hiç bir koloni Massachussetts kolonisinin ulastigi zenginlik seviyesine ulasamadi. Koloniyi kuran Püritenlerin amaci Amerikan'in uçsuz bucaksiz topraklarinda yeni bir Siyon yaratmakti. Bu, Ingiltere'de saglanan reformasyonun bir benzerini olusturmalarini saglayacakti... Püriten mirasi, Amerikan ruhunun sekillenmesinde süphesiz büyük bir faktör olarak yerini aldi." (25)
Püritenler, kendilerini Eski Ahit'e öylesine kaptirmislardi ki, Amerika'ya New England (Yeni Ingiltere) yerine New Israel (Yeni Israil) adini vereceklerdi. (26)
Püritenlik Amerika'nin kurulusunda böylesine önemli rol oynayip, "Amerikan ruhunu sekillendirirken", bu ülkeye "yahudici/yahudi sempatizani" (judaizer) misyonunu da yükledi elbet. Püritenlik, daha sonra gelisen tüm Amerikan protestanligini da etkisi altina almistir.
Püritenler, Yeni Dünya'ya M. Tevrat'in içerdigi vahset boyutunu da getirmislerdir. M. Tevrat, yahudilerin, Filistin'i sözde haksiz olarak gasp etmis Kenan halkina karsi girisecekleri savasta uygulamalari gereken bazi vahset emirleri içerir. Bu vahset emirleri, geçmis yillarda Israil ordusu tarafindan Filistinliler'e karsi uygulanmistir. (27) Kendilerine rehber olarak Tevrat'i kabul etmis olan Püritenler de, Amerika topraklarindan uyguladiklari vahsetler için Tevrat emirlerini referans kabul etmislerdir. Noam Chomsky, Year 501: The Conquest Continues (Yil 501: Isgal Sürüyor) adli kitabinda Amerikan yerlilerinin Kristof Kolomb'la baslayan baski ve "etnik temizlik" dolu tarihine el atiyor. Ve Püritenlerin, Amerikayi "Vaadedilmis Toprak" olarak gördüklerini, üzerindeki Kizilderilileri de "Kenan Halki" saydiklarini bildirdikten sonra, Püriten vahsetini söyle anlatiyor:
"New England'daki ilk büyük soykirim hareketlerinden biri, 1637'de Pequot Kizilderilileri'nin yok edilmesiydi. Sömürgeci Püritenlerin, uyguladiklari bu vahseti göklere çikaran resmi açiklamalari ise söyleydi: 'Yeryüzü cennetinde Tanri'nin istemedigi bu Pequot yerlileri temizlendi. Öyle ki, sükürler olsun, artik Pequot ismi tasiyan kimse kalmadi.'
Bugün, 'Tanri'nin izni altinda' yurduna baglilik yemini eden her Amerikan çocugu, aslinda, bu katliami uygulayan Püritenlerin tasidigi retorigi ve Eski Ahit'ten (M. Tevrat) kaynaklanan düsünceyi ödünç almaktadir. Püritenlerin Eski Ahit'ten aldiklari düsünce ise sudur: 'Bilinçli bir biçimde, Tanri'nin seçilmis halkina ait olan Vaadedilmis Topraklar'daki Kenan halkini yok etmek'.
Katliami uygulayan Püritenler, yaptiklari isi tümüyle dini liderlerinin kontrolünde gerçeklestiriyolar, 'kutsal misyon'larini yerine getiriyorlardi. Öyle ki, kizilderili erkek, kadin ve çocuklar tümüyle Eski Ahit emirlerine göre katlediliyorlardi. Kendi kullandiklari Tevrat deyimlerine göre, Püritenler, kizilderili çadirlarini 'kizgin atesli firinlara' döndürüyorlar, içindeki kurbanlari Tevrat deyimiyle 'olabilecek en kötü ölümle' öldürüyorlardi. Bir baska Tevrat ayetinin deyimiyle ölenler 'atesin içinde kizariyor, ancak oluk oluk akan kanlari atesi söndürüyor'du. Katliami uygulayanlar ise 'Rab (Yehova)'nin övgüsüne layik' oluyorlardi.
Bundan bir kaç yil sonra ise New York bölgesindeki yerlilerin 'temizlenmesi' operasyonu düzenlendi. Örnegin, Subat 1643'de Güney Manhattan'da Hollanda'li askerler tarafindanAlgonquin Kizilderilileri'ne karsi gerçeklestirilen ve David de Vries tarafindan aktarilan katliam söyleydi: 'Askerler pek çok Kizilderili'yi uykularinda öldürdüler. Annelerinin gögüslerinden çekilip alinan bebekler anne-babalarinin gözleri önünde kiliçla parçalaniyor ve bebeklerin parçalari atese atiliyordu. Kundaktaki bebekler besikleri içinde parçalaniyor, kafalari eziliyor, en tas-yürekli adamin bile vicdanini sizlatacak bir vahsilikle öldürülüyorlardi. Bazi bebekler nehire atildi, onlari kurtarmak için anne ve babalari da suya atladi. Ama askerler ne çocuklarin ne de anne-babalarin sudan çikmalarina izin vermediler, hepsi boguldu." (28)
Modern dünyanin uygulamaktan bir türlü vazgeçmedigi vahsetin ardinda, bir de bu tür bir "judaizer" gelenegi yatmaktadir....
Püritenlerin uyguladiklari vahsetin Ibrani ögretisine dayandigina, Arnold Toynbee de dikkat çeker. Amerikali sosyolog Thomas F. Gossett'in Race: The History of an Idea in America (Irk: Amerika'daki Bir Düsüncenin Tarihi) adli kitabinda yazdigina göre, Toynbee, "Amerika'daki Ingiliz kolonicilerinin Eski Ahit üzerinde yogunlasmalarinin, onlara, dinsizleri yok etmekle görevli seçilmis bir halk olduuklari inancini verdigini" savunuyor. Gossett, bunun ardindan, "Tevrat'taki Israilliler Kenan halkini nasil yok ettilerse, Massachusettes kolonisindeki Israilliler (yani Püritenler) de Kizilderilileri öyle yok ettiler" diyor. (29)
Püritenlerin, "Amerikan ruhu"na enjekte ettikleri bu "judaizer" etki, Amerika'nin yahudilik konusundaki yaklasimini bugüne dek yönlendirmistir. Amerikan protestanligi, Püriten düsüncesinin bir devami olarak, yahudilerin hep "seçilmis irk" oldugu düsüncesini benimsemistir. Amerikan-Ibrani iliskilerinin tarihsel gelisimini inceleyen Israel In The Mind of America (Amerika'nin Zihnindeki Israil) adli kitapta, Amerikan protestanliginin tasidigi bu ilginç misyon, ayrintilariyla inceleniyor.
Israel In the Mind of America kitabinda üzerinde durulan bir isim, William Eugene Blackstone ise, hem Amerikan elitinin yahudilige bakisini hem de protestanlik-yahudilik paralelligini göstermesi açisindan oldukça ilginç:
"1841'de New York'da bir metodist protestan olarak dogan William Eugene Blackstone, gençlik yillarinda Kutsal Kitap üzerinde uzmanlasti... 1878'de Blackstone büyük eseri 'Jesus Is Coming'i (Isa Geliyor) yayinladi ve kisa sürede ün kazandi. Evanjelik cemaatleri onu alkisladilar. Kitabi bir milyonun üstünde satti ve Ibranice'yi de kapsayan 48 dile çevrildi.
Blackstone, arkadaslari Dwight L. Moody ve Cyrus I. Scofield ile birlikte, Kutsal Kitab'in yahudilerin 'Tanri'nin seçilmis halki' oldugu seklindeki hükmünün hala geçerli oldugunu savundu.... Aralarinda John D. Rockefeller, Cyrus McCormik, J. Pierpont Morgan gibi isimlerin ve Parlemento sözcüsünün, senatörlerin, hakimlerin, avukatlarin, gazetecilerin bulundugu 413 seçkin Amerikali Blackstone'un bu fikrine destek verdi. Yahudilerin seçilmis halk oldugunu destekleyenler, Amerikan elitinin kapsamli bir listesi durumundaydi...
Blackstone, daha sonra Rusya'dan göçen yahudilerin sözkonusu oldugu dönemde, su öneriyi getirdi: 'Niçin Filistin'i yahudilere vermiyoruz?'...
Peki Filistin 'bizim' miydi ki onu yahudilere verecektik? Buna karsilik Blackstone, 1878 Berlin Anlasmasi ile birer Türk eyaleti olan Bulgaristan ve Sirbistan'in Bulgarlara ve Sirplara verildigini hatirlatiyor ve söyle diyordu: 'Bulgaristan'in Bulgarlar'a, Sirbistan'in da Sirplara ait oldugu kadar, Filistin de yahudilere ait degil mi?'... Yahudi devleti, ayni Bulgaristan ve Sirbistan gibi, Türk Hükümeti'nden anlasma sonucu alinacak Filistin topraklari üzerine kurulabilirdi...
Böylece Amerikali bir protestan olan Blackstone, Avrupali bir yahudi olan Theodor Herzl'den yillar önce siyasi siyonizmi ortaya atimisti....
Blackstone, ölümünden iki yil önce, 1933'de Chicago'daki protestan cemaatine yazdigi mektupta, asirlar önce Püritenlerin eliyle Amerika'ya yüklenmis olan misyonunun hala geçerli oldugunu vurguluyor ve, 'Israil'in uyanisiyla simdi her zamankinden daha çok ilgileniyorum' diye yaziyordu, 'dualarimiz sayesinde beklenen Mesih'lerine kavusabilirler'." (30)
Püritenlikten kaynaklanmis olan Amerikan protestanliginin yahudilikle olan paralelligini ve yahudilerle ilgili olarak tasidigi misyonu baska kaynaklar da vurguluyor. The Lobby: Jewish Political Power and American Foreign Policy (Lobi: Politikadaki Musevi Gücü ve Amerikan Dis Politikasi) kitabinin yazari Edward Tivnan, konuyu söyle dile getiriyor:
"Amerikan Siyonist hareketinin önderi Brandeis, yeni kurdugu Amerika Siyonist Organizasyonu'nu gelistirmeye çalisirken, siyonist hareket birdenbire Beyaz Saray'da bir dosta sahip oldu. Bu dost Baskan Wilson'di. Wilson, Brandeis'i yalnizca 1916'da Anayasa Mahkemesi'ne atamakla kalmayacak, ayni zamanda bu genç arkadasinin seslendirdigi siyonizm teorisine de destek çikacakti...
Wilson'in bu tavri, pragmatik bir siyasi karar olmaktan çok daha öteydi. Bir Prespiteryen papazin oglu ve Kutsal Kitab'in sürekli bir okuyucusu olarak Wilson, yahudilerin kaderi ile duygusal olarak ilgiliydi. Amerikan protestanliginda Siyon idealine karsi büyük bir sempati gelenegi vardir. Grose, Wilson'in 'Ben, bir protestan papazin oglu olarak, Kutsal Topraklar'in oranin gerçek sahiplerine verilmesine destek olmakla yükümlüyüm' dedigini de belirtir." (31)
Amerika'daki Protestan cemaatlerinin önemli bir bölümü, bugün de ayni etkiyi tasimaktadir. ABD'deki köktenci protestan cemaatleri, Israil'i "Tanri'nin yerine gelmis bir vaadi" olarak degerlendirirler. Israil'e yapilan Amerikan yardimi hakkindaki en ufak bir elestiri, bu cemaatlerden büyük tepki alir.(32) Israil Devleti, Tevrat'ta adi geçen yahudilerle özdeslestirilirken, Gazze ve Bati Seria'da yasayan Filistinliler, Kenan Halki olarak degerlendirilmektedir. (33) Öyle ki, bu cemaatler, Amerika'nin gücünü koruyabilmesini de Israil'e yaptigi destege baglamaktadirlar. Sayilari kirk milyonu asan Evanjelik protestanlarin liderlerinden Jerry Falwell, "Diger milletler Israil milletine nasil davraniyorsa, Tanri da onlara öyle davranir" diyebilmektedir (34) Aralarinda çok yakin bir dostluk bulunan Evanjeliklerin ve yahudilerin önemli bir bölümünün, "ortak düsmanlari" ise, Noam Chomsky'nin hatirlattiigi gibi, müslümanlardir. (35)
Sonuçta, Protestanligin büyük ölçüde Eski Ahit'e ve Ibrani dünya görüsüne dönüs hareketi oldugunu ve bu dönüsün hem sosyo-ekonomik boyutta (kapitalizmin dogmasi, faizin mesrulasmasi) hem de sosyo-politik boyutta (yahudilere karsi olagandisi bir sempati ve hayranlik dogmasi gibi) sonuçlari oldugunu söyleyebiliriz.
Bati kültürünün, ahireti temel hedef olarak belirlemis olan Katolik düsüncesinden kopup, Kuran'in "Her biri, bin yil yasatilsin ister" (Bakara, 96) hükmüne uygun bir dünyevilige dönmesi de, kuskusuz önemli ölçüde bu "Ibranilesme" sürecinden kaynaklanmaktadir.
Acaba Avrupa'yi sekülerlestiren sürecin ilk asamasi olan Protestanlik böyle bir Ibrani etkisi tasiyordu da, bu sürecin ikinci asamasi olan Aydinlanma ne durumdaydi?
NUR-U ZIYA ILE AYDINLANANLAR
Yazinin basinda, yüryüzü cennetleri kuraminin Ibrani kökenli olduguna deginirken, Aliya Izzetbegoviç'ten bir alinti yapmistik. Izzetbegoviç, "'Yeryüzünde cennet' isteyen bütün ihtilaller, ütopyalar, sosyalizmler ve diger akimlar özünde Eski Ahit (Tevrat) kaynaklidir, yahudi kökenlidir." diyordu. Bosna lideri, bu analizinin ardindan bir baska önemli noktaya deginerek söyle diyor:
"... Insanligin bilimsel esas üzerinde rönesansini vaad eden mason düsüncesi de pozitivist ve yahudidir. Pozitivizm, masonluk ve yahudilik arasindaki iç ve dis baglantilari arastirmak ilginç olurdu. Böyle bir arastirma sadece düsünce boyutunda degil, son derece net iliski ve etkileri de ortaya çikaracaktir." (36)
Gerçekten de böyle bir arastirma son derece net iliski ve etkileri ortaya çikariyor. Aydinlanma'nin öncülerini inceledigimizde, Izzetbegoviç'in sözünü ettigi mason etkisini açikça görebiliyoruz.
Burada masonlugun "pozitivist ve yahudi" oldugunu ispatlamaya çalismayacagiz. Bu simdiye dek çok yazilmis ve hemen herkesçe de bilinen bir gerçek. Yine masonlugun, özellikle yahudilikle olan baglantisinin kökeni ayri bir yazinin konusu olabilir. Biz simdilik, Aydinlanma-masonluk ve Aydinlanma-Ibrani mistisizmi baglantisini incelemekle yetinelim.
Ingiliz Aydinlanmasi'nin ilk kurucularindan, ya da en azindan öncülerinden birinin Francis Bacon oldugu kabul edilir. Deneye dayali bilgi düsüncesini gelistiren Bacon, kendini izleyen Aydinlanmacilara esin kaynagi olmustur.
Bacon'un bir de ütopyasi vardir. Yazdigi Yeni Atlantis adli öykü, tam bir yeryüzü cenneti modeli sunar. Bacon, Yeni Atlantis'te Bensalem adli ütopik bir adada yasayan insanlarin öyküsünü konu edinir. Ilginç olan, Yeni Atlantis'in "judaizer" etkiler tasimasidir.
Bacon, Bensalem adasinda yasayan yahudilerden söz eder. Bu yahudiler, son derece mutlu ve görkemli bir hayat sürdürmektedirler. Öykünün içinde bu hayali yahudi cemaatinden Joabin adli bir tüccarla konusan Bacon, ondan yahudilerin "Rabbe çok sayida adak adadiklarini" ögrenir. Joabin isminin, Tevrat'a yahudilerin kutsal mabedi olan Süleyman Tapinagi'nin girisinde yer alan Jakin ve Boaz sütunlarinin isimlerinin bir karisimi oldugu kabul edilmiktedir. (37) (Jakin ve Boaz sütunlari, bilindigi gibi mason localarinin girisinde de yer alir ve masonlugun önemli bir sembolünü olustururlar.)
Bacon'in öyküsünde yer alan bir baska ilginç nokta daha vardir. Bensalem'de Solomon's House (Solomon'un Evi) denen bir kurum vardir. Bu bir tür "bilim evi"dir; burada deneyler yapilir, "evrenin yasalari" kesfedilir. Öykünün içinde, Bensalem'li birisi, Ev'in isminin nereden kaynaklandigini söyle açiklar: "Biliyorsun, Solomon Ibranilerin büyük kralinin adidir."
Francis Bacon, ütopyasina acaba neden israrla Ibrani etkiler serpistirmistir. Yoksa Bacon bir "judaizer" midir? Ya da "judaizer" bir örgüte mi üyedir?
Evet, Francis Bacon böyle bir örgüte üyedir. Ingiliz Aydinlanmasinin öncüsü, masondur. (38)
Bacon'in Ibrani izleri tasiyan ütopyasinin mesajlari, onu izleyen "birader"leri tarafindan iyi algilanacaktir. Bacon'in Solomon's House olarak tanimladigi "Bilim Evi", Yeni Atlantis'in yayinlanmasindan 19 yil sonra, 1645'de Invisible College adiyla ilk toplantilarina baslar. Invisible College'in üyelerinin ortak özelligi, hepsinin istisnasiz mason olmasidir. (39)
Invisible College üyeleri, daha sonra önemli bir misyon üstlenecek ve yahudilerin yeniden Ingiltere'ye kabul edilmeleri konusunda, Cromwell'e büyük destek vereceklerdir. (40)
Invisible College, daha sonra daha resmi bir yapiya kavusarak, protestan Kral II. Charles'in himayesi altinda, 1662 yilinda Royal Society ya da uzun adiyla The Royal Society of London for the Improvement of Natural Knowledge (Dogal Bilginin Gelistirilmesi Için Kurulmus Londra Kraliyet Dernegi) adini alir. Newton, 1671'de dernege kabul edilecek, 1703'te de baskan seçilecektir. Newton'in yanisira, Christopher Wren, Robert Boyle ve John Locke gibi isimler de dernege katilacaktir. Royal Society, 18. yüzyil rasyonalizminin ve 19. yüzyil pozitivizminin en önemli kalelerinden biri olacaktir.
Ingliz Aydinlanmasi'nin baska önemli isimleri de ayni masonik gelenegi korurlar. John Locke'in Güney Carolina'daki koloni için hazirladigi anayasanin da masonik ilkeleri ön plana çikardigi kabul edilir. (41) Zaten daha sonra Güney Carolina, ABD'de mason örgütlenmesinin ilk büyük kalesi olacaktir.
Fransiz Aydinlanmacilarindaki mason etkisi de çok açiktir. Rousseau, Montesquieu, Voltaire, Diderot ve ansiklopedistler, hepsi de ünlü örgütün üyesidirler. Öyle ki, Türk masonlarinin yayin organi Mimar Sinan, "1789 Fransiz Ihtilali Mason düsünürler tarafindan hazirlanmistir. Hürriyet, esitlik, kardeslik ilkesini benimseyen insan haklari Beyyanamesi, Montesquieu,Voltaire, Rousseau, Diderot gibi üstadlarimizin ilham ve irsadlariyla yayinlanmistir" demektedir. (42)
Alman masonlugu ile ilgili tarihi belge fazla bulunmadigi için Alman Aydinlanmasini bu yönden incelemek pek mümkün görünmüyor. Ama Alman ekolünün de bazi ilginç baglantilari var, birazdan inceleyecegiz.
Ama asil cevabini bulmamiz gereken soru, Aydinlanmacilar'in neden genelde bir de mason olduklari sorusudur. Yoksa Aydinlananlar,-mason literatüründe "ermek" anlamina kullanilan-"nur-u ziya" ile mi "aydinlanmis"lardir? Acaba mason düsüncesinde Aydinlanma ile örtüsen ne vardir?
Bunu cevabini bulmadan önce, mason düsüncesinin temel kaynaginin ne oldugunu belirlemek gerek. Daha sonra bu temel kaynagin Aydinlanma ile bir ilgisi olup olmadigina bakabiliriz.
Mason düsüncesine kaynaklik eden en önemli ögreti, Ibrani mistisizminin temel kaynagi olan Kabala'dir. Aslinda masonluk-Kabala iliskisi çok genis incelenecek bir konu. Ve baska bir çalismada ele alinabilir. Burada yalnizca masonik kaynaklardan alinmis birkaç küçük bilgiyi aktaralim. Örnegin, Amerikan masonlugunun yayin organi olan New Age Dergisi, masonluk-Kabala iliskisine söyle deginiyor:
"Kabala, bilinçaltinin kapilarini açan ve ruhu saran manevi degerlerin disari çikmasini saglayan anahtardir. Masonluk, onu insanin yasami anlamasi için gerekli görür." (43)
Türk masonlarinin kaynaklarinda da Kabala ile ilgili incilere rastlamak mümkün:
"Görüyoruz ki, Kitab-i Mukaddes'in haricinde yahudiligin gizli bir ananesi, bir gelenegi (tradition orale - Kabbala) vardir. Ve yalniz buna vakif olanlar, Kitab-i Mukaddes'in hakiki manasini anlayabilirler. Bizde bu Gelenek (Kabala) etrafinda teessüs eden (kurulan) yüksek felsefeyi hülasa etmeye çalisiyoruz." (44)
Masonluk, Ibrani mistik gelenegi olan Kabala "etrafindan teessüs eden yüksek felsefeyi hülasa etmeye" çalistigina göre, Aydinlanma'ya yaptigi katki, acaba bu "yüksek felsefe"den mi kaynaklanmaktadir?
Bu sorunun cevabi için, bu "yüksek felsefe" ile Aydinlanma arasindaki iliskileri incelemek gerekiyor.
HÜMANISTLERI SARAN KABALA TUTKUSU
Kabala etkisi, Rönesans ve Reform hareketlerini besleyen Hümanizm akiminda da büyük roy oynadi. Hümanizm, Ortaçag'in sonlarinda özellikle Italya'daki bazi entellektüellerin, eski Roma ve Yunan kaynaklarini arastirarak, Katolik düsüncesine karsi çikma çabasi olarak bilinir. Ilginç olan, Avrupa'nin dinden kopmasina ve kapitalistlesmesine öncülük eden bu hümanizm akiminin da, gerçekte asil olarak Ibrani kökenli olmasidir.
Hümanistlerin, resmi tarihte fazla vurgulanmayan "Kabala baglantisi", Vatican's Pontifical Biblical Institute (Vatikan Papalik Kutsal Kitap Enstitüsü)nde profesör olan ünlü yazan Malachi Martin tarafindan vurgulaniyor. Martin, The Keys of This Blood: The Struggle for World Domination Between Pope John Paul II, Mikhail Gorbachev, and the Capitalist West adli hacimli kitabinda, Katolik, kapitalist ve sosyalist dünyalarin arasinda yüzyillardir süren çekismeyi konu ediniyor. Bu çekismenin içinde, önemli bir unsur olarak masonluktan ve "Ibrani etkisi"nden söz ediyor. Martin, Hümanistler'de açikça gözelemlenen "Ibrani faktörü"nü ise söyle anlatiyor:
"Rönesans Italyasi'nin erken dönemlerinde kendini gösteren alisilmisin disindaki belirsizlik ve isyan atmosferinde, kurulu düzenin tüm kontrolünü etkisiz hale getirmeyi amaçlayan hümanist derneklerin faaliyetleri basladi. Bu tür amaçlara sahip olduklarindan bu dernekler, en azindan baslangiç için, gizlilik yoluyla korunmaliydilar. Ancak gizliligin yanisira bu hümanist gruplarin belirgin bir özellikleri daha vardi; bu dernekler kilise ve diger otoriteler tarafindan yapilmis olan Kutsal Kitap'in geleneksel yorumuna ve kilisenin sivil ve politik alanda getirdigi felsefi ve dini zorunluluklara baskaldiriyorlardi...
Bu cemiyetlerin Kutsal Kitabin orijinal mesaji ile ilgili farkli yorumlari vardi. Bu anlayislarini Kuzey Afrika'da, özellikle Misir'da bulunan birtakim mezhep ve dogaüstü kaynaklardan aliyorlardi; bunlarin basinda da Yahudi Kabalasi geliyordu.
Yahudi Kabalasi, Musa geleneginde, insanla Allah arasindaki ayirimin sinirlari içerisinde ölümlü insanin, ilahi gücün bilgisine ve aslinda kendisine nasil ulasilacagini belirler. Tevrat'nin hükümleri, sadece Kabala ile karsilasmadan önceki bir hazirliktir; ve bu insanin maddesel evreninde büyük etki ve degisiklikler yaratacaktir...
Italyan hümanistleri zamanla Kabala konusunda daha da ileri giderek, Kabala'yi bir yol gösterici olarak kabul ettiler.
Gnosis (Hiristiyanligin ilk dönemlerinde dogmus ve yine Kabala ile baglantili olan metafizik gelenek) kavramini tekrar yorumladilar. Ve bu kavrami, büyük ölçüde bu-dünya merkezli hale getirdiler. Yapmak istedikleri sey, Kabala yoluyla, tabiatin gizli güçlerini sosyopolitik amaçlar için kullanmakti.
Aydinlanma ve bilim döneminden önce, Francis Bacon, 1600'lerdeki rasyonalizm akimini henüz baslatmamisken, Hümanistlerin baslattigi bu akim, baska seylerin yaninda, bir 'Kabalistik' olarak yorumlanan simya yönemlerini içeriyordu. Simya, basta metaller olmak üzere maddelerin element yapisini degistirme gücüydü. Aslinda hümanist Kabalacilarin asil aradiklari, temelmetalleri degistirebilen ve 'filozofun tasi' adini verdikleri bir mineraldi. Bu mineralin, örnegin kursunu altina çevirebilecek bir gücü olduguna inaniliyordu.
Bununla beraber, Kabalacilarin doganin gücüyle ilgili gizli bilgiyi aramalarinin ve filozofun tasi ile ilgili efsanenin en önemli amaci, dünyayi yeniden düzenleyebilecek bir güce erismekti.
Bu hümanist derneklerin üyeleri, 'Kainatin Ulu Mimari'ni aradiklarini ve kendilerini ona adadiklarini söylüyorlardi. 'Kainatin Ulu Mimari', dört kutsal Ibranice harfle yani, YHWH ile tanimlaniyordu. YHWH (Yehova), ölümlüler tarafindan telaffuz edilemeyecek olan Yahudi ilahinin adidir. Hümanistler, bunun yanisira, piramit ve göz gibi genelde Misir kaynakli olan sembolleri de aldilar.
Rönesans öncesi olusan bu hümanist dernekler zamanla yeni Avrupa ittifaklarini kuran ve uluslarin kaderlerini belirleyen uluslararasi dini ve sosyopilitik güçler haline geldiler.
Hümanist düsüncelerin kuzeye dogru yayilmasi ve kabul edilmesi 1500'lerdeki Protestan Reformu ile olmustur. Bilindigi gibi Reformun bas mimarlari Martin Luther, Philip Melanchthon, Johannes Reuchein, Jan Amos Komensky degisik okültizm derneklerine bagliydilar..." (45)
Hümanistlerin "Kainatin Ulu Mimari"yla ilgilenmeleri oldukça önemli, çünkü bilindigi gibi "Kainatin Ulu Mimari", masonlarca da "Tanri"yi tanimlamak için kulanilan deyim. Bu "Tanri"nin YHWH (Yehova), yani yahudi dinindeki ilah olmasi, ise Ibrani etkisinin açik bir göstergesi.
Zaten Martin, sonraki satirlarda, Hümanistlerle masonlar arasindaki paralellikten söz ediyor:
"Bu arada, Avrupa'nin diger kuzey bölgelerinde, hümanistlerle paralel olan daha önemli bir birlik olustu. Hiç kimsenin önemini hemen kavrayamadigi bir birlik..
1300'lerde Kabalist-hümanist cemiyetler kendilerini yeni yeni olusturmaya baslamisken, Ingiltere, Iskoçya ve Fransa'da Ortaçag duvarci loncalari bulunmaktaydi. Bu loncalar, yavas yavas mason localari haline geldiler. Ve o dönemlerde yasayan hiçkimse masonlara Italyan hümanistler arasinda bir fikirbirligi oldugunu tahmin edemezdi...
Masonluk, hümanistler gibi, Roma Katolik Kilisesi'nden tamamen uzaklasti. Ve yine, Italyan hümanist mezhebin de oldugu gibi, masonlar, kendilerini büyük bir gizlilik prensibi içinde koruyorlardi.
Bu iki grubun baska ortak yönleri de vardi. Spekülatif Masonluga ait yazi ve kayitlardan, Italyan hümanistlerindeki 'Kainatin Ulu Mimari' inancinin masonlarca da aynen kabul edildigi anlasilmaktadir.... Bu 'Ulu Mimar', (Katolik geleneginden farkli olarak) maddesel evrenin bir parçasi, ve 'aydinlanmis' düsünce yapisinin bir ürünüdür...
(Hümanistlerin ve masonlarin kabul ettigi) bu yeni inancin, klasik Hiristiyan düsüncesi ile uzlasan hemen hiç bir yönü yoktu. Günah, cehennem, cennet, peygamberler, melekler, din adamlari ve papa gibi pek çok kavram inkar ediliyordu." (46)
Rönesans ve Reform hareketine kaynaklik eden hümanizm, iste böyle bir kaynaktan geliyordu. Reform, ayni Ibrani etkisini daha da açiga vurmus, Luther'in Ibrani kaynaklarindan etkilenerek gelistirdigi yeni mezhep, kapitalizmin ve dini otoritenin zayiflatilmasinin yolunu açmisti. Protestanliktan sonra Avrupa'nin dinden kopmasinin ikinci büyük asamasi ise Aydinlanma felsefesiyle olmustur. Aydinlanma ise, yine ayni kaynaktan büyük ölçüde etkilenmis ve deneysel bilgiyi tek kistas olarak kabul edip, dinin insan yasamindaki etkisini bütünüyle reddeden bir harekettir.
AYDINLANMA VE KABALA....
Aydinlanma sürecinin Ibrani mistisizmi ile baglantisini arastirirken, bu konuda ilginç bazi görüslen ileri sürmüs olan Frankistler adli yahudi tarikatini da göz önünde bulundurmak gerekiyor. Jacop Frank adli - Sabetay Sevi benzeri - Kabalaci bir "sahte Mesih"in kurdugu bu "dönme" tarikati, Aydinlanma ile Ibrani mistik gelenegi olan Kabala arasinda baglanti kurmustu. (Ya da var olan baglantiyi ortaya koymustu) Bunun yaninda tarikatin lideri Frank, Fransiz Devrimi'nin yapilacagini önceden, her nasilsa, haber vermisti. Bunun, da sözde "Mesih"in kehanet ilminden çok, kurdugu baglantilardan kaynaklandigini düsünmek daha mantikli. Hele bu sözde Mesih'in varisinin de sonradan Jakobenlere katildigini göz önünde bulundurursak, olay daha da ilginç hale geliyor... "Yahudi Ansiklopedisi" Judaica, sözkonusu bilgileri söyle aktariyor:
"Jacop Frank, müridleriyle birlikte Çekoslovakya'nin Bruenn kentinde 1786'ya kadar kaldi. Burada yöneticilerin destegini ve korumasini kazandi. Baglilari arasinda yari-askeri bir rejim kurdu. Erkek müridler üniforma giyiyor ve askeri egitim görüyordu... Bazi kaynaklar, Frank'in müridlerine, Türkiye'nin bazi bölümlerini de içine alan bir fetihi vaad ettigini bildiriyorlar. Bu siralarda Frank, bazi müridlerini, bir ihtimal Avusturya hükümetinin politik ajanlari olarak, Türkiye'ye yolladi. Bu Frankistler, Türkiye'deki 'dönme'lerle isbirligi içinde çalistilar.
Bu dönemde Jacop Frank, monarsileri devirecek ve özellikle Katolik Kilisesi'ni ortadan kaldiracak bir devrimin yaklastigindan bahsediyordu. Ayrica bu devrimden sonra çikacak savaslarin ardindan Frankist Dominyonu olark adlandirilacak topraklari ele geçirmek istiyorlardi. Yapilan askeri egitim bunun için bir hazirlik niteligindeydi... Frank'in ölümünün ardindan Moravya ve Bohemya'da yahudiliklerini sürdüren müridler, o dönem yahudi cemaatlerinde yayilan Haskalah (Haskalah, 'Yahudi Aydinlanmaasi' olarak adlandirilir) akimiyla yakin iliski içine girdiler, ayrica Kabala'nin devrimci mistisizmi ile Aydinlanma'nin rasyonalist düsünceleri arasinda bag kurma yoluna gittiler... Frankistlerin geleneksel Kabala ve Aydinlanma düsüncesi arasinda kurduklari bag, hem Prag'da biraktiklari yazili belgelerde hem de Bohemya ve Moravya'daki ailelerin tutumlarindan açikça anlasilmaktadir...
Jacop Frank'in kuzeni Moses, son dönem Frankist akminin önde gelenlerindendi... Moses, daha sonra Franz Thomas von Schoenfeld adiyla ünlü bir Alman yazari ve mistik bir yahudi Kabala sisteminin kurucusu olarak ünlendi. Daha sonra da Junius Frey adiyla devrimci bir Jakoben oldu." (47)
Kabala-Aydinlanma iliskisi baska yahudi kaynaklarinda da vurgulaniyor. Aydinlanma'ya Kabala adina sahip çikan tek yahudi grubu Frankistler degil. Bir baska "sahte Mesih" hareketi olan Sabetaistlerin Aydinlanma'nin temeli olan rasyonalizm akimiyla olan yakinliklari da, ayni iliskinin bir göstergesi. Kudüs Ibrani Üniversitesi'nin yayinladigi Major Trends in Jewish Mysticism (Yahudi Mistisizmindeki Büyük Trendler) adli kitaptan Kabala-Aydinlanma iliskisiyle ilgili bilgileri aliyoruz:
"19. yüzyilin ortalarinda, Macaristan'daki yahudi hareketinin önderi Leopold Loew, Moravia'daki Sabetaistlerle iliskiye geçmisti. Loew'in yazdiklarindan, Sabetaistlerle birlikte yeni rasyonalizm akiminin yayilmasi yönünde önemli propaganda yaptiklarini ögreniyoruz. Buna ragmen, yahudi literatüründe, mistik yahudi gelenegiyle rasyonalizm akimi arasindaki önemli iliskiden genellikle söz edilmez...
Pragli yahudi mistiklerinin ruhani lideri olan Jonas Wehle'nin 1800'lerde yazdigi yazilar da, rasyonalizmle yahudi mistisizminin çarpici bir iliskisini ortaya koyar. Çok genis olan çalismalari arasinda, Talmud'un Aggadoth öyküsüne getirdigi ilginç bir yorum vardir: Buna göre, yahudi ulusunun büyüklerinin konacagi anit-mezarda, Sabetay Sevi ve Isaac Luria gibi Kabalacilarin yaninda, Moses Mendelssohn ve Immanuel Kant gibi Aydinlanmacilar da yer alabilir..." (48)
Kant'in devrin önde gelen yahudileri tarafindan bu kadar tutulmasi bosuna degildir. Aydinlanma'nin bu büyük mimarinin gelistirdigi ahlak teorisi, Ibrani görüsüne tümüyle uygundur. Kant, "ahlak Tanri korkusuna dayanmamali" derken, yahudi dininin yüzyillardir tasidigi bir inanci seslendirmistir. Çünkü yahudi dininde, ahiret inanci olmadigi gibi, Allah korkusu da yoktur ve yahudi ahlak sistemi Allah korkusuna dayanmaz.
Konuyla ilgili ilginç bir yorumu da - ünlü Gülün Adi romaninin yazari - Ortaçag uzmani Umberto Eco yapiyor. Eco, "laik modernistler, ortaçag karanliklarindan siyrilir siyrilmaz, kendilerini Kabala'ya adamaktan daha iyi bir sey bulamislar" diye yaziyor. (49)
AYDINLANMA, AKIL, INSAN-MERKEZLI DÜNYA DÜSÜNCESI VE KURAN
Yahudilerin kurdugu sözkonusu Kabala - Aydinlanma baglantisinin ne gibi bir felsefi boyuta dayanabilecegi düsünülmesi gereken bir soru. Buna bir cevap bulmak için, önce Aydinlanma'nin mantigini inceleyelim.
Aydinlanma, o döneme kadar toplumda yerini belli ölçüde korumus olan "Allah-merkezli" dünya görüsünün yerine, "insan-merkezli" dünya düsüncesinin yerlestirilmesinden ibaretti. Yani Aydinlanmacilar, insanin yaratilmis ve Yaratici'sina karsi sorumlu bir "kul" oldugu ve ölümden sonra O'na hesap verecegi gerçegini reddettiler. Onlarin çoguna göre bir Yaratici vardi, ama insanlarin üzerinde pek bir tasarrufu yoktu, insanlar kendilerini O'na göre düzenlemek zorunda degildiler. O'ndan yardim istemelerine gerek yoktu, herseyi kendi baslarina halledebilirlerdi. Insanin "dogru"yu bulmasi için, Yaratici'sindan gelen mesaji izlemesi gerektigini de reddettiler. Onlara göre, insan, kendiliginden yüce bir varlikti, Yaratici ikinci plandaydi...
Aydinlanmacilar, insani yüceltmeye çalisirken, onun en önemli gücünün "akil" oldugunu söylediler. Aslinda bu dogruydu, Islam'a göre de insanin en yüce vasfi akildi. Öyle ki Kuran indirilmesi bile insanlari akla davet etme amaci tasiyordu:
"Iste Allah, size ayetleri böyle açiklar, umulur ki aklinizi kullanirsiniz." (Nur, 61)
"Gerçekten Biz onu, belki aklinizi kullanirsiniz diye Arapça bir Kur'an kildik." (Zuhruf, 3)
Kuran, çok yerde insanlari akillarini kullanip düsünmeye davet eder. "Hiç düsünmez misiniz" (Hud, 30), "Yine de aklinizi kullanmayacak misiniz?" (Müminun, 80) gibi yüzlerce ayet düsünmeyi teklif ederken, Kuran'in amacinin yine insanlari düsünmeye davet oldugu bildirilir:
"Sana da zikri (Kur'an'i) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açiklayasin ve onlar da iyice düsünsünler, diye." (Nahl Suresi, 44)
Ama Islam'in anlattigi bu gerçek akilla, Aydinlanmacilarin "akil" sandiklari sey arasinda çok fark var.
Islam'in kastettigi aklin merkezi "kalp"tir. Kuran, çoguayette "akleden kalpler"den söz eder. Dolayisiyla gereçk akil, beynin bir fonksiyonu olan zekadan çok farklidir. Akil, "vicdan"in da yeri olan kalpte bulunur. Kuran ayetleri aklin kalpte oldugunu ve "akilsiz"larin kalpleri kapali oldugu için akledemediklerini açikça ifade ediyor:
"Yer yüzünde gezip dolasmiyorlar mi, böylece onlarin kendisiyle akledebilecek kalpleri ve isitebilecek kulaklari oluversin? Çünkü dogrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir." (Hac, 46)
"(Savastan) Geri kalanlarla birlikte olmayi seçtiler. Onlarin kalbleri mühürlenmistir. Bundan dolayi kavrayip-anlamazlar." (Tevbe, 87)
Öyle ki, aklin merkezi olan kalp, bazilarinda olur, bazilarinda ise olmaz! Kuran, ancak "kalbi olanlar"in ögüt almaya - ve dolayisiyla iman etmeye - istidatli oldugunu bildiriyor:
"Hiç süphesiz, bunda, kalbi olan ya da bir sahid olarak kulak veren kimse için elbette bir ögüt (zikir) vardir." (Kaf, 37)
Dolayisiyla, Kuran'in sözünü ettigi gerçek akil, dogrudan kalple ve vicdanla ilgilidir.
Ilginç olan, bu aklin artip-azabilmesidir. Evet, beynin bir fonksiyonu olan zeka, önemli bir yaralanma ya da hastalik disinda, artip-azalmaz, herkesin "IQ"su sabittir. Ama akil azalip-artabilir.
Aklin bu artip-azalabilme özelligi, insanin vicdani ile ilgilidir. Vicdan güçlenir ve Allah'tan korkup-sakinma (takva) artarsa, "dogruyu yanlistan ayiran bir anlayis" kazanilir. Tümüyle "metafizik" olan bu sirri, Kuran ayeti bildiriyor:
"Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakinirsaniz, size dogruyu yanlistan ayiran bir nur ve anlayis (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bagislar. Allah büyük fazl sahibidir." (Enfal, 29)
Allah'tan korkup-sakinmayan bir kisi ise, bu "dogruyu yanlistan ayiran nur ve anlayis"tan mahrumdur. O çok zeki olabilir. Iyi bir fizikçi, sosyolog ya da baska her hangi bir "saygin kisi" olabilir. Zeka ürünü yapitlar ortaya koyabilir. Ama, gerçek vicdandan ve dolayisiyla gerçek akildan yoksundur. Iyi bir bilim adami olup, sözgelimi insan vücudunun bilinmeyen sirlarini ortaya çikarabilir, ama o vücudun kim tarafindan yaratildigini düsünecek vicdana ve kavrayacak akla sahip degildir. Kesfettigi seyin mükemmelligi ile hayrete düsüp, o seyi Yaratan'a yönelecek ve onu övecek (tesbih edecek) yerde, buldugu seyden dolayi gururlanip kendisini övmeye (tesbih etmeye) baslar. Bu "bilim adami", "hevasini ilah edinmis ve bir bilgi üzere sapmistir." Kalbi de - elbette - mühürlü"dür:
"Simdi sen, kendi hevasini ilah edinen ve Allah'in bir ilim üzere kendisini saptirdigi, kulagini ve kalbini mühürledigi ve gözü üstüne bir perde çektigi kimseyi gördün mü? Artik Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de ögüt alip-düsünmüyor musunuz?" (Casiye, 23)
Kisacasi, Aydinlanma, Allah'tan tümüyle yüz çevirerek, in
sani yüceltmeye çalisan ve insanin Allah'a ihtiyaci olmadigina inanan kökten yanlis ve sapkin bir düsünceyi kabul etti. Bunu yaparken, insanin eline de "akil" sandigi bir düsünce metodunu verdi. Bu düsünce metodu, insanin kendisini (hevasini) ilah edinmesi temeline dayaliydi. Dolayisiyla, "Allah'tan korkup-sakinma"dan hiç nasibini almamisti ve bunun bir sonucu olarak "iyiyi kötüden ayiran bir nur ve anlayis"tan tümüyle yoksundu. "Kalpsiz" ve "akilsiz"di. ("Kalpsiz" derken, duygusuz demek istemiyoruz. Tam tersine, akilsiz düsünce büyük ölçüde duygusaldir. Kuran'da anlatilan kalp, Kuran-disi toplumda anlasildigi gibi duygusalligin sembolü degildir, aklin sembolüdür. Vicdan da duygusal bir kavram degildir)
Zaten Aydinlanma da, büyük öçüde kalpsiz, zalim, fakat zekice düzenlenmis sistem ve ideolojiler üretti...
Simdi bunlarin isiginda Frankistlerin ve diger baska Ibrani mistiklerinin vurguladigi Kabala-Aydinlanma iliskisi ile ilgili olarak su soruya cevap arayabiliriz: Peki Aydinlanmanin Kabala ile ne gibi bir paralelligi olabilir?
Aydinlanmanin temel sapmasi, insan-merkezli, Allah'i degil insani yücelten bir düsünce yapisini kabul etmesiydi. Ilginç olan ayni sapmanin Kabala'nin ve dolayisiyla yahudi inanisinin da temeli olmasi.
Evet, Kabala da insan-merkezli-daha dogrusu yahudi-merkezli-bir dünya öngörüyordu. Yahudi dininin temeli, Allah inanci degil, yahudilerin üstün ve egemen olduklari görüsüydü. Önemli olan yahudiligin korunmasi, yahudiligin yüceltilmesi, yahudiligin savunulmasiydi. Allah inanci degil, "yahudi olmak" önemliydi. Türk Yahudilerinin yayin organi Salom'da yayinlanmis olan yahudi teolojisi ile ilgili bazi ifadeler, konuyu açikliyor:
" 'Tanri'ya inanmak' yahudiligin temel baslangiç noktasi degildir. Resul Jeremiah bile (16:11) Israil'in baskaldirisini Tanri'nin agzindan söyle anlatir: 'Beni terkettiler ve kanunlarimi uygulamadilar'. Eski hahamlarin bu sözü yorumlama sekli ise söyledir: 'Inançlarindan vazgeçsinler ama kanunlari uygulasinlar'." (50)
Hahamlarin ögüdü "inançlardan vazgeçip, kanunlari uygulamak"ti. Çünkü kanunlar, "yahudi olmak" anlamina geliyordu. Bu, Islam'daki "abd" yani "kul olma" kökeninden gelen "ibadet" kavramindan tümüyle farklidir. Yahudilikteki çogu motif, yahudilerin Allah'i degil, kendi kendilerini yüceltmeleri yönündedir. Sözgelimi, yahudi dininin sembolü durumundaki sapka, yahudilerce - dünyanin egemenliginin kendilerine ait oldugunu gösteren bir isaret olarak - "taç" olarak kabul edilir.
Yahudi dininde bu yönde oldukça ilginç bir inanç daha vardir: Buna göre, yahudiler, sözde "Allah'la güresip O'nu yenmis" olan Yakub'un ogullari"dirlar. Hz. Yakub'un "Allah'la güresip O'nu yenmesi" ile ilgili M. Tevrat'a eklenmis olan uydurma hikaye (Tekvin, 33/24-30), insanin(yahudinin) Allah'tan üstün tutulmasi seklindeki sapkin anlayisin açik örnegidir. Yahudilige göre, Tanri Yehova zaten "yahudilerin Allahi" olmasi nedeniyle bir önem tasi
maktadir.
Aydinlanmanin ikinci sapmasi, akleden kalbi ortadan kaldirmasiydi. Yani, Aydinlanmacilar, gerçek aklin kaynagi olan kalpten tümüyle vazgeçmisler, beyin seviyesine inmislerdi.
Aydinlanmadaki ilginç bir Ibrani benzesmesi bu noktada da belli oluyor. Bu benzesmeyi anlamak için, Kuran'in yahudiler, hiristiyanlar ve onlarin "kalp"leriyle ilgili haberlerine bakmak gerekiyor.
Kuran, hiristiyanlardan söz ederken, onlarin genelde kalp ve dolayisiyla akil yönünden tümüyle ölü olmadiklarini, kalplerinde bir tür "yumusaklik" oldugunu söyler. Bu nedenle onlar daha "mütevazi" ve müminlere daha yakindirlar:
"Sonra onlarin izleri üzerinde elçilerimizi birbiri ardinca gönderdik. Meryem oglu Isa'yi da arkalarindan gönderdik; ona Incil'i verdik ve onu izleyenlerin kalplerinde bir sefkat ve merhamet kildik. (Bir bid'at olarak) Türettikleri ruhbanligi ise, Biz onlara yazmadik (emretmedik). Ancak Allah'in rizasini aramak için (türettiler) ama buna da gerektigi gibi uymadilar. Bununla birlikte onlardan iman edenlere ecirlerini verdik, onlardan birçogu da fasik olanlardir." (Hadid, 27)
"Andolsun, insanlar içinde, mü'minlere en siddetli düsman olarak yahudileri ve müsrikleri bulursun. Onlardan, iman edenlere sevgi bakimindan en yakin olarak da: 'Hiristiyanlariz' diyenleri bulursun. Bu, onlardan (birtakim) papaz ve rahiplerin olmasi ve onlarin gerçekte büyüklük taslamamalari nedeniyledir." (Maide, 82)
Ikinci ayette belirtildigi gibi, hiristiyanlar daha alçakgönüllü ve müminlere yakin iken, yahudiler en siddetli düsmandirlar. Bu onlarin-tabi hepsinin degil, ama önemli bölümünün-kalplerinin "kati", hatta "tastan bile kati" olmasindandir. Kuran Israilogullarina hitaben söyle der:
"Bundan sonra kalpleriniz yine katilasti; tas gibi, hatta daha kati. Çünkü taslardan öyleleri vardir ki, onlardan irmaklar fiskirir, öyleleri vardir ki yarilir, ondan sular çikar, öyleleri vardir ki Allah korkusuyla yuvarlanir. Allah yaptiklarinizdan gafil (habersiz) degildir." (Bakara, 74)
"Sözlesmelerini bozmalari nedeniyle, onlari (yahudileri) lanetledik ve kalplerini kaskati kildik. Onlar, kelimeleri konulduklari yerlerden saptirirlar. (Sik sik) Kendilerine hatirlatilan seyden (yararlanip) pay almayi unuttular. Içlerinden birazi disinda, onlardan sürekli ihanet görür durursun. Yine de onlari affet, aldiris etme. Süphesiz Allah, iyilik yapanlari sever." (Maide, 13)
Dolayisiyla yahudi ruhu, akleden ve vicdanin kaynagi olan kalpten tümüyle kopmustur. Kuran'da baska hiç bir toplulugu ifade etmek için kullanilmayan "tastan bile kati" kalp, bu ruhun özelligidir.
Ve dolayisiyla, hiristiyanlik (özellikle "Ibranilesme" geçirmemis olan kesimi), yahudilige göre akleden kalbe daha yakindir. Nitekim Kuran'da, hiristiyanlarin müminlere daha yakin oldugunu bildiren ayetin hemen ardindan, Kuran dinleyince iman eden hiristiyanlardan söz edilir:
"Elçiye indirileni dinlediklerinde hakki tanidiklarindan dolayi gözlerinin yaslarla dolup tastigini görürsün. Derler ki: 'Rabbimiz inandik; öyleyse bizi sahidlerle birlikte yaz'." (Maide Suresi, 83)
Aydinlanma, aynen "yeryüzü cenneti" kavraminda oldugu gibi, akleden kalpten kopma yönünde de bir anlamda hiristiyanliktan yahudilige dogru bir ilerleyistir. Frankistler ve diger Kabalaci yahudiler bu nedenle Aydinlanma'yi Kabala'ya yakin bulup benimsemis olmalilar.
Sonuçta Aydinlanma, ilahi kaynakli bir bilgiye sahip olmadan, "akil" sandiklari hevalarina uymus olan ve gerçek akildan tümüyle kopmus insanlarin kuruntularindan ibarettir:
"Insanlardan kimi, hiç bir bilgisi, yol göstericisi ve aydinlatici kitabi olmaksizin Allah hakkinda tartisir-durur. Allah'in yolundan saptirmak amaciyla 'gururla salinip-kasilarak'..." (Hac, 8)
Aslinda Aydinlanma'nin gerçek aydinliktan(nur) da hiç bir nasibi yoktur. Gerçek aydinliga, Kuran'in bildirdigine göre, ancak Allah'in rizasina uyan ve O'nun kitabini rehber kabul edenler çikabilir:
"Allah, rizasina uyanlari bununla kurtulus yollarina ulastirir ve onlari kendi izniyle karanliklardan nura çikarir. Onlari dosdogru yola yöneltip-iletir." (Maide, 16)
"Elif, Lam, Ra. Bu bir Kitap'tir ki, Rabbinin izniyle insanlari karanliklardan nura, O güçlü ve övgüye layik olanin yoluna çikarman için sana indirdik." (Ibrahim, 1)
Zaten insanin varliginin amaci, O güçlü ve övgüye layik olanin rizasini kazanmaktan baska bir sey degildir ki...
NOTLAR
(1) Alia Izzetbegoviç. Dogu ve Bati Arasinda Islam. Nehir Yayinlari, Istanbul 1992, sf. 275-277
(2) The Universal Jewish Encyclopedia, cilt 3, sf. 185
(3) Encyclopedia Judaica, cilt 5, sf. 66
(4) Leon Poliakov. History Of Anti-Semitism. sf.221
(5) The Jewish Encyclopedia, cilt 8, sf. 213
(6) Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf. 584
(7) Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf. 584
(8) Encyclopedia Judaica, cilt 14, sf. 21
(9) Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf. 585
(10) Encyclopedia Judaica, cilt 11, sf. 1426
(11) (edited by) James B. Pritchard. The Concised Atlas of The Bible. Times Books, London, 1991. sf. 124
(12) Karen Armstrong. Holy War. Macmillian London Limited, 1988. sf. 344
(13) Encyclopedia Judaica, cilt. 1, sf.898
(14) Elie Kedourie. Spain and The Jews: The Sephardi Experience 1492 and After. Thames and Hudson Ltd. London, 1992. sf. 208
(15) Universal Jewish Encyclopedia, "Calvinism", cilt 2, sf. 648
(16) (edited by) David L. Larson. Puritan Effect in US Foreign Policy. D. Can Nostrand Company, Inc. New York. 1966
(17) Encyclopedia Judaica, cilt 10, sf. 398
(18) Karen Armstrong. Holy War. Macmillian London Limited, 1988. sf.344
(19) Age, sf.34
(20) Paul Johnson. A History Of The Jews. Harper & Row Co., New York, 1987. sf. 276
(21) Eli Barnavi. A Historical Atlas of The Jewish People: From the Time of the Patriarchs to the Present. Hutchinson Press. London. 1992. sf.140
(22) Regina Sharif. Non-Jewish Zionism. sf.24
(23) Encyclopedia Judaica, "Zionism", cilt 16, sf. 1152-1153
(24) Encyclopedia Judaica, cilt 8, sf. 1356
(25) Encyclopedia Britannica, cilt 18, sf. 881
(26) Nathan C. Belth. A Promise to Keep: A Narrative of the American Encounter with Anti-Semitism. Times Books, New York, 1979. sf. 3
(27) Bu konuda ayrintili bilgi için bkz: Harun Yahya. Yahudilik ve Masonluk ve Bilim Arastirma Grubu. Masonluk ve Kapitalizm
(28) Noam Chomsky. Year 501: The Conquest Continues. South End Press, Boston, 1993. sf. 263-264
(29) Thomas F. Gossett. Race: The History of an Idea in America. Southern Methodist University Press, Dallas, 1963. sf. 25
(30) Peter Grose, Israel In the Mind of America: The untold story of America's 150-year fascination with the idea of a Jewish state and of the complex role played by this country and its leaders in the creation of modern Israel, Knopf Co., New York, 1983, sf. 35-38
(31) Edward Tivnan, The Lobby: Jewish Political Power and American Foreign Policy, Simon & Schuster, New York, 1987, sf. 17-18
(32) Paul Findley. They DareTo Speak Out: People and Institutions Confront Israel's Lobby. Lawrence Hill Books, Illinois, 1989. sf. 238-245
(33) Age, sf. 240
(34) Age, sf. 242
(35) Noam Chomsky. Kader Üçgeni: ABD Israil ve Filistinliler. Iletisim Yayinlari, Istanbul 1993. sf.38
(36) Alia Izzetbegoviç. Dogu ve Bati Arasinda Islam. Nehir Yayinlari, Istanbul 1992. sf. 277
(37) John J. Robinson. Born In Blood: The Lost Secrets of Freemasonry. M. Evans & Company/New York, 1989. sf.286
(38) Age, sf. 286
(39) Age, sf. 284
(40) Lucien Wolf. American Elements In The Resettlement. sf. 76
(41) John J. Robinson. Born In Blood: The Lost Secrets of Freemasonry. M. Evans & Company/New York, 1989. sf. 285
(42) Mimar Sinan, sayi 6, sf 66
(43) New Age, sayi 77, sf. 31
(44) Selamet Mahfili, 4. Konferans, sf. 48
(45) Malachi Martin. The Keys of This Blood:The Struggle for World Domination Between Pope John Paul II. Mikhail Gorbachev. and the Capitalist West. Simon & Schuster, New York 1990, sf. 519-521
(46) Age, sf. 521-522
(47) Encyclopedia Judaica, cilt 7, sf.67, 68
(48) Gershom G. Scholem. Major Trends in Jewish Mysticism. Schocken Publishing House, Jerusalem, 1941. sf. 301-304
(49) Umberto Eco. Foucault Sarkaci. Can Yayinlari, 1993, sf. 171
(50) Salom, 8 Mart 1980