Israil ya da Mesih'in Ayak Sesleri
"Ikibin yillik bir aradan sonra yahudiler kendi yurtlarina dönmüs bulunuyorlar. Ülke sürekli yahudiler tarafindan insa ediliyor, sürgünlerin toplanmasi islemi araliksiz sürüyor. Tapinak'in önceki yikilisindan bu yana elde etmedigimiz bir güç ve egemenlige sahibiz... Bunlar, Mesih'in geldiginin isareti degil de, nedir?"
- Israilli haham Haim Drukman
4 Kasim 1995 gecesi, Tel-Aviv'de, iktidardaki Isçi Partisi tarafindan organize edilen büyük bir "barisi destekleme" mitingi yapilmisti. Ancak toplantinin sonunda Isçi Partisi lideri ve Basbakan Yitzhak Rabin, alani terketmek üzereyken bir suikastçi tarafindan yakin mesafeden iki kursunla vuruldu. Hastaneye kaldirildi, ama kurtarilamadi. Hem Israil, hem de tüm dünya sok yasadi. CNN ekranlarinda günlerce tek haber olarak verilen suikast gerçekten de önemliydi. Rabin'in cenaze töreninede neredeyse dünyadaki tüm önemli siyasi liderler katildi.
Suikastin en sasirtici yönü ise, katilin Arap degil, Yahudi olusuydu. Israil Basbakani Yitzhak Rabin, "bana vur emrini Tanri verdi" diyen genç Israilli Yigal Amir tarafindan öldürülmüstü.
Rabin'in öldürülmesinin ardindan, Israil'deki "Mesihçi" dini gruplarin üyelerinden biri olan Lea Rabinovich ise söyle demisti: "Böyle bir olay meydana gelmisse, bunun nedeni Mesih'in ortaya çikisinin yaklasmis olmasidir. Bu (suikast) bir 'mitzva', yani dini bir eylemdir." 1
Bu kuskusuz ilginç bir durumdu. Bir yahudi liderin öldürülmesi, nasil olurdu da Mesih'in gelisinin yakin oldugunu gösterirdi?
Bu sorunun cevabini bulmak için Israil üzerinde kapsamli bir inceleme yapmak ve bu devlet ile Mesih Plani arasindaki iliskiyi bulmak gerekiyor.
Mesih Plani'nin Israil'le ilgili yönüne en son 4. bölümde deginmistik. Plan'in en can alici asamalarindan biri, Kutsal Topraklar'a dönüs projesiydi. Bu projenin, Hiristiyan Siyonistlerin destegi ve Nazi karti gibi ilginç yöntemlerle gerçege dönüstügünü de gördük. Kutsal Topraklar'a dönüs projesinin basariya ulasmasi, Israil Devleti'nin kurulmasi demekti. Herzl'in 1898'de söyledigi "50 yil içinde yahudi devleti kurulacaktir" sözüne uygun olarak, Israil Devleti, 1948 yilinda, ayni kehanetteki gibi "bu ise gönüllü olarak yardim eden" devletlerin destegiyle kuruldu.
Israil'in kurulmasi, Mesih Plani açisindan dev bir gelismeydi. Mesih Plani'nin asil mimarlari olan Kabalacilar, Israil Devleti'nin kurulusunun Plan adina büyük bir basari oldugunu bildirmis ve bu küçük devletin, "Mesih'in gelisinin baslangici" oldugunu kabul etmislerdi. Dolayisiyla, Israil Devleti, kuruldugu günden itibaren Mesih Plani'nin önemli bir parçasi oldu. Bu devlet, Kabalacilarin yüzyillardir sürdürdükleri çabalarin bir sonucuydu. Mesih Plani'nin nihai hedefine ulasmasi, yani Mesih'in gelip yahudi egemenligi altinda Kudüs merkezli bir Dünya Devleti kurmasi da bu devlet araciligi ile olacakti. Israil, Mesih'in kuracagi büyük imparatorlugun çekirdegi olarak kabul ediliyordu.
Bu nedenle de, Israil Devleti'nin asil hedefi, ilk günden bu yana, Mesih Plani'ni gerçeklestirmek oldu. Yahudi devleti, Mesih Plani'nin eksik kalan kehanetlerini hayata geçirmeyi temel amaç olarak kabul etti.
Ilerleyen sayfalarda, Israil'in orta ve uzun vadeli politikalarinin aslinda Mesih Plani'nin birer parçasi, Mesih'in gelisi ile ilgili kehanetlerin birer uygulamasi oldugunu inceleyecegiz. Bu arada, son yillarda gündemde olan "Ortadogu Baris Süreci"nin ve Rabin suikastinin gerçek anlamini da birlikte kesfedecegiz.
Ilk Kehanet: Sürgünlerin Toplanmasi
Israil Devleti'ni kuran liderlerin en çok üstünde durduklari konu, "sürgünlerin toplanmasi"ydi. "Sürgünlerin toplanmasi", 4. bölümde de degindigimiz gibi, Mesih Plani'nin bir parçasiydi ve Tapinak yikildiktan sonra dünyanin dört bir yanina dagilmis (sürülmüs) olan yahudilerin yeniden Kutsal Topraklar'a dönmesini ifade ediyordu. Bu dönüs isleminin Plan'daki önemine dikkat çeken kisilerin basinda ise Kabalaci haham Hirsch Kalischer geliyordu. Siyasi Siyonizm'in temellerini olusturan Kalischer, Kutsal Topraklar'a çok sayida yahudinin yerleserek bir devlet kurmalarinin Mesih'in gelisi için sart oldugunu bildirmisti. Kalischer'e göre bunun ardindan yahudilerin Kudüs'ü ele geçirmeleri ve Tapinak'i yeniden insa etmeleri gerekiyordu. Bu üç misyon da yerine getirildikten sonra, Mesih yeryüzüne inecekti.
Ilginçtir, Israil'in liderleri tam da Kalischer'in çizdigi yolu izlediler. Yahudi devletinin Chaim Weizmann, David Ben Gurion gibi yöneticileri, ilk hedef olarak çok sayida yahudiyi Kutsal Topraklar'a döndürmeyi, yani "sürgünleri toplamayi" belirlemislerdi.
Ilk Basbakan Ben Gurion, göreve geldigi andan itibaren Israil'e göçü yogunlastirabilmek için her türlü yolu denedi. Bir grup Amerikali'nin Israil'i ziyareti nedeniyle, 31 Agustos 1949'da yaptigi bir konusmada, sunlari söylüyordu:
Bir Yahudi Devleti kurma rüyamizi gerçeklestirmis olmamiza karsin, henüz isin basindayiz. Yahudi halkinin büyük bir kismi hala disarda; bugün Israil'de yalniz 900.000 Yahudi var. Gelecekte bütün Yahudiler Israil'de toplanmalidirlar. Ana babalari, çocuklarini buraya getirmeye çagiriyoruz. Yardim etmeyecek olurlarsa, gençligi Israil'e biz getirecegiz. Ancak umarim ki buna gerek kalmaz.2
Ben Gurion'un "eger gelmezlerse biz getirecegiz" seklinde ifade ettigi yöntem, yahudileri zorla Kutsal Topraklar'a tasima yöntemiydi. Bu yöntem, Nazi-Siyonist isbirligi ile uygulamaya konmustu. Bu isbirligi etkili olmus ve önemli sayida yahudi Nazi politikasi sayesinde Filistin'e aktarilmisti. Ancak Ben Gurion, Filistin'e gelen yahudi sayisindan memnun degildi ve daha fazlasini istiyordu. Çünkü II. Dünya Savasi sirasinda olusturulan Soykirim efsanesine ragmen, çogu yahudi Filistin yollarina düsmektense, yerlerinde kalmayi ya da Kuzey Amerika'ya göç etmeyi tercih ediyordu.
Ben Gurion'un "gelmezlerse biz getirecegiz" seklindeki düsünceleri, ayni yillarda Haham Joseph Gedaliah Klausner'in ünlü konusmasinda da dile geldi. 2 Mayis 1948'de Amerikan Yahudi Kongresi'nde (AJC) konusan Haham Klausner, yahudi halkinin cemaatlerini açikça tehdit etmisti. Söyle diyordu:
Halkin Filistin'e gitmeye zorlanmasi gerektigi kanisindayim. Bu yeni bir program degil, daha önce ve yakin geçmiste de kullanilmisti... Böyle bir programda ilk adim, su ilkenin kabul edilmesidir: Dünyadaki yahudi toplumu Filistin'e gitmeye ikna edilmelidir. Bu programi gerçeklestirmek için Yahudi toplumunun politikasini degistirmek ve yersiz kalan Yahudi halki rahat ettirmek yerine, onlari bulunduklari ülkelerde mümkün oldugu kadar rahatsiz etmek gerekir... Daha sonra, Yahudileri tedirgin edecek Haganah türünde bir örgüt kurmak gerekebilir. Saglanan kolayliklar azaltilmalidir... Israil disindaki Yahudiler, ne yapacaklari kendilerinden sorulacak degil, kendilerine söylenmesi gereken hasta insanlardir...3
Klausner Siyonist hareket içinde çok önemli bir isimdi, hatta Israil'in ilk Cumhurbaskanligi seçiminde aday gösterilmisti. Ayni dönemde Siyonist lider Dr. Israel Goldstein da, Yahudi halkinin halen Israil'e göç etme konusunda gösterdigi gevseklikten ötürü bir yandan yakiniyor ve imali tehditler savuruyordu:
Amerikali Yahudiler daha ne bekliyorlar? Bir Hitler'in kendilerini zorla kovmasini mi? Öteki ülkelerdeki Yahudileri göç etmeye zorlayan trajedilerin kendi baslarina gelmeyecegini mi zannediyorlar? Kurtulacaklarini mi saniyorlar? 4
Dünya yahudilerini Israil'de toplamaya çalisan Siyonistler arasinda, dindarlar da vardi, ateistler de. Laik Siyonistler ve dindar Siyonistler bir kez daha elele vermislerdi. Her iki taraf da "sürgünleri toplamaya" ugrasiyordu. 4. bölümde de degindigimiz gibi, laik ve dindar Siyonistler arasindaki bu ittifak, Yahudi dininin yapisindan kaynaklanan bir ittifakti: Yahudilik, bir din oldugu kadar ayni zamanda da bir irk bilinciydi. Dolayisiyla, bir yahudi, hiç dindar olmasa bile, Muharref Tevrat'a siki sikiya baglanabiliyordu. Dolayisiyla Mesih Plani'na baglanmak için de dindar olmak gerekmiyordu. Yahudi irkinin dünyaya egemen olmasini öngören bu Plan'a, din degil, irk bilinciyle de sahip çikilabilirdi. Laik Siyonistler, bu nedenle "sürgünlerin toplanmasi"na ve dolayisiyla Mesih Plani'na destek oldular.
Örnegin, Ben Gurion, özel yasaminda dinle pek bir ilgisi olmamasina karsin, "yahudileri sürgünden (diasporadan) kurtarmanin dinsel bir zorunluluk" oldugunu söylüyordu. 1949'daki Israil seçimlerinden sonra, Israil disinda yasayan yahudileri, birer "sürgün süprüntüsü" olarak tanimliyor ve söyle diyordu: "Sürgün süprüntülerini kurtarmaliyiz. Ayrica, onlarin mülklerini de kurtarmak zorundayiz. Bu iki sey olmadan, bu ülkeyi kuramayiz." 5
Toplama Kamplarindan Israil'e Göçe Zorlanan Yahudiler
Haham Klausner ve diger Siyonistler tarafindan saptanan "yahudileri Israil'e göçe zorlama" projesi, ilk olarak "el altindaki" yahudilere uygulandi. Bunlar, II. Dünya Savasi sirasinda Nazi toplama kamplarina yollanmis olan yahudilerdi. Savas boyunca kamplarda yasamislardi ve çogunun gidecek bir yeri yoktu. "Sürgünleri toplamayi" hedef edinmis olan Siyonistler, bu yahudilere gidecek yer buldular; Vaadedilmis Topraklar... Ancak sözkonusu yahudilerin çogu yine de Filistin'e gitmek istemedi. Çogu Amerika'ya göç etmeyi ya da eski evlerine dönmeyi istiyordu. Bu aykiri istekleri, elbette Siyonistler tarafindan kabul edilmedi ve sözkonusu yahudiler, Siyonistler tarafindan büyük baski ve hatta iskenceye ugratildilar.
Olayin gelisimi ilginçti: II. Dünya Savasi sona erdikten sonra, Nazi toplama kamplarindaki yahudiler kendileri için açilan "Yersiz Insanlar Kamplari"nda (Displaced Persons Camps) kalmaya mecbur oldular. Bu kamplarin idari yönetiminde Siyonistler etkin konumdaydi. Ve göçe ikna olmayan soydaslarina karsi oldukça etkili bir "ikna" kampanyasina giristiler.
Amerikali arastirmaci Stephen Green, Yersiz Insanlar Kamplari'nda Siyonist örgütlerin yahudi halka karsi uyguladigi terör taktiklerini ayrintili olarak incelemistir. Kisa adi OMGUS olan, "Office of Military Government for Germany/US" (Alman/Amerikan Askeri Idaresi Ofisi) raporlarini kaynak gösteren Green, sözkonusu kamplarda özellikle Siyonist örgüt Irgun'un uyguladigi zorba yöntemleri ortaya koymustur. Iste OMGUS'un hazirladigi bu raporlarin bazilari:
1948 yilinda Polonya'dan Berlin'e yerlesmek için gelen yahudiler, Irgun'un 'Yahudi toplama' isleminden kurtulmak için Amerika'ya göç etmisti. Duppel Göçmen Kampi'nda, Filistin'de Araplarla savasmaya gitmek için gönüllü olmayan yahudiler, Irgun üyeleri tarafindan dövülmüs, gitmek istemeyenler ise ölümle tehdit edilmislerdi. Bu tip askere yazilmalara yahudi halk zorlanirken, kamplarin ana kapilari kaçislari önlemek için kapatiliyordu.... Bazi kamplar, Haganah'in da Irgun gibi siddet taktikleri uyguladigini rapor etmekteydi. Haganah'in içinde 'Sochnut' adli elit ve askerüstü bir grubun tehdit, korkutma ve dövme gibi yöntemler kullandigi sürekli bildirilmekteydi. Bu olay farkedilmesine ragmen, Irgun tarafindan çok uzun bir süredir uygulanmaktaydi. Nazi terörünün kurbanlari, bu sefer de Siyonist terörden kaçmak için, tekrar ailelerini ve arkadaslarini terketmek zorunda kalmislardi.6
OMGUS ofisinin sefi olan Peter Rodes, Siyonistlerin yahudi kamplarinda yaptiklarindan oldukça rahatsiz olmus ve su açiklamayi yapmisti: "300 kisi Israil'e gitmek için Tilcwah kampindan ayrildi. Ancak bu sayinin % 65'i, Israil'e gitmeleri için degisen siddette baskilara maruz kaldi." 7
1948 yilinin ortalarinda, OMGUS'un raporlari, kamplarda olanlari, "terörist taktikler" olarak tanimladi. Bu "terörist taktiklerin" de, Haganah ve Irgun gibi sol ve sag Siyonist örgütler tarafindan kullanilan standart bir toplama prosedürü oldugunu rapor etti. Örnegin Bavyera'nin Traunstein bölgesindeki Kriegslazarett Kampi'nda oldukça ilginç yöntemler uygulaniyordu:
... Kamp polisi, herhangi bir yahudinin çikisini önlemek için binanin etrafini kordonla sardi. 14 Haziran'daki, Yahudi bayraminda, Israil'e gitmeyi reddeden Yahudilerin sinagoga gelmemeleri istendi ve uyari yapildi. Aksi takdirde zorla sinagogdan çikartilacaklardi... Israil'in kurulusundan beri 'Kriegslazarett Kampi'ndan yaklasik bir düzine kisi gönüllü olarak ayrildi. Bu gönüllülere 'Ghuis' deniyordu. Bu adamlarin alti ya da yedisi birkaç gün sonra geri döndü. Kamplarda kaldiklari süre içinde Israil'e gitmek istemeyen diger gençlere terör uyguladilar. Israil devleti kurulunca, Filistin'de yasayan Yahudi kesim, Israil'e göçe razi etmek için, kamplarda yasayanlar arasinda terörü organize etti.8
Sözkonusu kamplarda yahudileri Israil'e göç konusunda ikna etmek için uygulanan diger bazi baski ve propaganda yöntemleri söyleydi:
Günlük tayinlara el koyma, isten çikartma, yurtsuzlarin zanaat egitimi için Amerikalilar'in gönderdikleri makinalari parçalama, muhalefet edenleri yasal korumadan ve vize haklarindan yoksun etme biçiminde oluyor, hatta onlari kamplardan atma noktasina kadar variyordu. Bir keresinde, böyle birisi herkesin önünde kirbaçlandi. Bunlardan baska, ABD'de de yapilan 'pogrom'lara (yahudilere karsi düzenlenen saldirilar) dair hikayeler anlatiliyor, yurtsuzlar tedirgin ediliyorlardi.9
Siyonist idareciler, bir yandan bu kamplardaki yahudilere göç etmeleri için baski yapiyorlar, bir yandan da, II. Dünya Savasi sonrasinda yersiz kalan bu yahudilerin magduriyetlerini, uluslararasi siyasi platformda politik bir malzeme olarak kullanmaktan da geri kalmiyorlardi.
Kullanilan bu kirli yöntem sonucunda, Yersiz Insanlar Kamplari'ndaki yahudilerin önemli bölümü Israil'e göç etmeye ikna edildi. Hitler'in iktidara gelisiyle baslamis olan Avrupa yahudilerini Kutsal Topraklar'a göç ettirme projesinde, böylece önemli bir asama daha kaydedilmis oluyordu. Ancak Israil'in yöneticileri için yalnizca Avrupali sürgünlerin toplanmasi yeterli degildi. Kehanet, dünyanin dört bir yanindaki sürgünlerin toplamasini gerektiriyordu. Israil'in politikasi da tam bu yönde, dünyanin dört bir yanindaki sürgünlerin toplanmasi yönünde oldu.
Geri Dönüs Kanunu
Israil'in liderleri, Araplar'a karsi kazandiklari 1948 Savasi ile Birlesmis Milletler'in kendilerine ülkenin kurulusunda verdigi topraklari (Filistin'in yaklasik % 50'si) çok daha büyütmüslerdi. Bu yayilma, Israil liderlerine çok daha fazla yahudiyi Kutsal Topraklar'a getirme cesareti verdi. 1949 yilinda, tüm dünya yahudileri Israil'e göç etmeye resmen çagirildilar. Ertesi yil ise, bu çagri bir kanunla desteklendi: Geri Dönüs Kanunu. Kanun, dünyanin neresinde olursa olsun, Israil'e göç etmek isteyen "gerçek" (yahudi bir anneden dogmus) bir yahudinin, ülkeye göçe hakki oldugunu ve ne olursa olsun Israil'de barindirilacagini ilan ediyordu. Amerikali yazar Andrew J. Hurley'in vurguladigi gibi, Geri Dönüs Kanunu dogrudan yahudi gelenegindeki "Sürgünlerin Toplanmasi" inancinin bir sonucuydu.10
Simon Peres, Geri Dönüs Kanunu ile ilgili bir soruyu söyle cevaplamisti: "Askeri yönetim temelini teskil eden 125 sayili kanunun (Geri Dönüs Kanunu) kullanilisi Yahudileri bu topraklara yerlestirmek ve göçe zorlamak için girisilen savasin bir devamidir." 11
Peres'in ifade ettigi gibi, "sürgünlerin toplanmasi" gerçekte bir savasti. Çünkü, Israil dünya yahudilerini, bu yahudilerin aksi yöndeki isteklerine ragmen topladi. Bu nedenle Israil'in savasi, yalnizca düsman ülkelere ya da düsman örgütlere karsi degil, irk bilincini yitirmis, Mesih Plani'ndaki sorumluluguna yüz çevirmis dünya yahudilerine de karsiydi ayni zamanda. Kudüs'te yapilan 25. Dünya Siyonist Kongresi'nde, Basbakan Ben Gurion, Israil'e göç etmekte direnen yahudileri "Tanrisiz Yahudiler" olarak tanimlayarak aforoz etmisti.
Siyonizm, "Tanrisiz Yahudiler"e açtigi bu savasa, ilk olarak irk bilincini yitirerek asimile olmaya baslayan Avrupali yahudilere karsi Naziler'le isbirligi yaparak girismisti. Israil devleti kurulduktan sonra ise, irk bilincini yitiren dünya yahudilerine karsi girisilen savas, dogrudan Israil güçleriyle yürütüldü. Mossad'in dünya yahudilerini göç ettirmekten sorumlu kolu Aliyah Bet, bu savas için kuruldu.
Aliyah Bet, kuruldugu günden bu yana, dünya yahudilerinin Israil'e göçe ikna edilmesini kendisine hedef olarak belirledi. Bu ikna programi, Haham Klausner'in dedigi gibi "yahudilerin yasadiklari ülkelerde rahatsiz edilmeleri" temeline dayaniyordu.
Mossad'in "Sürgünleri Toplama" Operasyonlari
Irak yahudileri, 2500 yil önce Babil'e sürülen yahudilerin torunlariydi. Sayilari 150 binlere varan ve 60 kadar havraya sahip olan Irak yahudileri, müslümanlarla uyum içerisinde yasamlarini sürdürüyorlardi, ta ki Mossad ajanlari Irak'a gelinceye kadar...
1950 yilinda çikartilan Göç Kanunu'na ragmen, Irak yahudileri Israil'e göç etme konusunda istekli degildi. Aliyah Bet ajanlari, onlara "tehlikede olduklarini hissettirmek" amaciyla bir operasyon düzenlediler. Ali Baba Operasyonu olarak adlandirilan bu operasyon, Irak yahudilerine ülkede gittikçe yükselen bir antisemitizm oldugu izlenimi vermeyi amaçliyordu. Seçilen yöntem ise basitti: Irak yahudileri bombalanacakti!...
Bombalamalar, Irakli yahudilerin toplu bulundugu yerlerde yapilacakti. Fazla can kaybi olmasi istenmiyordu, ancak istenen korkunun yaratilmasi için bir kaç yahudi feda etmekte de fayda vardi. Nitekim yahudilerin topluca bulunduklari yerlere, yani en basta sinagoglara yönelen bombalama eylemleri bir kaç kurban aldi. Örnegin Masauda Shemtou Sinagogu'na yöneltilen bir bombali saldiri sonucunda, üç Irak yahudisi öldü, on tanesi de yaralandi.
Aliyah Bet ajanlari yalnizca yahudileri bombalamakla kalmamislar, öte yandan da müslüman halk arasinda gerçekten de antisemit bir ajitasyon olusturmaya çalismislardi. Kasitli olarak dagitilan "müslümanlardan satin almayin" ilanlari, müslümanlari Irakli yahudilerin kendilerine karsi bir "komplo" kurduklarina inandiracakti. Siyonistler, Naziler'le isbirligi yaparak Avrupa'da oynadiklari oyunu bir kez daha oynamis oluyorlardi böylece: Yahudilerin, yahudi olmayanlarla birarada huzur içinde yasamalarina izin vermiyorlardi. Theodor Herzl'in "yahudiler ve yahudi olmayanlar kalitimsal olarak uyum içinde birarada yasayamazlar" seklinde ifade ettigi kanun, yahudilere ragmen de olsa, uygulaniyordu.
Irak yahudilerine atilan bombalar sayesinde, Israil'in irk bilincini yitirmis dünya yahudilerine karsi giristigi savasin Irak cephesi oldukça basarili bir biçimde kapatildi: Ali Baba Operasyonu sayesinde 1950-1959 yillari arasinda yaklasik 120 bin Irakli yahudi Israil'e getirildi.
Israil çesitli kirli yöntemler kullanarak Yemen ve Etiyopya'daki yahudileri de göç ettirdi. Yemen'deki yahudiler "Mesih Israil'de yeryüzüne indi" gibi masallarla kandirildilar. Etiyopya yahudileri (Falasalar) ise, Etiyopya hükümetinden para ile satin alindilar ve alinlarina numaralar yapistirilarak Israil'e götürüldüler.
Bu arada Mossad, diasporadaki (yani "sürgün"deki) yahudileri Kenan diyarina dönmeye ikna etmek için, Irak'ta basariyla uyguladigi bombalama operasyonlarina devam etti. Ingiltere'de Israil'in El-Al Havayollari'na ait uçagini bombalama girisiminin, ya da Fransa'nin Rue Kopernicce kentindeki bir sinagoga yapilan bombali saldirinin ardinda Mossad'in bulundugu sonradan anlasilmis ve yetkililerce dile getirilmisti. Mossad'in "sürgün"deki yahudilere karsi uyguladigi terörün çarpici bir örnegi de, Istanbul'daki ünlü Neve Salom katliamiydi.12
Batili yahudileri Kutsal Topraklar'a getirme çabasi ise fazla basarili olmuyordu. Ancak Batili yahudilerin, özellikle de ABD'deki yahudilerin olduklari yerde durmalarinda bazi yararlar da vardi; genellikle maddi yönden güçlü olan bu yahudiler, bulunduklari ülkelerde Israil lehine lobi yapiyorlardi. Bu nedenle, özellikle 1960'li yillardan sonra, Israil asil olarak dünyadaki üçüncü büyük yahudi topluluguna, Sovyet yahudilerine gözünü dikti. Ancak bu seçim sadece pragmatik bir seçim degildi. Çünkü Sovyet yahudilerinin "aliya" yapmasi, yani Kutsal Topraklar'a dönmesi, basli basina Mesih Plani'nin bir parçasini olusturuyordu.
Yeremya'nin Mesih'le Ilgili Kehaneti ve Rus Yahudilerinin Israil'e Göçü
Israil'in, sürgünleri toplama operasyonlarinin gerçekte Mesih Plani'nin bir parçasi oldugunu biliyoruz. Israil'in bu amaçla dünyanin dört bir yanindaki "sürgünleri"ni nasil topladigina dair örneklere de degindik. Ancak 20 yili askin bir süredir, Israil'in üzerinde durdugu, en çok "aliya" (Kutsal Topraklar'a göç) yaptirmaya çalistigi "sürgünler", dünyanin üçüncü büyük yahudi toplulugunu olusturan Sovyet yahudileridir.
Acaba neden?...
Cevap karmasik degildir. Israillileri Sovyet Yahudilerine yönelten önemli bir gerekçe vardir: Resul Yeremya'nin M. Tevrat'ta geçen kehaneti!... Evet, M. Tevrat'in Yeremya bölümünde, Mesih'in gelisinin ve Israilogullari'nin dünya egemenliginin "alametleri" sayilirken, bir "Kuzey Ülkesi"nden söz edilir. Mesih gelmeden az önce, bu Kuzey Ülkesi'ndeki yahudiler Kutsal Topraklar'a döneceklerdir. Böylesine önemli bir kehanet, Mesih Plani'nin uygulayicilari tarafindan elbette atlanmamistir: Israilliler, Kuzey Ülkesi'nin neresi olabilecegini düsünüp-tasinmis ve Sovyetler Birligi (ve Rusya)'da karar kilmislardir. Türk Yahudilerinin yayinladigi Salom, konuyu söyle açikliyor: "Kitab-i Mukaddes'te Yeremya'nin kehaneti var. Israil'den geride kalanlarin Kuzey ülkesinden disari çikarilmasini buyurur. Yapilan yorumlara göre Kuzey ülkesinin SSCB oldugu görüsüne varilmistir." 13
Iste bu kehanetten yola çikan Israilliler, 1967'deki Alti Gün Savasi'ndan bu yana-ki bu savasla Israil çok büyük topraklar isgal etmis ve disardan gelecek "sürgün"lere yer açmisti-Sovyetler'deki yahudileri göç ettirmeye çalisiyorlar. Sovyet yönetimi demirperde uygulamasinin bir sonucu olarak uzun yillar bu göçe izin vermemisti. Gorbaçov'la birlikte baslayan liberallesme, Kuzey Ülkesi'nden yapilan "aliya"yi da etkiledi ve ülkeden çikan yahudi sayisinda patlama yasandi.
Ancak Israilliler klasik sorunla yine karsilasmislardi: Sovyet yahudilerinin büyük bir bölümü Israil'e göç etmek istemiyordu. Çogu, "firsatlar ülkesi" Amerika'yi hedefliyordu. Savas, terör ve tehlike ile özdes görülen Israil'e ise fazla talep yoktu. Israil'e gitmektense Sovyetler'de kalmayi tercih edenlerin sayisi da oldukça kabarikti.
Bu durumda yine klasik çözümlere basvuruldu: "Sürgün"ler, "sürgün"lere ragmen toplanacaklardi. Israil'e gelmek istemeyen Sovyet yahudileri, Haham Klausner'in ünlü deyimiyle, "ne yapacaklari kendilerinden sorulacak degil, kendilerine söylenmesi gereken hasta insanlar"di. Dolayisiyla göçe ikna edilecek, zorla göç ettirileceklerdi. Israil bu zorla göç programinin uygulanma asamasinda ABD'den, bu isi üstlenen yahudi kuruluslarindan, Sovyet yahudi liderlerinden ve antisemitlerden yararlandi.14
Israillilerin Vaadedilmis Toprak Inanci
Bölümün basindan bu yana, Israil Devleti'nin temel politikalarinin Mesih Plani'na göre sekillendiginden söz ediyoruz. Bu durumda ortaya su sonuç çikmaktadir: Israil topraklari (Eretz Israel), Israilli liderler tarafindan yalnizca bir "yurt" olarak degil, ayni zamanda bir "Kutsal Toprak", ya da "Vaadedilmis Toprak" olarak anlasilmaktadir. Bu durumda Kutsal Topraklar hakkinda nasil bir politika izlenmesi gerektigi ise, dogal olarak, kutsal kaynaklardan, yani M. Tevrat'tan ve-Mesih Plani'nin da kaynagi olan-Kabala'dan çikarilir.
Oysa resmi tarihin Israilli liderlerin bakis açisi ile ilgili olarak bizlere anlattigi hikaye daha farklidir. Klasik anlatima göre, Israil, 1970'lerin sonuna dek "laik" liderlerce yönetilmistir ve bu liderlerin politikalari da sözkonusu kutsal kaynaklara degil, pragmatik hesaplara dayanir. Bu iddia, Israil'in politik tarihinden dayanak bulmaktadir: Israil, kuruldugu tarihten 1977 yilina dek Isçi Partisi iktidarlari tarafindan yönetilmistir. Isçi Partisi, sol egilimli ve laik (seküler) bir partidir ve 1977 yilinda iktidari sagci Likud koalisyonuna devrettigi güne kadar, Israil'i dini esaslardan çok, pragmatik hesaplara göre yönetmistir.
Ancak "resmi" kaynaklarin özenle isledigi bu tablo büyük ölçüde aldaticidir. Isçi Partisi'nin üyelerinin çogunlukla dindar olmadiklari dogrudur. Ancak bu, Isçi Partisi'nin, politikalarini dini kaynaklara dayanmadirmadigi gibi bir anlam tasimaz. Çünkü, 4. bölümde de vurguladigimiz gibi, yahudi dininin kutsal kaynaklarina baglanmak için dindar olmak sart degildir. Çünkü Yahudilik, hem irk, hem dindir ve yahudi kutsal kaynaklari bir din kitabi olmakla beraber ayni zamanda da bir irk kitabidir. Bu nedenle, Siyasi Siyonizm dönemi boyunca laik Siyonistler ve dindar Siyonistler çok iyi anlasmislardir. Güvercinligi" ile taninan Israilli politikaci Amnon Rubinstein, iki taraf arasinda ilginç ittifakin mantigini söyle açiklar:
Dindar Siyonistler açisindan, laik hatta dinsiz Siyonistlerle isbirligi yapmak son derece mantikliydi. Çünkü laikler, her ne kadar inançsiz olsalar da, Tevrat'in emirlerinin iyi birer uygulayicisi olma ve Yahudilik'in en köklü inançlarindan birini gerçege dönüstürme yolundaydilar: Sürgünlerin Toplanmasi'ni. Bazi dindarlar daha da ileri giderek, açikça, Siyon'a dönüsün Mesih'in gelisinin baslangici oldugunu ilan ettiler.15
Siyonist hareketin sözkonusu laik kanadi, Israil Devleti'nin kurulmasiyla birlikte Isçi Partisi'ne dönüstü. Ve dindar Siyonistlerle laik Siyonistleri birbirine baglayan bag uzun yillar bozulmadi. Çünkü Isçi Partisi'nin liderleri devletin politikasini dini kaynaklara göre (ki bu onlar için daha çok irksal kaynaklardi) belirlemeye devam ettiler. Yeri geldiginde bunu açikça söylemekten de çekinmiyorlardi. Örnegin Ben Gurion, dini kurallari uygulamadigi ve inanç sahibi olmadigi halde, sik sik Tevrat'tan alintilar yapiyordu.16
Roger Garaudy, "laik" Ben Gurion'un, Israil'in ideal sinirlarini M. Tevrat'tan nasil çikardigini söyle anlatiyor:
Daha 1937'de Ben Gurion, Israil'in sinirlarini Kitab-i Mukaddes'ten bakarak çiziyordu. Ona göre Israil topragi bes bölümden meydana geliyordu: Litani'ye kadar Güney Lübnan. Bu bölüme Ben Gurion 'Bati Israil'in kuzey kismi' diyor. Güney Suriye, Ürdün, Filistin, ki buna da 'Ingiliz manda topragi' diyor. Ve Sina. Ben Gurion kuzey sinirinin da Suriye'nin Humus sehri yakinlarindan geçmesini istiyordu. Zira (Tevrat'in) 'Sayilar' kitabina göre (34/1-2-8), buranin 'Kenan' ilinin kuzey siniri olmasi lazimdi. 'Kitab'a daha çok bagli Siyonistler ise 'Hama' sehrinin bugünkü 'Halep' oldugunu ileri sürüyorlardi. Diger bazilari ise bu sehrin Türkiye'de bulundugunu iddia etmekteydiler... Haham Adin Shteinsalz, 'Israil'in Kibris adasi üzerindeki tarihi haklari'ndan söz etmisti. 1956'da Ben Gurion Israil Meclisi'nde alkislar arasinda Sina'nin 'David ve Solomon krallarin kralligina ait' oldugunu ilan etmisti...17
Ben Gurion, bir keresinde Martin Buber'e "kurtarici ruh (Mesih) fikri canlidir ve Mesih'in gelisine kadar canli kalacaktir" da demistir.18
Kisacasi Isçi Partisi'nin en büyük lideri olan Ben Gurion, seküler bir özel yasama sahip olsa bile, sahip oldugu irk bilinci nedeniyle, "Vaadedilmis Toprak", "üstün irk" gibi kavramlara ve Mesih inancina-dolayisiyla da Mesih Plani'na-bagliydi. Isçi Partisi'nin Golda Meir, Mose Dayan, Yitzhak Rabin gibi diger önemli isimleri de, dini kaynaklara olan bu ilginç bagliliklarini zaman zaman yaptiklari çarpici açiklamalarla ortaya koydular. Bu "laik" liderlerin hepsi, M. Tevrat'ta Kenan diyari olarak geçen Filistin topraklarini "Kutsal toprak", ya da "Vaadedilmis Toprak" olarak algiliyorlardi.
Örnegin Alti Gün Savasi'nin "efsanevi" komutani ve daha sonradan da Isçi Partisi hükümetinde Disisleri Bakani olan Mose Dayan, uygulanan isgal politikasinin dini temellerini söyle açikliyordu:
Eger Kitab-i Mukaddes'e sahip çikiyorsak, eger kendimizi Kitab'i Mukaddes'te yazili olan halktan sayiyorsak, Kitabin yazdigi topraklara da sahip olmamiz gerekir. Hakimlerin, Patriklerin, Kudüs'ün, Hebron'un, Jeriko'nun ve daha pek çok yerlerin topraklari...19
1970'li yillarda basbakanlik yapan Golda Meir, ise söyle diyordu: "Bu ülke (Israil), Tanri tarafindan yapilmis olan bir vaad'in yerine gelisidir. Onun yasalligini tartismak gülünç olur." 20
Ayni Golda Meir, "Filistin'de kendilerini Filistin halki olarak gören bir Filistin halki yoktu ve biz geldik, onlari disari attik ve ülkelerini onlardan aldik diye bir sey yoktur, çünkü Filistin'de, Filistin halki diye bir sey mevcut degildir" diyerek, M. Tevrat'in temel ögretilerinden biri olan "Kutsal Topraklar'in yahudi-olmayanlara ait olamayacagi" tezini savunmustu.21
Kisacasi, Isçi Partisi'nin liderleri, hiç de resmi propagandada anlatildigi gibi M. Tevrat'in "üstün irk", "Vaadedilmis Toprak" gibi kavramlarindan uzak degildiler. Israilli yazar Benjamin Beit-Hallahmi, sözkonusu resmi propagandaya deginir ve bunun büyük bir aldatmaca oldugunu açiklar. Buna göre, Israil Devleti, kuruldugu günden bu yana saldirgan ve yayilmaci bir politika izlemektedir. Isçi Partisi'nin savundugu Siyonizm'in, Likud kanadinin savundugu dini Siyonizm'den daha "yumusak", daha "barisçil" oldugu seklindeki propaganda, Hallahmi'nin dedigi gibi, yalnizca bir göz boyama, bir aldatmacadir. Iki parti arasinda temelde hiç bir farklilik olmamistir.22
Roger Garaudy de, Israil'deki iki büyük siyasi akimin da neredeyse yakin ölçülerde M. Tevrat'a bagli oldugunu ve politikalarini M. Tevrat'a dayandirdigini söyle anlatiyor:
Bugün Israil yöneticileri, ister sagci ister solcu taninsin, ister Isçi Partisi üyesi ister Likud mensubu olsun, ister ordu sözcüsü, ister din adamlari temsilcisi sayilsin, hepsi birlik halinde 'Kitab'a (Tevrat) egilmislerdir. Filistin üzerinde, herhangi bir 'toprak kalintisi' üzerinde, hak iddia etmek için en ufak bir 'kanit' dahi dikkatlerinden kaçamaz durumdadir. Hersey sanki Tanri ile aralarinda imzalanan bir 'hibe' senedine baglidir. En ufak bir isaret topraklarin yerli sahipleri disari atilarak oraya yerlesmek için yeterli sebep sayilmaktadir.23
"Vaadedilmis Toprak", "üstün irk" gibi kavramlar dogal olarak sagci Likud partisinin üyeleri tarafindan da paylasildi. 1977'de iktidara oturan Likud'un iki lideri, Menahem Begin ve Yitzhak Samir, sözkonusu kavramlara-ve dolayisiyla Mesih Plani'na-olan bagliliklarini çarpici açiklamalarla ortaya koydular.
Begin, açikça "bu toprak bize vaad edilmistir, onun üzerinde hakkimiz vardir" demisti.24 Yine Begin bir baska konusmasinda, Israil'in 1967'den bu yana isgal altinda tuttugu Bati Seria için, "burasi Judea ve Samaria (Yahuda ve Samiriye) Krallarinin tanrilari önünde diz çöktügü yerdir, burasi bizim millet oldugumuz yerdir" demisti. Bati Seria'yi "Yahuda ve Samiriye" olarak tanimlamak, o tarihlerden sonra Israillerin klasik üslubuna dönüstü.
Likud'un liderlik koltuguna Begin'in ardindan oturan Yitzhak Samir de "Bati Seria ve Gazze, Yahudilere Tanri tarafindan vaat edilmis topraklardir, girdigimiz yerden çikmayiz" demisti. Samir, "üstün irk" kavramina olan inancini ise, Siyonizm'i irkçiligin bir kolu olarak gören Birlesmis Milletler kararinin 14 Kasim 1975 günün oylanmasindan sonra, dünya ve uluslararasi iliskiler konusundaki görüslerini kaleme alirken söyle açiga vurmustu: "Agaçlardan inen insanlardan meydana gelen uluslarin dünyanin liderligini üstlenmeleri kabul edilecek bir sey degildir. Ilkeller nasil kendilerine ait fikirlere sahip olabilirler ? Birlesmis Milletler'in karari bize bir kere daha göstermistir ki biz diger uluslar gibi degiliz." 25 Benzer bir ifade, Menaham Begin tarafindan da kullanilmis, Nobel Baris Ödülü alan bu eski terörist, Filistinlileri "iki ayakli hayvanlar olarak tanimlamisti.
Kisacasi, Israil'in tüm liderleri, yahudi gelenegindeki Vaadedilmis Toprak, üstün irk gibi kavramlara ve dogal olarak da Mesih inancina siki sikiya bagli kaldilar. Bu nedenle de Israil liderlerinin uyguladigi politikalar, her zaman için M. Tevrat ve Kabala gibi kutsal kaynaklara ve dolayisiyla Mesih Plani'na uygun oldu.
Peki öyleyse neden Israilliler Likud ve Isçi Partisi gibi iki farkli partiye sahipler, diye sorulabilir bu durumda. Bunun cevabini ararken, karsimiza Israil'in iyi ve kötü polisleri çikmaktadir.
Likud ve Isçi Partilerinin Farki ya da 'Israil'in Iyi Polis-Kötü Polis Oyunu'
Geçmis Amerikan yönetimlerinde Ortadogu ile ilgili bir çok görev almis olan eski bürokrat Richard Curtiss, editörü oldugu Washington Report on Middle East Affairs dergisinde Ortadogu'daki FKÖ-Israil barisindan söz eden "Baris Sürecini Öldüren Iyi Polisler ve Kötü Polisler" baslikli bir makale yazmisti. Curtiss'e göre Israil ve Filistinliler arasindaki "baris süreci"-bu konuyu ilerleyen sayfalarda ayrintili olarak inceleyecegiz-Israil'in "iyi ve kötü polisleri"nin isbirligi ile sona dogru sürükleniyordu.26
Sözkonusu iyi polis-kötü polis oyununa 5. bölümde Siyonizmin sag ve sol kanadini incelerken deginmistik. Richard Curtiss'e göre, Israil politikacilari 1940'li yillardan bu yana tüm dünyaya bu oyunu oynadilar. Iyi polis rolünü solcu ve laik Isçi Partisi, kötü polis rolünü ise sagci, dindar ve sovenist Likud Partisi üstlendi.
Bu, önyargili ve biraz da uçuk bir komplo teorisi degildir. Aksine, Curtiss'in dedigi gibi, Israil'in siyasi tarihi hakkinda yapilacak dikkatli bir gözlem bizi ister istemez bu sonuca ulastirmaktadir.
Curtiss'e göre, iyi polis-kötü polis taktiginin ilk örnekleri, henüz Israil Devleti'nin kurulmadigi 1940'li yillarda görülmüstü. Israil'i kurabilmek için mücadele eden Siyonist hareketin içinde, daha önceki bölümlerde de degindigimiz gibi, iki ayri fraksiyon vardi. David Ben-Gurion ve Chaim Weizmann'in önderligindeki sol egilimli Dünya Siyonist Örgütü (WZO) Siyonist hareketin asil temsilcisiydi. WZO'dan 1920'lerin sonunda ayrilan Vladimir Jabotinsky'nin kurdugu sag-kanat Siyonist hareket ise Siyonist Revizyonizm olarak biliniyordu ve WZO'ya göre daha radikal, daha siddet yanlisiydi. 1930'li yillarda Revizyonistler Filistin'deki Araplara ve Ingilizlere-Ingiltere, yahudi göçüne getirdigi kisitlamalar nedeniyle 1940'li yillarda Siyonistlerin nefretini toplamaya baslamisti-karsi savasmak için askeri birlikler olusturdular. Bunlarin en önemlisi Irgun'du. Bir süre sonra Irgun içinden Avraham Stern'in önderligindeki bir fraksiyon ayrildi ve Lehi ya da Stern adiyla bilinen bir ikinci örgüt kurdu. Stern grubunun üç liderinden biri, 1980'lerin sonunda Israil'de Basbakan koltuguna oturacak olan Yitzhak Samir adli genç bir militandi. Stern, 5. bölümde inceledigimiz gibi, 1941 yilinda Naziler'le askeri bir ittifak yapma girisiminde de bulundu.
16 Eylül 1948 günü ise Stern teröristleri, Birlesmis Milletler'in Filistin arabulucusu olan ve Siyonistlerin isgal politikalarini elestirmesiyle taninan Kont Folke Bernadotte'u Kudüs'te öldürdüler. Yeni kurulmus olan Israil Devleti'nin Basbakani Ben Gurion, Revizyonist militanlarca gerçeklestirilen suikasti lanetledi ve Bernadotte'un BM karargahindaki cenazesine de katilarak taziyelerini sundu. Suikastin sorumlusu olan Stern üyeleri ise kayiplara karistilar. Ancak bir süre sonra bu militanlar ortaya çiktilar, hem de çok ilginç bir biçimde... Bernadotte'u vuran Joshua Cohen adli tetikçi, Basbakan Ben Gurion'un özel korumasi oluverdi birden bire!... Suikast emrini verenlerden Yitzhak Samir ise, Mossad'in Avrupa masasi sefligine getirildi. Ben Gurion'un basbakanliginin sürdügü bu dönemde, Samir'in de katkisiyla, çok sayida "Israil düsmani" Mossad ajanlarinca Avrupa'da öldürüldü.27
5. bölümde de belirttigimiz gibi, tüm bunlarin tek bir açiklamasi vardi: Ben Gurion'un Bernadotte için döktükleri ancak timsah gözyasiydi. Israil'in Isçi Partili Basbakani, Revizyonist militanlarin gerçeklestirdigi suikastten gerçekte son derece memnundu. Yalnizca, dünya kamuoyuna "iyi polis-kötü polis" numarasi yapiyordu.
Kisa bir süre sonra iyi ve kötü polislerin yeni bir ortak plani gerçeklesti. Iyi polis Ben Gurion, Birlesmis Milletler'in 1947'de Yahudi Devleti'ne verdigi Filistin topraklarinin % 53'ünü kapsayan bölgeyi kabul etmisti. Ancak kötü polisler Yitzhak Samir ve Menahem Begin, Araplara düzenledikleri kanli saldirilarla o denli büyük bir kargasa çikardilar ki, bu kargasa sonucunda yasanan ilk Arap-Israil savasinda Yahudi Devleti, topraklarini Filistin'in % 78'ine çikardi.
Revizyonistler ile sol-kanat Siyonistler arasindaki gizli beraberligin bir baska göstergesi, her iki tarafin da askeri kanatlarinin ayni kaynaktan finansal destek görmesiydi. 1940'li yillarda, Dünya Siyonist Örgütü'ne bagli Filistin'deki Haganah adli silahli örgüt ve Revizyonistlerin kurdugu Irgun, en büyük para yardimini ayni kaynaktan aliyorlardi: Macar yahudisi Tibor Rosenbaum'un kurdugu International Credit Bank adli Isviçre bankasi, görünüste birbirine muhalif olan bu iki Siyonist örgüte de para yagdiriyordu. International Credit Bank, ayrica Amerika'daki ünlü yahudi mafya babasi Meyer Lansky ile de yakin baglanti içindeydi.28
Revizyonist Siyonizm, Israil'in kurulusunun ardindan sagci Herut Partisi tarafindan temsil edildi. Herut'un lideri, ayni Samir gibi 1940'li yillarda terörist eylemlere karismis eski bir militan olan Menahem Begin'di. Ülkeyi kuran ve 1977'e dek de iktidari kesintisiz elinde tutan Isçi Partisi (Mapai) ise, David Ben Gurion ve onun Golda Meir, Mose Dayan, Yitzhak Rabin gibi ögrencileri tarafindan yönetildi. Bu yillarda Israil'in politik yelpazesine bakan birisi, Herut'un saldirgan ve yayilmaci bir politika savundugunu, buna karsin Isçi Partisi'nin göreceli barisçi bir politika izledigini sanabilirdi. Çünkü Isçi Partisi'nin liderleri Herut ve diger küçük sag partiler gibi açik açik "Vaadedilmis Topraklar'in tümünü ele geçirme" idealinden söz etmiyorlardi.
Oysa bu iki parti arasindaki fark, yine iyi polis-kötü polis numarasinin bir versiyonuydu. Richard Curtiss, "Israil liderleri arasindaki fark, amaçlar degil, yöntemler arasindaki farktir" diyor. Ben Gurion ile Begin arasindaki tek fark, Gurion'un Vaadedilmis Topraklari isgal etme yönündeki düsüncelerini Begin'in aksine açikça ifade etmeyisiydi. Oysa Gurion, Israil'in sinirlarini Filistin topraklarinin tümünü, Ürdün, Lübnan ve Suriye topraklarinin da bir kismini kapsayacak sekilde genisletmeyi hayal ediyordu. Kisacasi, Curtiss'in dedigi gibi "Israil'in sagci revizyonistleri ile Ben Guiron, Yahudi devleti için minimum bir 'kutsal toprak' formülü üzerinde anlasiyorlardi." 29 Gurion'un yanisira, Meir, Dayan gibi Isçi Partisi liderlerinin kutsal toprak inançlarina az önce deginmistik.
Herut'un küçük bazi sag partilerle birlesmesiyle olusan Likud Partisi ile Isçi Partisi arasindaki tek fark, üslub ve yöntem farki oldu. Noam Chomsky, bu konuda sunlari söylüyor
Demek ki özü bakimindan iki program da (Likud ve Isçi Partisi programlari) birbirlerinden çok farkli degil. Farkliliklari esas olarak üsluplarinda yatmaktadir. Isçi Partisi temel olarak, egitimli, Avrupa merkezli seçkinler partisidir; idareciler, bürokratlar, entellektüeller vs. zenaati, en azindan halkin karsisinda arabulucu bir söylemle düsük düzeyli bir retorigi sürdürürken 'olgulari kurmak'tir. Kapali kapilar arkasinda bu anlayis 'Yahudi olmayanlarin ne dedikleri önemli degildir, Yahudiler gerekeni yapar' (Ben-Gurion) ve '(Israil'in) sinirlari Yahudilerin yasamakta olduklari yerlerdir, haritanin üzerindeki bir çizgi degil' (Golda Meir) biçimini almistir. Bu, Bati kamuoyunu kendine yabancilastirmadan, aslinda tersine Bati'nin (özellikle de Amerika'nin) destegini seferber ederek istenen hedeflere ulasmada etkili bir yöntem olmustur. Tersine Likud koalisyonunun kitle temeli büyük ölçüde asagi sinif, alt orta sinif ve aralarinda çogu yakin zamanda ABD ve SSCB'den göç etmis olanlarin bulundugu dinsel-Sovenist unsurlarla beraber Arap kökenli Ispanyol Yahudilerinin olusturdugu çalisanlardan meydana gelmektedir; ayni zamanda sanayici ve çok sayida meslek sahibini de kapsamaktadir. Likud'un liderligi Bati söylemine pek fazla uyum göstermedi... Isçi Partisi'nin daha dolambaçli olan yaklasimi Bati'ya çok daha uygun gelmektedir ve 'Israil'in destekçileri'nin karsisina daha az sorun çikarmaktadir... Isçi Partisi'nin kiligini degistirerek sundugu gerçek niyeti, Likud'un 'egemenlik' anlayisindan çok farkli degilse de, bunlar Amerikalilarin kulaklarina hos gelen ifadelerdir.30
Chomsky'nin dedigi gibi, Isçi Partisi'yle Likud arasindaki fark yalnizca görünüsteydi ve Bati kamuoyunu Israil'de farkli sesler ve dolayisiyla "demokrasi" olduguna inandirmak amaci güdüyordu. Her iki parti de, yahudi inanisindaki Vaadedilmis Toprak hedefine inaniyordu. Chomsky, bu konuda her iki partinin de ittifak halinde oldugunu bildiriyor ve Isçi Partisi'nin güvercinlerinden Simon Peres'in bile bu inanci benimsedigini vurguluyor:
Her ne kadar ABD basini, sözcügün Kutsal Kitabin tanidigi bir mülkiyet hakki anlamina gelen yaygin kullanimini Menahem Begin'e atfetse de, hem Isçi Partisi hükümeti, hem de Likud, Bati Seria'yi 'Yahuda ve Samiriye' olarak adlandirmaktadirlar. Aslinda Kutsal Kitap'taki haklara atifta bulunulmasi, her iki siyasal grup için de olagandir. Bu nedenle Isçi Partisi'nin sosyalist lideri olan Shimon Peres, 'Israil'de Israil topraklarindaki tarihsel haklarimiz konusunda çekisme yoktur. Geçmis degismez ve Kutsal Kitap, topraklarimizin kaderinin belirlenmesinde nihai belgedir' derken Begin'in Seria'yi terketmemesindeki mantigi da kabul etmis oldugunu gösterdi.31
Chomsky, Isçi Partisi'nin diger önemli isimlerinin de Bati Seria'yi M. Tevrat'tan hareketle "Yahuda ve Samiriye" olarak tanimladiklarina dikkat çekiyor: Golda Meir, "Israil Yahuda ve Samiriye'de genisleme politikasi izlemeye devam edecektir" demis, Isçi Partisi hükümetlerinde Disisleri Bakanligi yapmis olan Abba Eban bile, "Israil iradesini ortaya koyacak, Yahuda, Samiriye ve Gazze bölgesi üzerindeki egemenlik haklarini yerine getirmek üzere harekete geçecektir" uyarisinda bulunmustu.
Israil tarafindan uygulanan iyi polis-kötü polis oyununun bir örnegi de "Yahuda ve Samiriye"de, yani Bati Seria'da insa edilen yahudi yerlesim birimleriydi. Bu konuda Bati medyasinda sik sik öne sürülen bir telkin vardir. Buna göre, yerlesim birimleri Likud Partisi'nin bir ürünüydü, buna karsilik daha "ilimli ve baris yanlisi" olan Isçi Partisi, yerlesim birimlerine taraftar degildi. Oysa bu telkin de gerçegin köklü bir biçimde çarpitilmasindan ibaretti. 22 yil ABD Kongresi'nde Temsilciler Meclisi ve Senato üyeligi yapmis olan Paul Findley, bir makalesinde bu konuya deginmis ve Isçi Partisi'nin yerlesim birimleri hakkindaki politikasinin içerik olarak Likud politikalarindan farkli olmadigini vurgulamisti. Findley'e göre, iki parti arasindaki tek fark, stil ve taktik farkiydi; Likud liderleri amaçlarini dosta-düsmana duyururken, Isçi Partisi daha sessiz ve aldatici bir yol izlemisti.32
Kisacasi, ülkenin kurulusundan itibaren her iki partinin de Siyonizm anlayisi arasinda gerçek bir fark yoktu. Her iki taraf da Vaadedilmis Toprak, üstün irk gibi kavramlari benimsedi. Her iki taraf da, politikalarin kutsal kaynaklara-ve de Mesih Plani'na-göre düzenlenmesi gerektigini kabul etti. Tek yaptiklari klasik iyi polis-kötü polis numarasini oynamakti. (Ancak iki taraf arasindaki bu isbirligi, 1990'larda önemli ölçüde bozuldu. Isçi Partisi, gerçekten baris yanlisi olan akimin kontrolüne geçmeye basladi. Bu durumun Rabin suikastina kadar uzanan sonuçlarini ilerleyen sayfalarda inceleyecegiz).
Ancak polislerin sefleri olur. Kutsal Topraklar'i elde etme hedefine ve dolayisiyla Mesih Plani'na siki sikiya bagli olan Isçi ve Likud partilerinin de bir sefi vardir. Mesih Plani'nin gerçek uygulayicisi olan ve bu Plan uyarinca Isçi ve Likud partilerini yönlendiren bu sef, kuskusuz Plan'i 500 yildir yürüten Kabalacilardan baskasi olamaz.
Israil Devleti ve Mesih Plani
Kitabin basindan bu yana inceledigimiz gibi, Mesih'in gelisini hazirlamak misyonunu üstlenenler, Kabalacilardir. Yahudi mistik gelenegi olan ve büyüyle özdeslesmis bulunan Kabala, Kabalacilar tarafindan "tarihin akisini degistirmek" ve Mesih'in gelisi için gerekli sartlari olusturmak için bir araç olarak anlasilmistir. Ve, özellikle kitabin ilk bölümlerinde gördügümüz gibi, Kabalacilar gerçekten de Mesih'in gelisini saglamak için uzun bir mücadeleye girismislerdir. Mesih Plani olarak adlandirabilecegimiz bu sistemli mücadelenin, gerçekten de tarihin akisini etkiledigini önceki bölümlerde gördük.
Ancak Kabalacilar, çogu kez ortada gözükmezler ve yapilmasi gerekenleri, yahudi toplumundaki sadik baglilarina yaptirirlar. Bu nedenle Mesih Plani'nin bir çok asamasinda dogrudan Kabalacilar'a rastlayamazsiniz.
Bununla birlikte, eger yahudilerin gerçeklestirdigi bir eylem gerçekten Mesih Plani'nin bir asamasiysa, mutlaka görünmez bir yerde, "perde arkasi"nda Kabalacilar vardir ve hareketin genel stratejisini de onlar çizmektedirler. Siyasi Siyonizm, bunun bir örnegiydi. Kalisher ve Alkalay gibi iki Kabalaci'nin çizdigi rota, Herzl, Weizmann, Ben Gurion gibi "laik" Siyonistlerce izlenmisti. (Bkz. 4. bölüm)
Bu bölümün basindan bu yana ise, Israil Devleti'nin Mesih Plani uyarinca gelistirilen politikalarini incelemekteyiz. Sürgünlerin toplanmasi, Yeremya'nin kehanetine uygun olarak "Kuzey Ülkesi"ndeki (Rusya) yahudilerin Kutsal Topraklar'a döndürülmesi, gibi... Bunlarin hepsi de kehanetlere uygun politikalardir. Ayrica, Kabalaci Hirsch Kalischer'in Mesih'in ortaya çikisi için gereken sartlar olarak siraladigi üç önemli sartin ilk ikisi yerine getirilmistir. Ilk sart, yani Filistin'de bir yahudi devleti kurulmasi, Israil Devleti'nin gerçekten de "gönüllü milletlerin yardimi ile" olusturulmasi sonucunda gerçege dönüsmüstü. Kudüs'ün, Tapinak bölgesi ile birlikte tam olarak ele geçirilmesi, hahamlarin "Tanri'nin açik bir isareti" olarak yorumladiklari 1967'deki efsanevi Alti Gün Savasi ile oldu. Geriye bir tek Tapinak'in insasi kaldi, ancak Tapinak'in eski yerinin tam üstünde duran iki Islam mabedi nedeniyle bu yapilamiyor. Israil'in bu mabetleri yikarak Tapinagi insa etme planlarina 13. bölümde deginecegiz.
Kisacasi, kehanetlerde bildirilenler, Israil'in kurulmasindan bu yana harfi harfine yerine getirilmis, Mesih Plani islemistir. Ama kimin eliyle?... Likud ve Isçi partilerinin onyillar boyu bir tür iyi polis-kötü polis oyunu oynadiklarini biliyoruz. Ama, bu oyunun senaryosunu kim belirledi?
Mesih Plani'ni 500 yildir sürdüren Kabalacilar nerededir ve hangi yolla Israil devletinin politikalarini Mesih Plani'na uygun olarak yönlendirebilmektedirler?
Bu sorular bizi ister istemez Gush Emunim ile karsi karsiya birakir.
Gush Emunim; Kabalacilarin Siyasi Organi
1967 yilinin Mayis ayinda, Israil'in bagimsizlik gününün hemen öncesinde, Kudüs'teki Merkaz Harav adli "yeshiva"da (bir tür tekke) önemli bir toplanti yapildi. Yeshiva'nin ruhani lideri olan Haham Zvi Yehuda Hacohen Kook, dini ritüellerin uygulanmasinin ardindan, adeti oldugu üzere uzun bir konusma yapti. Ancak bu konusma, daha öncekilerden daha farkliydi: Haham Zvi Yehuda Hacohen Kook, sesini geleneksel tonundan çok daha fazla yükselterek, tarihi Eretz Israel topraklarinin bölünemez oldugunu, oysa su anda bu topraklarin bir bölümünün "goyim"in (yahudi-olmayanlar) eline birakildigini söyledi. Ardindan de ekledi; "yahudiler mutlaka ve mutlaka Nablus ve Hebron'a döneceklerdir." (Nablus ve Hebron: Bati Seria'da yer alan ve yahudilerce kutsal sayilan sehirler). Haham'in ögrencilerine son söyledigi söz, mevcut durumun kabul edilemez oldugunu ve çok yakinda Eretz Israel topraklarinin birlestirilecegi seklindeydi.
Haham Zvi Yehuda Hacohen Kook, bu konusmayi yaptiktan bir gün sonra, Alti Gün Savasi'yla noktalanacak olan Arap-Israil krizi basladi. Üç hafta sonra ise, Alti Gün Savasi bitmis ve Kudüs, Hebron, Nablus ve daha bir çok "kutsal" yöre Israil isgali altina girmisti. Zvi Yehuda Hacohen Kook'un ögrencileri, Zahal'in (Israil ordusu) 19 yüzyil sonra yeniden ele geçirdigi Kudüs'teki Aglama Duvari'nda ilahiler söylerken, liderlerinin kehanetinin ne denli dogru oldugunu düsünüyorlardi. Az sonra Zvi Yehuda Hacohen Kook, Israil ordusu komutanlarinca kendisine yollanan askeri bir jeep ile birlikte Aglama Duvari'na geldi. Kendisini karsilayan asker ve komutanlara "el verdikten" sonra da söyle dedi: "Biz Israilogullari olarak tüm dünyaya ilan ediyoruz ki, su anda Kutsalligin yardimi ile kutsal sehrimize dönmüs bulunuyoruz. Buradan asla çikmayacagiz."
Israilli yazar Ehud Sprinzak, The Ascendance of Israel's Radical Right (Israil Radikal Sagi'nin Yükselisi) adli kitabinda üstte aktardigimiz olaylari anlattiktan sonra söyle der: "Israil'in Alti Gün Savasi'nda elde ettigi çarpici galibiyet, Israillilerin kendileri dahil tüm dünyayi sasirtmistir. Sasirmayan, çünkü zaten böyle bir olayi bekleyen tek bir grup vardir: Haham Zvi Yehuda Hacohen Kook'un ögrencileri." 33
Ehud Sprinzak, kitabi boyunca Haham Zvi Yehuda Hacohen Kook'tan ve onun babasi olan Haham Abraham Yitzhak Hacohen Kook'tan sik sik söz eder. Çünkü bu iki haham, Israil'in en güçlü radikal dinci örgütü olan Gush Emunim'in ("Müminler Birligi") ruhani liderleridir. Baba ve ogul Kook'larin getirdikleri yorumlar, yaptiklari kehanetler Gush Emunim'in temel düsüncesini olusturur.
Sprinzak, öncelikle baba Haham Kook'tan söz eder. 1865-1935 yillari arasinda yasayan Abraham Kook, 20. yüzyildaki en önemli yahudi dini düsünürlerinden biridir. Hahamin en büyük özelligi, 20. yüzyilin basinda Siyonist hareketi benimsemeyen bazi gelenekçi hahamlara karsi çikmasi ve harekete büyük destek vermesiydi.34
"Dindar Siyonistler"in basini çeken Abraham Kook, Siyasi Siyonizm'in Atchalta D'Geula (Mesihi Kurtulusun Baslangici) ya da B'Ikvata D'Meshicha (Mesih'in Ayak Sesleri) oldugunu söylemisti. Kook'a göre, 1917'de yayinlanan ve Siyonizm'e resmi Ingiliz destegi sayilan Balfour Deklarasyonu, Filistin'e yapilan yahudi göçleri ve büyük devletlerin Siyonistlere verdigi destek; tüm bunlar Mesih'in gelisinin yakin oldugunu gösteren alametlerdi. Israilogullari Mesihi dönemde yasiyorlardi ve yüzyillardir beklenenler yakinda gerçege dönüsecekti.
Acaba Abraham Kook, Siyasi Siyonizm'e karsi neden böyle bir bakis açisi gelistirmisti? Çogu tutucu haham, Siyonistleri dinsiz birer hayalperest olarak görürken, Kook neden ve nasil onlari Mesih'in alameti olarak degerlendirmisti? Sprinzak, bu sorunun cevabini söyle veriyor:
Kook'un Siyonizmi bu sekilde yorumlamasinin en önemli nedeni, konuya mistik boyuttan ve Kabala yöntemiyle yaklasmis olmasidir. Çünkü bu yönteme göre, gizli olan, görünür olandan daha büyük ve önemlidir. Bu su demektir: Mesih dönüsü gerçeklesecekse, bu, bu olayin yeterince bilincinde olmayanlarin eliyle de gerçeklesebilir. Tarihsel Mesihi misyon, seküler ama milliyetçi kisiler tarafindan da, ne yaptiklarini tam olarak bilmeseler de, yerine getirilebilir... Kook'un gelistirdigi bu kuram, ilerde Gush Emunim'e de Israil'deki seküler kesimlerle isbirligi yapmak için iyi bir referans verecektir.35
Kisacasi, Kook'un Siyonizm'i desteklemesinin ardinda, 4. bölümde degindigimiz Kabalaci yorum yatmaktadir. Bu yoruma göre en büyük hedef, Mesih'in gelmesi ve dolayisiyla yahudi egemenliginin dünyaya kabul ettirilmesidir. Israilogullarinin dindar olup-olmamalari önemli degildir. Kabalacilar'in yahudi toplumundan tek istedikleri sey, Mesih'in gelisinin, yani yahudi egemenliginin sartlarinin hazirlanmasidir. Bu, irk bilinci yüksek yahudiler için, dindar olmasalar da, rahatlikla getirilecek bir görevdir.
Abraham Kook'un doktrinlerini kendisine temel olarak kabul eden Gush Emunim adli siyasi örgüt, iste bu yüzden Israil'de büyük bir güçtür. Neredeyse tümü, Abraham Kook'un oglu olan Zvi Yehuda Hacohen Kook'un Merkaz Harav adli "yeshiva"sinda Kabalistik egitiminden geçmis olan Gush liderleri, toplumun laik kesimleriyle ve onlarin siyasi temsilcileriyle çok iyi iliski kurmaktadirlar. Bu sayede, nüfusunun en fazla % 10'u "koyu dindar" olan Israil'de, koyu dindar bir güç olan Gush Emunim, büyük bir destege ve politik güce sahiptir. Gush'un laik kesimlerle olan "ittifak"ina birazdan daha ayrintili olarak deginecegiz.
Abraham Kook'un siyasi olaylari kehanetlere göre yorumlama-ve belki de yönlendirme-seklindeki Kabalaci yöntemi, Gush Emunim'in de temel doktrinini olusturur. Ehud Sprinzak, bu konuda sunlari söylüyor:
Abraham Kook'un tarihi konseptleri, Gush Emunim'in güncel olaylari yorumlama yöntemine de temel olusturur. Buna göre, Yahuda ve Samiriye'nin fethine ve Kudüs'ün birlestirilmesine neden olan Alti Gün Savasi, olaylarin kendi gelisimi içinde gerçeklesen bir olgu degil, tam tersine Siyasi Siyonizm'le birlikte baslamis olan Mesihi dönem içinde büyük bir ileri adimdir. Gush Emunim'in kendi ideolojisine olan büyük güveni, olaylarin Abraham Kook'un tarihi okuma biçimini dogrulamis olmasindan kaynaklanir. 1935'te ölen Kook'un tüm öngörüleri gerçeklesmistir: 1948'de Israil Devletinin kurulmasi, dünyanin dört bir yanindan sürgünlerin (diaspora yahudilerinin) toplanmasi, çölün yesertilmesi ve büyük Alti Gün Savasi zaferi... Böylece, her iki Haham Kook'un da, baba ve ogul, ilahi bir kehanet yetenegine sahip olduklari inanci olusmustur. Durum böyleyse, bu iki hahamin vaadettigi son büyük asamadan, yani tam kurtulustan (Mesih'in gelisi) kuskulanmak için bir neden yoktur.36
Bu durum, 500 yildir Kabalacilar tarafindan yönetilen Mesih Plani'nin, çagdas Israil'de de Gush Emunim tarafindan yönetildigini göstermektedir. 1970'lerin hemen basinda kurulan Gush, Bati Seria'da yahudi yerlesim birimleri kurulmasinin liderligini yapmis ve kisa süre içinde de Israil'deki diger partiler ve daha da önemlisi, devlet aygiti üzerinde büyük bir etki elde etmistir. Bu etki, uzun vadede tek bir hedefe yöneliktir: Mesih Plani'nin amacina ulastirilmasi.
Gush Emunim'in Israil'deki Görünmez Iktidari
"Israil'de kimse Gush Emunim'in beyanatlarini hafife alamaz." - Noam Chomsky, Kader Üçgeni, s. 200
Gush Emunim'in Israil'in dindar olmayan çogunluguyla üstte sözünü ettigimiz yollari kullanarak "sessiz bir ittifak" kurmus olmasi, ona ayni zamanda büyük bir politik güç de vermektedir. Gush Emunim, bu politik gücü degisik kanallardan elde eder. Öncelikle, dindar olmayanlarla çok iyi anlasabilen Emunim'in, Israil iki büyük partisi, yani Isçi Partisi ve Likud koalisyonu üzerinde büyük bir etkisi vardir. Israil'in üçüncü büyük partisi olan Tehiya ise, dogrudan Gush Emunim'in bir uzantisidir ve Knesset'te (parlamento) Gush Emunim'in temsilciligini yürütür.
Amnon Rubinstein, The Zionist Dream Revisited adli kitabinda Gush Emunim'in, Israil devletinin politikalari üzerinde büyük bir etkiye sahip oldugunu detaylariyla anlatir. Ancak Rubinstein'in belirttigine göre, bu etkinin büyük bir bölümü, kolaylikla gözlemlenebilecek bir etki degildir. Çünkü Gush Emunim, sahip oldugunu gücünün çogunu, dogrudan kendine bagli olan siyasi olusumlari kullanarak degil, Israil'in iki büyük partisini, (Likud ve Isçi Partisi) belirli konularda yönlendirerek ortaya koymaktadir. Topluma ise, halkin çogunlugundan destek görebilecek popüler bir resmi ideoloji üreterek ulasir. Bu nedenle Gush Emunim'in gücü büyük ölçüde görünmezdir. Ehud Sprinzak da ayni konuya dikkat çeker ve "Gush Emunim'in görünmez kralligi"ndan söz eder.
Gerçekten de Gush Emunim, Israil toplumunun büyük bölümünü belirli konularda yanina çekebilen bu ilginç stratejisi sayesinde, Israil'in iki büyük partisini de etkisi altina alabilmektedir. Gush felsefesinin Likud üzerinde büyük bir etkisi oldugu zaten tartisilmaz bir gerçektir. Çünkü sagci Likud bloku, zaten Gush Emunim'in temsil ettigi dinci-milliyetçi çizgiyi savunmaktadir. Mehanem Begin, Ariel Saron, Yitzhak Samir gibi Likud liderleri, Gush Emunim'e çok yakin olduklarini açikça ortaya koymuslardir. Gush Emunim'in "Yahuda ve Samiriye'nin yahudilestirilmesi", yani isgal altindaki Bati Seria'da yahudi yerlesim bölgeleri kurulmasi hedefi, 1977'den 1992'ye kadar-1986'daki "Ulusal Birlik" koalisyonu hariç-iktidarda kalan Likud'un en önem verdigi konularin basinda gelmistir. Gush Emunim'in kurdurdugu yerlesim bölgelerinin açilis törenlerine katilan Begin, Saron ve Samir gibi Likud liderleri, Gush liderleriyle kardeslik tablolari çizmislerdir.
Asil ilginç olan, Gush Emunim'in yakin geçmiste Isçi Partisi üzerinde de belirli bir etki elde etmis olusudur. Amnon Rubinstein konuya dikkat çekerek, genel propagandanin aksine, Gush Emunim'in "ilimli ve laik" olarak bilinen Isçi Partisi üzerinde önemli bir etkisi oldugunu yazar. Rubinstein'a göre, "Gush'un Isçi Partisi üzerindeki etkisi kesinlikle küçümsenemez. Birbirini izleyen Isçi Partisi kabinelerinin hepsine kendi düsüncelerini empoze etmisler ve kritik konularda hükümeti yönlendirmislerdir." 37 1974-1977 döneminde, Isçi Partisi liderlerinin hepsinin yanlarinda Gush Emunim'den birer temsilci yer almistir:
Basbakan Yitzhak Rabin, Gush destekçisi Ariel Saron'u özel danisman olarak yanina almis; Savunma Bakani Shimon Peres de Gush'a bagli olan Tehiya Partisi'nin lideri olan Yuval Ne'eman'i yakin adami haline getirmisti. Disisleri Bakani Yigal Allon ise (Arap karsiti fanatizmiyle ünlü olan) Haham Mose Levinger'le çok yakindi. Bu bir tesadüf degil, Gush Emunim'in Isçi Partisi üzerindeki gücünün bir göstergesiydi.38
Gush Emunim'in Devlet Aygiti Üzerindeki Egemenligi
Kabalacilarin siyasi temsilcisi olan Gush Emunim'in Likud ve kismen de Isçi Partileri üzerindeki etkisine degindik. Ancak Gush'un asil gücü, Israil'in devlet aygiti üzerindeki egemenliginden kaynaklanir.
Çagimizdaki devletlerin önemli bir bölümünde bir gerçek bir de göstermelik iktidar sahipleri olur. Devletin bir resmi görüntüsü vardir; siyasi partiler, parlamento, kabine gibi. Ancak bir de bu politik yapidan hemen hiç etkilenmeyen, sabit, istikrarli ve kendisini "devletin asil sahibi" olarak gören kadrolar bulunur. Uzun vadeli politikalari belirleyenler ve bunlari yalnizca imzalamasi için seçilmis Basbakanlara gönderenler, bunlardir. Amerikalilar bu kadro ya da güç merkezini "the establishment" olarak tanimlarlar. Biz ise buna "devlet aygiti" diyebiliriz.
Devlet aygitinin yapisi ülkeden ülkeye degisebilir. Bazi ülkelerde ordu çok güçlüdür. Bazilarinda ise istihbarat servisleri ya da "ulusal güvenlik" kurumlari "devletin asil sahibi" konumundadirlar. Örnegin, CIA'nin, her zaman için olmasa da bazi dönemlerde Amerika'daki devlet aygitinin içindeki en önemli güç merkezi oldugu yorumu sik sik yapilir. Kimilerine göre, Kennedy suikasti, CIA'nin bir Baskan'i ortadan kaldirabilecek kadar devlet aygitina egemen oldugunun göstergesidir. Örgüt, "devlet içinde devlet" statüsündedir. Kimi zaman Kongre'nin aldigi kararlari önemsemez, kendine göre dis politika belirler ve uygular. Irangate olayi bunun bir örnegidir.
Israil'de de benzer bir durum vardir. CIA ile birlikte dünyanin en güçlü istihbarat servisi sayilan Mossad, devlet aygiti üzerindeki büyük bir egemenlige sahiptir. Mossad'da üç yil "katsa" (birim subayi) olarak görev yapan Victor Ostrovsky, örgütten ayrildiktan sonra 1990 yilinda yayinladigi By Way of Deception adli kitabinda bu konuda önemli bilgiler vermisti. Ostrovsky'e göre, Mossad, "devlet içinde devlet" gibi hareket ediyor, ülkenin dis politikasini ve özellikle de askeri operasyonlarini kendi basina belirlemeye çalisiyor ve büyük ölçüde de bunu basariyordu.
Ve devlet aygiti üzerinde bu denli büyük bir güce sahip olan Mossad, diger bazi istihbarat servisleri gibi, "asiri sag"in egemenligi altindaydi. Dahasi, bu "asiri sag", Gush Emunim'in ta kendisiydi! Victor Ostrovsky, 1994'de yayinladigi The Other Side of Deception'da, Mossad'in içinde "Mesihçi dini gruplarin" büyük etkiye sahip olduklarini, Mossad üyelerinin önemli bir bölümünün Bati Seria'daki yerlesim birimlerinde yasayan radikal yahudilerden-yani Gush Emunim çevresinden-olustugunu açikladi. Ostrovsky, örgütün içindeki bu radikal "Mesihçi" akimin sürekli olarak daha da güçlendigi, Mossad'in gittikçe daha da asiri saga kaydigi yorumunu yapiyordu.39
Bu kuskusuz son derece önemli bir bilgidir ve Israil Devleti'nin uzun vadeli politikalarinin nasil olup da Mesih Plani'na uygun olarak tasarlandigini ortaya koymaktadir. Gush Emunim, Mossad'a, Mossad da devlet aygitina hakimdir!..
Peki nedir Gush Emunim'in Mesih Plani'ndan kaynaklanan stratejileri?
Gush Emunim'in Kutsal Toprak Haritasi: Nil'den Firat'a
Tamamina yakini, Haham Zvi Yehuda Hacohen Kook'un Kudüs'teki Merkaz Harav adli yeshiva'sinda Kabala dersleri almis olan Gush Emunim hahamlari, hemen her politik gelismeyi kehanetler çerçevesinde yorumlarlar. Buna göre, Israil'in BM Güvenlik Konseyi tarafindan saldirganligi nedeniyle kinanmasi, Kutsal Kitap'ta anlatilan Jacob ve Esau arasindaki çatismanin yeni bir örnegi, Araplarla süren savas ise, Isaac ve Ismael arasinda yahudi kaynaklarina göre yasanmis olan mücadelenin bir parçasidir.40
Kuskusuz yerine getirilmesi gereken en büyük kehanetlerden biri de, Vaadedilmis Topraklar'in tümünün ele geçirilmesidir. Çünkü yahudi inanisina göre, Mesih geldiginde tüm Vaadedilmis Topraklar, onun kuracagi Krallik altinda birlesecektir. Bu, daha açik bir ifadeyle, tüm Vaadedilmis Topraklar'in isgal edilmesi anlamina gelir. Kabalacilar'in politik uzantisi olan Gush Emunim'in de elbette bu yönde bir plani olmalidir. Nitekim vardir da. Az sonra bu plana deginecegiz.
Ama önce Vaadedilmis Topraklar'in neresi oldugunu belirlemekte yarar var. Bu topraklar, acaba Filistin topraklari midir? Yoksa daha büyük bir alani mi kapsamaktadir?... Ehud Sprinzak, Gush Emunim'in Vaadedilmis Topraklar'dan neyi anladigini söyle açiklar: "Gush ideologlari 'Israil'in tam ve eksiksiz topraklari'ndan söz ederlerken, 1967 sonrasi sinirlari degil, (Tanri ile yapilan) Ahit'te Israilogullarina verilen ve Tekvin 15 Bap'da bildirilen sinirlari kastederler." 41
M. Tevrat'in Tekvin kitabinin 15. Bab'inda ise söyle yazmaktadir:
günde Rab, Abraham'la ahdedip dedi: Misir irmagindan büyük irmaga, Firat irmagina kadar bu diyari, Kenileri ve Kenizzileri ve Kadmonileri ve Hittileri ve Perizzileri ve Refalari ve Amorileri ve Kenanlilari ve Girgasileri ve Yebusileri senin zürriyetine (soyuna) verdim.
Bir baska M. Tevrat ayeti yine ayni haritayi çizer:
zaman Rab bütün milletleri önünüzden kovacak ve sizden büyük ve kuvvetli milletlerin mülkünü alacaksiniz. Ayak tabaninizin basacagi her yer sizin olacak, siniriniz çölden ve Lübnandan, irmaktan, Firat irmagindan garp denizine kadar olacaktir. Önünüzde kimse duramayacak, Allahiniz Rab size söyledigi gibi, dehsetinizi ve korkunuzu ayak basacaginiz bütün diyar üzerine koyacaktir.42
Buna göre, yahudilere vadedilmis olan topraklar, Misir irmagi (Nil) ile Firat arasinda uzanmaktadir. Sina yarimadasi, Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, Ürdün topraklarini ve hatta Türkiye'nin bir bölümünü (Firat'in güneydogusu) içine alan, yani Ortadogu'nun oldukça büyük bir bölümünü kaplayan bu harita, ilk bakista oldukça çilgin gelmektedir insana. Acaba gerçekten Gush Emunim ve onun etki altina aldigi Israil liderleri böylesine dev bir cografyaya yayilmaci bir gözle bakiyor olabilirler mi?
Israil istihbaratindan emekli olan Yehoshafat Harkabi, bu soruya söyle cevap verir:
Yahudi dini çevreleri asil olarak Israil'in yayilmaci politikasini beslemektedirler. Ha'aretz gazetesinin 24 Agustos 1985 tarihli sayisinda, dini çevrelerce yazilip okullara dagitilan bir prensipler bildirgesi yayinlamistir. Bildirgenin yazari, söyle söylemektedir: 'Biz burada en uygun yayilma yönteminden söz ediyoruz... Politik açidan, (Kuzey'de) ulasmamiz gereken sinir Firat ve Dicle nehirleridir. Bu Halakha'da (yahudi kutsal kaynagi) yazilidir. Dolayisiyla bu konuda herhangi bir anlasmazlik olamaz. Tartisilabilecek tek konu, bunun nasil hayata geçirilecegidir. Ancak dedigimiz gibi, Israil topraklarinin sinirlari bellidir, bu konuda tartisilacak hiç bir sey yoktur, hükümler açiktir'.43
Görüldügü gibi, Gush Emunim tarafindan temsil edilen Israil'in radikal dincileri açisindan bu çilgin harita son derece gerçekçidir.
Ilginç olan, bize çilgin gelen bu haritanin, yalnizca Gush Emunim gibi dindar Siyonistlerce degil, laik Siyonistlerce de kabul görmesidir. Önceki sayfalarda inceledigimiz gibi, laik Siyonistler de, dindar olmasalar bile, M. Tevrat'i yahudi irkinin temel kaynagi kabul edip onun özellikle toplumsal ve politik hükümlerine siki sikiya bagli kalinmasi gerektigini savunmuslardir. Iste bu nedenle Theodor Herzl, 1897 yilinda Basel'deki Siyonist Kongre'nin açilisinda söyle demistir: "Kuzey sinirlarimiz Kapadokya'daki (Orta Anadolu) daglara kadar dayanir. Güneyde de Süveys Kanali'na (Nil nehri). Sloganimiz, David ve Solomon'un Filistini olacaktir."
Isçi Partisi'nin efsanevi lideri "laik" David Ben Gurion da 1948 yilinda Israil devletinin kurulusunu ilan ettigi ünlü konusmasinda söyle demistir: "Filistin'in bugünkü haritasi Ingiliz manda yönetimi tarafindan çizilmistir. Yahudi halkinin gençlerimizin ve yetiskinlerimizin yerine getirilmesi gereken bir baska haritasi vardir. Nil'den Firat'a kadar."
Gush Emunim'in manevi lideri Kabalaci haham Zvi Yehuda Hacohen Kook'un asagidaki sözleri, Israil'in resmi ideolojisini belirlemektedir:
Tora (Tevrat) bize ait olan topragin tek bir parçasinin bile birakilmasina izin vermez. Burada bir isgal sözkonusu degildir: Biz evimize dönmekteyiz, atalarimizin yurduna. Burada Arap topragi diye bir sey yoktur, yalnizca Tanri'nin bize vadettigi toprak vardir. Kendilerini bu gerçege alistirmalari, tüm dünya için iyi olacaktir.44
Ancak sözkonusu harita öylesine çilgindir ki, akla birçok soru getiriyor: Bu harita, yalnizca ütopya midir Israilliler için? Acaba, yalnizca, asla gerçeklesmeyecegini bildikleri bir hayal midir? Yoksa, Israillilerin, en azindan Israil devlet aygitinin aklinda gerçekten uzun vadede böylesine dev bir cografyayi isgal etmek ya da bir sekilde Israil kontrolü altina almak gibi bir hedef var midir? Gush Emunim'in sözkonusu haritasi, Israil'in stratejilerini belirlemekte midir?
Nil'den Firat'a Israil Stratejileri
Kuskusuz Israil devlet aygitinin Ortadogu hakkinda ne gibi stratejiler gelistirdigini disardan bilmek pek mümkün degildir. Ancak bazi sizintilar, fikir edinmemize yarayabilir. Israil Disislerinde eski bir görevli olan Oded Yinon'un-belki de bir bosbogazlik sonucunda-1982'de Dünya Siyonist Örgütü'ne bagli Enformasyon Dairesi'nin Ibranice yayin organi Kivunim'de yazdigi rapor, bu noktada oldukça önemlidir. "1980'lerde Israil Için Strateji" basligini tasiyan yazi, Israil'in yayilmaci hedeflerinin gerçekten de "Nil'den Firat'a" tüm Ortadogu'yu kapsadigini göstermektedir çünkü.
Bertrand Russel Baris Vakfi eski genel sekreteri Ralph Schoenman, Oded Yinon'un sözkonusu raporunun siradan bir belge olmadigini, "Israil'de gerek ordu, gerekse haberalma örgütünün üst kademelerine egemen olan düsünce yapisini" sergiledigini söylemektedir.45 Bu, bizim açimizdan oldukça önemlidir. Az önce Gush Emunim'in Mossad'a hakim oldugunu ve bu yolla devlet aygitini kontrol ettigini söylemistik. Ralph Schoenman'in verdigi bilgi ise, Gush'un ideolojisinin, "haberalma örgütü"nün yaninda ordunun da üst kademelerinde de egemen oldugunu gösteriyor.
Raporun önemli oldugu ve Israil'in gerçek stratejisini yansittigi, Israil'in muhalif seslerinden Israel Shahak tarafindan da vurgulanmistir. Shahak, The Zionist Plan for the Middle East adli çalismasiyla, raporu ayrintili olarak yorumlamistir. Yinon'un raporunun "ciddiyeti" daha sonra Noam Chomsky tarafindan da vurgulanmistir.46 Kisacasi, Oded Yinon'un "1980'lerde Israil Için Strateji" baslikli raporu, Israil devlet aygitinin gerçek hedeflerini görebilmek için oldukça önemli ve saglikli bir kaynaktir. (Cengiz Çandar da 1983 yilinda yayinlanan Ortadogu Çikmazi adli kitabinda bu rapora deginmisti.)
Raporda anlatilan mantik oldukça ilginçtir. Israel Shahak'in da vurguladigi gibi, rapor, Israil devlet aygitinin tüm Ortadogu'yu kapsayan bir fetih stratejisi güttügünü ortaya koymaktadir. Ancak "fetih"in baslamasindan önce, gidilecek uzun bir yol vardir. Önce, hedef olarak seçilen ülkelerin parçalanmasi hedeflenmektedir. Etnik ve dini yönden karmakarisik bir yapiya sahip olan hedef ülkelerin Israil'in de katkisiyla bölünüp-parçalanmasi öngörülmektedir. Bu, klasik böl ve yönet (divide et impera) yönteminin Israil versiyonudur.
Yinon, söze Ortadogu'daki devletlerin kolayca parçalanabilecek bir yapiya sahip olduklarini vurgulayarak girer:
Müslüman Arap alemi, buralarda yasayan insanlarin dilek ve arzulari hiç dikkate alinmadan yabancilar tarafindan bir araya getirilmis, iskambil kagitlarindan yapilma geçici bir ev gibidir. Keyfi olarak 19 devlete bölünmüstür. Herbiri birbirine düsman azinliklardan ve etnik gruplardan olusturulmustur. Dolayisiyla bugün her Müslüman Arap devleti, içten etnik toplumsal çöküntü tehdidi altindadir; bazilarinda iç savas baslamistir bile.47
Peki böylesine karisik bir Ortadogu'da Israil'in stratejisi ne olacaktir? Bu konuda, Shahak'in sözleriyle, rapor özet olarak asagidaki senaryolari anlatmaktadir:
... Lübnan zaten fiilen var olan bes bölgeye bölünecektir. Bu bölgeler, bir Maruni-Hiristiyan bölgeyi, bir Müslüman bölgesini, bir Dürzi Bölgesi'ni ve bir Sii bölgesiyle Haddad'in milisleri araciligiyla Israil'in denetimi altindaki bölgeyi içerecektir. Daha sonra sira, Suriye ve Irak'in etnik ve mezhebi temeller üzerine bölünmesine gelecektir. Suriye'nin, kiyisinda bir Alevi devleti, Halep bölgesinde bir Sünni devleti, Sam'da bir baska Sünni devleti ve Golan, Hauran ve Kuzey Ürdün'de bir Dürzi devletine bölünmesi öngörülüyor. Projede, Irak'in da Basra çevresinde güneyde bir Sii devleti, kuzeyde Musul çevresinde bir Kürt bölgesi, ortada Bagdat çevresinde bir sünni devleti olarak üçe bölünmesi hedefleniyor... Lübnan'in bes bölgeye bölünmesi, Misir, Suriye, Irak ve Arap Yarimadasi dahil bütün Arap alemi için isarettir ve o yolda da ilerlenmektedir. Sonradan Suriye ve Irak'in da Lübnan'da oldugu gibi etnik ve dini bakimdan ayri ayri bölgelere bölünmesi Israil'in, uzun vadede Dogu cephesindeki birinci hedefidir. Kisa vadedeki hedefi ise bu devletlerin askeri gücünün dagilmasidir... Suriye, etnik ve dini yapisina uygun olarak, bugünkü Lübnan'da oldugu gibi çesitli devletlere ayrilacaktir. Böylece kiyida bir Sii Alevi devleti, Halep bölgesinde Sünni devleti, Sam'da buna düsman baska bir Sünni devleti ve Havran, Kuzey Ürdün ve belki bizim Golan'da bir Dürzi devleti. Böyle bir devlet uzun vadede bölgede baris ve güvenligin garantisi olacaktir ve bu hedef bugün artik erisebilecegimiz kadar yakindir.... Iktidardaki güçlü askeri rejim disinda Suriye'nin, temelde Lübnan'dan hiçbir farki yoktur. Bugün Suriye'de Sünni çogunluk ile iktidardaki Alevi azinlik (nüfusun yalnizca % 12'si) arasinda sürmekte olan iç savas, ülkedeki sorunun dev boyutlarini gözler önüne sermektedir... Irak bir yandan petrol bakimindan zengin, öte yandan da içte bölük pörçük bir ülke olarak, Israil Için saglam bir hedef olmaya adaydir. Irak'in bölünmesi bizim için Suriye'nin bölünmesinden çok daha önemlidir... Irak, çogunlugun Sii, yönetici azinligin ise Sünni olmasina karsin özde komsularindan farkli olmayan bir ülkedir. Nüfusun % 65'nin iktidara hiçbir siyasi katilimi yoktur. Iktidar, % 20'lik bir seçkin tabakanin elindedir. Ayrica, kuzeyde büyük bir Kürt azinlik vardir. Iktidardaki rejimin elinden, ordu ve petrol gelirleri alindiginda Irak'in gelecekteki durumu, Lübnan'in geçmisteki durumundan farkli olmayacaktir.... Irak etnik ve mezhebi temeller üzerine bölünecektir; kuzeyde bir Kürt Devleti; ortada bir Sünni ve güneyde Sii devleti.48
Görüldügü gibi, "Israil Için Strateji"de, Lübnan'in bölünmesinin Irak ve Suriye için de bir örnek oldugu ve bu iki ülkenin de Lübnan gibi bir iç savas yasayarak parçalanacagi söyleniyor.
Ne ilginç degil mi?... 1982 yilinda yazilmis olan bu raporda geçen "Irak'in bölünmesi" hedefi, bugün nerdeyse gerçeklesmistir. Raporda Irak'in kuzeyde bir Kürt Devleti, ortada Sünni, güneyde ise Sii Devletleri olarak üçe bölünecegi öngörülmektedir. Ve bugün Irak gerçekten de fiilen bu tarife göre bölünmüs durumdadir!... Körfez Savasi'ni izleyen gelismeler, 36. paralelin kuzeyinde bir Kürt Devleti, 32. paralelin güneyinde ise Bagdat'tan bagimsiz bir Sii bölgesi olusturma yolundadir. Bu parçalanmanin mimari ise ABD'dir, yani tüm Ortadogu politikasini Israil'e endekslemis olan süper güç, Yahudi Devleti'nin en büyük dostu!...
Peki Suriye acaba raporda belirtilen bölünme sürecine girmis midir?... Su anda Türkiye'den bakildiginda böyle bir tablo gözükmüyor. Ancak, anlasilan, Kudüs'ten bakanlar olayi daha farkli degerlendiriyorlar: Türkiye'nin Israil'e en yakin gazetecisi olan Sedat Sertoglu, "üst düzey bir Israilli ile yaptigi görüsme"yi kösesinde anlatirken "Hafiz Esad sonrasi Suriye'nin parçalanma olasiligi üzerinde duruluyor. Yugoslavya örnek gösteriliyor... Bunu söyleyen de Suriye uzmani bir Israilli idi" diye yazmisti.49
Evet görünürde "Suriye'nin parçalanmasi" ile ilgili bir isaret yoktur, ama "Israilli uzman"lar, Sertoglu gibi yakin dostlarina ufukta böyle bir parçalanmanin gözüktügünü fisildayabilmektedirler. Bu, Israil'in Suriye'nin parçalanmasi konusuyla oldukça yakin ilgilendigi anlamina gelmez mi sizce? Bu yakindan ilgilenme; yönlendirme, provoke etme boyutunu da içeriyor olabilir mi?...
Her neyse, sonuçta bunu ister "tesadüf" olarak yorumlayin, ister Israil'in stratejisinin adim adim ilerledigi seklinde yorumlayin, Oded Yinon'un yazdiklari dogru çikmaktadir ve Sertoglu'nun Israilli dostuna bakarsak, Suriye'nin parçalanmasi ile daha da dogru çikacaktir.
"Israil Için Strateji"de yalnizca Suriye ve Irak degil, Vaadedilmis Topraklar'in üstündeki baska ülkelerde degerlendirilmektedir. Örnegin Misir, Israil devlet aygitinin parçalama içgüdüsünden nasibini alan ülkelerden biridir:
Bugünkü iç siyasal görünümüyle Misir tam bir ölüdür; hele hele, Müslüman ve Hiristiyan alemleri arasindaki gitgide derinlesen uçurumu da göz önüne alirsak, bu daha da dogrudur. Misir'i farkli cografi bölgelere ayirmak, Israil'in 1980'lerde bati cephesinde güttügü baslica siyasi hedefidir... Israil uzun vadede, ekonomik açidan olsun, enerji rezervi olarak olsun, stratejik öneme sahip olan Sina üzerinde denetimi yeniden saglamak için dogrudan veya dolayli harekete geçmek zorunda kalacaktir. Misir içteki sorunlari nedeniyle askeri stratejik bir sorun yaratmamaktadir. Dolayisiyla, 1967 Savasi sonrasindaki yerine itilebilir.50
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var: Rapor, Israil'in 1980'lerde bati cephesinde güttügü baslica siyasi hedef'in Misir'i parçalamak oldugunu bildirmektedir. Oysa bilindigi gibi, Israil ile Misir 1978 yilinda Camp David baris anlasmasini imzalamislar ve sözde dost olmuslardi. Ancak görülmektedir ki, Israil devlet aygiti Misir'a hiç de dost gözüyle bakmamakta, bu ülkenin parçalanmasini hesaplamaktadirlar. Parçalanma ile hedeflenen sonuç da önemlidir: Misir'i 1967 Savasi (Alti Gün Savasi) sonrasindaki sinirina itmek, yani Sina yarimadasini yeniden isgal etmek. Ya da bir baska deyisle, Nil'e ulasmak...
Bu bize çok önemli bir sey göstermektedir: Israil, Camp David'i gerçekten baris istedigi için degil, bazi stratejik hesaplar nedeniyle yapmistir. Camp David bir baris degil, uzun bir savasin içindeki geçici bir ateskestir ve Israil Misir üzerindeki yayilmaci hedeflerinden vazgeçmemistir. Bu yayilmacilik ise, Vadedilmis Topraklar'in ele geçirilmesi misyonuna dayanmaktadir; çünkü Israil Nil'e ulasmak istemektedir ve Vaadedilmis Topraklar da, az önce inceledigimiz gibi, Firat ve Nil arasinda uzanir.
Aslinda Camp David'in bir "baris" degil "ateskes" oldugu, kimi zaman devlet aygitindan bazi kimseler tarafindan vurgulanmaktadir. Israil Savunma Bakanligi üst düzey yetkilisi David Irvi, 1992 yilindaki bir demecinde, açikça "Camp David bir ateskesti, savas ihtimali her zaman gündemdedir" demisti.51
Yinon, raporunun devaminda Misir'in nasil bölünecegini anlatirken, bu olayin gerçeklesmesinin Kuzey Afrika'da bir domino etkisi yaratacagini belirtiyor:
Misir birden çok iktidar odagina bölünmüstür. Eger Misir parçalanirsa, Libya, Sudan ve hatta daha uzaktaki devletler de bugünkü biçimleriyle varliklarini sürdürmeyip Misir'i izleyeceklerdir. Yukari Misir'da, çok sinirli güce sahip ve merkezi hükümetten yoksun bir takim zayif devletlerin yanibasinda kurulacak bir Hiristiyan Kopt Devleti tasarisi, ancak baris antlasmasi ile ertelenebilen, fakat uzun vadede kaçinilmaz görünen bir tarihsel gelismenin anahtaridir.52
Yinon, Misir hakkindaki bu tehlikeli kehanetlerinin ardindan, Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn gibi petrol zengini ülkelerin de son derece istikrarsiz ve zayif bir yapiya sahip olduklarini, Israil'in de katkilariyla kolayca kaosa sürüklenebileceklerini ve dolayisiyla Israil için engel olusturma gibi bir sanslarinin olmadigini söyler.
Ürdün'den söz ederken de, ülke içindeki Filistinlilerin potansiyel bir istikrarsizlik unsuru olduguna dikkat çeker ve söyle der: "Ürdün, uzun vadede degil ama, kisa vadede yakin bir stratejik hedeftir. Ürdün'ün bugünkü yapisiyla uzun süre var olabilmesi mümkün degildir ve Israil'in politikasi da, savasta ve barista Ürdün'ün bugünkü rejiminin tasfiye edilip, iktidarin Filistinli çogunluga devredilmesine yönelik olarak isletilmelidir." 53 Çünkü Ürdün'deki Filistinliler'in iktidara tirmanmalari, ülkeyi tam bir kaosa sürükleyecektir. Kuskusuz böyle bir durumda "Lübnan örnegi" yeniden tekrarlanabilir, ülke Israil isgaline maruz kalabilir.
"Israil Için Strateji"de ortaya konan tüm bu planlari, tekrar vurgulamakta yarar var, "Israil'de gerek ordu, gerekse haberalma örgütünün üst kademelerine egemen olan düsünce yapisi" sergilenmektedir. Bu bize, Israil devlet aygitinin Eski Ahit'te "Nil'den Firat'a" olarak tanimlanan Vaadedilmis Topraklar'i ele geçirmek için gerçekten de ciddi bir hazirlik içinde olduklarini gösterir. Bu isgal planinin asil hazirlayicisi ise, Mossad gibi kanallarla devlet aygiti üzerinde büyük bir egemenlige sahip olan Gush Emunim'dir. Noam Chomsky, Oded Yinon'un planinin, aslinda Tehiya Partisi'nin görüslerinin bir ürünü oldugunu söylemektedir ki, Tehiya, Gush'un Knesset'teki temsilcisinden baska bir sey degildir.54
Oded Yinon'un raporu ile ilgili olarak bir noktaya daha dikkat edilmelidir: Bu strateji, basit bir isgal plani degildir, oldukça uzun vadeli bir hesaptir. Öncelikle bölgedeki ülkelerin isgale, ya da en azindan Israil egemenligine girmeyi kabul etme haline hazirlanmasini öngörmektedir. Bazilari, bunu Israil'in Ortadogu'yu "Osmanlilastirmasi" olarak yorumlamislardir. Buna göre, Yahudi Devleti'nin nihai hedefi, Osmanli Imparatorlugu'ndaki eyalet ve "millet" sistemlerini uyarlayarak, bölgede kendi içinde özerk, ancak sonuçta Israil'e bagimli devletçikler olusturmaktir.55
Ayrica, raporda yazilanlar, Israil'in bu uzun vadeli fetih stratejisi içinde, gerektiginde geçici bir barisa ve toprak tavizine yönelebildigini de ortaya koymaktadir: Oded Yinon, az önce belirttigimiz gibi, Israil'in 1978'de baris masasina oturdugu ve Sina yarimadasini kendisine geri verdigi Misir için, parçalama ve Sina'yi geri alma hesaplari içinde oldugunu bildirmektedir. Yani, Camp David barisi, bir aldatmacadir, uzun bir savasin içindeki geçici bir ateskestir. Ralph Schoenman, Siyonizmin Gizli Tarihi adiyla Türkçe'ye çevrilen kitabinda, Oded Yinon'un raporunu konu edindikten sonra söyle der:
Bu stratejiden çikan sonuç, Siyonist hareket için herseyin bir zaman tablosu üzerinde yazili oldugu, her bölgenin fetih için isaretlendigi ve bir firsat hedefi olarak kabul edildigi, ancak bu arada uygun güçler dengesi, ani ve yararli sonuçlar saglayacak bir savas durumu beklendigidir.56
Gush Emunim ideolojisine bagli olan Israil devlet aygiti, son asamaya baslamak, yani tüm Vaadedilmis Topraklar'i isgal etmek için belki Mesih'in gelisini bekliyor olabilir. Ancak su bir gerçektir; Mesih gelinceye dek "sartlar uygun hale getirilecek", yani Ortadogu isgale hazirlanacaktir. Önümüzdeki yillarda etnik çatismalarin tüm Ortadogu'yu kaosa sürükledigini görme sansimiz oldukça yüksektir. Bu arada, bu planda, Türkiye'ye de ayrilan bir pay vardir.57
Kenan Diyarinin Etnik Temizligi
Kitabin basindan beri inceledigimiz gibi, Kuran'in Isra Suresi'nin basinda haber verilen "Israilogullari'nin ikinci yükselis ve bozgunculugu", yahudi gelenegindeki Mesih inancina karsilik gelmektedir. Kuran, hatirlarsak, Israilogullari'nin bozgunculuk özelligini söyle ifade eder: "Kitapta Israilogullarina su hükmü verdik: "Muhakkak siz yeryüzünde iki defa bozgunculuk çikaracaksiniz ve muhakkak büyük bir kibirlenis-yükselisle kibirlenecek-yükseleceksiniz." (Isra, 4)
Bu bozgunculugun iki ayri boyutu vardi. Biri, global olaniydi: 20. yüzyili kasip kavuran savaslarin önemli bir bölümünün ardinda, "Israilogullari"nin büyük rolü olduguna degindik. I. ve II. Dünya Savaslari'nda, Vietnam Savasi gibi bölgesel savaslarda ya da Amerikan kaynakli dis müdahale/terör geleneginde yahudi önde gelenlerinin politik kurumunun, yani CFR'nin büyük etkisinin oldugunu gördük. 11. bölümde, Israil'in Üçüncü Dünya'yi saran terör agini daha ayrintili olarak inceleyecegiz.
Bozgunculugun ikinci boyutu ise daha dar kapsamliydi; yalnizca Kutsal Topraklar'a yönelikti. Yahudiler, Mesih Plani'nin 500 yil süren ilerleyisi sonucunda Kutsal Topraklar'a döndüklerinde orayi bos olarak bulmadilar. Kutsal Topraklar'da müslüman Araplar yasiyordu. Bu kuskusuz bu topraklari kendi irklarinin mali olarak gören yahudi önde gelenleri için kabul edilemez bir durumdu. Kutsal Topraklar, tüm yahudi-olmayan unsurlardan temizlenmeliydi.
Zaten Mesih Plani'nin temelini olusturan yahudi kutsal kaynaklari bu konuda yeterince aydinlatici oluyorlardi. M. Tevrat'in yüzlerce ayeti, sözde yahudi irkina ait olan Kutsal Topraklar'in (Kenan diyari) nasil "temizlenmesi" gerektigini detaylariyla anlatiliyordu. Bu ayetler, Israil devletinin Mesih Plani içinde uygulamasi gereken bir baska kehaneti olusturdu.
M. Tevrat'in Katliam Emirleri N. Eski Ahit'in Tesniye kitabinda, 7. Bap söyle baslar:
Allahin Rab, mülk olarak almak için gitmekte oldugun diyara seni götürecegi ve senin önünden çok milletleri, Hittileri ve Girgasileri ve Amorileri ve Kenanlilari ve Perizzileri ve Hivileri ve Yebusileri, senden daha büyük ve kuvvetli yedi milleti kovacagi; ve Allahin Rab onlari senin önünde ele verecegi ve sen onlari vuracagin zaman; onlari tamamen yok edeceksin; onlarla ahdetmeyeceksin ve onlara acimayacaksin ve onlarla hisimlik etmeyeceksin; kizini onun ogluna vermeyeceksin ve onun kizini ogluna almayacaksin... Çünkü sen Allahin Rabbe mukaddes bir kavimsin; Allahin Rab, yeryüzünde olan bütün kavimlerden kendine has bir kavim olmak üzere seni seçti.
I. Samuel kitabi 15. Bap'in basinda ise su ayet yer alir:
Ordularin Rabbi söyle diyor: Amalek'in Israil'e yaptigini, Misir'dan çiktigi zaman yolda ona karsi nasil durdugunu arayacagim. Simdi git, Amaleki vur ve onlarin herseylerini tamamen yok et ve onlari esirgeme ve erkekten kadina, çocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden esege kadar hepsini öldür.
Ayetlerde geçen Hittiler, Yebusiler, Amalekler gibi kavimler, M. Tevrat'in yazildigi dönemlerde Ortadogu'da bulunan toplumlardir. Bu nedenle bu ayetlere (ve M. Tevrat'in içindeki yüzlerce benzerlerine) göz atan pek çok kisi, tarihin derinliklerinde kalmis birer siddet olayinin hikayesini okudugunu sanabilir. Oysa gerçek böyle degildir... Israil'in "güvercin" siyasetçilerinden Amnon Rubinstein, su satirlari yaziyor:
Gush Emunim'in kullandigi lisanda, günümüzdeki Araplar; Yebusiler'dir, Amalekler'dir ya da Kenan diyarinin Tevrat tarafindan lanetlenen yedi kavminden herhangi birisidir... Tesniye'de, 'geride hiç bir sey kalmayacak sekilde' Amalek'i yok etmek üzere verilen emir, dogrudan bugünkü Araplar'a yönelik olarak yorumlanmaktadir... Israil'in savaslari da bu çerçevede anlasilmakta ve bu savaslarda bu 'yeni Amalekler'e karsi insancil davranilmamasi gerektigi söylememektedir. Haham Menachem M. Kasher, 1967 savasindan sonra yazdigi bir yazida, Tevrat'in 'onlari sizin önünüzden yavas yavas azaltacagini ve yurtlarina sizi yerlestirecegim' seklindeki ifadesinin, Israil'in Araplar'la olan iliskisini tarif ettigini yazmistir... Bar Ilan Üniversitesi'nden Haham Israel Hess, daha da ileri gitmis ve 'Tanri'nin Amaleklere karsi girisilen savasa bizzat katildigini' söylemistir. Israel Hess'in konuyla ilgili yazisinin basligi ise, 'Tevrat'in katliam emirleri'dir.58
Kisacasi, M. Tevrat'in katliam emirleri, tarihi birer bilgi degil, günümüzdeki Araplar'a yönelik bakis açisinin kaynagidir. Israil'in resmi ideolojisini üreten Gush Emunim, bu ayetleri böyle yorumlamakta, Israil ordusu da buna göre davranmaktadir. Gush Emunim'in yaptigi bu yorum, Israil devlet aygiti tarafindan da yillar boyu topluma telkin edilmistir. Roger Garaudy, bu konuya dikkat çekerek söyle der:
Bugün 'kutsal savas'i körüklemek amaciyla askeri hahamlar tarafindan durmaksizin dile getirilen ve Israil'de okullarda ders kitabi olarak okunan Yesu'nun Kitabi (Eski Ahit'in Yesu bölümü), ele geçirilen ülkelerde halkin kutsal amaçla yok edilmesi ve herkesin 'erkekler gibi kadinlarin da, çocuklarin da, ihtiyarlarin da kiliçtan geçirilmesi' üzerinde israrla durmaktadir.59
Israil devletinin Yesu'nun Kitabi'ni kullanarak yaptigi beyin yikama etkili olmustur. Israil'de Tel-Aviv Üniversitesi psikoloji uzmani G. Tamarin tarafindan yapilan bir testte, 4. ve 8. sinif ögrencilerine, Yesu Kitabi'nda anlatilan tarihi Eriha katliamiyla ilgili ayetler dagitilmis ve su soru sorulmustur: "Israil ordusu savas sirasinda bir Arap köyünü ele geçirdiginde, Yesu'nun Erihalilar'a yaptigini Arap halka yapmali midir?" Bu soruya "evet" cevabi, % 66 ve % 95 arasinda degismistir.60 (Anketi yapan ve yayinlayan Tamarin de üniversiteden atilmistir.) Roger Garaudy, Yesu Kitabi'nin-ve genel olarak M. Tevrat'in-Israil terörünün kaynagi oldugunu söyle vurgular:
Siyasi Siyonizm, 'vaad' kavramini ve bu vaad'in gerçeklesmesi için kullanilan yöntemleri Yesu'nun kitabindan çikarmistir. Buna göre, Tanri, Yesu peygambere diger halklari yok etme emri vermis, Yesu da bu emri yine Tanri'nin yardimi ile yerine getirmistir. Ayni sekilde 'seçilmis halk' ve Nil'den Firat'a uzanan 'Büyük Israil' gibi kavramlar da Yesu'nun kitabina dayali olup Siyasi Siyonizm'in temel ideolojisidir.61
Bu nedenle de Israil'in onyillardir uyguladigi devlet terörü, Livia Rokach'in kullandigi isimle "kutsal" bir terördür. Mesih Plani'ndaki bir kehanetin yerine getirilisidir çünkü...
Israil'in Kutsal Terörü
... 80-100 kadar erkek, kadin ve çocuk öldürülmüstü. Çocuklari kafalarina sopalarla vurarak öldürdüler. Her evden en az bir kisinin canina kiyildi. Köylerde erkek ve kadinlar yiyecek ve su verilmeksizin evlere kapatildilar. Sonra da sabotajcilar gelip evleri havaya uçurdu. Bir kumandan, bir ere emir vererek, havaya uçurmak istedigi bir evin içine 2 kadin kapatmasini söyledi. Bu arada bir asker, öldürmeden önce bir Arap kadinin irzina geçtigini anlatti. Yeni dogmus bir çocugu olan Arap kadinina birkaç gün süreyle etraf temizlettirildikten sonra kadin ve çocuk öldürüldü. 'Harika bir adam' diye nitelenen iyi yetistirilmis, iyi bir egitim görmüs kumandanlar, asagilik katiller haline gelmisti. Hem de gelisen korkunç olaylarin içinde ister istemez bu duruma düsmüs degillerdi. Aksine soykirimi ve yoketme metodlarini bilinçlice kullaniyorlardi. Onlara göre dünyada ne kadar az Arap kalirsa, o kadar iyiydi...
Üstteki satirlar, Israil'in Davar gazetesinin 9 Haziran 1979 tarihli sayisinda yayinlandi. Yazilanlar, 1948'de Dueima adli Filistin köyünün ele geçirilmesi sirasinda yapilanlara taniklik eden Israilli bir askerin katliam hatiralariydi.
Önemli olan bu satirlarda anlatilanlarin, istisnai bir terör eylemini degil, Israil'in kutsal terörünün siradan bir örnegini tarif etmesidir. Israilliler, Ortadogu'da, önce Haganah, Irgun, Stern gibi terör örgütleriyle sonra da dogrudan Israil ordusu araciligiyla tarihte esine zor rastlanir bir terör uygulamislardir. Bu terör, baska herhangi bir devlette olabilecegi gibi bazi fanatiklerin istenmeyen taskinliklari degil, sistemli bir devlet politikasidir.
Ancak çogu zaman yalnizca buzdaginin suyun üstündeki kismi gözükür. Çünkü Israilliler, her zaman oldugu gibi, bir yandan terör uygularken bir yandan da kendilerini "magdur" gibi göstermeyi çogu kez basarirlar. Bati'daki, özellikle de ABD'deki büyük medya ise, Noam Chomsky'nin sürekli vurguladigi gibi, Israil'in bu politikasina destek olur. New York Times, Washington Post gibi "yahudi gazeteleri", Israil'i kurban, Araplari saldirgan göstermek için Chomsky'nin ayrintilariyla gözler önüne serdigi "beyin yikama" yöntemleri kullanmislardir yillarca.
Bunlara ragmen, Israil'in büyük terörünün örnekleri ortaya çikmistir. Bunlar, dedigimiz gibi, birer örnektir ve gizli kalmis daha yüzlerce benzeri olay hakkinda bize fikir vermektedir. Örnegin Israillilerin devlet kurduklari yilda, 1948'de Deir Yassin köyündeki Arap halka giristikleri katliam detaylariyla belgelenmis durumdadir. Menahem Begin'in yönettigi Irgun ve Stern teröristleri, Kudüs yakinlarindaki Deir Yassin köyüne düzenledikleri baskin sirasinda, hamile kadinlarin ve çocuklarin da dahil oldugu 280 kadar Arap köylüsünü önce sokaklarda dolastirdiktan sonra kursuna dizmislerdir. Ancak bir de önemli "detaylar" vardir: Öldürülen genç kizlarin çogunun irzina geçilmis, erkeklerin cinsel organlari koparilmistir. Siyonistler bazi kurbanlari öldürmek için biçak kullanmislardir. Raporlarda "ortadan ikiye biçilen" küçük bir kiz çocugundan da söz edilmektedir.62
Katliami gerçeklestiren birligi yöneten Menahem Begin La Révolte (Isyan) adini tasiyan kitabinda "eger Deir Yassin zaferi olmasaydi, Israil devleti de olmazdi" demisti. Deir Yassin katliaminin stratejik önemi yillar boyunca Siyonist liderler tarafindan anlatildi. Bu liderlerden biri, Yitzhak Samir ve Nathan Yalin Mor ile birlikte Lehi'nin komutasini üstlenen Eldad'di. Eldad, 1967 Temmuz'unda bir toplantida yaptigi konusmada katliami çekinmeden savunmustu. Ilginç olan, Mesih'in gelisi için gerekli son kehanet olan Süleyman Tapinagi'nin insasi ile Deir Yassin arasinda paralellik kurmasiydi:
Sunu hep söylemisimdir: Eger kurtulusun simgesi sayilabilecek en derin, en yüce umut Yahudi Tapinagi'nin yeniden insasi ise, o zaman açiktir ki, camilerin (El Haram, el Serif, el Aksa) günün birinde su veya bu sekilde ortadan kalkmasi gerekecektir. Deir Yassin olmasaydi bugün (1948) Israil topraklari üzerinde hala yarim milyon Arap yasiyor olacakti. Ve tabi Israil Devleti de olmayacakti.63
Yani Deir Yassin, Tapinak'in insasina giden yolda bir adimdi. Bu, Deir Yassin vahsetinin, Israilliler tarafindan Mesih Plani'nin bir asamasi olarak görüldügünü gösteriyordu. Bu sekilde alti ay içinde Arap köylerine düzenlenen sayisiz baskinlarla 400 bine yakin Arap, yurdunu terketmek zorunda kaldi. Deir Yassin Katliami bu baskinlarin sadece birisiydi. Israilliler'in yillar içinde terör yoluyla bosalttiklari köy sayisi, Israil'in az sayidaki "muhalif" seslerinden biri olan Israel Shahak'in tespit ettigi rakama göre, 385'tir.64 Bu köylerde yasayanlarin içinde korku yöntemiyle kaçirilanlarin yaninda, Deir Yassin'le ayni kadere ugrayanlar da vardir.
Israil'in kutsal terörü, ilerleyen yillarda da kan dökmeye devam etmistir. Kibya ya da Sabra Satilla katliamlari, yine buzdaginin görünen kisimlaridir. Israilliler çogu kez bu açik eylemleri bile üstlenmemeye çalismislardir. Örnegin Israil'in 1982 yazindaki Lübnan'i isgali sirasinda Sabra ve Satilla mülteci kamplarinda öldürülen 1.500'ün üstündeki Filistinli'ler hakkinda Begin "yahudi olmayanlar, yahudi olmayanlari öldürdü, bize ne!" demisti. Oysa kisa süre sonra katliami gerçeklestiren Falanjistlerin Israil subaylarinin komutasinda oldugu ve Israil ordusunca silahlandirildiklari ortaya çikti.
Israil'in kutsal terörünün önemli bir parçasini ise iskence olusturmaktadir. 1967'den bu yana iki milyondan fazla Filistinli'yi isgal altinda yasamaya zorlayan Yahudi Devleti, bu Filistinlilerin muhalefetini kirmak ve onlari göçe ikna etmek için sistemli bir iskence politikasi uygulamistir. Yahudi Devleti'nin korkunç iskence yöntemleri, ilk kez Londra'da yayimlanan Sunday Times'in 1977 yilinda yayinladigi uzun bir arastirmada ortaya çikti. Belgelenen vakalar, 1967'den itibaren on yillik Israil isgali sirasinda iskence gören kirkdört Filistinlinin durumlarini ortaya koyuyordu.
Buna göre, Israil'in; Nablus, Ramalla, Hebron ve Gazze'deki hapishanelerinde, Kudüs'teki Rus sitesi ya da Moskoviya olarak bilinen sorgu ve gözalti merkezinde ve Yona, Ramle, Sarafand, Nafha gibi özel askeri hapishanelerde inanilmaz iskenceler uygulaniyordu. Sistemli dayak disinda, Israillilerin kullandigi iskence türleri arasinda; cinsel organlara elektrik verme, tutukluyu çirilçiplak buzlu suya sokma, gözleri baglanmis olan tutuklunun üzerine özel egitilmis köpekleri saldirtma, vücudun degisik yerlerinde sigara söndürme, arkadan tecavüz, tirnaklarin ve saglam dislerin sökülmesi gibi yöntemler vardi. Bazi tutuklularin kizlari da tutuklanmis ve bunlara babalarinin gözü önünde tecavüz edilmis, sonra da tutuklu kendi kiziyla cinsel iliskiye girmesi için zorlanmisti. Bazi erkek tutuklularin cinsel organlarina ince cam çubuklar sokulmus ve sonra da bu çubuklar organin içindeyken iskenceciler tarafindan kirilmisti. Erkek tutuklularin hayalarinin sikistirilmasi da çok kullanilan yöntemlerin biriydi. Bu iskenceler sonucunda çok sayida Filistinli tutukluda kalici sakatliklar meydana geldi. Çogunun cinsel fonksiyonlari sona erdi, görme ve isitme duyularini ve akli dengelerini yitirenler oldu. Bu fiziki iskencelerin yaninda psikolojik yöntemler de vardi. Siyasi tutuklular, kasten, Israil ordusuna çizme, kamuflaj agi, vb. malzeme imal etme islerine kosuluyorlar, reddettiklerinde fiziki yöntemlere basvuruluyordu.65
Sunday Times'in ortaya çikardigi bu vakalar, 1967-1977 yillari arasindaki iskence vakalariydi. Ilerleyen yillarda da Israil'in kutsal terörü ve kutsal iskencesi sürdü. Yalnizca 1987-1993 döneminde; Israil birlikleri tarafindan 1.283 Filistinli öldürülmüs, 130.472 tanesi hastaneye kaldirilacak derecede yaralanmis, 481 tanesi sürülmüs, 22.088 tanesi gözaltina alinmis, 2.533 ev mühürlenmistir. Gözalti ve tutukluluk sirasinda kullanilan iskence yöntemlerinin hangi boyutlara vardigini bilmek de mümkün degildir.66
Israil iskence gelenegi ile ilgili olarak en son 1995 Agustosunda ortaya bazi yeni bilgiler çikti. Emekli Albay ve tarihçi Mose Givati, "Çöl ve Alevlerin Içinde" adli kitabinda, 1948, 1956 ve 1967'deki Arap-Israil savaslarinda Israil ordusunun savas esirlerine inanilmaz iskenceler yaptigini yazdi. Buna göre, esir alinan Misirli askerlerin gözleri sigara ile oyulmus, cinsel organlari kesilerek agizlarina tikanmisti...
Burada önemli olan bir nokta var. Israil devlet aygiti, terör ve iskenceyi yalnizca pragmatik bir uygulama olarak degil, bunun da ötesinde kutsal bir misyon olarak görmektedir. Israil'in terörü, Livia Rokach'in ifadesiyle, "kutsal" bir terördür. Çünkü bu terör, yahudi dini kaynaklari tarafindan emredilir ve Mesih Plani'nin da bir parçasidir. Bu nedenle Israil'in terörden vazgeçmesi mümkün degildir. Yahudi Devleti, "baris süreci" oyunlari oynadigi dönemde bile kutsal terörünü sürdürmek misyonuyla yüklüdür. Nitekim bu misyonu ihmal etmemektedir de. FKÖ ile sözde baris süreci içinde oldugu son dönemlerde-bu "baris süreci"nin gerçek öyküsünü az sonra inceleyecegiz-müslümanlara karsi birbiri ardina gerçeklestirdigi saldiri ve katliamlar bunun göstergesidir.
Bu katliamlarin en önemlisi ise, kuskusuz El-Halil'deki Hz, Ibrahim Camii'nde yasanmis olanidir. Bu katliam, dünya kamuoyuna Israil devlet aygitinin rizasi disinda gerçeklesen bireysel bir çilginlik olarak gösterilmisti. Oysa gerçekler daha farklidir.
El-Halil katliaminin Görünmeyen Yüzü
25 Subat 1994 günü, Bati Seria'daki El-Halil (Hebron) kentinde bulunan Hz. Ibrahim Camii'nde ibadet eden müslümanlara yönelik büyük bir saldiri gerçeklestirildi. Meir Kahane'nin izinden gittigini söyleyen "Israil Tanrisi'nin Partizanlari" adli radikal bir yahudi örgütüne üye olan yahudi yerlesimci Baruch Goldstein, Israil askerlerinin korumasi altindaki camiye elindeki M-16 ile birlikte sabah namazi sirasinda girdi. Caminin orta yerine kadar yürüdü ve defalarca sarjör degistirerek namaz kilan 500'e yakin müslümani taradi. 67 müslüman olay yerinde sehit oldu, 300'ü yaralandi. Israil yönetimi, eylemin bireysel bir çilginlik oldugunu ilan etti. Ancak Goldstein'in, elindeki M-16'yla, camiyi koruyan Israilli askerlerin arasindan geçerek içeri girmesinin ve defalarca sarjör degistirecek kadar uzun bir süre kalabaligi taramasina ragmen bu askerlerin hiçbir müdahalede bulunmamasinin tek bir açiklamasi vardi: Goldstein, camiyi sözde koruyan Israil birligi ile isbirligi içinde katliami gerçeklestirmisi. Israil askerleri, en azindan pasif destek vermislerdi.
Aslinda bu olay, Israilli radikal dinci gruplarin gerçeklestirdigi pek çok eylemden biriydi. Ayni gruplar, Süleyman Tapinagi'ni yeniden insa edebilmek için, 1980'li yillarda Kudüs'teki müslüman mabedlerini (Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra) de havaya uçurmayi denemislerdi. Ellerinde sürekli tasidiklari Uzi'lerle Filistinlilere kanli saldirilar düzenleyen, isgal altindaki topraklari, Israil ordusu ile elele vererek, "açik hava iskence merkezi"ne dönüstüren yahudi yerlesimciler de bu gruplarin üyeleriydiler.
Bu gruplarin en radikal ve en ünlü olani ise, El-Halil katliamini gerçeklestiren Goldstein'in de bagli oldugu Kahane fraksiyonuydu. Haham Meir Kahane'nin kurdugu bu hareket, hem Israil hem de Amerika'da örgütlendi. Israil'de "Kach", Amerika'da ise "Jewish Defence League" adi altinda faaliyet gösteren örgüt, Meir Kahane'nin fanatik doktrinlerine tamamen bagliydi. Kahane'nin düsünceleri arasinda; yahudilerin tüm irklardan üstün oldugu ve diger irklarin ("goyim") bir tür hayvan statüsü tasidigi; isgal altindaki topraklardaki tüm Araplarin "etnik temizlige" tabi tutulmasi gerektigi gibi "inci"ler vardi. Örgütün mantigi, "en iyi Arap, ölü Arap'tir" seklinde ifade ediliyordu. Kahane'nin 1990'da New York'ta bir suikast sonucu öldürülmesinin ardindan örgüt dagilmadi ve "Kahane Chai" (Kahane Yasiyor) gibi isimlerle özellikle Israil'de yeniden örgütlendi. El-Halil'in ve daha pek çok katliamin sorumlulari, sözkonusu Kahane takipçileriydi.
Bu noktada önemli olan, Israil devlet aygitinin ve Amerika'daki Israil lobisinin Kahane ve yandaslarina nasil baktigidir. Onyillardir, Israil liderleri ve Amerikan yahudi toplumunun önde gelen isimleri, Kahane'nin görüslerini paylasmadiklarini, Brooklyn dogumlu hahami "asiri fanatik" bulduklarini, kendilerinin daha barisçil çözümlerden yana olduklarini söyler dururlar. Buna göre, Kahane ve yandaslari, Israil hükümetine ve Amerika'daki Israil lobisine ragmen faaliyet gösteren, bagimsiz, fanatik bir gruptur.
Oysa yahudi liderlerin çizdikleri bu tablo, 7. bölümde de degindigimiz gibi, gerçegin ustaca bir çarpitmasindan baska bir sey degildir: Kahane ve yandaslari, Israil devlet aygiti ve Amerika'daki Israil lobisi ile perde arkasinda yakin iliskiler kurmus ve daha da önemlisi, bu kanallardan aldiklari direktiflere göre eylem yapmislardir.
Amerikali yahudi yazar Robert I. Friedman, Jewish Defence League'in (JDL) ilk kuruldugu günden bu yana üçlü bir komite tarafindan yönetildigini açiklar. Bu üçlü komite, örgütün görünüsteki lideri olan Kahane'ye direktif vermektedirler. Komitedeki isimler ise oldukça ilginçtir: Örgüt kuruldugunda Mossad operasyon sefi olan ve sonradan Basbakanliga kadar yükselen Yitzhak Samir, sag kanat Israil politikacisi ve Gush Emunim'in önemli ismi Geula Cohen ve Amerika'daki yahudi lobisinin etkili örgütü ADL'nin üst düzey yöneticilerinden Bernard Deutch...
Bu üçlü komitenin JDL'yi yönlendirmelerinin bir örnegi, 1969 yilinda Israil'den örgüte yollanan hedef degisikligi emridir. O tarihe kadar Amerika'daki zenci örgütlerine karsi eylem düzenleyen Kahane, Ocak ayinda Tel-Aviv'den gizlice gelen bir kurye ile görüsmüstü. Kurye, Kahane'ye artik bir numarali hedef olarak Sovyetler Birligi temsilciliklerini belirlemeleri gerektigini söylemisti. Sebep, Sovyet yönetiminin ülkedeki yahudilerin Israil'e göç etmesine-bu göçün Yeremya tarafindan yapilan bir kehanetin yerine getirilisi oldugunu ve dolayisiyla Mesih Plani açisindan büyük önem tasidigina daha önce degindik-izin vermemesiydi. Kahane'ye bu mesaji gönderenler, Friedman'in deyimiyle "Israilli ve Amerikali yahudi is adamlari, emekli Israil subaylari ve üst düzey Mossad görevlilerinden olusan bir grup"tu. Kurye, JDL militanlarina Mossad tarafindan Israil'de askeri egitim verilecegini de haber vermisti. Sözkonusu egitimin idaresini üstlenen kisi ise o zaman Mossad subayi olan Yitzhak Samir'di.67
Bu kuskusuz son derece ilginç bir bilgidir ve görünüste Israil'e ragmen faaliyet gösteren Kahane fraksiyonunun gerçekte Israil devlet aygiti (Mossad) ve Amerika'daki yahudi lobisinin önde gelen beyinleri tarafindan yönetildigini gösterir. Amerikali yazarlar Andrew ve Leslie Cockburn, Kahane'nin Israil devlet aygiti ile olan gizli iliskisinin daha sonraki yillarda da sürdügünü bildirirler.68 Kisacasi, Israil devlet aygiti, Kahane grubunu, daha önce degindigimiz geleneksel iyi polis-kötü polis oyununa uygun olarak gizlice kurmus ve gizlice yönlendirmistir.
Kahane fraksiyonu ile tüm bu bilgiler, El-Halil katliaminin içyüzü konusunda da bizleri aydinlatiyor. El-Halil'in faili olan Goldstein, Kahane'nin takipçilerinden biriydi. Goldstein'in elindeki M-16 ile Israil askerlerinin arasindan geçerek camiye nasil girdigi, askerlerin neden hiçbir müdahalede bulunmadigi gibi sorular, Kahane fraksiyonunun eskiden beri Israil devlet aygiti ile gizli bir biçimde yürüttügü isbirligini göz önünde bulundurunca aydinlaniyor.
Olayin arkasinda Israil devlet aygitinin oldugunun bir baska göstergesi de, katliamdan kisa bir süre sonra ortaya çikti. El-Halil'den bir süre sonra Lübnan'da bir Maruni kilisesine bomba atilmis ve bir düzineye yakin insan hayatini kaybetmisti. Olay tüm dünya basininda çarpitildi ve "Islamcilardan El-Halil katliamina misilleme" seklinde basliklarla verildi. Oysa Lübnan Basbakani Refik Hariri, olayin sorumlusunun Israil oldugunu söylemisti. Ardindan Semir Caca adli bir hiristiyan falanjist kiliseye sabotaj düzenlemek suçundan yakalandi. Haftalarca yargilandi. Sonuçta Israil'le yakin baglantisi oldugu ortaya çikti. Ingiliz The Independent gazetesinden Robert Fisk, kiliseyi bombalamaktan sanik Semir Caca'ya bagli olan Rüsdi Raad, Jean Chahina ve Gergess el-Huri adli falanjistlerin, kod adlari Arian ve Mose olan Israilli istihbarat görevlileri tarafindan egitildigini yazmisti. Fisk, Semi Caca'ya bagli militanlar ile Israilli istihbaratçilarin Nasira ve baska uygun yerlerde sik sik biraraya geldiklerini de bildirmisti. Bu, sözkonusu bombalama olayinin arkasinda Israil'in oldugunu gösteriyordu. Anlasilan Israil devlet aygiti, kamuoyu dikkatini El-Halil katliamindan uzaklastirmak için Zouk'taki kiliseyi hiristiyan militanlara bombalatmisti.
El-Halil katliaminin bir baska ilginç yönü, Israil toplumundan büyük bir onay görmesiydi. Israil'in muhalif beyinlerinden Israel Shahak, bir makalesinde Goldstein'in eyleminin "rahatsiz edici" oranda Israilli tarafindan desteklendigine dikkat çekmisti. Olaydan sonra yapilan bir kamuoyu yoklamasi, Israillilerin % 40'inin katliami destekledigini ya da en azindan "anladigini" gösteriyordu. Gençlerde ise bu oran daha yüksekti; genç yahudilerin % 30'u Goldstein'i desteklediklerini, % 35'i ise "anladiklarini" belirtmislerdi. Shahak, bu destegin yalnizca El-Halil katliami ile sinirli olmadigini, genel olarak Kahane takipçileri tarafindan savunulan doktrinlerin ürkütücü bir toplumsal destege sahip oldugunu yaziyordu. Arastirmalar, gençlerin % 39'unun Kahane'nin düsüncelerini tamamen paylastigini gösteriyordu. Kahane'nin ismi söylenmeyip yalnizca görüsleri özetlendiginde ise, bu destek daha da artarak % 66'ya çikiyordu. Bu çogunluk, Araplar'in isgal altindaki topraklardan göçe zorlanmalari gerektigine inaniyordu. Shahak'in söyledigi gibi, aralarindan Araplar'i Amalek olarak algilayanlarin sayisi da hayli kabarikti. Amalek, M. Tevrat'in haklarinda kadin-çocuk ayrimi yapmadan katliam emri verdigi Arap kabilesiydi.69
"Baris Süreci"ne Giris; Israil FKÖ'ye Neden Yaklasti?
Bu bölümün basindan bu yana Israil Devleti'nin genellikle bilinmeyen, gizli tutulan yüzünü inceledik. Ortaya çikan bilgiler; Ortadogu'nun en istikrarli demokrasisi olarak tanitilan Israil'in gerçekte son derece farkli bir kimlige sahip oldugunu, irkçi, saldirgan, yayilmaci bir temel üzerine kuruldugunu ve tüm yasamini da bu temele uygun olarak sürdürdügünü gösteriyor. Bu, bizi ikinci bir sonuca daha ulastirir: Demek ki, Israil, herhangi bir "normal" ülkeden farkli olarak, ayni anda iki ayri görüntüye sahip olabilmektedir. Bunun baska örneklerini 11. bölümde daha ayrintili olarak inceleyecegiz.
Bu durumda Israil'in Soguk Savas döneminin bitiminden sonra, özellikle de Körfez Savasi'nin ardindan ABD destegi ile gelistirdigi "baris süreci"ni de ihtiyatli bir biçimde degerlendirmek gerekiyor. Ilerleyen sayfalarda bu degerlendirmeyi yapacak, Israil-FKÖ barisindan Yitzhak Rabin suikastina uzanan bir canli tarihin perde arkasini inceleyecegiz.
Israil ile Filistinliler arasindaki kavganin uzun bir öyküsü vardir. Ortadogu, yüzyilin basindan bu yana Yahudiler ve Araplarin çatismalarina sahne oldu. Israil kurulduktan sonra ise bu çatisma büyük bir savasa dönüstü. Yahudi Devleti ile Arap komsulari arasinda 4 büyük savas ve daimi bir savas hali yasandi. 1967'den sonraki dönemde ise, Filistin'in kurtulusu için savasan örgütler de Yahudi Devleti'ne karsi girisilen savasta agirliklarini hissettirmeye basladilar. Filistin direnisi, 1967'deki Alti Gün Savasi'nda Israil'in tüm Filistin topraklarini isgal etmesi üzerine güçlü bir sekilde ortaya çikti. Farkli gruplari bünyesinde birlestiren Filistin Kurtulus Örgütü (FKÖ), 1970'li yillarda dünyanin dört bir yanindaki yahudi hedeflerine yaptigi saldirilarla adini duyurdu. 1980'li yillara kadar da, Filistin halkinin tek temsilcisi olarak kendini kabul ettirdi. Bu dönemde FKÖ, Israil'in bas düsmaniydi. Sovyetler Birligi'nden ve sosyalist Arap devletlerinden destek alan örgütün ideolojisi ise klasik anti-emperyalist solcu ideolojiydi.
Ancak 1980'li yillarda durum degismeye basladi. Tüm Islam cografyasinda yükselen Islami hareket, dogal olarak en hassas bölge olan Ortadogu'yu derinden etkiledi. Siyasal Islam'in yükselisi ile birlikte, Israil'e karsi yeni bir hareket basladi; "Islami Direnis". Müslüman kimligine geri dönen kimi Filistinliler, artik FKÖ'nün sosyalist çatisi altinda barinmaktansa, yeni örgütler kurma yoluna gittiler. Böylece bölgede "Islami direnis örgütleri" dogdu. Güney Lübnan'da kurulan Hizbullah'i, isgal altindaki Filistin topraklarinda olusan Hamas (Islami Direnis Hareketi) ve Islami Cihad izledi. Hamas, yalnizca silahli eyleme agirlik veren Islami Cihad'a karsin asil olarak sosyal bir organizasyon olarak gelisti. 85'ten sonra da Bati Seria ve özellikle Gazze Seridi'nde, popülarite yönünden giderek FKÖ ile boy ölçüsür hale geldi. 87'de isgal altindaki topraklarda baslayan Intifada (ayaklanma) hareketi, Hamas'in büyük etkisi altinda yürütüldü.
Israilliler, ilk basta Filistin direnisi içinde bu tür bir ayrim olusmasindan hoslanmislar ve bazi yorumlara göre de bu nedenle Hamas'in isgal altindaki topraklarda ve özellikle de Gazze'deki örgütlenmesine fazla müdahalede bulunmamisti. Eski Mossad ajani Victor Ostrovsky de The Other Side of Deception'da Israil devlet aygitinin bu yöndeki bakis açisini dogrular. Ancak Israilliler bir süre sonra yaptiklari hesabin yanlis oldugunu farkettiler. Çünkü Islami direnis, Filistin direnisini bölen bir küçük fraksiyon olarak kalmamis, aksine gittikçe güçlenerek arkasindaki halk destegi açisindan FKÖ'yle boy ölçüsür haline gelmisti. 1990'li yillara gelindiginde, Israil'in karsisinda iki ayri direnis hareketi vardi; FKÖ'nün temsil ettigi seküler sol direnis ve en basta Hamas'in temsil ettigi Islami direnis. Ve Israil farketti ki, Islami direnis, kendisi açisindan sol direnise göre çok daha tehlikeli, çok daha zararliydi. FKÖ'nün temsil ettigi sol ideoloji tüm dünyada inise geçmisken, Islami hareket tüm dünyada yükselis halindeydi. Ayrica Islami direnis, çok daha radikaldi, kitleleri daha kolay harekete geçirebiliyordu.
Bu arada 1990'li yillarin basi, FKÖ için zor sartlar dogurmustu. Yaser Arafat'in örgütü, Sovyet blokunun yikilmasi ile en büyük desteklerinden birini yitirmisti. Körfez Savasi'nda Saddam'i desteklemesi de FKÖ'ye büyük zarar getirdi. Çünkü Saddam düsmani tüm petrol zengini Arap ülkeleri, en basta Kuveyt ve Suudi Arabistan olmak üzere, FKÖ'ye küstüler ve desteklerini çektiler. FKÖ, böylece önemli dis desteklerinin tümünü kaybetti. Iç destegi de zaten çoktan erimeye baslamisti; Isgal altindaki topraklarda, özellikle de Gazze seridinde, Hamas'in popülaritesi FKÖ'ye göre gittikçe yükseliyordu. Kisacasi, Arafat'in örgütü oldukça zor bir durumdaydi. Parasi bitmis, arkasindaki halk destegi zayiflamisti ve Filistin davasinin fiili liderligini Hamas'a kaptirmak üzereydi.
Iste bu noktada Israil devlet aygiti, onyillardir sürdürdügü Filistin direnisine karsi tavizsiz mücadele prensibi üzerinde tekrar düsünme ihtiyaci hissetti. Karsisinda giderek zayiflayan bir sol direnis ve giderek güçlenen bir Islami direnis vardi. Ikisiyle birlikte savasmayi sürdürmenin pek bir anlami yoktu. Ama belki önemli bir stratejik degisiklik yapilabilir, Filistin direnisi içindeki bu ayrim Israil çikarlarina uygun olarak kullanilabilirdi. Yapilacak en akilci is, FKÖ'yü Filistin davasinin temsilcisi olarak tutmak ve FKÖ kozunu Hamas'a karsi kullanmakti. FKÖ için de bu oldukça karli bir alis-veris olurdu. Hamas gibi güçlü bir rakibe karsi, Israil gibi güçlü bir eski düsmanla pekala isbirligi yapabilirdi.
Ancak bu isin gerçeklesmesi için, Israil'in kendi dengelerinin de degismesi gerekiyordu. Çünkü Israil devlet aygiti, onyillardir, ulusun yasamini sürdürmesi için tek yolun savasmak oldugunu savunuyordu ve toplum da buna büyük ölçüde inanmisti. Arafat ise onyillardir Yahudi Devleti'nin en büyük düsmani olarak algilaniyordu. Israil'in Arafat'la masaya oturmasi, daha ciddi bir düsman olan "yesil tehlike"ye karsi da olsa, Israil toplumunun büyük bölümü tarafindan kolay kolay kabul edilemezdi.
Iste bu asamada, Israil'in bilinen yöntemi bir kez daha gündeme geldi; iyi polis-kötü polis numarasi. Inceledigimiz gibi, Yahudi Devleti'nin iyi polis numarasini onyillardir solcu Isçi Partisi oynuyor, buna karsi sagci Likud ise kötü polislik yapiyordu. Simdi, Isçi Partisi bu iyi polis numarasini biraz daha ilerletebilir ve baris havarisi olabilirdi.
1992 Seçimleri ve Isçi Partisi'nin Iyi Polis Dönemi
Israil devlet aygitinin gelistirdigi iyi polis-kötü polis numarasi Isçi Partisi tarafindan benimsendi. Parti 1992 yilindaki kritik seçimlerden önce yogun bir baris propagandasi yapti, iktidara geldiginde Arap komsulariyla baris yapacagini taahhüd etti. Onyillardir sahinligiyle taninan genel baskan Yitzhak Rabin, hizli bir degisim geçirerek baris sözleri etmeye basladi.
Rabin'in yasadigi degisim gerçekten de etkileyiciydi. Isçi Partisi'nin agir topu, iktidara oturup baris sürecini baslattigi 1992 yilindan iki yil öncesine dek yine Israil hükümetindeydi; Likud-Isçi Partisi ortak hükümetinin Savunma Bakaniydi. Ve o dönemlerde hiç de "güvercin" politikalar izlemiyordu. Intifada'nin bastirilmasi için en sert yöntemleri kullanmalari için Israil ordusuna emir veren kisi Rabin'di. Hatta televizyonlarda yayinlandiginda tüm dünyayi ayaga kaldiran ünlü "kol kirma" sahneleri de Rabin'in eseriydi: Savunma Bakani, orduya "Filistinlilerin kemiklerini kirin" emri vermisti.
Rabin'in daha önceki kariyeri de son derece sahindi: 1967de Genelkurmay Baskani iken, kendisi için "Demir Irade" terimi kullanilmisti. Daha sonra, 1975 ve 1976'daki basbakanligi sirasinda Bati Seria'da Hayad Barzel, yani "Demir Pençe" politikasini ilan etti. Bu politikasinin sonucu, 300 bini askin Filistinli Israil hapishanelerinde önceki sayfalarda degindigimiz türden sistemli ve sürekli iskencelere tabi tutuldu. Yitzhak Rabin, Shimon Peres'in "Ulusal Birlik" hükümetinde Savunma Bakani oldugunda ise, Lübnan ve Bati Seria'da Egrouf Barzel, yani "Demir Yumruk" politikasini uygulamaya koydu. Bu politika Rabin'in 1987-1988'de Gazze ve Bati Seria'daki Filistinlilere karsi uyguladigi yogun baski ve toplu cezalandirma politikasiydi. Bu nedenle Rabin'e "Demir Yumruklu Lider" adi takildi. Iktidara geldiginde Türkiye'deki Salom gazetesi onu böyle tanitmisti. Rabin'in vahset politikasi öylesine ünlüydü ki, Savunma Bakani oldugu dönemde Filistinliler, "Rabin, bu ay kaç Filistinli öldürdün?" yazili pankartlarla gösteriler yapmislardi.
Iste bu Rabin, kendisine göre daha güvercin olan Simon Peres'le birlikte 1992 seçimleri öncesinde Israil toplumuna baris vaad etti. Ancak seçimler öncesinde söyledigi bazi sözler, Isçi Partisi'nin savundugu "baris"in gerçekte bir ilüzyon, yalnizca Israil devlet aygiti tarafindan planlanan bir "iyi polis" numarasi oldugunu gösteriyordu.
Bu sözlerden biri, isgal altindaki Bati Seria'da kurulan yahudi yerlesim birimleri ile ilgiliydi. Bati kamuoyu, yillarca yerlesim birimlerini sagci Likud'un bir ürünü olarak görmüs, Isçi Partisi'nin ise bu yayilmaci politikayi benimsemedigini düsünmüstü. Oysa bu izlenim, yalnizca Israil'in iyi polis-kötü polis politikasinin bir sonucuydu. Rabin'in sözleri iste bu ilüzyonun iç yüzünü ortaya sürüyordu. Isçi Partisi lideri, 1990'da Israil seçmenine yaptigi açiklamada, Likud'un yerlesim birimlerini "göstere göstere" yaparak bu konu nedeniyle ABD'yle bile sürtüsmeye girmesini elestirmis ve Isçi Partisi'nin yerlesim birimleri insa etmeye Likud'dan daha önce basladigini, ancak insa isini son derece "zekice" yürüttügünü ve bu sayede de Amerika ile hiç bir sorun yasamadigini hatirlatmisti. Isçi Partisi'nin yari-resmi yayin organi olan Davar gazetesi, 18 Ekim 1990 sayisinda, Rabin'den su alintiyi yapiyordu:
Isçi Partisi, yerlesim birimlerinin büyütülmesi konusunda geçmiste Likud'a göre çok daha fazla is yapmistir ve gelecekte de bu konuda daha fazla is yapabilecek kapasiteye sahiptir. Biz hiçbir zaman Kudüs hakkinda konusmadik. Yalnizca bir fait accompli yaptik, olayi fiili biçimde hallettik. Dogu Kudüs banliyölerindeki yerlesim birimlerini de biz insa ettik. Amerikalilar tek kelime söylemediler, çünkü bunlari son derece zekice insa ettik.
Rabin'in söylemek istedigi sey açikti; Isçi Partisi, Israil'in yayilmaci politikalarini Likud'a göre daha örtülü yürütebiliyor, kisacasi "iyi polis" rolünü iyi oynayabiliyordu. Ve 1992'de Israil'in iyi polislere ihtiyaci vardi. Çünkü, az önce degindigimiz gibi gittikçe yükselen ve radikallesen Islami direnise karsi, eski düsman FKÖ ile baris yapilmasi gerekiyordu. Bu baris, kuskusuz Likud'un sert, saldirgan ve ölçüsüz üslubu ile gerçeklesemezdi.
Seçimleri de az farkla da olsa Isçi Partisi kazandi. Yahudi Devleti, önemli bir dönüm noktasina gelmisti. Orta ve uzun vadede büyük bir tehdit olarak görülen Islami düsmana karsi, Filistin direnisinin eski sahibi olan FKÖ'yle ittifak kurulacakti. Yeni hükümet, en büyük hedefinin baris oldugunu açikça ifade etti.
Isçi Partisi'nin bu pozisyonu, Gush Emunim'in "Mesihçi" ideolojisine bagli olan Israil devlet aygitini rahatsiz etmemisti dogal olarak. Biliyorlardi ki, Islami direnisi tasviye etmek için baris gerekmektedir ve Isçi Partisi iktidari da bunun için en ideal çözümdür. Onlarin gözünde bu baris, "savas için baris"ti, bir baska deyisle uzun bir savasin içindeki geçici bir ateskesti.
"Savas Için Baris" Teorisi "Savas, baristir" - George Orwell, 1984
Daha güçlü bir hamle yapmak için geri çekilmek, siyaset sanatinin ince yöntemlerinden biridir. Örnegin Lenin, Ekim Devrimi'nin ardindan Rusya'da kapitalizmi yerlestirebilmek için öncelikle NEP (New Economic Policy) adli kapitalist bir ekonomi modeli uygulamisti. Lenin'e göre, bu, önemli bir "stratejik geri adim"di.
Israilliler de onyillardir sözkonusu "stratejik geri adim" yöntemini sik sik kullandilar. Bunun bir örnegi, 1979'da Israil ile Misir arasinda-hem de Likud iktidari sirasinda-imzalanan Camp David barisindan üç yil sonra yasanmisti. Camp David'i, "Ortadogu'da baris süreci basladi" masalina göre yorumlayanlar, Israil birliklerinin Camp David'i imzalamis olan Menahem Begin'in emriyle 1982 yazinda Lübnan'i isgal etmesi ile soke olmuslardi. Sabra ve Satilla'da gerçeklestirilen katliamlar ise, Israil'in ne gibi bir "baris süreci" hedefledigini gözler önüne serdi. Sonuçta su ortaya çikti: Israil, Camp David'i "Ortadogu'da baris" istedigi için imzalamamisti. Camp David'le hedeflenen tek sey, Misir engelinin Israil'in önünden kaldirilmasiydi. Böylece Israil, daha önemli gördügü hedefler üzerine konsantre olabilirdi.
Bunun yanisira, az önce Oded Yinon'un raporundan söz ederken degindigimiz gibi, Misir da gerçekte Israil'in fetih stratejisinden kurtulmus degildi; Israil devlet aygiti bu ülkeyi parçalamayi ve Sina'yi geri almayi hedefliyordu. Dolayisiyla, Camp David kalici bir baris degil, geçici bir ateskes, yani bir "stratejik geri adim"dir.
"Stratejik geri adim" teorisinin Israil devlet aygiti tarafindan benimsenmesinin asil nedeni ise, bu teorinin Gush Emunim tarafindan onaylanmis olusudur; yani Mesih Plani'na uygundur. Israilli siyaset bilimci Ehud Sprinzak, Haham Zvi Yehuda Kook'un "bizim (Mesihi) kurtulusumuz tarihsel bir rotadir. Buna karsi olarak olusan her gelisme, ancak geçici bir erteleme olabilir" seklindeki sözlerini aktariyor ve Gush Emunim'in bu prensip dogrultusunda geçici toprak tavizlerine karsi çikmadigini, Camp David'in de Gush tarafindan bu çerçevede degerlendirildigini bildiriyor.70
1992'deki Isçi Partisi iktidarindan sonra baslatilan baris süreci de, ilk basta bu tür bir "stratejik geri adim" olarak tasarlanmisti. Bu durum, bazi bilinçli Filistinlilerin de gözünden kaçmiyordu. Filistin'in ünlü aydini ve Ortadogu uzmani Edward Said, FKÖ yönetimini uyarmis ve onlara "Talmudist bir milletle karsi karsiya olduklarini unuttuklarini" söylemisti. (Talmudist: Yahudi kutsal kaynagi Talmud'a siki sikiya bagli) Said'in dedigine göre, Israilliler, her satirin, her virgülün ardinda bir tuzak hazirliyor olabilirlerdi.71
Edward Said'in FKÖ'yü yahudi dini kaynaklarina gönderme yaparak uyarmasi bosuna degildi. Çünkü sözkonusu dini kaynaklar, az önce sözünü ettigimiz "stratejik geri adim" teorisini desteklerler. M. Tevrat, "savas için baris" yöntemini söyle açiklar:
Bir sehre karsi cenk etmek için ona yaklastigin zaman, onu barisa çagiracaksin. Ve vaki olacak ki, eger baris cevabi verirse ve kapilarini sana açarsa, o vakit vaki olacak ki, içinde bulunan bütün kavim angaryaci olacaklar ve sana kulluk edecekler.72
Aslinda Israilliler Filistinlilere karsi "stratejik geri adim" teorisini daha önce de denemislerdi. 1992 seçimlerinin ardindan Yitzhak Rabin'in Filistinliler'e yaptigi baris teklifi, 15 yil önce bu kez Likud partisinin lideri Menahem Begin tarafindan yapilmisti. Begin de Filistinlilere Bati Seria ve Gazze'nin belirli bölgelerinde özerklik teklif etmis ve bu yolla Filistin direnisini sona erdirmeyi hesaplamisti. Ancak bu otonomi plani, Begin'in Israil isgalini sona erdirmek istedigi anlamina gelmiyordu; plan gerçekte bir tuzakti. Öyle ki, gerçekten "güvercin" olan bir Israilli, Kudüs Ibrani Üniversitesi'nden Profesör Jacob Talmon, Begin'e yazdigi uzun mektubun basinda söyle diyordu: "Sayin Basbakan, sizin Filistinlilere önerdiginiz otonomi plani, yahudi-olmayanlari susturmak için üretilmis bir tuzaktan baska bir sey degildir..." 73 Begin'in hazirladigi bu tuzak, M. Tevrat'in "savasmadan önce barisa çagirma" yönteminin bir uygulamasiydi...
1992'de ise, Israil devlet aygiti, ayni tuzagin bu kez Isçi Partisi tarafindan kullanilmasini uygun gördü. Isçi Partisi, iyi polis rolünün bir sonucu olarak, Begin'den daha da bonkör davranacak, FKÖ'ye oldukça tatmin edici "bahsis"ler verecekti.
Ancak Isçi Partisi asla bu "baris"in gerçek amacini unutmamaliydi. Baris, asil büyük tehlike olan Islami direnisi tasviye etmek için yapiliyordu. Dolayisiyla, Israil için kutsal toprak sayilan Bati Seria, asla gerçekten elden çikartilmamaliydi. Öyle bir "baris" rotasi çizilmeliydi ki, Israil FKÖ'ye doyurucu bahsisler versin, ama asla Bati Seria'yi bir daha geri dönülemeyecek biçimde elinden çikarmasin.
Israil devlet aygiti tarafindan çizilen bu rota, bir süre iyi gitti. Ancak kisa bir süre içinde, daha önce de benzerleri yasanmis bir sorun ortaya çikti: Isçi Partisi'nin önemli bir bölümü, "baris"in büyüsüne kapilmaya basladilar. Bunlar, Israil devlet aygitinda ve Likud'da bulunan dini ve irksal bilince sahip degildiler. Dolayisiyla Siyonizmin gerçek içerigi-yani Mesih Plani-ile de ilgili degildiler. Konuyu ilkesiz ve pragmatik bir biçimde degerlendiriyor, topyekün bir barisin Israil'in siyasi ve ekonomik çikarlari için yararli oldugunu düsünüyorlardi. Bati Seria'nin tümünü vermeye de razi gibiydiler.
Bu, Israil devlet aygiti ve Likud için kabul edilemez bir durumdu. Rabin suikasti ise bu kabul etmeyisin bir sonucu olacakti, bunu ilerleyen sayfalarda inceleyecegiz. Ama önce Israil devlet aygiti tarafindan çizilen baris rotasina bir göz atalim. Çünkü bu rota, FKÖ ile yapilan barisin aslinda Mesih Plani'na uygun bir biçimde tasarlandigini göstermektedir.
Niçin Gazze-Eriha?
Isçi Partisi iktidarindan kisa bir süre sonra Israil ile FKÖ heyetleri arasinda Norveç'in baskenti Oslo'da gizli görüsmeler basladi. Aylar süren bu görüsmelerin ardindan da, Oslo'daki deklarasyon, Washington'da binbir gürültü ile imzalanan "tarihi el sikisma" ve Gazze-Eriha anlasmasi geldi. Anlasmaya göre, Israil, öncelikle isgal altinda tuttugu topraklarin küçük bir bölümünde, Gazze Seridi'nde ve Bati Seria'da yer alan Eriha kentinde FKÖ'ye otonomi verecekti.
FKÖ'nün denetimine verilecek olan bu iki toprak parçasi, tüm Filistin topraklarinin % 2'sini bile bulmuyordu. Peki acaba neden Israilliler özellikle bu iki bölgeyi FKÖ'nün denetimine vermeyi kararlastirmisti? Bu sorunun cevabiyla ilgili bazi önemli noktalar, Filistin'in ünlü isimlerinden Azzam Tamimi'nin "Niçin Eriha" baslikli bir makalesinde vurgulanmisti. Tamimi, sunlari söylüyordu:
... Gazze, Israil için daima bir huzursuzluk kaynagi olmustur. Israil isgal birliklerine ve yahudi yerlesimcilere yönelik intifada baglantili hareketler Israilli politikacilari bu son derece yogun nüfuslu ve fakir bölgeden tek tarafli olarak çekilmekten sözeden açiklamalar yapmaya itmistir. Israil bir kaç kez Gazze'yi Misir'a iade etmeyi teklif etmisse de Misirlilar bu tekliflerle ilgilenmemistir. Israillilere göre 'Önce Gazze-Eriha' plani Intifada'nin basladigi 1987 yilindan beri kendilerini içine sikismis hissettikleri ikileme son verme konusunda mümkün olan en iyi seçenegi temsil ediyordu. Gazze'nin sebeb oldugu derin çukurdan kurtulmus olacaklardi. Bu yeryüzünün en yogun nüfusuna sahip daracik toprak parçasi sadece pasif direnisin degil, silahli mücadelenin de bir merkezi haline gelmisti. Hamas Islami direnis hareketi Israil'in güvenligine karsi büyük bir tehdit olusturuyor; hem o bölgedeki hemde Bati Seria'daki Yahudi yerlesimcilerin kabusu haline geliyordu. Üstelik, Gazze, Israil için ekonomik ve stratejik degeri olmayan, yerlesim açisindan da pek kiymet tasimayan bir yerdi. Gazze Seridi'ndeki yerlesim bölgeleri 16'yi geçmiyordu ve toplam göçmen sayisi 4.000'di. Oysa Bati Seria'da 132 tane büyük iskan bölgesi vardi ve buralara 120.000 göçmen yerlestirilmisti... Gazze ve Eriha'yi vermek Israillilere bir sey kaybettirmeyecekti. Aksine asayisi saglama köktencilerle savasma sorumlulugunu Filistinli yardimcisina veren anlasma onlarin lehineydi. Bu yardimci, bireysel menfaatler karsiliginda Israil devletine yönelen tehlikeleri bertaraf etmeye muktedir oldugunu ispatlamaya çalisacakti...74
Evet, içinde Hamas'in önemli bir güce sahip oldugu Gazze Seridi'nin FKÖ'nün denetimine verilmesi kadar Israil'in çikarina uygun bir sey yoktu: Bundan sonra Hamas'la, Israil ordusu degil, FKÖ'nün "polis gücü" ugrasacakti.
Koskoca Bati Seria'dan da bir tek Eriha kenti seçilmisti Filistin yönetimine verilmek için. Peki Eriha'nin özelligi neydi dersiniz? Azzam Tamimi, buna da deginiyor ve söyle diyor: "Eriha öteden beri önemsiz görünüyordu. Israil orayi Arz-i Mev'ud'dan (Vaadedilmis Topraklar'dan) saymiyordu. Tevrat'ta bile orasi lanetlenmis bir belde olarak aniliyor; orada oturanlarin da lanetlenmis oldugu ifade ediliyordu." 75
Evet, Israil'in koskoca Bati Seria'da Filistinliler'e vermek için seçtigi Eriha'nin özelligi "lanetli" bir sehir olmasiydi. M. Tevrat'in Yesu bölümünde, 6. Bap, 26. ayette söyle deniyordu: "Ve Yesu o vakit and ederek dedi: Bu sehri, Eriha'yi kalkip bina eden adam Rabbin önünde lanetli olsun. Ilk oglu pahasina onun temelini koyacak ve küçük oglu pahasina onun kapilarini takacaktir."
Kisacasi, Israil'in "baris" anlasmasi bile kutsal kaynaklara uygundu: Anlasma gerçek bir baris için degil, Islami direnisi tasfiye etmek için FKÖ'yle isbirligi kurmak amaciyla yapilmisti. Yani M. Tevrat'in "savas etmek için barisa çagirma" yöntemi uygulanmaya konmustu. Filistinlilere ise, "Yahuda ve Samiriye" olarak anilan "Kutsal Toprak" Bati Seria'nin yegane "lanetli" kenti verilmisti... Hersey kutsal yahudi kaynaklarina uygundu, yani Mesih Plani'na...
Bu nedenle, Isçi Partisi'nin imzaladigi Gazze-Eiha barisi, Israil devlet aygitini ve Likud'u hiç bir sekilde rahatsiz etmedi. Gazze ve Eriha'nin verilmesinde bir sorun yoktu.
Israil devlet aygiti, Bati Seria'nin geneli için de kapsamli bir plan hazirlamisti. Bu plana göre, Israil Bati Seria'daki 120 bin yahudi yerlesimciyi asla geri çekmeyecek, yalnizca bu bölgedeki Arap sehirlerinden geri çekilecekti. Bu geri çekilmenin amaci ise, basta da belirttigimiz gibi, FKÖ ile Islami direnis gruplari arasinda bir çatisma yaratmakti.
Isçi Partisi'nin 'Zekice Isgal' Plani
Bati Seria'daki "stratejik geri adim" planini biraz daha yakindan incelemekte yarar var.
Bati Seria'daki sorunun temelinde su yatiyordu: 1992'ye gelindiginde, Filistin'in yaklasik % 30'unu olusturan bu bölgede 1 milyonun üzerinde Arap ve 120 bin yahudi yerlesimci yasiyordu.76 Israil devlet aygitinin çizdigi Bati Seria plani, bu hassas dengeyi ilginç bir biçimde "stratejik geri adim" teorisine uyarladi. Yitzhak Rabin'in 1990 yilinda söyledigi ""Isçi Partisi, yerlesim birimlerinin büyütülmesi konusunda geçmiste Likud'a göre çok daha fazla is yapmistir ve gelecekte de bu konuda daha fazla is yapabilecek kapasiteye sahiptir... Amerikalilar tek kelime söylemediler, çünkü bunlari son derece zekice insa ettik." seklindeki sözler, Isçi Partisi'ne verilen misyonu açikça ortaya koyuyordu: Bati Seria'nin isgalini "zekice" sürdürmek.
1992'de Isçi Partisi iktidara geldiginde isgal altindaki topraklardan gerçek bir vazgeçme, dolayisiyla gerçek bir baris süreci baslamadi; yalnizca sözkonusu zekice isgal politikasi uygulamaya kondu... Rabin, yerlesim birimleri insasinin "donduruldugunu" açiklamis, fakat fiili olarak insa islemi sürmüstü. Isçi hükümetinin yerlesim birimleri insa politikasi, Rabin'in danismani Shimon Sheves tarafindan hazirlanan plana göre yürütülmeye baslanmisti. Sheves'in plani, yerlesim birimi insasini, "yerlesim birimlerinin gelistirilmesi" gibi daha muglak bir ifade ile sürdürmeyi ve bu birimleri birbirine ve Kudüs'e baglayacak otoyollar yapmayi öngörüyordu.
Otoyollar, Filistinlileri birbirinden ayirip bölme isine de yarayacakti. Amerikan Kongre'sinde uzun yillar üyelik yapmis olan Ortadogu uzmani Paul Findley, "Filistin'in Parçalanmasi" baslikli makalesinde bu konuya deginmis ve isgal altindaki topraklarda baslanan 600 milyon dolarlik otoyol projesinin, yerlesim birimlerini Kudüs'e ve birbirlerine baglamanin yaninda, Filistinlileri alti ayri kantona bölecegine dikkat çekmisti. Filistinlilerin ev ve arazileri parçalanarak yapilacak olan süper-otoyollar, Filistin'i; Nablus, Jenin, Ramallah, Hebron (El-Halil), Dogu Kudüs'te birer ve Gazze Seridi'nde iki olmak üzere alti izole parçaya bölecekti.77 Ayni konuya Noam Chomsky de dikkat çekerek söyle demisti:
Israil asagi yukari bütün 112 yahudi yerlesim bölgesini ve buradaki 100 bin ile 114 bin civarindaki Israillinin kazanilmis haklarini koruyacak, Filistinlilere ise Bati Seria'nin yarisindan az bir kesiminde özerklik verecektir. Filistinliler, üçü kuzey, orta ve güney kantonluklarda, digeri de Dogu Kudüs'te olmak üzere (Bati Seria içinde) dört bölgede gruplandirilacaklar, bu bölgelerde de hem birbirlerinden hem de Dogu Kudüs'ten iliskileri tamamen koparilmis ve Israil'in süper otoyollari ile de kendi içlerinde parçalanmis biçimlerde olusturulacaklardir.78
Kudüs'teki Filistin Insan Haklari Enformasyon Merkezi tarafindan yayinlanan "Zekice Gizleme: Rabin Hükümeti döneminde Isgal Altindaki Topraklardaki Yerlesim Birimi, Agustos 1992-Eylül 1993" baslikli bir rapor da, Isçi Partisi'nin gerçekten de Rabin'in 1990'da söyledigi gibi zekice isgal yürüttügünü gösteriyordu. Raporda bildirildigine göre, yeni yönetim, Likud zamaninda son derece "göstere göstere" yürütülen Ariel Saron'un yerlesim birimi insasi planina karsilik, "daha sofistike bir yöntemle seçici bir ilhak politikasi, bitisik yerlesim birimleri yoluyla Filistinlileri çevreleme ve kusatma metodu" izliyordu.
1992'de Rabin yerlesim birimlerine yapilan tüm yardimlarin askiya alindigini ilan etmis ve bu sayede de son aylarini yasamakta olan Bush yönetiminden daha önce Yitzhak Samir'in alamadigi 10 milyar dolarlik yardim paketini kapmayi basarmisti. Ama bu bir aldatmacaydi. Isçi hükümeti, 76 ayri yerlesim birimine, yerlesimci basina 18.000 dolarlik destek verdi. Yapilan yardimlar "dondurulmak" bir yana daha da artirildi.
Paul Findley, 1992'deki seçimlerde Likud ve Isçi Partisi'nin yer degistirmis olmasinin, Israil'in isgal altindaki topraklari yerlesim birimleri ile kontrol etme politikasinda hiç bir degisiklik meydana getirmedigini yaziyor ve Güney Afrika'daki apartheid biterken, Israil'in yeni tür bir apartheid insa etme çabasi içinde oldugu yorumunu yapiyordu.79
Kisacasi, Israil devlet aygitinin çizdigi "baris" rotasi, Bati Seria'da gerçek bir çekilmeyi degil, yalnizca bir "stratejik geri adim"i öngörüyordu. Yahudi yerlesim birimleri kesinlikle geri çekilmeyecek, yalnizca Arap sehirleri FKÖ'nün özerk yönetimine birakilacakti. Bu ise, Israil devlet aygitinin "baris"la ulasmak istedigi asil hedefe, yani FKÖ'yü Islami direnise karsi kullanma hedefine dogru önemli bir adimdi. Çünkü, Israil, Arap kentlerinden çekilirken, FKÖ özerk yönetiminden israrli bir istekte bulunuyordu: Hamas ve Islami Cihad'in "isinin bitirilmesi."
Israil'in "baris"i, Filistin'de kanli bir iç savas öngörüyordu.
Filistin'de Iç Savas Senaryosu
Israil, FKÖ'den, yönetimi ilk olarak eline aldigi Gazze-Eriha bölgelerinde Hamas'a karsi "caydirici" önlemler almasini önemle istedi. Bölgede gözlemlerde bulunan Milliyet muhabiri Nur Batur bu konuya deginirken söyle diyordu: "Aslinda Israil'in esas amacinin 60 bin askerini yigmasina ragmen kontrol edemedigi Gazze'den ve Hamas'dan kurtulmak oldugu söylenebilir. Simdi Hamas görevi Arafat'a düsmektedir." Peki FKÖ ile Hamas arasinda-Israil provokasyonlarinin da etkisiyle-bir "iç savas" yasanirsa ne olacakti?... Nur Batur söyle ekliyordu: "Bir iç savas çikarsa Israil ne yapacak? Peres'e bu soruyu yönelttigimizde yaniti, 'Arafat'i destekleriz' olmustur. Ama Filistinli gazetecilerin kanisi, Israil'in siniri kapatip uzunca bir süre Filistinlerin birbirlerini öldürmesini bekleyecegi yönündedir." 80
Aslinda Israil, Filistinlilerin birbirlerini öldürmelerini de beklemek niyetinde degildi. Israil gizli servisleri provokasyolar yoluyla FKÖ ile Hamas ve Islami Cihad arasinda çatismalar baslatti. 1994 Kasiminda FKÖ yönetimi ile Hamas arasinda yapilan anlasmanin hemen ardindan Hamas ileri gelenlerine ardarda yapilan saldirilar, bunun bir örnegiydi. Hamas, liderleri, yaptiklari açiklamalarda bu saldirilarin uzlasmadan rahatsiz olan Israil rejiminin ajanlari tarafindan gerçeklestirildigini açiklamislardi.
Israil, FKÖ'ye Islami direnisi yok etme görevi vermisti ve bu çizgiden en ufak bir taviz verilmesini istemiyordu. Noam Chomsky de Israil'in Arafat'a yükledigi misyonu söyle yorumluyordu:
Arafat, Israil'in askeri yönetimine karsi yürütülen her türlü direnisi etkisizlestirme sorumlulugunu yüklendi... Zaten Bati Seria'ya ve Gazze'ye yabanci olan, bölgede bir kökü olmayan FKÖ, simdilerde Israil gizli servisi ile birlikte Intifada'yi veya Israil yönetimine karsi herhangi bir direnisi önlemek görevini üstlenmistir.81
Filistinlilerin haklarini savunmasiyla taninan Israilli fizik profesörü Daniel Amit de bir röportajinda Israil'in hedefinin Islami direnisi tasviye etmek olduguna dikkat çekerek söyle demisti:
ABD ve Israil... Hamas'in büyük tehlike oldugunun farkina vardilar. Zaten bu yüzden anlasma yoluna gittiler. Filistin degisti diye anlasma yapilmadi ki. Filistinliler 20 yildir anlasma yapmaya hazirdi. Israil ve ABD degisti, çünkü tehlikenin FKÖ gibi seküler bir organizasyondan degil, Hamas'tan, özellikle de Misir, Cezayir ve Körfez ülkelerinden gelecegini anladilar... Simdi Hamas'a karsi FKÖ'yü kullanmaya çalisiyorlar... Israil ve ABD gibi güçler Hamas'i kontrol etmek için güçlü bir Filistin otoritesini istiyorlar. ABD ve Israil, olan biteni bir satranç oyunu gibi görüyor: Arafat'i destekliyorlar, çünkü onun dinci tehlikesini ortadan kaldirmasini istiyorlar.82
Zaman geçtikçe Israil'in amaci son derece belirgin hale gelmeye basladi. Israilli askeri uzmanlar, 1995 Mayisinda, FKÖ'nün özerk yönetiminin polis gücünü egitmeye, onlara, toplu gösterileri, halk hareketlerini bastirma ve dagitma konusundaki deneyimlerini aktarmaya basladilar. Tüm bunlar, FKÖ barisiyla birlikte Israil'in savasinin bitmedigini, yalnizca odaklanmis oldugunu gösteriyordu; müslümanlarin üzerine. Bunun için de klasik bir M. Tevrat yöntemi, "kardesi kardese kirdirma" taktigi benimsenmis, Filistinliler arasinda bir iç savasin fitili ateslenmisti. Mossad ajanlari tarafindan korunmaya baslanan Arafat, Israil'in müslümanlara karsi yeni bir karti olarak kullanilacakti. Bazi yorumlara göre, bunda Arafat'in "yahudi asilli" olusunun da bir rolü vardi.83
Aslinda Arafat en bastan beri Israillilerin olumlu baktigi bir isimdi. Bunun en açik göstergelerinden biri, Israil'in Arafat'a göre daha radikal olan bazi FKÖ liderlerini çesitli suikastlerle ortadan kaldirmis olmasina ragmen, Arafat'a hiç dokunmamis olmasiydi. Örnegin FKÖ'nün ikinci adami olan ve Israil'e karsi mücadele konusundaki kararliligi nedeniyle "Ebu Cihad" sifatini kazanan Halil el-Vezir, Tunus'ta Mossad komandolari tarafindan oldukça sofistike bir operasyonla öldürülmüstü. Buna karsin Yahudi Devleti Arafat'a karsi hiç bir zaman bu tür bir operasyon düzenlememisti. Hatta Israilli gazeteciler Dan Raviv ve Yossi Melman'in bildirdigine göre, 1982'deki Lübnan isgali sirasinda Arafat'i vurma sansina sahip olan Israilli keskin nisancilara "vurmayin" emri verilmisti.84
Israil'in, FKÖ'yle kur yaptigi dönem boyunca, bir yandan da Hamas üyelerini sinir disi etmesi, Güney Lübnan'daki sivil yerlesim merkezlerini bombalamasi, Hamas yöneticilerini kaçirmasi, kisacasi, Hamas ve diger Islami direnis örgütlerine yaptigi saldirilari artirmasi oldukça dikkat çekiciydi. Yahudi Devleti, en son, 29 Ekim 1995 günü, Islami Cihad'in lideri Fethi Sakaki'yi Malta'da gerçeklestirilen bir suikastle ortadan kaldirdi.
Ancak tüm bu çabalara karsin, Israilliler FKÖ ile Hamas ve Islami Cihad arasinda ciddi bir çatisma olusturamadilar.Bunda Hamas'in ihtiyatli tavri ve FKÖ'nün de umuldugu kadar "hain" olmamasinin etkisi vardi.
Bu durum ise Israil devlet aygiti için ciddi bir sorundu; "baris"la hedeflenen en önemli sonuç elde edilemiyordu. Bu noktada "baris" konusunda fazla ileri gitmenin ve Bati Seria'yi tümden FKÖ'ye vermenin bir anlami da kalmiyordu.
Iste Isçi Partisi iktidari bu noktada devlet aygitinin sagci çizgisinden ayrildi. Çünkü Isçi Partisi'nin önemli bir bölümü, basta da belirttigimiz gibi, baris sürecine gerçekten inanmaya baslamisti ve önceden çizilmis olan "savas için baris" rotasina uymaya gerek görmüyordu. Yitzhak Rabin'in her geçen gün Simon Peres tarafindan temsil edilen güvercin çizgiye biraz daha kaymasiyla birlikte, baris gerçek amacindan sapti ve basli basina bir amaç haline haline geldi.
1995 Ekiminde Misir'in Taba kentinde parafe edilen anlasma ile de Isçi Partisi hükümeti, Bati Seria'daki Arap sehir ve köylerinin hemen hepsinden çekilmeyi kabul etti. Isçi Partisi'nin bazi yöneticileri ise, Bati Seria'daki yahudi yerlesimcilerin de yavas yavas geri çekilmesinden söz etmeye basladilar. Bu tür ifadeler, Isçi Partisi hükümetinin Israil devlet aygiti tarafindan çizilen "stratejik geri adim" teorisini bir yana bikarak, gerçek bir barisa yöneldiklerini gösteriyordu. Isçi Partisi, onyillardir oynadigi iyi polis rolünün havasina bu kez kendini kaptirmisti. Din ve irk bilinci devlet aygitina ve Likud'a göre çok daha zayif olan Isçi Partili elit, ilkesiz bir pragmatizm içine girmisti.
Israil devlet aygiti, bu duruma seyirci kalamazdi. Daha önce din ve irk bilinci zayif olan yahudiler Siyonizm'e ihanet etmisler, ama yola getirilmislerdi. Simdi ise Israil siyasi sisteminin sol kanadi ciddi bir ihanetin isaretlerini veriyordu. Özellikle de, eskiden beri sahin olan ve bu nedenle devlet aygitinin güvenini Simon Peres'den daha fazla kazanmis olan Yitzhak Rabin'in ciddi bir dönüsüm geçirmesi, kabul edilemez bir hataydi. Radikal dinci gruplar, çoktandir "Rabin bir haindir" sloganlariyla gezmeye baslamislardi.
Iste Rabin suikasti tam bu siralarda gerçeklesti.
Rabin Suikasti-Mossad Hipotezi
4 Kasim 1995 gecesi, Tel-Aviv'de Isçi Partisi tarafindan organize edilen büyük bir "barisi destekleme" mitingi yapilmisti. Ancak toplantinin sonunda Isçi Partisi lideri ve Basbakan Yitzhak Rabin alani terketmek üzereyken bir suikastçi tarafindan yakin mesafeden iki kursunla vuruldu. Hastaneye kaldirildi, ama kurtarilamadi. Hem Israil, hem de tüm dünya sok yasadi. Suikastin en sasirtici yönü ise, katilin Arap degil, Yahudi olusuydu. Israil Basbakani Yitzhak Rabin, "bana vur emrini Tanri verdi" diyen genç Israilli Yigal Amir tarafindan öldürülmüstü.
Yigal Amir, radikal dinci gruplardan Eyal'e üye bir yahudiydi ve Rabin'i, Tanri'nin emirlerine karsi gelerek Yahudi topraklarini Araplara verdigi için öldürdügünü açikladi. Nitekim daha önce de iki kez Rabin'in yakinina kadar sokulmus ve Basbakani sert biçimde protesto etmisti.
Ancak suikastin en ilginç yani, Rabin'in korumalarinin Yigal Amir gibi amatör bir katili durduramamis olmalariydi. Dünyanin en basarili istihbarat örgütü olarak bilinen Mossad ve onun iç güvenlikle sorumlu kolu olan Shin Beth'in bu kadar gafil avlanmis olmasi herkesi sasirtti. Hatta Milliyet, suikasti "Mossad uyudu!" basligi ile mansetten vermisti. Dünya basininda da yogun olarak Mossad ve diger Israil gizli servislerinin nasil olup da böylesine bir gaflet içine düstügü sorusu islendi.
Bu arada, olaya farkli bir bakis açisi getirmeye çalisan ciliz bir kaç yorum daha oldu. Bu yorumlarda, Israil gizli servislerinin olaydaki rolünün "gaflet" degil, "kasit" olabilecegi öne sürülmüstü. Örnegin Güneri Civaoglu, kösesinde, Kennedy'nin CIA tarafindan ortadan kaldirildigi yönündeki delillerden söz ettikten sonra, "Mossad'in beceriksizligi" tezinin pek de o kadar inandirici olmadigindan söz etmisti. Ancak '"komplo teorisyeni" damgasi yeme korkusundan olacak, sözkonusu "Mossad hipotezi"ni fazla dile getiren olmadi.
Oysa "Mossad hipotezi" oldukça makul gözüküyordu. Mossad'in Rabin'e olan geleneksel bakis açisi ve örgütteki asiri sag hakimiyeti göz önünde bulunduruldugunda, Rabin suikastinin üzerindeki sis perdesi önemli ölçüde aralanmaktadir.
Mossad, önceki sayfalarda da degindigimiz gibi, "Israil devlet aygiti"nin en önemli parçasiydi ve kendisini devletin sahibi olarak algiliyordu. Böyle olunca da, hükümetler hakkinda olumlu ya da olumsuz düsünceler gelistirebiliyor, bazi hükümetleri seviyor, bazilarindan ise hoslanmiyordu. Örgütün sevmedigi liderler arasinda ise Yitzhak Rabin vardi. Ostrovsky, By Way of Deception adli ilk kitabinda, Mossad yönetiminin Rabin'e antipati duydugunu ve hatta bu nedenle onun 1977'deki siyasi hezimetinde büyük rol oynadigini anlatmisti:
· siralarda, bir süre Washington'da bulunup CIA ile baglantiyi saglamis olan Efraim (kisaca Effy) adli (Mossad içinden) biriyle tanistim. Adam, Isçi Partisi'nin Yitzhak Rabin liderligindeki hükümetini kendisinin devirdigini söyleyip böbürleniyordu. Mossad Rabin'i sevmezdi... Rabin, Mossad'dan kendisine sunulan islenmis istihbarati degil, ham bilgiyi istiyordu; bu ise örgütün gündemi istedigi gibi yönlendirebilmesini engelliyordu. 1976 Araliginda Rabin... kabinesiyle birlikte istifa etmek zorunda kaldi. Rabin bunun ardindan Mayis 1977'deki Knesset seçimlerine kadar geçici hükümette basbakanlik görevini sürdürdü, bu tarihte de Mehahem Begin basbakan oldu. Mossad bu ise (Rabin'in gidisine) pek sevinmisti. Ancak Rabin'in siyasi kariyerine zarar veren en büyük olay, seçimlerden kisa süre önce taninmis Israilli gazeteci Dan Margalit'in ortaya çikardigi bir 'skandal' olmustu. Israil yurttaslarinin yurtdisindaki bankalarda hesap bulundurmalari kanundisidir. Rabin'in karisinin ise, New York'taki bir bankada 10 bin dolardan az bir hesabi vardi. Basbakanin karisi olarak tüm masraflarinin devletçe karsilanmasi hakkina sahipti, ama yine de yurtdisi gezilerinde bu hesabi kullaniyordu. Mossad bu hesaptan haberdardi, Rabin de Mossad'in bildigini biliyordu. Ama bunu ciddiye almadi. Oysa almaliydi. Zamani gelince Margalit'e Rabin'in bir yurtdisi hesabi oldugu haberi sizdirildi. Efraim, bu bilgileri Margalit'e kendisinin verdigini söylüyordu. Bu skandal, seçimlerde Begin'in Rabin'i yenmesinde önemli rol oynadi. Rabin dürüst bir adamdi, ama Mossad ondan hoslanmiyordu. Sonunda da onu altettiler. Efraim sürekli olarak Rabin'i yenen adamin kendisi oldugunu söyler dururdu. Kimsenin onu yalanladigini duymadim.85
Kisacasi, Mossad Rabin'i sevmiyordu ve onun 1977'deki seçim yenilgisinde de gizli ve önemli bir rol oynamisti. Rabin, 1974-77 arasindaki bu basbakanligindan sonra, tekrar ayni koltuga oturmak için 1992 yilina kadar bekledi. Ve kez de koltugunu Yigal Amir'in kursunlari ve Mossad'in sasirtici "gafleti" ile terketti!...
Acaba 1977'de Rabin'e antipati besleyen Mossad, ayni antipatiyi 1992 sonrasinda da duymus muydu?
Bu soruya çok kesin bir evet cevabi verebiliriz.
Mossad'daki Asiri Sag Egemenligi
Bildigimiz gibi, 1992'de iktidara geldikten sonra Yitzhak Rabin'in en büyük icraati, FKÖ ile baris yapmak oldu. Solcu liderin yaptigi bu baris, önceden de degindigimiz gibi, aslinda Israil devlet aygiti tarafindan planlanmisti ve dogal olarak bu aygitin en önemli kurumlarindan biri olan Mossad'i rahatsiz edemezdi. Nitekim Rabin'in 1990 yilindaki ifadeleri, bu barisin ayni devlet aygitinin planladigi gibi sahte bir baris olacagini haber veriyordu. Barisin gerçek amaci ise, Islami direnisle mücadele isini Arafat'a ihale etmekten baska bir sey degildi.
Ancak Rabin baris konusunda fazla ileri gitti ve kisa zamanda Isçi Partisi'ndeki ilkesiz liberallerin tarafinda geçti. Filistinlilere Gazze Seridi ve Bati Seria'nin tamamini verme egilimi gösterdi. Iste Israil'in sagcilarini-"Kabalacilarin partisi" Gush Emunim'i, Likud Partisini ve diger küçük asiri sagci gruplari-ve devlet aygitini tedirgin eden sey bu oldu. Rabin, yardimcisi Shimon Peres'in telkinlerinin de katkisiyla, gerçekten baris isteyen bir adam görüntüsüne girmisti. Oysa bu, barisi ancak uzun savasin içindeki bir ateskes olarak gören sag kanat için ancak bir "ihanet"ti. Nitekim kisa bir süre sonra Rabin'i "hain" ilan ettiler.
Victor Ostrovsky'nin deyimiyle "Mesihçi dini gruplarin" denetiminde olan Mossad da dogal olarak Rabin hakkindaki sözkonusu "hain" yorumunu benimsedi. Bir "hain"in Israil basbakani olarak kalmasina ise elbette izin veremezdi.
Ostrovsky'nin yazdigina göre, Mossad'a hakim olan bu asiri sagci kadro bu konuda o denli kararliydi ki, 1991 yilinda ABD Baskan'i George Bush'u bile ortadan kaldirmayi planlamisti. Neden, Bush'un, Israil'i Filistinliler'le baris yapmaya zorlamasi ve Likud hükümetinin Bati Seria'da yahudi yerlesim birimleri insa etmek için istedigi 10 milyar dolari israrla vermemesiydi. Mossad'in radikal sagci yönetimi, bunlardan dolayi Bush'u "Büyük Israil" rüyalarinin önüne dikilen büyük bir engel olarak görmüs ve 1991'deki Madrid Baris Konferansi sirasinda öldürmeyi planlamisti. Suç, 7. bölümde inceledigimiz gibi, Filistinlilerin üzerine atilacakti. Bush'un yerine ise, Israil'e olan yakinligini israrla vurgulayan ve Bush'un Ortadogu politikasini benimsemedigini açiklayan Baskan Yardimcisi Dan Quayle geçecekti. Ancak, plan gerçeklesmeden önce basina sizdi ve bu nedenle de iptal edildi.86
Ancak, Mossad'i yöneten "Mesihçi" kadronun basari ile gerçeklestirdigi bir baska suikast vardi. Öldürülen kisi ise son derece ilginçti; Mossad sefi General Yekutiel Adam!... Evet, Mossad'i yöneten sagci kadro, 1982 yilinda örgütün basina yeni atanmis olan generali ilginç bir pusu ile ortadan kaldirmisti. Sebep, sol egilimli ve belli ölçüde "güvercin" olan generalin örgüte hakim olan "sahin" sag kadronun savas planlarini bozmaya kalkmasiydi.
Olay, Israil'in 1982 yazindaki Lübnan isgali sirasinda yasanmisti. Isgal gerçekte bir Mossad planiydi. Örgüt, isgalden çok daha önceleri Lübnan'daki Falanjist Hiristiyanlarin lideri Besir Cemayel ile baglantilar kurmustu ve ülkeyi isgal ettikten sonra da Cemayel'i kullanarak Lübnan'da Israil kuklasi bir devlet olusturmak istiyordu. Plan Basbakan Menahem Begin ve Savunma Bakani Ariel Sharon'a aktarilmis, onlar da Mossad'in gelistirdigi bu plani benimsemislerdi.
Ancak tam bu sirada Mossad'a yeni bir sef, yani General Yekutiel Adam atandi. General, örgütün disindan geliyordu ve örgütü yöneten asiri sagci kadro ile hiç bir ideolojik yakinliga sahip degildi. Bu nedenle de yine bir asiri sagci olan Besir Cemayel'e güvenmiyordu. Bu konudaki görüslerini açikça belli etmis, Lübnan'da Israil kuklasi bir fasist/hiristiyan (Falanjist) devlet kurulmasina karsi oldugunu söylemisti. Mossad'i yöneten kadro dogal olarak büyük bir rahatsizlik içindeydi. General örgüt sefi olarak atanmis, ancak henüz görevine baslamamisti; baslar baslamaz Lübnan macerasi ile ilgili olumsuz bir rapor sunacagi ise kesindi.
Iste tam bu sirada, General Adam yeni koltuguna oturmadan önce Lübnan'daki birliklerine bir veda gezisi yapmak istedi. Geziyi organize etmek ve güvenligi saglamak Mossad'in göreviydi. Gezi son derece ani alinmis bir karardi ve kimse tarafindan bilinmiyordu. Ayrica son derece de gizli tutuluyordu. Buna ragmen, general gidecegi yere vardiktan hemen sonra bir pusuya düsürülerek öldürüldü. Katil, on dört yasindaki Lübnanli bir çocuktu ve olay yerinde General'in korumalari tarafindan vurularak öldürülmüstü. Konuyla ilgili yapilan resmi açiklamalarda, generalin plansiz ve ani bir saldiri sonucunda yasamini yitirdigi söylendi.
Ancak olayin basindan ve hatta hükümetten gizli tutulan bir yani vardi: Suikasti gerçeklestiren Lübnanli çocugun üzerinde, General Adam'in bir fotografi bulunmustu. Bu, çocugun bu is için önceden görevlendirildigini gösteriyordu. Suikast, generalin gezisinden haberdar olan ve onun resmini aninda temin edip suikastçiye verebilecek-Israil'in güvenlik sistemi nedeniyle bu oldukça zor bir istir-bir grup tarafindan organize edilmisti. Ve Mossad'dan baska hiç kimse generalin gezisinden, bu gezinin yeri ve zamanindan haberdar degildi!...
Kisacasi, Ostrovsky'nin de vurguladigi gibi, Mossad'a hakim olan kadro, kendi yayilmaci ve saldirgan hedeflerini karsi çikabilecek olan "güvercin" bir Mossad sefini ortadan kaldirabilmisti.87 Ve, güvercin bulduklari için kendi seflerini öldürenler ya da Israil'i barisa zorladigi için Amerikan Baskani Bush'u öldürmeyi planlayanlar, pek ala Rabin'i de öldürmüs olabilirlerdi.
Shin Bet'in Inanilmaz "Ihmal"leri
"Mesihçi" radikal sagcilarin kontrolünde olan Mossad, "baris süreci" sirasinda gösterdigi "ihanet" nedeniyle Rabin'e siddetli bir antipati duyuyordu. Rabin suikasti sirasinda yasanan olaganüstü "Mossad gafleti" iste bu antipatinin bir sonucuydu. Rabin'in normale göre çok az görevli tarafindan korunmasi, çelik yelek giymeye tesvik edilmemesi, Yigal Amir'in elini kolunu sallayarak Basbakan'a üç el ates edebilmesi hep bu antipatinin birer göstergesiydiler.
Olayin en ilginç yönü ise, Rabin'e suikast yapilacagina dair bir ihbarin önceden güvenlik servisine ulasmis olmasiydi. Israil radyosunda açiklanan haberlere göre, suikastten haftalar önce radikal sagci yahudilerden biri, Rabin'e karsi bir suikast plani oldugunu Israil polisine haber vermisti. Slomo Halevi adli muhbir, Yigal Amir'in ismini vermemisti, ama, yasi, esgali ve okudugu üniversiteyi bildirmisti. Buna göre, "polis, suikast planini ve suikastçilardan birinin 25 yasinda, kisa boylu, siyah saçli bir erkek ve militan yahudi örgütü Eyal'in üyesi oldugunu biliyordu." 88
Israil polisi, kendisine ulasan bu bilgileri Rabin'in güvenligini organize etmekle görevli olan Shin Bet (öteki adi Sabak, Mossad'in iç güvenlikle ilgili kolu) elemanlarina aktardilar. Ancak buna ragmen, Shin Bet ajanlari hiç bir tedbir almadilar. Okudugu üniversite ve esgali belli olan Yigal Amir'i bulup tutuklayabilirlerdi, ama hiç bir sey yapmadilar. Olayin daha da ilginç bir yönü vardi; Shin Bet elemanlari aldiklari ihbari Rabin'in yakin korumalarina da bildirmemislerdi. Eger bunu yapsalardi, korumalar suikast aninda Rabin'e yaklasmakta olan Yigal Amir'i kolaylikla teshis edip etkisiz hale getirebilirlerdi. Bu arada Yigal Amir'e silah temin eden kisinin de Israil ordusunun elit bir birliginde görev yapan Arik Schwartz adli bir çavus oldugu ortaya çikti. Tüm bunlar o denli süphe vericiydi ki, Hürriyet bile konuyla ilgili haberinde "Rabin Suikastinda Gizli Servis Parmagi" basligini kullanmisti.89
Sorusturma sirasinda, Yigal Amir'in suikast gecesi asiri derece rahat bir biçimde uzun süre ortalikta dolasabildigi de ortaya çikti. Amir, tabancasiyla VIP'lerin araçlari için ayrilmis olan otoparkta iki saat gezinmis, ancak hiç bir Shin Bet ajani Amir'e niçin orada dolastigini sormamisti. Buna, "tribünde bulunanlardan birinin soförü sandik" açiklamasi getirildi. Oysa rahatlikla kimlik kontrolü yapilip Amir yakalanabilirdi.90
Shin Bet'in tavrinda "kasit" sezinlememek mümkün degildi. Suikasttan bir kaç gün sonra Israil televizyonunda yapilan bazi yorumlarda bile, Rabin'in güvenliginden sorumlu olan güvenlik servisi Shin Bet'in içinde asiri sagin çok güçlü oldugu ve bu durumun suikast sirasindaki "ihmalkarliga" neden olmus olabilecegi söylenmisti.91
Ancak tüm bu bilgilerin suikasti izleyen hafta içinde birer birer ortaya çikmasi, Mossad'i rahatsiz etti. 12 Kasim günü, yani suikasttan 8 gün sonra, Israil polisi Rabin suikasti ile ilgili haberlere sansür koydu. Polis sözcüsü Eric Bar-Chen, sorusturma seyri boyunca, güvenlik servisleriyle isbirligi içinde hazirlanacak "periyodik basin bültenleri" disinda gazetelere bilgi verilmeyecegini açikladi.92 Yani, artik basina verilecek haberler, Mossad ve Shin Bet'in onayindan geçecekti. Suikastin içyüzünün ört-bas edildigini görebilmek için, bundan daha açik bir gösterge olamazdi herhalde.
Mossad, suikastin organize bir komplo oldugunu savunan sesleri de kisa süre içinde susturdu. Bunlarin arasinda Güvenlik Bakani Mose Sahal bile vardi. Suikastten hemen sonra, "eylemi en ince ayrintilarina degin planlamis olan organize bir örgüt"ün varligindan söz eden ve "eger bir altyapinin ve bir grup insanin destegi olmasaydi, cinayet gerçeklesemezdi" diyen Sahal, nedendir bilinmez, bir hafta içinde tüm bu düsüncelerinden vazgeçti ve "kendisinin de bu gülünç seylere inanmadigini" açikladi.93 Peki tetikçi, yani Yigal Amir kimdi?
Rabin'in Katilinin Mossad Baglantilari
Yitzhak Rabin'i vuran Amir, Israil güvenliginin bulgularina göre, Haham Meir Kahane'nin izinden giden Eyal adli radikal dinci grubun üyesiydi. Israil Polis Bakani Mose Shalal, Amir'in bireysel bir eylemci olmadigini, örgüt destegi ile suikasti gerçeklestirdigini ve hatta bu is için bazi hahamlardan "fetva" aldigini açiklamisti. Bu hahamlar, Kahane'nin görüslerini benimseyen hahamlardi.
Kahane'ye ise önceki sayfalarda deginmistik. Kendisine "Judeo-Nazi" lakabi takilan bu fanatik haham, önce ABD'de Jewish Defence League adli yahudi terör örgütünü, sonra da Israil'de Kach adli radikal partiyi kurmustu. Israil liderleri yillar yili Kahane'yi kinadiklarini, fanatik düsüncelerini benimsemediklerini söylediler. Oysa, yine önceki sayfalarda degindigimiz gibi, görünüsteki bu ayriliga ragmen, Kahane ile Israil devlet aygiti arasinda gizli iliskiler vardi. Mossad, yolladigi gizli kuryelerle Kahane'yi yönlendirmisti. Victor Ostrovsky de, "Mossad'in Kahane'nin adamlari ile direk baglantilar içinde oldugunu" yazar.94
Kisacasi, Mossad, "Kahane'nin adamlari"ni uzaktan kumanda ile yönetmisti her zaman. Ve simdi, 4 Kasim 1995 gecesi, Mossad'in hiç sevmedigi Rabin, "Kahane'nin adamlari"ndan biri tarafindan öldürülüyordu.
Nitekim suikastin ikinci haftasinda, Yigal Amir'in Israil gizli servisinde çalismis eski bir ajan oldugu ortaya çikti. Ingiliz The Observer gazetesinin "güvenilir Israil kaynaklari"na dayanarak verdigi habere göre, Amir, 1992 yilinda üç ay boyunca Litvanya'da Ibranice dersleri vermis ve bu süre boyunca Shin Bet adina, SSCB'den yahudileri gizlice kaçirmakla görevli olan NATIV adli kurulusta gizli faaliyet göstermisti. Haberde, bu gizli görevi sirasinda elde ettigi kimlik karti sayesinde Amir'in Yitzhak Rabin'e yaklasabildigi de yaziliydi. Verilen bilgiler arasinda, Amir'in üyesi oldugu Eyal grubunun lideri olan Avishai Raviv'in "Sampanya" kod adiyla Shin Bet'e bagli olarak çalistigi da yer aliyordu. 95
Her sey oldukça açikti. Ostrovsky'nin deyimiyle "Mesihçi gruplarin egemenliginde olan ve gittikçe daha da asiri saga kayan" Mossad, Rabin'in "baris süreci" konusunda fazla ileri gittigine inanmisti. Örgüt, Rabin'in bir Israil taktigi olan "baris"a gerçekten inanmaya basladigini düsünmüs ve Yigal Amir gibi bir aparatçik kullanarak Basbakani ortadan kaldirmisti.
Peki Rabin'i öldürmekle ne sonuca varabilirlerdi? Ilk basta Rabin suikastinin Isçi Partisi'ne yarayacagi ve sag kanadin popülaritesini düsürecegi yorumlari yapilmisti. Oysa bu yalnizca geçici bir duygusal egilimdi. Suikast sonrasi olusacak olan siyasi tabloyu analiz eden Newsweek, Rabin suikastinin kisa ve uzun vadeli iki sonucu olacagini yazmisti. Kisa vadede suikasta duyulan tepki nedeniyle Israil toplumunda baris yanlisi egilimler agir basacakti. Fakat uzun vadede, isler tersine dönecekti. Çünkü Rabin, "baris" için Israil toplumuna liderlik edebilecek tek isimdi. Onun halefi olan Simon Peres, Rabin'in popülarite ve güvenilirligine sahip degildi; çogu Israilli seçmen tarafindan fazla ilimli bir entellektüel olarak görülüyor ve kendi idealleri için Israil'in güvenligini tehlikeye atabilecek bir adam olarak algilaniyordu.96
Tam bir yil sonraki seçimler ise uzun vadeli sonuçlardan etkilenecekti. Mossad, Rabin gibi popüler ve güvenilir bir liderden yoksun olan Isçi Partisi'nin 1996'daki seçimleri kaybedecegini ve Gush Emunim'in sadik müttefiki olan Likud'un seçimi kazanacagini hesaplamisti.
Rabin'in öldürülmesinin ardindan, "Mesihçi" dini gruplarin üyelerinden biri olan Lea Rabinovich söyle demisti: "Böyle bir olay meydana gelmisse, bunun nedeni Mesih'in ortaya çikisinin yaklasmis olmasidir. Bu (suikast) bir 'mitzva', yani dini bir eylemdir." 97
Bir baska deyisle, Rabin suikasti da Mesih Plani'nin içinde yer alan bir eylemdi. Taktik geregi uygulamasi gereken bir sahte barisa gerçekten inanmaya baslayan bir Israil basbakani, hatasinin cezasini ödemisti.
"Mesihçi gruplarin egemenliginde olan ve gittikçe daha da asiri saga kayan" Mossad ise, suikast sonrasi yapilan yorumlarda dendigi gibi "uyumuyor", aksine Mesih'in ayak seslerini dinlemeye devam ediyordu.
Bölümün basindan bu yana inceledigimiz bilgileri özetlersek sunlari söyleyebiliriz: Israil Devleti, Kolomb'un yola çikmasiyla uygulamaya konan 500 yillik Mesih Plani'nin bir sonucu ve asamasi olarak kurulmustur. Mesih inanci, bu devletin temelidir.
Israil'in FKÖ'yle yaptigi baris ya da Ürdün'le yaptigi baris ve Suriye'yle olan yakinlasmasi ise, geçici bir ateskes olarak tasarlanmistir ve Islami muhalefeti ortadan kaldirmayi hedeflemektedir.98 Çünkü Islami muhalefet, olabilecek en büyük tehlikedir ve Israil yoluna, Mesih Plani'na bu "pürüz"ü ortadan kaldirmadan devam edemez. (Oysa bu "pürüz" basina gittikçe daha büyük dertler açacaktir, birlikte görecegiz.)
Israil devlet aygiti asil düsmani olan Islam'la çatismak için bu ülkeleri yanina alirken, bir yandan da onlarin kuyusunu kazmaya devam edecektir. Israil, barisçi görüntüsü altinda, Oded Yinon'un raporunda açiga çikan bölge ülkelerini parçalama stratejisini sürdürecektir. Bu arada bölgede esecek rüzgarlar da bu stratejiyi kolaylastiracaktir. Bu rüzgarlar, Yeni Dünya Düzeni'nin "demokrasi" adli muglak slogani ve etnik milliyetçiliktir. Demokrasi, baskici rejimlerin egemenligi altinda birarada duran Arap ülkelerini dagilmaya götürürken, etnik milliyetçilik bu süreci daha da hizlandiracaktir.
Ancak Israil devlet aygiti bir de ülke içinde mücadele vermek durumundadir. Diger pek çok toplum gibi Israil de homojen bir toplum degildir. Ülkede, kendini Mesih Plani'na ve kutsal kaynaklara adamis olan "dindar Siyonist"lerin yanisira, hiç bir ilkesi olmayan, yalnizca pragmatik politikalara inanan genis bir kesim de vardir. Isçi Partisi tarafindan temsil edilen bu kesim uzun yillar boyunca "Mesihçi" akimla uyum içindeydi, ama son yillarda iki taraf arasinda ciddi bir çatisma dogdu. Rabin suikasti ise hem bu iki taraf arasindaki çatismayi, hem de çatismanin yönünü gösterdi: Mossad'a ve devlet aygitina sahip olan sagci, "Mesihçi" kadro, ne olursa olsun Plan'i sürdürmek hedefindedir ve her türlü engele karsi da yoluna devam edecektir. Bu kadronun, devlet ve ordu içindeki örgütlenmesini her geçen gün daha da gelistirmesi önemli bir isarettir.99
Bu arada, büyük olasilikla, Israil devlet aygiti sözde "fanatik bir grubun yaptigi kontrolsüz bir eylem" ya da bir "kaza" sonucunda Mescid-i Aksa'yi havaya uçuracaktir. Mesih'in gelisi için geriye bir tek Tapinak'in insasi, Tapinak'in insasi için de Mescid-i Aksa'nin yok edilmesi kalmistir çünkü. Bu eylemin yaratacagi radikalizm dalgasi ayni zamanda Israil'deki baris yanlisi kanadi da zayiflatip ortadan kaldiracak, büyük bir "Armagedon" kaçinilmaz hale gelecektir.
Iste o anda, tarihin çok önemli bir dönüm noktasina gelinmis olacaktir.
Bu konuya yeniden deginecegiz.
Bölüm Notlari:
1 "Rabin Gitti, Mesih Geliyor!", Yeni Safak, 9 Kasim 1995. 2 New York Times, 13 Aralik 1951. 3 M. Lilienthal, What Price Israel, ss. 194-195. 4 Türkkaya Ataöv, Siyonizm ve Irkçilik, 2.b., Ankara: Birey ve Toplum Yayinlari, Mart 1985, s. 54. 5 M. Lilienthal, What Price Israel, s. 197. 6 Stephen Green, Taking Sides: America's Secret Relations with a Militant Israel, s. 50; "Secret Weekly Intelligence Report 112 from the office of the Director of Intelligence OMGUS", July 3, 1948) 7 Stephen Green, Taking Sides, ss. 50-51. 8 Ibid., s 51; "Secret Weekly Intelligence Report 113 from the office of the Director of Intelligence OMGUS, July 10, 1948. 9 Türkkaya Ataöv, Siyonizm ve Irkçilik, s. 55. 10 Andrew J. Hurley, Israel and the New World Order, s. 288. 11 Davar, 25 Ocak 1972. 12 Irak, Etiyopya, Yemen Yahudileri ile Neve Salom ve benzeri sinagog bombalamalari hakkinda ayrintili bilgi için bakiniz: Harun Yahya, Soykirim Yalani: Siyonist-Nazi Isbirliginin Gizli Tarihi ve "Yahudi Soykirimi" Yalaninin Içyüzü, Istanbul: Alem Yayincilik, 1995. 13 Salom, 22 Nisan 1992. 14 Sovyet yahudilerinin Israil'e göçü hakkinda bkz. Harun Yahya, Soykirim Yalani: Siyonist-Nazi Isbirliginin Gizli Tarihi ve "Yahudi Soykirimi" Yalaninin Içyüzü, Istanbul: Alem Yayincilik, Aralik 1995. Bu kapsamli operasyon sonucunda yüzbinlerce Soyvet yahudisi Israil'in yolunu tuttu. 15 Amnon Rubinstein, The Zionist Dream Revisited: From Herzl to Gush Emunim and Back, 1.b., New York: Schocken Books, 1984, s. 40. 16 Ibid. 17 Roger Garaudy, Siyonizm Dosyasi, Çev. Nezih Uzel, 1.b., Istanbul: Pinar Yayinlari, Ekim 1983, ss. 31-32. 18 Ibid., s. 35. 19 Jerusalem Post, 10 Agustos 1967. 20 Le Monde, 15 Ekim 1971. 21 Sunday Times, 15 Haziran 1969. 22 Benjamin Beit-Hallahmi, The Israeli Connection: Who Israel Arms and Why, 1.b., New York: Pantheon Books, 1987, s. 244. 23 Roger Garaudy, Siyonizm Dosyasi, Çev. Nezih Uzel, 1.b., Istanbul: Pinar Yayinlari, Ekim 1983, s. 93. 24 Davar, 12 Aralik 1978. 25 Roger Garaudy, Siyonizm Dosyasi, s. 193. 26 Richard Curtiss, "The Good Cops and Bad Cops Who Killed The Peace Process", Washington Report on Middle East Affairs, Haziran 1995. 27 Ibid. 28 Eustace Mullins, The World Order: Our Secret Rulers, 2.b., Staunton: Ezra Pound Institute of Civilation, 1992, s. 167. 29 Richard Curtiss, Washington Report on Middle East Affairs, Haziran 1995. 30 Noam Chomsky, Kader Üçgeni: ABD, Israil ve Filistinliler, Çev. Bahadir Sina Sener, 1.b., Istanbul: Iletisim Yayinlari, Ocak 1993, ss. 78-79. 31 Ibid., ss. 83-84. 32 Paul Findley, Washington Report on Middle East Affairs, Kasim/Aralik 1994. 33 Ehud Sprinzak, The Ascendance of Israel's Radical Right, New York: Oxford University Press, 1991, s. 43. 34 Sözkonusu anti-Siyonist hahamlara 4. bölümde deginmistik: Bunlar, Kabala geleneginden uzak hahamlardi ve Mesih'in gelisinin ilahi bir olay oldugunu, o gelmeden önce ya hudilerin Kutsal Topraklar'a dönmesinin yanlis olacagini öne sürüyor, ayrica Siyonistlerin çogunun dindar olmayisina da büyük tepki gösteriyorlardi. Buna karsin Kabala gelenegine bagli "dindar Siyonistler", Kutsal Topraklar'a dönüs ve benzeri kehanetlerin insan eliyle gerçeklestirilecegini bildirmis, bu nedenle de laik Siyonistlerle isbirligi yapmislardi. 35 Ehud Sprinzak, The Ascendance of Israel's Radical Right, ss. 110-111. 36 Ibid., s. 111. 37 Amnon Rubinstein, The Zionist Dream Revisited, s. 106. 38 Ibid., s. 107. 39 Victor Ostrovsky, The Other Side of Deception: A Rogue Agent Exposes the Mossad's Secret Agenda, New York: Harper Collins Publishers, 1994, s. 272. 40 Ehud Sprinzak, The Ascendance of Israel's Radical Right, s. 116. 41 Ibid., s. 113. 42 Muharref Tevrat, Tesniye, Bab 12/25. 43 Yehoshafat Harkabi, Israel's Fateful Hour, New York: Harper & Row Publishers, 1988, s. 183. 44 Ibid., s. 143. 45 Ralph Schoenmann, Siyonizmin Gizli Tarihi, s. 103. 46 Noam Chomsky, The Guardian, 7 Temmuz 1982. 47 Israel Shahak, The Zionist Plan for the Middle East, Massachusetts: Belmont AAUG, , s. 5. 48 Ibid., ss. 4, 5, 9. 49 Sedat Sertoglu, Sabah, 20 Temmuz 1994. 50 Israel Shahak, The Zionist Plan for the Middle East, s. 8. 51 Washington Report on Middle East Affairs, Temmuz 1992. 52 Israel Shahak, The Zionist Plan for the Middle East, s. 8. 53 Ibid., ss. 9-10. 54 Noam Chomsky, Kader Üçgeni: ABD, Israil ve Filistinliler, Istanbul: Iletisim Yayincilik, 1993, s. 536. 55 Ibid., ss. 535-536, 539. 56 Ralph Schoenmann, Siyonizm'in Gizli Tarihi, s. 109. 57 Yinon'un planinda sözü edilmeyen, ancak bir bölümü Vaadedilmis Topraklar'a dahil olan bir ülke daha var. Bu ülke, Türkiye'dir ve "Firat'in dogusu" denen kesim bu topraklara dahildir. Yinon sözünü etmemis de olsa, Ariel Saron, bir zamanlar çok gürültü koparan "Türkiye ilgi alanimiz içindedir" seklindeki açiklamasiyla bu konuya dikkat çekmisti. Ve ne ilginçtir, bugün "birileri", "Firat'in dogusu"nu Türkiye'den ayirma çabasi içindedir! Bu konu Türkiye'yi konu edinen 9. bölümde daha ayrintili olarak incelenmektedir. 58 Amnon Rubinstein, The Zionist Dream Revisited, s. 116. 59 Roger Garaudy, Siyonizm Dosyasi, s. 99. 60 Ibid., s. 101. 61 Ibid., s. 93. 62 Lenni Brenner, The Iron Wall: Zionist Revisionism from Jabotinsky to Shamir, London: Zed Books, 1984, ss. 141-143. 63 De'ot, 23 Subat 1968. 64 Ilk yillarda Israil birlikleri tarafindan; Kudüs'te 30, Betlehem'de 7, Hebron'da 16, Yafa'da 23, Ramle'de 31, Lidda'da 28, Jenin'de 4, Tulkarm'da 21, Hayfa'da 35, Akre'de 20, Nasira'da 6, Safed'de 68, Taberiye'de 23, Bisan'da 28, Gazze'de 46 Arap köyü yok edilmistir. 65 Ralph Schoenmann, Siyonizm'in Gizli Tarihi, ss. 79-95. 66 Washington Report on Middle East Affairs, Haziran 1994. 67 Andrew & Leslie Cockburn Dangerous Liaison: The Inside Story of the US-Israeli Covert Relationship, s. 184-185. 68 Ibid., s. 186. 69 Israel Shahak'in "Poverty, Religious Instruction Breed Xenophobia in Israel" baslikli sözkonusu makalesi, Washinton Report on Middle East Affairs dergisinin Temmuz/Agustos 1994 tarihli sayisinda yayinlandi. M. Tevrat'in Amalek kabilesi hakkinda verdigi katliam emri ise I. Samuel, Bab 15/3'de söyle geçiyordu:isti. (Dan Raviv, Yossi Melman, Every Spy a Prince, s. 264) Dolayisiyla Hafiz"Ordularin Rabbi söyle diyor: Amalek'in Israil'e yaptigini, Misir'dan çiktigizaman yolda ona karsi nasil durdugunu arayaca gim. Simdi git, Amaleki vur veçocuktan emzikte olana, öküzden koyuna, deveden esege kadar hepsini öldür." 7onlarin herseylerini tamamen yok et ve onlari esirgeme ve erkekten kadina,0 Ehud Sprinzak, The Ascendance of Israel's Radical Right, ss. 110, 112.71 Washington Report on Middle East Affairs, Haziran 1994.ceptions: Facing the FACTS about the U.S.-Israeli Relationship, 1.b., New Y72 Kitabi Mukaddes: Eski ve Yeni Ahit. Istanbul: Kitabi Mukaddes Sirketi, 1981, Tesniye, Bab 20/10. 73 Paul Findley, Deliberate D eork: Lawrence Hill Books, 1993, s. 162. 74 Azzam Tamimi, "Niçin Eriha?", Nehir, Subat 1994. 75 Ibid. 76 1967'den bu yana, Arap-Israil sorununun en önemli boyutu, Israil'in isgalri "yahudilestirerek" ilhak etme yoluna gitmistir. "Yahudilestirme"nin yöntemi,altinda tuttugu topraklardir. Yahudi Devleti, Alti Gün Savasi'nda isgal ettigi; Bati Seria, Dogu Kudüs, Gazze Seridi ve Golan Tepeleri'nden çekilmemis, aksine bu toprakl a isgal altindaki topraklara kurulan yahudi yerlesim birimleridir. Buralara; bu isi bir misyon olarak gören-ve özellikle de Gush Emunim tarafindan koordine edilen-radikal yahudiler, yerlesim birimlerinin ekonomik imkanlarindan yararlanmak isteyendefalarca BM tarafindan protesto edilen bu uygulama, muhtemel bir Arap-Israil baIsrailliler ya da diasporadan Israil'e dönüs yapan göçmenler yerlestirilmistir. 1967'den bu yana isgal altindaki topraklara, Dogu Kudüs'le birlikte 250 bini askin yahudi konuslandirildi. Uluslararasi hukukun temel kurallarina aykiri olan ve risinin önündeki en büyük engeldir. Eger Israil gerçekten baris istiyorsa, bunun tek inandirici göstergesi, isgal altindaki topraklarda yerlesim birimleri insa etmeyi durdurmasi ve eskilerinden de çekilmesidir. Bu yapilmadigi takdirde, Israil'in isgal ettigi topraklariemberment", Washington Report on Middle East Affairs, Ocak/Subat 1995. 80 Nur B"yahudilestirme" hedefinden caymadigi ve dolayisiyla da baris istemedigi ortaya çikmis olur. 77 Paul Findley, Palestine's Dismemberment", Washington Report on Middle East Affairs, Ocak/Subat 1995. 78 Noam Chomsky, Milliyet, 1 Ekim 1993. 79 Paul Findley, "Palestine's Dis matur, Milliyet, 2 Kasim 1994. 81 Noam Chomsky, Milliyet, 1 Ekim 1993. 82 Daniel Amit, Tempo, 28 Aralik 1994. 83 Yaser Arafat'in yahudi kökenli olduguna dair çesitli iddialar son dönemde gündeme geldi. 6 Ekim 1995 tarihli Yeni Safak gazetesinin haberine göre, Suriye Savunma Bakaniuriye ordusunda görevli bir Filistinli subay olan ve su an hayatta bulunmayanMustafa Tlass, FKÖ lideri Yaser Arafat'in yahudi asilli olmasinin kuvvetli bir ihtimal oldugunu ileri sürmüstü. Tlass, iktidardaki Baas Partisinin resmi yayin organinda yayinlanan bir yazida, "Israil Basbakani'nin Arafat'in yahudi olduguna dair sözlerini" hatirlatmis, " SYusuf Arabi'nin sürekli olarak Arafat'in bir yahudi oldugunu ve gelecegin bunu ispat edecegini bildiren sözlerinden" bahsetmisti. Bunlarin yanisira, Israil ile sürdürdügü baris süreci boyunca Arafat'in en önemli danismanlarindan biri olan Gabriel Banon'un da bir Fas yahudisi olusu ilginçti.ctor Ostrovsky, The Other Side of Deception, ss. 278-282. 87 Ibid., ss. 56-57.84 Dan Raviv, Yossi Melman, Every Spy a Prince: The Complete Story of Israel's Intelligence Community, Boston: Houghton Mifflin Company, 1991, s. 276. 85 Victor Ostrovsky & Claire Hoy, By Way of Deception: An Insider's Devastating Expose of the Mossad, London: Arrow Books, 1991, ss. 122-123. 86 V i88 "Rabin Pisi Pisine Öldürüldü", Yeni Yüzyil, 13 Kasim 1995. 89 "Rabin Suikastinda Gizli Servis Parmagi", Hürriyet, 13 Kasim 1995. 90 "Shin Bet'in Garip Kayitsizligi", Yeni Yüzyil, 19 Kasim 1995. 91 "Israil Sabak'i Sorguya Çekti", Yeni Safak, 12 Kasim 1995. 92 "Rabin Suikastinda Gizli Servis Parmagi", Hürriyet, 13 Kasim 1995.inin ardindan tüm Ortadogu'da "baris" rüzgarlari esmeye basladi. An93 "Israil Komplo Tezine Siddetle Karsi Çikiyor", Salom, 29 Kasim 1995. 94 Victor Ostrovsky, The Other Side of Deception, s. 236. 95 "Rabin'in Katili Gizli Ajan Çikti", Sabah, 20 Kasim 1995. 96 "Will Peace Survive?", Newsweek, 13 Kasim 1995. 97 "Rabin Gitti, Mesih Geliyor!", Yeni Safak, 9 Kasim 1995. 98 Israil'in FKÖ ile anlasma scak bu "baris" gerçekte yeni bir savas için cephe olusturmak amacini güdüyordu. Israil, Islam'a karsi vermeyi düsündügü mücadelesinde, Ortadogu'daki tüm Islam-disi unsurlari yanina katmaya karar verdi. Bölgede müslümanlara karsi bir tür "kutsal-olmayan ittifak" kurulmaya baslandi. Bunun FKÖ'den sonraki ikinci örnegi Ürdün Krali Hüseyin'le yapilan baristi.stlarina yetistirmis, hatta 1973'teki Misir-Suriye saldirisini (Yom KippuDünya medyalarinda "yarim asirdir süren düsmanligin bitimi" gibi dramatik sözlerle tanitilan Israil-Ürdün anlasmasi, Kral Hüseyin'in gerçek yüzünü taniyanlar için hiç de dramatik degil, tam tersine komikti. Çünkü Kral Hüseyin zaten onyillardir Israil'in sadik bir dostuydu. Israil'e çok hizmet etmisti: Defalarca Israil aleyhtari gelismeleri Tel-Aviv'li d or Savasi) bir kaç gün öncesinden Israillilere "gammazlamis"ti. Buna karsilik Mossad, mesruiyeti kendinden menkul krali defalarca darbe ve suikastlerden korumus, hatta Kral Hüseyin'e hediye olarak "bayan arkadaslar" bile saglanmisti. (William Blum, The CIA; A Forgotten History: US Global Interventions Since World War II, 4.b., London: Zed Books, 1991, s. 224) Kudüslü efendileri çagirdigi takdirde Islam'a karsi Israil'lesmada, Lübnan'i parçalamak ve FKÖ'yü güçsüz kilmak için bir Israil-Suriye ortaisbirligi anlasmasi imzalamak, bu garip kral için oldukça olagan bir görevdi. Ancak Suriye'nin Israil'le son dönemlerde il ginç bir yakinlasma içine girmesi, kuskusuz daha ilginç bir durumdu. Gerçi Hafiz Esad da yillardir bazi kanallari kullanarak Israillilerle gizli görüsmeler yapiyordu. Örnegin, Ocak 1982'de Ariel Saron ve yardimcisi Tamir, Cenevre'de Hafiz Esad'in kardesi Rifat Esad ile gizlice bulusmustu. Bu gizli buluk plani yapilm Esad daha önceleri de Israil'le "stratejik isbirligi"ne girebiliyordu.Ama yine de Körfez Savasi sonrasina kadar simdiki gibi açiktan açiga yürütülen biryumusama sözkonusuldu ve ayni anda hem ABD hem de Israil Suriye'ye göz kirpmaya basladilar. Bill Clolamazdi. Ama olan ointon dünyanin saskin bakislari altinda Sam'i ziyaret etti.dukça yakin. 1993 yilindan itibaren bu konuda Israil ve Suriye arasinda gizliIsrail ve Suriye arasinda bir baris anlasmasi imzalanmasi o l görüsmeler sürüyor. Görüsmelerin yeri ise Istanbul... (The Jerusalem Report, 27 Ocak 1994)ashington muhabiri oldugu siralarda yazdigi "ABD ve Suriye" baslikli bir yazisPeki Bu Israil-Suriye yakinlasmasinin altinda ne yatmaktadir?.. Serdar Turgut, Hürriyet'in Winda bu konuyu gayet iyi açikliyordu. Yazida geçen "ABD" kelimelerinin yerine "Israil" kelimeleri koyarak da okuyabilirsiniz:i yillarda dünya düzeni üzerinde yaptigi hesaplar düsünülmel idir. Amerikan yönetimi"ABD'nin Suriye'ye neden özel ilgi göstermeye basladigi sorusuna cevap bulabilmek için ilk önce Amerikan yönetiminin ikibin l, çok da uzakta olmayan bir gelecekte radikal Islami hareketin dünya ölçeginde Bati ile çatismasini tirmandiracagini tahmin ediyor...Bu nedenle özellikle Misir, Türkiye,asina bir bakildiginda Suriye radikal Islami hareket tarafindan sisteme karCezayir gibi ülkelerde olanlar ve olacaklar Amerika tarafindan yakin takibe alinmis durumda...Iste bu asamada Suriye bir baska boyutuyla ABD'nin önüne çikiyor. Arap dün ysi yöneltilen tehditi en az hisseden ülke durumunda. Tabii Irak'i 'özel durumu' nedeniyle bir kenara birakmak zorundayiz. Radikal Islami tehdidin daha da tirmanmasi durumundasken Suriye laik düzen konusunda büyük bir istikrar gösteriyor. Tabii ki bu istikrar hiçABD'nin Irak ve hatta Saddam ile iliskilerini tekrar olumlu yöne kaydirmasi da sasirtici olmayacak. Ancak buna daha zaman var. Misir'da büyük bir sistem krizi yasanmaya baslam ibir demokrat düsünceli insanin destek veremeyecegi bir dizi uygulama sonucunda elde edildi. Binlerce insan hapse atildi. 1982 yilinda Müslüman radikallerin ayaklanmasi, sistemli bir katliamla engellendi.hareketin yükselmesinden ve özellikle bizim bölgemizde düzeni bastan asagiya degisEvet bunlar oldu. Ama simdi ABD her zaman çok önem verdigi insan haklari, demokrasi gibi kavramlari bir yana iterek terörist devlet Suriye ile resmi iliskilerini düzenli hale getiriyor... ABD radikal Islami tirmeye baslamasi olasiligindan çok korkuyor. Iste bu nedenle de radikal Islama karsi durabildigi için Hafiz Esad'in suç dosyalari böylesine hizla rafa kaldirilmaya baslandi." (Serdar Turgut, Hürriyet, 28 Ekim 1994)sürede Islam'a karsi olusturulan "kutsal-olmayan ittifak" içinde açikça yeriEvet Hama ve Humus kentlerindeki onbinlerce müslümani 1982 yilinda katleden Hafiz Esad, bu icraati ve onu izleyen baski politikalari ile kendini Kudüs ve Washington'li efendilerine ispatlamis bulunmaktadir. O da kisa ni alacaktir.elisme yasaniyor... Orduda giderek muhafazakar dinci ve milliyetçi unsu99 Mossad'a hakim olan "Mesihçi" kadro, Israil ordusu üzerindeki gücünü de giderek artiriyor. Rabin suikastinin ardindan New York Times'da yer alan bir haberde söyle deniyordu: "Son yillarda Israil Ordusu'nda son derece ilginç bir grlar agirlik kazanmaya basliyor. Israil Ordusu'ndaki subaylarin yüzde 40'i bu çizgide. Golan Birliklerinin üçte ikisi de ayni çizgiye baglilar." Ayni haberde, Israil'in önde gelen silahli kuvvetler tarihçilerinden Meir Pa'il su yorumu yapiyordu: "Gelecegi düsündükçe ciddi biçimde. Bu grup, özellikle Bati Seria'nin bosaltilmasi konusunda ciddi sekildetedirgin oluyorum. Çok korkuyorum. Son derece tehlikeli sizmalarin subaylar seviyesine kadar ulasmasi orduyu zehirliyor. On yil sonra, Israil Ordusu'ndaki subaylarin yarisi bu muhafazakar kesimin eline geçerse, hükümetin Ortadogu barisina yönelik pek çok karari da etkilenebilecek sorun yaratabilecek. Bas kaldirabilecek." (Zeynep Atikkan, Hürriyet, 30 Kasim 1995)
Kaynak www.webcom.com/vural/KitaplardanBolumler/KitaplardanBolumler.html