FELSEFEYE GİRİŞ
TEKNİK
Eger teknik, büyüden ayrılıp farklılaşmışsa şüphesiz bu, sonuçlarının işlevi kadar (Başarı ölçütü, tesadüfi olarak yapılan teknik bir buluşu derhal korumaya yönelir) yöntemlerinin dogası bakımından olmuştur. Ancak ilkel topluluklarda dogal yöntemlerle esrarlı güçleri kullanan insanların yöntemleri arasındaki ayrım bizim için oldugu kadar açık degildir. Örnegin ateş yakmak için bir usulün keşfi, onu ilk bulanları şaşkınlıga sürüklemiş olmalıdır. iki çakmak taşını birbirine sürterek bir kıvılcım meydana getirmek bir düşmana büyü yapmakla aynı ölçüde olaganüstü birşeydir. Tesadüfen bulunmuş bir formülün "kutsallaştırılması", ateşin muhafaza edilmesini uzun zaman kuşatmış olan ritüel, bundan kaynaklanmaktadır.( Yemekleri pişirmeye, ısınmaya, geceyi aydınlatmaya, etrafta dolaşan vahşi hayvanları korkutmaya yarayan ateş, insan kültürünün en degerli kazanımlarından biri gibi görünmektedir.
Ateşin insan zihni üzerindeki büyüleyici etkisi uzun zaman devam etmiştir. XVII. yüzyılda bile bir köyün sakinleri veya aileler degil, biraraya gelmiş insanlar grubunun sembolü olarak "ateşler"in sayısı göz önüne alınmaktaydı. ) Ancak başlangıçta büyülü törenlerle çevrili olmalarına ragmen teknik reçetelerin çogunlugu, her zaman, önceleri bilinçli olmayan içgüdüsel pratiklerden dogmuştur. Çogu zaman aletin, organı devam ettirdigi fark edilmiştir. Sopa, darbe indiren veya ayıran kolun devamıdır. Olta, bükülmüş parmagın devamıdır. O halde teknigin biyolojik bir kaynagı vardır. O, akıllı bir varlıkta, bütün canlı varlıklara özgü olan ortama uyumla ilgili kendiliginden yöntemlerin gelişmesinden başka birşey degildir. Ancak, güçlerinden dolayı magrur olan insanlıgın coşkusunu besleme imkanına sahip olan büyü olmasaydı, teknik, nefessiz kalma, hiçbir zaman ileriye gitmeksizin içgüdüsel alışkanlıklar düzeyinde takılıp kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalırdı. Daha sonra bilim bir bakıma büyünün yerine geçmiştir. Öznel bakımdan onun işlevi aynıdır: O, başlangıçta içgüdüsel bir pratikten başka bir şey olmayan teknige insanın kendi damgasını vurur.
ileride, bilimin kendilerine sürekli artan bir etkililik kazandırarak kendiliginden teknikleri nasıl degiştirdigi ve alt üst ettigini gösterme fırsatımız olacak. Fakat önce büyü, daha sonra bilim tarafından ugratıldıgı bütün degişmelere ragmen teknik, biyolojik uyumun en ince yönteminden başka bir şey degildir. Oswald Spengler şöyle yazmaktadır: "Teknik, hayatın taktigidir. Dogaya hakim olmak için tasarlanan stratejilerde silahların en eskisi olan hileyle, bugün dogaya karşı kullandıgımız makinelerin modelleri arasında ortak çizgiyi oluşturan bir yol vardır".
Teknik ilerlemeler ve toplumsal örgütlenme şimdilik tekniğin insan kültürünün en parlak görüntülerinden biri olduğu fikrini aklımızda tutalım. Geleneksel olarak ayırt edildikleri biçimde tarih öncesi dönemler tam da teknik ilerlemenin aşamalarıyla tanımlanmaktadır: Yontma Taş Devri, Cilalı Taş Devri, Maden Devri. Yaklaşık on bin yıl önce karmaşık tarım-hayvan yetiştiriciligi tekniginin ortaya çıkışı, belki olaganüstü sonuçları bakımından insanlık tarihinin ana olayıdır.
insan, bitkileri toplamakla yetinmek yerine ekip biçmeye, hayvanları avlamak yerine yetiştirmeye başladıgı gün, taklit ettigi ve degiştirdigi yaratıcı doganın yerine kendini geçirmiştir. Tarım ve hayvan yetiştiriciliginin karşılıklı olarak birbirlerini (hayvanları beslemek için yemlik ot yetiştirmek, ekip biçmek ve ürün kaldırmak için ise yük hayvanı yetiştirmek zorunludur) ve derhal sayısız teknikleri gerektirdiklerine işaret edelim. Hayvan yetiştiriciligi, çitle, duvarla çevrilmiş alanları zorunlu kılar. Bu ise malzemelerin hazırlanması ve taşınmasını gerektirir. Taşımanın kendisi, yolların, gemilerin vb. yapılmasını zorunlu kılar. Bu farklı tekniklerin düzenli ilişkileri, karmaşık bir toplumsal örgütlenme gerektirir ve iş bölümünü gerektirir. Tarım toplulugu, savunmasını örgütlemek zorundadır (kendi paylarına madenlerle ilgili araştırmaları belirleyen askeri teknikler). Grupların yogun olarak biraraya gelişi ve kaynakların artışı, yönetici bir soylular sınıfına, çeşitli mesleklerin (çömlekçilik, dokumacılık, tıpla ilgili teknikler) organizasyonuna, astronomiyle, takvim yapımı ile meşgul olacak bir rahipler sınıfının ortaya çıkışına yol açar. Teknik ilerlemenin, ruhsal hayatın zenginleşmesine imkan vermesi yanında ruhsal hayatın zenginleşmesi de kendi payına yeni tekniklere ihtiyaç gösterir. Akdeniz havzasında oldugu gibi Çin’de de yazının ortaya çıkışı dinsel ve siyasal kaygılarla (tapınakların defterlerini tutma, hanedanlıklar listesi vb.) ilişkili görünmektedir.
Bu birkaç örnek teknik ilerlemenin kültürün diger biçimleriyle sıkı sıkıya ilişkili oldugunu göstermektedir. Ancak günümüzde tekniklerin olaganüstü gelişmesi, çogu kez bu gelişmeden kaynaklanan dengesizlik ve kaygılar ile birlikte (sanayileşme sonucu suların kirlenmesi, kimyasal işlemler sonucu gıdalarda meydana gelen bozukluklar, vardiya usulü çalışma, işsizlik, dehşet verici kitle imha silahları yanında sanayi devriminin dogurmuş oldugu toplumsal karışıklıklar) bazı hümanistlerin şüphelerine ve teknige karşı baş kaldırmalarına yol açmaktadır. Onlara göre insan, büyücü çıragı rolünü oynamış, korkunç ve artık kontrol edilemez bir ilerleme içinde bulunan teknik, bir şekilde, kendini kültürün dışına çıkarmıştır. Aslında geleneksel hümanistlerin kendileri de kısmen bu kargaşadan sorumludurlar.
ileride, bilimin kendilerine sürekli artan bir etkililik kazandırarak kendiliginden teknikleri nasıl degiştirdigi ve alt üst ettigini gösterme fırsatımız olacak. Fakat önce büyü, daha sonra bilim tarafından ugratıldıgı bütün degişmelere ragmen teknik, biyolojik uyumun en ince yönteminden başka bir şey degildir. Oswald Spengler şöyle yazmaktadır: "Teknik, hayatın taktigidir. Dogaya hakim olmak için tasarlanan stratejilerde silahların en eskisi olan hileyle, bugün dogaya karşı kullandıgımız makinelerin modelleri arasında ortak çizgiyi oluşturan bir yol vardır".
Teknik ilerlemeler ve toplumsal örgütlenme şimdilik tekniğin insan kültürünün en parlak görüntülerinden biri olduğu fikrini aklımızda tutalım. Geleneksel olarak ayırt edildikleri biçimde tarih öncesi dönemler tam da teknik ilerlemenin aşamalarıyla tanımlanmaktadır: Yontma Taş Devri, Cilalı Taş Devri, Maden Devri. Yaklaşık on bin yıl önce karmaşık tarım-hayvan yetiştiriciligi tekniginin ortaya çıkışı, belki olaganüstü sonuçları bakımından insanlık tarihinin ana olayıdır.
insan, bitkileri toplamakla yetinmek yerine ekip biçmeye, hayvanları avlamak yerine yetiştirmeye başladıgı gün, taklit ettigi ve degiştirdigi yaratıcı doganın yerine kendini geçirmiştir. Tarım ve hayvan yetiştiriciliginin karşılıklı olarak birbirlerini (hayvanları beslemek için yemlik ot yetiştirmek, ekip biçmek ve ürün kaldırmak için ise yük hayvanı yetiştirmek zorunludur) ve derhal sayısız teknikleri gerektirdiklerine işaret edelim. Hayvan yetiştiriciligi, çitle, duvarla çevrilmiş alanları zorunlu kılar. Bu ise malzemelerin hazırlanması ve taşınmasını gerektirir. Taşımanın kendisi, yolların, gemilerin vb. yapılmasını zorunlu kılar. Bu farklı tekniklerin düzenli ilişkileri, karmaşık bir toplumsal örgütlenme gerektirir ve iş bölümünü gerektirir. Tarım toplulugu, savunmasını örgütlemek zorundadır (kendi paylarına madenlerle ilgili araştırmaları belirleyen askeri teknikler). Grupların yogun olarak biraraya gelişi ve kaynakların artışı, yönetici bir soylular sınıfına, çeşitli mesleklerin (çömlekçilik, dokumacılık, tıpla ilgili teknikler) organizasyonuna, astronomiyle, takvim yapımı ile meşgul olacak bir rahipler sınıfının ortaya çıkışına yol açar. Teknik ilerlemenin, ruhsal hayatın zenginleşmesine imkan vermesi yanında ruhsal hayatın zenginleşmesi de kendi payına yeni tekniklere ihtiyaç gösterir. Akdeniz havzasında oldugu gibi Çin’de de yazının ortaya çıkışı dinsel ve siyasal kaygılarla (tapınakların defterlerini tutma, hanedanlıklar listesi vb.) ilişkili görünmektedir.
Bu birkaç örnek teknik ilerlemenin kültürün diger biçimleriyle sıkı sıkıya ilişkili oldugunu göstermektedir. Ancak günümüzde tekniklerin olaganüstü gelişmesi, çogu kez bu gelişmeden kaynaklanan dengesizlik ve kaygılar ile birlikte (sanayileşme sonucu suların kirlenmesi, kimyasal işlemler sonucu gıdalarda meydana gelen bozukluklar, vardiya usulü çalışma, işsizlik, dehşet verici kitle imha silahları yanında sanayi devriminin dogurmuş oldugu toplumsal karışıklıklar) bazı hümanistlerin şüphelerine ve teknige karşı baş kaldırmalarına yol açmaktadır. Onlara göre insan, büyücü çıragı rolünü oynamış, korkunç ve artık kontrol edilemez bir ilerleme içinde bulunan teknik, bir şekilde, kendini kültürün dışına çıkarmıştır. Aslında geleneksel hümanistlerin kendileri de kısmen bu kargaşadan sorumludurlar.
Ruhsal kaygıları içine tekniklerin bilgisini eklemeyi reddederek teknik faaliyetin bu "kopuş"unu desteklemiş olmaktadırlar. Gilbert Simondon’un çok iyi bir biçimde gördügü gibi, önyargılarının duygusal karakterini ortaya koyan açık bir çelişkiyle bu hümanistler, bir yandan insani anlamdan yoksun basit maddi nesneler olarak gözönüne aldıkları makineleri küçümserken, öbür yandan sanki güvenligimizi tehdit eden bir tür şeytani ruhsal varlıklar söz konusuymuş gibi makinelere düşmanca niyetler yakıştırmaktadırlar. Oysa hümanist kültürle teknik uygarlıgı birbiriyle barıştırmak zorundayız. Mükemmel kafalar bunun için çalışmaktadırlar ve insanın gelecekte varlıgını devam ettirme şansı buna baglıdır.