ŞİİLİK VE OSMANLI İRAN OLAYLARI
“Şia” Arapça bir kelimedir. Birine uyan, birinden yana olan, birinin tarafını tutan, bölük, fıka
v.b. anlamlarına gelir. Şia, Hz. Muhammed tarafından, Hz. Ali’ye uyanlara veilen isimdir.
Hz. Peygamber bu sözcüğü “Ali’nin Şiası”, “Sen ve Şian”, “Şiamız” şeklinde kullanmıştır.
Şia, İslam tarihindeki hilafet tartışmaları sırasında Hz. Ali’yi tutanların aldıkları isimdir. Ali
yanlıları, Ali’yi tutanlar anlamına gelir. Yani Şia, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz.
22Ali’yi halifelik için en uygun kişi olarak gören, onu “meşru halife” kabul eden, ondan sonra
gelecek halifelerin de, onun soyundan olması gerektiğine inanan topluluğa verilen isimdir.
Şiilik denince akla İran gelir. Dünyada İran’ın dışında da Şii vardır ama, anayasasında resmi
devlet dininin Şii, yani Caferi olduğunu kabul eden tek ülke İran’dır. Son İran anayasasının
12. maddesi bunu anayasa maddesi yapmıştır.
Şimdi Şiiliğin İran’daki doğuşunu, gelişimini ve iktidar mezhebi oluşunu tarihsel süreç içinde
kısaca inceleyelim.
Hz. Muhammed ile Arap Yarımadası’nda başlayan ideal düzen yerini giderek servet
ihtirasına kapılan zengin bir zümreye bıraktı. Arap çöllerinin yoksul bedevileri İslamiyetin
yayılması için yapılan fetihler sonucu büyük servet sahibi oldular.
Halife Osman, büyük bir ordu ile Türk illerinin fethine girişti. O zaman Türk illeri Çin-Bizans
ticaret oylları üstünde kuruluydu. Küçük beyliklerden oluşan Türk illeri Arapların büyük
ordularına karşı koyamadı. Türklerin büyük serveleri yağma edilerek Arabistan’a göürüldü.
Araplar, İran ve Türk illerinde yaşayan halklara zulmetmeye başladılar. Bu ülkeler Arap
saltanatının arka bahçesi gibiydi. Arapların amacı bu arka bahçeyi Müslümanlaştırmaktı.
Türkler Şaman dininde, İranlılar ise, Zerdüşt idi. Araplar Zerdüşt mabetlerini kapadılar,
içlerindeki tüm kıymetli eyalara el koydular.
İran’da, İslamiyetin doğuşundan 1100 yıl önce (İ.Ö.535) kurulmuş bir imparatorluk vardı.
İran ulusu, Asya’dan Yunanistan’a kadar uzanan (Anadolu, Akdeniz, Mezopotamya) bir
uygarlığın yaratıcısıydı. İranlıların kendi topraklarında doğup biçimlenen bir dinleriyle, inanç
kavramları vardı. Bu nedenle, ortaya çıkan ve küçük bir bölgeye egemen olan İslam
toplumunun görüşlerini kolayca benimsemeleri mümkün değildi.
Yeni doğup gelişen ve bütün gücünü yeni bir dinden alan Arap egemenliğine, İran’ın
hoşgörüyle yakaşması beklenemezdi. Çünkü, İslam dininin tutunması ve yayılması, İran ve
Bizans İmparatorluklarının sarsılmasına, yıkılmasına bağlıydı.
İran gelişip büyümesi artık son sınırların avaran çok eski bir devletti. İran ordusunun gücü
ayaklanmalar, saldırılar karşısında giderek zayıflamaktaydı. Yeni kurulmuş islam devleti ise,
yeni inancın verdiği dinamizmle umutlu ve atılgandı. Din için savaşmak, dini yaymak için
ölmek mutluluk sayılmaktaydı.
Duraklama dönemine girmiş İran’ın bu yeni güç karşısında bütünlüğünü koruyabilmesi için
kendine yeni bir direnme kaynağı bulması gerekiyordu.
İşte, Arap saldırıları karşısında gerileyen İran’ın islamiyetin “hilafet” sorununa Ali ve
Ehlibeyti savunması rastgele bir olgu değildir.(16)
Ali sevgisinin İran’da yayılmasında giderek ayrı bir mezhep olmasında bu çelişkinin de payı
vardır. Yani Şiiliği, bir anlamla Emevilerin Arap ırkçılığı ve özellikle İran düşmanlığı
doğurmuştur denebilir.
Şiilik, İranlıların İslam dinini kendi kültürlerine göre yorumlamalarıdır. Kur’an’a inanan
Şiiler, Sünni inancına göre hazırlanan fıkıh, kelam, tefsir gibi konularda farklı görüşler
savunurlar.
Bir başka deyişle Arap-İran olayı bir yanı ile inanç olayı olmaktan çıkıp, egemenlik sorununa
dönüşmüştür. bu çok eski ve köklü uygarlığa sahip olan Acemlerin çölden gelen Bedevilere
boyun eğmeyi reddetmelerinden kaynaklanan bir olaydır.
Üç asırlık bir direnmeden sonra Oğuz Türkleri 10. asırda kitleler halinde İslamiyeti kabul
etmeye başladılar. Fakat amanlıklarını da bırakmadılar. Bu arada İranlılar da İslamiyeti kabul
etmeye başlamakla birlikte Şiiliği seçtiler. Onlar gibi İran Azerbaycan’ında bulunan Türkler
de Şiiliği benimsediler.
İran ülkesi Şiiliği kabul etmekte huzura kavuşmadı. İran Arap mücadelesi sürüp gitti.
Şiiler, İran’da Büveyhoğulları adıyla bir devlet kurdular. Büveyhoğulları, Ebu Süca Büveyh
tarafından kurulmuş bir hanedanlıktı. Büveyhilerin hakimiyeti miladi 1055 tarihinde Selçuklu
Sultanı Tuğrul Bey’in Bağdat’ı alışıyla sona erdi.
23Müslümanlığı kabul eden Oğuz Türkleri ise, Arap nüfuzundan kurtularak ilk Müslüman Türk
devleti olan Samanoğulları devletini, sonra da Karahanlılar devletini kurdular. Oğuz Türkleri
bu devletlerin yıkılmasından sonra İran’da Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nu kurdular. Bu
Şiiliğe büyük bir darbe oldu.
Büyük Selçuklu Devleti, İran’da Rey şehrini merkez yaparak bütün İran’a hakim oldu.
İranlılar Araplardan sonra bu kez de Türklerin hakimiyeti altına girdiler ve Şiilik bir dönem
için sindi.
Selçuk Sultan ölünce yerine 1040 tarihinde Tuğrul hükümdar oldu. Bu Şiiliğin karşısına artık
Sünni Türklerin çıkmaya başladığı anlamına geliyordu. Tuğrul’un ölümünden sonra tahta Alp
geçti. Alp Aslan’ın veziri Nizamülmülk koyu Sünni bir yönetim kurdu.
İran’da bu kez de Hasan Sabah’ın kurduğu Batınilik kuvvet buldu. Batınilerle çok uğraşan
Nizamülmülk bu tarikat mensuları tarafından öldürüldü.
Selçuklu sultanlarından Tuğrul, Alp Aslan, Melikşah ve Sencer koyu birer Sünnilik
savunusuydular. İran’da Büyük Selçuklu Devleti Moğolların işgali ile yıkılınca, Moğollar
Irak’ı işgal ettiler. İran’da İlhanlılar devletini (miladi 1265-1337) kurdular, İlhanlı hükümdarı
Gazan Han İslamiyeti kabul etti.(17) Bu devirde birçok şii bilim adamı Şii mezhebinin inanç
ve fıkıh esasları hakkında önemli eserler verdiler.
Gazan Han’dan sonra hükümdar olan kardeşi Olcayto Şii oldu. Şii şeyhleri Olcayto’nun
sarayına doldu. Hükümdar Olcayto Şiiliğin yayılması için çok çaba harcadı; bu dönemde
Şiiliği tanıtan eserler yazılıp İmparatorluğun her yanına gönderildi. Olcayto, Hz. Ali adına
para bastırdı ve üstlerine “Ali Veliyyullah” ibaresini yazdırdı. Hükümdar Olcayto Ebubekir,
Ömer ve Osman’ın isimlerinin anılmasını da yasakladı.(18)
İlhanlılar devletini Timurlenk ortadan kaldırdı. Timurlenk’ten sonra kurulan Akkoyunlu
devleti Doğu Anadolu ve İran’a hakim oldu. Akkoyunlular Şiiliği devlet dini olarak kabul
etti. İran’da Akkoyunlu devletini gene Şii olan Safeviler ortadan kaldırdı. Şiilik, Safeviler
döneminde, özellikle de Şeyh Safiyüddin’in hükümdarlığı döneminde güçlendi.
Safiyüddin, 1252 yılında Hazer denizinin Güneybatı sahilinde Erdebil civarında doğdu.
Dedesi Firüz Şah, Sincarlı bir Kürdün soyundan gelmektedir.(19)
Safiyüddin çocukluğunu doğduğu şehirde geçirdikten sonra, Hazer denizi kıyısındaki Ceylan
şehrine gitti. Bu şehirde Şeyh Zahidi’nin yanına mürid olarak girdi. O sırada şeyh 60, kendisi
25 yaşındaydı. Şeyh Zahid vefat edince Safiyüddin, onun kızı Bibi Fatma ile evlenerek Şeyhin
postuna oturdu. O sırada İran’da İlhanlı egemenliği hüküm sürüyordu. ilhanlıların veziri şehre
büyük saygı gösteriyordu.
Bir gün Emir Çoban şeyhe; “Bizim askerlerimiz mi çoktur, yoksa sizin müridleriniz mi” diye
sorar. Şeyh de; “Sizin askerlerinizin cümlesi benim müridimdir” diye cevap verir.
Şeyh Safiyüddin 1335 tarihinde öldü. Yerine oğlu Bedrettin posta oturdu. Torunu Hoca Ali
onun oğlu da Seyit İbrahim’dir.(20)
Şiilik, Anadolu’ya Hoca Ali zamanında girmiştir. Osmanlılar bu şeyhlere “Çerağ akçesi” adı
altında değerli hediyeler gönderirlerdi.
Timurlenk, Ankara savaşının galibi olarak Semerkant’a dönünce Erdebil tekkesine uğrayarak
Şeyh Hoca Ali’yi ziyaret etti, ona birçok vakıf bağışladı.
Yıldırım Bayezıt’la Timurlenk arasındaki savaş Şiiliğin zaferi zaferi şeklinde yorumlanmıştır.
Timur, esir aldığı 30.000 Türkü Şii şeyhi Hoca Ali’nin isteği üzerine serbest bıraktı.
ŞEYH CÜNEYT
Babası Şeyh İbrahim’in yerine 1447’de posta oturdu. Babasının 6. oğluydu. Tekke postuna
çok genç yaşta geçen Cüneyt, Şii tarikatını yeniden düzenledi. Şeyhlik kıyafetin ibırakarak,
hükümdar gibi giyindi.
O sırada Ortadoğu’da üç büyük devlet vardı:Anadolu’da Osmanlı İmparatorluğu, Mısır’da
Memluk Devleti ve İran’da Akkoyunlu Devleti.
Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah Şeyh Cüneyt’den korktuğu için O’nu Erdebil’e sürdü.
Cüneyt Anadolu’ya geldi. O tarihte Osmanlı tahtında 2. Murat bulunuyordu. 2. Murat’a
değerli hediyelerle gelen Şeyh Cüneyt, padişahtan Kurtbeli’nde oturma izni istedi. 2. Murat
Şeyhin bu talebini veziri Halil Paşa’ya iletti. Vezir şu cevabı verdi “Padişahım, bana göre yedi
derviş bir postta oturabilir. Fakat iki hükümdar bir tahta sığmaz.”
2. Murat, şeyhe 200 duka altın, gelen dervişlere de 100’er akçe verdi ama, isteklerini kabul
etmedi.
Şeyh Cüneyt bu kez Karaman Beyliğine gitti. Konya’da Şeyh Sadrettin tekkesine misafir
oldu. Ne var ki Şiilik fikirlerini yayıyor gerekçesiyle buradan da kovuldu. Şeyh Cüneyt dah
asonra Toroslar’da yaşayan Varsak Türkmenlerinin arasına girdi. Varsaklar, Şeyhi himaye
ettikleri gibi kendileri de Şii oldular. Fakat Karaman Beyi İbrahim Bey, Varsak
Türkmenlerine haber göndererek Şeyhi tutuklamalarını istedi.
Türkmenler emri dinlemeyip şeyhi kaçırdılar. O da İskenderun’daki Arus Dağı üzerinde bir
mağaraya çekildi. Bir tekke kurarak Şiiliği yaymaya çalıştı, kısa zamanda çok sayıda taraftar
topladı.
Bölgede bazı karışıklıkların ortaya çıkması üzerine şeyh buradan ayrılarak Karadeniz’deki
Canik dağlarına gitti. Samsun’a yerleştikten kısa bir zaman sonra çevresine birkaç bin silahlı
mürit topladı. Kuvvetleriyle 1456 yılında Trabzon Rum İmparatorluğu’na bir akın düzenledi.
Bu savaş sırasında birçok Rum prensi öldü. Rumlar Trabzon kalesine kaçtı. Şeyh Cüneyt bu
kaleyi üç gün boyunca kuşatma altında tuttu. Ancak, Fatih Sultan Mehmet, Hızır Bey ile
Trabzon’a kuvvet gönderince geri çekildi.
Trabzon’dan gelen Şeyh Cüneyt’i ihtişamlı bir törenle karşılayan Uzun Hasan,
Karakoyunlulara düşman olan Şeyh Cüneyt’ten yararlanmak istiyordu. Şeyh diyarbakır’da üç
yıl boyunca misafir kaldı. Uzun Hasan’ın kız kardeşi Hatice Begüm ile evlendikten sonra ise,
serbest olarak Şiilik propagandası yapmaya başladı.
Şeyh Cüneyt bir kısım müridi ile birlikte uzun yıllar kaldığı Anadolu’dan Erdebil’e döndü.
Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah, O’nu ikinci kez memleketinden kovdu, Şeyh Cüneyt,
yolda Cihanşah’ın askerleri ile tutuştuğu savaşta bir ok yarası ile öldü. (1460) Cesedini
müridleri kaçırarak Erdebil’e götürdüler. Türbesi, şimdi Şiilerin ziyaretgahı haline gelmiştir.