MEZHEPLER VE TARİKATLAR
Kur’an-ı Kerim’de mezhep veya tarikat diye bir kavram yoktur. Hz. Muhammed veya Hz.
Ali’nin de herhangi bir mezhepten olduğu söylenemez.
Mezhepler, Dört Halife döneminden sonra Kur’an-ı Kerim’in farklı yorumlarından ortaya
çıkmıştır.
Bu sadece İslam dini için değil, diğer dinler için de geçerlidir. Dinler tarihi incelendiğinde
görülecektir ki, her dine başlangıcında olmayan yeni ögeler girer. Dine sonradan karışan bu
ögeler zamanla kesinlik kazanır ve dini esasları arasında sayılır. Bu yeni ögelerle ortaya çıkan
biçim, sonraları dinin başlangıçtaki gerçek biçimi olarak kabul edilir.
Halbuki, bu yeni öğelerin dine dahil edilip edilmemesi için birçok mücadeleler verilmiştir.
Hatta güçlü olan kendi isteklerini zorla kabul ettirmiştir.
İşte İslam dininin başına gelen de budur. Kur’an-ı Kerim’in ve Peygamber hadislerinin, daha
sonra başa geçen halifeler tarafından farklı yorumu, farklı dinsel faaliyetler ortaya
çıkarmıştır. Bunların giderek kurumsallaşması da mezhepleri, tarikatları doğurmuştur.
İslamda Emevi ve Abbasi dönemleri İslamiyetin farklı bir uygulamasıdır. Bunlara sürekli
olarak karşı çıkan Ehlibeyt ise İslamiyeti başlangıçtaki biçimiyle uygulamaya çalışmıştır.
İslam dininde Kur’an’ın ve hadislerin yarıya daha sonra geçirilmiş olması, bu farklı yorumlar
için gerekli ön şartları yaratmıştı.
20Gölpınarlı’ya göre, Kur’an Hz. Peygamberin ölümünden sonra Hz. Ali tarafından toplanıp
yazılmıştır. Tertibi ise, bizzat Hz. Muhammed tarafından yapılmıştır.
Ayrıca, 1. halife Ebubekir zamanında da, sahabeden bir heyet Kur’an-ı Kerim’i yazıya
geçirmiştir.(14)
Bu Kur’an’ın daha sonra yaktırıldığına ilişkin iddialar da vardır. Hz. Muhammed’in çeşitli
konularda İslami hayatı anlatan görüşleri olan hadisler de Hz. Muhammed’in ölümünden
sonra yazıl ıhale getirilmiştir.
Kur’an gibi hadislerin doğruluğu yanlışlığı sorunu da İslam tarihinde hayli tartışma konusu
olmuştur. Mesela Ebubekir, hadislerin yazıya geçirilmesini şiddetle yasaklamış, topladığı beş
yüz hadisi daha sonra yaktırmıştır. (Keuz’ül Ummal; s. 237)
İkinci halife, kimde hadis varsa yok etmesini bütün şehirlere yazılı olarak bildirmiştir (aynı
eser, aynı sayfa). Muhammed Ebi-Bekir, Ömer’in yazılı hadisleri getirtip yaktırdığını yazar
(Tabakaat; s. 1904). Bu uygulama, Emevilerden Abdülaziz oğlu Ömer dönemine kadar sürer
(aynı eser).
Emeviler zamanında Hz. Ali ve Ehlibeyt aleyhinde güdülen siyaset bir dizi yalan hadisin
ortaya çıkmasına sebep olmuş, böyle olunca da ortaya çeşitli mezhepler çıkmıştır.
Mezheplerle birlikte görülmeye başlayan görüş ayrılıkları ise, temel ilkelerden çok, pratik
meselelerle ilgili olmuştur.
Bu mezheplerden dördü büyük mezhep sayılır. Hanefi, Hanbeli, Maliki ve Şafii. Adlarını
kurucularından alan bu mezhep yanlılarına göre dördü dışındaki mezhepler İslamiyet içinde
sayılamaz.
Bunlarda görülen farklılıklar, ibadet biçimleri ile fıkıh (hukuk) anlayışında ortaya çıkar.
Peygamber sağlığında duruma göre temel inancı sarsmayan davranışlarda bulunur, yol
gösterirdi. Ölümünden sonra bu davranışların kurallaşması yoluna gidildi. Peygamberin
söylediğini söylemek, yaptığını yapmak sorun uonları birer mezhep durumuna soktu.
Tabi bu farklı yorumlar, farklı toplumsal yapı ile de birleşince apayrı şeyleri ortaya
çıkarabildi. Mesela, Ebu Hanife, Kabil’li, Ahmet Bin Hanbel, Bağdatlı, Malik Bin Enes,
Medine’li, İmam Şafii ise Gazze’lidir.
Caferi mezhebinin meşru olup olmadığı ve mezhebin usulüne göre ibadet yapmanın İslam
dinine uygun olup olmadığına ait tartışmalar günümüzde bile varlığını sürdürüyor.
Ülkemizde; egemen düşünce ise; Hz. Muhammed-Hz. Ali soyundan gelen İmamların
sürdürdüğü ve İmam Cafer-i Sadıkın kurduğu bilinen bu mezhebin taraftarlarınca yaptığı
ibadetin hala meşru sayılmadığıdır.
Şimdi bu konudaki bir soruya, Mısır, Cami-ül Ezher Şeyhi Mahmut Şattut’un verdiği cevaba
bakalım:
“1-İslamda mezheplerin birine ittiba vacip değildir; muayyen bir mezhebe uymak hususunda
hiçbir kayıt yoktur. Gerçek Müslüman, sahih nakillerle reiyleri rivayet edilen, hususi
kitaplarından hükümleri tedvin edilmiş olan mezheplerden herhangi birini taklid edebilir.
Aynı zamanda bu mezheplerden birine uymuş olan, diğer birini taklid edebilir; bu hususta
hiçbir beis yoktur.
2-Şia-i İmamiyye-i İsna-Aşeriyye diye tanınan Caferi mezhebine gelince: Bu mezhebin
hükümleri ile ibadet, diğer ehli-sünnet mezheplerinde olduğu gibi caizdir. Müslümanlara
bunu bilmeleri, muayyen mezhepler hakkında bigayr-i hakkın taassuptan kurtulmaları
icabeder. Allah’ın dini ve şeriati bir mezhebe ittibabi icabettirmediği gibi bir mezhebe de
muhtas olamaz. Bütün müctehidler, Allahü Taala katında makbuldür. Nazar ve içtihat ehli
olmayan kişiye onları taklid caizdir; fıkıhlarında takarrur eden hükümlere uymakta caizdir.
Bu hususta ibadetlerde ve muamelatta hiçbir fark yoktur.”(15)
Dört mezhebin dışındaki mezhepler, hakim olan İslami çevrelere göre kabul edilmez. Hatta
bu dört mezhep dışındakiler “hak” mezhebi olarak kabul edilmez. Onlara kötü davranılır. Bir
çok dini savaş bu sebepten çıkmıştır. Mesela:Beşinci mezhep olarak kendini tanıtan Hz. Ali
21soyundan gelenlerden İmam Cafer’in kurduğu kabul edilen Caferi mezhebi diğer mezhep
mensuplarınca mezhep olarak kabul edilmez. Ve gavur, yani, gayr-i müslim muamelesine tabi
tutulur. Caferi mezhebi içine ise; İslam içindeki Şii ve Alevi diye nitelenen Müslümanlar
girer. Bu dört mezhebin dışında; Selefiye, Marüdiye ve Eş’ariye adında üç mezhep daha
vardır. Fakat İslam ülkelerinde en yaygın olan beş mezheptir.
Bugün, bir kutsal kitaptan (Kur’an) kaynaklanmış olmasına rağmen tarihçiler ve din
bilimcileri toplam; 7 İslam mezhebi olduğunu, bunların içinde de 400 tarikatın varlığını söz
konusu ediyorlar. Bu dört yüz tarikatın; 300’ü sünni, 100’ü de sünni olmayan diğer
tarikatlerden oluşuyor.
Şimdi bu dört mezhep hakkında kısa bilgiler verdikten sonra esas konumuz olan Caferi
mezhebi yani Şiilik olayını incelemeye başlayacağız.*