Anadolu’ya ilk gelip, yerleşim yerleriyle konutlar kurmamızın, 1071 Malazgirt Zaferi’nin ardından oluşmadığı, yavaş yavaş da olsa ortaya çıkıyor. Bu yöndeki ön yargıları yıkıp, gerçeği ortaya koymamız şart. Prehistorik dönemlerde Paleolitik kültürlerle başlayıp, daha sonra Çatal Höyük, Alacahöyük, Troia, Lykia, Lydia, Frigia, İonia ve diğer Anadolu kültürleriyle gelişip Byzantion’a varan kültürlerin kökeni, Uzak Doğulu Tokar Türkleriydi. Aşağıda, bu konudaki bilimsel çarpıtmaları ortaya koyan Herodotos’un anlatılarıyla ilgili araştırmada, bugüne kadar gözlerden kaçmış örnekler, belgeleriyle birlikte yer alıyor. Hani, Procopius’un dediği gibi: “Tarih, ataların anısını gelecek kuşaklara iletir; olayları unutturmaya çalışan zamana karşı dirençle karşı koyar; erdemi, her zaman okuyucunun övgüsüne sunar; kötülüklerin sürekli olarak üstüne gider, böylece onların gücünü engeller. Bu yüzden, geçmişteki eylemler, bizim tarafımızdan sadece, bu eylemleri yapanlarla birlikte dikkate alınmalıdır”. Bu nedenle, şimdiye dek Batı’nın çarpıtılmış yorumlarına kandığımız, sırf dil ve inançları yüzünden yadsıdığımız tüm Antik Anadolu kültürlerine; yani, bizden önceki bizlere özür borçluyuz.
Neilos (Nil) nehri ve Tritonis (Viktorya) gölü
Herodotos’un (İÖ 490) eserindeki “Libya ulusları” başlıklı bölümün analizine geçmeden, Nil nehri hakkında anlattıklarını konumlandırmamıza tanınacak öncelik, konuyu daha iyi kavramamızı sağlayacaktır.
Tarihçi, Mısır Sais’teki Athena hazinesinin yöneticisinden edindiği bilgileri, Nil’in yeri belirlenebilecek biçimde anlatırken şöyle söylüyor: “Thebai’de, Syene ve Elephantine kentleri arasında, sivri tepeleriyle göze çarpan iki dağ vardır; birinin adı Krophi, öbürünün adı Mophi’dir; bu iki dağın arasındaki dipsiz bir uçurumdan fışkırırmış, Nil’in kaynakları; suların yarısı Mısır’a ve Boreas’a (kuzey) doğru, öbür yarısı Ethiopia’ya ve Notos’a (güney) doğru akarmış....kral Psammetikos....binlerce kulaç uzunluğunda bir ip ördürmüş, bunu uçuruma sarkıtmışlar, ama dibi bulamamışlar”.
Ökmen konuyla ilgili olarak verdiği notta, Sayce’nin, Herodotos’un anlatılarının asılsız olduğu; tapınak yöneticisinin birinci çağlayanı anlatmak istediği; konuyu, Herodotos’un iyi anlayamadığı şeklindeki görüşüne yer vermiş. Herodotos’a bilim adamlığı sıfatını yakıştıramayan Sayce ve diğer batılı bilim adamları, Nil’in birinci çağlayanından aşağıya neden inmek istemez? Herodotos’un bilim adamlığını hak edişiyle, Sayce’nin, günümüze kadar açıklık kazandırılmamış bilime yaklaşımındaki yanılgılarına tanık olacağız aşağıda.
Bu kapsamda, Afrika haritasına daha geniş kapsamda bakmamız gerekiyor. Thebai (Thebes-Teb-Thebāi) bölgesindeki Syene (Assuan-Asvan) ve Elephantine (5. çavlanda Atbara civarı) aynı bölgede ve birbirlerine çok yakın iki merkezdi. Oysa Sais Athena tapınağı yöneticisi, Nil’in kaynaklarından bahsetmektedir. Nehrin kaynağının, Mısır’daki Thebai, Syene ya da Elephantine’de olmadığı ortada. Bu nedenle, eldeki bilgilerle kalmayıp, Syene’den sonra yeni bir Thebai ve bir ikinci Elephantine yerleşmesini aramamız gerekiyor.
Herodotos’un bölgeyi bilmemesi ve yalnızca kendisine anlatılanları aktarması, dolayısıyla, aynı adı taşıyan ikinci yerleşkelere açıklık getiremediği ifadelerinde, bundan kaynaklanan bazı belirsizliklerin olması doğaldır. Bu merkez, Nil’in kaynağına yakın bir yer olan Bangweulu bataklığı (Elephantine-Bangweulu Swamps) civarıdır. Bataklık bu adı, Tanganyika gölünün kenarında dev boyutlarda yetişen, bir nevi bataklık sazlarından almış. Yılın son ayları gelip sel suları çekildiğinde, bataklık ve çevresindeki su kanalları, buffalo, daha az sayıdaki fil, timsah, hipopotam ve diğer vahşi hayvanlar yanında çok çeşitli kuş türlerinin de ziyaret merkezi haline geliyor. Asya göçerlerinin ilk kurdukları Elephantine, büyük olasılıkla bu civardaydı.
Zambiya Elephantine’ı, Nil’in yatağına olan yakınlığıyla dikkat çekiyor. Bu merkezle, Mısır’daki Syene arasında sivri tepeleriyle ilgi odağı olan Krophi ve Mophi dağ oluşumlarının günümüzdeki adları, Kongo Demokratik Cumhuriyetinde, Tanganyika gölünün batısındaki Mitumba ve Burundi Cumhuriyeti’nde Karonje dağlarıdır. Bu iki dağ arasında 1,435 m derinliğiyle, dünyanın ikinci en derin gölü, kral Pasammatikos’un dibini bulamadığı “dipsiz uçurum” olarak tanımlanan Tanganyika gölü yer alıyor. Herodotos, kitabında sözünü ettiği hiçbir bilgiyi imgeleyerek ortaya atmamış. Bilgileri edindiği kaynağın son derece güçlü olduğu açıktır. Kongo-Etiyopya çizgisinde olabilecek bu üç eski kentin, Asya’daki İÖ 5. bin Hongshan Kalkolitik kültürüne bağlı olarak, en geç İÖ 4000-3000 arasındaki bir tarihi kapsaması gerekiyor. Bölgede yapılacak gelecekteki kazılarda, Etiyopya Thebai’ı ve Syene’sinin de ortaya çıkarılacağını umuyoruz. Bu çerçevede, kral Psammatikos’un Tanganyika gölünde yapmış olabileceği ölçümle ilgili anlatının doğruluğu ortada. Bir tripot’un üçayağı biçimindeki Nyasa, Tanganyika ve Viktorya göllerinden kaynaklanan Nil’in, çıkıştan itibaren Herodotos’un yazdığı şekilde Mısır ve Boreas’a (kuzeydoğu) yönlendiği de doğru. Ancak, sularının öbür yarısının Etiyopya, yani Notos’a (Africvs-güneybatı) gittiği şeklindeki yorumu, aşağı Nil’e göre tanımlanmış ve yanlış bir algılamadan kaynaklanmış olmalı. Zira, nehri besleyen kaynakların tümü kuzeye doğru akarlar. Nil’in Etiyopya kaynaklı üç büyük kolu olan Sobat, Mavi Nil ve Atbara, Etiyopya’da Kaffa ve Amhara tepelerinden çıktıktan sonra, güneydeki Etiyopya’ya değil, Nil gibi kuzeye, yani Mısır’a doğru akan önemli nehirlerdir. Hatanın, Sais Athena yöneticisinin anlatımından, ya da Herodotos’un yanlış algılamasından kaynaklanan, bugün bile coğrafya bilgisinden yoksun, bölgeyi bilmeyen kişilerin içine düşebileceği, basit bir hatadan doğduğu ortadadır.
Herodotos, Mısır Elephantine’ına kadar olan bilgileri kendi gözleriyle görüp edindiğini, bundan sonrasını ise, sorup soruşturarak ve kendisine anlatılanlardan öğrendiğini açıklıkla ifade ediyor. Kendi payımıza, yazarın bu anlatımı, bilgelik taslamak değil, tam aksine bilimsel açıklık ve gerçekçilik olarak tanımlanmalıdır.
Anlatımının devamında ise şunları söylüyor: “Nil, Takhompso adasını çevreleyerek bu vadinin içine akar. Elephantine’den sonra içeriye doğru olan bölgede artık Ethiopia’lılar oturmaktadır, adanın yarısı da onlardadır, öbür yarısında Mısırlılar otururlar. Ada büyük bir gölün ağzındadır, bu gölün çevresinde göçebe Ethiopia’lılar vardır; bu gölü aşınca yeniden Nil yatağını bulursunuz, çünkü Nil burada yayılıp bu gölü meydana getirmiştir.Burada artık gemiden inecek ve kırk gün yaya gideceksiniz; zira burası sivri uçları su üstünde ya da su altında duran kayalıklarla doludur; hangi kayıkla olursa olsun gidilemez. Bu bölgeyi kırk gün yürüyüp aştıktan sonra bir başka kayığa binip on iki gün daha gideceksiniz; o zaman büyük bir kente varacaksınız ki adı Meroe’dir; burası deniliyor, geri kalan Ethiopia’nın merkezidir. Bu site tanrılar arasında yalnız Zeus ve Dionysos’a tapar....Bu halk, Zeus oraklleri aracılığıyle, ne zaman ve kime karşı derse o zaman ve ona karşı savaşa girer”. Tarihçi Takhompso adası derken, olasılıkla Viktorya gölündeki en önemli adalardan biri olan Ukereve (Ukerewe) adasını kastediyor. Ancak, Nil’i kastettiği ve göldeki adanın etrafını çevirdiğini söylediği satırlarda, Viktorya gölünü de Nil nehrinin bir parçası gibi göstermesi, teşbih sanatının en güzel örneklerinden biridir.
Yazarın tanımlamaları, Nil’in kaynağından kuzeye doğru yapılmış. Zaten Libya başlığı altında incelediği Afrika anlatımına, kuzeydoğu uçtaki Mısır’ın batısından başlayıp, oradan Akdeniz sahili boyunca batıya yönelmiş, daha sonra batı sahilleri ve zaman zaman orta Afrika’ya değinerek güneyde Ümit Burnu’na (Cabo das Agulhas= İğne burnu) kadar inmiş. Son olarak doğu ve yine orta Afrika ülkelerinde yaşayan toplulukları anlatmasının ardından, tekrar kıtanın kuzeydoğu köşesindeki Mısır’a varmış. Bundan sonraki anlatım planıysa, Mısır-Etiyopya yönündedir. Yani Herodotos da, pek çok Antik yazarda gördüğümüz gibi, disiplinli anlatımını belli bir plan üzerine kurgulamıştır.
Varsayımsal olarak Mısır’da olduğunu kabul edeceğimiz Takhompso adasının yarısını, Mısırlıların Etiyopya’lılara verecekleri tabii ki düşünülemez. Bu ada, büyük olasılıkla Viktorya gölündeki bir adaydı. Nil nehrinin kaynağı, Tritonis (Viktorya) gölüyle bağlantılı olan Albert gölünün bulunduğu, Etiyopya’nın güney batısındaki Uganda’dadır. Hatta Nil’in buradaki çıkışı Albert Nili olarak adlandırılmış. Bunu, anlatımının devamındaki ifadelerinden de ortaya çıkarmamız olasıdır. Gerçekten de, Viktorya gölü geçildikten sonra, kısa süreli de olsa, Nil yatağı tekrar ortaya çıkıyor. Nehir kısa bir süre sonra, Herodotos’un dediği gibi, doğu-batı doğrultusunda yayılarak, yazarın adını veremediği, bugünkü Kioga gölü’nü oluşturuyor. Buradan kuzeye doğru çıkışta ve aynı yöndeki devamındaysa, yazarın da tarif ettiği gibi, bugün bile aynı adı taşıyan, 4. çağlayanın güneybatısındaki Meroe kentine varılıyor. Bundan sonra, doğu yönünde geriye kalan bölge, onun da dediği gibi o zamanki Etiyopya’nın merkezini oluşturmaktadır.
Nil havzasının, Viktorya gölü civarında doğan Yukarı Nil’in, delta ve Feyruz’a kadarki genel görünümü.(20Us/21082456/Nile_River_Basin.htm -3k). Uyarlama.
|
|
Tarihçi, şöyle devam ediyor: “Bu kentten (Meroe) çıkarak su yoluyla ‘Kaçaklar’a’ varmak için, Elephantine’den Ethiopia’nın merkezine ne kadar zaman geçtiyse bir o kadar daha zaman harcamak gerekir. Bu kaçaklara Asmakh derler. Bu kelime Yunancada ‘Kralın sol yanında duranlar’ anlamına gelir. Bakınız niçin bu iki yüz kırk bin Mısırlı savaşçı kaçmış ve gelip Ethiopia’lıların yanına yerleşmiş…”. Bu açıklamadan, Viktorya gölündeki Takhompso adasının yarısında oturan Mısırlıların, neden Etiyopya’ya gelip adaya yerleştiklerini anlamak hiç de zor değil.
Mitoslardan birine göre, tanrılar yeryüzündeki kentleri aralarında pay etmeye kalkışmışlar. Atina’ya Poseidon ve Athena talip çıkınca, aralarında anlaşmazlık doğmuş. Her iki tanrı, yargıç olarak atanan Attika’nın efsanevi kralı Kekrops’un aracılığıyla, Atina topraklarının kendilerine ait olduğu hakkında yarışmaya girmişler. İddialarının kanıtı olarak, akropolde toprağın oğlu Erektheus tapınağında Athena’nın diktiği zeytin ağacı ve akropolün üstündeki tuz gölü hakkındaki anlatı, Poseidon’un ait olduğu toprakları, yani Etiyopya’da suları tuzlu Turkana gölüne gönderme yapması bakımından özellikle dikkat çekicidir.
Herodotos’un İÖ 850’lerde yaşadığı bilinen Homeros’u, Nil’den, “Okeanos Irmağı” olarak bahsetmesi nedeniyle yadırgamasını, konuları tam olarak bağdaştıramamasına bağlamak gerekir. Zira Homeros, nasıl ve nereden olduğu bilinmez, ama Poseidon’un topraklarının Etiyopya (Turkana gölü) olduğunu biliyordu. Denizlerin Efendisi Poseidon’a, onun Hint Okyanusu’na yakınlığına atfen, bu ünlü nehri Okeanos ırmağı olarak nitelendirmiş Homeros. Bu nedenle onu, bu adı uydurup şiire sokmakla suçlayan Herodotos’un, konuyu bilmezliği nedeniyle şaire haksızlık ettiğini düşünüyoruz.
Güneş sofrası
Etiyopya’daki Turkana gölü adını, bölgede yaşayan ve Nuh’un oğlu Ham’dan geldikleri artık kesinlik kazanan Hamî grubu bir kabileden almış. “Chalbi”, Kenya Gabbra dilinde “tuzlu” anlamına geliyor. Turkana gölünün güneydoğu ucundan, güneye doğru biraz inildiğinde, etrafı volkanik ve Antik lavlarla çevrili tuzlu alan, günümüzde “sıcak tava” benzetmesiyle anılmaktadır. Bir makaleye göre, burada yapılan jeolojik ve biyolojik araştırmalarda tespit edilen balık ve küçük omurgalı fosilleriyle salyangoz kabukları, daha 10,000 yıl öncesinde bile, burasının bir göl olduğunu kanıtlamış.
“Turkana Gölü ve Chalbi Çölü” adlı makaledeki “Sıcak tava” benzetmesine karşın, Herodotos aynı yer için, “Güneş Sofrası” terimini kullanıyor. Herodotos’un bu benzetmesi, diğer betimleme yanında kuşkusuz çok daha güzel bir tanım.
Yazar, “Güneş Sofrası”ında yaşayanlar için Makrobios’lar demektedir. Pers kralı Kambyses’in, Kartaca (Karthago-Carthago), Ammon ve Etiyopya’lılara karşı yapmayı düşündüğü üçlü seferle ilgili olarak, Elephantine kentinden, Etiyopya dilini konuşan İkhthyophagos’ların getirilmesini emrettiğini söylüyor. Anlatısının devamında: “Kambyses’in elçiler gönderdiği bu Ethiopia’lılar, kendilerini dünyanın en iri ve en güzel insanları sayarlardı” diyor. Kambyses’in hediyelerinden şarap haricindekileri Etiyopya kralı reddetmiş.
|
Etiyopya ile Kenya sınırındaki Turkana gölü ve güneydoğu bitişiğinde, Gabbra dilinde “Chalbi=Tuzlu” anlamına gelen “Chalbi Çölü”(sınırları kırmızı çizgilerle belirtilmiş alan).
|
Herodotos, anlatılarının devamındaysa şunları söylemektedir: “....Kambyses’in Makrobios Ethiopia’lılarına karşı yürüyüşü sırasında boyunduruk altına almış olduğu Mısır sınırındaki Ethiopia’lılardır; kutsal Nysa kentinde ve çevresinde otururlar ve ünlü Dionysos bayramlarını kutlarlar. [Bu Ethiopia’lılar ve komşuları, Kalantia Hintlileri ile aynı taneyi yetiştirirler, bu Hintlilerin evleri yeraltındadır]”. Kitaptaki notta, “aynı tane” deyimi, “belki de pirinç” olarak açıklanmış. Etiyopya’da, bugün bile kolay yetiştirilen, yağmurlara dayanıklı ve bereketli (hektar başına 7-8 kental) bir darı çeşidi olan en önemli besin maddesi, Hint darısıdır. Dolayısıyla tanenin, Hint darısı olabileceği hakkındaki olasılık ağırlık kazanıyor. Kuşkusuz, Hindistan’la arada ticaretin olmadığı, İÖ 6. yüzyıldaki bu ürün birlikteliği dikkat çekicidir. Bu ilişki, insanın aklına ister istemez Hindistan’daki Ramapithecus brevirostris’le Turkana çocuğu (Homo erectus) arasındaki yakın ilişki ve köken birliğine işaret etmektedir. Yani, Afrika’dan önce, Hindistan’a varan Pekin Adamı’nın doğduğu yer olan, İç Moğolistan’daki Zhoukoudian’ı (Choukoutien).
Herodotos Tarihi’ndeki anlatım sırasına göre Libya Ulusları (Dördüncü Kitap):
Tarihçi, kıtanın kuzeydoğusunda yer alan Mısır’dan (Aigyptos) sonra, batı yönünde yaptığı sıralamada, kıta halklarını aşağıdaki plan doğrultusunda yerleştirmiş:
168: Herodotos’un Plynos limanı dediği yer, olasılıkla günümüzdeki Sirte körfezidir. Buna göre, bugünkü Mısır’ın batısından, yaklaşık olarak Sirte körfezi civarına kadarki alan, bugünkü Libya’nın bir bölümünü karşılar. Herodotos burada yaşayanlara, Adyrmakhid’ler diyor.
169: Bunların komşuları olan Gligam’lar, batı yönünde Aphrodisias adasına (bugün Cerbe adası ?) kadar olan alanda yaşamışlar. Yaklaşık olarak yine bugünkü Libya ile Tunus’un bir kısmını kapsıyor. Kyrene’lilerin açmış oldukları Platea adasının mitolojik bir anlamı olsa gerek. Mitosa göre, Apollon’un su perisi Hypseus’un kızı Kyrene’yi kaçırdığı Libya’daki ada bu ada olabilir. Menelaos limanı, Gabeş körfezi; Aziris ise, yine buradaki küçük adalardan biri olmalı. Buranın günümüzdeki Libya olduğu, yazarın, Silphion (Silphium) tarlalarının, buradan başlayıp, Platea adasından Syrtis’e kadar uzandığı hakkındaki ifadesinden anlaşılıyor. Zira, Kyrene’de ele geçen Apollon Karneios’a ait sikkelerdeki Silphion tasvirleri, bitkinin bu bölgeye özel olduğunu açık göstergesi.
170: Giligam’lardan sonra batı yönde gelen Asbyst’ler, Kyrene’nin güneyinde oturanlar. Günümüzdeki Libya topraklarında ve Glygam’ların güney batısındaymışlar.
171: Yine batı yönünde, Asbyst’lerin sınır komşuları olan Auskhis’ler, yaklaşık olarak Fas-Cezayir topraklarında oldukları anlaşılan Barka’ların güneyinde ve bugünkü Cezayir’i kapsamaktadır. Bakales’ler ise, Cezayir’in ortalarına, yaklaşık Talak bölgesine denk düşüyor.
172: Auskhis’lerin batısında bulunan Nasamon’lara ait bölge, Augila vahası karşılığında Çad gölü ve ülke olarak Moritanya’yı karşıtlıyor.
| |
Kyrene’den sikke. AR Didrahmi-Stater. İÖ 308-277, Ön yüz, Karneios sağ / silphion bitkisi.(www.wildwinds.com/coins/sg/sg6319.html-3k)
|
| |
Aynı yerden iki ayrı sikke: a. “Asya ağırlığında”, İÖ 470-375, AR sikke, ön yüz, Zeus Ammon baş ı / Silphion bitkisi.; b. “Attik ağırlık” İÖ 510-470, AR sikke, ön yüz, Silphion bitkisinin tohumu / arka, inkus (aynı kaynak).
|
173: Nasamonların yakınında Psylli’lerin ülkesi dediği yer, bugünkü Mali’dir.
174: Garamant’lar dediği kabilenin yaşadığı topraklar, günümüzde Nijer, Güney Çad, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Güney Sudan topraklarını kapsıyor.
175: Nasamonların güneyinde ve deniz kıyısında yaşayan Mak’lar, bugünkü Senegal, Gine, Sierra Leone, Liberya, Fildişi Kıyısı, Gana, Toga ve Benin ülkeleriyle Kamerun’a kadar olan alanda yerleşikmişler. Buradaki önemli Kinyps ırmağı, olasılıkla Nijer nehridir. Buna karşılık Herodotos’un bahsettiği Kharitler tepesini Loma, ya da Nimba dağları olarak tespit etmek olasıdır.
176: Mak’ların komşuları olan Gindan’lar, bugünkü Kamerun’dan Gabon, Kongo ve Angola’ya kadar olan Batı Afrika kıyılarında yerleşikmişler.
177: Gindan’ların ülkesinden denize doğru uzanan İğne burnuna kadarki, Namibia, Botswana, Güney Afrika Cumhuriyeti toprakları, Lotophag’ların yurduymuş. Herodotos Lotophag’larla birlikte, Makhyles’lerden de “Lotos yiyenler” olarak bahsediyor. Madagaskar adasında yetişen ve Altın elma mitosuyla ilgili olduğu açık olan lotos’un (l’Hydnora esculenta-Madagaskar elması), adanın hemen batı karşısındaki Afrika’da, yani Lotophaglar ve Makhyles’lerin topraklarında da yetiştiğinin belirlenmesi, Herodotos anlatılarındaki doğruluğun kesin kanıtıdır.
178: Deniz kıyısında Lotophag’lardan sonra gelen Makhlyes’lerin toprakları, bugünkü adı Viktorya olan Tritonis gölüne dökülen Triton adındaki büyük ırmağa (Kagera nehri) kadar uzanmaktaydı. O zamanlar, Nyasa ve Tanganyika gölleri de bu ırmaktan kabul edilmiş olabilir. Gölde Phla adında bir ada vardı. Göl bu adı, Titan tanrı Triton’dan almış.
Erhat, Triton için şöyle diyor: “Poseidon’la Amphitrite’nin oğlu... Hesiodos bu deniz tanrısını şöyle tanımlar (Theog. 930 vd):
Toprağı sarsıp gümbürdeten Poseidon
Amphitrite tanrıçayla evlendi
Ve onların sevişmelerinden
Büyük Titan doğdu, gücü kuvveti sonsuz,
O Triton ki dalgaların dibinde
Anasının ve soylu babasının yanında
Altından bir sarayda oturur
Korkular saçarak çevreye”
....Birçok kaynaklarda Libya’da Tritonis gölünde oturduğu....belirtilir....Poseidon tanrının alayında yer alır ve çokluk belden yukarı insan, belden aşağı balık olarak imgelendirilir”. Erhat’ın Tritonis hakkındaki tanımlaması, Tritonis gölüne ve İÖ 4000-3500 arasında, Büyük Okyanus’ta (Akheron) oluşan tektonik olaylara tıpatıp uyar. Tanrının, yarı insan, yarı balık olarak betimlenmesi, Büyük tufan sırasında Uzak Doğu’da yaşayanların, olasılıkla yarısından fazlasının sulara gömülüp, balıklara yem olduğu ve balığa dönüştükleri imgelemesini, hatırlatır niteliktedir.
Sava kanıt oluşturacak belgeleri Homeros’un Odysseia’sında bulmamız mümkün. Şöyle diyor Erhat Poseidon için: “Olympos’ta oturmaktan pek hoşlanmaz, çok daha büyük bir rol oynadığı Odysseia destanında onu Habeşistan’a gider ve gelir görürüz (Od.I, 22 vd.):
Poseidon uzakta oturan Yüzü Yanıklara gitmişti o gün,
dünyanın en ucundaki insanlardır Yüzü Yanıklar,
ikiye bölünmüşler, kimi batan günde oturur, kimi doğan günde…”
|
|
Herodotos’a göre, İÖ 5. yüzyılda Afrika’da yer alan kültürler.
|
O zamanki inanca göre bu sözlerin, dünyanın en ucundaki insanların oturdukları yer olarak, gün batımının yaşandığı yer kabul edilen Etiyopya’yı; kiminin ise doğan günün yaşandığı yer olarak Uzak Doğu’yu kastettiği ortadadır. Buradan çıkarılacak sonuç, Etiyopya’lıların Uzak Doğu’dan geldikleri, diğer yarısının ise gelemeyip orada kaldıklarının açıkça ifade edilmiş olmasıdır.
| |
Mitoslarda Hesperid’lerin, altın elmaların bittiği bahçeye bekçilik ettikleri adada, Madagaskar Elması olarak bilinen “Hydnoraceae- l’Hydnora esculenta-fruit of the earth (voantany)”nin ikiye bölündükten sonra, içindeki meyvasının görünümü.
(www.parasiticplants.siu.edu/Hydnoraceae/image...)
|
179: Tarihçinin Malea burnu olarak bahsettiği burun, Aden körfezinin doğusunda, Somali’den Hint Okyanusu’na uzanan Guardaful burnudur. Burnun güneybatısında Turkana, Tritonis (Viktorya), Tanganyika ve Nyasa gölleri uzanıyor. Bu alana, Kenya ve Somali düşer.
180: Makhlyes’ler, komşuları olduğu söylenen Auseia’lılarla (Asyalılar) Atarant’ların arası, Tritonis gölüyle sınırlıymış. Bu alan, günümüzdeki Tanzanya’yı karşılıyor. Auseia’lıların bulundukları bölgenin, büyük olasılıkla Nuh’un gemisinin yanaşmış olabileceği Klimanjaro dağı çevresine denk düşmesi, dikkat çekicidir.
181: Herodotos, deniz kıyısındaki Afrika göçebelerini anlattıktan sonra, Mısır’da Thebai’ye gelir ve daha sonra, 1. çavlana (yaklaşık bugünkü Asvan kenti) geçer. Bu kez, buradan güneye doğru yaptığı sıralamada, Herakles direklerinden bahsediyor. Herodotos’un bu sırada tam Sudan’da olması, varlıkları Sudan’da başlayan Baobab (Adansonia digitata-aka the Baobab) ağaçları, yani Herakles direkleri tanımlamasıyla çakışır. Buradan, o zamana göre, on günlük yolun sonunda, Ammon’lar ve Thebai Zeus’u tapınağına benzer tapınaklara geliniyor.
182: Ammon’lardan, güneye doğru bir on gün süren yolculuğun ardından, yine, Ammon’ların bölgesindeki gibi, bir tuz tepesine rastlanır. Bugünkü batı Sudan ve güney Çad topraklarına denk gelen ülke, o zamanlar, Herodotos’a göre Augila’ydı (Çad gölü civarı).
183: Augila’dan güneye doğru bir on günlük yolculuk sonunda, Garamant’ların yaşadığı, yine tuzlu bir alan oluşturan Etiyopya’ya varılıyor. Herodotos’un anlatımına göre, favna ve fauna bakımından zengin bir topraktır burası. Tarihçinin, Garamant’ların, mağaralarda yaşayan Etiyopya’lıları, dört atlı arabalarla kovalamaları, bize, ilgi çekici bir biçimde, Hermes’i ve Asya’daki dendriti’leri hatırlatıyor. Mağara adamlarının (Chou adamının torunları), arabaların önünde neredeyse ona denk biçimde hızla koşturmaları, bugün, Etiyopya’lıların atletizmde gösterdikleri başarıların da bir kanıtı. Tarihçi diğer bir yerde, “Kserkes Ordusunun Sayımı” başlığı altında, Etiyopya’lılardan, Mısır’ın güneyinde oturan Etiyopya’lılar ve Asya Etiyopya’lıları olarak bahsetmesi, iki ayrı yerdeki aynı kökenli halkın, Asya kökenli olduklarını göstermesi bakımından oldukça ilgi çekicidir. Zira, Homeros’un yukarıdaki alıntısında “kimi batan günde oturur, kimi doğan günde…”, şeklindeki söylemiyle çok benzeşen bir anlam taşıyor.
184: Garamant’lardan, yine on günlük bir aradan sonra varılan nokta, başka bir tuz tepesinin bulunduğu Atarant’lar (Atlant’lar) denilen insanların yaşadıkları yer, yani Turkana gölü çevresidir. Herodotos Atarantes kabilesinden bahsediyor. Ancak, insanların isimlerinin olmadığı anlaşılan bölgede, tuz tepesinin ardından, bugünkü adı Klimanjaro olan Atlas dağı geliyor. Tarihçiye göre, yerliler bu dağı “gökyüzü direği” olarak adlandırmışlar. Bunlara verilen “Atlant”lar adının, vaktiyle “Atlas dağı” olarak adlandırılmış olan Klimanjaro dağından geldiği ortada.
|
Afrika’da yetişen ve yaşları 5 bin yıla erişen, Herakles direklerine benzetilmiş “Baobab” ağaçları. Baobab’ların boyları 18 m., gövde çaplarıysa 7-11 m’yi buluyor.
(photo.net/photodb/photo?photo-id=2990475-22k).
|
Atlantis, vaktiyle dünyada yer almış ve batmış bir kıta değil, dünyanın ta kendisidir. Bu nedenle, Atarant’ların bu adı taşımaları, Klimanjaro’nun “Atlas” adını taşımasının başlangıcıyla ilgili. Bu durumda, karşımıza iki olasılık çıkıyor:
I. Nuh, gemisiyle Afrika’ya gelmeden önce de, bu dağın adı “Atlas”tı. Bu durumda, Atarantlar, burada önceden beri yaşayan Homo erectus’un (Turkana boy) torunlarıydılar.
II. Klimanjaro, Nuh Afrika’ya geldikten sonra “Atlas” adını aldı.
Mitos geleneğine göre, Lemuria’daki (MU) tektonik olaylardan sonra Afrika’ya gelen Nuh ve onun oğullarıyla sonraki kuşakların, günümüzdeki Çin topraklarına ait mitosları bölgeye taşıdıkları ortada. Kültür taşıyıcısı Tokar’ların geldikleri bölgedeki yoğun tektonik olaylar hatırlandığında, Mneseus’da (Lemuria) da aynı adı taşıyan bir dağın ismini, Klimanjaro’ya yakıştırmış olabilirler. Bu durumda, Atarantlar, Nuh’un, bölgedeki yerleşik torunları olmalıdır.
191: Triton ırmağının (Kagera nehri) batısında, Auseia’lılara komşu olan Maxy’lerdi (Garamant’ların güneyi). Bugünkü kuzeydoğu ve Doğu Zaire.
193: Maxy’lere yakın olanlar (onların batı yakını) Zautek’lerdi. Burası, Tanganyika gölünün batısında, Güneydoğu Zaire’yi kapsıyor.
194: Maxy’lerden sonra gelen Gyzant’lar (güneyde), Nyasa gölünün batısına düşen, Doğu Zambiya ve Malavi’de yerleşikmişler.
195: Herodotos’un: “Kartaca anlatıları Kyraunis adasını bu bölgede gösterirler, uzunluğu iki yüz staddır, genişliği azdır; anakaradan gitmesi kolaydır, zeytin ağaçları ve üzüm bağlarıyla doludur. Burada bir göl vardır, derler, o çevrenin kızları gölün dibindeki balçıktan, zifte batırılmış kuş tüyleri kullanarak altın çıkarırlarmış” şeklinde anlattığı göl ve içindeki ada, büyük olasılıkla Tanganyika gölünün içindeki bir ada olmalı. Zira, gölün üç yüz metre aşağısından sonra oksijen yetersizliği baş gösteriyor. Taban ve yüzey ısısı arasındaki farksa, en az 15º Santigrat. Albert gölünden Tanganyika ve ötesinde Nyasa gölüne kadar 1200 km ve Viktorya gölünün yaklaşık 160 km batısına kadarki alanda, üç ana volkanik fay yarığı mevcut. Dolayısıyla, Herodotos’un anlattığı yeri ve Gyzant kızlarının zifte batırılmış kuş tüyleri kullandıkları hakkındaki anlatının doğruluğu çıkıyor ortaya.
|
Büyük bir olasılıkla, Nuh’un gemisinin karaya oturmuş olabileceği, günümüzde Tanzanya-Kenya sınırı üzerindeki Kilimanjaro dağından görünüm.
(Vakantielanden.net/image/tanzania-klimanjaro.jpg).
|
Tarihçi, böylece Afrika Kıtası halkları hakkındaki anlatılarını bitiriyor. Herodotos’a göre, Tritonis gölü kıyılarında oturanlar, Athena başta olmak üzere Triton ve Poseidon dinlerini de tanıyorlarmış.
|
Gökkubbeyi sırtında taşıyan Atlas(modern eser).(www.interxweb.co.uk/cpic05.jpg).
|
Antik yazarların olmadık masallar uydurmadıkları ortada. O zamanlar, günümüzdeki gibi ne çıkar çatışmaları ve ne de ekonomik beklentiler vardı. Bunun yanında şan ve şöhretin ne olduğunu bilmeyen bu insanların, böyle efsaneler yaratmaları için bir gerekçeleri de yoktu. Ancak, zaman içinde, dağ, nehir, göl, hayvan ya da volkanlarla ilişkili olayların, insan kişiliğinde karakterize edilip, eklenen tasvirlerle destansı, hatta, Mısırlı rahibin Solon’a dediği gibi, çocuksu masallara dönüştürüldüğü de yadsınamaz.
Bu kapsamda Herodotos’un, Ktesias ve Plutarkhos’tan büyük İngiliz editörü sayılan Sayce’ye kadar, neden yalancılık hatta kalleşlikle suçlanıp, tıpkı Mısır tanrısı Djehuti gibi bilimsel doğrulukta bulunmadığı, açıkça ortadadır.
Özellikle tarih bilimi konusunda, Batı’dan gelen her varsayım ya da öneriyi, bilimsel süzgecimizden geçirmeden kabullenme alışkanlığımızdan vazgeçmek zorundayız. Tıpkı Anadolu’ya ilk gelişimizi 1071 Malazgirt savaşıyla başlatmalarındaki yanlış yönlendirmelerine ortak olduğumuz, söyledikleri hemen her şeyi, araştırıp sorgulamaksızın kabul ettiğimiz gibi.
Tarihsel geçmişimiz konusunda anlattığı doğrular nedeniyle çok şey borçlu olduğumuz, günümüzde bile bizlere yol gösterip örnek oluşturabilecek Halikarnassos’lu (Bodrum) bilim adamımız Herodotos’a, sonsuz minnet duyguları ve teşekkürlerimizle. Zira o, bugün için bile geçerli olan kanıtlarıyla, bilim adına elden gelenden çok daha fazlasını yapmış.