Osmanlı istihbarat teşkilatı
İngiliz elçisinin ısrarıyla kuruldu
İNGİLİZ ELÇİSİ CANNING
İranlı Ali Rıza Askarinin Ceylan Otelinde esrarengiz bir şekilde
kayıplara karışmasıyla, İstanbul dünya casusluk tarihine adını bir kez daha
yazdırdı.
İstanbul, tarihi boyunca ajanların gizli kapılar ardında kapıştığı, dünyanın
sayılı şehirlerinden biri oldu. Türkler, bu gizli çatışmaları, entrikaları hep
seyirci olarak mı izledi?..
FRANSA Ulusal Kütüphanesinin (Bibliotheque National) değerli/nadir
eserlerin bulunduğu bölümünde, Osmanlı istihbarat örgütünün nasıl kurulduğunu
anlatan bir kitap var.
Kitabın basım tarihi, 1891.
Yazarı, Spiridon Mavrogenis, nam-ı diğer Mavroyani Paşa.
Mavroyani Paşa saray doktoruydu; Sultan II. Abdülhamidin özel
hekimiydi.
Bir hekimin istihbaratla-casuslukla ne ilgisi olabilirdi?
Osmanlı tarihi konusunda nitelikli eserleri bulunan Prof. Taner Timura
göre, saray doktorlarının çoğu çift taraflı ajanlık yapıyordu!
Azınlık tebaasından olmaları, yabancı dil bilmeleri, onları yabancı ülkeler için
cazip kılıyordu.
Dr. Mavroyani ajan mıydı? Tarihçilere göre, evet.
Osmanlı istihbaratı hakkında yazdığı kitap, karanlık işler içinde olduğunun
kanıtı olarak ileri sürülüyor.
II. Abdülhamid gibi herkesten şüphelenen birinin, en yakınındaki ajanı
fark etmemesi de tarihin cilvesi olsa gerek!
Neyse…
Konumuz Dr. Mavroyani değil, onun yazdığı istihbarat kitabı…
İNGİLİZ ELÇİSİ CANNING
Mavroyani Paşanın yazdığına göre, Osmanlı istihbarat örgütü, İngiliz
Büyükelçisi Stratfort Canningin çabalarıyla kuruldu!
İngiliz elçisi Canning, gizli bir haber alma teşkilatı kurulması için
Sadrazam Mustafa Reşid Paşayı ikna etmişti.
Şaka gibi, devletin gizli olması gereken istihbarat birimini yabancı bir elçi
kurduruyor!
İkna olan Sadrazam Mustafa Reşid Paşa, “Madem elçiye söz verdik, ayıp
olmasın” diye, Avrupada görev yapan Osmanlı elçilerini görevlendirdi:
“Herkes bulunduğu ülkenin gizli polis teşkilatını inceleyip geniş bir rapor
hazırlayacak!”
İlk kapsamlı raporu, Paris Elçiliğindeki Sefels Soldenhof Efendi
hazırladı. Napolyon Bonapart döneminde gizli emniyet teşkilatı kuran
Vidocqun örnek alınmasını önerdi.
Diğer elçiliklerden de benzer notlar, bilgiler geldi.
Elçiliklerden gelen tüm raporlar İstanbulda kime teslim edildi dersiniz?
Rum Civinis Efendiye!
Çünkü:
İngiliz elçisi Canning, istihbarat şefi olarak Civinis Efendiyi
uygun görmüştü!
Eee Sadrazam Mustafa Reşid Paşa da, yakın dostu Elçi Canningi
kıramamıştı!
Öyle ya, İngilizlerden gizlimiz saklımız mı vardı?
Bir daha hatırlatayım; istihbarat teşkilatı kuruluyor; futbol takımı değil!
ÇARİÇENİN ALTINLARINI ÇALDI
Osmanlı istihbaratının başına getirilen Rum Civinis Efendi
kimdi?
Mavroyani Paşanın hemşerisiydi; ikisi de Egenin en güzel adası
Mikonosluydu.
Bu nedenle Mavroyani Paşa, kitabında hemşerisi Civinisi öve öve
bitiremiyor…
Osmanlının ilk istihbarat şefi hakkında bilgiler sınırlı.
Mavroyani Paşa, Civinis Efendinin biyografisini Rusyadan başlatıyor.
Civinis Efendi, yıllarca St. Peterburgda yaşıyor; sarayda Çariçenin
özel hizmetçilerinden biri olmayı beceriyor. Bu arada önemli görevdeki bir
subayın kızıyla da evleniyor.
Ancak, Civinis Efendi “şeytana uyup bir gün yoldan çıkıyor”; Çariçenin
mücevherlerini alarak kayıplara karışıyor.
Civinis Efendi sonra Anadoluda görülüyor; sıkı durun, üzerinde imam
kıyafeti var! Üstelik cami cami dolaşıp vaaz veriyor.
Görünen; dünden bugüne değişen bir durum yok; bizim zavallı halkımız üzerinde
dini sembolleri olan birini gördüğünde hemen inanıyor!
Neyse.
Civinis Efendi daha sonra, Ege Denizinde yatıyla gezen zengin bir
İtalyan rolünde ortaya çıkıyor; adı da “Comte de Riveroso”!
Ve yat bir gün İstanbula demir atıyor.
Bu kez adı, “Civinis Efendi”!
Rum asıllı, Fransızca-İngilizce konuşan, kibar-zarif Civinis Efendi
herkesin ilgisini çekiyor.
İngiliz Elçisi Canningin takdimiyle Sadrazam Mustafa Reşid Paşa
ile tanışıyor. Sadrazam, Civinisten çok etkileniyor.
Civinis Efendiyi hemen “albay” yapıyor ve bir de görev veriyor:
“Osmanlı istihbarat örgütünü kurar mısınız?”
Neden olmasın? Adamın işi bu be!..
DEDİKODU TOPLAYAN BİRİM
İstihbarat örgütünün başına geçen Civinis Efendi ne yapıyor?
İstanbulun tanınmış tüccarlarının, paşaların vb. özel hayatlarını izletiyor,
toplattığı dedikoduları rapor haline getiriyor.
Kim kiminle gibi, mahrem yaşamlar ilgilendiği yegáne konu oluyor.
Peki, Civinis Efendinin raporlarında siyaset, ekonomi, dış politika,
yabancı ülkeler hakkında bilgiler var mıydı? Tabii ki yoktu!
Osmanlı hızla çökerken, istihbarat örgütü sadece mahrem hayatla ilgileniyordu!
Almanya ve İtalya yeni emperyal güç olarak tarih sahnesine çıkarken; İngiltere,
Fransa ve Rusya dünyayı parsellerken; Civinis Efendi sadece dedikoduyla
uğraşıyordu.
Karşı casusluk faaliyeti kontrespiyonaj için elini bile oynatmıyordu.
Kuşkusuz tüm bunlar bir İngiliz entrikasıydı.
Osmanlı sonunda dayanamadı, bu ilk “kurumsal” istihbarat birimini
lağvetti. Hayır, dönen dolapları anladığından değil; raporlarda ortaya çıkan
mahrem hayatlardan rahatsız olduğu için kapattı.
Yine eski yöntemine döndü; kendi muhbirleriyle yetindi…
1863te istihbarat teşkilatı bir kez daha kuruldu.
Başına bu kez Ermeni iş çevrelerinin baskısıyla “Baron C” getirildi.
Yeni şef, Civinis Efendiyi aratmadı.
Hazırladığı bir raporu, hem Osmanlıya, hem de el altından Viyanaya verdiği
ortaya çıkınca kovuldu…
Görünen o ki: Tarih yazan Osmanlı, çöküş günlerinde yabancı istihbarat
ajanlarının elinde oyuncak olmuştu.
Öyle ki, Yemen ayaklanmasında İtalya adına casusluk yapan Doktor Adriano
Lanzoniye, “savaşta gösterdiği yararlardan” ötürü nişan taktı!..
Uzatmayalım:
Osmanlının, milli bir istihbarat örgütü ancak 17 Kasım 1913de “Teşkilatı
Mahsusa”nın kurulmasıyla gerçekleşti…
Bundan önce Osmanlı birkaç istisna dışında genelde hep seyirciydi…
Amerikan istihbaratInI bir istanbullu kadIn kurdu
1939 yılında ABDnin Türkiyede görev yapan toplam, bir büyükelçi, üç
diplomat ve iki askeri ataşesi vardı.
İstihbarat çalışmalarını askeri ataşe düzeyinde yürütüyorlardı.
İkinci Dünya Savaşı her şeyi değiştirdi. Amerikalılar, savaş döneminde CIAnın
“selefi” Office of Strategic Servicesi (OSS) sivil istihbarat örgütü
olarak düzenlediler.
OSS kurucusu (CIAnın ilk başkanı) Allen Dullesın kafasında bir isim
vardı. Amerikan İstanbul Konsolosluğunda santral memuresi olarak çalışan, 1898
İstanbul doğumlu Macar kökenli Betty Carp.
Allen Dulles, Betty Carpı, dışişleri memuru olarak bir dönem çalıştığı
İstanbulda tanımış, zekásına ve işbitiriciliğine hayran olmuştu. Betty Carp,
16 yaşından beri Amerikalılarla çalışıyordu.
İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Almanca, Rumca ve Türkçe biliyordu. İstanbul ve
Ankaranın önde gelen isimleriyle dosttu.
İlişkilerine bakınca, aslında o çoktan santral memuresi konumunu aşmıştı.
Betty Carp, 9 Ocak 1942 tarihinde Amerikaya gitti.
Gidişin sözde gerekçesi, Dullesın hukuk bürosunda çalışmaktı. Hukukun
hangi dalında çalışacağını soranlara, espriyle karşılık veriyordu: Boşanma!
Amerikada istihbarat eğitimi alan Bayan Carp, İstanbula dönüşünde
OSSyi kurdu ve kısa sürede hayli büyüttü.
İki yıl içinde Amerikan personel sayısı; bir büyükelçi, on bir diplomat, yirmi
bir sekreter, büyük bir askeri kola yükseldi.
Ayrıca, Beyoğlu İstiklal Caddesinde “Savaş Enformasyon Bürosu” açıldı.
Burada yirmi Amerikalı ve yüzü aşkın yerel muhbir çalışıyordu.
Betty Carpın yıllar içinde yaptığı çevresi, Amerikalıların işini hayli
kolaylaştırdı.
Örneğin:
OSS, dönemin Türk gizli servisinin (MAH) başkanına “Aunt Jane” (Jane
Teyze) adını vermişti. “Aunt Jane”den özellikle Bulgaristan konusunda çok
istihbarat alıyorlardı… Ve savaş bitti.
Betty Carpın yeteneklerinden çok etkilenen CIA Başkanı Allen Dulles,
savaştan sonra Carpa CIAda birlikte çalışmayı teklif etti.
Bayan Carp kabul etmedi, İstanbuldaki eski işine dönmek istediğini
söyledi. Fakat bir isteği vardı: Amerikan vatandaşlığına geçmek.
Hemen kabul edildi. Belgesini OSS Başkanı William Donovan imzaladı.
Yıllar geçti.
1953 Ağustosunda giderlerin azaltılması amacıyla, konsolosluk Betty Carpın
işine son verdi.
Haberi öğrenen CIA Başkanı Dulles öfkeyle masaları yumrukladı; bu ulusal
bir utançtı.
Bayan Carp özür dilenerek yeniden işe alındı.
İstanbullu Betty Carpın hayatının son günlerini nerede, nasıl geçirdiği
bilinmiyor…
İngiliz istihbarat raporlarında andıçlanan Türkler
28 Şubat 1997deki “postmodern” müdahalenin olduğu dönemde siyasi
terminoloji yeni bir kavramla tanıştı: Andıç!
Medyadaki bazı isimlerin “üzerinin çizildiği” operasyonun adıydı andıç!
Bu hafta Nokta Dergisi, Genelkurmayda hazırlanan yeni bir “andıç dosyasını”
yayınladı.
Konu yine medyaydı. Bu ikinci rapor, ilk andıçtan farklıydı.
Birincisinde yaptırım vardı; bazı basın mensuplarının işten atılmaları talep
ediliyordu.
İkinci değerlendirme raporunda böyle bir istek yoktu. Sadece bilgi ve yorum var.
Aslında, bu tür medya değerlendirmesini güvenlikten sorumlu her kurum yapar!
MİTte, Emniyet Genel Müdürlüğünde her gazetecinin dosyası vardır.
Burada asıl mesele, bilginin nasıl elde edildiği ve yaptırım talebidir.
Veya şantaj gibi hukuk dışı uygulamaların olup olmadığıdır.
Ankaradaki her büyükelçilik basın merkezinin böyle bir “medya değerlendirme
raporu” vardır. Sadece medya hakkında da rapor düzenlenmez…
Konunun daha anlaşılır olması için, İngilizlerin bir “değerlendirme raporu”nu
bilginize sunmak istiyorum…
Ankara Büyükelçisi Lorainein, 1938 yılında gizlilik kaydıyla Londraya
gönderdiği “Notes On Leading Turkish Person Alities” adlı raporu, genç
Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri, aydınları, gazetecileri hakkında bakın ne
diyor:
Yunus Nadi Abalıoğlu: Gazeteci. Kısa boylu, şişmandır. Kelebek
gözlük takar. Herhangi bir rüzgára kapılmaya meyillidir. Vicdansız, alçak adamın
tekidir.
Celal Nuri İleri: Gazeteci. Müthiş Batıcıdır. Akıllı. Saman
altından su yürüten biri. Komünist eğilimi olduğu düşünülüyor.
Ahmet Ağaoğlu: İslamiyeti seçmiş Kafkas kökenli bir Yahudinin oğlu. Rus
gizli servisinde çalıştı. 1926dan sonra İngiliz düşmanlığı azalır gibi oldu.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Minyon. Önemli özelliği olmayan bir dış
görünüşe sahip. Eşi hoş ve İngilizce bilen biri.
Ahmet Ferid: Bolşevik yanlısıydı. Fırsatçı ve prensipsiz. Çekici karısı,
Londra Büyükelçiliğindeki başarısında ona yardımcı oldu.
Kazım Özalp: Büyük olasılıkla Alman ve Bolşevik karşıtı. Poker hastası.
İbrahim Tali Öngören: Doktor. Öküz kafalı, kısa boylu.
Hasan Saka: Bolşevik sempatizanıydı. Çekici değildir. Külhanbeyi gibidir.
Ali Çetinkaya: Bayındırlık Bakanı iken, yabancı şirketlerin
millileştirilmesi için çalıştı.
Fethi Okyar: Moğol yüzlü. Alçakgönüllü bir insan. İngilizce bilen çok
çekici karısı var.
İngiliz Elçisi Percy Loraine, 96 Türkhakkında görüşlerini yazmıştı.
Bu tür değerlendirme raporu yazan ilk İngiliz o değildi. İngiliz elçilik
görevlisi G. Barclay, 18 Ocak 1907de yazdığı 43 Nolu raporda bakın
neler demişti:
Sadrazam Kamil Paşa: Kıbrıs asıllı Musevidir. Yetenekli ve namusludur.
Rodosa sürülmüş İngiliz Konsolosluğuna sığınmıştır.
Said Paşa: Eski sadrazam. Küçük Said Paşa denir. Çok enerjik ve
hırslıdır. Vatanını müthiş sever. Aşırı derecede zekidir. Çok sabırsızdır.
Eskiden İngiliz dostuydu, sonra Rus taraftarı oldu.
Hariciye Hazırı Ahmet Tevfik Paşa: Diplomatik yeteneği yoktur. Karısı
Alman olmasına rağmen Almanlardan şüphelenir.
Dahiliye Nazırı Memduh Paşa: Gayet dar kafalı ve Hıristiyanlara düşmandır.
Muhtelif zamanlarda İngiliz çıkarları yanında hareket etmiştir. Utanmaz derecede
rüşvet yemesiyle ünlüdür.
Ferid Paşa: Sadrazam. Almanlar tarafından desteklenmektedir. Devamlı
Almanyayı destekler.
Mabeyinci Ragıp Paşa: Sultana etki edecek kişilerin en önemlilerinden
biridir. Saray etkisini kullanarak büyük servet kazanmıştır. İngiliz çıkarlarına
yatkındır.
Mehmet Nuri Bey: Chateauneuf isimli bir Fransızın oğludur. Fransada
tahsil yapmıştır. Saray casusudur. Dış görünüşünün bütün güzelliğine rağmen
tamamen çürümüş bir insandır.
Genelkurmay “değerlendirme raporu”, bu İngilizlerin yanında çok kibar
kalıyor!..