06 Eylül 2013

KURTULUŞ SAVAŞI'NDA İNGİLİZLERLE SAVAŞMADIK YALANI VE GERÇEKLER

KURTULUŞ SAVAŞI'NDA İNGİLİZLERLE SAVAŞMADIK YALANI VE GERÇEKLER


O SÖZDE PROFLARA KÜÇÜK BİR TARİH DERSİ

Bugün 30 Ağustos. Türk ulusunun Atatürk'ün Başkomutanlığı'nda emperyalizmi Anadolu yaylasına gömdüğü en kutsal zaferin yıldönünü. Bu anlamlı günde, bu zaferin, emperyalizmin pençesindeki bütün mazlum milletlere yol göstericiliğinin üzerinde durulması gerekirken, tv ekranlarında ve gazete köşelerinde sözde proflar, hiç utanıp sıkılmadan, bu zaferin önemini azaltmak için adeta bin dereden su getirmekle meşguller! "30 Ağustos Zaferi'nin o kadar da önemli olamdığından" tutun da "Kurtuluş Savaşı'nda İngilizlerle savaşılmadığına" kadar bir dizi YALANLA kamuoyunu kandıran bu sözde proflara küçük bir tarih dersi daha verelim hazır yeri gelmişken.
Cumhuriyet Tarihi yalancıların en büyük yalanlarından biri “Kurtuluş Savaşı sırasında İngilizlerle savaşmadık, onlar 1921’de zaten resmen tarafsızlıklarını ilan etmişlerdi!” yalanıdır. Ömer Kürkçüoğlu, Cemil Koçak, İdris Küçükömer, Kadir Mısıroğlu, Yalçın Küçük, Fikret Başkaya, Abdurrahman Dilipak veMehmet Altan gibi  tarihçi, yazar ve akademisyenlerin bu iddiasının aslında hiçbir “bilimsel temeli” yoktur. Tarihsel gerçekleri, belge ve bilgileri gördükçe bu iddianın kocaman bir "yalan" olduğu ortaya çıkmaktadır.
Düzenin Yabancılaşması” kitabıyla tanıdığımız İdris Küçükömer, “Sivil Toplum Yazıları”nda, “Kurtuluş Savaşı Yunanlılara karşı kazanılmıştır. Kurtuluş Savaşı bir Türk-Yunan savaşıdır!” tezini ortaya atmıştır. Yine aynı dönemlerde “deliliği tescilli” Şeriatçı yazar Kadir Mısıroğlu Kurtuluş Savaşı’ndan ‘Türk-Yunan muharebesi!” olarak bahsetmiştir. Daha sonra, “Modern Türk Tarihini tersten yazdım, her olayın tersini kanıtlamaya çalıştım ve sanırım başarılı oldum!” diyen “tez hastası” Yalçın Küçük bağıra çağıra aynı tezi gündeme getirmiştir. Küçük’e göre “Kurtuluş Savaşı tarihi baştan sona yanlıştır!” Hatta o kadar yanlıştır ki, mesela Birinci İnönü Zaferi diye bir savaş hiç olmamıştır! Antiemperyalizmden bahsetmek mümkün değildir! En fazla bahsedilebilecek Yunanlılarla yapılan savaş olabilir! Türk-Yunan Savaşı tezleri daha sonraki dönemlerde Fikret Başkaya gibi “Solcular” ve Abdurrahman Dilipak gibi “Şeriatçı” yazarlar tarafından da yinelenmiştir.

GÜNÜMÜZÜN ALİ KEMALLERİ VE MEHMET ALTAN

“Kurtuluş Savaşı’nda İngilizlerle savaşılmamıştır” tezi günümüzün Ali Kemalleri’nce sıkça dile getirilmektedir. Okudukları birkaç “Cumhuriyet Tarihi yalanına” sarılan günümüzün Ali Kemal-leri, köşelerinde çalakalem “İngilizlerle savaşmadık ki…” diye çığlık atmaktadırlar. İşte günümüzün en ateşli Ali Kemallerinden biri olan Mehmet Altan’ın 30 Ağustos 2009 tarihinde Star gazetesindeki köşesinde yayınladığı “30 Ağustos ve İngiltere” adlı yazısından bir bölüm:
….İngiltere, 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz’dan çok önce, 14 Nisan 1921’de, Türk-Savaşı’nda kesin tarafsızlığını belirten notasını Yunan hükümetine bildirdi. Bunu İngiliz Parlamento tutanaklarında da görüyoruz. Örneğin, 13 Nisan 1921’de Avam Kamarası’nda Sir C., İngiltere’nin Türk Milliyetçi Kuvvetleri’yle savaş halinde olup olmadığını Başbakan’a sormuş. Hükümet adına cevap veren Mr. Harmsworth, bir barış antlaşması onaylanıncaya kadar teknik yönden ortada savaş halinin bulunduğunu fakat mevcut Türk-Yunan çatışması karşısında İngiliz tutumunun tarafsızlık olduğunu söylemiştir. Keza... Lordlar Kamarası’nın 21 Nisan 1921 tarihli oturumunda, Lord Lamington, Londra Konferansı’nın hemen ardından Yunanlıların Türklere karşı saldırıya geçmesini, Müslümanların ‘İngiltere’nin teşvikiyle yapıldığı’ biçiminde yorumlamalarına hükümetin ne dediğini sorar... Dışişleri Bakanı adına cevap veren Earl of Crawford, Müttefiklerin “sıkı tarafsızlık” uyguladıklarını vurgular. İngiltere ne Yunanlılara, ne de Türklere silah vermektedir. İstanbul’daki Müttefik askeri makamları da, Anadolu’da denetimleri altındaki demiryollarından yararlanılmasını durdurmuştur. General Harington, İzmit Yarımadası’ndaki Yunan Tümeni üzerindeki kumanda yetkisini bırakmıştır... Yunan kuvvetleri nezdindeki İngiliz irtibat subaylarına da artık tavsiyelerde bulunmamaları ve hiç bir biçimde müdahale etmemeleri yolunda talimat verilmiştir. Kısacası... Öncesi ve sonrasıyla, Büyük Taarruz, düvel-i muazzama karşı yapılan bir savaştan ziyade sadece Yunanlılara karşı yapılan bir savaştır.”
2. Cumhuriyetçi Prof. Mehmet Altan’ın İngilizlerin “tarafsızlık politikasının” tamamen iç kamuoyuna yönelik “göstermelik” bir politika olduğunu görememesi ve Büyük Taarruz öncesinde İngilizlerin Mustafa Kemal’e ve Milli Harekete karşı aldıkları önlemleri, yaptıkları planları bilmemesi ya büyük bit “cahilliktir”, ya da büyük bir “hainliktir”. Ben, Prof. Altan’ın “cahil” olduğunu düşünmüyorum…
Oysa ki, Türk Milli Kuvvetleriyle savaştıklarını bizzat İngilizler itiraf etmişlerdir. Örneğin, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri, Amiral de Robeck, 1919 Haziranında Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği bir raporda bu gerçeği şöyle ifade etmiştir:
Biz halen Türkiye ile savaşmaktayız. Barış Antlaşması’nın (Sevr) bütün Türkleri bir araya getirdiğini görerek yeni bir savaşa devam edecek miyiz?”
Büyük Taarruz sonrasında bir gazetecinin Mustafa Kemal’e sorduğu, “İngiltere’yle savaşacak mıyız?
” sorusuna Mustafa Kemal, şu cevabı vermiştir:

İngiltere ile barış imzaladık mı ki, bu sorunun yeri olsun! Yüz kez savaş durumundayız, bin kez savaş durumundayız…”

KURTULUŞ SAVAŞI'NDA İNGİLİZ POLİTİKALARI

I. Dünya Savaşı’nı kazanan İngiltere, bu savaşta 750 bin civarında kayıp vermiştir. Dahası savaş sonrasında İngiliz kontrolü altındaki İrlanda da, Mısır da, Afganistan da ve Hindistan da geniş çaplı ayaklanmalar çıkmış, bağımsızlık isyanları patlak vermiştir. Ayrıca, İngiliz kamuoyu da artık savaş istememektedir: I. Dünya Savaşı, “ekonomik” ve “askeri” bakımdan İngiliz insanını fazlasıyla yıpratmıştır. Ancak, Güneş Batmayan İngiliz İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı’nın galip ülkesi olarak, hem sömürgelerdeki isyanları bastırmak, hem de yeni sömürgeler elde etmek için politikalar üretmeye başlamıştır. Bu politikaların en başında, Osmanlı’nın Anadolu coğrafyasını parçalamak ve özellikle Boğazlara ve Güneydeki Musul, Kerkük gibi “petrol” bölgelerine el koymak gelmektedir. Savaş yorgunu İngiltere, Anadolu’yu parçalama işinde Yunanistan’dan yararlanmaya karar vermiştir. Türk düşmanı Lloyd George ve Hükümeti, Yunanistan’a her türlü “maddi” ve “manevi” desteği vererek, “diri” Yunan ordusunu 15 Mayıs 1919’da Anadolu üzerine göndermiştir. İngiltere parlamento tutanakları incelenecek olursa (Salahi Sonyel ve Erol Ulubelen bu tutanakları yayınlamışlardır). Başta İngiltere Başbakanı Lloyd George olmak üzere İngiliz yetkililerin Türkiye’yi parçalamak ve Milli Hareketi yok etmek için hangi planları yaptıkları, Yunanistan’ı maddi ve manevi bakımdan nasıl destekledikleri görülecektir.
İngiltere, ayrıca Fransa, İtalya ve Ermenistan’ı da Anadolu’nun paylaşım planlarına dahil etmiştir. Dolayısıyla “Türk-Yunan Savaşı” diye küçümsenmek istenen Kurtuluş Savaşı, Doğan Avcıoğlu’nun da belirttiği gibi, aslında bir “Türk-İngiliz Savaşı”dır.
Dahası, İngiltere; Fransa ve İtalya ile birlikte Anadolu’nun birçok bölgesini bizzat işgal etmiştir.
Evet! Kurtuluş Savaşı’ndaki siyasi ve askeri gelişmelere paralel, İngiltere zaman içinde “farklı politikalar” izlemiştir. Örneğin, 1921 yılına kadar Yunanistan’ı açıkça destekleyen İngiltere, Anadolu’da Türk ordusuna açıkça kurşun sıkmaktan çekinmeyen İngiltere, Mustafa Kemal’in düzenli ordularının İnönü Savaşlarını kazanmalarından sonra göstermelik bir “tarafsızlık” politikası uygulamaya başlamıştır. Bu süreçte İngiliz yetkilileri, bir taraftan Padişah Vahdettin’i ve Sadrazam Damat Ferit’i kullanarak Milli Hareketi yok etmenin hesaplarını yaparken, diğer taraftan Milli Hareketin önderi Mustafa Kemal’e “barış teklifleri” yaparak, biraz yumuşattıkları Sevr Antlaşması’nı TBMM’ye kabul ettirmenin yollarını aramışlardır. Bu da yetmemiş, TBMM’deki Rauf Bey, Kazım Karabekir gibi bazı muhalif milletvekillerini kullanıp, Milli Hareketin önderi Mustafa Kemal’i Meclis içinden yapılacak bir “darbe” ile devirmeyi planlamışlardır. Türk orduları Büyük Taarruz’u kazanıp Yunan’ı denize dökmelerine karşın İngiltere hala Anadolu’yu boşaltmaya yanaşmamaktadır. İzmit’te ve Çanakkale’deki İngiliz birlikleri takviye edilmiş, 1922 Eylülünde İngiliz Dışişleri, General Harrington’a gerekirse Türk ordularıyla savaşma yetkisi vermiştir

İNGİLİZLERLE SAVAŞMADIK MI? YALANINIZ BATSIN

Şimdi gelelim en büyük Cumhuriyet Tarihi yalanlarından biri olan, “İngilizlerle savaşmadık! Türk orduları İngiliz ordularıyla karşı karşıya gelmedi! İngilizler bize tek bir kurşun bile sıkmadı!..” yalanına….Sağ olsunlar! “Yobazlık” ve “liboşluk” adeta genlerine işlemiş kimi akademisyen, yazar-çizer tayfası, bu yalanı öyle sık ve öyle inanarak dile getirdiler ki, bu yalan zaman içinde adeta bir “şehir efsanesi” halini alarak yayılmıştır… Türk Kurtuluş Savaşı’nı küçültmek isteyen art niyetli çevrelerin beslediği bu şehir efsanesini yıkmanın zamanı geldi artık! Ne demişler! “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar!”
İşte “satılmış” tarihçilerin, araştırmacıların ve gazetecilerin, “Bize bir tek kurşun bile atmadılar!..” dedikleri İngiliz ordularının Türk ordularıyla Anadolu’da Kurtuluş Savaşı yıllarında (1919-19122) yaptıkları belli başlı savaşlar ve çatışmalar: (14 ayrı silahlı çatışma ve savaş)
1. I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında yapılan “gizli”, “açık” paylaşım antlaşmaları doğrultusunda Anadolu’yu işgal eden İngilizler, 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’e çıkarak Anadolu içlerine ilerlemelerini bizzat kararlaştırmışlar ve bu Yunan çıkarması İngiliz subaylarının gözetimi ve denetimi altında gerçekleştirilmiştir. Nitekim, İzmir’in Yunanistan tarafından işgal edilmesi kararını, İngiliz Amirali Calthorpe, 14 Mayıs 1919 tarihinde öğleden sonra İzmir valisine ve Türk komutanına tebliğ etmiştir. Ancak Yunan işgallerinin İngilizlerin tahmin ettiğinden çok daha “kanlı” bir şekilde gerçekleştirilmesi Anadolu’da işgallere karşı bir halk hareketinin başlamasına yol açmıştır. Bu durumda, adeta “sömürgeciliğin kitabını yazmış olan İngiltere”, Türkleri daha fazla “kışkırtmamak” gerektiğini düşünerek “daha temkinli” davranmaya karar vermiştir. Özellikle 1919 yılı sonbaharında İngilizler Anadolu’daki milliyetçilere karşı da daha “ılımlı” davranmaya başlamışlardır. Nitekim, Mustafa Kemal’in Ali Galip Olayı’ndan ustaca yararlanarak Damat Ferit Hükümeti’ni düşürmesine ve milliyetçilere daha yakın Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin kurulmasına İngilizler karşı çıkmamışlardır. Dahası Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin Mustafa Kemal’le temas kurarak Amasya Görüşmeleri’ni yapması ve bu görüşmeler sonrasında İstanbul’da Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin toplanması için seçimlerin yapılmasına da İngilizler müdahale etmemişlerdir. Ayrıca İstanbul’da milliyetçilere yakın Mersinli Cemal Paşa’nın Harbiye Bakanı olmasına da ses çıkarmamışlardır. İngilizlerin bütün bu “ılımlı” adımlarının nedeni Milli Hareketi güç kullanmadan etkisiz kılmaktır. İngilizler, “Biz Türklerin düşmanı değiliz, bu nedenle Milli Harekete de gerek yoktur!” demek istemişlerdir. Nitekim, bu İngiliz oyunundan etkilenen kimi milliyetçiler, (Ki bunlar arasında Kazım Karabekir de vardır). Sivas Kongresi’ne gerek olmadığını ve Temsil Heyeti’nin dağıtılması gerektiğini savunmuşlardır. Erzurum Kongresi günlerinde İngiliz subaylarından Yarbay Rawlinson, Mustafa Kemal’le ve bazı milliyetçilerle görüşerek Milli Hareketi “barışçı” yolarla etkisiz hale getirmeye çalışmıştır. Kazım Karabekir’le de görüşen Rawlinson, ona, İngilizlerin Türkiye’nin toprak bütünlüğünden yana olduklarını, Mustafa Kemal’in barış koşullarının kabul etmesi gerektiğini, İngiltere’deki güçlü partilerin Türkiye’nin bağımsızlığını savunduklarını, dahası İngiltere’nin Türkiye’nin ekonomik kalkınması için de elinden geleni yapacağını belirtmiştir. Rawlinson’un bu “bol keseden” vaatlerinden etkilenen Kazım Karabekir Paşa, “İngilizler Türkiye’yi kazanırlarsa, birkaç Türk subay ve ulemadan oluşan bir kurulun, İngilizlerin 100.000 kişisinin söz dinletemediği yerlerde (İngiliz sömürgelerinde) dirlik ve düzeni koruyabileceğini ve Türk ulusunun her ferdinin İngiliz dostluğundan yana olduğunu” söylemiştir. Karabekir, Rawlinson’la yaptığı görüşmede İtilaf devletleriyle, özellikle de İngiliz İmparatorluğu’yla dostça ilişkiler kurmak niyetinde olduklarını belirtmiştir. Mustafa Kemal, 8 Ocak 1920’de Kazım Karabekir’e gönderdiği kapalı tel yazısında, bu tür açıklamalarından dolayı Kazım Karabekir Paşa’yı, üstü kapalı “uyararak”, Rawlinson’un, eğer İngiliz Hükümeti’nin resmi görevlisiyse Ankara’ya gelerek Temsil Heyeti ile görüşmesi gerektiğini belirtmiştir.
Görüldüğü gibi Mustafa Kemal, bu “İngiliz oyunlarını” fark etmiştir. Bu doğrultuda Anadolu’daki sivil ve askeri yönetim üzerindeki etkisini artırmış, Kuvayı Milliye Hareketi’ni yurt geneline yaymış, özellikle İngilizlerin bulunduğu Batı Anadolu ve Boğazlar bölgesindeki Kuvayı Milliye güçlerini Ali Fuat Paşa ile daha da güçlendirerek İzmit’i ve İstanbul’u tehdit etmeye başlamıştır. Nitekim Mart ayını sonlarında Milli Kuvvetler, Kilikya’dan İzmit’e kadar uzanan bölgede egemenlik kurmuşlardır. İşte, Mustafa Kemal’in kontrolündeki ve Ali Fuat Paşa’nın başında bulunduğu Milli Kuvvetlerin Boğazları tehdit etmeye başlaması üzerine tedirgin olan İngilizler, Milli Kuvvetlere “yumuşak davranma stratejisini” bir kenara bırakarak silaha sarılmışlardır. O günlerde İngiltere’nin İstanbul’daki temsilcisi Londra’ya gönderdiği bir raporda, “İzmit’i terk edersek, İstanbul milliyetçilerin eline düşer… Mustafa Kemal’in askerleri Gebze’ye kadar geldi . Haydarpaşa ve Üsküdar’ı Kemalistlerin basmasından korkuyoruz” demiştir. İngiltere’yi silaha sarılmaya iten tek neden, Milli Kuvvetlerin, İzmit yakınlarına gelip Boğazları tehdit etmeleri değildir, ayrıca İngiltere’nin barış görüşmelerinden de istediği sonucu alamaması, Mustafa Kemal’in masa başında da İngilizlere güçlük çıkarması, İngilizlerin saldırganlaşmasında etkilidir. İngilizleri o günlerdeki Maraş olaylarını da bahane ederek Milli Harekete karşı askeri güçle saldırıya geçmeye karar vermişlerdir. Londra Konferansı görüşmeleri sırasında, 5 Mart 1920’de Lloyd George’un yaptığı şu açıklama, İngiltere’nin yeni politikasını gözler önüne sermektedir:
Yunan askerleriyle birlikte Türkiye’de 160.000 askerimiz var. Türklerin ise 80.000. Fransız, İngiliz ve Yunanlılardan meydana gelen her iki asker, bir Türk askerini yenemez ise bu konferansı durdurup Türklerin bütün isteklerini kabul edelim!” demiş ve barış şartlarının kuvvet yoluyla savunulacağını belirterek sözlerine şöyle devam etmiştir: “Mustafa Kemal Paşa adi bir çeteci değildir. Türk Hükümeti’nin atadığı Erzurum valisidir. Bu Türk valisi bizim müttefikimize (Maraş’ta Fransızlara) saldırsın, biz hiçbir harekette bulunmayalım. Bu olamaz. Hemen en enerjik tedbirleri almalıyız. İlk iş olarak Mustafa Kemal Paşa’nın atılmasını istemeli, sonra Müttefik Kuvvetlerle İstanbul’u işgal etmeliyiz.
Lloyd George, 1920 yılı içinde her fırsatta Milli Harekete karşı “şiddet” ve “güç” kullanmaya çalışmıştır. Örneğin, 23 Ağustos 1920 tarihinde de İtalyan Başbakanı’nı Türkler üzerine silahlı birlikler göndermeye ikna etmeye uğraşmıştır. “İstanbul’daki Türkler artık o eski yumuşak Türkler değil, Çanakkale’de gemilerin hiçbir rolü olmuyor. Mustafa Kemal hemen hemen bitmiştir. Elinde hiçbir savaş malzemesi yok. Buna rağmen Türkler bilinemez” diyerek Türklere yönelik saldırılara ağırlık verilmesini istemiştir.
Milli Hareket’e yönelik “şiddet” kullanmaya karar veren İngilizler, 16 Mart 1920’de silah zoruyla İstanbul’u resmen işgal etmişler ve İstanbul Hükümeti’ni sıkıştırmaya başlamışlardır. Harbiye Bakanı Fevzi Paşa’nın ifadesiyle, “Hükümet nota bombardımanına tutulur…” 17 Şubat 31 Mart arasında Babıali’ye 5 nota verilmiştir. Baskılara dayanamayan Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin istifa etmesinden sonra kurulan Salih Paşa Hükümeti de fazla dayanamayarak istifa etmiştir. 5 Nisan 1920’de İngiliz isteklerini kayıtsız şartsız yerine getirecek olan Damat Ferit Paşa Hükümeti kurmuştur.
Böylece, Saray, tam anlamıyla İngilizlerin kontrolüne girmiştir. İngilizler, Padişah Vahdettin’i ve Sadrazam Damat Ferit’i kullanarak Milli hareketi ezmek için her yola başvurmuşlardır. Önce Anadolu’daki Mustafa Kemal’i ve milliyetçileri “dinsiz” ve “zındık” ilan eden bir fetva almışlar, (11 Nisan 1920) daha sonra bu fetvayı kendi uçaklarıyla dağıtmışlar, sonra iç isyanları çıkarmışlar, daha sonra da Padişah’tan Mustafa Kemal üzerine bir ordu gönderilmesini istemişlerdir. (7 Nisan 1920). İngilizler, bu orduyu kendi askeri güçleriyle destekleyeceklerini belirtmişlerdir. Ordunun savaş araç gereçleri, İstanbul’da İngiliz kontrolü altındaki depolardan karşılanmıştır. Böylece Padişah Vahdettin, milliyetçileri ortadan kaldırmak için Kuvayı İnzibatiye denilen Hilafet Ordusu’nu görevlendirmiştir. Hilafet Ordusu, Nisan sonu ve Mayıs başında İzmit ve civarına yığınak yapmaya başlamıştır. Taze kuvvetlerle güçlendirilen İngiliz birlikleri de Halifelik Ordusu’nun İzmit ve gerisindeki ordugahlara yerleştirilmiştir. Bu sırada İngilizlerin maddi ve manevi olarak destekledikleri ve Milli Harekete karşı başka bir oluşum da Cemiyet-i Ahmediye’dir. Bu cemiyeti, silah ve mühimmat bakımından da destekleyen İngilizler Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’yle de görüşerek millicilere karşı bir fetva almak istemişlerdir. Cemiyet-i Ahmediye, Anzavur İsyanı’nın patlak vermesinde etkili olmuştur.
İngilizler, Milliyetçilere yönelik bu saldırı hazırlıkları dışında Anadolu’daki, Yunan ordusunu da alarma geçirerek “hazır” olmalarını istemişlerdir. 17 Mayıs 1920’de, İtilaf devletleri, İngiltere’nin Hyte kasabasında yaptıkları toplantıda, Yunan ordularının Batı Anadolu’yu işgale başlamasını, ancak bunun ilk aşamada Bursa ile sınırlı kalmasını kararlaştırmışlardır. Bu sırada ABD Senatosu da Batı Anadolu’nun Yunanistan’a verilmesini uygun gören bir karar almıştır.
Halifelik Ordusu, Kuvayi Milliye karşısında bir varlık gösteremeyerek geriye İzmit’e çekilmek zorunda kalmıştır. 14 Haziran 1920’de Ali Fuat Paşa’nın kontrolündeki Milli Kuvvetler, İzmit’e doğru saldırıya geçmişler ve İzmit’te bekleyen İngiliz birlikleriyle Türk Milli Kuvvetleri sıcak çatışmaya girmişlerdir. Batı Cephesi Kuvayı Milliye Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa bu çatışmayı şöyle anlatmaktadır:
İngilizler, İzmit etrafında, Hasanpaşa, Solaklar, Tepe Köy, Ağa Köyü hattının bazı yerlerine siperler kazarak buralara Halife Kolordusu’ndan 1, 2 ve 3. alayları yerleştirmişler ve bunların cenah ve gerilerine de iki üç İngiliz taburu koymuşlardı. İzmit Limanı’nda bulunan birkaç parça İngiliz Savaş gemisi de söz konusu savunma mevkinin sağ kanadını ateşleriyle koruyabilecek bir durum almıştı.
14 Haziran sabahının erken saatlerinde önceden kararlaştırdığım plan gereğince her taraftan yapılan baskın saldırıları Halife Kolordusu’nun birlikleri üzerinde beklediğimiz etkiyi yapmış, piyadelerinin hemen hepsi direnme göstermeksizin tüfek ve makineli tüfekleriyle bizim tarafımıza geçmişlerdi. Yalnız topçuları Kumla Çiftliği civarında mevzi alarak üzerimize ateş açmak cüretinde bulunmuştu. Fakat topçumuzun şiddetli ateşi karşısında ateş keserek İzmit şehrinin girişine sığınmışlardı. Öğleye kadar Hacı İbrahim, Solaklar, Tepeköy, Akköy hattı tarafımızdan işgal olunmuş, Halife birliklerini bizimle savaşa sokmak amacıyla üzerimize ateş açmış olan bazı İngiliz birlikleri, İzmit içerisine kadar sürülmüştü.”
Bu durumda bir İngiliz subayı, elinde beyaz bayrak Ali Fuat Paşa’nın karargahına gelmiş ve ateşin kesilmesini istemiştir. Eğer hareket durdurulmazsa savaş durumu yaratacakları tehdidini savurmuştur. Ali Fuat Paşa ise İngiliz subayından İzmit’in boşaltılmasını istemiştir. Görüşme sona erdikten bir süre sonra İngiliz uçakları Türk birliklerinin üzerine bomba yağdırmaya başlamıştır.
Yine Ali Fuat Paşa’ya kulak verelim:
İngiliz uçaklarının bu saldırısı üzerine 14/15 Haziran gecesi baskın hareketi ile İzmit’in işgaline karar vermiştim. Ne yazık ki bu baskın İzmit’in kuzeyini inatla savunmakta olan Ermeni çetelerinin direnmesine rastlamış ve bu nedenle bir sonuç vermemişti. 15 Haziran’da İngilizlerin İzmit’i boşaltacakları söylentisi dolaşmışsa da gerçekleşmemişti. Aynı gün İzmit’in kuzeyine karşı tekrarlanan saldırı hareketimiz şehrin kenarlarına kadar ilerlemişti. 16/17 Haziran’da İngilizlerin karadan ve denizden İzmit’i savunmaya başlamaları üzerine hareketimizin biçimi ve niteliği değişmiş, esasen bu saldırılardan beklediğimiz sonuçlar da sağlanmış olduğundan, hareketimizi durdurmuş, birliklerimizin eski mevkilerine dönmeleri kararını vermiştim.”
Ali Fuat Paşa, anılarında, İngilizlerle bir kere daha sıcak çatışmaya girildiğini şöyle anlatmaktadır:
“Kütahya’nın Milli kuvvetlerimiz tarafından işgalinden sonra İngilizler evvela çekilmiş, fakat sonra eski yerlerine dönmek istemişlerdi. Milli Kuvvetler Kumandanı ise geri dönüşlerine izin verilmeyeceğini bildirmesi üzerine iki taraf arasında bir müsademe olmuş, mateessüf iki taraf da kayıplar vermişti.” Söz konusu çatışma 24 Eylül 1920’de gerçekleşmiştir.
2. Ali Fuat Paşa’nın emrindeki Milli kuvvetlerin 15 Haziran 1920’de İzmit’teki İngiliz birliklerine yönelik yaptığı saldırının intikamını almak isteyen İngilizler, 22 Haziran 1920’de Yunan birliklerini harekete geçirmişlerdir. “Yunan birlikleri kısa bir sürede, Bandırma, Bursa ve İzmit bölgesini işgal ederek İngiltere hesabına Boğazları güvenlik altına alırlar. İngilizler, Anzavur Paşa kuvvetleri ile Süleyman Şefik ve Suphi Paşaların Halifelik Ordusu’nun başaramadığı bu işi Venizelos’un Yunan Ordusu’na yaptırmak kararındadırlar.
Doğan Avcıoğlu’nun dediği gibi, “Aslında 22 Haziran 1920 Yunan ilerlemesi tamamen İngiltere’nin kontrolünde bir saldırıdır. Saldırı planları İngiliz kurmayları ile birlikte hazırlanmıştır. Olayların iç yüzünü bilme bakımından geniş olanaklara sahip bulunan Prof. A.Toynbee, saldırı planlarının İngilizlerle birlikte hazırlandığını yazmaktadır.
İngilizler, 22 Haziran 1920 Yunan saldırında Yunan ordusuna sadece saldırı planlarını hazırlayarak destek olmamışlar aynı zamanda bu saldırıyı Yunan ordusuyla birlikte yürütmüşlerdir. Mudanya-Gemlik gibi Marmara Denizi sahil kasabaları Yunan-İngiliz ortak hareketiyle işgal edilmiştir. 22 Haziran’da Akhisar, 23 Haziran’da Kırkağaç, Soma ve Salihli, 25 Haziran’da da Akşehir işgal edilmiştir. İngiliz destekli Yunan birlikleri, 30 Haziran’da Balıkesir’i, 2 Temmuz’da Kırmesti (M. Kemal Paşa)’yı ve Karacabey’i işgal etmişlerdir.
İngilizler, 6 Temmuz 1920’de Gemlik’i işgal etmiştir. Burada İngiliz birlikleriyle Türk birlikleri çatışmaya girmiştir.
İngiliz ordusunda görevli Prof. A. Toynbee’nin, Gemlik’in işgaliyle ilgili yazdıkları, İngiliz-Yunan ortak hareketini olanca açıklığıyla gözler önüne sermektedir:
Milliciler çekilmişlerdi. Gemlik, Yunan birlikleriyle işbirliği yapan İngiliz donanması tarafından işgal edilmişti. Halen Yunan zulmünün hüküm sürdüğü bölgedeki Yunan Genel Komutanlığı Tümen Karargahı binalarını daha önce biz (İngilizler) kullanıyorduk. Duvarlarda İngilizce yazılmış uyarı yazıları hala okunabilir durumdaydı…”
Gemlik, İngiliz-Yunan ortak planlarıyla, İngiliz-Yunan deniz ve karar birliklerince ortaklaşa işgal edilmiştir.
3. 25 Haziran 1920’de, Yunan saldırıları sırasında İngilizler, bir kısım Türk kuvvetini cepheden uzak tutmak için Marmara’nın Güney kıyılarını gözlemişler ve Mudanya’ya asker çıkarmışlardır. Buradaki Türk kuvvetleri de İngilizleri ateşle karşılamış, bazı kayıplar verdirmiş, fakat daha sonra kasabının dışındaki mevzilerine çekilmek zorunda kalmışlardır. 6 Temmuz 1920’de bir İngiliz deniz filosu, Mudanya’yı üç saat kadar topa tuttuktan sonra işgal etmiştir. Bu İngiliz saldırısı sırasında 25 Türk askeri şehit olmuştur. Bu İngiliz saldırısının da etkisiyle 8 Temmuz’da Bursa Yunanlılarca işgal edilmiştir. Bursa’nın işgalinde İngilizlerin nasıl bir tavır takındıklarını görmek için, Amiral de Robeck’in, 25 Haziran 1920’de yayınladığı şu ültimatoma göz atmak yeterlidir: “Herhangi bir yerdeki İngilizlere ve öteki Müttefiklere karşı bir harekata girişildiği veya düşmanca bir eylemde bulunulduğu takdirde Bursa kentini donanmanın ağır silahlarıyla bombardımana tutmakta veya uçaklarla saldırıya geçmekte tereddüt göster-meyeceğim.” Bursa Vali Vekili Albay Bekir Sami, bu İngiliz tehdidine şu karşılığı vermiştir: “Mudanya’yı 24 saat içinde terk etmediğiniz takdirde milliyetçilerin direnişi sonunda dökülecek kanın sorumluluğu size ait olacaktır.”
4. 20 Temmuz 1920’de iki İngiliz zırhlısının katıldığı bir İngiliz-Yunan karma birliği de Tekirdağ’ı, Edirne’yi ve bütün Doğu Trakya’yı işgal etmiştir. Tekirdağ’a yapılan Yunan çıkarması, İngiliz ve Yunan filolarının korumasında yapılmıştır. İşgale ateşle karşılık veren Türk topu, İngiliz ve Yunan savaş gemilerince ortaklaşa tahrip edilmiştir.
5. 21 Haziran 1920’de, 150 kişilik bir Türk kuvveti, Çamlıca tepelerinde İngiliz mevzilerine saldırmıştır. İngilizler saldırıyı makineli tüfek ve top ateşiyle püskürtmüşlerdir.
6. 5 Temmuz 1920’de Boğaziçi’nin Asya kıyılarındaki Türk çeteleri İngiliz kuvvetlerine saldırmışlardır. Çatışma bütün gün boyunca devam etmiştir. Bu çatışma sırasında İngiliz gemileri sahili ve Beykoz’u topa tutmuşlardır. Beykoz’a yönelik saldırıya bir İngiliz birliği ve bir İngiliz torpidosu katılmıştır. ABD Yüksek Komiseri Amiral Bristol bu Türk-İngiliz çatışmasını, “Boğaziçi’nin Asya kıyısında Türk kuvvetleri İngiliz kuvvetlerine saldırdı… Çatışma bütün gün sürdü. İngilizler, karadaki kuvvetlerine yardım için, sahil ve Beykoz’u gemilerinden bombardıman ettirdi.” diyerek rapor etmiştir.
7. 10 Temmuz 1920’de İngilizler, Kuvayı Milliye’ye karadan ve havadan hücum etmişlerdir. Bu saldırıda önemli bir başarı elde edemedilerse de, Ali Fuat Paşa’nın verdiği bilgiye göre, bu saldırı, çevredeki Ermeni ve Rum çetelerinin saldırılarını artırmalarına neden olmuştur.
8. 11 Temmuz 1920’de Yunanlılar bir İngiliz savaş gemisinin korumasında Karamürsel’e 400 asker çıkarmışlardır. 1 Temmuz 1920 tarihli İkdam gazetesi, İngilizlerin Karamürsel’de yaptıkları vahşilikleri, “Medeni Adamlar! İngilizlerin Karamürsel’de insanlık dışı hareketleri…” başlığıyla okuyucusuna duyurmuştur.
9. 12 Temmuz 1920’de İznik Yunan ve İngiliz kuvvetlerince işgal edilmiştir. İznik, daha önce de 19 Mayıs 1919’da İngilizlerce işgal edilmişti.
21 Temmuz 1920’de, Lloyd George Avam Kamarası’nda yaptığı konuşmada, “Türkiye tamamıyla parçalanmalıdır. Bundan üzüntü duymak için hiçbir sebep yoktur. İngiltere Hükümeti en uygun hareket ederek Yunan birliklerinin istihdamını görüyor. Bu birlikler büyük şevk ile dövüştü. Görevi on günde tamamladı. Fransızların yardımını da elde ettik.” demiştir.
10. 5 Eylül 1919’da bir İngiliz taburuyla bir Fransız taburu ve iki batarya Hatay Dörtyol’un Gürlevik mevkiinde Kara Hasan ve çetesiyle çarpışmış, çarpışmada bir hayli kayıp veren İngiliz ve Fransız birlikleri Dörtyol’a çekilmişlerdir.11. 27 Eylül 1919’da Merzifon’daki İngiliz birliği Samsun’a çekilirken, kendisini izleyen bir Kuvayı Milliyle birliğiyle çarpışmıştır.
12. Adana’da da Milli kuvvetlerle İngilizler arasında sıcak çatışmaların yaşandığını bizzat İngiliz raporlarından öğrenmekteyiz. Örneğin, 22 Kasım 1920 tarihli İngiliz Genel Rapor’unda,”Mustafa Kemal’in ordusu Adana’da İngilizlerle çarpışmakta ve Cezayir’de İngilizleri tehdit etmektedir” denilmiştir.
13DERBENT ZAFERİ: 31 Ağustos 1922: İngiltere, Kurtuluş Savaşı’nın başından sonuna kadar, hatta daha sonraki dönemlerde hep Musul’la ilgilenmiştir. Bölgedeki zengin petrol kaynaklarından dolayı Musul’u ele geçirmek isteyen İngilizler Anadolu’da ilk olarak (3 Kasım 1918’de) burayı işgal etmişlerdir. İngilizler, sadece bölgeyi işgal edip kontrol altından tutmakla kalmamışlar, aynı zamanda türlü entrikalar da çevirmişlerdir. Örneğin İngilizler, Irak’taki Kürtleri doğrudan doğruya korumaları altına almış ve bir ara Hindistan’a sürdükleri Süleymaniye’de çok iyi tanınan Şeyh Mahmud’u kazanmaya çalışmışlardır. Mustafa Kemal ise Misak-ı Milli sınırları içinde görülen Musulu’u İngilizlere kaptırmamak için elinden gelen her yola başvurmuştur. Bu yoların için de “savaş” da vardır. Mustafa Kemal, Musul’u İngilizlerden almak için, Antep’te Kuvayı Milliye Komutanlığı yapmış olan Milis Yarbayı Özdemir Bey’i Revandız bölgesine göndermiştir. Özdemir Bey’in görevi, Irak Kralı Faysal’ın, Misak-ı Milli sınırları içindeki bölgeyi işgalini önlemek ve Musul’u İngilizlerden geri almaktır.
Revandız’da bir kısım aşiretlerin desteğini sağlayan Özdemir Bey, karşısında İngilizleri bulmuştur. Özdemir Bey’i etkisiz hale getirmek isteyen İngilizler Revandız’ı havadan bombalamaya başlamışlardır. Özdemir Bey’in kontrolündeki kuvvetler; Türk-Kürt birlikleri, 1922 Haziranından 1922 Eylülüne kadar, 4 ay boyunca, İngilizlerle birçok defa karşı karşıya gelmiş, kanlı çatışmalar olmuştur. Özdemir Bey, 30 Ağustos 1922’de, Büyük Taarruz kazanıldıktan bir gün sonra, 31 Ağustos'ra İngilizlere karşı Derbent Savaşı’nı vermiş ve İngilizleri  bozguna uğratmıştır. 18 Eylül 1922’de Revandız-Erbil yolun üzerindeki Musul’la bağlantıyı sağlayan Şaklava ilçesini işgal etmiştir.
Özdemir Bey’in Derbent Zaferi’yle Süleymaniye tehdit altında kalmıştır. Buranın da Türklerce ele geçirileceğini düşünen İngilizler, İngiliz mandası altında Süleymaniye merkezli bağımsız bir Kürt devleti ilan etmişlerdir. Şeyh Mahmud’u da Kürt Hükümeti’nin başkanı yapmışlardır. Ancak, İngilizlerin tam olarak kontrol edemedikleri Şeyh Mahmut, Özdemir Bey’le temas kurarak birlikte Süleymaniye üzerine yürüme önerisinde bulunmuştur. Özdemir Bey de bu öneriyi Türk Genelkurmayı’na bildirmiştir. Ancak, İngilizlerle, Büyük Taarruz sonrasında İzmit ve Çanakkale civarında beliren savaş tehlikesi ve bir süre sonra da Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın imzalanması ve İngilizlerin İstanbul’u boşaltmayı kabul etmeleri gibi gelişmeleri dikkate alan Genelkurmay, Süleymaniye üzerine yürünmesini doğru bulmamıştır.
Türkiye’nin bu tavrına karşın İngilizler bölgedeki saldırılarına devem etmişler; Kasım-Aralık 1922 ve Ocak 1923’te bölgede üç önemli saldırıda bulunmuşlar ama püskürtülmüşlerdir.
14. Büyük Taarruz sonrasında Türk ordularının Çanakkale ve Boğazlara yaklaşmaları üzerine İngiliz parlamentosunda alınan karar doğrultusunda Çanakkale’deki İngiliz birlikleri takviye edilmiş ve General Harrington’a gerekirse Türk ordularıyla savaşma yetkisi verilmiştir. Bu doğrultuda İngilizler, 15 Eylül- 30 Ekim 1922 tarihleri arasında savaş hazırlıklarına girişmişler, Çanakkale’ye takviye kuvvetler, uçaklar ve savaş gemileri göndermişler, seferberlik ilan etmek için ön karar almışlar, dahası İngiltere’ye bağlı Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika Birliği’ne, ayrıca Romanya, Yugoslavya ve Bulgaristan’a “asker göndermeleri” için çağrıda bulunmuşlardır. Yunan donanmasından da yararlanmak istemişlerdir.

İNGİLİZLER TEK KURŞUN ATMADI MI DEDİNİZ? O ZAMAN AŞAĞIDAKİ FOTOĞRAFA BAKIN!

"Kurtuluş Savaşı'nda İngilizler Tek Kurşun Atmadı!" diyen Cumhuriyet Tarihi Yalancılarına ve bu yalancıların yalanlarına inanmış olanlara bir belge sunmak istiyorum.
İzmit'te işgalci İngilizler çok sayıda Müslüman Türk'ü vahşice kurşuna dizmiştir. Aşağıda İngilizler tarafından kurşuna dizilen bir Müslüman Türk görülmektedir. Fotoğrafın sağ tarafında görüldüğü kadarıyla bir İngiliz ve bir Türk yetkili idama gözlemcilik yapmaktadır. Bu foğoğrafın arkasında İngilizce aynen şu cümle yazılıdır: "Execution of a Kemalist Turk at İzmid" yani (İzmit'te bir Kemalist Türk'ün idamı"
Not: Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal'in yanında yeralan Milliyetçileri, İngilizler "Kemalist" diye adlandırmışlardır. Bu nedenle Kemalist olmak her şeyden önce idamı bile göze alarak "Ya İstiklal Ya Ölüm" diyebilmektir.

GENERAL HARRİNGTON'UN GİZLİ RAPORU'NDA TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI VE İNGİLTERE

Kurtuluş Savaşı'nın aslında bir Türk-Yunan savaşından öte bir Türk-İngiliz savaşı olduğunu bizzat İngiliz yetkililer itiraf etmiştir. Örneğin, Kurtuluş Svaşı yıllarında İstanbul'daki İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı olan General Harrington, Londra'ya gönderdiği bir "gizli raporda" İngilizlerin Yunanlarıları nasıl desteklediklerinden, Türklerle nasıl savaştıklarına ve Büyük Taarruz sonrasında bile savaş hazırlıkları yaptıklarına kadar birçok gerçeği itiraf etmiştir.  O günlerde İstanbul’daki Türk gizli teşkilâtı tarafından başarılı bir plânla çalınıp Ankara’daki Genelkurmayımıza gönderilmiş olan bu rapor İngiltere Harbiye Nezareti’nin eline geçmeden 1923 yılında “Ayın Tarihi” dergisinde yayımlanmıştır. Raporda, bilinenler yanında pekçok da bilinmeyen olaylar ve plânlar vardır. Olay, zamanında İngiltere için büyük bir skandal olarak nitelenmiştir. Hazırlanan bu rapordan, İstanbul’da İngiliz Gizli Servisi arasına sokulan bir Türk casusu tarafından Felah ve M.M. gruplarımız haberdar edilmiştir. Şifreye tahvil edilen rapor, Gizli PERE Merkezi tarafından Ankara’ya yazılmıştır. “Ayın Tarihi” resmî bir yayın olduğu ve satışa verilmediği için rapor, 68 yıl sonra ilk kez 1991 yılında Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi'nin 22. sayısında kamuoyuna sunulmuştur.
İşte "Kurtuluş Savaşı emperyalizme karşı verilmedi! Kurtuluş Savaşı'nda sadece Yunanlılarla savaşıldı! İngilizlerle savaşılmadıİngilizler düşmanımız bile değildi!" diyen Cumhuriyet tarihi yalancılarını utandıracak o rapor.
"İstanbul, 2 Ekim 1923
İngiliz Umumî Karargâhı

Londra Harbiye Nezaretine Devletmeâp!
İngiliz kıtalarının Türkiye’de 1920 Kasımından 1923 Ekimine kadar olan faaliyeti hakkında işbu raporumu takdim etmekle kesb-i şeref eylerim.
Bu devir, yakın-şark gibi müşkül bir meselenin ilgi çekici birçok safhalarını içine almaktadır. Bu safhaların bazısında vaziyet pek emniyetsizdi; hattâ muhase mat başlayacak gibi görülüyordu.

İngiliz kıtalarının bu müşkül ve buhranlı devri başarı ile geçirdikleri için kendimi mutlu sayıyorum. Bununla beraber başlangıcını 1920 yılının meş’um bir safhasını teşkil eden bu devrin ilk devresini burada özetleyeceğim.

(...)
O vakit Müttefikler arasında kararlaştırılmış bir anlaşma gereğince İngiliz ve dört Hint taburu miktarına indirilmişti. Bundan başka Yunan Ordusu’nun İzmit’teki 11. Tümeni ve Cezayir Bahrisefit Alayı’nın 204. Taburu emrim altındaydı. Fransız kuvvetleri altı, İtalyan kuvvetlen bir taburdan kuruluydu.

General Paraskevupulos, Bursa’nın ve Doğu Trakya’nın Yunan Ordusu tarafından işgaliyle sonuçlanan harekâtı icra eylemişti.
Türk Ordusu’na gelince: Türk Milli Ordusu o zaman henüz doğuyordu.

Ordu, faal ve vatansever reislerin idaresinde muharip kuvvetlerden teşekkül ediyordu. Başlarında Mustafa Kemal Paşa bulunuyordu
. Oysa bu kuvvetler hiçbir zaman ciddiye alınmıyordu.

Şurası da kaydedilmelidir ki gerek Ankara‘da, gerek İstanbul’da Sovyetlerin tesirleri o zamandan beri hissedilmeye başlanmıştı. O zaman Müttefik kıtalarının emniyetine zararlı bazı şahısların tevzifini emretmek zaruretinde bulundum. Bunlar arasında, Bursa’ya sevk edilen Bolşevik propagandacıları da vardı.

1920 kışı ve 1921 baharı sıralarında İstanbul’da vaziyete hâkim olmaya başladık. Fakat Türk Millî Ordusu kuvvetçe çoğaldıkça ve teşkilât itibariyle düzeldikçe Ankara’da Yunan Ordusu’nu Anadolu’dan kovmaya ve Müttefikleri İstanbul’u tahliyeye mecbur etmeyi hedef tufan bir kuvvet teşkil edilmekte olduğunu artık görüyordum.

(...)

Türklerin bir muvaffakiyet kazanmaya çalıştıkları söylendi.

– Türklerin bu harekâtı (Büyük Taarruz) ne dereceye kadar evvelden karar altına almış oldukları şüphelidir.

Yunan Ordusu’nun güney grubu yarıldı, artık müdafaaya muktedir olamadı ve tarihin en büyük çöküntülerinden biri olarak Anadolu’dan denize döküldüBununla beraber Yunan Ordusu’nun kuzey grubundan bir kısmına, Trakya’ya salimen geçmeye muvaffak olduğu için, takdirname vermek gerekir.
Türkler, tabii olarak basanlarından cesaret alarak dikkatlerini, Anadolu’daki Müttefik kıtaları üzerinde topladılar.

O zaman bu kuvvetler münhasıran İngilizlere aitti. Emrim altında yalnız Çanakkale’de Küban Alayı’nın bir taburu ve İzmit Yarımadası’nda iki tabur bulunuyordu. Müttefiklerin birlik ve beraberliğini göstermek için Çanakkale’ye ve İzmit’e Fransız ve İtalyan müfrezeleri göndermelerini İtalyan ve Fransız komiserlerinden rica ettim. Bu dileğim hemen kabul edildi. Ben de evvelkine benzer bir tebliğ çıkardım. Fransız ve İtalyan hükümetleri ise bu tebliği uygun görmediler. Ve Anadolu’daki müfrezelere geri çekilmek emri verdiler.

İstanbul’un hakikî müdafaası Boğaziçi’nin 10 mil doğusunda Maltepe Dudullu müdafaa hattından ibaretti ve Müttefik kıtaları tarafından hazırlanmıştı.

Fransız ve İtalyan hükümetlerinin, kıtalarından hiçbirisinin Boğaz’ın Asya sahilinde kullanılamaması hususundaki kararları durumu pek zorlaştırdı. Çünkü emrim altındaki İngiliz kuvvetleri gerek Çanakkale’nin, gerek İzmit Yarımadası’nın müdafaasına -bilhassa ciddî bir taarruz karşısında- kâfi değildi. O sıralarda Türklerin bu iki noktaya karşı kuvvet topladıktan anlaşılmıştı.

Çanakkale’deki mevki, mahallinde mevcut kuvvetlerle takviye ettim. Evvelce Çatalca’ya gönderilmiş olan kuvvetleri de geri aldım. Bununla beraber İngiliz kuvvetleri yine de yetersizdi. Hatta diyebilirim ki tehlike önümüze çıktığı zaman karşı koyacak kuvvetlerim yoktu. Onun için takviye kıtalarının gelmesine kadar mevkilerimizi muhafaza konusunda lâzım olan vasıtaların tedariki büyük gayretleri gerektiriyordu.

9 Eylül’de Çanakkale Müdafaası’nın tanzimini Albay Satel Gourt’a tevdi ettim; vaziyet vehamet peyda ediyordu. Bu albayın emrinde yalnız bir piyade taburu, bir süvari bölüğü ve bir sahra top bataryası bulunuyordu.

Az bir müddet içinde Malta’dan iki taburluk bir takviye aldı. Bu küçük kuvvetin faal ve muktedir komutanının idaresiyle ve tel örgüleri vücuda getirmek üzere hizmet eden İngiliz donanması erlerinin yardımıyla yaptığı is her türlü sitayişe lâyıktır. Bu kuvvet pek üstün kuvvetler tarafından tehdit ediliyordu. O küçük kuvvetin takviyesi için Çanakkale’ye İskoçya muhafız efradından, diğer taburlardan, 17 ve 19. sahra top bataryalarından, 5. ağır top bataryasında ve Ruayal Garison Artiyeri’den mürekkep olan mevcut kuvvetlen gönderdim. Her saat geçtikçe mevkiimizin daha ziyade sağlamlaştığını hissederek müteselli oluyordum.

26 Eylül’de 28. Tümeni teşkil etmek ve mütemadiyen gelen takviye kıtalarını tesellüm ve yerleştirmek üzere General Marden’i Çanakkale’ye gönderdim. General Marden kuvvetlerini derhal ileri sürerek kuzeye doğru arazi işgal etti ve Nara Burnu’nu setretti ki bunun çok faydası olmuştur. 0 sıralarda Müttefiklerin notası verilmiş ve Mudanya Konferansı belirmeye başlamıştı. Ben, hiçbir çarpışmaya meydan verilmemesi arzusundaydım ve bu arzu şevkiyle lâzım gelen emirleri verdim.

Fakat Türklerin hareket hattı az kaldı durumu değiştiriyordu. Türklerin maksadı İngiliz kuvvetlerini kendi mevkilerinde hareketsiz bulundurmaktı. Süvari cüz-i tamlarından mürekkep olan askerlerinin vaziyeti ciddî telâkki etmedikleri ve bize önem vermedikleri anlaşılıyordu. Sonradan bu süvari kuvvetleri piyade kuvvetleri tarafından değiştirildi. Bu kuvvetlerin, karşısındakilere çarpışmaya davet etmek emrini almış olduktan aşikârdı.

Vaziyet fevkalâde buhranlı bir hal aldı. İngiltere kıtalarının her subayı, her eri Mudanya Konferansı’na hâdisesiz varmak hususundaki arzumun husule gelmesine elinden gelen gayreti sarf etti. Emrim altında bulunan General Marden tahriklere karşı sabır ve tahammülün son derecesini de geçtiğimizi ve çarpışmaların başlamasına ramak kaldığını bana iki defa telgrafla bildirdi.

Ben de kendisine, uygun göreceği her tedbirin alınmasını münasip gördüğümü bildirdim. Bir sabah, çarpışmaların başladığı hakkındaki haberi bekliyordum.

General Marden’in ve onun emrindeki subayların bu zor durum içinde görevlerini nasıl yaptıklarını takdir edecek kelime bulamıyorum. İngiliz kıtalarının soğukkanlılığını, tahammülünü ve itaatini tasvir ve takdir etmek üzere ciltlerle yazı yazmak lâzım. Bu durumu İngiltere Hükûmeti’ne bildirdim. Aynı zamanda askerlerini tarafsız bölge dışına çekmek üzere Türk Ordusu Komutanı’na bir nota göndermek selâhiyetini aldım.

Adı geçen notada, Türk askerleri çekilmediği takdirde ateş açılacağını bildirdim. Fakat Mudanya Konferansı görüşmeleri başlamak üzere bulunduğu için bu notanın gönderilmesine lüzum kalmamıştı. Bu notanın gönderilmemesi barışın menfaatine ve benimle beraber hükümetimin de arzusuna uygun olduğu fikrindeyim.

Bununla beraber Çanakkale’den çoluk çocuk ve ihtiyarların çekilmelerini emrettim. Bundan sonra İngiltere Hükümetiyle ve Estern Kumpanyasi’yle temasa geçerek İstanbul’u Avrupa’ya bağlayan kabloyu Asya sahilinden Avrupa sahiline naklettirdim.

Bu tedbir pek faydalı oldu. Çünkü kablonun naklinden 48 saat sonra Anadolu sahilindeki telgraf tesisleri Kemalistler tarafından tahrip edildi.

Mudanya Konferansı 3 Ekim 1922 ‘de başladı ve 11 Ekim 1922”de imza edilen protokolla sona erdi.

Konferansın devamı müddetince mütemadiyen piyade ve topçu kıtaları geliyordu. Donanma da mühim surette takviye edilmişti. Ehemmiyetli bir uçak kuvveti de hazırlanmakta idi.
Bu konferansın teferruatiyle meşgul olmayacağım. Askerî olan bu konferansın Müttefik generalleriyle İsmet Paşa arasında, Yunan Ordusu’nun Trakya’dan çekilmesi lâzım gelen hattın tayiniyle meşgul olacağı malûmdu.

O vakit ben, konferans şayet kesintiye uğrarsa askeri tedbirlerimi tamamlamak üzere Ayrondok zırhlısiyle İstanbul’a döndüm. Ertesi günü Kariofort zırhlısiyle Mudanya’ya döndüğüm zaman, adıgeçen zırhlı üzerinde vuku bulan toplantımızda arkadaşlarım, durumun barışa doğru yöneldiğini ve bazı askıdaki meseleler hakkında anlaşma hâsıl olursa İsmet Paşa ‘nın protokolü imza edeceğini bana bildirdiler.

Bununla beraber ben pek ümitli değildim. Çünkü, Çanakkale ve Boğaz içinde İngiliz kıtalarının güvenliğini sağlamak ve Doğu Trakya ‘ya geçecek Türk jandarma kuvvetinin muayyen bir miktarda olması noktalarında ısrar etmek hususunda hükümetimden katı emirler almıştım. Uzun bir tartışmadan sonra bir anlaşmaya vardım ve protokol 11 Ekim ‘de imza edildi.
Yunan Murahhas Heyeti, hükümetinden talimat almadığı için imza edememişti. Mamafih biraz sonra beklediği talimat geldi. General Mazarakis ‘in başkanlığındaki Yunan delegasyonunun bulunduğu müşkül mevkii kaydetmek isterim.

Yunan heyetinin o ihtilâçtı dakikalara hakikî askerlere yakışır bir surette karşıladığım Müttefik generalleri takdir etmişlerdir. Arkadaşlarım General Charpi ve General Monbelli’nin bu konferans müzakereleri müddetince bana yaptıkları yardımdan ve o buhranlı dakikada Paris ‘e giden Lord Curzon’un ve İngiliz Hükümeti’nin yardımlarından bahsetmek isterim.

Halbuki Mudanya’ya gelince İsmet Paşa’ya siyasî murahhasların da refakat ettiğini ve Paşa’nın, Müttefik generallerini, hükümetlerinden aldıkları talimat dışında siyasî meselelerin müzakeresine sürüklemek istediğini anladım.

Türklerin bu teşebbüsüne ısrarlı şekilde muhalefet ettim. Birçok uzun ve zahmetli müzakerelerden sonra 9 Ekim’de İsmet Paşa’ya, yetkimiz dahilinde bulunan meseleler hakkındaki görüşlerimizin asgarisini belirten bir protokol projesini takdim ettik

ismet Paşa, hükümetiyle istişare etmek üzere ertesi günü öğleye kadar müsaade istedi.

İsmet Paşa’nın müzakereleri idare tarzına da takdirlerimi beyan etmek isterim, ismet Paşa başlangıçta ihtiyatkârlık göstermişse de sonradan şüpheleri zail olunca münasebetlerimiz tamamiyle dostane bir şekil almıştır.

20 Ekim’de toplanacağını tahmin ettiğim Lozan Konferansı müzakerelerinin başlamasına kadar vaziyetin sakin kalacağı ümidiyle Mudanya’dan geri döndüm. Fakat bu düşüncelerimde aldandım. Az sonra da yeni ve zor bir devre karşısında bulundum. Refet Paşa Doğu Trakya Valiliği’ne gitmek üzere İstanbul’a geldi.

Refet Paşa, Doğu Trakya’nın tahliyesi meselesini düzenlemek üzere Müttefik generalleriyle birçok görüşmelerde bulundu. Bu görüşmelerin birinde bizi “Sultan hükümetinin kaldırıldığım” ve kendisinin “Büyük Millet Meclisi Hükümeti namına İstanbul’un idaresini eline aldığını” tebliğ etti.

Bu vaka bana bir ihtilâl devresi geçirdiğimizi hatırlattığı için hayretimi mucip olmuştur.


Yeni idarenin tesisi, İstanbul’da yabana vaziyeti için fevkalâde gayrimüsait birtakim icraata da zemin hazırladı. T.B.M.M. Hükümeti’nin nokta-i nazarı işgali hiçbir surette tanımamak merkezinde idi. Yalnız, kontrol hakkı olmayarak İşgal Kuvvetlerinin mevcudiyeti kabul ediliyordu. Bu vaziyet, Müttefik generalleriyle Refet Paşa arasında zincirleme bir mülakat doğuruyordu. Ancak, büyük müşkülattan ve büyük sabır ve tahammülden sonra İstanbul’da bir çarpışma olmadan 30 Kasım 1922 tarihinde Lozan Konferansı müzakerelerinin başlamasına imkân hâsıl oldu.

Bu devre, geçirdiğimiz devrelerin hepsinden daha müşkül bir devre idi. Müttefik komiserleri; Refet Paşa tarafından Büyük Millet Meclisi Hükümeti namına hemen her gün, meselâ gümrük resminin artırılması, inzibat işlerinin Türk polisi tarafından görülmesi, karma mahkemelerin lağvı, Düyun-i Umumiye’den bazı memurların azli, yabancılar için mutlaka lâzım bazı eşyanın ithalinin yasaklanması vesaire gibi yeni nizam ve hükümlerden dolayı endişe etmekteydiler.

Bu meseleler hakkında Müttefik komiserleri ve generalleri arasında birçok görüşmeler oldu. Bu görüşmelerde Müttefiklerin müttehit bir cephe göstermelerine karar verilmişti. Müttefik generalleri de, Refet Paşa ile görüşüp bu müşkülleri ortadan kaldıracak bir tedbir bulmaya çalışmaları hususunda talimat aldılar.

Ben, şahsen, sıkıyönetim ilânından evvel her tedbire başvurmak düşüncesindeydim. Çünkü bu, ne surette gelişeceğinin tahmini mümkün olmayan ciddî harekât icrasını gerektirecekti. Diğer taraftan İtalya ve Fransa hükümetlerinin imdadına, ne dereceye kadar takviye kıtaları göndermeye amade olduklarına iyice vâkıf değildim. Bundan başka, düşman taarruzunun en büyük darbesine İngilizlerin maruz kalacakları ve İstanbul’da müttefik bir faaliyeti Çanakkale’de ve İzmit’te İngiliz kıtalarına bir taarruz sebebi teşkil edeceği muhakkaktı.

Bunun üzerine İstanbul’da sıkıyönetim ilân pek ciddî harekâtın başlangıcı demek olacağını ve İstanbul’la İzmit’teki kıtalarımın, en başta gelen maksadımı teşkil eden Boğazların müdafaasına mahsus ihtiyat kuvvetlerini teşkil ettiklerini komiserlere izah ettim. Binaenaleyh, İstanbul’u müdafaa etmek mevkiinde değildim.

Eğer Müttefik kıtaları tarafından bir yardıma mazhar olmasaydım -o zaman vaktinde takviye kıtaları gelmesi imkânsızdı- Gelibolu’ya çekilmeye mecbur olacaktım ki o takdirde bütün Hristiyan ahali bir paniğe uğrayacaktı. Olacakları evvelden keşif ve tahmin etmek de mümkün değildi. O zaman İstanbul’da 350 bin kadar Hristiyan nüfus vardı. Bundan başka, o vakitler İstanbul’da büyük bir asabiyet vardı. Hristiyanların da bizim himayemize güvendikleri nazara alınmalıdır.

Diğer taraftan sıkıyönetim ilâm, aynı zamanda şehrin bütün idaresini üzerimize almamızı gerektirecekti. Biz ise idare için lâzım olan kadroyu bulmaktan âcizdik. 0 zaman, İngiliz Komiseri’yle ilk defa ihtilâfta bulunduğumdan fena halde endişe ettim.

Mamafih sonraki vukuat, Refet Paşa ile tatbik kabiliyeti olan bir anlaşma zemini bulmak hususunda mesai sarfi için müsaade istemekle doğru bir mülâhazada bulunduğumu ispat etmiştir. Esasen konferansın başlamasına da az kalmıştı. Bundan dolayı 20 Kasım 7922’de Lozan Konferansı müzakerelerine başlandığı hakkındaki haberi büyük bir memnunlukla telâkki ettim.
(...)
Türk askerlerinin gizlice İstanbul’a sızması olayı hakkında da raporunda şunları yazmaktadır:

“Konferansın ilk günlerinde müşküllerimiz devam ediyordu. Mamafih Türk makamlariyle yavaş yavaş bir anlaşmaya varıldı ve hâdiseler azaldı. Fakat aynı zamanda birçok Türk askerlerinin İstanbul’a girmekte oldukları müşahede ediliyor ve gerek İstanbul’da gerek Doğu Trakya’da çatışmanın başlaması takdirinde Müttefiklere karşı faaliyete geçilmek üzere teşkilât yapıldığı açıkça görünüyordu, istihbarat hizmetlerimizin mükemmeliyeti sayesinde bu teşkilât ve hazırlıklardan tamamiyle malûmatlardım.

Şurasını da aynı zamanda kayıt ve itiraf etmekliğim lâzım geliyor ki Mudanya Konferansı’nın çizdiği hudut hattı Türkler tarafından tecavüz edilmemiştir. Bu hudut hattı, yerinde Müttefik ve Türk zabitleri tarafından tespit edilmiştir.

0 zaman bizim aleyhimize yöneltilmesi mümkün Türk kuvvetleri tahminen 40 bini Çanakkale’de, 50 bini İzmit’te, 30 bini merkez ihtiyatları 20 bini İstanbul’da ve 20 bini Doğu Trakya’da olmak üzere 160 bin kişilik bir kuvvetti.
Hükümetimin talimatı gayet sarihti. Hükümetimin bana bu derece itimadından dolayı minnettarım. Benim almış olduğum emirlere nazaran en birinci hedef ve maksadım Boğazlardaki işgalin muhafazası olacaktı. Yani:

1- Her fedakârlıkla Gelibolu ‘yu elde bulundurmak,

2- Kıtalarımı tehlikeye düşünmeksizin Çanakkele’yi mümkün olduğu kadar fazla müddet muhafaza etmek,

3- Ciddî bir taarruz tehdidi karşısında mecbur kaldıkça İzmit Yarımadası’nı tahliye etmek,

4- Mecbur oldukça İstanbul’u boşaltmak.

Şurası da nazar-ı dikkate alınmalıdır ki İzmit’teki ve İstanbul’daki kıtalar, Çanakkale’deki kıtaların ihtiyatım teşkil ediyordu.


Yukarıdaki maddelere dayanan plânlarım, İngiliz deniz ve hava kuvvetleri dikkat nazarına alındıktan sonra düzenlenmiştir, İstanbul’un mecburi tahliyesi takdirinde en ziyade güvendiğim İngiliz donanmasıydı. Eğer İzmit Yarımadası’ndan çekilmek mecburiyeti hâsıl olsaydı, gemilerimizi İstanbul Limanı’nda barındıramıyacak olan büyük topları, Boğaz ‘m Anadolu yakasından Rumeli yakasına geçirtmek Türkler için birkaç günlük bir meseleydi. Binaenaleyh İstanbul’u, donanmanın çekilmesine mecburiyet hâsıl olmadan tahliye etmek icap ediyordu. Bu noktalar dikkat nazarına alınarak uygun tedbirler alınmıştı.

Bütün bu müddet içinde Müttefiklerin birlik halinde olmalarına kani oldum. Şurasını da itiraf ederim ki arkadaşlarımın askerî meselelerdeki görüşleri tamamiyle benimkilerin aynı idi. Fakat, arkadaşlarımın mensup oldukları hükümetlerin görüşleri benimkinden farklı idi. Çünkü onlarca matlup olan, belki de kendi tebealarının fazlalığından dolayı İstanbul’un -Halbuki bence Boğazların- muhafazası idi.

İstanbul’da oturan yabancılar aşağıdaki gibi taksim edilmişti: 6 bin Fransız, 15 bin İtalyan, 3 bin İngiliz.

Barış müzakerelerinin devamı müddetime en birinci emelim, kıtalarım Çanakkale ve İzmit Yarımadası’ndaki cepheleri muhafaza etmek ve bandıramızın İstanbul’da dalgalanması ve böylece sulha varmaktı. Bu emelimin tahakkuk etmesinden pek müftehir bulunuyorum. Çünkü bu emelimin tahakkuku imkânsız göründüğü Zaman da olmuştur.

Müzakereler ciddî bir inkıtaa uğrarsa Türklerin taarruza geçecekleri aşikârdı. Maksatları İngilizleri Anadolu’dan tardetmek ve İstanbul’u işgal etmekti. Türkler, biz aynı zamanda Çanakkale ve İzmit Yarımadası’nda meşgul olacağımız için bu teşebbüslerinde muvaffak olacaklarını ümit ediyorlardı.

Bu düşünceler üzerine Müttefiklerle müştereken lâzım gelen plânları tanzim ettim. Eğer Türkler bize İstanbul’da taarruz etseydi Müttefik kıtaları Fransız, İtalyan ve İngiliz tebealarının ve ondan sonra da İngiliz kıtalarını temin ve himaye edecek bir mevki tutacaklardı.

Fransız kıtaları, Fransız tebeası İstanbul’u tahliye edinceye kadar İstanbul cihetini muhafaza edecekler ve ondan sonra Bakırköy’e çekileceklerdi. Mamafih bunun icrası pek müşküldü. Böyle bir halden çekindiğimizden de büyük bir memnunluk duyarım. Çünkü İstanbul’da mevcut gizli ve tehlikeli teşkilâttan başka böyle bir harekete teşebbüs panik yaratacaktı.

Hristiyan ahalinin mevkii ise şüphesiz pek ciddileşecekti Tabii, Lozan’da şubatta bir anlaşmaya varılamadığından dolayı büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Çünkü yakın bir zamanda hava düzelecek ve zemin, bir taarruz hareketini kolaylaştıracak surette kuruyacaktı.


İsmet Paşa ile, Lozan’dan Ankara’ya dönerken görüşmek fırsatını ele geçirdim. Bu görüşmemde müşarünileyhin hakikaten uygun bir hal çaresini samimiyetle arzu ettiği intibaını hâsıl ettim. Lozan ‘da ahvalin bir barış neticesine pek ziyade yaklaştığı dikkate alınarak askıdaki meseleler hakkında yeni tehlikeler ihtimali başgöstermeksizin ve aradan uzun bir zaman geçmeksizin bir hal çaresi bulunması ümitlen vardı.

Bu düşüncelerle Lozan Konferansı ‘nın tekrar 20 Nisan‘da açılmasını emniyetle karşıladık ve takip ettik. Fakat aradan birkaç hafta geçtikten sonra tamirat meselesi yüzünden Türklerle Yunanlılar arasında ciddî zorluklar çıktığım gördük. Her iki taraf kendi görüşlerinde ısrar ediyordu.

istihbaratımıza nazaran Yunan Ordusu Meric’i geçerek Doğu Trakya’yı tekrar işgal etmek üzere ciddî ve faaliyetli hazırlıklar yapıyordu. Aynı zamanda Türklerin de öyle bir Yunan hareketine karşı mukabele etmek üzere gizlice hazırlıklarda bulundukları malûmdu, bundan başka Türklerin İstanbul’da Müttefik kıtalarının salâhiyetine karşı durmak için gizli teşkilâtları olduğundan da haberli idik.”



Harington bundan sonra Türk-Yunan anlaşmasına ve Türk Ordusu’nun içinde bulunduğu zayıflama ve zor şartlara temas etmektedir. Ankara çevrelerince bu kısımlar tercüme edilirken, hakikate uymadığını belirtmek maksadıyla parantez içinde nida işaretleri konmuştur. Biz de bu nida işaretlerini aynen muhafaza ettik. Şimdi tekrar Harington’un raporuna dönüyoruz:


Bu devre içinde Türklerin, ordularını silâh üstünde tutmak için karşılaştıkları Zorlukları ve bu zorluk yüzünden birkaç sınıfı terhis etmek mecburiyetinde kaldıklarını haber aldık(!).

O sırada tamirat meselesinde Türk-Yunan anlaşması oldu. işte bu devre de, geçirdiğimiz devrelerin en müşküllerindendi. Eğer Yunanlılar İstanbul’a doğru hareket etseydiler, Müttefik kıtalarının İstanbul’daki mevkileri fevkalâde müşkül bir hal alacaktı. Böyle bir hal karşısındaki vaziyetten kurtulduğuma memnunum. Ben, Türk-Yunan anlaşmasının husuli ile sulha doğru olan son engelin de ortadan kalktığını ümit ediyordum.

Bununla beraber biraz sonra vaziyetin böyle olmadığının farkına vardık. Çünkü kuponlar, şirketlerin imtiyazları ve İstanbul’un tahliyesi meseleleri müşkülât ibraz ediyordu. Hattâ, Lozan Konferansı’nın tekrar kesilmesi ihtimali bile belirmişti.

Şurası da kaydedilmelidir ki Ankara Hükümeti ısrar ve inat ederken Türk Ordusu daha ziyade zayıflamakla ve kıymeti azalmakta idi(!). Askerler yorgunluk belirtileri gösteriyordu (!). Bu sebeple kısmen terhis başlamıştı. Askerler içinde de içecek, yiyecek ve elbise bakımından da bazı hoşnutsuzluklar başlamıştı. 0 derecede ki 1923 Haziranı ortalarında Türk Ordusu’nun, altı ay evvel haiz olduğu kıymetin yüzde ellisinden fazlasını muhafaza edemediğine kani oldum(!). 0 zaman İngiltere Hükümetini durumdan haberdar ettim: Şayet Türklere karşı sebat göstermek lâzım geliyorsa, Müttefiklerin takviye kıtaları göndermeleri şartiyle, İstanbul’daki Müttefik kıtalarının siyasetlerini yürütmeye kâfi olduğunu bildirdim. Türklerin, ahvali son derecesine kadar götüremeyeceklerine inanıyordum. Az zaman sonra Türklerin bu yoldaki niyetlerine vâkıf olmak fırsatını buldum.
Trakya’da bir Yunan ileri hareketine karşı durmak maksadiyle teşkil edilen Türk Ordusu için Anadolu’dan Doğu Trakya’ya harp mühimmatı, top, mitralyöz vesaire gönderildiğini aylarca evvel haber almıştım.

Bu, Mudanya Anlaşrnası’na tamamiyle aykırıydı. Bu anlaşma, Doğu Trakya’da ancak 8 bin Türk jandarmasının vücudunu kabul ediyordu. Yunan Ordusu’ndan gelen tehlike yok olunca Türklerin Doğu Trakya’dan Anadolu’ya efrat, hayvanat ve toplar geçirmek istediklerini haber aldım.

Bu istihbaratımı hava raporları ile de tahkik ve teyit ettirdikten sonra Ümit Vapuru’nun tevkifini Donanma Kumandanı’ndan talep ettim. Ümit Vapuru Silivri’den Anadolu’ya toplar vesaire geçirecekti.

Ümit Vapuru Spilandid harp gemisi tarafindan İstanbul Limanı’na getirildi. Vapurda aşağıdaki mühimmat bulunmuştur:

500 efrat, 400 at, 4 adet sahra topu, 14 adet cebel topu…

Sahra toplarının kamaları ve cebel topları alındıktan sonra vapur serbest bırakılmıştır. Buna hiçbir muhalefet gösterilmemiştir. Türklerin bu topların Trakya’da mevcudiyetlerini mazur göstermek yolundaki bütün mesaileri nafile yere sarf edilmiştir.
’’


Görüldüğü gibi İşgal Kuvvetleri Komutanı General Harrington bazı Yunan birliklerininin komutasının kendisinde olduğunu, İngilizlerin Yunan hareketini çok yakından izleyip bu harekata umut bağladıklarını, ancak Türklerin Mustafa Kemal'in önderliğinde B. Taarruz'da Yunan'ı İzmir'den denize dökerek tarihin en büyük zaferlerinden birini kazandıklarını, Yunan'ın bozguna uğratılmasından sonra Türklerin İstanbul ve Boğazları İngilzilerin elinden almak için taarruz planları yaptığı, İngilizlerin de buna engel olmak için bütün hazırlıkları yaptığı, İngilizlerin Türk taarruzundan bir hayli çekindiği gibi birçok gerçeği "itiraf" etmiştir.

İNGİLİZLERİN BÜYÜK TAARRUZ SONRASINDA (1922) TÜRKİYE İLE SAVAŞI GÖZE ALAMAMALARININ NEDENLERİ

Peki, ama Yunanistan bozguna uğradıktan sonra İngiltere Türkiye’yle savaşı neden göze alamadı? Cumhuriyet Tarihi yalancılarına göre bu durumun nedeni “İngiltere’nin zaten Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye’yi desteklemesidir!” Bu “deli saçması” iddianın aksine “gerçek” çok daha başkadır! İngiltere’nin, 1922 sonlarında Türkiye’yle savaşı göze alamamasının belli başlı nedenleri şunlardır:
1. I. Dünya Savaşı’nda 700 binden fazla kayıp veren İngilizlerin 1922 sonlarında Anadolu’da yeni bir savaşı sürdürecek kadar “askeri”, “maddi” ve “moral” gücü yoktur. Nitekim, İngiltere bu nedenle Kurtuluş Savaşı’nda bütün ümitlerini Yunanistan’a bağlamıştır.
2. İngiliz kamuoyu, hem I. Dünya Savaşı’nın yıpratıcı etkilerinden dolayı, hem de Yunanistan’ın Anadolu’da yaptığı “kıyım “ve “katliamlardan” dolayı artık savaş istememektedir. Bunun bilincinde olan İngiliz siyasetçiler, Türkiye ile yeni bir savaşı göze alamamışlardır.
3. Yunan ordusunu bozguna uğratan Mustafa Kemal’in düzenli ordularının “kararlı” ve zafer kazanmanın verdiği “gururlu” tavrı da İngilizlerin yeni bir savaşı göze alamamalarında etkili olmuştur. Özellikle, 31 Ağustos 1922’de Irak’ta, Albay Özdemir Bey komutasındaki Türk birliklerinin İngilizleri Derbent Savaşı’nda bozguna uğratmaları, İngilizlerin geri adım atmalarında etkili olmuştur.
4. Kurtuluş Savaşı sırasında, İrlanda, Mısır, Afganistan, Hindistan ve Irak’ta çıkan “İngiliz karşıtı” isyanlar ve “bağımsızlık hareketleri” ve Mustafa Kemal’in özellikle Hindistan’daki ve Irak’taki isyan ve bağımsızlık hareketlerini “gizli açık” desteklemesi, İngiltere’yi kaygılandırmıştır. Özellikle, İstanbul’un işgalinden sonra İslam dünyasında artan “İngiliz karşıtı” ve Türkiye “yanlısı” hareketler, İngilizleri düşündürmüştür! İstanbul’un işgaline bu derece büyük bir tepki duyan İslam dünyasının, Türklerin Yunan zaferinden sonra, Türklere saldıracak, onlarla savaşacak İngilizlere çok büyük bir tepki göstereceklerinden korkmuşlardır.
5. İngilizlerin, 1922’de Türklerle savaşı göze alamamalarının en önemli nedenlerinden biri de Mustafa Kemal’in daha 1920’de İtalyanlarla, 1921’de ise Ankara Antlaşması’yla Fransızlarla anlaşarak, İngilizleri yalnız bırakmasıdır. Uluslararası alanda yalnız kalan İngilizler de şanslarını çok fazla zorlamamışlardır.

Özetle, “Kurtuluş Savaşı’nda Türk ordularının İngilizlerle savaşmadığı, İngilizlerin Türklere kurşun sıkmadıkları…” iddiası koskoca bir Cumhuriyet Tarihi yalanıdır. 1922’de Yunanlıların bozguna uğratılmasından sonra İngilizlerin Türklerle savaşmamalarının nedeni ise –görüldüğü gibi- o sıradaki iç ve dış koşullardır.

EMPERYALİST İŞGALİN GÖRSEL KANITLARI

Türk Kurtuluş Savaşı'nın bırakın sadece "Türk-Yunan savaşı olduğuNU ve bu savaşta İngilizlerle savaşılmadığı" yalnını işin bir de Fransız, Ermeni, İtalyan ve hatta ABD boyutu vardır. Bilindiği gibi Kurtuluş Savaşı sırasındaki asıl ciddi çatışmalar Urfa-Antep ve Maraş'ta Fransızlarla yapılmıştır. Yerel liderler ve Atatürk'ün "kod" adı taşıyan komutanları bölgede Fransızlarla ve Fransız ünifrması giymiş Ermeni kuvvetlerine karşı çok kanlı savaşlar yapmak zorunda kalmıştır.
Kurrtuluş Savaşı, İngiliz-Fransız-Yunan ve Ermeni kuvvetlerin karşı kazanılmıştır. Ancak İtalyan ve ABD de  işgalciler arasında yer almıştır. İtalya 1921'den sonra çekilmiş ancak ABD Başkanı Wilson başından beri işgalcilere gizli açık destek vermiştir. Amerika Büyük Ermenistan için bir hayli çaba harcamıştır. Nitekim işgalin başından beri Amerikan temsilcileri Amerikan bayraklarıyla işgalciler arasında yer almıştır. Ancak bu gerçek genelde gözardı edilmiştir. Aşağıdaki fotoğraf İzmir işgal edildiğinde çekilmiştir. Fotoğrafta, İngiliz, Fransız, İtalyan bayrağı yanında bir de ABD bayrağı görülmektedir. Buna benzer çok sayıda belge fotoğraf vardır. Bu fotoğraflar da emperyalist işgalin görsel kantılarıdır.
Meraklısına not: Bu yazının kaynaklarına dipnotlarına ve bu konuda daha geniş bilgiye CUMHURİYET TARİHİ YALANLARI. C.I adlı kİtabından ulaşabilirsiniz...
Sinan MEYDAN
9 Haziran 2010

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...