CİNLERİN ESRARI İKİ
Cin’in Yaradılış Tarihi
Ebu Huzeyfe, (El – Mubtede’)de der ki: Bize Osmân, ona da Bekir bin El-Ahnes’in anlattığına göre, Abdurrahman bin Sabit El – Kureyşi Abdullah bin Amr bin El-As’dan (R.A.) şöyle nakl etmiştir: «Allahü TcâlâCinleri, Âdem’den iki bin sene evvel yaratmıştır. «
Cuveybir, Ed – Dahhak’dan nakl ettiğine göre İb- ni Abbas (R.A.) şöyle buyurmuştur: «Cinler yeryüzünün, Melekler de gökyüzünün sakinleri idi. Her semânın bir Melâikesi vardı. Ehl-i Semânın her birerleriniıı kendilerine has namaz, teşbih ve duaları vardır. Her ehl-i semâ, altındaki diğer ehl-i semâya nisbeten daha çok ibâdet ederler.. Dua, namaz ve teşbih hususunda onlardan daha fazladır. Böylece Melekler göklerin, Cinler de yerlerin mi’marları olmuşlardır. Bazılarına göre onlar yeri tam iki bin sene imar etmişlerdir. Diğer bir kısım âlimlere göre ise kırk yıl imar etmişlerdir..
İshak diyor ki: Ebu Ravk İkrime’den, o da Ibni Ab- bas (R.A.)’dan rivayet etmiştir: «Cenab-ı Hak Cinlerin babası Sumiy’yi yaratınca ona, İste bakalım, dedi. O <!a:
- Ben şunu isterim: Biz görelim, lâkin görünmeyelim. (Ölünce) toprak altında kayıp olalım, yaşlı olanımız gençleşsin dive dilekte bulundu.
Bu istek kendisine verildi. Hakikaten onlar görürler, görünmezler, öldüklerinde toprak içinde kayıp olurlar, yaşlıları erzel-i ömürdeki bir sabi haline gelinceye kadar ölmez.._Şonra Ademi yarattı ve ona dile benden buyurdu. O da Cebeli (dağı veyahut Cenneti) diledi. Dağ (Cennet) kendisine verildi.»
İshak diyor ki, bana Cüveybir ile Osman anlattılar: «Allah Cinleri yarattı ve onlara yeri imar etme işini verdi. Allah’a uzun zaman ibadet ettiler. Sonra Allah’a asi gelerek kanlar akıttılar (cinayet işlediler). Aralarında Yusuf adında bir melek bulunuyordu, onu öldürdüler. Bunun üzerine Allah onlara dünya semasında bulunan meleklerden bir ordu gönderdi. Bu ordunun adı «Cin» idi. Aralarında iblis de vardı. O, dört bin kişiye kumanda veriyordu. Yeryüzüne indiler, yeryüzünü onlardan kurtardılar ve onları denizlerdeki adalara sürdüler. İblis, beraberindeki askerle birlikte, yeryüzünden hoşlandıkları için oradan ayrılmadılar.»
Muhammed b. İshak Habib bin Ebi Sabit’den nakl ediyor: «İblis ve askerleri yeryüzünde, Adem (Aleyhisse- lâm) yaratılmazdan önce tam kırk yıl ikamet etmişlerdir.»
İdris El – Evdî Mucahid’den nakl ediyor: «İblis gök ve yerdekilerin başı idi. Yüksekte Allah indinde, Yeryüzüne bir Halifenin gönderileceği yazılı idi. İblis bunu gördü ve okudu. Cenab-ı Hak Meleklere Adem aleyhis- selâmdan bahs edince, İblis Meleklere Allah tarafından ona secde ile emr edileceklerini bildirdi. Ve içinden «Ben ona secde etmiyeceğim» dedi ve bunu gizledi. Meleklere Allah yeryüzünde kan döken ve yeryüzünü ifsad eden birini halife göndereceğini ve ona secde emredeceğini anlattı. Allah «Yeryüzünde ben bir Halife kılıcıyım» deyince, Melekler önceden iblisden aldıkları talimatı ileri sürerek: «Yeryüzünü ifsad edecek, kan akıtacak birini mi Halife yapacaksın?» dediler.»
Mükatil ve Cuveybir Ed – Dahhak tariki ile İbni Ab- bas (R.A.)’dan nakl ediyorlar: «Allah Ademi yaratmak istediği zaman, Meleklere: «Ben, yeryüzünde bir Halife kılıcıyım» dedi. Bunun üzerine melekler dediler ki: «Yeryüzünü ifsad edecek birini mi yaratacaksın?» Bunu dediler: Çünkü onlar orada kalmayı ve ibâdet etmeği sevmişlerdi.»
İbni Abbas (R.A.) diyor ki: Melekler gaybı bilmiş değildirler. Onlar sadece Adem oğullarını Cinler gibi kabul ettiler. Önceden Cinlerin yeryüzünü ifsad edip kanlar döktüklerini biliyorlardı. Bundan Adem oğullan da aynı şeyi yapacaklarını anladılar. Çünkü Cinler, Yusuf ismindeki peygamberlerini öldürmüşlerdi.
Cîiveybir El – Dahhak’dan, İbni Abbas’m (R.A.) şöyle dediğini nakl ediyor:
«Allah onlara Peygamber göndermiş, kendisine itaati terk edip birbirlerini öldürünce Melekler: Yeryüzünü ifsad edecek, birbirlerinin kanma girecek insanları mı göndereceksin? dediler. Allaha onlara: siz bilemezsiniz, ben bilirim diye cevab verince Melekler korkmağa başladılar. Arşa sığınıp orada Allah’a istiğfarda bulundular, devamlı tavaf edip Allah’a yalvardılar. Allah onlara: Ben, sizin bilmediğinizi bilirim. Yeryüzünün halifesi de Adem’dir, bunu da iyi bilirim. Yeryüzüne yerleşecek olan ve orasını imar edecek olan Adem ve onun oğullarıdır. Siz ise gökyüzünün imarcılansınız. buyurdu.
İbni Cureyc’in bize verdiği haber: Allah, yeryüzünde bir halife kılıcıyım, deyince Melekler aralarında konuştular. Bunun üzerine Allah onlara «Sizin bilmediğinizi ben bilirim, gizli tuttuklarınızı da bilirim!» buyurdu.
Onların gizledikleri şeye gelince : Cenab-ı Hak onlara, «Yeryüzünde bir Halife kılıcıyım» dediğinde onlar kendi kendilerine. «Varsın yaratsın, yaratacağı şey hoş bizden şerefli ve üstün olmayacak ya!» dediler. Nihayet Allah Ademi yaratıp, meleklere, ona secde etmelerini emr edince bu defa aralarında «Her ne kadar o, bizden Allah katında daha şerefli ise de, biz ondan daha çok biliriz, bilgi bakımından o, bizden geridir» dediler. Sonra Ademe, Allah bir çok isimleri öğretip, Adem onlara, bu isimlerden haber verince, bu defa Adem onlardan daha bilgili olduğunu da anladılar..»
Zemahşerî (Rebi’ül – Ebrar) adlı kitabında der ki:
Ebu Hüreyre merfu olarak şöyle bir hadîs rivayet etmiştir: «Allah, mahlûkatı dört sınıf olarak yaratmıştır: Melekler, Şeytanlar, Cinler ve İnsanlar.. Sonra bunları on kısma ayırmıştır: Bunlardan, onda dokuzunu Melekler, diğer birini de, Şeytanlar, Cinler ve İnsanlar kılmıştır.
Sonra bu üçü de ona bölmüş, dokuzunu Şeytanlar, birini Cin ve İnsanlar kılmıştır. Sonra Cinleri ve İnsanları da ona ayırmıştır. Ondan dokuzunu Cinler, birini de insanlar kılmıştır, ondan…» Bundan şu netice elde edilir: Bütün mahlûkata oranla, insan binde bir, Cin binde dokuz, şeytanlar binde doksan, Melekler binde dokuzyüzdür. Allah en iyi bilendir.
Cinlerin Ateşten; İnsanoğlunun Topraktan Yaratılmış Olması
Cenab-ı Allah buyuruyor ki: «Cinleri de daha önce çok zehirli ateşten yarattık.» (1).
«Cinleri de yalın bir ateşden yarattı.» (2)
«Beni ateşten, onu topraktan yarattın..» (3)
Kadı Abdulcebbar der ki: Bu delil naklidir, aklî değildir – yâni biz bunları nakil yolu ile bilebiliriz. – Çünkü cevherlerin hepsi birbirine mütemasildir. Onlardan her birerleri, diğerinin sıfatında olduğunda, onun yerine kaim olmaktadır. Birbirlerine benzeyen iki şeyin haddi budur. Onlar ancak kendilerine arız olan sıfatlar ve şekiller yönünden birbirinden ayrılırlar. İş böyle o- lunca anlarız ki, Allah dilediğini yapmağa kadirdir. Birleştirmeğe, çeşitli renkleri icad etmeğe, arazları gerektiren şeyleri bir araya getirmeğe elbetteki gücü yeter.
Meselâ: Hayat ile ilim gibi. Bunların varlıklarında kendilerine has bir terkibe muhtaçtırlar. İrade ve onun gibi olan diğerleri de böyledir.
Durum bu keyfiyeti arz edince, aklen, Allahın Cinn’i diğer mahlûkattan başka bir cevherden yarattığını anlamağa imkânımız yoktur. Bunu iztirar tariki ile de bilemeyiz. Çünkü bu, iztirar tariki ile bilinmiş olsaydı, onların var olduklarına dair ihtilâf vaki olmazdı. Çünkü yaratıldığı aslı bilmek, onların mahlûk olduğunu bilmenin bir fer’idir. Fer’in iztirar yolu ile bilinmesi caiz değildir. Asıl iktisab tariki ile bilinir. Zira iktisab tarikı ile bilinen şeyin, bilinmemesi de caizdir. Ama iztırar yolu ile bilinen bir şeyin bilinmemesi asla caiz değildir. Bunun bâtıl olması, şunu gösterir: Cinn’in aslı ne olduğunu iztirar tariki ile elde etmek caiz değildir. Çünkü onun mevcudiyetinde ihtilâf vaki olmuştur: Demek ki bu, akıl yönünden ne iztirar ve nede iktisab yolu ile bilinmemektedir..
- El-Hıcr: 27.
- Er-Rahman: 15.
- Sad: 76.
Sual: Şeytanın yalan söylemesi veyahut öyle olduğunu zan etmesi muhtemel olduğu halde, onun «Beni ateşten yarattın» sözünü, gerçekten ateşten yaratıldığına, nasıl delil yaparsınız?
Cevab: Biz bunu Allah kelâmından anlıyoruz. Çürkü bu sözü onun hakkında anlatan Allah’tır. Şayet jalan söyleseydi mutlaka onun yalan söylediğini Allah bize açıklardı. Yalancıyı, tekzip etmemek korku ve cehaletten ileri gelir ki, bu gibi sıfatlar Allah hakkında asla caiz olmaz.
Süleyman Aleyhisselâma bir Cinnî’nin «Sen verinden kımıldamadan bile ben arşı getirebilirim» dediği bu sözü de, dâvamıza bir delil olarak gösterebiliriz. Eğer o, söylediğini yapmağa kadir olmasaydı, mutlaka Süleyman Aleyhisselâm ona itirazda bulunur ve getiremezsin, derdi.. Şu halde yukarıdaki itiraz yersizdir…
Sonra hiç bir Müslüman Cinlerin var olduğunu inkâr etmemiştir. Peygamberlerinin bu inançta olduğunu bilmiş ve kendileri de cân-u yürekten buna böyle inanmışlardır. — Bir takım zındıkların bunu inkâr etmesi asla adem-i mevcuriyetlerine delil olamaz —
Sual : Ateşde kuruluk vardır. Böyle olan bir şey hayata elverişli değildir. Çünkü hayat, var oluşunda mutlaka rutubete muhtaçtır. Şeyhiniz Ebu Haşim’e göre hem belirli bir bünyeye ve hem de onu ayakta tutacak bir ruha sahip olması gerekmektedir. Hayat ancak böyle olur. Şeyhiniz Ebu Ali, ruhsuz hayata cevaz vererek «Nâr ehli nefes almaz» diyorsa da gerçek, dediğimiz gibidir.
Hayatın varlığında mutlaka rutubet bulunması gerekmektedir. Bünye de böyledir. Cenab-ı Hakk’ın «Onu biz önceden zehirli ateşten yarattık» kavli sizi desteklemiyor. Çünkü bu âyet zahirî mânâsı üzere değildir.
Cevab : Mesele her ne kadar anlattığın gibi ise de ancak Allah, o ateşte hayatın mevcudiyetine elverişli olacak kadar az bir miktarda rutubet yaratmasına kadirdir. Çünkü su ile ateşin mücavereti imkânsız değildir.
Kaynatılmış bir suyu buna delil gösterebiliriz: O. ancak su arasına sızan ateş parçaları ile kaynamıştır. Bu sebeble su havaya kalktığında ateş parçaları incelir, sudan ayrılır. Ve su eski soğuk haline döner.
Buharı görmüyor musun? Havaya yükseldiğinde ancak ateş kuvvetiyle yükseliyor. Çünkü ateş parçaları hafiftir. Hafif olan şeyin yükselmesi mümkün ve daha kolaydır. Su ise ağırdır. Aşağıyadır onun mukavemeti.. Buharda her ne kadar rutubet mevcut ise de, ateş parçaları onda daha çoktur. Ateş parçalarının çokluğun- dandır ki yukarıya kolayca yükselebilmektedir. Demek ki su ile ateş bir arada bulunabiliyor.. Durum böyle olunca, Allalıü Teâlâ, ateş arasında onu hayata kavuşturacak miktarda rutubet ihdas edebilir. Buna mâni yoktur.
Ruh ve bünye meselesi de buna mâni değildir. Çünkü ateş bünyeye muhtemil olduğu gibi ruh ve rüzgâra da mücavir olabilir..
Bir sual daha: Diyorsunuz ki, istisna ancak kendi cinsinden caiz olur. Başka bir cinsten caiz olmaz ve bir elbise hariç, yanımda on dirhem vardır, denilemez. Pekâlâ iblis’in Meleklerden istisnasını nasıl tecviz ediyorsunuz öyleyse? Oysa Allah bize arap lisânı ile hitab etmiştir. Onun melekler cinsinden olmadığına ve Çin’in aslı ateş olmadığına delil değil midir bu?
Cevab : Onları tek bir hüküm bir araya cemettiği için, bu caiz olmuştur.
Çünkü Allah hepsine birden secdeyi emretmiştir. Dil yönünden de bu caiz olunca, itiraz daha baştan çürümüş olur. Bu bölümde bizim anlattıklarımızın doğruluğu meydana çıkmış olur..
Ebul – Vefa İbni Akil (El – Funûn) ’da şöyle yazar: «Cin hakkında biri şöyle bir sual sordu: Allah Cinlerin ateşten yaratıldığını haber verdi. «Onu biz, zehirli ateşten halk ettik» buyurdu. Sonra yine bize, Şihab’ın onu yaktığını bildirdi. Pekâlâ ateş ateşi nasıl yakar?
Bunun cevabı şudur: Cenab-ı Hak Şeytan ve Cinleri, ateşe izafe etmiştir. İnsanları çamura izafe ettiği gibi… İnsanın aslı topraktır demek, hakikaten insan topraktır demek değildir. Çünkü insan toprak değil, ancak onun aslı topraktır. Cin de böyle onun aslı ateştir. Yâni o aslında ateş idi.
Bunu Peygamberimizin şu hadîsi ile isbat edebiliriz : «Namaz kılarken şeytan geldi, onun boğazını sıktım, tükürüğünün soğukluğunu ellerimde hissettim. Kardeşim Süleyman’ın duası olmasaydı onu öldürürdüm.»
Yakıcı ateş olan bir cismin tükürüğü nasıl soğuk olabilir? Kaldı ki, böyle bir varlık için tükürük düşünülemez bile.
Peygamberimizin bu mübarek sözü bizi doğrulamaktadır. Yine Peygamber (S.A.V.) onları acem feliâh- larına benzetmişti. Eğer onlar ateş haricinde şekiller ve tavırlar üzre olmasalardı onlar için şekil ve suret düşünülemezdi.
«Kardeşim Süleyman’ın duası olmasaydı onu öldürürdüm!» lâfzı bilinmemektedir. Sahih ve Sünen’de ma’rûf olan lâfız şöyledir : «Kardeşim Süleyman’ın duası olmasaydı insanlar onu görebilecek şekilde bağlanmış ve yerinden kımıldıyamaz bir halde bulurdu.»
Sahihaynde bu şöyle zikredilmektedir: «Onu bir duvara bağlamayı istedim ki onu görüp bakabilesiniz.»
Cinlerin kendi ana unsurları olan ateş olarak kalmadıklarının bir delili de şudur: «Allah düşmanı olan iblis bir ateş kıvılcımı ile gelip onu yüzüne koymak istedi.»
Hz. Peygamber yine şöyle buyurmuştur: Miraç gecesi Cinlerden bir ifrit bana musallat oldu. Elinde bir ateş süresi ile beni takip ediyordu. Arkama baktıkça onu görüyordum.»
Bu hadîslerden anlaşılıyor ki eğer onlar kendi unsurları olan ateş üzerine kalmış olsalardı, yakıcı birer ateş olsalardı şeytan veya ifrit’in elinde bir ateş süresiyle gelme ihtiyacı olmazdı. Şeytanların veya ifrit’in eli veya herhangi bir âzası Adem oğluna dokunduğunda tıpkı gerçek bir ateş gibi yakardı. Bütün bunlar gösteriyor ki, bunların asıl unsuru olan ateş bazı şeylerle karışmış da başka bir hal almış. Nitekim; Peygamberimizin (S.A.V.) «Tükürüğünün soğukluğunu ellerimde his ederoldum» sözü bunun bariz bir delilidir.
Şu da bir gerçektir ki Allahü Teâlâ besinleri cisimlerin gelişmesi için bir vasıta kılmıştır. Bu gelişme tabii ki hararet ve burudete göre olur. Şüphesiz onlar da bizim gibi bizim yediklerimizden yerler, içtiklerimizden içerler. Böylece yedikleri sıcak, soğuk gıdalara göre gelişir cisimleri.. Bu keyfiyet onlan aslî unsurları olan ateşten alıp dört ana unsura sokar.
Kadı Ebu Bekr der ki: «Bununla beraber biz Cinlerin ateşten yaratılmış olduklarım inkâr etmiyoruz! Ateş onların aslî cevheridir. Ne var ki, Allah onların cisimlerini bazı arazlar ve sıfatlarda yaratmak suretiyle kalınlaştırıp asıllan olan ateşten sıyırıp onlara çeşitli şekiller verir. En doğruyu bilen şüphesiz ki Allah’dır. Dönüş de O’nadır.»