Tebrizli Şems’in Akıl Dolu Cevabı...
Bir Gün Tebrizli Şemsi Konya da bir meclise davet ettiler…
Amaçları getirdikleri meczubun Şemsi rezil etmesiydi...
Meczup ayağa kalkarak yüksek sesle Şemse söylendi:
Efendi; senin ileri görüşlü, çok akıllı ve sırları bilen bir üstat olduğunu duydum, bir maruzatım var, malım mülküm olan eşeğimi kaybettim, söyle bakalım benim eşek Konya’nın neresinde söyle de bulayım?..
Şems cevap verir: otur bakalım, birazdan senin eşeğini bulacağım. Şimdi söyleyin bakalım bana içinizde aşkın ne olduğunu bilmeyen veya daha önce aşkı herhangi bir şekilde tatmamış olanınız var mı? Oradakiler şaşkın şekilde durakaldılar. Kafalarını öne eğip derin derin düşünmeye başladılar. Susmuşlardı.
Daha sonra birisi ayağa kalkarak: Evet, doğru aşkın ne olduğunu gerçekten bilmiyorum onu hiç tatmadım. Birinden hoşlanmak nasıl olur, onu da bilmiyorum, dedi. İki kişi daha aynı şekilde cevap verince az önce eşeğinin yerini öğrenmek isteyen meczuba dönerek dedim ki:
Bak, sen bir tane eşek kaybetmiştin ben sana üç tane buldum...
Yusuf Haccac Bir Gün Hz. Mevlana’ya Aşk Nedir Diye Sorar ve Aldığı Cevap Şudur…
Mevlana’nın Yusuf Haccac’a aşkı anlatımı:..
Aşk kitapta olsa ne olurdu.
Aşkı kitaplardan öğrenemezsin, satırlara sığmayacak kadar bal kahrıdır o, gel anlatayım sana aşkı. Önce yak kitapları. Aşkı âşıklarda arama. Aşk aşığın aynası değildir, bu nedenle körler çarşısında ayna satılmaz. Aşk kelime değil ki deftere kaydedesin, aşk paragrafları talan eder. Aşkın kitaplara sığınmayışı bundandır.
Kitap yorum işidir, aşk yorumlarda yormaz yolunu. Aşkın kendisi başlı başına ucu bucağı gözükmeyen yoldur. Yola girmenin geri dönüş hakkı yoktur. Yolun çukurundan çamurundan şikâyet etme. Aşk çamuru nurlaştırandır. Unutma! Sen ruh denen nurun ile çamur denen beden ile birleşmesinden doğdun...
Tebrizli Şems’in Hz. Mevlana’nın Manevi Kızı Kimya’ya Övgüleri...
Gökyüzünde bir Süreyya’dır Kimya; görülen ama ulaşılamayan, yeryüzünde bir Firdevs, hayran olunan ama yaşanamayan... Kimya manaya aşiyandır, sırra ayandır. Senelerin getirdiği hal üzere maneviyat deryasında ilahi aşka açtır, susayandır. Susamışlığı ile suskundur.
Sanki onun beklediği de bendim. Dualarla, rabıtalarla avunmuştur. Meryem misali sükût oruçları tutmuştur. Kimya kendini saklamış bir hazinedir. Harami bakışların ihlalinden sakınmıştır. Kendi hemcinslerinden bile kendini saklayacak kadar hicaplıdır. Sakınır aynalardan güzelliğimle
kibirlenmeyeyim, o habis hastalığa yakalanmayayım diye.
Sadedir Kimya. Asudedir. Asaleti takva da bulan Fatma’dır. Hayatın şımarıklığına kapatmıştır kapılarını. Nerede bir yetim yürek görse naif sözlerle ruhları okşar.
Yaşıtları çeyiz telaşında iken o, "ahlaktan ve iffetten daha güzel çeyiz mi olur" der. Çölde yalnızlığı ile Yaradan a teslimiyet gösteren Hacer’dir Kimya.
İnandığına güvenen, güvendiğine "neyim varsa sana, yoluna fedadır" diyen vefakâr Hatice’dir Kimya. Dünya oyuncaklarına tamah etmeyen, hayallerde yaşamayan esas zenginliği iç güzelliğinde gören Rabia’dır Kimya.
Dualarında hiç bir zaman dünyalık istemeyen, ömründe bir kez olsun kendisi için dua etmeyen asaletli bir kahramandır Kimya...
Şems- i Tebriz’inin Felsefecilerin Sorularına Cevabı
Her yolun bir adabı vardır. Allah’ı sevmenin de adabı vardır.
Derviş, sadece gönlü geniş ve ruhu gezgin bir sufî demek değildir ki!..
Dergâhın bahçesinde güllerin yanında Mevlâna ile hasbihal ediyorduk. Mevlâna’yı ziyarete felsefecilerden bir grup geldi. Soruları olduğunu bildirdiler. Mevlâna onlara beni göstererek. - Benim sorularımı cevaplayana sorun, diye bana havale etti. Bunun üzerine, gelen felsefeciler üç sual sormak istediklerini belirtirler. - Sorun. Dedim. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o soracaktı. Sormaya başladı.
Allah var dediniz, ama görünmez, göster de inanalım.
- Öbür sorunu da sor.
- Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azap edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azap verir mi? dedi.
- Peki, öbürünü de sor.
- Ahirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezasını çekecek diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar karışmayın, dedi.
- Bunlar mı sorularınız şimdi benim peşimden gelin size cevapları vereyim. Kalktık dergâhın bahçe duvarı için kerpiç yapan müritlerin yanına vardık. Yerden kurumuş bir kerpiç aldım ve adamın başına vurdum. Soru sormaya gelen felsefeci yanındakilerle apar topar Konya kadısına gittiler. Mevlâna “Şimdi ne olacak” der gibi bakıyordu. Onun aklından geçenleri okudum. Meraklanma bekle gör, sorularının cevabını öyle alacak ki dergâhına tövbeye hidayete gelecekler. Şimdi mahkeme görevlisi bizi kadıya çağırana kadar namaz kılalım. Aradan yarım saat geçmişti.
Haber geldi, birlikte huzuruna vardık. Kadının odasında bizim şaşkın filozoflar
hazır ol vaziyetinde bekliyorlar, kerpici yiyen kafası sarılı olarak olup biteni birde bizim yanımızda kadıya anlatmaya başladı.
- Ben, soru sordum, o başıma kerpiç vurdu. Dedi.
- Ben de sadece cevap verdim. Kadı bu işin açıklamasını istedi.
- Bana Allah’ı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim. Filozof şaşırarak:
- Ağrı var ama gösteremem, dedi.
- İşte Allah da vardır, fakat görünmez.
Yine bana, şeytana ateşle nasıl azap edileceğini sordu.
Ben buna toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı.
Hâlbuki kendi bedeni de topraktan yaratıldı.
Yine bana: Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın.
Bundan dolayı bir hak olmaz, dedi.
Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum.
Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya!
Mevlana’nın Kendisine Aşkı Öğreten Can Yoldaşı Tebrizli Şems’e Yazdığı Duygu Dolu Mektup... Kelebekler senin yüzünün değdiği yere yayıyor kanatlarını. Şu dar gönlümün kozasından çıkmaya çalışıyorum. Sonsuz genişliklerin sırrı iki dudağının arasında saklıdır. Bir kelam söyle ne olur! Her hecenin tınısında duymak istiyorum. Rüzgârlar savursun beni, yağmurların hepsi alnıma düşsün, taşların hepsi göğsüme düşsün. Senin ayaklarını öpen kocaman bir dağ olayım. Çöller savrulsun dağlar aradan çekilsin, yokuşlar ve inişler bitsin ki yürüdüğün yollara toz olayım.
Çöldeyim, susuzum. Kuyularda Yusuf um. Sözlerin bana Züleyha. Ateşlerde İbrahim’im. Gözlerin bana derya. Sancılar içinde Meryem im. Bakışın bana İsa. Yaralar içinde Eyyub’um. Hasretin bana şifa. Ölüler içinde bir ölüyüm ellerin bana musalla. Ah ah! Gönlüm, çilem, aşkım, kederim, acım, gönüm! Sustuk. a hoş geçimlim, dile geldikçe parlayan alevim. Kopup saçılan gerdanlığında soylu nedimelerin, savrulan incileri yere inen hüzünlerim. Aramadan bulduğum yola koyulmuş göçüm. Bir türlü kavuşamadığım, kavuşmaya doyamadığım.
Dışında olamadığım, içinden çıkamadığım.
Gecelerin hakimi, gözyaşlarımın pınarı efendim.
Tozunu yıkamaya erişemediğim, pasını silemediğim. Karanlığım Güneş’im.
Gönlüm aziz dostum! Nerelerdesin, ya dön artık yurduna, ya da iki satır yaz bize…
Kim gücendirdi senin o nazende yüreğini, hangi kem söz, hangi sinsi nazar seni benden kopardı ey Şems. Varım yoğum sensin. Sende yoksan ben bir hiçim bilmez misin?
ETME
Kavline mestan olan Mevlana ya ayrılığı hediye etme..
Etme Şems... Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme
Sen yâd eller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun etme
Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına ediyorsun etme
Ey ay felek harap olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harap öyle alt üst ediyorsun etme
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mahvediyorsun etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme
İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme
MEVLANA CELALEDDİN RUMİ
Sinan Yağmur