03 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN....... ÖLÜM, ÖLÜME HÂZIRLANMAK


55 — ÖLÜM, ÖLÜME HÂZIRLANMAK
Asagıdaki bilgiler, seyyid Abdülhakîm bin Mustafâ efendi “rahmetullahi
aleyh”in (Sefer-i âhıret) risâlesinden alınmısdır. Bu risâle basılmamısdır:
Îmânı olan ve aklı olan ve bâlig olan erkek ve kadınlara, (Mükellef) denir. Mükellef
olanların, ölümü çok hâtırlaması sünnetdir. Çünki, ölümü çok hâtırlamak,
emrlere sarılmaga ve günâhlardan sakınmaga sebeb olur. Harâm islemege cesâreti
azaltır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Lezzetleri
yıkan, eglencelere son veren ölümü çok hâtırlayınız!). Tesavvufculardan ba’zıları,
hergün bir kerre hâtırlamagı âdet edinmisdi. Muhammed Behâeddîn-i Buhârî
“kuddise sirruh” hergün yirmi kerre, kendini ölmüs, mezâra konmus düsünürdü.
Ölmek, yok olmak degildir. Varlıgı bozmıyan bir isdir. Mevt, rûhun bedene olan
baglılıgının sona ermesidir. Rûhun, bedenden ayrılmasıdır. Mevt, insanın bir hâlden
baska bir hâle dönmesidir. Bir evden, bir eve göç etmekdir. Ömer bin Abdül’azîz
“rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, (Sizler, ancak ebediyyet, sonsuzluk
için yaratıldınız! Lâkin bir evden, bir eve göç edersiniz!). Mevt, mü’mine hediyyedir,
ni’metdir. Günâhı olanlara musîbetdir. Fakîrlere râhat, zenginlere azâbdır.
Akl, Allahü teâlânın hediyyesidir. Cehâlet, dogru yoldan çıkmaga sebebdir. Zulm,
insanın çirkinligidir. Ibâdet, gözün nûru olan, sevinc ve nes’edir. Allah korkusundan
aglamak, kalbin cilâsıdır. Kahkaha ile gülmek, kalbin zehridir. Insan, ölümü
istemez. Hâlbuki mevt, fitneden hayrlıdır. Insan yasamagı sever. Hâlbuki mevt, ona
hayrlıdır. Sâlih olan mü’min, mevt ile, dünyânın eziyyet ve yorgunlugundan kurtulur.
Zâlimlerin ölümü ile, memleketler ve kullar râhata kavusur. Din düsmanlarından
bir zâlimin ölümünde, hâtıra gelen eski bir beyti buraya yazmak uygundur.
Beyt:
Ne kendi etdi râhat, ne âleme verdi huzûr,
yıkıldı gitdi cihândan, dayansın ehl-i kubûr.
Mü’minin rûhunun bedenden ayrılması, esîrin habsden kurtulması gibidir.
Mü’min öldükden sonra, bu dünyâya geri gelmek istemez. Yalnız sehîdler, dünyâya
geri gelip, bir dahâ sehîd olmak ister. Dünyânın iyiligi gitdi. Kederleri kaldı.
Bundan dolayı ölüm, her müslimân için hediyyedir. Bir adamın dînini, ancak
kabri korur. Mü’minlere yapılacak ikrâmlardan birincisi, ölümdeki sevincdir.
Mü’mini râhatlandıran, ancak Allahü teâlâya kavusmakdır. Her mü’mine mevt, hayâtından
dahâ iyidir. Kâfirlere de mevt fâidelidir.
Çabuk tükenen seyin pesinde kosuyorsunuz. Sonsuz kalacak seye bakmıyor, ondan
kaçıyorsunuz! Bir kimsenin ölümünde hayr yok ise, hayâtında da hayr yokdur.
Allahü teâlâya kavusdurdugu için, mevt sevilir. Sevdigim adamın kalmasını da severim.
Ölmesini de severim. Dost dosta kavusmak istemez mi? Azrâîl “aleyhisselâm”,
Ibrâhîm aleyhisselâmdan rûhunu almak için izn istedikde, (Dost, dostun cânını
alır mı?) dedi. Allahü teâlâ, Azrâîl “aleyhisselâm” ile haber gönderip, (Dost
dosta kavusmakdan kaçınır mı?) buyurunca, (Yâ Rabbî! Rûhumu hemen al!) diye
düâ eyledi.
Allahü teâlânın emrlerine uyan bir mü’mine, ölümden dahâ sevincli birsey olmaz.
Allahü teâlâya kavusmagı seven mü’min, mevti ister. Mevt, dostu dosta kavusduran
bir köprüdür. Kavusmak sevkı, büyük ve yüksek derecedir. Bu dereceye
yükselen mü’min, mevtin gecikmesini istemez. Rabbine istiyâkından dolayı, Ona
kavusmagı, Onu görmegi sever. Cenneti seven ve ona hâzırlanan insan mevti sever.
Çünki, mevt olmayınca, Cennete girilmez.
Bir kimsenin îmân ile ölecegi son nefesde belli olur. Bir insan, bu devlete kavusunca,
Allahü teâlânın ihsânları baslar. Bu ânda, elbette sevinir. Se’âdet sâhibi
ol kimsedir ki, Azrâîl “aleyhisselâm” gelip, (Korkma, Erhamürrâhimîne gidi-
– 988 –
yorsun. Asl vatanına kavusuyorsun. Büyük devlete erisiyorsun!) der. Böyle kimseye,
bundan dahâ serefli bir gün yokdur. Bu dünyâ, bir konakdır. O cihâna bakınca
zindândır. Bu geçici varlık, bir görünüsdür. Gölge gibi, yavas yavas çekilmekde,
geçip gitmekdedir. Hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Insanlar uykudadır, ölünce
uyanırlar). Dünyâ hayâtı, rü’yâ gibidir. Mevt uyandırıp, rü’yâ bitecek, hakîkî hayât
baslıyacakdır. Müslimânın ölümü, hayâtdır. Hem de, sonsuz hayât!
Bir köylüye sen öleceksin demisler. O da, ölünce nereye giderim diye sormus.
Allahü teâlâya! cevâbını alınca, hayrı ancak kendisinde buldugumuz Rabbime kavusduracak
olan ölümden korkum kalmamısdır der.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî “kuddise sirruh”, Azrâîl aleyhisselâmı görünce: (Çabuk
gel, cânım çabuk gel. Beni Rabbime çabuk kavusdur!) demisdir.
Cân vermek acısı, dünyâ acılarının hepsinden dahâ acıdır. Fekat, âhıret azâblarının
hepsinden dahâ hafîfdir. Mü’min, rûhunu teslîm edecegi vakt, rahmet meleklerini,
Cennet hûrilerini görüp, onların zevkı ile, cân verme acısını duymaz. Rûhu,
tereyagından kıl çeker gibi, kolay çıkar. Ni’metlere kavusur.
Her müslimânın, ölüme hâzırlanması lâzımdır. Bunun için de, tevbe etmelidir.
Kul hakkı altında kalmamaga dikkat etmelidir. Ya’nî, hakları sâhiblerine verip halâllasmalıdır.
Allahü teâlânın haklarını da ödemek lâzımdır. Bu hakların en mühimmi,
islâmın bes sartını yerine getirmekdir. Nemâz kılmıyan bir kimse, müslimânların
hakkını da vermemis oluyor. Çünki, her nemâzda oturunca, (Ve alâ
ibâdillahissâlihîn) diyerek mü’minlere düâ etmek vazîfemizdir. Nemâz kılmıyanlar,
mü’minleri bu düâdan mahrûm bırakıyor. Hakları olan bu düâyı yapmıyor.
Borcları ödiyerek, emânetleri sâhiblerine vererek, ölüme hâzırlanmak ve vasıyyet
yazmak vâcibdir. 816. cı ve 1028. ci sahîfelere bakınız!
Ölüm, bir ânda gelebileceginden, afvı kabûl olmıyan ve kabûl olabilir ise de, henüz
afv edilmemis olan (Had) ve (Ta’zîr) cezâlarının yapılmasına imkân bırakmak
vâcibdir. Ya’nî, meydâna çıkmıs olan günâhlarının dünyâdaki cezâlarının yerine
getirilmesini te’mîn etmelidir. Afvı kabûl olmıyan suç, Server-i âlemi “sallallahü
aleyhi ve sellem” sövmekdir. Afvı kabûl olan hadler, ya’nî cezâlar, zinâ, sirkat, iftirâ,
içki içmek gibi suçların dünyâdaki cezâlarıdır.
Hasta olanların, bu vâcibleri dahâ çabuk yerine getirmesi lâzımdır.
Hastanın yatagı, çarsafı ve çamasırları temiz olmalıdır. Sık sık degisdirmelidir. Çünki,
temizligin kalbe ve rûha büyük te’sîri vardır. Ölüm zemânında ise, temizligin kalbe
ve rûha te’sîri, baska zemânlardan dahâ mühimdir. Tedâvî câizdir. Fekat, sifâyı
halk eden, devâda te’sîri yaratan Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, isterse, kullanılan ilâcda
te’sîr halk etmez. Eger öyle olmasaydı, her tedâvî edilen hasta, iyi olurdu.
Agır hastalara igne yaparak tesellî ilâcları vermemelidir. Hastaya eziyyetdir. Câiz
degildir. Agır hastaları hastahâneye kaldırmamalıdır. Evde, âilesinin, sâlih
kimselerin yanında, Kur’ân-ı kerîm okuyarak ve Kelime-i sehâdet telkîn ederek,
cân vermesine çok ugrasmalıdır.
Hastalıkda, îmân, i’tikâd bilgileri çok konusulmalıdır. Gelen ziyâretciler, bunlardan
konusmalı, kimse gelmezse, hasta kendisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından
âhıret bilgilerini okumalıdır. Kitâbdan okuyamazsa, düsünmelidir. Cenâb-
ı Hakkın rahmetinin bol oldugunu gösteren hikâyeler söylenmeli, günâhların,
Allahü teâlânın merhameti yanında hiç oldukları hâtırlatılmalıdır. Afv ve magfiret
ümmîdi çok olmalıdır.
Hasta, nemâzlarını geçirmemege, her zemândan dahâ çok dikkat etmelidir.
Kalbini Allahü teâlânın sevgisi ile doldurmalı, Kelime-i tevhîdi çok söylemelidir.
Islâmiyyetin emrlerini yapmaga dikkat etmelidir. Vasıyyet etmeli veyâ yazmalıdır.
Hastaya, imâm-ı Alînin “radıyallahü anh” ve çocuklarının sevgisi pek lâzımdır.
Çünki, Ehl-i beyti sevmek, son nefesde îmân ile gitmege sebeb olacagını, Ehl-i sün-
– 989 –
net âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sözbirligi ile söylemekdedir.
Ölüm hastası, Ihlâs sûresini [ya’nî Kulhüvallahü ehad] çok okumalıdır. Yatagı
karsısında (Kelime-i tevhîd) yazılı levha asılı olmalıdır.
Karyola ve yatak yerini ve odayı degisdirmek, hastaya ferahlık verir. Kâbil ise
hasta, abdestli olmalıdır. Hizmetci, asçı, hemsîre kadınlar, mahrem olmadıklarından,
çok büyük mahzûrdur. Hastaların, ihtiyârların kızı, âile yerini tutamaz. Mahrem
hizmetleri yapamaz. Ihtiyârların, hastaların harâmdan kurtulmak için, hizmet
eden kadını nikâh etmeleri lâzımdır. Dedikoduya ehemmiyyet vermemeli, genç de
olsa, hizmet edecek nikâhlı âile edinmelidir.
Ziyâretciler, hasta yanında çok oturmamalıdır. Sevdigi insanlar olsa da, çabuk
kalkmalıdır. Hasta teklîf ederse, biraz dahâ oturup, kalkmaga tesebbüs etmeli, tekrâr
teklîf etmezse gitmelidir. Agır hastanın yanına kimseyi sokmamak dogru degildir.
Hasta istemese de, sâlih insanlar, gidip, bir Ihlâs okuyacak kadar oturmalıdır.
Doktor, kimse görüsmesin, konusmasın dedi diyerek, hastayı mahrûm etmemelidir.
Yanına sulehâ girip, Yasîn-i serîf okumalıdır. Gizli okumak da fâidelidir.
Hasta yanında, hastalıgı artdıracak, merâklı sözler söylememeli, gazetelerden,
hikâyelerden, mâl, ticâret, siyâset ve hükûmetden lâf açmamalıdır.
Ölüm hastası halâlden ve mümkin oldugu kadar abdestli ve kalbi uyanık kimselerin
Besmele ve düâ ile hâzırladıgı seyleri yimelidir.
Hasta yanında, Velîlerin, âlimlerin ve sâlihlerin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
hikâyeleri ve sözleri konusulmalı, bunlara sevgisi artdırılmalıdır. Evliyâyı
kirâmın “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” söylenmesi, rahmete sebeb olur.
Ölüm alâmetleri görülünce, yanında, çocuk, cünüb, özrlü kadın bulundurulmamalıdır.
Odada ve hattâ evde resm bulunmamasına çok dikkat etmelidir. Yanında
âlim, sâlih birkaç kimse bulunup, zorlamamak üzere, Kelime-i tevhîd söylemesi
te’mîn edilmelidir. Söylemesi için sıkısdırmamalıdır. Yanındakiler söyleyip ona
duyurmalı, usandırmamalıdır. Bir kerre söyler ise, bir dahâ söyletmemeli, baska
sey söyler ise, Kelime-i tevhîdi bir dahâ söylemesi hâtırlatılmalıdır. Ya’nî, son sözü,
Kelime-i tevhîd olmalıdır. Zorlamadan, bir kerre, (Lâ ilâhe illallah) demek, yanındakilere
sünnetdir. Kelime-i tevhîdi hâtırlatanların, hastanın düsmanı, vârisi olmaması
uygundur. Kimse yok ise, vâris hâtırlatır.
Hasta yanında (Yasîn) sûre-i serîfesini okumak mühim sünnetdir. Hadîs-i serîfde
buyuruldu ki, (Yanında Yasîn-i serîf okunan hasta, suya doymus olarak vefât
eder ve doymus olarak kabre girer). Ya’nî, cân vermenin hâsıl edecegi susuzlugu
duymaz. Yasîn sûre-i serîfesi, kıyâmetde olan seyleri, dünyânın geçici oldugunu,
Cennet ni’metlerini ve Cehennemdeki azâbları bildirdiginden, hasta yanında okununca,
îmân ile gitmege sebeb olan seyleri isitmis olur. (Ra’d) sûresini okumak, rûhun
çıkmasını kolaylasdırır. Insan ölünce, Hanefîde necs olur. Kur’ân-ı kerîm, yanında
degil, karsısında ve sessiz okunabilir. Diger üç mezhebe göre necs olmaz.
Kur’ân-ı kerîmi, ölüler de isitir ve fâidelenir. Cenâze tasıyanların, kabr ziyâret
edenlerin, maddî bir karsılık düsünmiyerek, Kur’ân-ı kerîmden bir parçayı, Allah
rızâsı için okuyarak, sevâbını meyyitin rûhuna hediyye etmeleri sünnetdir.
Ölüm hâlinde su içirmek sünnetdir. Ihtiyâcı görülürse vâcib olur. Içince ferahladıgı
görülürse vâcibligi artar. O ânda seytân, sâf su gösterip, senden baska
ma’bûdüm yokdur dersen, sana içiririm dedigi, hadîs-i serîflerde bildirilmisdir. Yasîn
sûre-i serîfesini okumanın on fâidesi vardır:
1 — Aç olan, tok olur. Ya’nî, ummadıgı yerden rızk gelir.
2 — Susuz olan, kanıncıya dek su bulur.
3 — Elbisesi olmıyan, elbise bulur.
4 — Eceli gelmiyen hasta sifâ bulur.
– 990 –
5 — Eceli gelen hasta ölüm acısı duymaz.
6 — Ölürken, Cennet melekleri gelip, görünür.
7 — Insan korkdugundan emîn olur.
8 — Müsâfir ve garîb yardımcı bulur.
9 — Bekârların evlenmesi kolay olur.
10 — Gayb olan sey bulunur.
Fekat bunlara niyyet ederek ve inanarak okumak lâzımdır.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Ölüm hastası yanında,
bir sûre okununca, her harfi için bir melek gelip, rûhun kolay çıkmasına düâ
eder. Yıkanırken yanında bulunurlar. Cenâzesi ile birlikde giderler. Nemâzında
bulunurlar. Gömülürken bulunurlar. Hep düâ ederler). Bir hadîs-i serîfde buyuruldu
ki, (Müslimân bir hasta yanında Yasîn-i serîf okunursa, Rıdvân ismindeki melek
Cennet serbeti getirir. Suya doymus olarak rûh teslîm eder. Doymus olarak kabre
girer. Suya ihtiyâcı olmaz.)
Hasta, Allahü teâlânın afvına, merhametine güvenmeli, Rabbim beni magfiret
eder demelidir. Allahü teâlâ, hadîs-i kudsîde buyuruyor ki, (Kulum, beni nasıl umarsa,
onu öyle karsılarım. Öyle ise, benden hep iyilik bekleyiniz!). Server-i âlem “sallallahü
aleyhi ve sellem”, vefâtından üç gün önce buyurdu ki, (Allahü teâlâdan iyilik
umarak cân veriniz!). Hasta yanındakilerin, iyilik ümmîdini artdıracak seyler
söylemesi, Rabbimizin rahmetini umdugumuzu hâtırlatmaları sünnetdir. Ölüm hâli
görülünce, rahmet ümmîdini artdıracak seyler söylemek vâcib olur. Kılmamıs nemâzları
varsa, tevbe etmesine tesvîk eylemek sünnetdir.
Ölür ölmez, borclarını bir ân önce ödemelidir. Borcları ödenmedikce, rûhu, iyiler
derecesine kavusamaz. Zevcesine, vaktîle ödemedigi (Mehr), ya’nî nikâh parası
da, borcudur. Verilmemis, birikmis zekât, fıtra da borcdur. Hırsızlık etmesi,
zor ile alması da borcudur. Kabre koymadan, borclarını ödemek mümkin olmaz
ise, meyyitin velîlerinden [ya’nî yakın akrabâsından] biri, borcu (Havâle üsûlü) ile,
kendi üzerine alır. Ya’nî borclar bunun olur. Böylece, hak sâhiblerinin kabûl etmesi
ile, meyyit borcdan kurtulmus olur. Borclar, velî üzerinde kalır. Bu yol, havâle
üsûlüne tam uymuyor ise de, meyyitin ihtiyâcı çok oldugu için, islâmiyyet izn
vermisdir. Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” borclu olan birinin nemâzını
kılmak istemedi. Ebû Katâde-i Ensârî “radıyallahü anh” ismindeki bir sahâbî,
borcunu, bu üsûl ile, kendi üzerine alarak kabûl edince, cenâze nemâzını kılmagı
kabûl buyurdu. Bu meyyitin borcu iki dînâr, ya’nî iki miskâl [4,8 gramlık sikkeli,
ya’nî kesilmis, ölçülü iki altın] olup, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Ebû
Katâdeye, (Bu iki altın borc, senin üzerine oldu mu ve meyyit borcdan kurtuldu
mu?) buyurdu. Ebû Katâde (Evet) deyince, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”,
cenâzenin nemâzını kıldı. Görülüyor ki, yabancı bir kimse de borcu kendi
üzerine alırsa, meyyit borcdan kurtulmakdadır. Borcu üzerine alan kimsenin alacaklıya
(Meyyiti halâl et!) demesi uygun olur. Böyle halâllasma ile, meyyit borcdan
temâmen kurtulur.
Gerek böylece, gerekse, islâmiyyetin gösterdigi baska yollar ile, meyyit, haklardan
kurtarıldıkdan sonra, vasıyyeti yerine getirmek lâzımdır. Günâh olan birseyi
yapmak için vasıyyet etmek sahîh olmaz. Böyle vasıyyetler yerine getirilmez.
Böylece, meyyit, vasıyyetden hâsıl olan sevâbdan ve düâdan mahrûm bırakılmamıs
olur.
Hastalıkdan ve dünyâ sıkıntılarından kurtulmak için ölümü istemek câiz degildir.
Dinde sıkıntı ve fitnelerden korkarak, Allahü teâlâdan ölümü istemek sünnetdir.
Allah yolunda sehîd olmagı istemek de böyledir. Mekke-i mükerremede ve Medîne-
i münevverede oldugu zemânda ve Evliyâ-yı kirâm “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz”
türbelerinin yanında ölümü istemek de câizdir.
– 991 –
Allahü teâlâya kavusmagı sevdigi için ölümü istemek müstehabdır. Hadîs-i serîfde
buyuruldu ki, (Bir kimse, Allahü teâlâya kavusmagı severse, Allahü teâlâ da
ona kavusmagı sever).
Tedâvî, ya’nî doktora gitmek, ilâc kullanmak sünnetdir. Hadîs-i serîfde buyuruldu
ki, (Hastalıgınızı tedâvî ediniz! Çünki, Allahü teâlâ, ölümden baska her hastalık
için, devâ, ilâc yaratmısdır).
(Mevâhib-i ledünniyye) ikinci cildde diyor ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi
ve sellem” üç dürlü ilâc kullanırdı: Kur’ân-ı kerîm veyâ düâ okurdu. Fen ile bulunan
ilâcları kullanırdı. Her ikisini karısık kullanırdı. (Kur’ân-ı kerîmden sifâ beklemiyene
sifâ nasîb olmaz) buyururdu. (Fâtiha) sûresini okumanın, hastalıklara sifâ
oldugunu bildiren hadîs-i serîfler (Beydâvî) ve (Çerhî) tefsîrlerinde ve Senâullah-
ı Dehlevî “rahmetullahi aleyh”nin yazdıgı (Tefsîr-i Mazherî)de yazılıdır.
Imâm-ı Kuseyrî “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki, Kur’ân-ı kerîmdeki altı sifâ
âyetini bir tabaga yazıp, su koyarak eritilir. Hasta içerse Allahü teâlâ sifâ ihsân eder.
Âyet-i kerîme ve düâ elbette sifâ verir. Fekat sartların gözetilmesi de lâzımdır.
Okuyanın veyâ yazanın ve hastanın buna inanması sartdır. Hastanın, zararlı
olan gıdâlardan, sübheli ilâclardan perhîz etmesi, sogukdan sakınması, lüzûmlu seyleri
yapması, harâmdan, zulmden sakınması lâzımdır. Hadîs-i serîfde, (Allahü
teâlâyı unutarak, gafletle edilen düâ kabûl olmaz) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” efendimiz hasta olunca, (Kul e’ûzü)leri okuyup, kendi
üzerine üflerdi.
(Sifâ âyetleri) sunlardır: Tevbe sûresi, ondördüncü âyetinin sonu, Yûnüs sûresi,
elliyedinci âyetinin ortası, Nahl sûresi, altmısdokuzuncu âyetinin orta kısmı, Isrâ
sûresi, seksenikinci âyetinin bas tarafı, Sü’ârâ sûresinin sekseninci âyeti, Fussilet
sûresi, kırkdördüncü âyetinin orta yeridir. Bunlar, safranlı su gibi, renkli bir
sıvı ile bir çanaga yazılıp, yagmur suyunda eritilir. Zevceden mehr parasından hediyye
isteyip, bu para ile bal alınır. Balı bu su ile karısdırıp içmelidir. Sifâ âyetlerini,
abdestli olarak, bir kâgıda yazıp, bu kâgıdı, bir kapdaki suya koymak da
olur.
(Tuhfe) kitâbının sonlarında, sî’îlerin onüçüncü te’assublarını anlatırken buyuruyor
ki, imâm-ı Alî Rızâ hazretleri Nîsâpûra gelince, Ehl-i sünnetden yirmibinden
çok âlim ve talebe, kendisini karsıladı. Dedelerinden gelen bir hadîs-i serîf okuması
için yalvardılar. Imâm hazretleri, bütün dedelerinin ismlerini sayarak, su kudsî
hadîsi okudu: (Lâ ilâhe illallah kal’amdır. Bunu okuyan, kal’ama girmis olur.
Kal’ama giren de, azâbımdan kurtulur). Imâm-ı Ahmed ibni Hanbel hazretleri buyurdu
ki, bu hadîs-i serîf, bildirenlerin ismleri ile berâber, deliye okunursa, aklı basına
gelir. Hastaya okunursa, sifâ bulur. Böyle oldugunu, Ibni Esîr “rahmetullahi
teâlâ aleyh” de, (Kâmil) kitâbında bildiriyor. Bu hadîs-i serîfin hastaya nasıl okunacagı
(Hak Sözün Vesîkaları) kitâbının (Birleselim-Seviselim) kısmında bildirilmisdir.
Yirmibes kerre (Estagfirullah) denir. Sonuncusunda (ve etûbü ileyh)e kadar okunur.
Sonra, onbir (Ihlâs) ve yedi kerre (Fâtiha-i serîfe) ve otuzüç kerre (Allahümme
salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed) okuyup
sevâbını Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Eshâb-ı kirâmın “rıdvânullahi
aleyhim ecma’în” ve Evliyânın “rahmetullahi aleyhim ecma’în” rûhlarına
ve sonra büyük âlimlerin ismlerini söyleyip, bu büyüklerin rûhlarına hediyye
edilir. Bu büyükler hurmetine sifâ vermesi için Allahü teâlâya düâ edilir. Hergün
sabâh ve aksam böyle düâ edilir ve gerekli ilâc alınıp, perhîz yapılır. Büyük âlim
Abdüllah-i Dehlevî, (Mekâtîb) kitâbının yirmisekizinci mektûbunda buyuruyor ki,
(Düâ istiyorsunuz. Büyüklerimizin ismlerini gönderiyorum. Birincisindeki ismlerin
rûhlarına, baska zemânda da, ikincisindeki büyüklerin rûhlarına Fâtiha okur,
bunların vâsıtası ile Allahü teâlâya düâ edersiniz!). Yüzonyedinci mektûbda bu-
– 992 –
yuruyor ki, (Her isiniz için, büyüklerin temiz rûhlarını vesîle ederek, Allahü teâlâya
yalvarınız! Ona sıgınınız! Allahü teâlâ sevdiklerinin vâsıtası ile yapılan düâları
kabûl ederek, din ve dünyâ ihtiyâclarınızı ihsân eder). Yâ, dogruca sifâ ihsân eder,
yâhud, sifâ için sebeb yapdıgı tabîbi, ilâcı karsınıza çıkarıp, onun vâsıtası ile
sifâ verir. Çünki, sebebler vâsıtası ile yaratmak âdetidir. Bunun için, sebeblere yapısmak
sünnetdir. (Silsile-i aliyye), ya’nî büyük âlimlerin ismleri, üçüncü kısm, elliüçüncü
madde sonunda yazılıdır. Sifâ için (Kasîde-i Bürde) okumanın çok fâideli
oldugu, (Kıyâmet ve Âhıret) 126.cı sahîfesinde uzun yazılıdır.
(Tefsîr-i Azîzî) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, kırk gün sabâh nemâzının
sünneti ile farzı arasında kırkbir kerre Fâtiha okunur. Besmelenin sonundaki
Mîmi Fâtihanın Lam harfi ile birlikde okunur. [Ya’nî (Rahîm-ilhamdü) denir.]
Sonra yapılan düâ kabûl olur. Suya üfleyip hasta veyâ büyülenmis kimseye içirilirse,
[eceli gelmemis olan hasta] sifâ bulur ve büyü çözülür. Bas, dis, mi’de ve her
agrı için, yedi Fâtiha okuyup, üflemelidir. Bir Fâtiha okuyup edilen düâ kabûl olur.
(Tefsîr-i Mazherî) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Talâk) sûresinin üçüncü
âyetinin tefsîrinde buyuruyor ki, (Imâm-ı Rabbânî “rahmetullahi teâlâ aleyh”,
din ve dünyâ zararlarından kurtulmak için, hergün besyüz kerre (Lâ havle velâ kuvvete
illâ billah) okurdu. Buna (Kelime-i temcîd) denir. [Ikinci kısm, onbirinci
maddeye bakınız!] Okumaga baslarken ve okudukdan sonra da yüzer kerre (Salevât)
okurdu. Hadîs-i serîfde, (Allahü teâlânın bir ni’met vermesini ve bunun devâmlı
olmasını isteyen, Lâ havle velâ kuvvete illâ billah çok okusun!) buyuruldu. (Sahîhayn)
daki hadîs-i serîfde, (Bu, Cennet hazînelerinden bir hazînedir!) buyuruldu.
Bir hadîs-i serîfde de, (Lâ havle velâ kuvvete okumak, doksandokuz derde devâdır.
Bunların en hafîfi, hemmdir) buyuruldu. Hemm, gam, hüzn, sıkıntı demekdir.)
(Fevâid-i Osmâniyye) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Fâtiha),
(Âyet-el-kürsî) ve (Dört Kul) yediser kerre okunup hastaya üflenirse, bütün âfetler,
derdler için ve sihr, nazar için ve hayvân sokması ve ısırması için iyi gelir. Tuz
üzerine okunup, suda eritip içirmek ve ısırılan yere sürmek de tecribe edilmisdir.
Dört Kul, Kâfirûn, Ihlâs ve Mu’avvizeteyn sûreleridir. Süleymâniyye kütübhânesi
Lâleli kısmında, 3653 sayılı risâlenin 211.ci sahîfesinde diyor ki, (Cum’a günü seher
vaktinde sag elinin avucuna su âyet yazılıp, sonra dili ile yalayıp yutulur.
Kırk senelik sihr dahî olursa, def’ olur. Zâil olur. Nisâ sûresi 99.cu âyeti (ve men
yahruc)den (rahîmâ)ya kadardır.)
(Bostân-ül-Ârifin) sonunda diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Osmân
bin Ebil’âsı “radıyallahü teâlâ anh” ziyârete geldi. Hasta idi. Çok agrısı ve sancısı
vardı. (Agıran yeri sag elin ile yedi kerre mesh eyle! Her def’asında E’ûzü bi’izzetillahi
ve kudretihi min serri mâ-ecidü ve ühâzirü oku!) buyurdu. Osmân diyor
ki, buyurdugu gibi yapdım. Hastalıgım hiç kalmadı. Abdüllah ibni Mes’ûd buyurdu
ki: Bir kimse sabâh ve aksâm, Bekara sûresinin basından dört âyet ve Âyet-elkürsî
ile sonraki iki âyeti ve bu sûrenin sonundaki üç âyeti okursa, evine seytân girmez.
Mecnûn üzerine okunursa, iyi olur. Sıkıntısı olan kimse, çok (istigfâr) okusun!
(Hazînet-ül-esrâr)da diyor ki: Ömer-ül-Fârûk “radıyallahü teâlâ anh” dedi ki, Resûlullah
“sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Yagmur suyunu toplayıp,
üzerine, Fâtiha-i serîfe, Âyet-el-kürsi, Ihlâs-ı serîf ve Kul-e’ûzü sûreleri yetmiser kerre
okunur. Bu sudan aralıksız yedi sabâh içenlerin hastalıkları, agrıları zâil olur.). [Bes,
on sâlih müslimân toplanıp, okuyup, suya üflemelidirler.] Imâm-ı Ahmed ve Tirmüzî
ve Nesâî ve Hâkim ve Beyhekî bildirdiler ki, Sa’d ibni Mâlik “radıyallahü teâlâ
anh” dedi ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Yûnüs aleyhisselâm
balıgın karnında, Enbiyâ sûresinin 87. ci âyetini söyliyerek düâ etdi. [Düâsını
kabûl eyledi ve kıyâmete kadar bunu okuyan mü’minlerin düâlarını kabûl edecegini
bildirdi.] Bir müslimân, bu âyet-i kerîmeyi okuyup düâ edince, Allahü teâlâ
düâsını muhakkak kabûl eder). Kırk kerre okumalıdır. 1249.cu sahîfeye bakınız!
– 993 – Se’âdet-i Ebediyye 3-F:63
56 — MEYYITE YAPILACAK DÎNÎ VAZÎFE, KEFEN
Asagıdaki yazılar, (Dürr-ül-muhtâr) kitâbından ve bunun (Ibni Âbidîn) hâsiyesinden
terceme edilmisdir:
Cenâze, ölü, ya’nî meyyit demekdir. Bugün, içinde meyyit bulunan tabuta, cenâze
diyoruz. Cinâze, tenesir tahtası demekdir. Mevt, ölüm demekdir.
Ölümün yaklasdıgına alâmet, ayakların gevseyip uzaması, burnun kıvrılması, sakakların
çukurlasmasıdır. Böyle bir hasta, sag yanı üzere yatırılıp, yüzü kıbleye çevrilir.
Böyle yatırmak sünnetdir. Ayakları kıbleye dogru, sırt üstü yatırmak da câizdir.
Simdi böyle yapılmakdadır. Fekat, bas altına birsey koymalıdır. Böylece yüzü
kıbleye karsı olur. Bunlar güc olursa, kolayına gelecek seklde yatırmak da câiz
olur.
Kelime-i tevhîd telkîn ederken (Muhammedün resûlullah) da söylemek iyi
olur. Fekat bir kâfirin îmâna gelmesi için (Eshedü) ile baslaması ve (Muhammeden
abdühü ve resûlüh) de demesi sartdır.
Ölüm basladıgı, hayâtdan ümmîd kesildigi zemân, tevbe kabûl olabilir ise de,
kâfirin îmâna gelmesi kabûl olmaz.
Ölüm hâlinde iken küfre sebeb olan sey söyleyen kimse, mü’min kabûl edilir.
Çünki, o anda aklı basında degildir.
Ölüm alâmeti, sertlesme, sogumak ve kokmakdır. Bu alâmetlerden önce de ölüm
anlasılınca [solugun kesilmesi, agzına tutulan aynanın bugulanmaması ile, kalbin
durdugu, nabz ile anlasılır] gözlerini kapamak ve çenesini baglamak sünnetdir. Çenesi,
genis bez ile bası üstüne baglanır. Gözlerini kaparken (Bismillâh ve alâ millet-
i resûlillah) demek ve düâsını okumak sünnetdir. Sogumadan önce, el parmaklarını,
dirseklerini, dizlerini açıp kapayıp, kollarını ve bacaklarını düz bırakmak
sünnetdir. Böylece, yıkaması ve kefene sarması kolay olur.
Sogumadan önce, elbisesi çıkarılıp, genis, hafîf bir çarsaf ile örtülür. Çarsafın
bir ucu basının altına, diger ucu ayakları altına sokulur. Karnı üzerine, çarsafın üstüne
veyâ altına, birsey [bıçak veyâ baska demir] konup, sismesi önlenir. Yüz gramdan
çok olması uygundur. Muhterem ilmlerin kitâblarını koymamalıdır. Elden geldigi
kadar, cenâzeyi çabuk kokutacak, çürütecek seylerden korumak lâzımdır. Rûhu
çıkarken, yatagı yanında (Behûr) denilen koku yakılmalıdır. Ölüm haberi
komsulara ve akrabâya, ahbâba, hemen bildirilmelidir.
Meyyit yıkanmadan evvel yanında Kur’ân-ı kerîm okumak mekrûh diyenler varsa
da, üzeri örtülü iken ve yatagına bitisik olmıyarak, sessiz okumak câizdir.
Ölüm belli olunca, acele etmek sünnetdir. Bozulmak, kokmak ihtimâli varsa, acele
etmek vâcib olur. Ölüm belli olmaz, sübheli olursa, belli oluncıya kadar beklenir.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” cenâzenin, ehli, âilesi arasında kalmasını
uygun görmezdi. Kalb sektesi ile ölenleri, sogumak, kokmak ile öldügü iyi anlasılıncıya
kadar gecikdirmek vâcibdir.
Serîr, ya’nî tenesîr etrâfında, önce (Behûr) yakılıp üç def’a dolasdırılır. Bes def’a
da olur. Behûr bir otdur. Buna öd agacı talasları ve günnük denilen agacın zamkı
da karısdırılıp, bir kapdaki atese koyup, tenesir, çıkan dumanlara tutulur.
Cenâze, örtülü olarak, tütsülenmis serîr üzerine, sırt üstü veyâ kolay olan seklde
yatırılır. Göbek ile diz arası örtülü olarak yıkanır. Çünki, kadının kadınlar için
avret yeri, erkegin erkekler için olan avret yeri gibidir. Serîr üzerinde kıbleye karsı
yatırmak sünnetdir. Gömlegi uzun ise, gömlek içinde yıkanır.
Yıkamak, kefenlemek, cenâze nemâzı kılmak ve gömmek farz-ı kifâyedir.
Ya’nî, lüzûmu kadar kimse tarafından yapılınca, baskalarına farz olmaz. [Bu farzları,
ücretsiz olarak, Allah rızâsı için yapmak lâzımdır. Böyle yapanlara farz sevâbı
verilir ki, bütün hayrâta, hasenâta verilen sevâblardan katkat dahâ çokdur.
– 994 –
Bu farzları yapan olmazsa, haber alıp da gelmiyenlerin hepsi günâha girer, fâsık
olurlar. Bu farzları vazîfe bilmiyenin, ehemmiyyet vermiyenin îmânı gider, mürted
olur.] Çocugun yıkaması da câizdir. Kâfir, yıkanmaz. Bir beze sarılıp, gömülür.
Kadın bulunmadıgı zemân, kadını erkek yıkayamaz. Fekat, cenâze basdan ayaga
örtülü olarak, akrabâsı, akrabâ yoksa, baskası, eline bez sararak, elini örtü altına
sokup, teyemmüm yapdırır. Çünki, ölünün avreti, dirinin avreti gibidir. Bakması
harâm olan yere dokunmak da, harâmdır. Dahâ iyisi, çocuga ögretilip, yıkatılır.
Serîr, göbege kadar yüksek ve az egik olmalıdır. Su, pek sıcak olmamalı, tuzlu
olmalıdır. Serin ve tuzlu su, çürümegi gecikdirir. Meyyit, çocuk da olsa, önce abdest
aldırılır. Fekat, agzına, burnuna su verilmeyip, bez ile temizlenir. Agzına su
kaçarsa çabuk çürümesine sebeb olur. Önce yüzü yıkanır. Sonra kolları yıkanıp,
bası, kulakları ve ensesi mesh edilir ve ayakları yıkanır. Sedr agacı yapragı veyâ
çevgen, ya’nî sabun otu ile kaynatılıp ılıtılmıs veyâ kâfûr (Camphre) denilen beyâz,
kokulu sey konmus su ile, bunlar yok ise, yalnız su dökerek, bası ve sakalı, hatmi
veyâ sabun ile yıkanır. Sonra sol yanına çevrilip, sag yanına su dökülür. Su, tenesir
tahtasına degen yerlerine kadar akıtılmalıdır. Sonra, sag yanına yatırılıp, sol
tarafına, omuzdan ayaga kadar su dökülür. Sonra oturtulup, karnı hafîfce basdırılır.
Birsey çıkarsa, yıkanır [ya’nî su döküp giderilir]. Sonra sol yanına yatırıp, sag
yanı tekrâr yıkanır [ya’nî omuzdan ayaga kadar su dökülür]. Böylece sünnete
uygun, ya’nî üç kerre yıkanmıs olur. Her yan yıkanırken, üç def’a su dökülür.
Hasta, cünüb olarak vefât ederse, yine bir kerre yıkanır. Yıkandıkdan sonra, abdesti
bozan seyler çıkarsa, tekrâr yıkanmaz ve abdest aldırılmaz. Yalnız çıkan seyler,
su dökerek giderilir. Meyyiti yıkarken niyyet etmek sünnetdir. Niyyetsiz, temiz
olur ise de, farz sâkıt olmaz.
Meleklerin ve cinnin yıkadıgı anlasılırsa, yine yıkanır. Yıkama yerine, yıkayandan
ve yardımcıdan baskası girmez. Yıkayanlar, emîn kimse olmalıdır. Cenâzede
gördügü se’âdet alâmetlerini söyler, sekâvet alâmetlerini söylemez. Meyyitin aybını
açıga çıkarmaz. Velî içeri girebilir.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizi, Abbâsın oglu Fadl ile Alî
“radıyallahü anhüm” yıkadı. Üsâme “radıyallahü anh” su döküyordu. Abbâs “radıyallahü
anh” girip çıkıyordu.
Cânlıya eziyyet veren sey, ölüye de verir. Bunun için, çok soguk ve çok sıcak su
ile yıkanmaz. [Kokmaması için buzhâneye de konmaz. Kokmaması için, çabuk gömmeli,
yolcu gelecek diye bekletmemelidir.] Zemzem suyu ile yıkamak câiz degildir.
Saçları dökülürse, kefeni içine konur. Çünki, insanın her parçası muhteremdir,
gömülür. Diri insandan düsen ve kesilen tırnakları, saçları ve disleri de defn
etmek sünnetdir.
Yıkandıkdan sonra, tenesir üzerinde, bez ile kurulanır. Saçları ve sakalı arasına,
hanût denilen kokulu seylerin karısımı veyâ kâfûrî konur. Safran koymak
mekrûhdur. Secde etdigi uzvlarına [alnına, burnuna, dizlerine, el, ayak parmaklarına],
kâfûrî serpilmis pamuk konur.
Meyyitin saçlarını taramak, saç, sakal, bıyık ve tırnaklarını kesmek, Hanefî mezhebinde
câiz degildir. Agzı, burnu, kulagı deligine, gözlere pamuk koymak câizdir.
Hanefî mezhebinde, kadını, efendisi yıkayamaz ve dokunamaz. Çünki, kadın
ölünce, nikâh hemen bozulur. Bakması, câizdir. Kadını, zevci yıkaması, diger üç
mezhebde câizdir. Kadının, zevcini yıkaması, Hanefîde de câizdir. Çünki, zevcin
vefâtından sonra, nikâh, iddet bitinceye kadar [dört ay] devâm eder. Kadını erkek,
erkegi kadın yıkayamaz. Eline bez sarıp teyemmüm yapar. Teyemmüm yapan
– 995 –
erkek, yabancı kadının kollarına bakamaz. Akrabâsı ise, eline bez sarmak istemez.
Çünki, mahrem olan akrabâsının kollarına ve yüzüne bakması ve dokunması câizdir.
Insanın yalnız bası veyâ bedenin yarısı ele geçerse, yıkanmaz ve nemâzı kılınmaz.
Öylece gömülür. Bedenin yarıdan fazlası, bası olmasa bile veyâ bedenin yarısı
ve bası bulunursa, yıkanır ve nemâzı kılınır.
Parasız yıkamak çok sevâbdır. Para istemek de câiz ise de, parasız yıkayan
baskası yok iken para istemek câiz olmaz. Cenâze tasımak, kabr kazmak ücreti de
böyledir. Suda bogulan da, üç kerre yıkanır veyâ yıkamak niyyeti ile, suda üç kerre
hareket etdirilir. Yagmurda ıslanan da yıkanır.
Meyyiti yıkamak, her dinde var idi. Âdem aleyhisselâmı melekler yıkadı. (Ölülerinizi
böyle yıkayınız) dediler.
Sâhibsiz bir ölü bulunsa ve müslimân veyâ kâfir oldugu bilinmese, islâm alâmeti
varsa, yıkanır ve nemâzı kılınır. Islâm alâmeti, sünnet olmak, sakal boyamak ve
kasık tras etmekdir. Bugün, bunların üçü de islâm alâmeti olmakdan çıkmısdır. Islâm
alâmeti yoksa, islâm memleketinde ise, müslimân kabûl edilir.
Müslimân ve kâfir cenâzeleri karısık ise ve alâmetleri yok ise, çogu müslimân
ise, hepsinin nemâzı kılınır. Hepsi müslimân mezârlıgına gömülür. Müsâvî sayıda
veyâ azı müslimân ise, hepsi yıkanır. Kefenlenir, nemâzları, müslimân olanları niyyet
edilerek kılınır. Hepsi kâfir mezârlıgına gömülür.
Su bulunmadıgı zemân, teyemmüm yapdırılıp, nemâzı kılınır. Sonra su bulunursa,
yıkanır. Fekat, nemâzı tekrâr kılınmaz. Diri insan da, su bulunca tekrâr kılmaz.
Ölü yıkayacak kimsenin, önce gusl abdesti alması müstehabdır. Cünübün ve özrlü
kadının yıkaması mekrûhdur. Cenâze yıkanmıs su, (Mâ-i müsta’mel) olur.
Necs, pis olur. Bunun için, yıkayanların üstüne sıçramaması, pestemâl sarınmaları
lâzımdır. Cenâze, yıkandıkdan sonra temiz olur.
(Bahr-ür-râık)da diyor ki, meyyitin kefeni, diri iken giydigi gibi yapılır. Bunun
için fakîr kadınlara (Kefen-i kifâye) olarak izâr, lifâfe ve himâr sarılır. (Tebyîn-ülhakâik)
da diyor ki, (Kadının kefen-i kifâyesi, izâr, lifâfe ve himârdır. Çünki, hayâtda
iken, en az giydigi bunlardır. Bunlarla nemâz kılması, kerâhetsiz câizdir). (Halebî-
i kebîr)de diyor ki, (Kadınlar Der’ ile örtünürdü. Önü gögse kadar açıkdı.
Ayaklara kadar uzundu). [Görülüyor ki, Selef-i sâlihîn zemânında, müslimân kadınları,
antâri, genis uzun manto ve bas örtüsü ile örtünürlerdi. Çarsaf dedigimiz
iki parça ile örtünmezlerdi.] Erkegin kefeni üç parça olmak sünnetdir:
1 — Izâr: Basdan ayaga kadardır. Genisligi bir metreden fazladır.
2 — Kamîs [antâri gibi uzun gömlek]: Bunun uzunlugu omuzlardan ayaklara
kadar olan uzunlugun iki katıdır. Bu uzunluk, ortadan ikiye katlanıp, kat yerinden,
bas geçecek kadar, düz kesilir. Kol ve etek yerleri kesilmez.
3 — Lifâfe: Basdan ve ayaklardan asırı uzunlukda olup, dahâ genisdir. Bas üstünden
ve ayak altından ucları büzülüp, bezle baglanacakdır.
(Berekât)da diyor ki, (Meyyitin basına imâme [sarık] sarmanın mekrûh oldugu,
seyyid Serîf Cürcânînin (Serh-ı Sirâcî)sinde de yazılıdır. Tabut üzerine sarık sarmak
ve süslü seyler koymak da mekrûhdur. Kefenin üçden fazla olması câiz olur
ve olmaz demislerdir. Imâm-ı Rabbânî bid’at olur buyurmakdadır. Kefenin, yeni,
temiz, kıymetli olması sünnetdir. Zenginligine uygun kefen yapılır. Beyâz pamuklu
[patiska] olması sünnetdir. Erkege ipek kefen harâmdır. Tabutunu da ipekle
örtmek harâmdır. Kadınlara ipek câizdir. Kefenin, meyyitin kendi halâl malından
olması, baskasının vermesinden dahâ iyidir. Diri iken halâl kefen hâzırlamak
iyidir. Zemzem ile yıkanmıs kefen Hanefîde câiz, Sâfi’î mezhebinde harâmdır. Hanefî
mezhebinde, kuruyunca zemzemin hepsi gider. Sâfi’îde ise, eseri kalıp, meyyitin
kanı, irini ile kirletmege sebeb olur. Besmele-i serîfeyi, âyet-i kerîmeleri, muh-
– 996 –
terem ismleri kefene yazmak ve kabre koymak câiz degildir. Sâlihlerin, Velîlerin
çamasırından, elbisesinden kefen yapmak veyâ kefen içine, yüzüne, gögsüne koymak
fâideli oldugu (Ma’sûmiyye) cild 1, üçüncü mektûbunda da yazılıdır.
Kadının kefeni bes parça olmak sünnetdir: Kamîs, izâr, lifâfe, himâr ve gögüs
bezi. Himâr, bas örtüsü olup, yetmisbes santim kadar uzundur. Uçları yüze sarkıkdır,
basa sarılmaz. Gögüs bezi: Omuzdan dize kadardır.
Fakîr olan veyâ çok borcu olan erkeklere (Kefen-i kifâye) olarak izâr ve lifâfe,
kadınlara kamîs, lifâfe ve bas örtüsü câiz olur ise de, dahâ azı mekrûhdur. Zarûret
hâlinde, erkege ve kadına yalnız lifâfe lâzımdır. Meyyitin malı yoksa, baskalarının,
Beyt-ül-mâlın [ya’nî devletin] vermesi farzdır. Avret yerini örtmesi kâfi degildir.
Bez küçük ise, açık kalan kısmlar, yaprakla, otla örtülür.
Tabutun içine, önce lifâfe serilir. Sonra üzerine izâr yayılır. Kamîs de, tabutun
içine konur. Kadınlarda, izârdan önce veyâ sonra gögüs bezi serilir. Sonra, tabutun
etrâfında üç veyâ bes kerre behûr dolasdırılır. Behûr, tütsüdür. [Meselâ, bir kürek
içindeki atese öd agacı, günnük, misk, sandal agacı, çendene [candana], zerîre,
aselbend gibi kokulu maddeler koyup dumanı çıkarılır.] Kefenleri tabuta koymadan,
herbirini ayrıca tütsülemek dahâ iyidir. Böyle tütsüleme, rûhu çıkarken ve
yıkamaga baslarken de yapılır. Cenâze tasırken ve kabre koyarken yapılmaz.
[(Fetâvâ-i fıkhiyye)de yazılı hadîs-i serîfde, (Âdem “aleyhisselâm” vefât edince,
melekler Cennetden hanût ve kefen getirdiler. Su ve sedr yapragı ile yıkadılar.
Üçüncüsünde kâfûr koydular. Üç kefen ile kefenlediler. Nemâzını kıldılar. Lahd
yapdılar. Defn etdiler. Sonra çocuklarına dönerek, ey Âdem ogulları! Ölülerinize
böyle yapınız dediler) buyuruldu].
Kefen yeni olursa da, önceden yıkanmıs olarak hâzır bulundurulmalıdır. Kefeni
önceden hâzırlamak lâzımdır. Kefenlerin her üçü üzerine de hanût serpilir.
Meyyit kurulandıkdan sonra, kamîs tabutdan alınarak, basından geçirilip, yarısı
önünden, yarısı arkasından, ayaklarına kadar uzatılır. Tabutun içine, izârın üstüne
Besmele ile yatırılır. Izârın önce sol tarafı, sonra sag tarafı, meyyit üzerine kapatılır.
Lifâfe de böyle kapatılır. Ya’nî sag kenârları sol kenârlarının üstüne kapatılır.
Nitekim diri iken de, ceket, gömlek ve sâire böyle kapatılır.
Kadınların kamîsi kapandıkdan sonra, saçları ikiye bölünüp, iki yandan gögsü
üzerine, kamîs üstüne konur. Saçları üstüne hımâr konup, üzerine izâr kapatılır.
Izârdan önce veyâ sonra gögüs bezi sarılır. Sonra lifâfe kapatılır. Lifâfenin bas ve
ayak uçları ve ortası [ya’nî mi’de hizâsından] bir bezle sararak baglanır. Büyük oglan,
adam gibi kefenlenir. Büyük kız, kadın gibi kefenlenir. Küçük oglan bir, küçük
kız, iki parça kefene sarılır. Ölü dogan çocuk, düsük ve insan uzvu [meselâ kolu]
kefenlenmez, bir beze sarılıp gömülür.
Mezârdan çıkarılmıs, çıplak görülen bir ölü, kokmamıs ise, sünnet üzere kefenlenip
gömülür. Kokmus ise, bir beze sarılıp gömülür.
Sünnet mikdârı kefen, meyyitin malından alınır. Borcundan, vasıyyetinden ve
mîrâsından önce, kefen parası ayrılır. Malı olmıyan meyyitin kefenini, nafakasını
vermek vâcib olan akrabâsı, mîrâs mikdârları hesâbı kadar ortaklasa alır. Nitekim,
diri iken nafakasını da mîrâs mikdârları nisbetinde verirler. Fekat, ogulları
ve kızları varsa, bunlar müsâvî mikdârda verir. Çünki, çocukların nafaka vermesi,
mîrâsa göre olmayıp, müsâvî mikdârdadır.
Babası ve oglu kalan kimsenin kefenini yalnız oglu verir. Kadının kefenini, kadın
zengin olsa bile, zevci verir. Nafakasını verecek kimsesi olmıyan meyyitin kefenini,
Beyt-ül-mâl verir. Beyt-ül-mâl müntezam islemiyorsa, haberi olan her
müslimânın vermesi, farz-ı kifâye olur. Haberi olanlar fakîr ise, baskalarından zarûret
kefeni, ya’nî bir kefenlik bez isterler. Istanbulda kefen için, erkeklere yedi
metre, kadınlara sekiz metre patiska almak âdetdir. Eni 130-140 santimetredir. Ta-
– 997 –
but kapatılıp, üzeri yeni bir yatak çarsafı ile sarılıp, çamasır ipi ile baglanır. Bu ip,
tabutu kabre indirirken de ise yarar. Üzerine yesil ve yazılı örtü konup bunun kenârları
ignelerle çarsafa rabt edilir. Kadınlarda, bu örtünün bas tarafına üç köse
yemeni de örtülür. Tabutun, çivisiz, tahtadan geçme olması lâzımdır. Kısa bir
düâ ve hak halâl edildikden sonra, musallâya götürülüp nemâzı kılınır.
Üç dürlü (Sehîd) vardır: 1- Cünüb, hâiz olmıyan, âkıl ve bâlig bir müslimân, zulm
ile, haksız olarak, vurucu veyâ kesici vâsıtalarla öldürülünce ve harbde din düsmanları
ile, Allah için cihâd ederken, düsman tarafından, sulhda âsîler, yol kesiciler,
sehr eskıyâları, gece hırsız tarafından, herhangi bir vâsıta ile öldürülünce, hemen
ölürlerse veyâ müslimânların ve ehl-i zimmetin cânlarını, mallarını korumak
için olan çarpısma yerinde bulunan ölü üzerinde yara, kan akması gibi öldürülme
alâmetleri görülürse veyâ sehrde öldürülmüs bulunup, kâtili bilinir ve kısâs yapılması
lâzım gelirse, bunlara (Dünyâ ve âhıret sehîdi) ve (Tâm sehîd) denir. Tâm sehîd
yıkanmaz. Kefene sarılmaz. Kefen mikdârından fazla olan elbisesi soyulup, çamasırı
ile defn olunur. Cenâze nemâzı, Hanefîde kılınır. Sâfi’î mezhebinde kılınmaz.
Âhıretde de sehîd sevâbına kavusurlar. 2- Allah rızâsı için cihâd yapmaga niyyet
etmeyip, dünyâ kazancı için harb eden, yalnız (Dünyâ sehîdi) olur. Bunlar, yıkanmaz
ve kefenlenmez. Fekat, âhıretde sehîd sevâbına nâil olmazlar. 3- Allah için
olan cihâdın hâzırlıgı ta’lîmlerinde ölürse, zulm ile öldürülünce veyâ cihâdda ve
eskıyâ, âsî, yol kesici, gece hırsız savasında yaralanınca, hemen ölmez, bir nemâz
vakti çıkıncaya kadar aklı basında kalır veyâ baska yere götürülüp orada ölürse veyâ
cünüb, hâiz iseler, yalnız (Âhıret sehîdi) olurlar. Bunlar yıkanır ve kefenlenirler.
Had, ta’zîr, kısâs cezâları ile öldürülenler [kursuna dizilenler, i’dâm edilenler]
ve hayvan tarafından öldürülenler de yıkanırlar.
Bogularak, yanarak, garîb, kimsesiz olarak, dıvâr ve enkâz altında kalarak
ölenler ve ishâlden, tâ’ûndan [sârî hastalıklardan], lohusalıkda, sar’a hastalıgında,
Cum’a gecesinde ve gününde, din bilgilerini ögrenmekde, ögretmekde ve yaymakda
iken ölenler ve âsık olup, askını, iffetini, nâmûsunu saklarken ölenler, zulm ile
habs olunup ölenler, Allah rızâsı için müezzinlik yaparken, islâmiyyete uygun ticâret
yaparken, çoluk çocuguna din bilgisi ögretirken ve ibâdet yapmaları için çalısırken
vefât edenler, hergün yirmibes kerre (Allahümme bârik lî filmevt ve fî-mâ
ba’d-el-mevt) okuyanlar, Duhâ ya’nî kusluk nemâzı kılanlar, her ay üç gün oruc
tutanlar, yolculukda da vitr nemâzını terk etmiyenler, ölüm hastalıgında, kırk
kerre (Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü min-ez-zâlimîn) okuyanlar, her gece
Yasîn okuyanlar, abdestli olarak yatanlar, devâmlı olarak mudârâ edenler
[ya’nî dîni korumak için dünyâlık verenler], gıdâ maddeleri getirip ucuza satanlar,
sogukda gusl abdesti alınca hastalanıp ölenler, her sabâh veyâ aksam devâmlı olarak
üç kerre (E’ûzü billâhissemî’il’alîmi mines-seytânirracîm) ile (Hasr) sûresinin
sonunu [Hüvallahüllezî..yi] okuyanlar (Âhıret sehîdi) olurlar. [Hiç harâm lokma
yimemis, (Takvâ ehli) çürümez. Baska sebeble çürümemenin, sehîdlik ile alâkası
yokdur.]
Mâlikî âlimlerinden Alî Echürî diyor ki, (Yol kesici haydûd, suda bogulursa ve
çaldıgı at üzerinde cihâd ederken öldürülen kimse ve bir odada günâh isliyenler üzerine
ev çökse, bunların hepsi sehîd olur. Çünki, günâh sebebi ile ölenler sehîd olmaz.
Günâh islerken, sehîdlige sebeb olan bir sebeble ölürse, Âhıret sehîdi olur ve
günâhının cezâsını da yüklenir. Bunun gibi, serâb içip çatlayan sehîd olmaz. Fekat
serâb içip, serhos hâlde iken, zulm ile öldürülen kimse sehîd olur. Çünki, serâbdan
ölmemis, baska sebeble ölmüsdür. Fekat, serâb günâhını da yüklenir.). Bunlar Ibni
Âbidînde yazılıdır. Ibni Nüceymin (Esbâh) kitâbının sârihlerinden Hayreddîn-
i Remlînin ve Müeyyed zâde Abdürrahmân efendinin “rahmetullahi teâlâ
aleyhim” Fetâvâlarında da diyor ki, (Serâb içen kimse, serhos iken öldürülse, sehîd
olur. Serâb içmek büyük günâhdır. Fekat sehîd olmaga mâni’ olmaz).
– 998 –
57 — CENÂZE NEMÂZI
Bir mü’minin vefât etdigini haber alan erkeklere, erkek yoksa, kadınlara cenâze
nemâzı kılmak, gasl, techiz ve defn farz-ı kifâyedir. Ehemmiyyet vermiyen, kâfir
olur. Cenâze nemâzını bir kadının yalnız kılması ve çok kadının cemâ’at ile kılmaları
mekrûh olmaz. Nemâzın kabûl olması için, altı sart lâzımdır:
1 — Meyyit müslimân olmalıdır.
2 — Yıkanmıs olmalıdır. Yıkanmadan gömülen, üzerine toprak atılmamıs
ise, çıkarılıp yıkanır, sonra nemâzı kılınır. Cenâzenin ve imâmın bulundugu yerin
temiz olması lâzımdır. Cemâ’atinki sart degildir. Çünki, yalnız imâmın kılması ile,
farz yapılmıs olur. Elbise, ayakkabı ve basılan yer necs ise nemâz sahîh olmaz. (Tahtâvî)
“rahmetullahi teâlâ aleyh” (Imdâd) hâsiyesinde diyor ki, (Meyyit temiz tabut
içinde ise ve üst yüzü temiz olan ayakkabı çıkarılıp, üzerine basılırsa, yerin necs
olması zarar vermez). Kadının, câriyenin imâm olması ile, farz yapılmıs olur.
Çünki, kadına uyan erkeklerin nemâzı kabûl olmaz ise de, kadının cenâze nemâzı
kabûl olur ve bir kisinin kılması ile farz yerine gelmis olur. Çocugun, cenâze yıkaması
câiz ise de, nemâzını kıldırması câiz degildir.
3 — Cenâzenin veyâ bedeninin yarısı ile basının veyâ bassız yarıdan fazla bedenin,
imâmın önünde bulunması lâzımdır.
4 — Cenâze, yerde veyâ yere yakın, ellerle tutulmus veyâ tasa konmus olmalıdır.
Baska bir yerde bulunan veyâ hayvân üstünde veyâ el ile yüksekde tutulan
cenâzenin nemâzı kabûl olmaz. Cenâzenin bası, imâmın sagına, ayagı soluna gelecekdir.
Tersine koymak günâhdır.
5 — Cenâze, imâmın önünde hâzır olmalıdır.
6 — Cenâzenin ve imâmın avreti örtülü olmalıdır.
Cenâze nemâzının farzı ikidir:
1 — Dört kerre tekbîr getirmekdir.
2 — Ayakda kılmakdır. Özrsüz, oturarak veyâ hayvân üstünde kılmak câiz degildir.
Yagmurdan, çamurdan dolayı hayvândan inemezse câiz olur.
Cenâze nemâzının sünneti üçdür:
1 — Sübhâneke okumak.
2 — Salevât okumakdır. Çünki, düâdan önce salevât okumak, düânın sünnetidir.
3 — Kendine ve meyyite ve bütün müslimânlara afv ve magfiret için bildirilmis
olan düâlardan bildigini okumak.
Dört müslimânın nemâzı kılınmaz:
1 — Bâgî, ya’nî âsîlerin, ya’nî haksız olarak halîfeye ısyân edenler, dögüsürken
öldürülünce, nemâzı kılınmaz. Bunları yıkamak da lâzım degildir.
2 — Müslimânların yolunu kesen hırsızlar, dögüsürken öldürülünce, yıkanmaz
ve nemâzları kılınmaz.
Bâgîler ve yol kesenler, kaçarak sonradan (Had) ve (Kısâs) cezâları ile ölürlerse,
yıkanır ve nemâzları kılınır.
3 — Zulm ile meshûr olan kabîleler, dögüsürken ölünce, nemâzı kılınmaz.
4 — Silâh ile ev basan kimse, o zemân öldürülürse, nemâzı kılınmaz.
Intihâr eden, ya’nî kendini öldüren kimse, hemen ölse bile, yıkanır ve nemâzı
kılınır. Intihâr etmenin, baskasını öldürmekden dahâ büyük günâh oldugu (Hindiyye)
de yazılıdır.
Anasını, babasını öldüren kimse, kısâs ile öldürülünce, nemâzı kılınmaz.
Cenâze nemâzının dört tekbîrinden herbiri, bir rek’at gibidir. Dört tekbîrin yal-
– 999 –
nız birincisinde eller kulaklara kaldırılır. Indirilince, göbek altına baglanır. Sonraki
üç tekbîrde eller kaldırılmaz. Iki el baglanınca (Sübhâneke) okunur ve okunurken
(Ve celle senâüke) de denir. Fâtiha okunmaz. Ikinci tekbîrden sonra, tesehhüdde
otururken okunan salevât okunur. Üçüncü tekbîrden sonra, cenâze
düâsı okunur. Dördüncü tekbîrden sonra, hemen saga ve sonra sola selâm verilir.
[Ellerin ne zemân indirilecegini, kitâblarda bulamadık. (Dürer) ve (Halebî-yi sagîr)
hâsiyelerinde, (Ayakda, okurken eller baglanır. Okumak yoksa, eller indirilir.
Evvelâ eller indirilir. Sonra iki tarafa selâm verilir) diyor. Büyüklerimizin, saga
selâm verirken, sag ellerini, sola selâm verirken, sol ellerini salıverdiklerini gördük.
Selâm vermeden evvel, iki elin birlikde indirilecegi de anlasılmakdadır.] Selâm
verirken, cenâzeye ve cemâ’ate niyyet edilir. Imâm yalnız dört tekbîri ve iki
omuza selâmı, yüksek sesle söyler, baskalarını içinden okur. [Cenâze düâsı yerine,
Rabbenâ âti-nâ..., veyâ yalnız Allahüm-magfir leh demek veyâhud düâ niyyeti
ile besmelesiz Fâtiha-i serîfe okumak da olur. Düâ okumak, meyyitin afvına sebeb
olur. Peygamberlerin ve çocukların derecelerinin yükselmesine sebeb olur. Kırk
yâhud yüz kisi üç saf olarak kılarsa, meyyitin afvına sebeb olur. Gömmeden önce
kılınır.] Son safda kılmak dahâ sevâbdır.
Imâm dördüncü tekbîrde selâm vermeyip besinci tekbîri söylerse, cemâ’at söylemez.
Sessizce bekleyip, imâmla birlikde selâm verirler.
Imâm, cenâzenin gögsü hizâsında durur. Nemâza geç yetisen hemen durmaz.
Bekleyip, imâm herhangi bir tekbîri getirirken, berâber tekbîr getirip nemâza baslar.
Bu tekbîre (Iftitâh tekbîri) olarak niyyet eder. Imâm selâm verdikden sonra,
kaçırdıgı tekbîrleri birbiri arkasından söyleyip, birsey okumadan selâm verir.
Dördüncü tekbîre yetisemiyen, nemâzı kaçırmıs olur.
Birkaç cenâze birlikde ise, herbirinin nemâzını ayrı kılmak efdaldir. Hepsi için
bir nemâz kılması da câizdir. Bunun için, birinin bası ötekinin ayagına gelmek üzere
sıralanır. Imâm, derecesi yüksek olanın önünde durarak kılar. Cenâzelerin bir
kısmı imâmın sagında, bir kısmı da imâmın solunda bulunur. Yâhud, hepsini imâmın
önünde olarak yan yana koyup, imâm hepsinin gögsü hizâsında durur. Önce
erkekler, sonra oglan, sonra kadın, en sonra kız cenâzesi konur. [Bunlar için niyyet
ederken, erkek veyâ kadın olduklarını söylemek sart degildir.]
Cenâze nemâzını, devlet reîsi kıldırır. O yoksa, hükûmet reîsi, o yoksa vâlî, sonra
hâkim, sonra kaymakam, sonra bunun vekîli, sonra hâkim vekîli, sonra mahalle
imâmı kıldırır. Meyyitin velîsi sâlih ise, imâm yerine, velî kıldırır. Velî, erkek olur.
Kadın olmaz. Çocuk da olamaz. Velî, kan ile olan yakınlarıdır. Zevc de velî olmaz.
Ancak baska velîsi hâzır bulunmaz ise, zevc de, imâm olabilir. Küçük çocugun nikâhını
kıydırmaga, evlendirmege hakkı olanlar, velîdir. Baba, oguldan önce velîdir,
ya’nî sâhibidir, koruyucusudur. Ogul, kardes, amca, dayı ve nihâyet zevci de
yoksa, komsuları imâm olur. Velîler, herhangi bir yabancıyı vekîl edebilir. Iznsiz
imâm olurlarsa, velî tekrâr kıldırabilir.
Nemâzı kılınmadan veyâ yıkanmamıs olarak nemâzı kılınan, gömülüp toprak
örtülmüs ise, kokdugu zan edilmedikce, kabri üstünde nemâzı kılınır. Kokmaga baslama
zemânı, topragın cinsine, mevsimine, sıcaklıga, sogukluga, za’îf, sisman olmasına
göre degisir. Üç gün ile bir ay arasında degisir.
[Kırkıncı gün burnu düsmesi, elliüçüncü gecesi çürümege baslaması ve bu gecelerde
mevlid okutmalı gibi sözler dogru degildir. Ahmed isminde bir türbedârın
rü’yâda gördüm diye söyledigi seylerdir. Meyyite yapılan her hizmet ibâdetdir.
Ibâdetler, yalnız âyet-i kerîme, hadîs-i serîfler ve müctehidlerin sözü ile belli
olur. Sunun, bunun emri ile, rü’yâ ile ibâdetler degisdirilemez. Ibâdetleri degisdirmek,
bozmak istiyenler kâfir olur. Ölülere Kur’ân-ı kerîm okumak, sadaka vermek,
düâ etmek gibi yardımları yapmak için, elliüçüncü gecesini beklememeli, birinci
günü yaparak, imdâdına bir ân önce yetismelidir. Bu yardımları, yedinci, kırkın-
– 1000 –
cı, elliüçüncü gecelere bırakmak, bogulmak üzere olan birine, biraz bekle yardıma
birkaç gün sonra gelecegim demege benzer. Muhammed Ma’sûm hazretleri
(Mektûbât)ının birinci cildi, onbirinci mektûbunda buyuruyor ki, (Âdet olarak, riyâ,
gösteris olarak degil de, Allah rızâsı için, fakîrlere yemek, sadaka verip, sevâblarını
meyyitin rûhuna göndermek, iyi olur ve büyük ibâdet olur. Fekat, bunun belli
gün veyâ gecede yapılması için güvenilir bir haber yokdur. Ya’nî aslı yokdur).
Istanbul gazetelerinde, hıristiyan ölülerine, kırkıncı günlerinde mezârlıklarında âyîn
yapılacagını, tanıdıklarını oraya çagırdıklarını çok okudum. Onlara sordum. Kırkıncı
gün ölüye yardım yapmak âdetimizdir dediler. Ölüler için sadaka, mevlid gibi
hayrâtın belli günlerde yapılmasının müslimânlara hıristiyanlardan sirâyet etmis
oldugu anlasılmakdadır.]
Meyyiti câmi’ içine koyup nemâzını kılmak Hanefî ve Mâlikî mezheblerinde harâmdır.
Cenâze dısarda, cemâ’atin bir kısmı câmi’de olursa, mekrûh olmaz diyenler
varsa da, böyle de kılmak harâm olur. Cemâ’at de dısarda kılmalıdır. Çünki, câmi’ler
bes vakt nemâz kılmak için ve buna baglı olan sünnet ve nâfile [ve kazâ] nemâzları
kılmak için ve okumak, va’z, ders için yapılmısdır. Yagmur, fırtına ve hastalık
gibi özrlerle, cenâze nemâzı câmi’de kılınabilir. Fekat, cenâze câmi’e sokulamaz.
Dogdukdan sonra hemen ölen çocuk yıkanır ve nemâzı kılınır ve vâris olur ve
mîrâsı kalır ve ismi konur. Cânsız dogan çocuk, dört aylık degil ise, yıkanmaz ve
nemâzı kılınmaz. Dört aylık olmus ise, yıkanıp bir kefene sarılıp gömülür, nemâzı
yine kılınmaz. Anası, babası ile birlikde esîr alınan çocuk ve esîr alınan büyük
deli de ölünce böyle yapılır. Bunlar Cehenneme girmez ise de, dünyâda kâfir
mu’âmelesi yapılır. Anasız ve babasız esîr alınan çocuk veyâ anası, babası ile alınıp
da ana, babasından biri islâma gelen veyâ akllı, ya’nî yedi yasında olarak
kendi îmâna gelen çocuk ölünce, nemâzı kılınır. Bir kâfirin îmâna gelmesi için, Kelime-
i sehâdeti temâm söylemesi ve îmânın altı sartını [ya’nî Âmentü...yü] isitince
inanması lâzımdır.
Câhillere, îmânın, islâmın sartını sormamalı, ona, bunları sayıp, söyleyip, bunlara
inandın mı? demelidir. Evet inandım deyince müslimân oldugu anlasılır. Câhile
îmân ve islâm soruldugu vakt, cevâb vermezse, zararı olmaz. Çünki, bunun cevâbını,
belli, müntezam kelimeleri söylemek sanarak, bilmiyorum derler. Ya’nî îmânı
bilmiyorum degil de, îmânın nasıl söylenecegini bilmiyorum derler. Müslimânın,
kâfiri yıkaması, kefenlemesi ve gömmesi vâcib degildir. Kâfirlere verilir. Kâfirler
yoksa, kirli çamasır yıkar gibi yıkayıp bir beze sararak kâfir mezârlıgına gömmek
câiz olur. Mürted ölüsü ise, yıkanmaz, kefenlenmez, hangi dîne geçdi ise, onlara
da verilmeyip, köpek ölüsü gibi, bir çukura bırakılır. Kâfirlerin ve müslimânın,
hiç kimsenin ölüsü yakılmaz. Külü saklanmaz. Kâfir ölüsünün bile kemigini
kırmak, kesmek câiz degildir.
Müslimânın, kâfir olan akrabâsı tarafından yıkanması câiz degildir.
Birinci kısm altmısıncı maddede, üç vaktde nemâz kılmak câiz olmadıgı bildirilmisdi.
Bu vaktlerden önce hâzırlanmıs olan cenâzenin nemâzını, bu vaktlere gecikdirmek
câiz degildir. (Merâkıl-felâh)da diyor ki, (Bu vaktlerde cenâze defn etmek
mekrûh degildir, câizdir). Günün her vaktinde cenâze nemâzı kılmak câizdir.
Bes vakt nemâzdan sonraya bırakmak sart degildir.
Cenâze nemâzı bir kerre kılınır. Bir kadın kıldıkdan sonra bile, tekrâr kılınırsa,
nâfile olur. Cenâze nemâzını nâfile olarak kılmak mekrûhdur.
Cenâze nemâzı ve gasli ve techîzi, tekfîni, defni, farz-ı kifâye, bayram nemâzı
ise vâcib ise de, cemâ’ate geç gelenlerin bunu bayram nemâzı sanarak sasırmamaları
için önce bayram nemâzı kılınır. Hâzır olan cenâzenin nemâzı, bayramın hutbesinden
ve aksamın, Cum’anın, yatsının ve öglenin son sünnetlerinden önce kılınacagı,
Bayram nemâzları anlatılırken bildirilmekdedir. Fekat (Hilye) ve (Bahr)
– 1001 –
kitâblarının sâhibleri “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” da, önce son sünnetlerin farz
ile birlikde kılınmaları lâzımdır diyor. Techîz, tekfîn ve nemâzı çabuk yapmak mendûbdur.
[Görülüyor ki, cenâze nemâzı, sünnetlerden önce veyâ sonra kılınır denilmisdir.
Fekat, cenâze nemâzı için sünnetin terk edilecegini hiçbir âlim bildirmemisdir.
Bunun için, cenâze nemâzı kılınacagı zemân, câmi’lerde tesbîhleri terk etmemelidir.
Cenâze nemâzını acele kılmak vâcib oldugu için tesbîhleri terk ediyoruz
diyenler yanılıyorlar. Cenâze nemâzını acele kılmak vâcib degildir, müstehabdır.
Cenâze nemâzını, cemâ’at çok olsun diyerek bekletmek mekrûh oldugu hâlde, cemâ’at
çok olmak için, cenâzeyi sâatlerce bekletip, sonra acele etmek vâcib diyerek,
Âyet-el-kürsîyi ve nemâz tesbîhlerini terk etmek pek yanlısdır. Bu yanlıs âdeti
ortadan kaldırarak, cenâze olunca da Âyet-el-kürsîyi ve tesbîhleri okuyan müezzin
efendilere müjdeler olsun. Birinci kısm, 64. cü madde sonundaki düâ bahsine
bakınız!].
Cenâze nemâzı kılındıkdan sonra tabutun yanında düâ etmek câiz degildir.
(Zübdet-ül-makâmât)da diyor ki, (Imâm-ı Rabbânî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”
hazretlerinin cenâze nemâzı kılındıkdan sonra, durup düâ yapılmadı. Hemen
mezârlıga götürüldü. Cenâze nemâzından sonra, ayakda düâ etmenin mekrûh
oldugu, fıkh kitâblarında yazılıdır. Ba’zı imâmlar yapıyorlar ise de, sünnete uygun
degildir.) [Câiz olmadıgı (Bezzâziyye) fetvâsında da yazılıdır.]
Gözlerimi kapayıp, derin düsünüyorum,
hayâlimde, rûhumda, bir delîl görüyorum.
Kalbleri temizliyen, bakıslar önündeyim,
fekat bu, rü’yâ degil, bilmiyorum nerdeyim.
Bir teveccühle, gaflet perdelerini gideren,
bir tebessümle, sonsuz se’âdetleri veren.
Ilm, irfân, kerâmet, hârikalar menba’ı,
bu dünyâ nazarında, sanki örümcek agı.
Âsıkları ma’sûka, bu delîl kavusdurmus,
onun ardından giden, ebedî sultân olmus.
Her sözünde rûhlara, âb-ı hayât damlıyor,
her kelâmı, kalblerden, pasları kaldırıyor.
Yalnız bir arzûsu var, bir mahbûb pesindedir,
tecellî ile yanan, dagın atesindedir.
Sohbeti, ehl-i soffa, huzûru andırıyor,
derdlere devâ olan, tiryâki dagıtıyor.
(Insanların üstünü, dogru yolun rehberi,
hayât sırrını çözen, âriflerin serveri.
Güzellerin güzeli, rûhların tek matlûbu,
degil mahlûkun yalnız, Hâlıkın da mahbûbu).
Ya’nî, Resûlullahı, gösteren aynadır bu!
hadîsde bildirilen, (Sıla) sâhibidir bu!
Ikibin müceddidi, o vâris-i enbiyâ,
hurmeti için yâ Rab, bizi ondan ayırma.
– 1002 –

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...