03 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN...22 — UKÛBÂT (Cezâlar)

22 — UKÛBÂT (Cezâlar)
Fıkh ilmi dört büyük kısma ayrılır: (Ibâdât), (Münâkehât), (Mu’âmelât), (Ukûbât).
Kitâbımızda ilk üçünü, lüzûmu kadar yazdık. Asagıda, ukûbâtı da kısaca bildirecegim.
(Dürr-ül-muhtâr) üçüncü cüz’de buyuruyor ki:
Dögerek, kolu keserek, recm ederek, ya’nî öldürünceye kadar tas atarak veyâ
öldürerek yapılan cezâlara (Ukûbât) denir. Ukûbât, arkadan gelenler demekdir.
Günâh isledikden sonra yapıldıkları için, bu ism verilmisdir. Ukûbât, (Had) ve
(Ta’zîr) ve (Kısâs) olarak üçe ayrılır: (Had) mikdârı, islâmiyyetde kesin olarak bildirilmis
olan cezâdır. (Ta’zîr) cezâsı çesidli olup, hâkimin diledigi kadar verilir. Had,
sübhe ile afv olur. Ta’zîr ise, sübhe ile lâzım olur. Çocuga had cezâsı verilmez. Ta’zîr
cezâsı verilir. Had cezâsını yalnız hâkim verir. Ta’zîr cezâsını zevc ve günâh isleyeni
gören her müslimân yapabilir. Had için kadın sâhid dinlenilmez. Had zanlısı
habs olunur. Ta’zîr zanlısı habs olunmaz. Had cezâsı mahkemeye düsdükden sonra
sefâ’at ve afv olunamaz. Ta’zîr cezâsı tevbe ile sâkıt olur. Hâkimin duymadıgı
günâhın had cezâsı da tevbe ile sâkıt olur.
Bes günâh için had cezâsı vardır: Zinâ, serâb içmek ve alkollü içki ile serhos olmak,
kazf, sirkat, yol kesicilik. Had cezâları, suç isleyince degil, hâkim karâr verince
vâcib olur. Had, günâhın temizlenmesine sebeb olmaz. Günâhdan kurtulmak
için tevbe etmesi de lâzımdır. Had, lügatde men’ demekdir. Kapıcıya haddâd denir.
Çünki, herkesin içeri girmesine mâni’ olur.
1 — ZINÂ YAPARKEN YAKALANANIN HADDI: Mükellef olan ve konusabilen
müslim veyâ gayr-ı müslim kimse, Dâr-ül-islâmda, tehdîd edilmeden arzûsu
ile, serhos iken veyâ ayık iken, zinâ yapar, yakalanırsa, kadın ve erkege had
cezâsı lâzım olur. Dört erkek sâhidin birlikde ve hâkim huzûrunda zinâ hâlinde gördük
demeleri ile veyâ kadın ve erkegin, dört kerre i’tirâf etmeleri ile anlasılır. Ikisinden
biri inkâr ederse, had lâzım olmaz. Ikrârdan sonra vazgeçerlerse, sâkıt olur.
[Ölüm cezâları, habs ve dayak cezâları, mahkeme tarafından emr edilir ve yalnız
devletin bu is için ta’yîn etdigi me’mûrlar tarafından yapılır. Hâkim karârı olmadan,
kimse kimseyi öldüremez, dögemez. Malına, canına, ırzına, nâmûsuna, serefine
dokunamaz. Kâfirlere dahî dokunamaz. Harbi, cihâdı devlet yapar. Devletin,
kumandanın emri olmadan, kimse harb yapamaz. Kâfire bile saldıramaz. Bunların
hepsi büyük günâhdır. Hattâ, mü’minin kalbini incitmek, Kâ’beyi birkaç kerre
yıkmakdan dahâ büyük günâhdır. Zinâ yapanları, o esnâda dört sâhidin birlikde
görmeleri, olacak sey degildir. Ancak, umûmî yerlerde, açıkca yapılınca görebilirler.
Bunun içindir ki, Osmânlılarda, altıyüz sene içinde, bir kerre zinâ sâhidligi
yapılmamıs, bu sebeb ile hiç kimse taslanarak öldürülmemisdir. Buradan anlasılıyor
ki, gizli yapılan günâhı, baskalarına söylemek de, ayrı bir günâh olur. Bu
cezâ, zinâ yapıldıgı için degil, bu çirkin isin yayıldıgı içindir. Fuhsa mâni’ olmak içindir.]
Muhsan olan, ya’nî evli olan müslimân erkek ve kadının, bosanmıs, dul olsalar
bile, had cezâları, bir meydânda ölünciye kadar taslamakdır. Önce sâhidlerin
hepsinin tas atmaları sartdır. Sâhidlerden birisi ölerek, gâib olarak veyâ hâzır olup
da, herhangi bir sebeble tas atmazsa, had sâkıt olur. Kendi ikrârları ile ise, önce
hâkimin tas atması lâzımdır. Sonra ehâlî, herkes atar. Ölünce, yıkanır, kefenlenir,
nemâzı kılınır.
Muhsan olmıyan kimsenin had cezâsı, yüz sopa vurmakdır. Sopa, budaksız olmalıdır.
Yaralıyacak kadar kuvvetli vurulmaz. Erkek, önce soyulur. Bir pestemâl
ile bırakılır. Ayakda iken basından, yüzünden ve kasıklarından baska, her yerine
vurulur. Kadının çamasırları soyulmaz. Palto, manto gibi kalın elbisesi çıkarılır ve
oturtularak dögülür. Dayakdan sonra, hâkim dilerse, bir sene sehrden çıkarır. Taslama
ve dögme birlikde yapılmaz.
– 879 –
Zimmîye ukûbât cezâlarının üçü de yapılır. Yalnız içki haddi yapılmaz. Dâr-ülislâmdaki
harbîye ise, yalnız kul hakkı bulunan kazf haddi ve kısâs yapılır.
Zimmî, müslimân kadın ile zinâ etse, recm olunmaz, dögülür. Yatagında buldugu
kadını, zevcesi sanarak zinâ yapana ve harbî ile zinâ eden zimmî kadına ve harbî
kadınla zinâ eden zimmî adama had lâzım olur. Bu ikisinde harbîlere lâzım olmaz.
(Fetâvâ-yi Hindiyye)de diyor ki, (Ücret karsılıgı zinâ yapana [meselâ genel
evdeki fâhise ile zinâ yapana], Imâm-ı a’zama göre had vurulmaz. Mehr-i misl vermesi
lâzım olur. Ikisi de siddetli ta’zîr olunur ve tevbe edinceye kadar habs olunurlar.
Imâmeyne göre, ikisine de had cezâsı yapılır. Sartsız olarak mal vererek zinâ
yapana da had yapılır. Su parayı al! Bunun karsılıgı senden fâideleneyim derse,
had yapılmaz. Çünki, mut’a nikâhı olur. Bu nikâh sübheli oldugu için had lâzım
olmaz. Senin mehrin budur deyip para verirse, had îcâb etmez). Fekat hepsi
harâmdır. Büyük günâhdır. Zinânın had cezâsı yapılmıyan kısmlarının da harâm
oldugu (Berîka)da yazılıdır. Kadının aldıgı ücret harâmdır [Sir’a]. (Pédèraste) olana,
ya’nî livâta yapana had lâzım olmaz, habs ve darb ile ta’zîr olunur. Âdet eden
öldürülür. Livâta yapılmak için tehdîd olunan, öldürmekden baska yol ile kurtulamayınca,
öldürmesi câiz olacagı (Fetâvâ-i Hayriyye)de yazılıdır. Dâr-ül-harbde
zinâ haddi yapılmaz.
El ile istimnâ [Masturbation], zevk için olursa harâmdır. Ta’zîr olunur. Sükûnet
bulmak için câiz, zinâ tehlükesi olursa, vâcib olur [Ibni Âbidîn, orucu bozan
seyler]. Cennetde livâta yokdur. Cennetde habîs is yokdur.
[Hıristiyan memleketlerinde, kadınlar, kızlar, basları, kolları, bacakları açık geziyorlar.
Erkekleri fuhsa, zinâya sürüklüyorlar. Evde, zevcesi yemek pisirirken, çamasır
yıkarken ve evi temizlerken, erkegi sokakda veyâ is yerinde hosuna giden
çıplak bir kadınla zevk, safâ, hattâ zinâ yapıyor. Aksam evine düsünceli ve yıpranmıs
olarak geliyor. Kötü hayâllere dalarak, vaktîle begenmis, sevmis, seçerek almıs
oldugu zevcesinin yüzüne bile bakmaz oluyor. Evdeki yorgunlugunu gidermek
için, alâka ve nes’e bekliyen zevcesi, haklarına kavusamayınca, asabî buhrânlar geçiriyor.
Âile yuvası bozuluyor. Sokakdaki kadına bakan erkek, onu kirli çamasır
gibi bırakıyor. Bir baskası ile anlasıyor. Böylece, her sene, binlerce kadın ve erkek
ve çocukları perisân oluyor. Ahlâksız ve anarsist oluyorlar. Cem’iyyet, millet
çürümege, çökmege sürükleniyor. Açık, kokulu, süslü dolasan kadınların, gençlere,
millete ve devlete zararları, alkollü içkilerden ve uyusdurucu zehrlerden
dahâ çok ve dahâ korkunç oluyor. Allahü teâlâ, kullarının dünyâda felâkete, âhıretde
de siddetli azâblara yakalanmamaları için, kadınların, kızların örtünmelerini
emr etdi. Ne yazık ki, nefslerinin, sehvetlerinin esîri olan ba’zı kimseler, Allahü
teâlânın emrlerine gericilik, kâfirlerin saskın, çılgın islerine ilericilik diyor.
Bu ilericilerden ba’zısı, meslekdasları vâsıtası ile, bir diploma ele geçirmis. Köse
baslarını paylasmıslar. Baykus gibi ötüyorlar. Her fırsatda islâmiyyete saldırıyorlar.
Bu kahramanlıkları(!) ile târîhî düsmanımız olan hıristiyanlardan, yehûdîlerden
ve komünistlerden alkıs ve maddî yardımlar toplayarak güçleniyor, binbir
hiyle ile, gençleri aldatıyorlar. Allahü teâlâ, kendilerine akl versin! Hakkı bâtıldan
ayırmalarını nasîb eylesin!]
2 — IÇKIYE HAD CEZÂSI: Bir damla serâb içen müslimâna had cezâsı yapılması
lâzım olur. Yarıdan fazla su katılmıs olanı içen ve baska içkileri içen, serhos
olursa had lâzım olur. Ispirtonun, serâb gibi kaba necâset oldugu sözbirligi ile
bildirildi. Fekat, buna serâbın veyâ baska içkilerin haddinin yapılmasında ihtilâf
olundu. (Müslim)deki hadîs-i serîfde, (Serhos eden her içki serâb gibi harâmdır)
buyuruldu. Her içkinin damlasını içmek harâmdır. Serhos olarak görülen veyâ agzı
serâb kokan bir kimsenin içki içdigi iki sâhidin haber vermesi ile veyâ kendinin
ayık iken bir kerre söylemesi ile anlasılırsa, buna, ayıldıkdan sonra had vurulur.
Içki haddi, seksen sopa vurmakdır.
– 880 –
Benc, ya’nî ban otu [jüskiyam] mubâhdır. Çünki otdur. Fekat bununla serhos
olmak harâmdır. Çogu serhos edenin, azı harâm olması, mâyı’ ya’nî akıcı, sıvı cismler
içindir. Fazlası serhos eden safran, anber gibi katı cismlerin az mikdârına harâm
diyen bir âlim yokdur. Bunlara ve benc otuna necs, habîs diyen de olmamısdır.
Fazlası zehrli otların azını kullanmak câiz, çok mikdârını kullanmak harâmdır.
Içki ve zinâ hadleri yapıldıkdan sonra, suçun tekerrürü ile tekrâr yapılır. Vaktinde
haber vermesi mümkin olan, bir aydan fazla eski bir suçun ihbârı, yalnız kazf
haddi için ise, kabûl edilir. Suçlunun ikrârı her zemân kabûl edilir.
3 — KAZF HADDI: Kazf, fırlatmak, atmak demekdir. Islâmiyyetde muhsan
olan erkek veyâ kadına zinâ lâfı atmak olup, büyük günâhdır. Kazf edilen kimsenin
istemesi ile, kazf edene had vurulur. Ölüye kazf edene, babasının veyâ çocugunun
istemesi ile had vurulur. Isbâtı ve mikdârı, içki haddi gibidir. Müslimânı kazf
eden harbî de had olunur. Birisi birisine yâ zânî dese, [veyâ türkcesini söylese] o
da, sensin dese, ikisine de had vurulur.
4 — SIRKAT HADDI: Sirkat, baskasının birseyini gizlice almak demekdir. Baskasının
az veyâ çok malını, haksız olarak ve rızâsı olmıyarak almak, ya’nî çalmak
veyâ gasb etmek harâmdır. Mükellef olan, ya’nî akllı ve bâlig olan erkek, kadın,
köle, efendi, müslimân veyâ zimmî, gören ve konusabilen bir kimse, on dirhem hâlis
gümüs parayı veyâ degerinde olan ve her dinde mütekavvim olan ve durmakla
bozulmıyan bir malı, müslimân veyâ zimmî olan sâhibinin mülkünden, ya’nî baskalarının
iznsiz olarak açmaları veyâ girmeleri câiz olmadıgı yerden, Dâr-ül-islâmda,
hepsini bir def’ada gizlice alırsa ve mal sâhibi de da’vâ ederse, sag eli bilek mafsalından
kesilir ve kan akmaması için hemen kaynar yag içine sokulur. Çok sıcak
ve çok soguk havalarda ve agır hasta olunca kesilmez, habs olunur. Hava veyâ hasta
iyi olunca kesilir. Ikinci def’a çalanın sol ayagı da oynak yerinden kesilir. Üçüncüsünde
bir yeri dahâ kesilmeyip, tevbe edinciye kadar habs olunur. Buradaki dirhem,
ondört kırat veyâ 3,36 gramdır ki, on adedinin agırlıgı, yedi miskâl agırlıgındadır.
Buna göre, sirkat nisâbı, otuzüç gram ve altmıs santigram gümüs paradır.
[Gümüs kullanılmayıp baska cins para kullanılan yerlerde yedi gram gümüsün
kıymeti, bir gram altın degeri kadardır. Ya’nî altın, aynı agırlıkdaki gümüsden, her
zemân, yedi def’a dahâ kıymetlidir. 33,6 gram gümüsün kıymeti, 4,8 gram, ya’nî bir
miskal altın olup, bir altın liranın üçde ikisi kıymetindedir. Imâm-ı Mâlike ve
Ahmed bin Hanbel ve Sâfi’îye göre “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sirkat
nisâbı üç dirhem, ya’nî yedi gram ve yirmialtı santigram gümüs veyâ rubu’ dînâr,
ya’nî [0,87] gram altındır. Görülüyor ki, [0,87] gram altından asagı degerdeki malı
çalanın kolu hiçbir mezhebde kesilmez. Kesilirse, zulm yapılmıs olur].
Et, sebze, meyve, süt, çalınca el kesilmez. Çünki, bunlar, zemânla bozulur.
Müslimân veyâ zimmî, müslimânın serâbını, içkisini çalarsa kesilmez. Zimmî zimmînin
içkisini, hınzırını, lesini çalarsa kesilmez.
Bir kisi, birkaç kimseden, bir def’ada nisâb mikdârı çalarsa kesilir. Iki kisi, bir
kimseden nisâb mikdârı çalarlarsa kesilmez. Çünki, bir hırsızın hissesine nisâbdan
az düsmekdedir. Her birine nisâb mikdârı düserse, elleri kesilir. Babasının veyâ
kendisine bakması lâzım olanın evinden çalarsa kesilmez.
Hırsızlık, çalanın bir kerre söylemesi veyâ iki âdil erkek sâhidin haber vermesi
ile belli olur. Sorusdurma yapıncıya kadar, sanık habs olunur. Çünki, had sanıkları
kefîl ile bırakılmaz. Sübheli, sâbıkalı olanı, söyletmek için dögmek câizdir.
Ikrâr etmesi veyâ sâhid ile hırsızlık anlasıldıkdan sonra, mal sâhibi, bu kimse benim
malımı çalmadı veyâ ona hediyye, emânet etmisdim veyâ sâhidler yalan söylüyor
dese kesilmez. Hâkimin, böyle söylemesini teklîf etmesi sünnetdir. Mal sâhibi
afv etdim derse, kesilir. Çünki, had, Allahü teâlânın hakkıdır. Kul, bunu afv
– 881 – Se’âdet-i Ebediyye 3-F:56
edemez. Müslimânın çaldıgına iki kâfir sâhid olursa kesilmez. El kesilirken iki sâhidin
de hâzır bulunması sartdır.
Kıymetli taslar çalınca kesilir. Kıymetsiz olan, parasız ele geçebilen, odun, ot,
balık, kus, hattâ tavuk, av hayvânı, kireç, kömür, tuz, saksı, cam [çünki ikisi çabuk
kırılır], ekmek, süt, her ta’âm, içkiler, çalgılar, salîb, oyun âletleri, kapı, câmi’den
ayakkabı, Kur’ân-ı kerîm, çocuk, her çesid kitâb ve köpek çalmakla, mezâr soymakla,
sahrâda saklı malı çıkarmakla, türbeyi, umûmî yerleri, vakf ve Beyt-ül-mâlı
soymakla, alacaklısından alacagını veyâ benzerini çalmakla had lâzım gelmez.
Meselâ, alacagı altın yerine, gümüs çalması câiz olur. Imâm-ı Sâfi’îye göre “rahmetullahi
teâlâ aleyh” parası yerine, borclusunun eline geçirecegi, aynı kıymetdeki
malını alabilir. Zarûret hâlinde Sâfi’î mezhebini taklîd etmek câiz olur.
Zî-rahm-i mahrem olandan, baskasının malını dahî çalarsa kesilmez. Süt ile mahrem
olandan çalarsa kesilir. Zî-rahm-i mahreminin malını, baskasının evinden çalarsa
kesilir.
Zevcesinden, zevcinden, zî-rahm-i mahrem kadın akrabâsının kocalarından
ve zevcesinin zî-rahm-i mahrem erkek akrabâsından çalarsa kesilmez. Bu sonunculara
(Ashâr) denir. Ganîmet malından, müsterîye açık olan hamamlardan ve dükkânlardan
çalarsa, müsâfir ev sâhibinden çalarsa, bir hırsız çaldıgı seyi evden çıkarmadan
yakalanırsa kesilmez.
Umûmî yerlerde, meselâ mescidde, trende, vapurda, otobüsde sâhibinin yanında
olan seyi çalana, sâhibi uykuda iken bile olsa, had yapılır.
Elini sandıga, birisinin yakasına, cebine, koluna sokarak çalanın kesilir. Hırsız
eve girip esyâyı toplasa, baskası da girip, hırsızı elinde olanlar ile birlikde yüklenip
dısarı çıkarsa, yalnız hırsızın eli kesilir. Bunun gibi, nemâz kılan birinin üstüne,
necâset bulasık hayvân konsa, nemâzı bozulmaz. Çünki, necâset, nemâz kılanın
üzerinde degil, hayvânın üzerindedir.
Sag eli kesildikden sonra, çaldıgı bu malın bedelini ödemez. Mal mevcûd ise, sâhibine
verilir. Satmıs ise, yine sâhibine geri verilir. Sâhibi parasını müsterîye
öder. Hırsızın, malı kullanması harâmdır. Müsterî kullanmıs ise sâhibi müsterîden
kıymetini ister. Müsterî de, hırsızdan fiyâtını geri ister.
Eve hırsız gelip malı götürse, mal nisâb mikdârından az ise de, hırsızla dögüsmek
câizdir. Malı bırakırsa dögüsülmez. Hırsızı öldürürse, yalnız diyet verir.
5 — YOL KESMEK: Kadın, erkek, müslimân veyâ zimmî, bir veyâ çok kimse,
gece veyâ gündüz, Dâr-ül-islâmda silâh kuvveti ile sehrler arası yollarda müslimân
veyâ zimmîlere saldırırsa, bunlara kâtı’ı tarîk veyâ yol kesici veyâ eskıyâ denir.
Mal soymadan ve cân gaybı yapmadan ele geçerlerse, dövülür ve tevbe hâli görülünceye
veyâ ölünceye kadar habs olunurlar.
Eger mal soymus ve herbirine, sirkat nisâbı kadar düsmüs ise, had cezâsı olarak
sag eli ile sol ayagı veyâ tersleri kesilir.
Eger mal almayıp, insan öldürdüler ise, had cezâsı olarak öldürülürler. Meyyitin
velîsi afv edemez. Çünki, had cezâsını kimse afv edemez. Afv etmek, Allahü
teâlâya ısyân etmek olur.
Hem nisâb mikdârı mal almıs, hem de adam öldürmüs iseler, devlet reîsi, altı cezâdan
diledigini verebilir:
1 — Bir eli ile bir ayagını keser, sonra öldürür.
2 — Elini ayagını keser, sonra asar.
3 — Elini ayagını kesmeden öldürür.
4 — Öldürür, sonra asar.
5 — Eli, ayagı kesilmeden asılır.
6 — Yere bir direk diker. Buna, birbirlerine paralel, yatay iki direk takar. Iki
– 882 –
elini yukarıdaki, iki ayagını asagıdaki yatay direge baglar. Karnına süngü sokup
öldürülür. Öldükden üç gün sonra çıkarılıp, akrabâsına teslîm edilir. Kadın asılmaz.
Mallar ele geçerse sâhiblerine geri verilir. Helâk olanları tazmîn etmezler.
Eger nisâb mikdârı mal almıs ve yaralamıs iseler, el ve ayak kesilir. Yaralama
cezâsız kalır. Zîrâ kesmek ile tazmîn birlikde olmaz.
Eger nisâb mikdârı mal almamıs ve öldürmemisler, yalnız yaralamıslar ise, hiç
had yapılmaz. Nisâbdan az mal aldıkları zemân öldürseler bile, yine hiç had yapılmıyacagını
imâm-ı Zeyla’î “rahmetullahi teâlâ aleyh” bildirmekdedir. Çünki, yol
kesicilerin maksadı korkutarak mal almakdır. Mal almakla berâber öldürmek de
olursa, mal almak için öldürmek zorunda kaldıkları anlasılır. Hiç mal almadan öldürürlerse,
maksadlarının, mal almayıp öldürmek oldugu anlasılır ve ölüm haddi
yapılır. Aldıkları mal nisâbdan az olup, öldürmek de bulundugu zemân, maksadlarının
öldürmek olmadıgı anlasılarak, hiç had yapılmaz ise de, öldürdükleri için
kısâs veyâ diyet cezâsı verilmesi ve aldıkları malları tazmîn etmeleri lâzım gelir.
Yol kesenler, dögüsürken öldürülürse, yıkanmaz ve nemâzları kılınmaz. Sonradan
had ve kısâs cezâları ile öldürülünce, yıkanır ve nemâzları kılınır.
Eger mal almıs ve öldürmüsler, fekat yakalanmadan önce tevbe etmisler ise, veyâ
âkıl bâlig degilse veyâ yolculardan birinin zî-rahm-i mahremi ise veyâ yolculardan
birkaçı, ötekileri soyarsa veyâ sehrde yol keserse had yapılmaz. Yapdıkları zararı
tazmîn ederler, öderler. Ya’nî, katl ve yaralama varsa, velî kısâs isteyebilir. Mal
zâyı’ olmamıs ise geri verir, helâk olmus ise, kıymetini öder.
[(Mecelle)nin yetmisaltıncı maddesinde, (Mahkemede da’vâ açandan sâhid istenir.
Da’vâlı inkâr ederse, yemîn etdirilir) diyor. Önce, da’vâcıya sikâyeti sorulur.
Sonra, da’vâlının verecegi cevâb sorulur. Da’vâ olunan, suçunu ikrâr ederse,
hâkim da’vâcıya hak verir. Da’vâ olunan, suçu inkâr ederse, hâkim da’vâcıdan iki
sâhid ister. Sâhidlerle isbât ederse, hâkim da’vâ olunana, sâhidler için ne dersin,
der. Kabûl ederse, da’vâcının haklı olduguna karâr verilir. Sâhidler yalan söyliyor
derse, hâkim, sâhidleri, güvendigi iki kisiden, önce mektûbla, sonra mahkemede
sözlü olarak sorar. Sâhidlerin âdil oldukları anlasılırsa, da’vâcı mahkemeyi kazanır.
Âdil oldukları anlasılmazsa, da’vâcıdan yeniden sâhid istenir. Da’vâcı sâhid bulamazsa,
kendisine da’vâ olunandan yemîn ister misin denir. Isterse, hâkim da’vâ
olunana yemîn etdirir. Yemîn istemezse veyâ da’vâcı yemîn ederse, hâkim da’vâyı
red eder. Yemîn etmezse, da’vâcı mahkemeyi kazanır. Kâfir ve mürted ve münâfık,
müslimâna karsı sâhid ve hâkim olamaz. Böyle hâkimin hükmü sahîh olmaz.
Yetmisyedinci maddesinde, (Birseyin degisdigini söyliyenden sâhid istenir.
Degismedi diyene yemîn etdirilir) diyor. Mal gasb eden, malın telef oldugunu söyleyip,
degerini vermek isteyince, mal sâhibi, telef olmadı, malımı isterim dese, gasb
eden kimse, iki sâhid getirirse mahkemeyi kazanır.
Yetmisdokuzuncu maddede, (Suçunu ikrâr eden, söyliyen kimse, cezâsını çeker.
Sözümden vazgeçdim demesi dinlenmez) diyor. Binaltıyüzyetmisaltı [1676]. cı
ve sonraki maddelerde diyor ki, (Beyyine, kuvvetli delîl, huccet demekdir. Tevâtür,
yalan üzerinde birlesmeleri akla uymıyan cemâ’atin verdikleri haberdir. Tevâtürde
adâlet aranmaz. Tevâtür ilm-i yakîn ifâde eder. Tahlîf, iki hasmdan birine
yemîn etdirmekdir.
Sehâdet, birinin baskasında hakkı bulundugunu bildirmek için, hâkim karsısında
ve iki hasmın yanında, sehâdet ederim diyerek haber vermekdir. Kul hakları için
iki erkek veyâ bir erkekle iki kadın sehâdet eder. Sâhidlerin çok olmasının kıymeti
yokdur. Muhâkeme dısında yapılan sehâdet mu’teber degildir. Sâhidlerin gördüklerini
haber vermeleri lâzımdır. Isitdim diyerek, sâhid olmak câiz degildir.
Kul haklarında sâhidlik yapabilmek için önce da’vâ açılmıs olması sartdır. Tevâtür
ile bilinene uymıyan beyyine kabûl olunmaz. Beyyine sâhid mevcûd olma-
– 883 –
sı demekdir. Beyyine, bir hakkı bildirmek içindir. Inkâr olunan sey için sâhidlik
yapılmaz. Sâhid ile da’vâlı arasında düsmanlık bulunmamak lâzımdır. Sâhidin
âdil olması sartdır. Âdil, hasenâtı, seyyiâtına gâlib olan kimsedir. Sâhidlerin sözleri
birbirine uymazsa, sehâdetleri makbûl olmaz. Sehâdet etdikden sonra vaz geçen
sâhid ta’zîr olunur ve hükm olunan malı tazmîn eder.)]
SÂHIDLIK: (Tercemet-ül-muhtasar) adındaki (Nikâye)nin fârisî serhınde diyor
ki: Birinin baskasında bulunan hakkını haber verene (Sâhid) denir. Sâhid, üzerinde
hak bulunandan ögrendigi veyâ baskasından isitdigi hakkı, mahkemede sehâdet
eder. Ihbar üç dürlü olur: a) Yukarıda bildirdigimiz sâhidlikdir. b) Kendinin
baskasında bulunan hakkını haber vermekdir. Buna (Da’vâ açmak) denir. c)
Baskasının kendinde olan hakkını, ihbâr etmekdir. Buna (Ikrâr) etmek denir. Sâhidlik
söz ile olur, yazı ile olmaz. [Vakf sonu.]
Da’vâcının istedigi zemân sâhid olmak vâcibdir. Bildigini kâdîdan [ya’nî hâkimden]
gizlemek câiz degildir. Had cezâlarında ise, bildigini gizlemek efdaldir. Zinâ
için dört erkek sâhid, kısâs için ve diger had cezâları için iki erkek sâhid lâzımdır.
Had ve kısâsda kadınların sâhidligi kabûl edilmez. Bekâret ve velâdet ve kadın aybları
için bir kadın, baska haklar için iki erkek yâhud bir erkek ile iki kadın sâhid
lâzımdır. Sâhidin âdil olması ve sehâdet ederim demesi lâzımdır. Büyük günâh islemiyen
ve küçük günâha devâm etmeyen ve hasenesi seyyiesinden çok olan müslimâna
(Âdil) denir. Raks ile, söz ile [sarkı, çalgı ile] baskalarını eglendirenin sâhid
olamıyacagı, (Mecelle)nin 1705. ci maddesinde yazılıdır. Müslimânı seb’ etmek,
kötülemek büyük günâhdır. Adâleti giderir. Bunun için, vehhâbîlerin ve sî’îlerin
sâhidlikleri kabûl olmaz. Had ve kısâsdan baska seylerde, baskasından isitmekle
de sâhidlik yapılır. Böyle, sâhid sayısı iki kat olmak lâzımdır. Yalancı sâhidlik, büyük
günâhdır. (Mecelle)nin 1660. cı maddesinde diyor ki, (Ödünc vermekden veyâ
satısdan ve kirâdan, vedî’a, âriyet, vergi, mülk, akar ve mîrâsdan olan sahsî alacakları
için, onbes hicrî sene özrsüz terk edilmis da’vâlar, borclu inkâr ederse, dinlenmez.
Ya’nî mürûr-i zemâna ugrarlar. Fekat, alacaklıların hakkı zâyı’ olmaz.
Ya’nî, borclu ikrâr edince, borcunu ödemesi her zemân lâzım olur).
Iki kimsenin, aralarında uyusamadıkları kul hakkı için, bir veyâ birkaç müslimânı
hâkim ta’yîn etmeleri câizdir. Buna, (Tahkîm) denir. Hâkimin âdil ve fıkh bilgisi
olması sartdır. [Rûh-ul Mecelle 1793.] Bu hâkimin verecegi hükme itâat etmeleri
lâzımdır. Ta’yîn etdikleri kimsenin kâdîlık sartlarına mâlik olması lâzımdır. Kâfir
ve fâsık tahkîm edilmez. Kısâs ve hudûdda tahkîm câiz degildir. Bunun hükmü
bir üçüncü sahsa sâmil olmaz. Meselâ, ayblı olan malın satıcıya reddine karâr verirse,
bu satıcı da, kendine satana red edemez. Ikisinden birinin ikrâr etmesi veyâ
nükûl etmesi, ya’nî vazgeçmesi ile veyâ sâhidleri dinlemek ile karâr verir. Kardes,
ana, baba, evlâd ve zevcesi için hâkim olmak câiz degildir. Hükm vermeden
evvel, herbiri hâkimi azl edebilir. Verdikden sonra azl edemez, mesrû’ ve fitneye
sebeb olmıyan hükmünü red edemezler. [Mecelle 1841.]
23 — TA’ZÎR
Ta’zîr, edeblendirmek demekdir. Islâmiyyetde, hadden dahâ hafîf cezâ ile cezâlandırmakdır.
Ta’zîr cezâları çesidlidir. Tenbîh, ihtâr, tekdîr ve dögmek ve habs ve
öldürmege kadar gider. Suça ve sahsa uygun olanı verilir. Haddin en hafîfi, kölenin
cezâsı olan kırk sopadır. Bunun için ta’zîr, otuzdokuz sopaya kadar olur. En azı
üç sopadır. Hâkim diledigi kadarını vurdurur. Âlimlere, yüksek me’mûrlara ihtâr
etmek yetisir. Ba’zılarına, mahkemeye çagırıp tekdîr etmek yetisir. Kaba kimseler
dayak ve habs ile ta’zîr olunur. Mal almakla ve para cezâsı ile ta’zîr olmaz. Ta’zîrin
cinsini ve cezâsının mikdârını hâkim takdîr eder. Ta’zîrde sopa, had cezâlarından
dahâ kuvvetli vurulur. Had cezâlarında, en kuvvetli sopa zinâda, sonra içki-
– 884 –
de, en hafîf kazfde vurulur.
Ta’zîr, katl etmekle de olur. Bir adamı yabancı kadınla zinâ hâlinde gören
kimse, bagırmakla veyâ dögmekle ayıramıyacagını anlarsa, katli câiz olur. Kadın
zinâya râzı olmus ise, kadın da öldürülebilir. Zevcesini veyâ mahremini zinâ hâlinde
gören, onu da, adamı da birlikde öldürür. Baska sûretle korkutmaga lüzûm
yokdur. Bir kadın veyâ oglan, kendisini zorlıyan adamı öldürebilir. Bütün bunlarda
öldürenin isbât etmesi lâzımdır ki, kolay birsey degildir. Kadını aldatıp kocasından
ayıran kimse, kadını verinciye veyâ ölünciye kadar habs olunur.
Zulm ile, yol kesmekle, soygunculukla ve kul hakkı olan büyük günâhları, hırsızlık,
lûtîlik yapmakla meshûr olanları günâh islerken görenler, baska sey ile
mâni’ olamadıkları zemân, öldürmeleri herkese câiz, hattâ sevâbdır. Hâkimlerin
öldürmesi ise vâcibdir.
Ta’zîr, memleketden nefy ederek, sürerek ve evini yıkarak da olur. Halka eziyyet
edenler, zinâyı âdet eden bekârlar nefy olunur. Çalgı çalınan evin hurmeti kalmaz.
Halîfe Ömer “radıyallahü anh” sarkıcı kadının evine girip kamçı ile vurdu.
Bası açıldı. Soruldukda, harâm islemegi âdet edindigi için, hurmeti kalmamısdır.
Câriye hâline gelmisdir buyurdu. Fıkh âlimlerinden Ebû Bekr-i Belhî “rahmetullahi
teâlâ aleyh”, bir köye gitdi. Dere kenârında, kadınlar, basları ve kolları açık
toplanmıslardı. Niçin kadınların yanına geldin dediklerinde, bunların hurmetleri
kalmamısdır. Îmânları sübhelidir. Kâfir kadınları gibidirler buyurdu. Ikinci
kısmda, otuzsekizinci maddeye bakınız!
Her müslimân, günâh islemekde olana ta’zîr yapar. Isledikden sonra ise, ancak
hâkim yapar. Müslimân, serâba tuz katdım. Sirke yapacagım dese de, serâb sisesi
kırılır. Zimmî, müslimânlar arasında serâb satınca, bunun siseleri de kırılır. Bu
siseleri ve çalgıları kıran tazmîn etmez. Hadîs-i serîfde, (Günâh isliyeni gören, eli
ile mâni’ olsun. Buna gücü yetmezse, dili ile mâni’ olsun!) buyuruldu. Kaba avret
olmıyan yeri açık gezene nasîhat verilir. Fitne çıkacak ise, emr-i ma’rûf yapılmaz.
Kaba avreti açık olana sert söylenir. Inâd ederse dögülür. Had cezâları böyle degildir.
Bunları yalnız devlet yapar. Kul hakkı karısan günâhlarda da yalnız hâkim
ta’zîr eder. Bunun için hak sâhibinin da’vâ açması lâzımdır. Yabancı kadına bakmak,
dokunmak, halvet etmek, serâb satmak, çalgı çalmak, fâiz alıp vermek bu günâhlardandır.
[(Hadîka)da dil âfetlerini anlatırken diyor ki, (Emr-i ma’rûfu ve Nehy-i münkeri
el ile yapmak, devlet adamlarına, dil ile yapmak, din adamlarına, kalb ile yapmak
da her müslimâna farzdır. El ile yapmaga (Ihtisâb) ve (Hisbet) denir. Dil ile
yapmaga (Va’z) ve (Nasîhat) denir. Hisbet yaparak çalgıları, içki siselerini kırmak
yalnız devlet me’mûrlarının vazîfesi oldugu için, baskaları kırarsa tazmîn eder, öderler.
Hisbet yapmak, din adamlarına farz degil ise de, günâh islenirken mâni’ olmaları
câizdir. Fekat, din adamı hisbet yaparken fitne uyandırmamalıdır. Ya’nî, kendinin
ve müslimânların dînine veyâ dünyâsına zarar gelecek olursa, hisbeti terk etmesi
vâcib olur. Hisbet yaparken kendinde kibr, riyâ, sû’i zan, meshûr olmak düsüncelerinin
hâsıl olması ve müslimânı hakâret, techîl etmesi, fitne olur. Câiz
olan birseyi yapmak harâm islemege sebeb olursa, bunu yapmak da harâm olur.
Zinâ ederken görünce öldürmek câiz olur denildi. Vâcib olur denilmedi. Bagırarak
önlenemezse câiz olur ve öldürülünce, zinâ etmekde oldugunu iki sahîd ile isbât
etmesi lâzım olur. Zinâ edenin ikisini de öldürmeyip, suçlarını örtmek dahâ iyi
olur. Câiz olmak baskadır, vâcib olmak baskadır. Hadîs-i serîflere, kendine göre
ma’nâ vererek, vâcib olmıyan seyi yapmaga kalkısmamalıdır. Fitne çıkarmamaga
dikkat etmelidir. Öldürülecegini muhakkak bilenin cihâd yapması câiz olmaz.
Öldürülecegini bilenin sartlarına uygun hisbet yapması câiz olur ve ölünce sehîd
olur. Fekat, fitne çıkacagını bilenin hisbet yapması câiz olmaz. Zâlim devlet adamlarına,
Allah rızâsı için, dil ile emr-i ma’rûf yapmak da böyledir)].
– 885 –
(Behcet-ül-fetâvâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, hür çocukları, aldatıp,
yakalayıp, bunları esîr diyerek, köle diyerek satan kimse, siddetle dögülür,
habs olunur. Bunu huy edinmis ise, hâkim tarafından ölüm cezâsı verilir.
Bir kimse, birini haksız dögerse, o da bu kimseyi dögerse, hâkim ikisini de
ta’zîr eder. Ta’zîre, önce dögenden baslanır. Had cezâsı olmıyan suçlara tam karsılıgını
yapmak câizdir. Afv etmek ise, çok sevâb olur.
Hâkim habsi ve baglamagı ve dögmegi birlikde yapabilir.
Müslimânları dili ile, eli ile, haksız inciten ta’zîr olunur. Kendi ogluna, kâfire sögen,
kazf eden ta’zîr olunur. Malı toplayıp, dısarıya çıkarmadan yakalanan hırsız
ta’zîr olunur. Tenbellikle nemâz kılmıyan, kan akıncaya kadar dögerek ta’zîr
olunur. Kadın irtidâd ederse, otuzdokuz sopa vurarak ve habs ederek islâma gelmesi
cebr olunur. Fısk ile meshûr olana veyâ fıskı hâkim tarafından bilinen kimseye
fâsık diyen ta’zîr olunmaz. Fâsık diyen, onun fıskını misâl ile isbât ederse yine
ta’zîr olunmaz. Meselâ, yabancı kadını öpdügünü iki sâhidle isbât etmelidir. Bu
takdîrde, fâsık ta’zîr olunur.
[TENBÎH: Allahü teâlânın hakkı bulunan bir günâhı isliyeni gören kimsenin,
bir sâhid yanında ta’zîr yapması lâzımdır. Bir müslimâna fâsık diyen kimsenin ta’zîr
edilmesi, o müslimânın hakkını korumak içindir. Bu kimse, kendini, o müslimânın
hakkı olan ta’zîrden kurtarması için beyyine, ya’nî iki sâhid ile sözünü isbât etmesi
lâzım olmakdadır.
Bir müslimâna, yâ zânî veyâ bu ma’nâda türkce çirkin seyler söyliyen kimse, kazf
haddinden kurtulmak için, misâl göstermeden sözünün dogru oldugunu sâhid ile
isbât ederse, kabûl edilir.
Ögrenmesi farz veyâ vâcib olan fıkh bilgilerini ögrenmemek fıskdır. Fâsıkların
sâhidligi kabûl olmadıgı için, sâhidlere i’tirâz olundugu zemân, hâkim sâhidlere fıkhdan
sorar. Bilmezlerse, red olundukları gibi, ta’zîr de olunurlar. Ibni Âbidîn önsözünde
buyuruyor ki, (Kur’ân-ı kerîmden nemâz kılacak kadar ezberlemek farzdır.
Bunu ögrendikden sonra, fıkh bilgilerinden farz-ı ayn olanları ögrenmek,
Kur’ân-ı kerîmin fazlasını ezberlemekden dahâ iyidir. Çünki, Kur’ân-ı kerîmi ezberlemek,
ya’nî hâfız olmak farz-ı kifâyedir. Ibâdetler ve mu’âmelât için lâzım olan
fıkh bilgilerini ögrenmek ise farz-ı ayndır. Halâlden, harâmdan ikiyüzbin mes’eleyi
ezberlemek lâzımdır. Bunların bir kısmı farz-ı ayndır. Bir kısmı da farz-ı kifâyedir.
Herkese, isine göre, lüzûmlu olanlar farz-ı ayn olur. Fekat hepsini ögrenmek,
Kur’ân-ı kerîmi ezberlemekden dahâ iyidir. Tefsîr ile vakt geçirmek dogru degildir.
Çünki, tefsîr ile, va’z ve kıssa ögrenilir. Fıkh okuyarak, halâli, harâmı ögrenmelidir.
Allahü teâlâ (Hikmet)i övdü. Tefsîr âlimlerinin çogu (Hikmet, fıkhdır) dedi.
Bir fıkh âlimi, bin zâhidden dahâ kıymetlidir. Fıkh bilgileri, dört mezhebin âlimlerinden
ögrenilir. Dört mezhebden birinde bulunmıyan fıkh bilgisi câiz degildir.
Tefsîr ilminin kâ’ideleri kurulmamıs, kollara ayrılmamıs, sonuna varılmamısdır. Her
âyetin çok tefsîri vardır. Hepsini Allahü teâlâdan baska kimse bilmez). (Hadîka)da,
üçyüzyirmidördüncü sahîfeden baslıyarak buyuruyor ki, (Ehl-i sünnet i’tikâdını ve
farzları, harâmları ögrenmek farzdır. Bunları ögretmek ve kendine lâzım olandan
baska fıkh bilgilerini ögrenmek ve Kur’ân-ı kerîmin tefsîrini ve hadîs ilmini ögrenmek
farz-ı kifâyedir. Fıkh bilgileri, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i serîflerden ögrenilmesi
farz olan bilgilerdir. Fıkh kitâbı okuyan mukallidler, âyetden ve hadîsden
hükm çıkarmak ihtiyâcından kurtulur. Farz-ı kifâye olanları bilen, yapan var
iken, bunları ögrenmek müstehab olur. Bunları yapmak nâfile ibâdet olur. Yalnız,
cenâze nemâzı böyle degildir. Velîsi kılınca, baskalarının tekrâr kılması câiz olmaz.
Nemâz kılacak kadar Kur’ân-ı kerîm ezberliyen kimsenin, bos zemânlarında dahâ
çok ezberlemesi, nâfile nemâz kılmasından dahâ çok sevâb olur. Ibâdetlerinde
ve günlük islerinde lâzım olan fıkh bilgilerini ögrenmesi ise, bundan dahâ çok
sevâb olur. Lüzûmundan fazla fıkh bilgilerini ögrenmek de, nâfile ibâdetlerden da-
– 886 –
hâ sevâbdır. Lüzûmundan fazla fıkh bilgisi ögrenirken, tesavvuf bilgilerini ve hakîmlerin,
ya’nî Allahü teâlâya ârif olanların sözlerini ve hâl tercemelerini ögrenmesi
de müstehab olur. Bunları okumak, kalbde ihlâsı artdırır. Fıkh bilgilerini, derin
âlimler, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i serîflerden çıkarmıslardır. Bunlar, ancak
fıkh kitâblarından ve fıkh âlimlerinden “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
ögrenilir).
Görülüyor ki, tefsîr okumak farz-ı kifâyedir. Fıkh kitâbları varken, din bilgilerini
tefsîrlerden ögrenmege kalkısmak, nâfile ibâdet olur. Farz-ı ayn olan fıkh kitâblarını
okumagı bırakıp, nâfile olan tefsîr okumak, câiz degildir. Zâten, bizim gibi
mukallidlerin, tefsîrden fıkh bilgisi ögrenmesi imkânsızdır. Cehenneme gidecekleri
bildirilen yetmisiki fırkanın âlimleri, tefsîrlerden yanlıs ma’nâ anladıkları
için, sapıtdılar. Âlimler sapıtınca, bizim gibi câhillerin tefsîrden ne anlıyabilecegimizi
düsünmeliyiz! Dogru yazılmıs tefsîrleri okuyan câhiller, böyle felâkete düserse,
Mehmed Abdüh, Ömer Rızâ ve Seyyid Kutb gibi dinde reformcuların tefsîr adındaki
kitâblarını okuyan acabâ ne olur? (Feth-ul-mecîd) vehhâbî kitâbı, gençleri aldatmak
için yazdıgı yalanlara, iftirâlara vesîka olarak, birçok yerinde (Imâd ibni
kesîr)in tefsîrini göstermekdedir. Sâmdaki âlimlerden üstâd Abdülganî, 1391 [m.
1971] baskılı (Fadl-üz-zâkirîn) kitâbında, (Ibni kesîr tefsîri)ni okumamalıdır. Çünki,
içinde dalâlât-i kesîre vardır demekdedir. Seyyid Kutb, son zemânlarında yazdıgı
(Fî-zılâl-il Kur’ân) kitâbında, Abdüh masonunu övüyor. Üstâdım dedigi o sapık
kimsenin yolunda oldugunu, tefsîrine onun yazılarını, fikrlerini koydugunu bildiriyor.
Önceleri bir felsefeci, bir sosyalist iken, son zemânlarında islâm dînini degisdirmege,
kendi hulyâ ve sapık görüslerini din bilgisi olarak yazmaga baslıyan bu
adamın, mezhebsiz bir dinde reformcu [bir zındık] oldugu, son yazdıgı kitâblarında,
açıkca görülmekdedir. Muhammed Alî Sâbûnî ismindeki bir kimse de, 1391 [m.
1971] senesinde Mekke-i mükerremede hâzırladıgı (Revâi’ul-beyân) kitâbını,
Ehl-i sünnet âlimlerinin yazıları ile doldurmus ve aralarına Muhammed Sıddîk Hasen
hân Bühüpâlî, Mahmûd Âlûsî, Seyyid Kutb ve Ibni Kesîrin vehhâbîligi tervîc
eden fikrlerini de karısdırmısdır. Bu zehrli kitâbları okumamalı, çocuklarımıza da
okutmamalıyız. Bunları piyasaya sürenlerin yaldızlı reklâmlarına aldanmamalıyız].
Müslimâna, (Ey kâfir) diyen [veyâ, müslimâna mason diyen, komünist diyen]
ta’zîr olunur. Onu kâfir i’tikâd ederse, kendisi kâfir olur. Müslimân, kendine kâfir
diyene, efendim gibi kabûl gösteren cevâb verirse, o da kâfir olur.
Ey habîs, ey sapık, ey fâcir diyen ta’zîr olunur. Fâcir, kavgacı, geçimsiz demekdir.
Ey muhannes diyen ta’zîr olunur. Muhannes, kadın gibi olan erkege denir. Hâin
diyen ta’zîr olunur. Hâin, emânete hıyânet eden, fenâlık eden kimsedir. Sefîh,
pelîd, ahmak, mubâhî, avânî, lûtî, zındık, hırsız, deyyûs, kaltaban, ey serâb içici,
ey fâizci diyen ta’zîr olunur. Sefîh, parasını harâm yerlere saçan kimsedir. Pelîd,
habîs, kötü demekdir. Ahmak, aklı az, kötü huylu demekdir. Mubâhî, harâmlara
halâl diyendir. Avânî, suçsuzları, iftirâ ederek mahkemeye sürükliyendir. Zındık,
müslimân görünen kitâbsız kâfir demekdir. Deyyûs, zevcesinin nâmûssuzlugunu
hos görendir. Buna kaltaban ve pezevenk de denir. Lûtî, pédèraste ya’nî pust demekdir.
Ey münâfık, ey yezîdî, mübtedi’, yehûdî, nasrânî, kahbenin oglu diyen ta’zîr olunur.
Münâfık, kâfir oldugu hâlde müslimân görünen kimsedir. Yezîdî, hazret-i Alîye
düsman olan, seytâna tapınandır. Mübtedi’, bid’at sâhibi olandır. Bid’at, Ehl-i
sünnete uymıyan her inanıs demekdir. Kahbe, ücretli fâhise, genel ev kadını demekdir.
Iki imâma göre “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ”, kahbenin oglu demek, zâniye
oglu demek olup had vurulur. Orospu oglu demek de böyledir.
Nâmûssuzun oglu, fâcirenin oglu, kâfirin oglu, fâsıkın oglu, hırsızların yuvası,
zânîlerin bası, harâmzâde, oglancı diyen ta’zîr olunur. Piç diyene had vurulur.
Kendine deyyûs diyen veyâ böyle meshûr olan, bunu halâl bilmedikce öldürül-
– 887 –
mez. Siddetle ta’zîr olunur. Bir fâsık tevbe etse ve bir dahâ günâh islersem, su kimse
râfızî olsun, kâfir olsun derse, günâh isleyince, o kimse kâfir olmaz. Söyliyenin
yemîn keffâreti vermesi lâzım olur. Onun kâfir olmıyacagını bilmezse, kendisi kâfir
olur. Çünki, baskasının küfrüne râzı olan kâfir olur.
Esek, domuz, köpek, maymun, öküz, ayı, yılan diyen ta’zîr olunmaz. Yalan oldugu
meydânda olup, kendini kötülemekdedir. Kötülük, söyliyene râci’ olursa,
ta’zîr yapılmaz. Çünki ta’zîr, harâm isleyene ve sözü ile, hareketi ile, isâreti ile, müslimâna
haksız olarak eziyyet verene yapılır.
Birisine hırsız deyip de isbât edemiyen, ta’zîr olunmaz. Birisine fâhise, orospu
deyip de isbât edemiyene kazf haddi lâzım olur.
Ta’zîrin çogunda, Allahü teâlânın hakkı ve kul hakkı birlikde vardır. Fekat kul
hakkı dahâ çokdur. Kazfde de iki hak karısıkdır. Fekat, kazfde kul hakkı dahâ azdır.
Bunun için, hadler afv edilmez. Ta’zîr ise, incitilen kimsenin afv etmesi ile sâkıt
olur. Fekat, kul hakkını hâkim afv edemez. Bir kimse, birini çesidli kelimelerle
veyâ birkaç kisiyi bir kelime ile sögse, herbiri için ayrı ayrı ta’zîr olunur. Çünki
kulların hakları birbirleri yerine geçmez. Had cezâları ise tedâhul eder. Ta’zîrde,
sögen inkâr ederse, yemîni kabûl edilerek, afv olur.
Yabancı kadını öpmek ve günâh islenen yerde bulunmak gibi ta’zîr lâzım gelen
ba’zı suçlarda, yalnız Allah hakkı bulundugu için, ta’zîr edilmesi afv ve yemîni kabûl
edilmez. Bunu yalnız devlet reîsi afv edebilir.
Nemâz kılan biri, eli ile veyâ dili ile insanları incitiyorsa, bunu ıslâh için devlete
haber vermek câizdir. Yalnız Allah hakkı olan ta’zîrlerde, âdil bir kimsenin haber
vermesi ile hâkim ta’zîr eder. Çünki, kul hakkı karısmıyan suçlarda hâkim kendi
bilgisi ile karâr verebilir. Haber, yazı ile verilebilir.
Serâb, içki satın alan, içen ve nemâz kılmıyan habs olunur ve dögülür, sonra çıkarılır.
Adam öldürmekle, hırsızlıkla, insan dögmekle ittihâm olunan, tevbe etdigi
hâlinden anlasılıncaya kadar uzun süre habs olunur. Çünki, bunun zararı herkesedir.
Öncekilerin ise, kendilerinedir. Zimmîye sögen müslimân ta’zîr olunur.
Zimmîye sögmek günâhdır. Yehûdînin, mecûsînin yüzüne karsı, yâ kâfir demek günâhdır.
Onlar kendilerini kâfir bilmiyor. Kâfir denilince inciniyorlar.
Kadının, zevcine karsı, mesrû’ olan zînetlerini giyinerek, takarak güzel koku sürünerek
süslenmesi lâzımdır ve çok sevâbdır. Bunu bildiren hadîs-i serîfler,
(Sir’atül-islâm serhi) 465. ci sahîfesinde de yazılıdır. Süslenmezse ve gusl abdesti
almazsa, haksız yere evden iznsiz çıkarsa, yatagına gelmezse, küçük çocugunu
aglayınca, dögerse, zevci buna nasîhat verir. Nasîhati dinlemezse veyâ zevcine sögerse,
nâ-mahreme yüzünü açarsa, âdetden fazla malını iznsiz verirse, had cezâsına
girmiyen herhangi bir günâhı islerse, zevcin bunu ta’zîr etmesi, ya’nî açık eli
veyâ mendil ile hafîf vurması câiz olur. Baska sebeblerle hafîf dahî vuramaz. [Kadının
yüzü avret degil ise de, fitneye sebeb olursa, örtmesi lâzım olur.] Nemâz kılmadıgı
için ta’zîr etmez. Çünki, nemâzın fâidesi zevc için degildir. Baba bâlig olmıyan
oglunu nemâz kılmadıgı ve oruc tutmadıgı için ta’zîr eder. Ana ve vasî de,
baba gibidir. Büyük ogul, yabancı gibidir.
Anası, babası günâh isliyen çocuk, bunlara bir kerre nasîhat eder. Kabûl etmezlerse,
susar. Onlara düâ eder. Genç ve dul anası, dügünlere, fitne olan yerlere giderse,
oglu men’ etmez. Hâkime haber verir. Hâkim men’ eder.
Çocugun, Kur’ân-ı kerîmi, edebleri ve farzları, harâmları, Ehl-i sünnet i’tikâdını
ögrenmesi için babası ikrâh eder, zorlar. Çocugunu dögdügü islerde, yetîmi
de dögebilir. Çocuk ve zevce sopa ile dögülmez. El ile, mendil ile vurulur. Ayakla,
yumrukla vurulmaz. Kul hakkı olan suçlarda, çocuk ta’zîr olunur. Içki, zinâ, sirkat
gibi, yalnız Allahü teâlânın hakkı olan suçlar için çocuk ta’zîr edilmez.
Hâkimin had ve ta’zîr cezâsı verdigi suçlu, cezâlandırılırken ölürse, kimse
– 888 –
mes’ûl olmaz. Zevc, zevcesini ve mu’allim talebesini ta’zîr ederken ölürse, tazmîn
eder. Çünki, zevcin ta’zîri vâcib degil, mubâhdır. Ya’nî, islâmiyyet erkegin zevcesini
dögmesini aslâ emr etmemisdir. Hafîf vurmasına izn vermisdir. Zevcesini asırı
dögen zevc ve talebesini asırı dögen mu’allim ta’zîr olunur. Haksız yere, hafîf dögerlerse
de ta’zîr olunurlar. Dünyâ menfe’ati için, meselâ bir kız ile evlenebilmek
için [veyâ midye gibi ve elektrikle öldürülerek les olmus hayvân gibi harâm seyleri
yiyebilmek için] mezhebini degisdiren ta’zîr olunur. Çünki, müctehid olmıyan
kimsenin, dünyâ menfe’ati için, mezhebini degisdirmesi günâhdır. Dînini ve mezhebini
begenmemis olur. Birinci kısm, 54. cü madde, 3. cü sahîfesine bakınız!
Ibni Âbidîn, (Redd-ül-muhtâr)ın ellibirinci sahîfesinde buyuruyor ki, (Bir isin,
bir ibâdetin sahîh olması için, dört mezhebden herhangi birine uygun olması lâzımdır.
Ya’nî, o isin sahîh olması için, bir mezhebde uyulması lâzım olan sartların hepsine
uygun olması lâzımdır. Bir ibâdeti yaparken, sartlarından biri bir mezhebe,
baska biri de baska mezhebe uygun olursa, bu ibâdet sahîh olmaz. Meselâ, deriden
kan akarsa, Hanefî mezhebinde abdest bozulur. Sâfi’î mezhebinde bozulmaz.
Bir erkek, yabancı kadının derisine dokununca, Sâfi’îde, ikisinin de abdesti
bozulur. Hanefîde ikisinin de bozulmaz. Derisinden kan aksa ve kadına da dokunsa,
her iki mezhebe göre abdesti bozulur. Bu abdest ile kıldıgı nemâz sahîh olmaz.
(Bunun abdesti, bir mezhebe göre sahîh olmadıgı zemân, diger mezhebe göre
sahîh oluyor. Nemâzı sahîh olur) denilemez. Bu kimse, iki mezhebi (Telfîk) etmekde,
karısdırmakdadır. Böyle kimseye (Müleffık) denir. Müleffıkın ibâdetinin
sahîh olmıyacagı sözbirligi ile bildirilmisdir. Bir ibâdetin bir sartı bir mezhebe, baska
sartı da baska mezhebe göre sahîh olursa, bu ibâdet sahîh olmaz. Abdest alırken,
basının bir parçasını mesh eden kimse, köpege degdikden sonra nemâz kılsa,
bu nemâzı sahîh olmaz. Çünki, abdesti Mâlikîye göre sahîh degildir. Köpege dokununca,
Sâfi’îye göre üstü necs olmusdur. Bunun gibi, tehdîd ile, zor ile yapdırılan
talâk Hanefîde sahîh olur. Bosadıgı kadının kız kardesini alabilir. Sâfi’îde ise
sahîh olmaz. Bu adamın, her iki mezhebe uyarak, bu kızkardeslerin ikisi ile birlikde
evli yasaması sahîh olmaz. Bunlar da (Telfîk) olur. Fekat bir kimse, bir ibâdeti,
bir isi, bir mezhebin bütün sartlarına uyarak yapıp bitirdikden sonra, bunu tekrâr
yaparken veyâ baska bir ibâdeti, baska bir isi yaparken, baska mezhebin sartlarına
uyarak yapması, âlimlerin çoguna göre sahîh olur. Ihtiyâc oldugu zemân yapmak
ise, sözbirligi ile sahîh olur. Hattâ bir mezhebin sartlarına uyarak yapılan bir
isin, bir ibâdetin bu mezhebe göre sahîh olmadıgı, baska bir mezhebe göre sahîh
oldugu sonradan anlasılsa, o mezhebe göre sahîh oldugunu düsününce, o mezhebi
taklîd etmis olur. O isi sahîh olur. [Çünki o ibâdeti kurtarmak için, mezheb taklîdine
ihtiyâc hâsıl olmusdur. Menfe’ati için, zevki için, çesidli islerini, çesidli
mezheblere uyarak yapmak telfîk olur. Bir ibâdeti kendi mezhebine göre yapmasına
mâni’ olan bir özr hâsıl olunca, bu ibâdeti baska bir mezhebi taklîd ederek yapmak
lâzım oldugu, gusl abdesti bahsinde bildirilmisdi. Baska mezhebi taklîd etmesine
mâni’ olan ikinci bir özr de hâsıl olsa ve bu özr kendi mezhebine uymasına mâni’
olmasa, bu ibâdeti, iki mezhebe göre de sahîh olmadıgı hâlde, özr ile, ihtiyâc
ile oldugu için, bu hâli telfîk olmaz. Ibâdeti sahîh olur.] Baska bir mezheb taklîd
edilirken, kendi mezhebinde mekrûh veyâ harâm olsa bile, o mezhebin farzlarına
ve müfsidlerine uymak lâzımdır. Kendi mezhebinin harâm demesine bakılmaz).
Mezhebleri telfîk eden ta’zîr olunur. (Seyf-ül-ebrâr) kitâbına bakınız!
[Mâlikî mezhebinde, dokuz yasına gelmis kızın önünden, bir sebeb olmadan akan
kırmızı, sarı veyâ bulanık kana (Hayz kanı) denir. Akmaga baslayınca, hayz olur.
Devâm ederse, onbes günden azı âdet olur. Fazlası istihâda olur. Sonraki ayda, âdeti
degisirse, âdetlerinden en çogunun üç gün fazlası hayz olur. Dahâ fazlası ve onbes
günden fazlası istihâda olur. Kürsüf kuru veyâ beyâz ıslak ise, hayzın kesildigi
anlasılır. Yetmis yasından sonra gelen kan hayz olmaz, istihâda olur. Kan, fâ-
– 889 –
sılalarla devâm ederse, kesildigi günler temiz kabûl edilir. Temizligin asgarî müddeti
onbes gündür. Onbes günden evvel gelen kan, istihâda olur. Böyle temizlik
müddeti sonsuzdur. Kesilip, onbes gün sonra baslarsa hayz olur. Dogumdan evvel
gelen kan, hayzdır. Karın yarılarak çocuk alınınca gelen kan nifâs olmaz. Nifâsın
a’zamî müddeti altmıs gündür. Onbes gün kan kesilirse, tâhir olur. Sonra gelen
hayz olur.]
Kinâye, îmâ ile kazf eden ta’zîr olunur. Kinâye yolu ile sögen ta’zîr olunmaz. Birinin
zevcesini aldatıp, nikâhlayan kimse, bosayıncıya veyâ ölünciye kadar habs olunur.
Riyâ olarak vera’ ve takvâ gösteren ta’zîr olunur.
Kul hakkı bulunan ta’zîr suçları, had suçları gibi, tevbe ile afv olmazlar.
(Mecelle)nin ondokuzuncu maddesinde, (Birine zarar vermek ve zarar yapana
karsılık olarak zarar yapmak câiz degildir) diyor. Mubâh isler, baskasına zarar verirse,
câiz olmaz. Malı çalınan kimse, hırsızın veyâ baskalarının malını çalmaga hak
kazanmaz. Zararları ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olarak gidermek hâkimin vazîfesidir.
Zarar, kendi kadar veyâ dahâ çok zararla giderilmez.
(Bahr-ül-fetâvâ)da diyor ki, (Içki satan müslimân, siddetle ta’zîr olunur. Yolda
bir kadını kucaklıyan, öpen ta’zîr olunur. Karsılıgında had cezâsı bulunmıyan
günâhları isliyen ta’zîr olunur. Ta’zîr cezâsı, yalnız don, gömlek ile ayakda iken sopa
vurmak ile yapılır. Kocası ölen kadın, iddet zemânı temâm olmadan evlenirse,
bunu bilerek alan kimse, siddetle ta’zîr olunur. Zevci uzakda olan kadın ile evlenen
kimse ta’zîr ve araları tefrîk olunur. Erkek seklinde dolasan kadın ve kadın
seklinde gezen erkek ta’zîr ve tevbe edinciye kadar habs olunurlar. Sarkıcı ve çalgıcı
olan da böyledir. Birinin zevcesini zor ile kendi evine götüren, siddetle ta’zîr
olunur ve kadın kocasına teslîm edilir. Fâhise kadını, komsuları evden, mahalleden
atamazlar. Hâkim dayak ile veyâ habs ile ta’zîr eder.
Sihr, büyü yapan ta’zîr olunur. Ibni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” önsözde
diyor ki, (Ögrenmesi harâm olan bilgilerden biri sihr ve kehânetdir. Sihr, ilme,
fenne uymıyan gizli sebebler kullanarak, garîb isler yapmagı saglıyan ilmdir. Sihri
ögrenmek de, ögretmek de harâmdır. Müslimânları zarardan korumak için ve
hayrlı isler yapmak için ögrenmek de harâmdır. [Demek ki, yapılmıs büyüyü çözüp
yok etmek, zevc ve zevce arasında muhabbet hâsıl etmek ve harbde düsmanı
maglûb etmek gibi fâideli isler için de sihr yapmak büyük günâhdır. Hayrlı is
yapmak için, bu büyük günâhı islemenin câiz olmıyacagı (Hadîka)da, bütün bedene
âid âfetler kısmında yazılıdır.] Zevcin zevcesini sevmesi için (Tivele) denilen
sihri yapmak, hadîs-i serîf ile nehy edilmisdir. Bunun harâm oldugu (Hâniye)
fetvâsında da yazılıdır. Sihrde âyetlerden, me’sûr olan düâlardan baska seyler yazılıdır.
Sihrbazın ve zındıkın tevbeleri kabûl edilmez. Ben her istedigimi yaparım
seklinde küfre sebeb olan i’tikâdı olmasa dahî, fitne ve fesâda çalısdıgı için, sâhirin
hâkim tarafından ta’zîr olunması lâzımdır. Ta’zîri katl ile olur. Sihrde îmânı gideren
birsey de yaparsa, kâfir olur. Kehânet, ileride olacak seyleri haber vermekdir.
Arrâf, falcı demekdir. Çalınan seylerin yerlerini, çalanları ve sihr yapanları haber
verir. Tecribe ile, hesâb ile degil, tahmîn ile, zan ile konusurlar. Yâhud cinden
ögreniyoruz derler).
Kalbine, küfre sebeb olan sey gelen, bunu söylemese ve üzülse, îmânına zarar vermez.
Îmânının kuvvetli oldugunu gösterir. Seyhayne “radıyallahü teâlâ anhümâ” sögen,
mürted olur. Katl olunur. Erkeklerin ipek giymeleri halâldir diyen kâfir olmaz.
Zîrâ ihtilâflıdır. Islâmiyyete de mürâce’at edelim diyene, islâmiyyet ile isim yokdur
diyen kâfir olur. Îmânını ve nikâhını tecdîd etmesi lâzım olur. Müslimânın hem islâmiyyete,
hem de kanûna uyması lâzımdır. Mürted olup Dâr-ül-harbe gidenin
malları vârislerine intikâl eder. Beyt-ül-mâlın olmaz. Müslimân oldum diyen zimmî
tasdîk olunur. Kâfir, sünnet olmakla, müslimân olmaz. Müslimân câriyeyi satın
alan zimmî siddetle ta’zîr olunur. Câriyeyi müslimâna satması emr olunur. Müslimân-
– 890 –
ların mahallesinde ev satın alan zimmînin, bu evi bir müslimâna satması emr olunur.
Câmi’ civârındaki evlerini zimmîlere kirâya veren müslimâna, bunlardan
alıp, nemâz kılanlara vermesi emr olunur. Zimmînin kâfir köle satın alması câizdir.
Köle müslimân olursa, bunu müslimâna satması lâzım olur. Zimmî müslimân
kadınla zinâ etse, yüz degnek had vurulur ve uzun zemân habs olunur. Bu kadın
muhsan ise recm, degilse darb olunur. Gelini ile zinâ eden recm olunur).
Fuhs söyliyen kimse ta’zîr olunur. Çünki, fuhs söylemek tahrîmen mekrûhdur.
(Hadîka) kitâbında, dil âfetlerinin onbirincisinde diyor ki, fuhs, çirkin söz demekdir.
Haddi asan herseye fâhis denir. Burada, çirkin olan isleri baskalarına açık
kelimelerle anlatmak demekdir. Cimâ’ için ve abdest bozmak için kullanılan kelimeleri
söylemek böyledir. Bu kelimeleri söylemek fuhsdur ve tahrîmen mekrûhdur.
Çünki bunları söylemek, mürüvvete ve diyânete uygun degildir ve hayâyı, utanmayı
giderir ve baskalarını gücendirir. Mürüvvet, insanlık, erkeklik demekdir. Cimâ’ı
ve abdest bozmagı anlatmak lâzım oldugu zemân, açık olarak söylememeli,
kinâye olarak söylemelidir. (Kinâye), birseyi, açık ma’nâları baska olan kelimelerle
anlatmakdır. Edebli olan, sâlih olan, fuhs söylemege mecbûr olunca, kinâye
olarak söyler. Meselâ, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, cimâ’ için dokunmak
(lems) kelimesini söylemisdir. Ibni Ebiddünyânın ve Ebû Nu’aymın “rahmetullahi
teâlâ aleyhimâ” bildirdikleri hadîs-i serîfde, (Fuhs söyliyenlerin Cennete girmeleri
harâmdır) buyuruldu. Ya’nî, bunun azâbını çekmedikce Cennete girmezler.
(Hadîka)dan terceme temâm oldu.
(Berîka) kitâbında diyor ki, kalb âfetlerinin otuzaltıncısı, (Vekâhet)dir. Vekâhet,
hayânın az olması demekdir. Hayâ, çirkin sey yapmakdan, ayblanmakdan çekinmekdir.
Türkçede, utanmak, sıkılmak denir. Hadîs-i serîfde, (Allahü teâlâdan
hayâ ediniz!) buyuruldu. Allahü teâlâdan hayâ etmek, sehvetlerini, ya’nî
nefsin isteklerini terk etmekle olur. Hayâsı olan, Allahü teâlâdan korkar. Onun,
râzı olmadıgı islerden ve sözlerden kaçınır. Bir hadîs-i serîfde, (Hayâ, îmândandır.
Fuhs söylemek, cefâdandır. Îmân Cennete, cefâ Cehenneme götürür) buyuruldu.
Hayâ ve îmân birlikde bulunur. Biri yok olursa, digeri de yok olur. Kadın hayâsı,
erkek hayâsından dokuz kat fazladır. Bir hadîs-i serîfde, (Fuhs insanın lekesi, hayâ,
zînetidir) buyuruldu. Hayânın en kıymetlisi, Allahü teâlâdan utanmakdır.
Ondan sonra, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” hayâdır. Dahâ sonra, insanlardan
hayâ etmekdir. (Berîka)dan terceme temâm oldu. Kâfirler, müslimânların
îmânlarını yok etmek için, hayâlarını yok etmege çalısıyorlar. Pilâjlarda, futbol
oyunlarında, sporlarda avret yerlerinin, edeb yerlerinin açılmasına önderlik yapıyorlar.
Fuhs sözlere seks bilgisi diyorlar. Bu açıklıklara ve seks bilgilerine ilericilik
ve lüzûmlu, fâideli diyerek gençleri hayâsız yapmak istiyorlar. Gençleri aldatmak
için, medenî milletlerin yapdıklarını biz de yapacagız. Çagımıza ayak uyduracagız.
Gericilikden kurtulacagız diyorlar. Kâfirler teknikde ilerledikleri, madde
ve kuvvet üzerinde çok sey kesf etdikleri için, kâfirlik iyidir, fâidelidir denilebilir
mi? Onların ibâdetlerini, kötülüklerini biz de yapalım denilebilir mi? Bir müslimân,
Allahü teâlânın yasak etdigi seyleri, kâfirlerin yapdıklarını ileri sürerek, övemez.
Bunlar fâidelidir diyemez. Harâmlar hiçbir sebeble fâideli, iyi olamaz. Kâfirlerin
yapdıgı seylerden islâm dîninin yasak etmediklerini, hattâ emr etdiklerini
övmek ve yapmak ise, suç olmaz. Fen bilgileri, agır sanâyı’ böyledir. Kâfirlere
medenî etiketini koyduran da bu sâhadaki basarılarıdır. Müslimân, kâfirlerin bu
basarılarını över. Islâm düsmanı ise, bu basarıları ileri sürerek, onların küfrlerini,
ibâdetlerini, ahlâksızlıklarını ve islâmiyyetin yasak etdigi zararlı, kötü seylerini över.
Allahü teâlâ, din yolunda çalısanlara ve din bilgilerini, ma’rifetlerini, kerâmetleri,
hârikaları ögretenlere râhat, huzûr veriyor. Dünyâ bilgilerinde, fende çalısanlara
da aradıklarını veriyor. Kâfir milletler, yalnız fen bilgileri üzerinde çalısıyorlar.
Islâm dînini insâf ile, temiz bir vicdân ile incelemiyorlar. Bunun için, fende iler-
– 891 –
liyor, büyük endüstri kuruyorlar. Fekat, küfr pisliginden, harâm ve kötü islerinin
zararlarından kurtulamıyorlar. Râhata, huzûra ve se’âdete kavusamıyorlar. Fende
ilerledikleri hâlde, râhat yasıyamıyorlar. Çünki, küfrden ve harâm islemekden,
hep zarar, hep ziyân, hep fenâlık hâsıl olur. Sonu hep felâket olur. Îmândan, ibâdetlerden
ve güzel ahlâkdan ise, dâimâ iyilik, râhatlık hâsıl olur. Fende ilerlediklerini
ileri sürerek, kâfirlerin küfrlerini, islâmiyyete uymıyan islerini övmek, câhillik
ve saskınlıkdır. Müslimânlar, onlar gibi, fen bilgilerinde de çalısmaga, onlar
gibi büyük fabrikalar kurmaga özenmelidir. Çünki, islâmiyyet bunu emr etmekdedir.
Islâmiyyet, hem fen bilgilerinde çalısmagı, hem de güzel ahlâklı olmagı, herkese
iyilik yapmagı emr etmekdedir. Müslimânlar, kâfirlerin, münâfıkların çıplak
gezmelerini ve seks bilgisi adı altında fuhs söylemelerini fâideli zan etmemelidir.
Bunları övmenin, müslimânların hayâlarını, îmânlarını çalmak için bir tuzak oldugunu
bilmelidir. Bir isin, bir sözün fâideli veyâ zararlı oldugunu anlamak için, kâfirlerin
yapıp yapmadıklarına degil, dînimizin emr veyâ yasak etdigine bakmalıdır.

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...