03 Eylül 2013

T A M I L M I H Â L.. SE’ÂDET-I EBEDIYYE.. Ü Ç Ü N C Ü K I S M

T A M I L M I H Â L SE’ÂDET-I EBEDIYYE Ü Ç Ü N C Ü K I Sı M
1 — IKINCI CILD, 23. cü MEKTÛB
Bu mektûb, üstâdı Muhammed Bâkî Billahın “kuddise sirruh” oglu Hâce Muhammed
Abdüllaha “sellemehullahü ve ebkâhu ve evsalehu ilâ gâyeti mâ yetemennâhu”
yazılmıs olup, isin bası, sünnet-i seniyyeye yapısmak ve bid’atden kaçmak
oldugu ve sâireyi bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd ederim. Onun seçdigi insanlara selâmet ve iyilikler ihsân
etmesini düâ ederim. Kıymetli oglum “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ”! Size ve diger
dostlara söyliyecegim en birinci nasîhat, sünnet-i seniyyeye yapısmak ve
bid’atlerden kaçınmakdır. Islâm dîni, garîb olmaga, za’îflemege basladı. Müslimânlar,
kimsesiz kaldı. Bundan sonra da, dahâ garîb olur gider. O dereceye gelir ki, yer
yüzünde Allah “celle celâlüh” diyen kimse kalmaz. Kıyâmet, dünyâdaki iyi insanlar
kalmayıp, heryeri kötülük kapladıgı zemân kopar, buyuruldu.
[Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bir zemân gelecek
ki, ümmetimde müslimânlıgın yalnız adı kalacak. Mü’min olanlar, yalnız birkaç islâm
âdetini yapacak. Îmânları kalmıyacak. Kur’ân-ı kerîm yalnız, okunacak. Emrlerinden,
yasaklarından haberleri bile olmıyacak. Düsünceleri yalnız yiyip içmek
olacak. Allahü teâlâyı unutacaklar. Yalnız paraya tapınacaklar. Kadınlara köle olacaklar.
Az kazanmak ile kanâ’at etmiyecekler. Çok kazanınca doymıyacaklar).
Abdülvehhâb-ı Sa’rânî “rahmetullahi aleyh”, (Tezkire-i Kurtubî) muhtasarında
diyor ki: Ibni Mâcenin bildirdigi hadîs-i serîfde, (Bir zemân gelecek. Elbisenin
rengi, zîneti soldugu gibi, yer yüzünde islâmiyyet de solup kalkacak. Öyle olacak
ki, nemâz, oruc, hac, sadaka unutulacak. Kur’ân-ı kerîmden yer yüzünde bir âyet
kalmıyacak) buyuruldu. Imâm-ı Kurtubî buyuruyor ki, (Islâmın unutulması, Îsâ
“aleyhisselâm” gökden inip, öldükden sonra olacakdır. Dahâ önce, müslimânlar
garîb olacak. Kur’ân-ı kerîme uyulmıyacak ise de, büsbütün unutulmıyacakdır).
(Ma’rifetnâme)de diyor ki, (Kıyâmet alâmetleri çokdur. Câmi’ler çok, cemâ’at az
olacak. Binâlar yüksek, elbiseler ince, kadınlar emîr olacak. Erkekler kadınlasacak)].
En mes’ûd, en kazanclı kimse, dinsizligin çogaldıgı bir zemânda, unutulmus sünnetlerden
birini meydâna çıkarandır ve yayılmıs bid’atlerden birini yok eden
kimsedir. Simdi öyle bir zemândayız ki, insanların en iyisinden “aleyhi ve alâ âlihissalâtü
vesselâm” bin sene geçmis bulunuyor. Peygamberimizin “sallallahü
aleyhi ve sellem” zemân-ı se’âdetinden uzaklasdıkca, sünnetler örtülmekde, yalanlar
çogaldıgı için, bid’at yayılmakdadır. Bir kahramân lâzımdır ki, sünnete
– 775 –
yardım edip, bid’ati durdursun, kaçırsın. Bid’ati yaymak, dîn-i islâmı yıkmakdır.
Bid’at çıkarana ve isleyenlere hurmet etmek, onları büyük bilmek, islâmiyyetin yok
olmasına sebeb olur. Hadîs-i serîfde, (Bid’at isliyenlere büyük diyen, müslimânlıgı
yıkmaga yardım etmis olur) buyurulmusdur. Bunun ne demek oldugunu iyi düsünmelidir.
Bir sünneti meydâna çıkarmak ve bir bid’ati ortadan kaldırmak için,
son gayretle çalısmak lâzımdır. Her zemân, hele müslimânlıgın çok za’îfledigi bu
zemânda, islâmiyyeti kuvvetlendirmek için, sünnetleri yaymak ve bid’atleri yıkmak
lâzımdır. Eskiden gelen islâm âlimleri, bid’atde bir güzellik görmüs olacaklar
ki, bunlardan ba’zılarına, hasene [ya’nî güzel] ismini vermislerdir. Fekat bu fakîr,
bu noktada onlara uymuyorum ve bid’atlerden hiçbirini güzel görmüyorum.
Hepsini karanlık ve bulanık görüyorum. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve
sellem” (Bid’atlerin hepsi dalâletdir, yoldan çıkmakdır) buyurdu. Müslimânlıgın
za’îfledigi bu zemânda, selâmet bulmak, Cehennemden kurtulmak, sünnete yapısmakla;
dîni yıkmak ise, nasıl olursa olsun, herhangi bir bid’ate kapılmakla oldugunu
görüyorum. Bid’atlerin herbirini, islâm binâsını yıkan bir kazma gibi, sünnetleri
ise, karanlık gecede yol gösteren, parlak yıldızlar gibi anlıyorum. Zemânımız
hocalarına Allahü teâlâ insâf versin de, hiçbir bid’ate güzel demesinler ve hiçbir
bid’atin islenmesine müsâ’ade etmesinler. Bid’at gün dogması gibi, karanlıkları parlatıcı
görünürse de, bunlara göz yummasınlar! Çünki sünnetlerin dısında, seytânlar,
islerini kolay görür. Eski zemânlarda, islâmiyyet kuvvetli oldugundan, bid’atlerin
zulmeti belli olmuyordu ve belki de, o zulmetlerden ba’zıları, islâmiyyetin her
tarafı kaplıyan kuvvetli zıyâsı arasında, parlak sanılıyordu. Bunun için, güzel deniliyordu.
Hâlbuki, bu bid’atlerde de, hiçbir parlaklık ve güzellik yok idi. Simdi ise,
müslimânlık za’îflemis, kâfirlerin âdetleri, hattâ kâfirlik alâmetleri, müslimânlar
arasına yerlesmis [moda olmus] oldugundan, herbir bid’at, zararını göstermekde,
kimsenin haberi olmadan, müslimânlık sıyrılıp gitmekdedir. Hocalarımız, bu husûsda
çok uyanık olup, eski fetvâlara dayanarak su câizdir, bunun zararı yokdur,
diye bid’atlerin yayılmasına ön ayak olmamalıdır. Din zemân ile degisir sözünün
yeri iste burasıdır. Yoksa, kâfirlerin [Allah düsmanlarının], müslimânlıgı yıkmak,
bid’atleri, küfrü yerlesdirmek için, bu sözü masa olarak kullanmaları yanlısdır.
Bu zemân, bid’atler dünyâyı kapladıgından, karanlık bir gece gibi görünmekdedir.
Sünnetler çok azalmakda, nûrları da, bir karanlık gecede, tektük uçan
ates böcekleri gibi parlamakdadır. Bid’at islenmesi çogaldıkca, gecenin karanlıgı
artmakda, sünnetin nûru azalmakdadır. Sünnetin islenmesi ise, karanlıgı azaltmakda,
bu nûru çogaltmakdadır. Istiyen, bid’at karanlıgını çogaltsın, seytân fırkasını
kuvvetlendirsin! Istiyen de sünnetin nûrunu artdırsın. Allahü teâlânın askerini
kuvvetlendirsin! Sunu iyi biliniz ki, seytân fırkasının sonu felâketdir, ziyândır.
Allahü teâlânın fırkasında olan, se’âdet-i ebediyyeye erecekdir.
[Tekrâr edelim ki, (Bid’at) demek, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem”
ve Onun dört halîfesinin “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” zemânlarında bulunmayıp
da, dinde, sonradan meydâna çıkarılan, uydurulan inanıslara, sözlere, islere,
sekllere ve âdetlere denir. Bunların hepsini din diye, ibâdet diye uydurmak
veyâ dînin ehemmiyyet verdigi seyleri dinden ayrıdır, din buna karısmaz demek
bid’atdir. Bid’atlerin ba’zıları küfrdür. Ba’zıları da büyük günâhdır. Kur’ân-ı kerîmi
ve ezânı ho-parlörle okumak, radyoda okumak, bid’atdir.
(Mektûbât) kitâbının arabî ve fârisî baskılarında, yüzseksenaltıncı mektûb hâsiyesinde
diyor ki, (Islâm âlimlerinin çogu, amelde bid’atleri ikiye ayırdı: Sünnete
muhâlif olmıyan yeniliklere, reformlara, ya’nî birinci asrda aslı bulunanlara,
Bid’at-i hasene dediler. Aslı bulunmıyanlara Bid’at-i seyyie dediler. Imâm-ı Rabbânî
“kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” hazretleri ise, aslı bulunanlara, bid’at ismini
bulasdırmadı. Bunlara Sünnet-i hasene dedi. Mevlid okumak, minâre, türbe
yapmak böyledir. Bid’at ismini, yalnız aslı bulunmıyanlara verdi. Vehhâbîler, bu
– 776 –
bid’at-i hasenelere de, bid’at-i seyyie dedi. Sünnet-i hasenelere de sirk dediler. Câhil
din adamları da, bid’at-i seyyielerin çoguna, bid’at-i hasene diyerek, kötü
bid’atlerin yayılmalarına sebeb oldular. Imâm-ı Rabbânî hazretleri, bid’atleri kötülemekde,
islâm âlimlerine karsı degil, câhil din adamlarına karsıdır.)]
Zemânımızın tesavvuf adamları da, insâfa gelerek ve müslimânlıgın za’îfligini,
uydurma seylerin din ve ibâdet hâlini aldıgını düsünerek, kendi pîrlerinin sünnete
uymıyan sözlerini ve hareketlerini yapmamalıdır. Dinde bulunmıyan seyleri, kendi
pîrleri yapdı diye, kendilerine din ve ibâdet etmemelidir. Sünnete yapısmak, insanı
elbette kurtarır ve iyiliklere, se’âdetlere kavusdurur. Sünnetden baska seyleri
taklîd etmek, insanı tehlükelere, felâketlere götürür. Bizim vazîfemiz dogruyu
bildirmekdir. Herkes istedigini yapar, yapdıklarının karsılıgını da bulur. [Âkıl bâlig
olan her erkek, kendi isinden, kendisi mes’ûldür.]
Bizi yetisdiren büyüklerimize, Allahü teâlâ çok iyi mükâfât ihsân eylesin ki, bizim
gibi câhilleri, bid’atlerden korudular. Kendilerine uyarak karanlık tehlükelere,
uçurumlara sürüklemediler. Sünnetden baska bir yol göstermediler. Dînin sâhibine
“aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” uymakdan ve harâmlarla berâber
sübhelilerden bile kaçmakdan baska yol göstermediler. Bunun için, bu büyüklerin
kazancları pek fazladır. Kavusdukları dereceler, çok yüksekdir. Bunlar, tegannî
ve raksa dönüp de bakmamıs, vecde, tevâcüde [ve kendinden geçmege] ehemmiyyet
vermemislerdir. Baskalarının kalbleri ile buldukları, gördükleri, büyüklük
dedikleri hâlleri, maksaddan uzak, matlûbdan baska bilmisler, onların kapıldıkları
hayâlleri, def’ ve tard etmislerdir. Bunların isleri, görmekle, bulmakla, bilinmekle
anlasılacak seylerden degildir. Ilmin, hayâlin, tecellîlerin ve zuhûrların, kesflerin
ve görüslerin üstündedir. Baskaları, birsey bulmak, birseye kavusmak için ugrasıyor.
Bu büyükler ise, Allahü teâlâdan baska hiçbirseyi istemiyor, hepsini kovuyor.
Baskalarının Kelime-i tevhîdi tekrâr tekrâr söylemesi, Allahü teâlâya yaklasmak
içindir. Kelime-i tevhîdi söylemekle, Allahü teâlânın âciz bir mahlûku olan
ve Onunla baska hiçbir münâsebeti bulunmıyan bütün bu kâinâtda, Hak teâlâyı
bulmaga, görmege ugrasıyorlar. Bu büyükler ise; (Lâ ilâhe illallah) kelimesini, herseyi
yok bilmek, bütün görüsleri, bulusları, bilisleri ve hayâlleri, (Lâ) derken,
red etmek, yok bilmek için tekrâr eder ve varlıkda birsey duyarlarsa, hepsini nefy
eder ve hâtırlarına hiçbirsey getirmezler. [Bu mektûbun yarısı terceme edildi.
Son kısmı terceme edilmedi.]
Cihânda iki dürlüdür, mürâi,
ki aldatır bunlar, fakîri, bâyi.
Birisi, yürür eski kisvetle,
ki, zâhid sanılsın bu sûretle.
Saf kimseleri bunlar, yimek ister,
kendilerine dervîs denmek ister.
Giyerler, yamalı, eski câme,
dilerler böyle görünmek avâme.
Haftalar geçer taramaz sakalın,
ki, desinler, unutmus kendi hâlin.
Ikincisi ise, ehl-i riyânın,
isit imdi alâmetlerin ânın.
Gider ardınca dâim nîk-i nâmın,
diler makbûlü ola hâssu âmmın.
Güzel kumasları dikdirir ince,
giyinir hergün moda âdetince.
Nasîhat verir, kitâb yazar durmaz,
âlim geçinir, nemâz bile kılmaz.
– 777 –
2 — ÜÇÜNCÜ CILD, 41. ci MEKTÛB
Bu mektûb, bir sâliha hanıma “rahmetullahi teâlâ aleyhâ” yazılmıs olup, kadınlara
lâzım olan nasîhatleri bildirmekdedir:
Kadınların, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” söz verdiklerini bildiren
Mümtehine sûresindeki âyet-i kerîme, Mekke sehrinin alındıgı gün inmisdir. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” erkeklerle sözlesdikden sonra, kadınlarla
sözlesmege basladı. Kadınlarla yalnız söz ile olup, mubârek eli, kadınların ellerine
dokunmadı. Kötü huylar, kadınlarda, erkeklerden dahâ çok oldugundan, kadınlarla
sözlesirken, erkeklerden dahâ fazla sart, araya kondu. Allahü teâlânın emrlerini
yapmıs olmak için, bunlardan kaçınmak lâzım geldigi bildirildi.
Birinci sart: Allahü teâlâdan baska, hiçbirseye ibâdet etmemekdir. Bir kimse,
baskaları görmek için ibâdet eder veyâ Allahü teâlâ için eder ammâ, baskasının
görmesi de hosuna giderse veyâ ibâdetinde baskasından bir karsılık, meselâ, bir
(Âferin!) sözü beklerse, o kimse, sirkden kurtulmus olmaz ve hâlis muvahhid olmaz.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Küçük sirkden korununuz!).
(Küçük sirk nedir?) diye soruldukda, (Riyâ) buyurdu. Ya’nî baskasına
göstermek için ibâdet etmekdir.
Kâfirlerin bayramlarında, onların yapdıklarını yapmak, hep sirkdir. Hem müslimânlıgı,
hem de kâfirlik ibâdetlerini yapan, (Müsrik)dir. Kâfirligi begenen de müsrikdir.
Müslimân olmak için, kâfirlikden kaçınmak lâzımdır. Mü’min olmak için,
sirkden sıyrılmak sartdır.
Hastalıkdan kurtulmak için, putlardan, heykellerden, papaslardan imdâd beklemek
sirkdir ki, bu hâl müslimânlar arasında yayılmısdır. Ihtiyâclarını putlardan,
heykellerden istemek, kâfirlikdir [Allaha düsmanlıkdır]. Nisâ sûresi, ellidokuzuncu
[59] âyetinde meâlen, (Onlara, kâfirlere inanmayınız dedigim hâlde, onlar kâfirlerin
sözleri ile hareket ediyorlar. Seytân onları aldatıyor) buyuruldu. Kadınların
çogu, bilmiyerek, bu belâya düsüyor. Ne oldukları bilinmiyen bir takım ismlerden
meded bekleyip, bunlarla belâdan kurtulmak istiyorlar. Kâfirlerin âdetlerini,
kâfirlik alâmetlerini yapıyorlar. Bilhâssa, çiçek hastalıgı zemânında, bu belâ, iyilerinde
de, fenâlarında da görülüyor. Bu sirkden kurtulabilen ve kâfirlik alâmetlerinden
birini yapmıyan kadın, çok azdır. Hindûların bayram günlerine [ve atese
tapınanların Nevruz günlerine ve hıristiyanların Noel gecelerine ve diger paskalyalarına]
hurmet etmek ve o zemânlarda, onların âdetlerini, onlar gibi yapmak,
sirk olur. Küfre sebeb olur. Kâfirlerin bayramlarında, müslimânların câhilleri ve
hele kadınlar, kâfirlerin yapdıklarını yapıyor ve bu günleri, müslimân bayramı zan
ediyor ve kâfirler gibi, birbirlerine hediyye gönderiyorlar. Esyâlarını, sofralarını
kâfirlerin yapdıgı gibi, süsliyorlar. O geceleri, baska gecelerden ayırd ediyorlar.
Bunlar hep sirkdir, kâfirlikdir. Sûre-i Yûsüfdeki âyet-i kerîmede meâlen, (Biz, Allahü
teâlânın varlıgına, birligine, herseyi yaratan O olduguna inandık, müslimân
olduk diyenlerin çogu, baskalarına ibâdet ve itâ’at ederek ve dahâ birçok hareketleri
ve sözleri ile, müsrik oluyorlar) buyuruldu. [Üçüncü kısmda, 60. cı maddenin
bas tarafına bakınız!]
Seyhler için, türbeler için kurban adıyorlar. Götürüp mezâr basında kesiyorlar.
Fıkh kitâbları, bunu da sirk saymakdadır. Ba’zı kimseler, dahâ ileri giderek, böyle
kurbanları, cin kurbanı oluyor diyorlar. Dînimiz bunu red ediyor ve sirk sayıyor.
Adak yapmak, çok seklde olur. Hayvân kesmegi adamaga ve bunu kesip cin
kurbanlarından oldu demege ve cinlere tapanlara benzemege ne lüzûm var? [Birinci
kısmda, seksenikinci maddeye ve (Hayât-ül-hayvân) kitâbına bakınız!].
Seyhler için tutdukları oruclar da böyledir. Bir takım ismler uydurup, o ismlere
niyyet ediyor, iftâr zemânı her oruc için, husûsî yemekler sart ediyor ve gün de
ta’yîn ediyorlar. Isleri, bu oruclar sâyesinde oluyor sanıyorlar. Bu da, ibâdetde sirk-
– 778 –
dir. Isleri hâsıl olmak için, baskasına ibâdet etmekdir. Bunun çirkinligini iyi anlamak
lâzımdır. Hâlbuki hadîs-i kudsîde buyuruldu ki, (Oruc benim için tutulur. Onun
karsılıgını ben veririm!). Ya’nî oruc, yalnız benim için tutulur. Bana, orucda baskası
serîk olamaz. Hiçbir ibâdetde, Allahü teâlâya birseyi ortak etmek câiz degil
ise de, yalnız orucu buyurması, bunda sirk yapmamaga çok dikkat olunması içindir.
Ba’zı kadınlar, hîle yaparak, bu orucları, Allah için tutuyoruz ve sevâbını seyhlerimize
hediyye ediyoruz diyor. Bu sözleri dogru ise, oruc için, niçin gün ta’yîn ediyorlar
ve mu’ayyen iftârlık yiyor ve iftâr zemânında çirkin isler yapıyorlar? Çokları
iftârda harâm isliyor. Bu sartları yapabilmek için, dilencilik bile yapıyor ve islerinin
bu harâmlar sâyesinde hâsıl olduguna inanıyor. Bunlar, hep yoldan çıkmakdır.
Seytânın aldatmasıdır.
[(Redd-ül-muhtâr)da (Zebâyıh)ı anlatırken, sonuna yakın diyor ki, (Makâm sâhibleri
gelince, hayvan kesmek harâmdır. Çünki, Allahdan baskası için hayvan kesmek
sirk olur. Keserken Allahü teâlânın ismini söylese de, harâmdır. Eger gelene
yidirmek için keserse, harâm olmaz. Çünki, müsâfire ziyâfet vermek, Ibrâhîm
aleyhisselâmın sünnetidir. Müsâfire ikrâm etmek sevâbdır. (Insana ikrâm için
kesmek, Allahdan baskası için kesmek olur. Bu ise halâl degildir) demenin dogru
olmadıgı (Bezzâziyye) fetvâsında yazılıdır. Böyle söylemek, Kur’ân-ı kerîme,
hadîs-i serîflere ve akla uygun degildir. Kassâb da, para kazanmak için kesiyor. Hâlbuki,
kassâbdaki etlere harâm diyen hiç olmamısdır. Para kazanmak niyyeti ile kesilen
hayvan necs olsaydı, hiçbir kassâb hayvan kesmezdi. Öyle söyliyen câhilin kassâbdan
et almaması, dügün için, akîka için kesilen hayvan etinden yimemesi lâzım
olur.
Bir kimse gelince kesilen hayvan etinden, ona da ikrâm edilirse, ya’nî yidirilirse,
hayvanı Allah için kesmis, fâidesi müsâfire olmus olur. Kassâbın kesdigi de Allah
içindir. Fâidesi, kazancı, kassâbadır. Eger etinden müsâfire yidirmez, hepsi baskalarına
verilirse, Allahdan baskası için kesilmis olur, harâm olur. Görülüyor ki,
bir hayvanın insana ta’zîm için, Allahdan baskası için kesilmesi veyâ Allah rızâsı
için kesilmesi, etinin kesilene yidirilip yidirilmemesi ile ayırd edilmekdedir. Bundan
anlasılıyor ki, temel atılırken, hastalık gelince, hasta iyi olunca hayvan kesmek
halâl olmakdadır. Çünki, etleri fakîrlere yidirilmekdedir. Hamevî de böyle demekdedir.
Dilegi olursa Allah için hayvan kesmegi adak yapmanın da böyle oldugu,
(Bahr-ür-râık)da yazılıdır. Fekat etlerinin yalnız fakîrlere verilmesi lâzımdır. Müsâfir
gelince kesilen hayvan etinden o müsâfire yidirip yidirmemek mühimdir. Etlerin
hepsini ona veyâ baskasına verip vermemek mühim degildir. Onun yidigi hayvanın
etinden baskalarına da verilir. Kesen de alır. Bunun ehemmiyyeti yokdur.
Ona yidirmek ve yidirmemek için, keserken yapılan niyyete bakılır. Keserken onu
ta’zîm etmek niyyet edilmezse, ona bu etden yidirmeyip, baska seyler yidirilmesi,
harâm olmasına sebeb olmaz. Çünki, keserken ona yidirilmesi niyyet edilmisdir.
Bundan anlasılıyor ki, hükûmet adamı gelince, hayvanı keserken ona ta’zîm
etmegi niyyet ederse, etinden ona yidirse de, halâl olmaz. Keserken ona ikrâm etmegi,
yidirmegi niyyet ederse, etinden hiç yidirmeyip, baska seyler yidirse de, halâl
olur.
Kesmek harâm olunca, küfr de olur mu, olmaz mı? Ikisini de söyliyenler oldugu
(Bezzâziyye)de yazılıdır. Niyyet gizli oldugu için, müslimâna kötü gözle bakmamak
ve ihtilâflı konularda küfr damgası basmamak lâzımdır. Bir müslimânın bir
kimseye yaklasması, gözüne girmesi için ona ibâdet edecegi düsünülemez. Hayvan
kesmesi, onu sevdigini göstermek içindir. Sevdigini anlatarak, ona yaklasmak,
dünyâlıga kavusmak istemekdir. Allah için kesmege, insanı ta’zîm etmek karısınca,
harâm olursa da, küfr denilemez. Harâm ile küfr birbirinden çok uzakdır)].
Kadınlardan söz alınan ikinci sart: Hırsızlık etmemekdir. Hırsızlık, büyük günâhlardan
biridir. Çok kadınlar, bu günâha yakalanmısdır. Hırsızlıgın inceliklerin-
– 779 –
den kurtulabilen kadın pek azdır. Bunun için, hırsızlıkdan kaçınmak, ikinci sart oldu.
Kocalarının malını, kocalarının izni olmadan harc eden kadınlar hırsız oluyor.
Bununla, büyük günâha girmis oluyor. Bu hâl, hemen bütün kadınlarda var gibidir.
Hepsinde bu hiyânet hâsıl olmakdadır. Ancak, Allahü teâlânın korudugu az kimse
bundan kurtulmakdadır. Keski, bunun hırsızlık oldugunu, günâh oldugunu bilselerdi.
Bunu, halâl bilenleri çokdur. Halâl bilenlerin kâfir olmaları korkusu çokdur. Allahü
teâlâ, kadınları sirkden men’ etdikden sonra, ikinci olarak, hırsızlıkdan men’
buyurdu. Çünki, bunu halâl sanarak, çogu kâfir olur. Bundan dolayı, bu günâh, kadınlar
için, baska günâhlardan dahâ büyük oldu. Böyle kadınlar, kocalarının mallarını
her zemân alarak hıyânete alısdıklarından, böylece, baskasının malını kullanmanın
çirkinligi kalblerinden kalkar. Baskalarının mallarını da, habersiz kullanmak
kendilerine hafîf gelir. Çekinmeden baskalarının mallarına hıyânet ve hırsızlık eder.
Iyi düsünülürse, böyle olacagı açıkca anlasılır. O hâlde, kadınları hırsızlıkdan men’
etmek, dîn-i islâmda çok ehemmiyyetlidir. Sirkden sonra, onlar için ikinci çirkin sey
bu oldu. [Bir mü’min, kendine sâdık ve emîn olan zevcesini bu büyük günâhdan kurtarmak
için, malını istedigi seklde sarf etmesine önceden izn vermelidir.]
Ilâve: Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” birgün Eshâb-ı kirâmına sorarak:
(Hırsızların büyügü kimdir bilir misiniz?) buyurdu. Bilmiyoruz. Siz buyurun!
dediklerinde: (Hırsızların büyügü, nemâzından çalandır ki, nemâzın erkânını
temâm yapmaz!) buyurdu. Bu hırsızlıkdan da sakınmalıdır ve büyük hırsız olmakdan
kurtulmalıdır. Kalbe hiçbir sey getirmiyerek, niyyet etmelidir. Niyyet dogru
olmazsa, ibâdet sahîh olmaz. Kırâeti dogru okumalıdır. Rükü’ü, secdeleri,
kavmeyi ve celseyi, itmînân ile yapmalıdır. Ya’nî, rükü’den kalkınca tam dikilip,
bir tesbîh mikdârı durmalı ve iki secde arasında dogru oturup yine bir tesbîh
mikdârı öyle durmalıdır. Böylece, kavmede ve celsede, itmînân [ya’nî tumânînet]
hâsıl olur. Böyle yapmıyanlar, hırsızlardan olur ve çok azâblara yakalanır.
[Ibni Âbidîn, (Lukata) bahsinin sonunda buyuruyor ki, Ibni Hacer ve Nevevî
ve baskaları bildiriyor ki, gayb olan, çalınan birseyi bulmak için, [hergün yirmibes
kerre] (Yâ câmi’annâsi li-yevmin lâ raybe fîhi innallahe lâ yuhlif-ül mî’âd icma’ beynî
ve beyne...) düâsını okumalıdır. Buluncaya kadar okumalıdır. Noktaların yerinde,
gayb olan seyin ismini söylemelidir. (Fetâvâ-i kâri-ül-hidâye)de diyor ki, (Murâdı
olan kimse, yatacagı zemân abdest almalı. Temiz bir örtü üzerinde oturup, üç
def’a salevât okumalı. Sonra, herbirine Besmele çekerek on Fâtiha ve sonra onbir
Ihlâs okumalı. Sonra, üç salevât okumalı. Sonra sag yanı üzere, yüzü kıbleye
karsı olarak ve sag elini sag yanagı altına koyarak yatıp uyumalıdır. Niyyet etdigi
seyin nasıl olacagını, bi-iznillah rü’yâda görür). (Bostân-ül-ârifîn) sonunda diyor
ki, Ibni Ömer buyurdu ki, birseyi gayb olan, çalınan kimse, hergün iki rek’at
nemâz kılıp, selâmdan sonra, (Allahümme yâ Hâdî ve yâ Râddeddâlleti, erdid aleyye
dâlletî bi-izzetike ve sultânike fe-innehâ min fadlike ve atâike) okumalıdır. 110.cu
sahîfede yazılı olan istigfâr düâsını okumak da çok fâidelidir.]
Kadınlardan istenilen üçüncü sart: Zinâ etmemekdir. Bu sartı, yalnız kadınlardan
istemek, bu günâhın hâsıl olması, çok def’a onların râzı olmalarına baglı oldugu
içindir ve kendilerini gösterdikleri [erkeklerin kollarına atıldıkları] içindir.
O hâlde, bu günâhın ilk sebebi onlardır. Bu isde, onların rızâları mu’teberdir.
Bunun için, bu amelden, kadınların dahâ kuvvetli men’ edilmeleri îcâb etdi. Bundan
dolayı, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, bu günâhda kadını erkekden evvel söyledi
ve (Kadına ve erkege yüz sopa vurunuz!) buyurdu. Bu günâh insana, dünyâda
ve âhıretde zarar verir ve bütün dinlerde yasak ve çirkin olmusdur. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Zinânın dünyâda üç fenâlıgı vardır:
Biri, güzelligi ve parlaklıgı giderir. Ikincisi, fakîrlige sebeb olur. Üçüncüsü, ömrün
kısalmasına sebeb olur. Âhıretdeki üç zararına gelince, Allahü teâlânın gadabına
sebeb olur. Ikincisi, süâlin, hesâbın fenâ geçmesine sebeb olur. Üçüncüsü, Ce-
– 780 –
hennem atesinde azâb çekmege sebeb olur). Bir hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Yabancı
kadınlara bakmak, gözlerin zinâsıdır. Onları tutmak, ellerin zinâsıdır. Onlara
gitmek, ayakların zinâsıdır). Nûr sûresindeki otuzuncu âyet-i kerîmede meâlen,
(Mü’minlere söyle, yabancı kadınlara bakmasınlar ve zinâ etmesinler! Ve mü’min
kadınlara söyle! Onlar da, yabancı erkeklere bakmasınlar ve zinâ etmesinler!) buyruldu.
Kalb, göze tâbi’dir. Gözler harâmdan sakınmazsa, kalbi korumak güç olur.
Kalb, harâma dalarsa, zinâdan sakınmak güç olur. O hâlde, îmânı olanların, Allahü
teâlâdan korkanların, harâma bakmaması lâzımdır. Ancak bu sûretle, kendini korumak,
dünyâ ve âhıretde zarardan kurtulmak mümkin olur. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde
kadınların, kızların, yabancı erkeklerle yumusak sesle, nezâketle konusmalarını,
böylece kötü adamların kalblerine fenâlık getirmelerini men’ buyurmakda,
buna sebeb olmıyacak seklde söylemelerini istemekdedir. Kadınların, yabancı erkeklere
süslenmelerini yasak etmekdedir. Bileyziklerinin sesini duyurmamak için, yavas,
sessiz yürümelerini emr etmekdedir. Ya’nî fıska, günâha sebeb olan hersey de günâhdır.
O hâlde günâha, harâma sebeb olan seylerden kaçmak lâzımdır.
(Safizm), ya’nî kadınların, yabancı kadınlara sehvet ile bakması ve dokunması,
kadınların, kocasından baskasına, erkek ve kadın, kim olursa olsun, yabancıya
süslenmeleri câiz degildir. Erkeklerin homoseksüel olması, ya’nî oglanlara sehvet
ile bakmaları ve dokunmaları harâm oldugu gibi, kadının da homoseksüel olması,
ya’nî kadına sehvet ile dokunması ve bakması harâmdır. Dünyâda ve âhıretde
felâketlerden kurtulmak için, bu incelikleri iyi gözetmek lâzımdır. Erkekle kadın,
baska cinsden oldukları için, bir araya gelmeleri gücdür. Kadının kadına yaklasması
böyle olmayıp kolaydır. Bunun için kadının kadına bakmasını ve dokunmasını,
erkegin kadına ve kadının erkege bakmasından dahâ siddetle men’ etmelidir.
[(Pedérastie)nin, ya’nî gulâmpâreligin Romalılarda ve eski Yunanlılarda ve Ingilterede
yaygın oldugu, doktor Fahreddîn Kerîmin 1343 [m. 1925] târîhli, (Gayr-i
tabî’î asklar) kitâbında uzun yazılıdır].
Kadınlardan istenilen dördüncü sart: Çocugunu öldürmemekdir. O zemân, kadınlar,
fakîrlikden korkarak, kızlarını öldürürlerdi. Bu çirkin hareket, haksız yere
câna kıymak oldugu gibi, evlâd hakkını da tanımamakdır ve her ikisi de büyük
günâhdır. [Çocuk aldırmak da böyledir. Ibni Âbidîn, besinci cild, ikiyüzyetmisaltıncı
[276] sahîfede diyor ki, (Özrsüz, çocuk düsürmek, herhâlinde harâmdır.
Ananın veyâ süt emen diger çocugun ölümüne sebeb olan bir özr varsa, uzvları tesekkül
etmeden düsürmek câiz olur.) Uzvlar yüzyirmi gün sonra tesekkül eder denildi.
Cânlı çocugu almak da, aldırmak da harâmdır. Çocuk olmaması için önceden
tedbîr almak, meselâ prezervatif kullanmak câizdir. Fakîrlikden dolayı iyi bakamamak,
besliyememek korkusu, çocuk düsürmek için özr olmaz. Din düsmanlarının
yasaklamasından dolayı, din bilgisi verememek, islâm terbiyesi ile yetisdirememek
korkusu özr olur. Çocugun râhat tevellüd etmesi için (Bostân-ül-ârifîn)
sonunda diyor ki, Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” buyurdu ki,
bir tas, tabak içine (Bismillâhillezî lâ ilâhe illâ huv El-Halîm-ül Kerîm. Sübhâne
Rabbil’ Ars-il’azîm Elhamdülillahi Rabbil’ âlemîn) ve sonra (Nâzi’ât) sûresinin son
âyetini ve Ke-ennehüm’den i’tibâren (Ahkaf) sûresinin son âyetini islâm harfleri
ile yazıp, eritip anasına içirmelidir.
Ibni Âbidîn, besinci cild, 249. cu sahîfede ve (Berîka)da ve (Hadîka)da, ferc âfetlerinde
diyor ki, (Kassâb hayvanlarını, semizlemeleri için, ihsâ etmek [kısırlasdırmak]
câizdir. Diger hayvanları ve insânları ihsâ harâmdır.)]
Kadınlardan istenilen besinci sart: Bühtân ve iftirâ etmemekdir. Bu günâh, kadınlarda
çok oldugundan onlara sart edildi. Iftirâ büyük günâhdır ve çok fenâdır.
Bunda yalan söylemek de vardır ki, yalan, her dinde harâmdır. Iftirâda bir mü’mini
incitmek de vardır ki, bu da, baskaca harâmdır. Bunlardan baska, iftirâ etmek,
yeryüzünde fesâd çıkarmaga, ortalıgı karısdırmaga sebeb olur ki, bu da harâmdır.
– 781 –
Altıncı sart: Peygamber “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin her emrine
itâ’at etmekdir. Bu sart, bütün farzları, sünnetleri yapmak ve bütün yasaklardan
kaçınmak demekdir ve islâmın bes sartını bildirmekdedir.
Islâmın bes sartından biri, nemâzdır. Bes vakt nemâzı üsenmeden, seve seve kılmalıdır.
Malın zekâtını, emr edilen yerine, hevesle vermelidir. Ramezân-ı serîf orucu,
bir senelik günâhların afvına sebebdir. Oruc tutmakdan zevk almalıdır. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Hac edenin geçmis günâhları afv
olur!). Kâ’be-i mu’azzamaya gidip hac etmegi büyük kazanc bilmelidir. Vera’ ve
takvâyı elden bırakmamalıdır. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu
ki: (Dînin diregi vera’dır). Içki içmemelidir. Serhos yapan hersey, serâb gibi harâmdır.
Mûsikîden de kaçınmalıdır ki, lehv ve la’bdir. Ya’nî nefsin istedigi fâidesiz
isdir ve harâmdır. Bir hadîs-i serîfde, (Mûsikî, zinâya yol açar) buyuruldu.
Müslimânları gîbet etmek, ya’nî kötülemek niyyeti ile çekisdirmek, iki müslimân
arasında söz tasımak, mûsikîden dahâ büyük harâmdır. [Zimmîyi gîbet etmenin de
harâm oldugu, (Behcet-ül-fetâvâ)da yazılıdır.] Bunlardan kaçınmak lâzımdır.
Müslimânla alay etmek, kalbini kırmak da harâm olup, sakınmak lâzımdır.
Ugursuzluga inanmamalı, te’sîr eder sanmamalıdır. (Rûh-ul-beyân)da, Tevbe
sûresi, otuzyedinci âyetinin tefsîrinde diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” tesrîf edince, günlerin mü’minlere ugursuz olmaları kalmadı). Bir hastalıgın
saglam insana elbette geçecegini kabûl etmemelidir. Allahü teâlâ dilerse
geçer, dilemezse geçmez. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:
(Müslimânlıkda, ugursuzluk ve hastalıgın saglam kimseye muhakkak geçmesi
yokdur). [Bununla beraber, tehlükeli seylerden, sübheli yerlerden kaçınmak vâcibdir.
Hastalıga yakalanmamak için tedbîr almalıdır.] Kâhinlere, falcılara inanmamalıdır.
Bilinmiyen seyleri bunlara sormamalıdır. Bunları gaybleri bilir sanmamalıdır.
[(Serh-ı akâid) kitâbının basında diyor ki, (Insanın birseyi bilmesi, his organı
ile, güvenilir haber ile veyâ akl ile olur. His organları besdir. Güvenilir haber
ikidir: Tevâtür ve Peygamber haberleri. Tevâtür, her asrın güvenilen insanlarının
hepsinin söylemesidir. Akl ile bilmek de ikidir: Düsünmeden hemen bilinirse, (Bedîhî)
denir. Düsünmekle bilinirse, (Istidlâlî) denir. Herseyin, kendi parçasından
büyük oldugu bedîhîdir. Hesâbla edinilen bilgiler istidlâlîdir. His organları ve
akl ile birlikde hâsıl olan bilgiler, (Tecrübî)dir). Görülüyor ki, islâm dîninin, hesâbın
ve tecribenin bildirmedigi seylere (Gayb) denir. Gaybi ancak, Allahü teâlâ
ve Onun bildirdikleri bilir.]
(Sihr), ya’nî büyü yapmamalıdır ve sihr yapdırmamalıdır, harâmdır ve küfre en
yakın olan, en fenâ harâmdır. Sihre âid ufak birsey yapmamaga çok dikkat etmelidir.
Hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Müslimân sihr yapamaz. Allah saklasın îmânı
gitdikden sonra, sihri te’sîr eder.) Sanki sihr yapınca, îmânı gider.
[Imâm-ı Nevevî “rahmetullahi aleyh” dedi ki: (Sihr yaparken küfre sebeb olan
kelime veyâ is olursa, küfrdür. Böyle kelime veyâ is bulunmazsa, büyük günâhdır).
Sihr insanları hasta yapar. Sevgi veyâ muhabbetsizlik yapar. Ya’nî cesede ve rûha
te’sîr eder. Sihr, kadınlara ve çocuklara dahâ çok te’sîr eder. Sihrin te’sîri
kat’î degildir. Ilâcın te’sîri gibi olup, Allahü teâlâ, isterse te’sîrini yaratır. Istemezse,
hiç te’sîr etdirmez. Açlık çekerek, sıkıntılı isler yaparak, nefsini ezen, harâm
islemekden zevk alamaz hâle getiren kâfirlerin yapdıgı sihr te’sîr etmekdedir.
Böyle papasların sihr çözmeleri de te’sîrli olmakdadır. Simdiki papaslar, dünyâ
zevklerine düskün ve nefsleri azgın oldugundan, sihr yapamaz ve bozamazlar.
Bir sâhir, sihr ile istedigini elbette yapar, sihr muhakkak te’sîr eder diyen ve inanan
kâfir olur. Sihr, Allahü teâlâ takdîr etmis ise, te’sîr edebilir, demelidir. Büyü
yapılmıs olan kimse, (Mevâhib-i ledünniyye) tercemesi ikinci cildi, yüzseksenyedinci
[187] sahîfedeki âyet-i kerîmeleri ve düâları ve arabî (Teshîl-ül-menâfi’)
sonundaki (Âyât-i hırz)ı sabâh ve ikindi nemâzlarından sonra, yedi gün birer
– 782 –
kerre okur ve boynuna asarsa, sifâ bulur. Bir mikdâr suya, (Âyet-el-kürsî) ve
(Ihlâs) ve (Mu’avvizeteyn) okumalı. Büyülenmis kimse bundan üç yudum içmeli,
kalan ile gusl abdesti almalıdır. Sifâ bulur. (Ibni Âbidîn)de, hastalık sebebi ile
bosanmakda, (Zerkânî)nin 7.ci cild, 104. cü sahîfesinde ve (Mevâhib-i ledünniyye)
tercemesinde diyorlar ki, (Sidr agacının yesil yapragından yedi adedi iki tas arasında
ezilip su ile karısdırılır. Üzerine Âyet-el-kürsi, Ihlâs ve Kul-e’ûzüler okunur.
Üç yudum içip, gusl edilir). Sidr, Lotus denilen yabânî kiraz [Kâzib abanoz] agacıdır.
(Mekâtîb-i serîfe)nin doksanaltıncı mektûbunda diyor ki, (Hâcetlere kavusmak
için, iki rek’at nemâz kılıp, sevâbını (silsile-i aliyye)nin rûhlarına hediyye etmeli,
bunların hurmeti için diyerek düâ etmelidir).
Mevlânâ Muhammed Osmân sâhib “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fevâid-i Osmâniyye)
kitâbının yüzüçüncü sahîfesi sonunda buyuruyor ki, (Sihr ve cadı, ya’nî büyü
âfetlerinden kurtulmak için, üç kerre Salevât-ı serîfe okumalı, sonra yedi Fâtiha,
yedi Âyet-el-kürsî, yedi Kâfirûn sûresi, yedi Ihlâs-ı serîf, yedi Felak ve yedi Nâs
sûreleri okuyup kendi üzerine veyâ hasta üzerine üflemelidir. Bunları tekrâr okuyup,
büyülenmis olanın odasına, yatagına, evin her yerine, bagçesine üflemelidir.
Insâallahü teâlâ, büyüden halâs olur. [Buna karsılık ücret almamalıdır.] Bütün hastalıklar
için de iyidir. Tarlaya bereket gelmesi için, mahsûlün usrunu vermeli, sonra
Eshâb-ı Kehfin ismleri dört kâgıda yazılıp, ayrı ayrı sarılıp, tarlanın ayak basmıyan
dört kösesine defn edilmelidir. Sabâh ve yatsı nemâzlarından sonra büyük âlimlerin
[silsile-i aliyyenin] ismlerini, sonra Fâtiha-i serîfeyi okuyarak rûhlarına gönderip,
onları vesîle ederek yapılan düânın kabûl oldugu tecribe edilmisdir). 148.ci
sahîfesinde ve (Rûh-ul-beyân)da diyor ki, (Eshâb-ı Kehfin ismleri yazılı kâgıdı evinde,
üstünde bulundurmak da, korur. Bereket verir). Roma imperatörlerinden Domityanus
veyâ Dokyanus denilen kimse, çok rezîl, zâlim ve putperest idi. Tanrılıgını
i’lân etdi. 95 de öldürüldü. Efsus, ya’nî Tarsus sehrine gelince, yedi genç Îsâ aleyhisselâmın
dînini bırakmayıp, sehrin onbes kilometre simâl garbîsinde bir magarada
saklandılar. Üçyüzdokuz sene devâmlı uyudular. Imperatör Teodos zemânında
uyanıp Aryüsün talebeleri ile konusdular. Tekrâr uyudular. Teodos putperestligi
yıkdı. Nasrâniyyeti yaydı. Magaraya gidip Eshâb-ı Kehf ile görüsdü. Düâlarını aldı.
Magara kapısında bir mescid yapdı. 395 de öldü. Abbâsî halîfelerinin yedincisi
olan Me’mûn, Hârûn Resîdin oglu olup, kabri Tarsusdadır. (Eshâb-ı Kehfin
ismleri), Yemlîhâ, Mekselînâ, Mislînâ, Mernûs, Debernûs, Sâzenûs, Kefestatayyûs
ve köpekleri Kıtmîrdir. Ehl-i Bedrin ismleri ile tevessül, sifâ ve bereket verdigi, Kabânînin
(Esmâ-i Ehl-i Bedr) kitâbında yazılıdır. Bu kitâb Bombayda basılmısdır.
Nazar degmesi hakdır. Ya’nî, göz degmesi dogrudur. Ba’zı kimseler, birseye bakıp,
begendigi zemân, gözlerinden çıkan suâ’ zararlı olup cânlı ve cânsız, herseyin
bozulmasına sebeb oluyor. Bunun misâlleri çokdur. Fen, belki birgün, bu
suâ’ları ve te’sîrlerini anlıyabilecekdir. Nazarı degen kimse, hattâ herkes, begendigi
birseyi görünce (Mâsâallah) demeli, ondan sonra o seyi söylemelidir. Önce
Mâsâallah deyince, nazar degmez. Nazar degen veyâ korkan çocuk için, çöp yakıp
etrâfında döndürerek tütsülemek veyâ ergimis mumu bası üzerinde suya
dökmek [ve kursun dökmek] câiz oldugu, (Fetâvâ-yı Hindiyye)de yazılıdır. (Fâtiha,
Âyet-el-kürsî ve E’ûzü bi-kelimâtillâhittâmmeti... okumak) hadîs-i serîfde
emr edildigi (Teshîl) 76.cı sahîfede yazılıdır. (Mevâhib)de ve (Medâric)de diyor
ki, (Imâm-ı Mâlike göre “rahmetullahi teâlâ aleyh”, demirle, tuzla, iplik dügümlemekle
ve mühr-i Süleymânla Rukye yapmak mekrûhdur).
(Rukye), okuyup üflemek veyâ üzerinde tasımak demekdir. Âyet-i kerîme ile ve
Resûlullahdan gelen düâlar ile Rukye yapmaga, (Ta’vîz) denir. Ta’vîz câizdir ve inanan,
güvenen kimseye fâide verir. Ta’vîz yazılı muskayı [musamba, naylon gibi su
geçirmez seylere] sarılı olarak cünübün tasıması ve halâya girilmesinin câiz oldugu
(Halebî)de ve (Dürr-ül-muhtâr)da, tahâret bahsi sonunda [s. 119 da] yazılıdır.
– 783 –
Ma’nâsı bilinmiyen veyâ küfre sebeb olan rukyeyi okumaga, (Efsûn) denir. Bunu
veyâ nazarlık denilen seyleri kendi üzerinde tasımaga, (Temîme) denir. Muhabbet
hâsıl etmek için yapılan rukyelere, (Tivele) denir. Ibni Âbidîn besinci cild, ikiyüzotuzikinci
[232] ve ikiyüzyetmisbesinci [275] sahîfelerinde ve (Mevâhib)de ve
(Medâric)de yazılı hadîs-i serîfde, (Temîme ve Tivele sirkdir) buyuruldu. Ibni
Âbidîn burada, nazar degmemek için tarlaya kemik, hayvân kafası koymak câiz oldugunu
bildirmekdedir. Bakan kimse, önce bunu görüp tarlayı sonra görür. Mâvi
boncuk ve baska seyleri bu niyyet ile tasımanın (Temîme) olmıyacagı, câiz olacagı
buradan anlasılmakdadır. Nazar degen kimseye sifâ için (Âyet-el-kürsî), (Fâtiha),
(Mu’avvizeteyn) ve (Nûn sûresi)nin sonundaki iki âyeti okumak muhakkak iyi
geldigi, fârisî (Medâric-ün-Nübüvve) kitâbında ve (Mevâhib-i ledünniyye) tercemesi
ikinci cild, [179]. cu sahîfesinde yazılıdır. Bu iki kitâbdaki ve (Teshîl-ül-menâfi’)
kitâbının ikiyüzüncü [200] sahîfesinde yazılı düâları okumak da fâidelidir. Düâların
en kıymetlisi ve fâidelisi (Fâtiha) sûresidir. (Tefsîr-i Mazherî) son sahîfesinde
diyor ki, (Ibni Mâcede yazılı, hazret-i Alînin bildirdigi hadîs-i serîfde, (Ilâcların en
iyisi Kur’ân-ı kerîmdir) buyuruldu. Hastaya okunursa, hastalıgı hafîfler). Eceli
gelmemis ise, iyi olur. Eceli gelmis ise, rûhunu teslîm etmesi kolay olur. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” gam, gussa, sıkıntıyı gidermek için, (Lâ ilâhe illallâhül’azîm-
ül-halîm lâ ilâhe illallâhü Rabbül-Ars-il’azîm lâ ilâhe illallahü Rabbüs-semâvâti
ve Rabbül-Erdı Rabbül’Ars-il-kerîm) okurdu. (Bismillâhirrahmânirrahîm
ve lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ billâhil’ aliyyil’azîm) okumak, sinir hastalıgına ve bütün
hastalıklara iyi geldigini Enes bin Mâlik haber vermisdir. Harâm isliyenin ve kalbi
gâfil olanın düâsı kabûl olmaz. Mâide sûresinde Allahü teâlânın yaratması için,
vesîleye, ya’nî sebeblere yapısmak emr olunmakdadır. Te’sîri kat’î olan sebeblere
yapısmak farzdır. Meselâ, Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavusmak için, islâmiyyete
uymak ve düâ etmek emr olundu. Diger sebebler ve te’sîrleri açıkca bildirilmedigi
için bunlara uymak sünnet oldu. Peygamberlerin ve Evliyânın rûhlarından ve
ilâclardan sifâ beklemek ve dertlerden, belâlardan kurtulmak için bunları vesîle yapmak
sünnet oldu. Vehhâbîler bu sünnete sirk, küfr diyerek, âyet-i kerîmeyi inkâr ediyorlar.
Rûhların vesîle oldugu (Kıyâmet ve Âhıret) kitâbının ikiyüzyirmisekizinci
ve sonraki sahîfelerinde açıkca yazılıdır. Ehl-i sünnet i’tikâdında olmıyanın düâsı fâide
vermez. Allahü teâlâ, herseyi bir sebeb ile yaratmakdadır. Birseye kavusmak istiyen,
o seyin sebebine kavusmak için düâ etmelidir. Sebebine kavusunca, bu sebebe
yapısır. Insana sıhhat, sifâ vermek için, düâ etmegi, sadaka vermegi ve ilâc kullanmagı
sebeb yapmısdır. Âyet-i kerîme veyâ düâ bir çanaga yazılır. Yâhud kâgıda
yazılıp, kâgıd çanaga konur. Üzerine su konur. Yazı eriyince, hergün içilir. Yâhud,
bu kâgıdı muska yapıp, üzerinde tasır. Yâhud, bunları okuyup, iki avucuna üfürür.
Avuçları ile vücûdünü sıvar. (Tibyân tefsîri) son sahîfesinde diyor ki, (Âise vâldemiz
buyurdu ki, Resûlullahın bir yerinde agrı olsa iki Kûl e’ûzü sûresini okuyup, mubârek
avucuna üfler, elini agrı olan yere sürerdi). Düâ ve ilâc, ömrü uzatmaz. Eceli
geleni ölümden kurtarmaz. Ömür, ecel bilinmedigi için, düâ etmek, ilâc kullanmak
lâzımdır. Eceli gelmemis olan, sıhhata, kuvvete kavusur. Sifâyı ilâcdan degil,
Allahü teâlâdan beklemelidir. Muhammed Ma’sûm “rahmetullahi aleyh” (Mektûbât)
da buyuruyor ki, (Murâd için âyet-i kerîme ve düâyı izn alarak okumalı demislerdir).
Izn veren, onu kendine vekil etmis olur. Meshûr bir Âlimin, Velînin kitâbında
(okumalıdır) yazmıs olması, izn vermek olur. Izn vereni ve iznini düsünerek okuyunca,
o zât okumus gibi fâideli, te’sîrli olur. Kur’ân-ı kerîmi ve düâyı ücret ile okumak,
ya’nî okuması için, önceden birsey istemek büyük günâhdır. Istemesi ve alması
harâm olur ve okudugunun fâidesi olmaz. Birsey istemeyip, sonradan verilirse,
hediyye olur. Hediyyeyi alması câiz olur. (Fetâvâ-i fıkhiyye)nin otuzyedinci [37]
sahîfesinde diyor ki, (Kâfirlere gönderilen mektûbda Kur’ân-ı kerîmden bir iki
âyet yazmak câizdir. Fazla yazılmaz. Bir iki âyet de, onlara va’z için veyâ huccet,
vesîka olarak câiz olur. Kâfir, muskanın fâidesine inansa bile, ona âyet-i kerîme ile
– 784 –
mubârek ismler ile muska yazmak câiz olmaz. Harâm olur. Harfleri ayrı ayrı yazmakla
da câiz degildir. Ister müslimân yazsın, ister kâfir yazmıs olsun, bir muskayı
kullanmak için, içinde küfr veyâ harâm olan yazının bulunmadıgını bilmek lâzımdır).
(Mevâhib-i ledünniyye)de diyor ki, (Üç sart bulununca, Rukye câiz olur:
Âyet-i kerîme ile veyâ Allahü teâlânın ismleri ile olmakdır. Arabî lisânı ile veyâ
ma’nâsı anlasılan lisân ile olmalıdır. Rukyenin, ilâc gibi olup, Allahü teâlâ dilerse
te’sîr edecegine, te’sîrini Allahü teâlânın verdigine inanmakdır. Göz degen kimseye,
Peygamber efendimizin bildirdigi su ta’vîzi okumalıdır: (E’ûzü bikelimâtillâhittâmmâti
min serri külli seytânın ve hâmmatin ve min serri külli aynin lâmmetin).
Bu ta’vîz her sabâh ve aksam üç def’a okunup kendi üzerine veyâ yanındakilerin
üzerine üflenirse, göz degmesinden ve seytânların ve hayvanların zararından korur).
Bir kimseye okurken, E’ûzü yerine (Ü’îzüke) denir. Iki kisiye okurken (Ü’îzükümâ)
denir. Ikiden fazla kimseye okurken, (Ü’îzüküm) demelidir].
Hulâsa, Muhbir-i sâdık [ya’nî hep dogru söyleyici] ne bildirdi ise ve Ehl-i sünnet
âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” din kitâblarında ne yazdı ise, onları
yapmaga canla basla çalısmalıdır. Bunların aksini siddetli zehr bilmelidir ki,
sonsuz ölüme sürüklerler. Ya’nî, ebedî ve çesid çesid azâblara sebeb olurlar.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin huzûrunda bulunan
kadınlar, bunların hepsini kabûl etdi ve yalnız söz ile ahd etdiler. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” bunlara hayr düâ etdi ve afvlarını diledi. Bu düâlarının
kabûl oldugu tam umulur ve hepsinin afv oldugu ma’lûm olur. Ebû Süfyânın zevcesi
ve Mu’âviyenin “radıyallahü anhümâ” annesi olan Hind “radıyallahü anhâ”
bunların arasında idi ve hattâ baskanları idi. Kadınlar nâmına o konusmusdu. Bu
ahdından ve bu istigfâr düâsına kavusmasından dolayı, kazandıgı çok umulur.
Müslimân kadınlardan herhangisi de, bu sartları kabûl ederek, bunlara uyarsa,
bu sözlesmege dâhil sayılır ve bu düâdan fâidelenir. Nisâ sûresi, yüzkırkyedinci [147]
âyetinin meâl-i serîfi: (Allahın ni’metlerine sükr eder ve îmân ederseniz, Allah size
niçin azâb etsin?)dir. Ya’nî azâb etmez. Allahü teâlâya sükr etmek, Onun dînini
kabûl etmek demekdir ve islâmiyyetin ahkâmını yapmak demekdir. [Bunu,
102.ci sahîfedeki onyedinci [17] mektûb tercemesinde okuyunuz!]. Cehennemden
kurtulmak için, i’tikâdda ve amelde, dînin sâhibine “sallallahü aleyhi ve sellem”
uymakdan baska çâre yokdur. Üstâd aramakdan maksad, islâmiyyeti ögrenmekdir.
Onlardan görerek, i’tikâdda ve islâmiyyete uymakda kolaylık elde etmekdir.
Yoksa, istedigini yapıp, istedigini yiyip de, mürsidin etegine yapısarak azâbdan kurtulmak
yokdur. Böyle sanmak, tam bir hayâle kapılmakdır. Kıyâmetde izn verilmeden
kimse, kimseye sefâ’at edemiyecekdir. Izn alan da, râzı olduguna sefâ’at edecekdir.
Râzı etmek için islâmiyyete uymak lâzımdır. Bundan sonra, insanlık îcâbı
kusûru bulunursa, ancak böyle kusûrlar, sefâ’atle afv olacakdır.
Süâl: Kusûrlu olan, günâhı olan kimseden râzı olurlar mı?
Cevâb: Allahü teâlâ, onu afv etmek isterse ve afv için sebeb araya korsa, o kimse,
görünüsde günâhı bulunsa bile, elbette râzı olunmuslardan demekdir. Allahü
teâlâ hepimizi râzı oldugu kullardan eyliye! Âmîn.
TENBÎH: Sihr (Büyü): Cinlerin insanlarda yapdıkları hastalıklardır. Müslimân
cinlerden insanlara zarar gelmez. Cinler her seklde görünür. Kâfir cinler, sâlih insan
sekline de girer. Kâfir insanlar gibi, bir iyilik yapınca, küfre, fıska da sebeb olurlar.
Arkadaslık etdigi insanın gösterecegi kimselerde hastalık, sihr yaparlar. Bu hastalıkdan
kurtulmak için, bu cinni öldürmek veyâ kovmak lâzımdır. Cinnin zararından
kurtulmak için, en te’sîrli iki silâh, (Kelime-i temcîd) ve (Istigfâr düâsı)dır. Kelime-
i temcîd, (Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm)dir. Bunu okuyandan
cinlerin kaçdıgını, büyünün bozuldugunu, imâm-ı Rabbânî 174.cü mektûbunda
ve istigfâr düâsının, derdlere devâ oldugu hadîs-i serîflerde bildirilmisdir.
– 785 – Se’âdet-i Ebediyye 3-F:50
3 — ISLÂMIYYETDE KESB VE TICÂRET
Asagıdaki yazı, (Rıyâd-un-nâsıhîn)den terceme edildi:
Kesb, halâl mal kazanmak demekdir. Bütün ibâdetlerin kabûl olması, halâl
lokmaya baglıdır. Hadîs âlimi Ahmed bin Abdüllah Isfehânî, (Hilyet-ül-evliyâ) kitâbında
diyor ki, (Büyüklerden çogu buyurdu ki, ibâdetler on kısmdır: Dokuz
kısmı halâl kazanmakdır. Bir kısmı da bildigimiz bütün ibâdetlerdir). O hâlde,
mü’minler halâl kazanmaga çalısmalıdır. Harâmdan ve sübhelilerden kaçınmalıdır.
Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” buyuruyor ki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi
ve sellem” isitdim. Buyurdu ki, (Allahü teâlâ güzeldir. Yalnız güzel yapılan ibâdetleri
kabûl eder. Allahü teâlâ, Peygamberlerine emr etdigini, mü’minlere de emr
etdi ve buyurdu ki, ey Peygamberlerim! Halâl yiyiniz ve sâlih, iyi isler yapınız!
Mü’minlere de emr etdi ki, ey îmân edenler! Sizlere verdigim rızklardan halâl olanları
yiyiniz!). Resûl “aleyhisselâm” sözüne devâm ederek buyurdu ki, (Uzak yoldan
gelmis, saçı sakalı dagılmıs, yüzü gözü toz içinde bir kimse, ellerini göke dogru
uzatıp düâ ediyor. “Yâ Rabbî!” diye yalvarıyor. Hâlbuki yidigi harâm, içdigi harâm,
gıdâsı hep harâm. Bunun düâsı nasıl kabûl olur?). Ya’nî harâm yiyenin düâsı
kabûl olmaz buyurdu. Iste harâmı, halâli, sübhelileri ve fâizi bilmiyen, bunları
birbirinden ayıramıyan, harâmdan kurtulamayıp, ibâdetleri bosuna gider.
En üstün kesb yolu, silâhla ve kalemle cihâddır. Ikinci derecede ticâret, üçüncüsü
zirâ’at, dördüncüsü san’atdir. Demek ki, kıymetli kazanç yolu, bu dördüdür.
[Cihâd, insanların islâmiyyeti isitmelerine ve müslimân olmalarına mâni’ olan
zâlimleri, sömürücüleri ortadan kaldırarak, insanların müslimân olmakla sereflenmeleri
için yâhud müslimânlara saldıran kâfir, zâlim ordularına karsı müslimânların
mallarını, canlarını ve ırzlarını, nâmûslarını korumak için, can ile, mal ile, propaganda
ile harb etmek, savasmak demekdir. Cihâdı devlet yapar. Milleti sulh zemânında
cihâda hâzırlamak, yetisdirmek, devletin vazîfesidir. Müslimânların cihâd
yapması, cihâd sevâbına kavusması, devletin cihâd yapmak veyâ cihâda hâzırlanmak
için yapdıgı da’vete, çagrıya ve kumandanların emrlerine itâ’at etmesi, askerlik
vazîfesini yapması demekdir. Devletin izni ve kumandanının emri olmadan,
herkesin baskasına saldırması, cihâd olmaz. Çapulculuk, eskıyâlık olur. Büyük günâh
olur. Ibni Âbidîn diyor ki, (Devletin harb etmesi, bunun için de, zemânın en
mükemmel silâhlarını yapması, milletin de, devlete yardım, itâ’at etmesi vâcibdir.
Devletin, askerce ve silâhca dahâ üstün olan düsmana harb i’lân etmesi, câiz degildir.
Düsman hücûm edince, herkesin cihâd etmeleri farz olur ise de, arzû edip
de, devlet ve ordu, harb etmedigi için veyâ men’ olundugu için cihâd edememek
günâh olmaz. Harb edince, bos yere ölecekleri, etmezlerse esîr olacakları biliniyorsa,
harb etmeleri lâzım olmaz. Müslimânların herhangi sûret ile helâk olmalarından
korkulursa, kâfirlere mal vererek sulh olunur). [Buradan anlasılıyor ki, zulmden,
fitneden kurtulmak için, mal vermek câiz olmakdadır.] Kâfirler istîlâ ederse,
Dâr-ül-islâma hicret edilir. Hicret edemezse ve gelen kâfir devlet zulm ederse, zulm
yapmıyan kâfir memleketine hicret edilir.
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (Müslimânların adedi, kâfirlerin yarısından az
degil ise ve silâhları var ise, kaçmaları halâl olmaz. Silâhları yok ise, silâhlı olan düsmandan
kaçmaları câiz olur. [Meselâ füzesi yok ise, füzesi olan düsmandan kaçması
câiz olur.] Bunun gibi, bir kisinin üç kisiden kaçması câiz olur. Adedleri onikibin
olan ordunun, katkat fazla olan düsmandan kaçması halâl olmaz. Düsmanın
silâh atesi ile hedef aldıgı yerden kaçmak câizdir).
Cihâd hakkında, fıkh kitâblarında uzun bilgi verilmekdedir. Bilhâssa imâm-ı Muhammed
Seybânînin (Siyer-i kebîr) kitâbını, allâme, sems-ül-eimme Serahsî serh
etmis ve bunu, Ayntablı Muhammed Münîb efendi türkceye terceme etmis ve
[1241] de basılmıs olup, cihâda âid ince bilgileri hâvî büyük bir kitâbdır.
– 786 –
Kesbin besinci yolu, hizmetdir. Yûsüf “aleyhisselâm”, Enbiyâ-i ülil-emr-i velebsârdan
oldugu hâlde, kulların sıkıntıda oldugunu görüp, hükûmet reîsi kâfir oldugu
hâlde, ona giderek vazîfe istedi. Böylece, insanlara hizmet etdi. O hâlde, kullara
hizmet edecegini bilen ve bunu kendinden baska yapacak kimsenin bulunmadıgını
gören, bu vazîfeye bir zâlimin geçmesini önlemek ve müslimânlara hizmet
etmek için, kâfir olan âmirden bile vazîfe istemelidir. Münhal imâmlıgı, müftîligi,
vâ’ızlıgı, ögretmenligi, polisligi istid’â, ya’nî taleb etmelidir. Bir iyilik yapamasa da,
hiç olmazsa, müslimânların zararına çalısmagı önlemek de ibâdet olur. Vazîfeden
isti’fâ etmek de, bunun için, câiz degildir.
Kesb, malı artdırır. Fekat, rızkı artdırmaz. Rızk, mukadderdir. Insanlar (Müsevves-
üz-zihn) yaratıldıgı için, kesb etmek emr olundu. Rızk, ma’âsa, mala, çalısmaga
baglı degildir. Böyle olmakla berâber, çalısmak lâzımdır. Çünki, ef’âl-i ilâhiyye,
sebebler altında tecellî eder. Âdet-i ilâhiyye böyledir. Fekat, ba’zan, denenilen
sebeb elde edilir de, fi’l hâsıl olmıyabilir. Yâhud, sebebsiz de, hâsıl olabilir].
Abdüllah bin Mes’ûd “radıyallahü anh” buyuruyor ki, alıs veris, ya’nî ticâret ilmini
bilmiyen fâiz yir. Imâm-ı Begavî, (Mesâbîh) kitâbında bildiriyor ki, gasîl-ülmelâike
adı ile sereflenmis olan Hanzalanın oglu Abdüllah “radıyallahü anhümâ”
dedi ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bile bile bir dirhem
gümüs degerinde fâiz yimek, otuz zinâdan dahâ çok günâhdır).
Mal mü’minin yardımcısıdır. Çalısınız, halâl kazanınız! Öyle bir zemânda bulunuyorsunuz
ki, muhtâc olursanız, dîninizi verip alırsınız. Dîni verip de yimemek
için, alın teri ile yimelidir. Hadîs-i serîfde, (Elinin emegi, alnının teri ile yi, dînini
satıp yime!) buyuruldu. Bir hadîs-i serîfde, (Halâle, harâma dikkat ederek çalısıp
kazanan kimseyi, Allahü teâlâ çok sever). Bir hadîs-i serîfde, (Bir dirhem gümüs
kıymetinde harâm alan kimseyi, yirmibesbin sene Cehennemde bırakacaklardır)
buyuruldu. (Muhît) kitâbında diyor ki, (Açlıkdan ölmek üzere olan kimse, ölmüs
köpek ile baskasına âid koyun eti bulsa, ikisi de harâm ise de, baskasının malını
yimeyip, köpegi yimesi lâzımdır. Köpek yok ise, baskasının malını, ölmiyecek
kadar yiyebilir). Bir hadîs-i serîfde buyuruldu ki, (Bir zemân gelecek ki, insanlar,
yalnız malın, paranın gelmesini düsünüp, halâlini, harâmını düsünmiyecekler). O
hâlde, bir müslimân, her aldıgını, halâl mi, harâm mı düsünmeli, harâm ise almamalıdır.
Aldıgı seyde hakkı olanlara vermegi, fakîrlere, garîblere yardım etmegi
düsünmelidir. Çünki, insanların iyisi, insanlara iyilik edendir. Insanların kötüsü,
insanlara kötülük edendir. Insan, kazandıgına kanâ’at etmeli, Allahü teâlânın
taksîmine râzı olmalıdır. (Kanâ’at eden doyar) buyuruldu. Allahü teâlâ, bes seyi,
bes sey içine koymusdur. Bu bes seyi alan, içindekine kavusur: Izzeti, serefi, ibâdete;
zilleti, sefâleti, günâha; ilmi, hikmeti, çok yimemege; heybeti, i’tibârı, gece
nemâz kılmaga; zenginligi, kimseye muhtâc olmamagı da, kanâ’ate tâbi’ kılmısdır.
(Buhârî)deki bir hadîs-i serîfde buyuruluyor ki, (Insanın yidiklerinin en hayrlısı,
iyisi, bilegi ile kazanıp yidigidir. Allahü teâlânın Peygamberi Dâvüd “aleyhisselâm”
elinin emegi ile kazanıp yirdi).
Fârisî (Tezkiret-ül-Evliyâ) kitâbında diyor ki, Ibrâhîm Edhem “kuddise sirruh”
hazretlerine, falanca yerde bir genç var. Gece gündüz ibâdet ediyor. Vecde gelip
kendinden geçiyor, dediler. Gencin yanına gidip, üç gün müsâfir kaldı. Dikkat etdi,
söylediklerinden dahâ çok seyler gördü. Kendinin soguk, hâlsiz, habersiz, gencin
ise, böyle uykusuz ve gayretli hâline sasıp kaldı. Genci, seytân aldatmıs mıdır,
yoksa hâlis ve dogru mudur anlamak istiyordu. Yidigine dikkat etdi. Lokması halâlden
degildi. (Allahü ekber, bu hâlleri hep seytândandır) deyip, genci evine
da’vet etdi. Kendi lokmalarından bir dâne yidirince, gencin hâli degisip, o askı, o
arzûsu, o gayreti kalmadı. Genç, Ibrâhîme sorup, (Bana ne yapdın?) deyince,
(Lokmaların halâlden degildi. Yemek yirken, seytân da mi’dene giriyordu. O hâller,
seytândan oluyordu. Halâl yiyince seytân giremedi. Asl, dogru hâlin meydâ-
– 787 –
na çıkdı) dedi. Harâm yimek, kalbi karartır, hasta eder. Aynı kitâbda Zünnûn-i Mısrî
“kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” buyuruyor ki: Kalbin kararmasının dört alâmeti
vardır: 1- Ibâdetin tadını duymaz. 2- Allah korkusu, hâtırına gelmez. 3- Gördüklerinden
ibret almaz. 4- Okuduklarını, ögrendiklerini anlamaz, kavrıyamaz.
Ebû Süleymân-ı Dârânî “kuddise sirruh” buyurdu ki, halâlden bir lokma az yimegi,
aksamdan sabâha kadar nemâz kılmakdan dahâ çok severim. Çünki, mi’de
dolu olunca, kalbe gaflet basar. Insan Rabbini unutur. Halâlin fazlası böyle yaparsa,
mi’deyi harâm ile dolduranların hâli acabâ nasıl olur? Sehl bin Abdüllah-i Tüsterî
“kuddise sirruh” buyuruyor ki, yolumuzun esâsı üç seydir: Halâl yimek, ahlâk
ve amelde Resûl aleyhisselâma tâbi’ olmak ve (ihlâs) ya’nî her isi, yalnız Allah rızâsı
için yapmakdır. (Risâle-i kuseyriyye)de buyuruyor ki, Ibrâhîm Edhem “kuddise
sirruhümâ” buyurdu ki: Temiz ve halâl yi de, ister sabâha kadar ibâdet et, ister
uyu ve ister, hergün oruc tut, ister tutma!
(Kimyâ-i se’âdet) kitâbı, üçüncü aslında buyuruyor ki: Bu dünyâ, âhıret yolcularının
bir konak yeridir. Insana burada yiyecek ve giyecek lâzımdır. Bunlar ise çalısmadan
ele geçmez. Her ân mal kazanmak için ugrasan aldanmısdır. Hem âhıret
için hâzırlanmalı, hem de dünyâ ihtiyâclarını kazanmalıdır. Fekat, bunları da,
âhıret yolculugunda lâzım oldugunu düsünerek kazanmalıdır.
Kendinin ve çoluk çocugunun ihtiyâclarını halâlden kazanmak, kimseye muhtâc
kalmamak, cihâd etmekdir. Birçok ibâdetlerden dahâ sevâbdır. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem”, bir sabâh, Eshâbı ile konusurken, kuvvetli bir genç, erkenden
dükkânına dogru geçdi. Ba’zıları, erkenden dünyâlık kazanmaga gidecegine,
buraya gelip birkaç sey ögrenseydi iyi olurdu, deyince, Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem”, (Öyle söylemeyiniz! Eger kimseye muhtâc olmamak ve ana,
baba, çoluk çocugunu da muhtâc etmemek için gidiyorsa, her adımı ibâdetdir. Eger,
herkese ögünmek, keyf sürmek niyyetinde ise, seytânla berâberdir) buyurdu. Bir
hadîs-i serîfde, (Bir müslimân, halâl kazanıp, kimseye muhtâc olmaz ve komsularına,
akrabâsına yardım ederse, kıyâmet günü, ayın ondördü gibi parlak, nûrlu olacakdır).
Bir hadîs-i serîfde, (Dogru olan tüccâr, kıyâmetde sıddîklarla ve sehîdlerle
berâber olacakdır). Bir hadîs-i serîfde, (Allahü teâlâ, san’at sâhibi mü’mini sever).
Bir hadîs-i serîfde, (En halâl sey, san’at sâhibinin kazandıgıdır). Bir hadîs-i
serîfde, (Ticâret yapınız! Rızkın onda dokuzu ticâretdedir). Bir hadîs-i serîfde,
(Kendini baskasından sadaka istiyecek hâle düsüreni, Allahü teâlâ yetmis seye muhtâc
eder) buyurdu.
[Bu hadîs-i serîfler karsısında, din düsmanları utansın! Islâmiyyet ticârete,
san’ate, ferdin istihsâl kapasitesinin genislemesine, ekonomik sâhada ilerlememize
mâni’ olmus diye gençleri aldatmakdan vaz geçsinler!]
Îsâ “aleyhisselâm” birine, (Ne is yapıyorsun?) dedi. Ibâdetle vakt geçiriyorum
deyince, (Nerden yiyip geçiniyorsun?) buyurdu. Herseyimi kardesim veriyor,
deyince, (O hâlde, kardesin senden dahâ kıymetli ibâdet yapmakdadır) buyurdu.
Ömer “radıyallahü anh” buyuruyor ki, (Çalısınız, kazanınız, Allahü teâlâ rızkımı
çalısmadan gönderir, demeyiniz! Allahü teâlâ, gökden para yagdırmaz).
Lokman hakîm, ogluna nasîhat verirken, (Çalıs, kazan! Çalısmayıp, herkese muhtâc
kalanların dîni ve aklı noksân olur ve iyilik etmekden mahrûm kalır ve herkesden
hakâret görür) buyurdu. Büyüklerden birine sordular ki, özü sözü dogru
olan tüccâr mı, yoksa geceleri nemâz kılan, gündüzleri oruc tutan âbid mi yüksekdir?
(Emîn olan tüccâr dahâ kıymetlidir. Çünki, seytânla her sâat cihâd etmekdedir.
Seytân, alısda, verisde, dartmada onu aldatmaga ugrasmakda, o ise Allahü teâlânın
emrini, rızâsını gözetmekdedir) dedi. Ömer “radıyallahü anh” buyuruyor
ki, (Alıs veris ederken, halâl kazanırken cân vermegi, baska seklde ölmekden dahâ
çok severim). Imâm-ı Ahmed ibni Hanbelden “rahmetullahi aleyh” sordular ki,
hergün sabâhdan aksama kadar câmi’de ibâdet edip Allahü teâlâ, benim rızkımı
– 788 –
nerden olsa gönderir diyen bir kimse nasıl bir adamdır? Cevâbında buyurdu ki, (Bu
kimse câhildir. Islâmiyyetden haberi yokdur. Çünki, Resûlullah “sallallahü aleyhi
ve sellem” buyurdu ki, (Allahü teâlâ benim rızkımı, süngümün ucuna koymusdur).
Ya’nî rızkım, islâm dînine ve müslimânlara saldıran kâfirlerle harb etmekle
gelmekdedir). Görülüyor ki, harbde düsmandan alınan ganîmet ve sulhde, harbe
hâzırlananların aldıkları ücret halâl rızkdır. Imâm-ı Evzâî, Ibrâhîm Edhemi “rahmetullahi
aleyhimâ” gördü ki, sırtında bir yıgın odun götürüyor. Niçin bu kadar
sıkıntı çekiyorsun? Kardeslerin, seni hiçbirseye muhtâc bırakmıyor dedi. Ibrâhîm
Edhem “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” buyurdu ki, öyle söyleme, hadîs-i serîfde
buyuruldu ki, (Halâl kazanmak için sıkıntı çekenlere Cennet vâcib olur).
Süâl: Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Bana, tüccâr ol,
mal topla diye emr olunmadı. Fekat, Rabbini tesbîh et ve ona secde et. Rabbine
ölünciye kadar ibâdet et! diye emr olundu). Bu hadîs-i serîf, ibâdetin, mal kazanmakdan
dahâ iyi oldugunu göstermiyor mu?
Cevâb: Kendinin ve çoluk çocugunun ihtiyâclarına mâlik olan zengin bir kimsenin,
vaktlerini ibâdetle geçirmesi, para kazanmakdan dahâ sevâbdır. Ihtiyâcı olmıyanların
mal kazanmak için ugrasması sevâb degildir. Hattâ kalbini dünyâya baglamak
olur. Dünyâya baglamak ise, bütün günâhların basıdır. Malı olmıyan, fekat,
vazîfe görüp ma’âs alanların da, mal kazanmak için ayrıca ugrasmaması dahâ iyidir.
Meselâ ilm adamlarının, millete ilm ögretmesi, ya’nî din âlimlerinin, tabîblik,
hâkimlik, subaylık ve her dürlü fâideli ilmleri bilenlerin ve tesavvuf büyüklerinin,
ya’nî kalb gözü açılmıs olanların ihtiyâcları, hükûmetce veyâ hayr müesseseleri ve
hayr sâhibleri tarafından istenmeden veriliyorsa, bunların halkı irsâd etmeleri, onlara
yardım etmeleri, mal kazanmakdan dahâ sevâbdır. Fekat, zemân degisir,
bunlara, istemeden, boyun bükmeden birsey verilmez olursa, bunların da çalısarak
kazanması dahâ iyi olur. Çünki, istemek harâmdır. Ancak zarûret hâlinde mubâh
olabilir. Mal kazanırken halâle, harâma dikkat edenin, ya’nî Allahü teâlâyı
unutmıyanın, kesb etmesi dahâ iyidir. Çünki bütün ibâdetlerin rûhu, özü, Allahü
teâlâyı hâtırlamakdır. (Kimyâ-i se’âdet)den terceme burada temâm oldu.
(Hadîka)da, amelde iktisâd faslında diyor ki, (Kesb, yasamak için lâzım olan malları
halâlden kazanmaga çalısmak demekdir. Kendine, evlâdına ve ıyâline ve
borclarını ödemege lâzım olanları kesb etmek farzdır. Bunun için çalısan sevâb kazanır.
Özrsüz terk edene azâb yapılacakdır. Kendilerine nafaka verilmesi vâcib olanlara
(Iyâl) denir. Borc ödemek farzdır. Ödeyemeden vefât edenin, ödemek niyyeti
varsa, günâhlı olmaz. Hadîs-i serîfde, (Bes vakt nemâzı kıldıkdan sonra, çalısıp
halâl kazanmak, her müslimâna farzdır) buyuruldu. Peygamberlerin “aleyhimüsselâm”
hepsi, çalısıp kazanmıslardır. Çalısmayıp, câmi’de oturarak, Allaha tevekkül
ediyorum diyene inanmamalıdır. Bu, çalısmagı terk etdigi için, günâh islemekdedir.
Sâlih degil, fâsıkdır. Bunun kalbi, Allahü teâlâya degil, kulların mallarına
baglıdır. Önce sebebe yapısmak, sonra bu sebebin te’sîrini Allahü teâlâdan beklemek
emr olundu. Muhtâc oldugu malı kazandıkdan sonra, fazla çalısmayıp,
ibâdet etmek câizdir. Bunun için, çalısmayıp ibâdet edene sû-i zan ve tecessüs etmemelidir.
Ikisi de harâmdır. Ihtiyâcdan fazla çalısıp, kazandıklarını, senelerce saklamak
mubâhdır. Saklamayıp hayra, hasenâta sarf etmek müstehabdır. Nâfile
ibâdetlerden dahâ sevâbdır. Hadîs-i serîfde, (Insanların iyisi, insanlara fâidesi
olanlardır) buyuruldu. Ögünmek için, kibrlenmek için, ihtiyâcdan fazla kazanmak
harâmdır). Görülüyor ki, ehlinin ve ıyâlinin nafakalarını ve borçlarını ödemek için
çalısıp, halâl kazanmak, nâfile ibâdetleri yapmakdan katkat dahâ sevâbdır. (Râmûz-
ül-ehâdîs) s. 105 deki hadîs-i serîfde, (Eshâbım için fakîrlik se’âdetdir. Âhır
zemândaki ümmetim için, zenginlik se’âdetdir) buyuruldu.
Hakîkî islâm âlimi, büyük Velî Abdüllah Dehlevî “rahmetullahi teâlâ aleyh” seksensekizinci
mektûbunda buyuruyor ki, (Çoluk çocugunun ihtiyâclarını te’min için
– 789 –
ve fukarâya yardım ve Islâmiyyete hizmet için, çalısıp halâl mal kazanmak, çok iyidir.
Süleymân aleyhisselâm ve emîr-ül-mü’minîn Osmân ve Abdürrahmân bin
Avf ve Eshâb-ı kirâmdan ba’zıları çok zengin idiler. Bu zenginlikleri, Allahü teâlâ
indindeki derecelerinin azalmasına sebeb olmadı. Fukarâ-yı sâbirîn ve agniyâyı
sâkirînden hangisinin efdal oldugu ihtilâflıdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” fakîrligi ihtiyâr etmisdi. (Rabbim, beni doyuruyor, içiriyor) buyururdu. Fakîrlik,
ibâdete ve hizmete mâni’ olursa, tâ’at yapmaga kuvvet hâsıl etmek için, zengin
olmak efdaldir. Böyle zenginlik büyük ni’metdir. Allahü teâlâ, bu ni’meti diledigine
ihsân eder).
[Müslimân, dünyâyı sevdigi, dünyâya düskün oldugu için degil, Allahü teâlâ, çalısmagı
emr etdigi için çalısıp kazanır. Nefsinin kötü arzûlarına, zevklerine kavusmak
için çalısıp para kazanmak ve çalısırken halâli harâmdan ayırmamak, baskalarının
haklarına saldırmak, onlara olan borçlarını ödememek, kanûnlara karsı gelmek,
vergilerini vermemek, dünyâya düskün olmagı gösterir. Dünyâya düskün olmak,
büyük günâhdır. Allahü teâlâ emr etdigi için çok çalısıp, çok kazanmak ve
Onun emr etdigi gibi çalısıp, kazandıgını, Onun emr etdigi yerlere sarf etmek, ibâdet
yapmak olur. Çok sevâb olur.]
(Hadîka), ikinci cild, ikiyüzaltmısyedinci [267] sahîfede diyor ki, (Zarûret olmadan
birsey istemek harâm oldugu gibi, ücretsiz olarak baskasına is gördürmek de
harâmdır. Baskasının çocuguna, kölesine is gördürmek ise, dahâ büyük günâhdır.
(Müslim)de Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” diyor ki, çocuklarla
oynuyordum. Ansızın Resûlullah geldi. Kapı arkasına saklandım. Yanıma gelip,
avucu ile sırtımı oksadı. (Git bana Mu’âviyeyi çagır) buyurdu. Bu hadîs-i serîfe
göre, çocukların, harâm olmıyan oyunları oynaması ve çocuga birisini çagırmak
için güvenilmesi ve ufak islerin yapdırılması câizdir. Kendi küçük oglunu ve
kızını ve torunlarını bir isde kullanmak, fakîr olana veyâ çocugu yetisdirmek için
olursa câizdir. Çocugun, babasına hizmet etmesi vâcibdir).
Baskasından sadaka istemesi harâm olan kimsenin, zekât istemesi de harâm
olur. Baskasında olan alacagını istemek, söz birligi ile câizdir. Zenginin fakîrdeki
alacagını istemesi de böyledir. Fekat fakîrin, ödiyebilecek güce gelmesini beklemesi
vâcibdir. Afv etmesi dahâ sevâbdır. Din adamlarının, hâfızların ve din düsmanları
ile beden, söz ve kalemle cihâd edenlerin, müslimânların mallarını, cânlarını
ve haklarını koruyan devlet adamlarının ve hâkimlerin, Beyt-ül-mâldan, geçinecek
kadar para veyâ mal almak hakları vardır. Bu haklarını istemeleri câizdir.
Kadının ev islerini yapması, zevcine teberru’ ve ihsândır. Çok sevâbdır. Yapmazsa,
günâha girmez. Zevc, bunları zevcesine zorla yapdıramaz. Kadın tutup yapdırması
lâzımdır. Kadın, zevcine karsı bu ihsânını esirgememeli, erkek de, zevcesine
nafakadan fazla ihsânlarda bulunmalıdır. Allahü teâlâ ihsân edenleri çok sever.
Resûlullah efendimizin zemânından bugüne kadar, müslimân kadınları zevclerine
bu ihsânı yapmıslardır. Kadının vazîfesi ikidir: Kendini zevcine teslîm etmesi
ve evden iznsiz ve örtüsüz sokaga çıkmamasıdır. Görülüyor ki, islâmiyyetde
kadın, ev içinde de, evin dısında da çalısmaga, para kazanmaga mecbûr degildir.
Evli ise kocası, evli degil ise babası, babası yoksa veyâ fakîr ise, zengin olan yakın
akrabâsı çalısıp, kadına lâzım olan herseyi getirmege mecbûrdur. Kimsesi olmıyan
kadına, (Beyt-ül-mâl) denilen, devletin yardım sandıgı bakar. Islâmiyyetde,
karı koca arasında, hayât mücâdelesi, ya’nî para kazanmak, müsterek degildir. Erkek
kadını tarlada, fabrikada, vel-hâsıl hiçbir yerde çalısmaga zorlıyamaz. Kadın
isterse ve erkegi izn verirse, yabancı erkekler arasına karısmadan, kadın isi olan
yerlerde çalısabilir. Fekat, kazandıgı kadının olur. Erkek, ondan zorla birsey
alamaz. Kadının kendi ihtiyâclarını kendisinin alması için de, onu zorlıyamaz. Islâmiyyetin
kadına böyle hak tanıması ve onu erkeklerin elinde esîr, oyuncak olmak-
– 790 –
dan koruması, Allahü teâlânın kadına çok kıymet verdigini göstermekdedir.
Kadın da, erkek de, para kazanmak için harâm islememelidir ve hiçbir nemâzı
kaçırmamalıdır. Ezelde ayrılmıs olan rızk degismez. Aynı rızk, halâlden istiyene
halâl yoldan gelir. Harâm isliyerek istiyene de, harâm yoldan gelir. Câhillerin,
(Bu zemânda kızım okumazsa aç kalır. Oglum fâiz almazsa, isi bozulur) demeleri
dogru degildir. Harâm isliyerek kazanmamalı demek, bos oturmalı, çalısmamalı
demek degildir. Halâl yoldan çalısıp kazanmalı demekdir. Harâm yoldan kazanan,
hem büyük günâhları islemis olur, hem de kazandıklarının hayrını görmez. Kazandıkları,
hekime, hâkime ve düsmanlarına gider ve günâh islemekde kullanılır,
insanı felâkete sürükler. Kazançları sübheli olan, hediyyelesmeli ve ödünc almalı,
aldıklarını kullanmalıdır. Hediyye ve ödünc gelen seyler halâldir.
(Bey’ ve sirâ risâlesi) sonunda diyor ki, (Yetîm oglana ücretsiz olarak, yalnız annesi
is yapdırabilir. Velîsi, akllı çocugu, hocaya veyâ ustaya verip, buna ögret! Bu
da sana hizmet etsin dese, bunlar çocuga hafîf is yapdırabilir. [Ilm ve edeb ögreten
velîsi de, hocası gibidir.] Fekat, yapdıracakları isin ve sokakdaki çesmeden getirecegi
suyun, piyasaya göre ücretinin, ögretmek ücretinden fazla olmaması ve hizmet
etmegi, velînin söylemis olması lâzımdır. Âkıl, bâlig kimsenin kendisi gelip,
bana ögret, ben de sana hizmet edeyim demesi de böyledir. Üçüncü kısmda, yirmialtıncı
maddeye bakınız! Çocugun kendisi ve malı için velîsi, ya’nî babası, baba
yoksa babanın vasîsi, vasî yoksa dedesi, dedesi de yoksa, bunun vasîsi, bu da yoksa
hâkim, ücret ile, hafîf islerde çalısdırabilir. Ücret, yalnız çocuk için sarf edilir).

Kadın, velî olamaz.
Cânân elinden gelmisim, fânî mekânı neylerim,
Ol mülke meylim salmısım, ben bu cihânı neylerim.
Hep i’tibârım atmısım, âsıklıga el katmısım,
Ben nefsi dosta satmısım, bu düsmanı neylerim.
Askı tabîbim kılmısım, derdinde derman bulmusum,
Abdülhakîmi görmüsüm, yünâniyânı neylerim.
Ma’rifet tadın almısım, fenâ tahtına varmısım,
Mahfice sultân olmusum, dünyâ varlıgın neylerim.
Herne gelirse yahsîdir, zirâ o dostun bahsıdır,
Çün cümle onun isidir, ben bed gümânı neylerim.
Gerçi zemân devrân ile, pîr etdi cismim sân ile,
Gönlüm civândır can ile, pir-ü civânı neylerim.
Yâri bana bes görmüsüm, agyârı dilden sürmüsüm,
Ünsile tenhâ durmusum, ben ins-ü cânı neylerim.
Dilden dile bin tercümân, varken ne söyler bu lisân,
Çün cân-ü dildir hem zebân, nutk-u beyânı neylerim.
Simdi! cemî’i halkdan, müstagniyim billâhi ben,
Hallâk-ı âlem var iken, halk-ı zemânı neylerim?
Allahümme yâ muhavvilel havli vel-ahvâl
havvil hâlenâ ilâ ahsenil hâl!
Ey! herkesin hâllerini degisdiren Allahım!
bize iyi hâller ihsân eyle!
– 791 –

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...