03 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN......44 — ISRÂF, FÂIZ, TÜTÜN IÇMEK


44 — ISRÂF, FÂIZ, TÜTÜN IÇMEK
Islâm dîninde harâm olan, günâh olan isrâfın ne demek oldugunu ve çesidlerini,
imâm-ı Birgivînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” arabî (Tarîkat-i Muhammediyye)
kitâbından terceme ediyorum:
Tesavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmak demekdir.
Kötü huyları arasdırdım. Altmıs oldugunu anladım. Altmıs çesid kötü huydan
yirmiyedincisi, isrâf ve tebzîrdir. Tebzîr, tohumu tarlaya saçıp dagıtmak demekdir.
Malı bos yere dagıtmaga da denilmekdedir.
Malı, islâmiyyetin ve mürüvvetin uygun görmedigi yerlere dagıtmaga (Isrâf) veyâ
(Tebzîr) denir. (Mürüvvet), fâideli olmak, iyilik yapmak arzûsudur. (Fütüvvet),
dahâ husûsî ma’nâya gelir ki, kötülük yapmamak, iyilik yapmak ve herkesin utanacak
seylerini örtmek ve kötülükleri afv etmekdir. Islâmiyyete uymıyan isrâf, harâmdır.
Mürüvvete uymıyan isrâf, tenzîhen [hafîf, az] mekrûhdur.
Isrâfı bes bahs içinde anlatacagız:
BIRINCI BAHS — Isrâfın kötülügü ve zararları: Isrâfın harâm oldugu muhakkakdır.
Kalbin hastalıgıdır. Kötü bir huydur. Dînimizin, hasîsligi, cimriligi, isrâfdan
dahâ çok kötülemesi, isrâfın cimrilik kadar kötü olmadıgını göstermez. Hasîsligin
dahâ çok kötülenmesi, insanların çogu yaratılısdan, mal birikdirmegi sevdigi
içindir. Bunun gibi, âlimlerimiz, idrârın serâbdan dahâ pis ve dahâ çok harâm
oldugunu söyledikleri hâlde, dînimiz bevli, serâb kadar kötülememis, serâb içenlere,
had denilen seksen sopa vurulması emr edildigi hâlde, bevl için, had emr edilmemisdir.
Çünki, insanlar serâb içmege düskün oluyor. Idrâr içmek ise, kimsenin
hâtırına gelmiyor. Isrâfın kötülügünü göstermek için, Allahü teâlânın, (Isrâf etmeyiniz!
Allahü teâlâ, isrâf edenleri sevmez) meâlindeki kelâmı yetisir. Isrâ sûresindeki
âyet-i kerîmede de meâlen, (Tebzîr etme! Tebzîr edenler, seytânların kardesleridir)
buyuruyor. Seytânın kardesi de, seytân olur. Seytân isminden dahâ kötü
bir ism yokdur. Isrâfı, bundan dahâ çok kötüleyen birsey düsünülemez. Allahü teâlâ,
mallarını isrâf edenlere birsey vermeyiniz diye emr ederken, bunları en kötü
bir ism ile adlandırıyor. Nisâ sûresindeki âyet-i kerîmede meâlen, (Mallarınızı sefîhlere,
alçaklara vermeyiniz!) buyuruyor. Kur’ân-ı kerîmde Fir’avnı kötülerken,
(O, isrâf edenlerden idi) buyuruyor. Lût aleyhisselâmın kavmini de, (Belki siz, isrâf
eden kavmsiniz!) diye kötülüyor.
Dogru oldukları herkesce bilinen iki temel hadîs kitâbında, [(Buhârî) ve (Müslim)
de] Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Malı bos yere saçmayınız!)
buyuruyor. Imâm-ı Tirmizînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Ebî Berzeden
“radıyallahü anh” getirerek yazdıgı hadîs-i serîfde, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi
ve sellem” buyurdu ki, (Kıyâmet günü herkes, dört süâle cevâb vermedikce hesâbdan
kurtulamıyacakdır: Ömrünü nasıl geçirdi. Ilmi ile nasıl amel etdi. Malını
nereden, nasıl kazandı ve nerelere harc etdi. Cismini, bedenini nerede yordu,
hırpaladı?).
Isrâfın kötülügünü gösteren delîllerden biri de, fâizin harâm olmasıdır. Fâiz alıp
vermek, büyük günâhdır. Buna da sebeb, insanların malını alıs veris yaparken ziyân
olmakdan korumakdır. Fâizin dîn-i islâmdaki kötü derecesini göstermek için,
Hamza efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” türkçe, (Bey’ ve sirâ) risâlesinin
serhinden, asagıya birkaç misâl yazmak fâideli görüldü:
(On sey, son nefesde îmânsız gitmege sebeb olur: 1- Allahü teâlânın emrlerini
ve yasaklarını ögrenmemek, 2- Îmânını, Ehl-i sünnet i’tikâdına göre düzeltmemek,
3- Dünyâ malına, rütbesine, söhretine düskün olmak, 4- Insanlara, hayvanlara, kendine
zulm, eziyyet etmek, 5- Allahü teâlâya ve iyilik gelmesine sebeb olanlara sükr
etmemek, 6- Îmânsız olmakdan korkmamak, 7- Bes vakt nemâzı vaktinde kılmamak,
8- Fâiz alıp vermek, 9- Dînine baglı olan müslimânları asagı görmek. Bun-
– 640 –
lara gerici gibi seyler söylemek, 10- Fuhs sözleri, yazıları ve resmleri söylemek, yazmak
ve yapmak.)
Allahü teâlâ fâizi harâm etdi. Kur’ân-ı kerîmin birçok yerinde, fâiz alanları ve
verenleri siddetle korkutdu. Bekara sûresi, ikiyüzyetmisbesinci âyetinde meâlen,
(Fâiz yiyenler, kıyâmet günü mezârlarından, sar’a hastası gibi perisân kalkacaklardır)
buyuruldu. Bundan sonraki âyet-i kerîmede meâlen, (Allahü teâlâ, fâiz alan
ve verenlerin mallarının hepsini yok eder. Izini, eserini de bırakmaz. Zekât verenlerin
malını elbette artdırır) buyurdu. Fârisî (Riyâd-un-nâsıhîn) kitâbında fâizin
kırk nev’i ve zararları yazılıdır. Fâiz hakkında fazla bilgi almak için, üçüncü kısm,
ondokuzuncu maddeyi okuyunuz.
Isrâfın zararları: Isrâf edenlerin seytâna, Fir’avna ve Lût aleyhisselâmın kötü
kavmine benzetilmesi ve Allahü teâlânın bunları sevmemesi ve bunlara sefîh demesi
ve âhıretde azâb çekmeleri, dünyâda asagı, muhtâc duruma düsmeleri ve pismân
olmalarıdır.
IKINCI BAHS — Isrâfın kötü olmasının birinci sebebi, malın kıymetli olmasıdır.
Mal, Allahü teâlânın verdigi bir ni’metdir. Âhıreti kazanmak, mal ile olur. Dünyâ
ve âhıret, mal ile intizâm bulur, râhat olur. Hac, cihâd sevâbı mal ile kazanılır.
Bedenin sıhhat, kuvvet bulması, mal ile olur. Baskasına muhtâc olmakdan insanı
koruyan maldır. Sadaka vermek, akrabâyı dolasmak, fakîrlerin imdâdına yetismek
mal ile olur. Mescidler, mektebler, hastahâneler, yollar, çesmeler, köprüler yaparak,
asker yetisdirerek insanlara hizmet de mal ile olur. Dînimiz, (Insanların en iyisi,
onlara fâidesi çok olanıdır) buyuruyor. Insanlara yardım etmek için çalısıp
para kazanmak, nâfile ibâdet etmekden dahâ çok sevâbdır. Cennetin yüksek derecelerine
mal ile kavusulur. Imâm-ı Tirmizînin, Ebû Kebse-i Ensârîden “radıyallahü
teâlâ anh” alarak bildirdigi bir hadîs-i serîfde, (Allahü teâlâ, bir kuluna mal
ve ilm verir. Bu kul da harâmlardan kaçınır. Akrabâsını sevindirir. Malından,
hakkı olanları bilip verir ise, Cennetin yüksek derecesine gider) buyuruldu. (Buhârî)
ve (Müslim) kitâbları, Abdüllah ibni Mes’ûdün “radıyallahü anh” haber
verdigi su hadîs-i serîfi yazmakdadır: (Iki seyden birine kavusan insana gıbta etmek,
buna imrenmek yerinde olur. Allahü teâlâ bir kimseye islâm ilmlerini ihsân
eder. Bu da, her hareketini, bilgisine uygun yapar. Ikincisi, Allahü teâlâ, birine çok
mal verir. Bu kimse de malını, Allahü teâlânın râzı oldugu, begendigi yerlere
harc eder). Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, Amr ibni Âs “radıyallahü
anh” için, (Iyi kimseye malın iyisi, ne güzel yakısır) buyurdu. Enes bin Mâlik
“radıyallahü anh” için de, (Yâ Rabbî! Buna çok mal ve çok çocuk ver ve bunlarla
kendisini bereketlendir!) diye düâ buyurdu. Kâ’b “radıyallahü anh” malının hepsini
sadaka verecegi zemân, (Malının bir kısmını kendine bıraksan, dahâ iyi olur)
buyurdu. Bunların hepsi hadîs kitâblarında yazılıdır. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde,
mala (Hayrlı sey) ismini vermekdedir ve Habîbine “sallallahü aleyhi ve sellem”,
verdigi ni’metleri hâtırlatırken: (Sen malsız idin, sana, kimseye muhtâc olmıyacak
kadar, mal verdim) buyurmakdadır.
Mezheb sâhibi müctehidlerden, büyük âlim Süfyân-ı Sevrî buyuruyor ki, (Bu zemânda
mal, insanın silâhıdır). [Ya’nî, insan cânını, sıhhatini, dînini ve serefini mal
ile korur.] Medîne-i münevverenin yedi büyük âliminden biri olan Sa’îd bin Müseyyib
buyuruyor ki, (Borclarını ödemek için ve ırzını, nâmûsunu korumak için ve
ölünce, geride kalanlara mîrâs bırakmak için mal kazanmayan kimse, hayrsızdır).
[Ya’nî kendine ve cem’ıyyete zararlıdır.] Büyük âlim ibni Cevzî “rahimehullah”
buyurdu ki, (Iyi niyyet ile mal kazanmak, mal kazanmamakdan iyidir).
Malı ve dünyâlıgı kötüliyen haberler de çokdur. Fekat, bu haberler, malı, dünyâlıgı
degil, bunların zararlı kullanılmasını kötülemekdedir. Meselâ, insanın azmasına,
Allahü teâlâyı unutdurmasına, ibâdete mâni’ olmasına sebeb olan mal zararlıdır.
Ölümü ve ölümden sonrasını unutduran mal da zararlıdır. Bu zararlar çok kim-
– 641 – Se’âdet-i Ebediyye 2-F:41
selerde kendini göstermekdedir. Bu zararlardan kurtulan az oldugundan, malı kötüliyen
haberler çok olmusdur. Görülüyor ki, mal, birbirine zıd iki seye sebebdir.
Hayr ve ser. Hayra, iyilige sebeb oldugu için medh edilmekde olup, serre, kötülüge
sebeb oldugu için de kötülenmisdir.
Malın büyük bir ni’met oldugu anlasıldı. Malı isrâf, Allahü teâlânın ni’metini
hakîr görmek, ni’mete kıymet vermemek, ni’meti elden kaçırmak, kısaca küfrân-
ı ni’met etmek, ya’nî sükr etmemek olur. Bu ise, ni’met verenin düsman
mu’âmelesi yapmasına, azarlamasına ve azâb etmesine sebeb olacak büyük bir suçdur.
Ni’metin kıymeti bilinmeyince, hakkı gözetilmeyince elden gider. Sükr edilince
ve hakkı gözetilince elde kalır ve artar. Ibrâhîm sûresi, yedinci âyetinde meâlen,
(Sükr ederseniz, verdigim ni’metleri elbette artdırırım) buyuruyor.
ÜÇÜNCÜ BAHS — Isrâfın çesidleri: Isrâf, malı helâk etmek, fâidesiz hâle getirmek,
dîne ve dünyânın mubâh olan islerine fâideli olmıyacak seklde sarf etmekdir.
Malı denize, kuyuya, atese ve elden çıkmasına sebeb olan yerlere atmak, onu
helâk etmekdir. Kullanılmıyacak hâle sokmak, kırmak, kesmek, agaçdan meyveyi
toplamayıp çürütmek, tarlayı hasâd etmeyip, ekinin helâk olması, hayvanları sogukdan,
düsmandan korunacak yere koymamak ve sogukdan, sıcakdan ve açlıkdan
ölmelerini önliyecek kadar yidirmemek ve örtmemek de, helâk etmekdir. Bunların
isrâf oldugu meydândadır.
(Hadîka)da el âfetlerinde buyuruyor ki, (Baskasının malını helâk etmek, zulm
olur. Ödemek lâzım olur. Kendi malını helâk etmek, isrâf olur. Günâh islemek için
ve günâh islenilmesi için verilen mal ve paralar da isrâf olur).
Herkesce bilinmiyen, hâtırlatılması lâzım olan isrâflar da vardır. Meselâ, meyve
ve ekin toplandıkdan sonra, bunları iyi saklamayıp kendiliklerinden bozulmaları
veyâ nem alarak, çürümeleri veyâ kurd, güve, fâre, karınca ve benzeri canlıların
yimeleri hep isrâfdır. Ekmek, et, etsuyu, peynir gibi gıdâların ve hurma,
karpuz, sogan gibi meyvelerin ve kuru incir, kuru üzüm, zerdâli gibi kuru meyvelerin
ve bugday, arpa, mercimek gibi hubûbâtın ve elbise, kumas, kitâb gibi esyânın,
böylece, isrâf edildikleri çok görülmekdedir.
Yemek artıklarını dökmek, çatalı, kasıgı, tabagı, tası ekmekle veyâ parmakla
sıyırıp yimeden önce, kapları ve parmakları yıkamak ve silmek isrâfdır. Sofra bezi
ve masa üstüne düsen ekmek ve yemek kırıntılarını toplamayıp atmak da isrâfdır.
Bu kırıntıları toplayıp kedi, köpek, koyun, sıgır, karınca, kus, tavuk gibi
hayvanlara yidirmek isrâf olmaz. (Müslim) kitâbında, Câbir bin Abdüllah “radıyallahü
anh” diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Tabakları parmakla,
parmagı agızla siliniz!) buyurdu. Bir kerre de, (Seytân, her isinizde sizinle
berâber bulunur. Hattâ, yimekde bile. Birinizin lokması düserse, onu alıp tozunu
temizleyip yisin. O lokmayı seytâna bırakmasın! Yemek sonunda parmagını
yalasın! Çünki, bereketin hangi lokmada oldugu bilinmez) buyurdu. Yine
(Müslim)de, Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” diyor ki, (Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem”, yemek sonunda üç parmagını mubârek agzı ile silerdi.) Parmagı
yalamak ve düsen lokmayı alıp yimek, insanı isrâfdan kurtardıgı gibi, kibr ve
riyâyı giderir. Berekete kavusdurur. Bilhâssa Peygamberlerin “aleyhimüsselâm”
efendisine uymak ve emrini yapmak serefini kazandırır. Mevcûddan istifâdeye ve
gelecek ni’metin artmasına sebeb olur. Fasülye, pirinç, nohud gibi seyleri yıkarken
dökmek ve dökülenleri toplamamak isrâfdır. Elbise, sarık, çorab, ayakkabı
gibi giyim esyâsını iyi kullanmayıp, çabuk eskitmek, onları yırtmak, yıkarken suyu,
sabunu çok harcamak, lâmbayı, mûmu [elektrigi, hava gazını] bos yere yakmak,
hep isrâfdır.
Malı kıymetinden asagı fiyâtla satarak veyâ kirâya vererek ve kıymetinden
yukarı fiyâtla satın alarak veyâ kirâlıyarak aldanmak isrâf olur. Aldanarak alıs verise
zarûrî ihtiyâc olursa veyâ yardım, sadaka gibi niyyet ile böyle yaparsa isrâf ol-
– 642 –
maz. Meyyitin kefenini mikdâr ve cins bakımından, ahkâm-ı islâmiyyede bildirilenden
fazla yapmak isrâfdır. Abdestde ve guslde, suyu sünnet olandan fazla kullanmak
isrâfdır. Ahmed ibni Hanbel “rahmetullahi teâlâ aleyh”, Abdüllah ibni
Ömerden haber veriyor: Sa’d “radıyallahü anhüm” abdest alırken, Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem” gördü. (Yâ Sa’d! Suyu niçin isrâf ediyorsun?) buyurdu.
Abdest alırken de isrâf olur mu dedikde, (Büyük nehrde de olsa, abdestde fazla
su kullanmak isrâf olur) buyurdu.
Doydukdan sonra fazla yimek de isrâfdır. Yalnız, müsâfir utanmasın diye,
ta’âm sâhibinin fazla yimesi ve orucu râhat tutmak için sahûrda fazla yimek isrâf
degildir.
Acıkmadan önce, günde ikinci def’a yimek, isrâfdır. Ahmed Ebû Bekr-i Beyhekî
“rahmetullahi aleyh” kitâbında, Âise “radıyallahü anhâ” buyuruyor ki, günde
ikinci def’a yemek yiyordum. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” görünce,
(Yâ Âise! Yalnız mi’deni doyurmak, sana her isden dahâ tatlı mı geliyor?
Günde iki kerre yimek de isrâfdandır. Allahü teâlâ, isrâf edenleri sevmez!) buyurdu.
Hâdimî merhûm “rahmetullahi teâlâ aleyh”, burayı söyle açıklıyor: (Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”, Âisenin “radıyallahü anhâ” ikinci yemegi, acıkmadan
yidigini anlayarak böyle buyurmusdu. Yoksa, keffâretler için, günde iki kerre
yidirmek lâzım oldugu meydândadır).
Her istedigini yimek de isrâfdır. Ibni Mâce ve imâm-ı Beyhekî ve Abdüllah ibni
Ebiddünyâ “rahimehümullah” kitâblarında, Enes bin Mâlikden “radıyallahü
anh” haber veriyorlar ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Her istedigini
yimek isrâfdandır) buyurdu. Günde iki kerre yimek ve her istedigini yimek isrâf
olması, doydukdan sonra veyâ hazm olmadan, acıkmadan tekrâr yimek isrâf
olur demekdir. Çünki, gündüz ikinci olarak yimek, hele kısa günlerde ve çalısmıyan
kimseler için, çok kerre, tam acıkmadan yimek olur. Bir sofrada, her istedigini
yimek de, doydukdan sonra yimek olur. Bildirilen iki hadîs-i serîfde, isrâf oldugunu
açıkca anlatmadıgından, isrâfa, harâma tesbîh buyurulması da mümkindir.
Sofrada yemek çesidlerini lüzûm yok iken artdırmak isrâfdır. Fekat, bir yemekden
usanıp herbirinden biraz yiyerek ibâdet yapmak [meselâ oruc tutmak, halâl
kazanmak için çalısmak veyâ müslimân kardeslerine yardım etmek gibi ibâdetler]
için kuvvetlenmek düsüncesi ile veyâ sofrada müsâfir bulundurmak niyyeti ile olursa,
isrâf olmıyacagı, (Hulâsa) kitâbında ve baska kitâblarda yazılıdır. Kitâbların
sözü, yemek çesidleri, yalnız bu iki sebeble artdırılabilir demek degildir. Ziyân etmedikce
ve baska bozuk niyyet ile olmadıkça, lezzet ve zevk için artdırmak da câiz
oldugunu, A’râf sûresinin otuzbirinci âyeti ve Mâide sûresinin doksanıncı âyeti
göstermekdedir. [Bu âyet-i kerîmeler ve ma’nâları, ikinci kısm, kırkbirinci maddede
yazılıdır.] Bu iki âyet-i kerîmeye dayanarak, âlimlerimiz, her çesid meyve yiyerek
lezzet almaga câiz demisler ve Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” çesidli
meyve yidigini haber vermislerdir. Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ”
için buyurulan, (Istedigini yi, istedigini giyin! Insanı yanlıs yola götüren, isrâf
ve tekebbürdür) hadîs-i serîfi, (Buhârî)de yazılıdır.
Ekmegin piskin yerini ve içini yiyip, kenâr ve kabuklarını atmak isrâfdır. Bırakılan
kısmları baskası veyâ hayvan yirse, isrâf olmaz.
Sofraya lüzûmundan fazla ekmek koyup, sonra bunları, tekrâr yimek için kaldırmamak
isrâfdır. Ya’nî, yinmiyen ekmek parçalarını atmak ve riyâ, gösteris, söhret
için fazla ekmek koymak isrâf olur.
Nefîs yemekleri yimek, kıymetli, yeni elbise giymek, yüksek, büyük binâlar yapmak
ve dînin sâhibinin harâm etmedigi dahâ bu gibi seyler, halâldan kazanıldıgı,
kibr ve ögünmek için olmadıgı zemân isrâf degildir. Lüzûmundan fazla olun-
– 643 –
ca tenzîhen [hafîf] mekrûh olurlar. Âhıreti kazanmak istiyenlere, lâzım olan ile kanâ’at
edip, fazlasını sadaka vermek yakısır.
DÖRDÜNCÜ BAHS — Sadaka vermekde de, isrâf vardır. Imâm-ı Mücâhid
“rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor ki, (Bir kimse, Allahü teâlânın emr etdigi
yerlere dag kadar altın harc etse, isrâf olmaz. Bir dirhem [yaklasık bes gram] gümüsü
veyâ bir avuc bugdayı, harâm olan yere vermek isrâf olur). Hâtim-i Tâî, cömerdligi
ile meshûrdur. Bi’setden önce ölmüsdür. Çok verdigi için, (Malı isrâf etmekde
hayr yokdur) dediklerinde, (Hayra verilen mal isrâf olmaz!) demisdir.
Mücâhidin ve Hâtimin sözlerine bakarak, sadakada isrâf olmıyacagını sanan olmus
ise de, böyle zan etmek yanlısdır. Simdi bunu açıklamaga çalısacagız:
Cenâb-ı Hak, Mü’minûn sûresinde, meâl-i serîfi, (Verdigimiz rızklardan, sadaka
verirler) olan âyet-i kerîme ile mü’minleri medh ediyor. Kâdî Beydâvî ve Zemahserî
ve Fahreddîn-i Râzî gibi büyük âlimlerin tefsîrlerinde ve dahâ birçok tefsîrlerde
diyor ki, âyet-i kerîmede, (rızklardan) kelimesi, (rızkların ba’zısını, bir kısmını)
demek olup, (sadaka verirken, harâm olan isrâfdan sakının!) demekdir.
Bütün âlimlere göre, buradaki sadaka, malı hayra, islâmiyyetin gösterdigi yola sarf
etmekdir. En’âm sûresi, yüzkırkbirinci âyetinde meâlen, (Ekini hasâd etdiginiz zemân,
fakîrlerin haklarını verin ve isrâf etmeyin. Allahü teâlâ, isrâf edenleri elbette
sevmez) buyuruldu. Bu da, (Sadaka verirken isrâf etmeyin) demekdir. Çünki,
Sâbit bin Kays “radıyallahü anh” bir günde besyüz agacın hurmalarını toplayıp hepsini
sadaka vererek evi için hurma bırakmayınca, bu âyet-i kerîme inmisdi. Ya’nî,
(Hepsini vermeyiniz!) buyuruldu. Abdürrezzak, Abdülmelik ibni Cüreycden haber
veriyor ki, Mu’âz bin Cebelin “radıyallahü anh” bir hurma agacı vardı. Hurmalarını
toplayıp hepsini sadaka verdi. Kendine birsey kalmadı. Hemen (Fekat,
isrâf etmeyin) âyet-i kerîmesi geldi. Isrâ sûresi, yirmidokuzuncu âyetinde meâlen,
(Ey Habîbim! Malını, kendine kalmıyacak seklde dagıtma!) buyuruldu. Câbir
ve Abdüllah ibni Mes’ûd “radıyallahü anhümâ” buyuruyorlar ki, (Bir oglan,
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimize gelip, ba’zı lüzûmlu seyleri saydı
ve annem beni sana gönderip bunları istedi, dedi. Bugün bende bunların hiçbiri
yok buyuruldukda, gömlegini bana ver dedi. Hemen, mubârek arkasından gömlegini
çıkarıp çocuga verdi ve evinde gömleksiz kaldı. Bilâl-i Habesî ezân okuyunca,
cemâ’at her zemân oldugu gibi, Resûlullahı beklediler. Gelmeyince merâk etdiler.
Birkaçı evine bakıp, gömleksiz oldugundan gelemedigini anladı. O zemân,
bu âyet-i kerîme geldi). (Buhârî) ve (Müslim)de, Ebû Hüreyre “radıyallahü anh”
buyuruyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Sadakanın hayrlısı, ihtiyâcı
olmıyanın verdigidir) buyurdu. Imâm-ı Begavî, Ebû Hüreyreden “radıyallahü
anh” haber veriyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimize biri
gelip, bir altınım var, ne yapayım dedi. (Bununla kendi ihtiyâclarını al) buyurdu.
Bir altınım dahâ var dedi. (Onunla da çocuguna lâzım olanları al) buyurdu. Bir
dahâ var dedi. (Onu da, âilenin ihtiyâclarına sarf et) buyurdu. Bir altın dahâ var
dedi. (Hizmetcinin ihtiyâclarına kullan) buyurdu. Bir dahâ var deyince, (Onu
kullanacagın yeri sen dahâ iyi bilirsin) buyurdu. (Müslim)de, Câbir bin Abdüllah
“radıyallahü anh” buyuruyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Paranız
ile, önce kendi ihtiyâclarınızı alın. Artarsa, çoluk çocugunuzun ihtiyâclarına sarf
edin. Bundan da artarsa, akrabânıza yardım edin!) buyurdu. (Buhârî)de, Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kendisi veyâ çoluk çocugu muhtâc iken veyâ borcu
var iken verilen sadaka kabûl olmaz. Borc ödemek, sadaka vermekden ve köle
âzâd etmekden ve hediyye vermekden dahâ mühimdir. Baskasının malını, sadaka
vererek, zâyi’ olmasına sebeb olmayın!) buyurdu. Fıkh âlimi Ebülleys Semerkandînin
“rahmetullahi teâlâ aleyh” (Tenbîhül-gâfilîn) kitâbında, Ibrâhîm bin
Edhem “rahimehullah” buyuruyor ki, (Borcu olan kimse, ödemedikce yaglı ve sirkeli
ta’âm yimemelidir). Ibni Hacer-i Askalânî buyuruyor ki, Ibni Battâl “rahime-
– 644 –
hüllah”, (Borcu olanların sadaka vermesi ve borcunu ödememesi câiz degildir. Bunu
bütün âlimler sözbirligi ile bildirmekdedir) buyurdu. Taberânî ve birçok âlimler
buyuruyor ki, (Âlimlerin çoguna göre, bir kimsenin vücûdü saglam olur, aklı
basında olur, bir yere borcu olmaz ve evli olmayıp malsızlıga sabr edebilirse veyâ
evli olup da, çoluk çocugu da sabr ederlerse, bu kimsenin bütün malını sadaka
vermesi câiz olur. Bu saydıgımız sartlardan biri eksik olursa, sadaka vermesi
mekrûh olur. Ba’zı âlimler, sadakası kabûl olmaz buyurdu). Ömer “radıyallahü
anh” da böyle buyurdu.
Bu haberlerden anlasılıyor ki, sadaka vermekde de isrâf olur. Borcundan çok
malı olmıyan veyâ çoluk çocugu sıkıntıya sabr edemedigi hâlde, bunların ihtiyâcını
karsılıyacak maldan fazlası bulunmıyan veyâ sıkıntıya katlanamadıgı hâlde,
kendisi muhtâc olan kimsenin sadaka vermesi isrâf olur. Ödünc vermekde de
böyle isrâf olur.
BESINCI BAHS — Isrâfın ilâcı üçdür:
1 — Ilm ile ilâc, anlatdıgımız zararlarını bilmek ve bunları düsünmekdir.
2 — Is ile, ugrasmakla ilâc, malı dagıtmamaga gayret etmek ve güvendigi birine
bu derdini anlatıp, malına ve harclarına dikkat etmesini, isrâfını görünce, kendine
hâtırlatmasını, hattâ zorla önlemesini ricâ etmekdir.
3 — Isrâfın sebeblerini söküp atmak. Isrâfın sebebleri altıdır:
Birinci sebeb, sefâhetdir. Çok kimseyi isrâfa alısdıran budur. Sefâhet, kalb
hastalıklarının otuzbirincisidir. Sefîhlik, aklın az ve hafîf olmasıdır. Buna sefâhet
veyâ rekâket de denir. Aksine, tersine, rüsd denir ki, aklın kuvvetli, temâm olmasıdır.
Allahü teâlâ, (Mallarınızı sefîhlere vermeyiniz!) meâlindeki âyet-i kerîmeden
sonra, (Onların hâlinde rüsd görürseniz, mallarını kendilerine teslîm ediniz!)
meâlinde emr buyuruyor. Çok kimse, yaratılısda sefîh olur. Bu kötü hâlleri,
ba’zı sebeblerle, zemân zemân artar. Çalısmadan, alın teri dökmeden eline mal girer,
kötü arkadaslar, bu mala konmak için, dagıtmasına, saklamanın, artdırmanın
erkeklik, yigitlik olmadıgına kandırır. Isrâfa yol açarlar. Bunun içindir ki, kötü arkadaslardan
kaçmakla emr olunduk. Zengin çocuklarının çogu, böyle isrâfa alısmakda
ve sefîh olmakdadırlar. Sefâheti artdıran bir sebeb de, insanların çok hurmet,
saygı göstermesi, yüz vermesi, medh eylemesidir. Âmirlerin, zenginlerin,
mu’allimlerin çocukları bu yoldan sefâhete düsmekdedir.
Ikinci sebeb, isrâfı veyâ çesidlerinden birkaçını tanımamakdır. Isrâf oldugunu
bilmez, hattâ cömerdlik sanır. Lüzûmsuz yere, yasak, zararlı yerlere verilen mal,
cömerdlik sanılır.
Üçüncü sebeb, riyâ ve gösteris yapmakdır.
Dördüncü sebeb, gevseklik ve tenbellikdir.
Besinci, hayâ, sıkılmakdır.
Altıncısı, dîni kayırmamak, islâmiyyeti gözetmemekdir.
Bu altı sebebin ilâclarını bildirelim:
Birincisi: Yaradılısda bulunan sefâhetin ilâcı güçdür. Bunun için, islâmiyyet, bunlara
mal vermegi yasak etmis, hicr eylemis, ya’nî mallarını kullanmalarına izn vermemisdir.
Isrâf eden sefîhi hicr lâzımdır. Hâlbuki, hicr insanlık hakkını almak, hayvan,
hattâ cansız gibi yapmakdır. Ilâc kabûl edebileni kötü arkadaslardan ayırmalı,
akllı, tecribeli kimselerin yanında bulundurmalıdır. Isrâfın âfetlerini duyurmalı,
zor ile, hattâ azarlıyarak, cânını yakarak, mal dagıtmakdan vazgeçirmelidir.
Ikincisi, cehlin ilâcını ögretmekdir.
Üçüncüsü: Riyâ, kalb hastalıgının dokuzuncusu olup, uzun anlatmıs idik. [(Islâm
Ahlâkı) kitâbımızda uzun yazılıdır.]
Dördüncü ilâc, gevseklik ve tenbellik için olup, kalb hastalıklarının otuzikinci-
– 645 –
sidir. Bunun kötülügünü anlamak için, Vennecmi sûresi, otuzdokuzuncu âyet-i kerîmesinin,
(Insan, ancak çalısdıgının fâidesini görür) meâl-i serîfi yetisir. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” tenbellikden Allahü teâlâya sıgınmıs, (Yâ Rabbî!
Beni, keselden koru!) diye düâ etdigini, Âise “radıyallahü anhâ” ve Enes bin
Mâlik, (Buhârî) ve (Müslim)de bildirmislerdir. Tenbelligin ilâcı, çalıskanlarla
konusmak, tenbel, uyusuk kimselerden kaçınmak, Allahü teâlâdan hayâ etmek lâzım
geldigini ve azâbının siddetli oldugunu düsünmekdir. Dînini iyi bilen ve her
hareketi, bilgisine uygun olan sâlih kimselerle görüsmeli, günâh isliyen, Allahü teâlânın
emr ve yasaklarına uymayıp, yalnız söz ile müslimânları oksayan, avutan yalancılardan,
Ehl-i sünnet kitâblarındaki bilgileri ögrenmemis câhillerden uzak
olmalıdır.
Isrâf çok kötü bir huydur. Çirkinligi meydândadır. Kalbi, durmayıp karartan,
kemiren, tehlükeli bir hastalıkdır. Tedâvîsi de pek güçdür. Bu sıfat kalbi kaplamadan
önce, giderilmesi için ve bu felâketden kurtulmak için bütün ilâclarına bas vurup
ugrasmalıdır. Kurtarması için, Cenâb-ı Hakka yalvarmalı, düâ etmelidir. Allahü
teâlâ, çalısana, her güçlügü kolaylasdırır. O, sıgınılacak, güvenilecek, biricik
yardımcı ve kurtarıcıdır. Imâm-ı Birgivînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Tarîkati
Muhammediyye) kitâbındaki isrâf bahsi burada temâm oldu.
Süâl: Tütün içmek isrâf mıdır?
Cevâb: Isrâf, ister kendi için, ister baskası için olsun, malı harâm olan yere vermekdir.
Azı da, çogu da isrâf olur. Büyük günâh olur. Içki için, kumâr için, oyun
için vermek böyledir. Sigara harâm olsaydı, buna az veyâ çok verilen para isrâf olurdu.
Sigarayı az içmek harâm degildir, mubâhdır. Parayı, malı, halâl, mubâh olan
yerlere vermek, iki dürlü olur:
Birincisi: Kendi bedeni için, yimekde, içmekde, giyinmekde, ev kurmakda, tabî’atinin
çekdigi seye, ihtiyâcından fazla harc etmek, isrâf olur. Meselâ bir seyi yimek,
içmek isteyince, doydukdan sonra, fazlası isrâf olur. Bunun küçük günâh oldugu,
(Redd-ül-muhtâr)da, nemâzın vâcibleri basında bildirilmekdedir.
Imâm-ı Rabbânî Ahmed-i Fârûkî Serhendî “rahmetullahi aleyh”, üçüncü cild,
elliikinci mektûbu, kitâbımızın üçüncü kısmının otuzsekizinci maddesinde yazılıdır.
Bu mektûbda buyuruyor ki, (Insan ve hayvanların bedeni dört seyden yapılmısdır
[toprak maddeleri, su, hava ve nâr, ya’nî harâret]. Birbirine benzemiyen,
hattâ birbirinin aksi olan bu dört seyin ihtiyâcları ve îcâbları vardır. Bedendeki harâretden
[ısıdan] dolayı [ısı kudret kaynagı oldugu için], insan ve hayvanlar, kendini
begenmekde, üstün görmekdedir. Sehvet ve gadab kuvvetleri ve baska kötülükler,
bu dört seyden ileri gelmekdedir).
Iste bu ihtiyâc ve îcâblar, hayvanların ve insan tabî’atinin çekdigi, istedigi seyler
olup, sevk-ı tabî’î, [iç güdü] denilmekdedir. Aklı olan kimse, bu sevk-ı tabî’îleri
islâmiyyetin emr etdigi, izn verdigi gibi kullanır ve günâh olmaz. Aklı dinlemiyenler
ise, nefse uyarak, mubâhlardan dısarı tasar. Günâha girer. Çünki nefs,
sevk-ı tabî’îleri, mubâhların dısına çıkarmaga zorlıyan, mubâhlardan baska seyler
de istiyen bir kuvvetdir. Insanların duygu organları ve hareket sinirleri, kalb ismindeki
bir kuvvetin emrindedir. Bedenin dört yapı maddesi ile nefs ve kalb kuvvetlerini
bir arada tutan, çalısdıran kuvvet de, rûhdur. Kâfirlerin ve günâh isliyen
mü’minlerin nefsleri azmıs, kalbi ve rûhu kaplamısdır. Bu üç kuvvet birlesmis gibi
olup nefsin istedigini yapmakdadırlar. Islâmiyyete uyunca, bu üç kuvvet birbirinden
ayrılıp, kalb ve rûh kuvvetlenir ve nefs za’îfliyerek, kalb ve rûh, nefsin baskısından,
kumandasından kurtulur ve temizlenmege baslar. Her ikisi de, islerini
Allahü teâlânın rızâsı için, iyilik için yapar.
Hayvanlarda, kalb, rûh ve nefs olmadıgından, sevk-ı tabî’î ile hareket ederler.
Meselâ acıkınca, doyuncaya kadar, bulduklarını yirler. Insanlar ise, kalb ile hareket
eder. Kalb, nefse uyarsa, buldugu ile doymaz. Harâm olan seyleri arar. Doy-
– 646 –
dukdan sonra da yir. Meselâ, sıcakda, insanın tabî’ati, serin bir sey isteyince, kalb
akla uyarsa, islâmiyyetin izn verdigi su, serbet, limonata, gazoz ve dahâ birçok içecekleri
ve lüzûmu kadar alır. Aklı dinlemeyip, nefse uyarsa, mubâhları ihtiyâc
olan mikdârdan fazla ister ve nefsin istedigi harâm içkilere de sapar. Nitekim,
üçüncü cild, yirmiyedinci mektûbda buyuruyor ki, (Insanın ba’zı arzûları, tabî’atinden
ileri gelmekdedir. Beden sag kaldıkca, hiç kimse bu isteklerden kurtulamaz. Meselâ,
harâret artınca, insanın tabî’ati serin birsey içmek ister. Sogukda, sıcak birsey
ister. Böyle istekleri yapmak günâh degildir ve nefse uymak degildir. Çünki, tabî’atimizin
zarûrî istekleri mubâhdır. [Bunlara (ihtiyâc maddeleri) denir. Ihtiyâc maddelerini
lâzım oldugu kadar kullanmak sünnetdir. Çünki, bu tabî’î istekler] nefs-i
emmârenin arzûlarının dısındadır. Nefs, mubâhların lüzûmundan fazlasını ve sübhelileri
ve harâmları ister. Mubâhların zarûrî mikdârı ile doymaz). Üçüncü cild, seksenaltıncı
mektûbda buyuruyor ki, (Riyâzet çekmek, mubâhları da azaltıp, zarûret
mikdârı kullanmak demekdir).
Görülüyor ki, malı, ihtiyâc olan mubâhlara harc etmek isrâf degildir. Günâh olmaz.
Sigaraya alısmıs kimsenin tabî’ati, ekmek ister gibi, tütünü istiyor. Böyle kimsenin,
ihtiyâcı kadar kullanması isrâf olmaz. Fakîr bir kimsenin, çoluk çocuguna
ekmek parası bulması lâzım oldugu gibi, kendi tütün ihtiyâcını da karsılaması lâzım
olur. Sigaraya alısmıs bir kimsenin, (Çoluk çocugunun nafakasını kesip de kendine
sigara alması isrâf olmaz mı?) demek, (Kendine, doyuncıya kadar yimek
için ekmek alması isrâf olmaz mı?) demege benzer. Hattâ böyle, fakîr birinin, su
yerine, gazoz, limonata içmesi isrâf olup, tütün alması isrâf olmaz.
Sunu da bildirelim ki, çoluk çocugunun nafakasını karsılayacak kadar mal kazanmak
için çalısmak farzdır. Ihtiyâclarını karsılamak için, fazla çalısmak sünnetdir.
Bunlar, ikinci kısm, 38. ci maddede bildirilmisdir. Çalısan kimse, nafakadan
kesecek kadar fakîr olmaz. Nafakadan kesecek kadar fakîr kimse, tütün içdigi için
degil, çalısmayıp, bu derece fakîr kaldıgı için günâha girer.
Sigaraya alısmamıs fakîr kimsenin, tabî’ati çekmedigi zemân, nafakadan kesip
sigara alması, su yerine gazoz içmesi gibi, dogru olmaz. Fekat, bu derece fakîrlik,
tenbellikden ileri gelir. Çalısmayıp fakîr düserek, kendini ve çoluk çocugunu
zarûrî lâzım olanlardan, nafakadan mahrûm bırakmak harâmdır. Ihtiyâc olanlardan
mahrûm bırakmak mekrûh olur.
Ikincisi: Malı kendi bedeni için kullanmadıgı zemân, hakkı, ya’nî lüzûmu olmayan
yere, az da sarf etmek isrâf olur. Meselâ, malı atesde yakmak, denize atmak
böyledir. Lüzûmu olan yere, lüzûmundan fazla vermek de isrâf olur. [Meselâ, çoluk
çocuguna ihtiyâclarından fazla seyler vermek isrâf olur. Ihtiyâc, islâmiyyetin
gösterdigi mikdârlar ile ve memleketin âdetine göre belli olur.] Görülüyor ki, malı
sarf edecek yerleri ve kendi malındaki baskalarının hakkını ögrenmek lâzımdır.
Insanın, kendi malında bulunan, baskasının hakkını ödemesi, isrâf degildir.
Bu hakları hemen vermek lâzımdır. Bu hakların en mühimmi, zekâtdır.
Erenlerin sohbeti, ele giresi degil.
Sohbete kavusanlar, mahrûm kalası degil.
Gezmek gerek her yeri, bulmak için, bir eri,
sarraf tanır cevheri, magbûn bilesi degil.
Akar suyun basına, kapalı desti konsa,
kırk yıl, orda dursa da, âbı alası degil.
Sohbet, kalbi eder pâk, ona imrenir eflâk,
âdemi, ârif eden, tâcu hırkası degil.
Önce îmân etmeli, harâmdan, el çekmeli,
rûh gıdâsın bilmeli: Bâdem helvası degil!
– 647 –
45 — YIMEK, IÇMEK ÂDÂBI
Yimege ve içmege baslarken, (Besmele) okumalıdır. Yimek ve içmek sonunda
(Elhamdülillah) demelidir. Bunları söylemek ve yimekden önce ve yimekden
sonra el yıkamak ve sag el ile yimek ve sag el ile içmek sünnetdir. [Resûlullahın
“sallallahü aleyhi ve sellem” yimekden sonra okudugu ve okunmasını emr etdigi
düâlar, (Sir’at-ül-islâm) serhinde ve (Mevâhib-i ledünniyye)de yazılıdır.] Yimekden
evvel el yıkarken, önce gençler, yimekden sonra, önce yaslılar yıkar. Yimekden
sonra elleri kâgıda silmek câiz olmadıgı, (Fetâvâ-yı Hindiyye) besinci cüz’de
yazılıdır. Herkese hâtırlatmak için Besmele, yüksek sesle söylenebilir.
Önce el kurulanmaz. Yimekden sonra yıkayınca bezle silip kurulanır. Önce el
yıkarken agzı da yıkamak sünnet degildir. Fekat cünübün, agızını yıkamadan yimesi
mekrûh olup, hâizin mekrûh degildir. Tuzlugu, tabagı ekmek üstüne koymak,
elini, bıçagı ekmege silmek mekrûhdur. Bu ekmek yinirse, mekrûh olmaz. Otururken
birseye dayanmak ve bası açık yimek câizdir.[1] Ekmegin içini yiyip kabugunu
bırakmak, piskin yerini yiyip, gerisini bırakmak isrâfdır. Kalanı baskası veyâ hayvân
yirse isrâf olmaz. Tabagın kenârından yimek, kendi önünden yimek, sag ayagı
dikip, sol ayak üstüne oturmak sünnetdir. Çesidli meyve bulunan tabagın orta
tarafından almak câizdir. [Fekat, baskasının önünden almak yine câiz degildir.] Çok
sıcak sey yimemeli ve koklamamalıdır. Imâm-ı Ebû Yûsüf, buna sessiz üflemek câizdir
dedi. Yirken hiç konusmamak mekrûhdur. Atese tapanların âdetidir. Nes’eli
konusmalıdır. Tuz ile baslamak ve bitirmek sünnetdir ve sifâdır. [Ilk ve son lokma
ekmekle yapılır ve ekmekdeki tuza niyyet edilirse, bu sünnet yerine getirilmis olur.]
Parmakları yıkamadan önce veyâ bez ile silmeden önce yalamak sünnetdir.
(Sir’at-ül-islâm) kitâbında diyor ki, yime ve içme bilgisini ögrenmek, ibâdet bilgisini
ögrenmekden önce gelir. Bugday ekmegine arpa karısdırmak sünnetdir ve
bereketlidir. Islâmiyyetde, önce çıkan bid’atden biri, doyuncaya kadar yimekdir.
Hergün et yimek, kalbe sıkıntı verir. Melekler sevmez. Eti az yimek ise ahlâkı bozar.
Sofra, ya’nî yaygı üstünde yimek ve bunu yere sermek hos olur. Sofra, deriden
olur. Mendil üzerinde yimek, eski acemlerin âdetidir. Bitkisel yemek çok iyidir.
Nebâtî yemek bulunmıyan sofra aklsız ihtiyâra benzer. Imâm-ı Ca’fer-i Sâdık
buyurdu ki, (Malı ve evlâdı çok olmak istiyen bitkisel yemek çok yisin!). Önce sofraya
oturmalı, yemegi sonra getirmelidir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”,
(Ben kulum. Kullar gibi, yere oturup yirim) buyurdu. Acıkmadan yimemeli,
doymadan kalkmalı, sasacak sey olmadan gülmemeli, gündüz [sünnet olan
(Kaylûle)den fazla] uyumamalıdır. Hadîs-i serîfde, (Iyiliklerin bası açlıkdır. Kötülüklerin
bası toklukdur) buyuruldu. Yemegin tadı, açlıgın çoklugu kadar artar. Tokluk,
unutkanlık yapar. Kalbi kör eder, alkollü içkiler gibi, kanı bozar. Açlık, aklı
temizler, kalbi parlatır. Fâsıklarla [kötülerle] birlikde yimemeli, içmemelidir. Kaynar
yemekleri, örtülü olarak sogutmalıdır. Sabâh ve aksam yimelidir. Hadîs-i serîfde,
(Sag el ile yiyiniz. Sag el ile içiniz) buyuruldu. Üç parmakla yimek sünnetdir.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, ekmegi sag eli ile alır, sonra karpuzu
sol eli ile yirdi. Ekmegi bir eli ile degil, iki eli ile koparmalıdır. Lokma küçük olmalı
ve iyi çignenmelidir. Sagına, soluna, havaya bakmamalı, lokmasına ve önüne
bakmalıdır. Agzını çok açmamalıdır. Sofrada elini, üstüne, basına sürmemelidir. Öksürecegi
ve aksıracagı zemân, basını geriye çevirmelidir. Ekmek bıçakla kesilebilir.
Dilimler bıçakla lokma yapılmaz. Eti bıçakla degil, el ile parçalamalıdır. Küflü
ekmek, kokmus yemek ve su mekrûhdur.
Çagırılmayan sofraya oturmamalıdır. Sofrada herkesden çok yimemelidir. Karnı
doyunca, bunu günâh islemekde kullanmamak için düâ etmelidir. Bunun kıyâ-
– 648 –
[1] Hediyyet-ül-mehdiyyîn
metdeki hesâbını düsünmelidir. Ibâdet yapmaga kuvvetlenmek niyyeti ile yimelidir.
Aç iken de, yavas yavas yimelidir. Önce büyükler baslamalıdır. Üçden çok
(yi) diyerek, kimseye sıkıntı vermemelidir. Ev sâhibinin sofraya oturmayıp hizmet
etmesi câizdir. Birlikde yidigi zemân, müsâfirleri doymadan, yemekden elini çekmemelidir.
Yemekde korkunç ve igrenç seyler söylememelidir. Ölümden, hastalıkdan,
Cehennemden konusmamalıdır. Sofraya gelen yemeklere bakmamalıdır.
Bir lokmayı yutmadan önce, ikinciyi eline almamalıdır. Yemek arasında, birsey için,
hattâ nemâz için, sofradan kalkmamalıdır. Nemâzı önce kılmalıdır. Eger, hâzırlanmıs
yemekler soguyacak veyâ bozulacak ise ve nemâz vakti, yemekden sonra kılmaga
elverisli ise, nemâzdan önce yimelidir. Yemek kaldırıldıkdan sonra, sofradan
kalkmalıdır. Yol üstünde, ayakda, yürürken yimemelidir. Hadîs-i serîfde buyuruldu
ki, (Insan kalbi, tarladaki ekin gibidir. Yemek, yagmur gibidir. Fazla su,
ekini kurutdugu gibi, fazla gıdâ kalbi öldürür). Bir hadîs-i serîfde, (Çok yiyeni, çok
içeni Allahü teâlâ sevmez) buyurdu. Çok yimek, hastalıkların bası, az yimek
[ya’nî perhîz etmek] ilâcların basıdır. Mi’denin üçde biri yemeklere, üçde biri
içeceklere ayrılmalıdır. Üçde biri hava payı, ya’nî bos olmak en asagı derecedir.
En iyi derece, az yimek ve az uyumakdır. (Teshîl-ül-menâfi’)de diyor ki, (Yemek
vaktleri olarak en fâidelisi, iki gün ve iki gecede üç kerre yimekdir). [Ya’nî, hergün
üç kerre degil, iki günde üç kerre yimelidir. Ya’nî, sabâh, aksam, ögle, sabâh
seklinde bir asırı vaktlerde yimelidir.] Bir kisilik yemek, iki kisiye yetisir. Müsâfir,
ev sâhibinden tuz ile ekmekden baska sey beklememelidir. Ev sâhibi, müsâfire
lokma uzatmalıdır. Eline su dökmelidir. Halîfe Hârûnürresîd “rahmetullahi teâlâ
aleyh”, müsâfirinin eline ibrikle su dökerdi. Müsâfirin sevdigi seyi, agzına
vermelidir. Temiz yere düsürdügünü alıp ona vermelidir. Kirlendi ise, kediye ve
baska hayvanlara bırakmalıdır. Böyle evin bereketi artar. Torunlarına bile ulasır.
Yere düsenler toplanmazsa seytân yer. Kapda kalanı sıyırıp, yimek sünnetdir. Hosaf,
ayran gibi sey artıgına su koyup, çalkalayıp içmek çok sevâbdır. Tabakda, bardakda
artık bırakmak câizdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, mü’minin
artıgını yimesini severdi.
Yimekden sonra disleri misvak ile [kürdanla] temizlemek sünnetdir. Temizlikdir.
Temizlik îmânı kuvvetlendirir. Disler arasından hilâl [kürdan] ile çıkarılan seyleri
yutmamalıdır. [Bu temizligi musluk basında yapıp, dis arasından çıkan kırıntıları,
delikli tasa atmalı, sofrada bulunanları igrendirmemelidir.] Dil ile toplanan
yutulabilir. Feslegen, nar dalı ve kamıs, incir, ılgın, süpürgeden hilâl olmaz. Yemekden
sonra ev sâhibine, bereket, rahmet ve magfiret ile düâ edilir. Sonra, gitmege
izn istenir. Yemege da’vet edilir.
Agzında, elinde et, yemek kokusu varken yatmamalıdır. Çocukların elini de yıkamalıdır.
Tok iken yatmamalıdır. Gıdâ maddelerini, lüzûmu kadar ölçerek almalı,
ölçüsüz, çok almamalıdır. Isrâf olur. Yiyecek ve içecek kapları, kapaklı olmalıdır.
Nehrden, havuzdan egilip, agız ile içmemelidir. Ibrik, desti agzından da içmemelidir.
Fincânın, bardagın kırık yerinden içmemelidir. Sap olan yerinden de içmemelidir.
Aksam yatarken yiyecek ve içecek kaplarının üstü örtülmelidir. Kapılar
kapanmalıdır. Isıklar söndürülmelidir. Çocuklar eve gelmis olmalıdır. Geceleri
cinnîler yayılır. Sag el ile içmelidir. Içdigi suya bakmalıdır. Üç nefesde içmelidir.
Solugu suya degil, bardagın dısına vermelidir. Yazın, serin içmelidir. Çok soguk
içmemelidir. [Dondurma yimemelidir.] Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” serin
serbet içmesini severdi. (Ayakda içmeyiniz!) buyururdu. Zemzem suyu, abdest
aldıkdan sonra kalan su ve ilâc yutmak için içilen su ayakda içilebilir. Yolcu, her
suyu ayakda içebilir denildi. Aç karna su içmemelidir. Suyu yavas yavas emerek
içmelidir. Agzı doldurarak içmemelidir. Nefes verirken bardagı agızdan çekmelidir.
Kaynar seyi, soluyarak içmemeli. Sogutup, sonra içmelidir. Suya birsey düserse,
parmakla veyâ kürdanla almak kolaysa almalı, alınamazsa, suyun bir parçası-
– 649 –
nı dısarı dökerek gidermelidir. Suyun hepsini bir solukda içmemelidir. Müslimânın
ve hele sâlih insanların artıgını içmek bereketlidir. Birkaç kisiye su verirken,
önce âlimlere, sonra yaslılara, en son çocuklara verilir. Yirken, yürürken, otururken
de, bu sıra gözetilir. Kendisi sonra içmelidir. Yanında oturanlara birsey verirken,
kendi sagında olandan baslanır. Sonra, onun sagındakine olarak devâm edilir.
Sagdakinin izni ile önce soldakine verilebilir. Hadîs-i serîfde, (Günâhı çok olan,
çok su dagıtsın!) buyuruldu.
Herîse, ya’nî keskek pisirmesini, Peygamber efendimize, Cebrâîl “aleyhimesselâm”
ögretdi. Herîse, insanı çok kuvvetlendirir. Bütün Peygamberler “aleyhimüsselâm”
arpa ekmegi yimisdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kabak tatlısını
ve mercimek çorbasını, av etini ve koyun etini severdi. Koyunun kol ve gögüs
ve kürek tarafını severdi. Oglagın kürek etini çok severdi. Oglak etinin hazmı
kolaydır. Herkes için uygundur. Erkek hayvan eti, disiden ve esmer et beyâzdan
dahâ kolay hazm olur. Hazmının kolaylıgı ve lezzeti bakımından koyunun eti,
inegin sütü dahâ iyidir. Av etlerinin en iyisi geyik etidir. Tavsan eti halâldir. Idrâr
söker, fazlası uykusuzluk yapar. Herkes için uygundur. Kus, piliç eti herkes için iyidir.
Kümes hayvanlarından eti en iyi olanı tavukdur. Sirke, en fâideli yemekdir. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem”, (Sirke, ne güzel yiyecekdir) buyurdu.
Hurma da yemekdir. Ya’nî ekmek ile yinir. Üzüm, hem yemekdir, hem de meyvedir.
Üzümü ekmekle yimek sünnetdir. Hurmayı tek yimek sünnetdir. Kuru üzüm,
ceviz, bâdem yimek sünnetdir. Balda sifâ vardır. Yetmis Peygamber “aleyhimüsselâm”
bala bereket ile düâ etmisdir. Resûl “aleyhisselâm”, hurmayı çok severdi.
Hurma ile kavun, karpuzu birlikde yirdi. Kavun, karpuz böbrekleri temizler, bas
agrısını giderir. Solucan düsürür. Gözlere kuvvet verir. Serin serbetleri çok severdi.
Pilâv yirken salevât-i serîfe okumalıdır. Hadîs-i serîfde, baklayı kabugu ile yimek
medh edildi. Habbetüssevdâ, ya’nî sûniz [çörek otu] derdlere devâdır buyurdu.
Cevizi peynirle yimek sifâdır. Bunları yalnız yimek zarardır. Bir sey ile berâber
yimelidir. Üzüm çekirdegi zararlıdır. Üzüm salkımını sol eline alır, üzümü sag
el ile yirdi. Ayva, kalbden sıkıntıyı giderir. Hâmile kadın yirse, çocugu güzel olur.
[(Eczâcılık mecmû’ası) 1970 (11). ci sayısında diyor ki, (Elma yiyenlerde aklî bozuklukların
ve teneffüs yolları râhatsızlıklarının azaldıgı ve dis çürümesi nisbetinin
yüzde otuzdan dahâ az oldugu Ingilterede tesbît edildi).] Her kavun, karpuz
ve narda bir damla Cennet suyu vardır. Bir narı yalnız yimeli, bir damlası bos yere
gitmemelidir. Nar, çarpıntıya iyidir. Mi’deyi kuvvetlendirir. Et kısmı ile birlikde
sıkılıp içilirse, safra söker, pekligi giderir. Incir, kalbe ferahlık verir. Kuluncu,
sindirim organı sancılarını giderir. Yesil hıyârı tuz ile yimek, cevzi hurma ile bal ile
yimek sünnetdir. (Patlıcan, zarar niyyeti ile yinirse, zarar verir. Sifâ niyyeti ile yinirse,
fâide verir) hadîsinin sahîh olmadıgı, Ibni Râvendînin sözü oldugu, (Fevâid-
i câmi’a)da yazılıdır. Fekat, hadîs-i serîfde, patlıcan medh olundu ve zeytin yaglı
yapınız buyuruldu. Semizotunu da medh buyurdu. Kereviz, unutkanlıgı giderir.
Idrâr söker. Kan ve süt yapar. Kara cigeri temizler. Harsef, ya’nî enginâr, safra tasını
eritir, kanı temizler, damar sertligine iyi gelir. Ter kokusunu da giderir. Tatlı
yapılan kabak suyu, göz agrısına sürülür. Zehrsiz ak mantar yimek câizdir. Bir memlekete
gelenin, önce biraz çig sogan yimesi sıhhate iyidir. Sogan, mikroplara karsı
koyma gücünü artdırır. Sogandan sonra kereviz yinirse, fenâ kokusunu giderir.
Sedef otu yimekle de kokusu gider denildi. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve
sellem” son yidigi yemegin içinde sogan vardı. (Sogan ve sarmısagı pismis olarak
yiyiniz), buyururdu. Bunların kokusundan melekler incinir. Turup, idrâr söker. Hazmı
kolaylasdırır. Balçık, kil yimemelidir, harâmdır. Rengi ve kuvveti giderir. Alî
“radıyallahü anh” buyurdu ki, (Üç sey ahmaklıkdır: Dis ile tırnak uçlarını yimek,
sakal yolmak ve balçık yimek). Hadîs-i serîfde, (Allahü teâlâ, kuluna derd
vermek isterse, sakalını yolmagı ve tırnagını ısırmagı âdet eder) buyuruldu. Koku
verilen kimse almalı, koklamalıdır. Gül koklayınca, salevât-ı serîfe getirmeli-
– 650 –
dir. Çünki, mubârek teri, gül gibi kokardı. Hadîs-i serîfde, (Üç sey, bedeni besler:
Güzel koku, yumusak kumasdan güzel elbise ve bal yimek) buyuruldu. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” yumurta yirdi ve severdi. Akı yüze sürülürse, günes
yakmasını önler. Kümes hayvanları hastalanıp ölürse, içme sularına [bir teneke
suya iki çay kasıgı] tentürdiyod koymalıdır. Hastalıgı izâle eder.
Urvet-ül-vüskâ Muhammed Ma’sûm-i Fârûkînin üçüncü oglu, büyük âlim, üstün
velî, mürevvic-üs-serî’a Muhammed Ubeydüllah Serhendî “kaddesallahü teâlâ
sirrehümâ”, (Hazînet-ül-me’ârif) kitâbında yüzkırkbesinci mektûbda diyor ki,
(Ebû Dâvüd, Mu’âz bin Cebelden ve Enes bin Mâlikden gelen su hadîs-i serîfi haber
vermekdedir: (Bir kimse, yemek yidikden sonra, Elhamdülillahillezî at’amenî
hâzet-ta’âm ve rezekanî-hi min gayri havlin minnî ve lâ-kuvvete derse, geçmis
ve gelecek günâhlarından çogu afv olunur. Yeni bir elbise giydigi zemân, elhamdülillahillezî
kesânî hâzessevb ve rezekanî-hi min gayri havlin minnî ve lâ kuvveh
derse, geçmis ve gelecek günâhlarından çogu afv olunur).) Vehhâbîler ve bunların
yolundaki mezhebsizler, yemekden sonra düâ etmek bid’atdir diyorlar. Bunlara
cevâb olarak, yukarıdaki hadîs-i serîf yetisir. Birinci kısmda, 64. cü maddenin
sonuna bakınız! Fıkh bilgilerinin mütehassısı, ondördüncü asrın müceddidi, (Medresetül-
mütehassısîn)de tesavvuf kürsîsi müderrisi seyyid Abdülhakîm efendi
“kuddise sirrûh”, yemeklerden sonra, su düâyı okurdu: (Elhamdülillahillezî esbe’anâ
ve ervânâ min-gayri-havlin minnâ ve lâ kuvveh. Allahümme at’im-hüm kemâ
at’amûnâ!).
Ârif-i kâmil kelâmın duymaga irfân gerek,
sırr-ı muglakdır gönülde zevk ile vicdân gerek!
Bir hazînedir tesavvuf, mâlik olmaz her hasîs,
bulmaga anı cihânda, bir yegit sultân gerek!
Inci tasıyan sedefe, kavusmak kolay olmaz,
bulunmaz nehr içinde, bahr-i bî pâyân gerek!
Ma’rifet da’vâsı eden, sahtekâr bilmezmi ki,
kalbdeki arzûya elde, huccet-ü burhân gerek!
Ârif gezer halk içinde, herkes tanımaz onu,
ask atesinde yanarak, hâk ile yeksân gerek!
Söhretle övünen kimse, Hakdan nasîb alamaz,
bâtının umrânı için, zâhiri vîrân gerek!
Ölmeden önce ölerek, kabri ve hasri görüp,
Mâlik-ül-mülk huzûrunda, kalbi hem hayrân gerek!
Islâmiyyet sırâtı ile, nefs âtesinden geçip,
kalbi habâisden ârî, Ravda-i Rıdvân gerek!
Söyledigi, isitdigi, her dâim fikr etdigi,
bî-kem ve bî-keyf olarak, hazret-i Rahmân gerek!
Ey Niyâzî, Hakka vuslat, herkese olmaz nasîb,
günesden zıyâ alacak, ay gibi insan gerek!
__________________
Zi hicri dostân, hûn süd derûn-ı sîne-i cân-ı men,
firâk-ı hem-nisînân suht magz-ı istihân-ı men.
– 651 –

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...