96 — MUHAMMED ALEYHISSELÂMIN AHLÂKI
Asagıdaki yazı, (Rıyâd-un-nâsıhîn) kitâbının üçüncü kısm, ikinci bâb, onuncu
faslından terceme edilmisdir:Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine verdigi iyilikleri, ihsânları sayarak, Onun mubârekkalbini oksarken, kendine güzel huylar verdigini, (Sen güzel huylu olarakyaratıldın) meâlindeki âyet-i kerîme ile bildirmekdedir. Akreme buyuruyor ki, Abdüllahibni Abbâsdan isitdim: Bu âyet-i kerîmedeki (Huluk-ı azîm), ya’nî güzel huylar,Kur’ân-ı kerîmin bildirdigi ahlâkdır. (Hadâik-ul-hakâyık) kitâbında diyor ki,
(Âyet-i kerîmede, (Sen huluk-ı azîm üzeresin) buyuruldu. Huluk-ı azîm demek, Allahü
teâlâ ile sır, gizli seyleri bulunmak, insanlar ile de güzel huylu olmak demekdir.
Çok kimselerin islâm dînine girmesine, Resûlullahın güzel ahlâkı sebeb oldu).
Muhammed aleyhisselâmın bin mu’cizesi göründü, dost düsman herkes de bunu
söyledi. Bu kadar mu’cizelerin en kıymetlisi, edebli olması ve güzel huyları idi.
(Kimyâ-i Se’âdet) kitâbında diyor ki, (Ebû Sa’îd-i Hudrî “radıyallahü teâlâ anh”
buyurdu ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, hayvana ot verirdi. Deveyi
baglardı. Evini süpürürdü. Koyunun sütünü sagardı. Ayakkabısının sökügünü
dikerdi. Çamasırını yamardı. Hizmetcisi ile birlikde yirdi. Hizmetcisi el degirmeni
çekerken yorulunca, ona yardım ederdi. Pazardan öte beri alıp torba içinde eve
getirirdi. Fakîrle, zenginle, büyükle, küçükle karsılasınca, önce selâm verirdi.
Bunlarla müsâfeha etmek için, mubârek elini önce uzatırdı. Köleyi, efendiyi, begi,
siyâhı ve beyâzı bir tutardı. Her kim olursa olsun, çagırılan yere giderdi. Önüne
konulan seyi, az olsa da, hafîf, asagı görmezdi. Aksamdan sabâha ve sabâhdan
aksama yemek bırakmazdı. Güzel huylu idi. Iyilik etmesini sever idi. Herkesle iyi
geçinirdi. Güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Söylerken gülmezdi. Üzüntülü görünürdü.
Fekat, çatık kaslı degildi. Asagı gönüllü idi. Fekat, alçak tabî’atli degildi. Heybetli
idi. Ya’nî saygı ve korku hâsıl ederdi. Fekat, kaba degildi. Nâzik idi. Cömerd idi.
Fekat, isrâf etmez, fâidesiz yere birsey vermezdi. Herkese acır idi. Mubârek bası
hep önüne egik idi. Kimseden birsey beklemezdi. Se’âdet, huzûr isteyen, Onun gibi
olmalıdır.)
(Mesâbîh) kitâbında, Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” buyuruyor ki, (Resûlullaha
“sallallahü aleyhi ve sellem” on sene hizmetcilik etdim. Bana bir kerre üf
demedi. Sunu niçin böyle yapdın, bunu niçin yapmadın buyurmadı). Yine (Mesâbîh)
de, Enes bin Mâlik diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” insanların
en güzel huylusu idi. Beni birgün, bir yere gönderdi. Vallahi gitmem dedim.
Fekat, gidecekdim. Emrini yapmak için dısarı çıkdım. Çocuklar sokakda oynuyordu.
Onların yanından geçerken arkama bakdım. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” arkamdan geliyordu. Mubârek yüzü gülüyordu. (Yâ Enes! Dedigim yere
gitdin mi?) buyurdu. Evet gidiyorum yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”
dedim).
Ebû Hüreyre “radıyallahü anh” diyor ki, (Bir gazâda, kâfirlerin yok olması için
düâ buyurmasını söyledik. (Ben, la’net etmek için, insanların azâb çekmesi için gönderilmedim.
Ben, herkese iyilik etmek için, insanların huzûra kavusması için gönderildim)
buyurdu). Enbiyâ sûresinin yüzyedinci âyetinde meâlen, (Seni, âlemlere
rahmet, iyilik için gönderdik) buyuruldu.
Ebû Sa’îd-i Hudrî “radıyallahü anh” buyurdu ki, (Resûlullahın “sallallahü
aleyhi ve sellem” hayâsı, bâkire islâm kızlarının hayâlarından dahâ çokdu).
Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”
bir kimse ile müsâfeha edince, o kimse elini çekmedikce, mubârek elini ondan
ayırmazdı. O kimse, yüzünü çevirmedikce, mubârek yüzünü ondan çevirmezdi.
Bir kimsenin yanında otururken iki diz üzerinde oturur, ona saygı olmak
için mubârek bacagını dikip oturmazdı).
– 383 –
Câbir bin Sümre “radıyallahü anh” diyor ki, (Resûlullah “sallallahü aleyhi ve
sellem” az konusurdu. Lüzûmlu oldugu zemân veyâ birsey sorulunca söylerdi). Bundan
anlasılıyor ki, her müslimânın (Mâlâ-ya’nî), fâidesiz sey söylememesi, susması
lâzımdır. Mubârek sözlerinde tertîl ve tersîl vardı. Ya’nî, gâyet açık ve metodlu
konusur ve kolay anlasılırdı.
Enes bin Mâlik “radıyallahü anh” buyuruyor ki, (Resûl “aleyhisselâm” hastayı
ziyârete gider, cenâze arkasında yürür, çagrılan yere giderdi. Esege de binerdi.
Resûl aleyhisselâmı Hayber gazâsında gördüm. Yuları bir ip olan esek üzerinde
idi. Resûl “aleyhisselâm” sabâh nemâzından çıkınca, Medîne çocukları ve isçileri
su dolu kablarını önüne getirirler. Mubârek parmagını içine sokmasını dilerlerdi.
Kıs ve soguk su olsa da, herbirine mubârek parmagını sokar, gönüllerini yapardı).
Yine Enes “radıyallahü anh” diyor ki, (Bir küçük kız, Resûl aleyhisselâmın elini
tutup bir is için götürseydi, birlikde gider, müskilini hâl ederdi).
Câbir “radıyallahü anh” diyor ki, (Resûl aleyhisselâmdan birsey istenip de
yok dedigi isitilmedi).
Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” buyuruyor ki, (Resûl “aleyhisselâm” ile
birlikde gidiyordum. Üzerinde bürd-i Necrânî vardı. Ya’nî Yemen kumasından bir
palto vardı. Arkadan bir köylü gelip, yakasından öyle çekdi ki, paltonun yakası mubârek
boynunu çizdi, yeri kaldı. Resûl “aleyhisselâm” geriye döndü. Köylü zekât
malından birsey istedi. Resûl “aleyhisselâm”, onun bu hâline güldü. Ona birsey verilmesi
için emr buyurdu). (Tetimmet-ül mazher) kitâbında diyor ki, (Buradan anlasılacagına
göre, insanların basında bulunan kimsenin, Resûl aleyhisselâma uyarak,
bunların ezâ ve sıkıntılarına katlanması lâzımdır. Zâten sıkıntıya katlanmak,
herkes için iyi bir huydur. Üstlerin katlanması ise dahâ güzel olur).
(Zâd-ül Mukvîn) kitâbında diyor ki, (Resûl aleyhisselâmın komsusu bir ihtiyâr
kadın vardı. Kızını Resûl aleyhisselâma gönderdi. Nemâz kılmak için örtünecek
bir elbisem yok. Bana, nemâzda örtünecek bir elbise gönder diye yalvardı. Resûl
aleyhisselâmın o ânda baska elbisesi yokdu. Mubârek arkasındaki antârîyi çıkarıp,
o kadına gönderdi. Nemâz vakti gelince, elbisesiz mescide gidemedi. Eshâb-ı
kirâm “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în”, bu hâli isitince, Resûl “aleyhisselâm”
o kadar cömerdlik yapıyor ki, gömleksiz kalıp, mescide cemâ’ate gelemiyor. Biz
de herseyimizi fakîrlere dagıtalım dediler. Allahü teâlâ, hemen Isrâ sûresinin yirmidokuzuncu
âyetini gönderdi. Önce habîbine, hasîslik etme, birsey vermemezlik
yapma buyurup, sonra da, sıkıntıya düsecek ve nemâzı kaçırarak, üzülecek kadar
da dagıtma! Sadakada ortalama davran buyurdu. O gün, nemâzdan sonra, hazret-
i Alî “kerremallahü vecheh”, Resûlullahın yanına gelip, (Yâ Resûlallah “sallallahü
aleyhi ve sellem”! Bugün, çoluk çocuguma nafaka yapmak için sekiz dirhem
gümüs ödünc almısdım. Bunun yarısını size vereyim. Kendinize antârî alınız)
dedi. Resûl “aleyhisselâm” çarsıya çıkıp, iki dirhem ile bir antârî satın aldı. Geri
kalan iki dirhem ile yiyecek almaga giderken gördü ki, bir a’mâ oturmus, Allah rızâsı
için ve Cennet elbiselerine kavusmak için, bana kim bir gömlek verir diyordu.
Almıs oldugu antârîyi bu a’mâya verdi. A’mâ, antârîyi eline alınca, misk gibi
güzel koku duydu. Bunun, Resûl aleyhisselâmın mubârek elinden geldigini anladı.
Çünki, Resûl aleyhisselâmın bir kerre giydigi hersey, eskiyip dagılsa bile, parçaları
da misk gibi güzel kokardı. A’mâ düâ ederek, (Yâ Rabbî! Bu gömlek hurmetine,
benim gözlerimi aç) dedi. Iki gözü hemen açıldı. Resûl “aleyhisselâm”ın
ayaklarına kapandı. Resûl “aleyhisselâm” oradan ayrıldı. Bir dirhem ile bir antârî
satın aldı. Bir dirhem ile de yiyecek satın almaga giderken, bir hizmetci kızın agladıgını
gördü. (Kızım, niçin böyle aglıyorsun?) buyurdu. Bir yehûdînin hizmetcisiyim.
Bana bir dirhem verdi. Yarım dirhem ile bir sise ve yarım dirhem ile de yag
satın al dedi. Bunları alıp gidiyordum. Elimden düsdü. Hem sise, hem de yag gitdi.
Simdi ne yapacagımı sasırdım dedi. Resûl “aleyhisselâm”, son dirhemini kıza
– 384 –
verdi. (Bununla sise ve yag al. Evine götür) buyurdu. Kızcagız, eve geç kaldıgım
için, yehûdînin beni dögeceginden korkuyorum dedi. Resûl “aleyhisselâm”, (Korkma!
Seninle birlikde gelir, sana birsey yapmamasını söylerim) buyurdu. Eve gelip,
kapıyı çaldılar. Yehûdî kapıyı açıp, Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem”
görünce sasırıp kaldı. Yehûdîye, olanı biteni anlatıp, kıza birsey yapmaması için
sefâ’at buyurdu. Yehûdî, Resûlullahın ayaklarına kapanıp, (Binlerce insanın bas
tâcı olan, binlerce arslanın, emrini yapmak için bekledigi ey koca Peygamber! Bir
hizmetci kız için, benim gibi bir miskînin kapısını sereflendirdin. Yâ Resûlallah!
Bu kızı senin serefine âzâd etdim. Bana îmânı, islâmı ögret. Huzûrunda müslimân
olayım) dedi. Resûl “aleyhisselâm”, ona müslimânlıgı ögretdi. Müslimân oldu. Evine
girdi. Çoluguna çocuguna anlatdı. Hepsi müslimân oldu. Bunlar, hep Resûlullahın
“sallallahü aleyhi ve sellem” güzel huylarının bereketi ile oldu.
O hâlde, ey müslimân! Sen de Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”
güzel huyları gibi ahlâklanmalısın! Hattâ, Allahü teâlânın ahlâkı ile ahlâklanmak,
her müslimâna lâzımdır. Çünki, Resûl “aleyhisselâm” (Allahü teâlânın ahlâkı
ile huylanınız!) buyurdu. Meselâ, Allahü teâlânın sıfatlarından biri (Settâr)
dır. Ya’nî günâhları örtücüdür. Müslimânın da din kardesinin aybını, kusûrunu
örtmesi lâzımdır. Allahü teâlâ, kullarının günâhlarını afv edicidir. Müslimânlar
da, birbirlerinin kusûrlarını, kabâhatlerini afv etmelidir. Allahü teâlâ kerîmdir,
rahîmdir. Ya’nî lutfü, ihsânı boldur ve merhameti çokdur. Müslimânın cömerd
ve merhametli olması lâzımdır. Bütün güzel ahlâk da böyledir.
Resûl aleyhisselâmın güzel huyları pek çokdur. Her müslimânın bunları ögrenmesi
ve bunlar gibi ahlâklanması lâzımdır. Böylece, dünyâda ve âhıretde felâketlerden,
sıkıntılardan kurtulmak ve O iki cihân efendisinin “sallallahü teâlâ aleyhi
ve sellem” sefâ’atine kavusmak nasîb olur.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” su düâyı çok okurdu:
(Allahümme innîes’elüke-ssıhhate vel-âfiyete vel-emânete ve hüsnel-hulkı verrıdâe bilkaderi birahmetikeyâ Erhamerrâhimîn). Bunun ma’nâsı, (Ya Rabbî! Senden, sıhhat ve âfiyetve emânete hıyânet etmemek ve güzel ahlâk ve kaderden râzı olmak istiyorum.
Ey merhamet sâhiblerinin en merhametlisi! Merhametin hakkı için, bunları bana
ver!)
demekdir. Biz zevallılar da, ulu ve sanlı Peygamberimiz gibi düâ etmeliyiz!
Uyan sevdigim gençlik, bütün ümmîdler sende,
Uyan ey Anadolu, ey azîzler diyârı!
Asr-ı se’âdetdeki adâlet, yeryüzünde,
yeniden te’sîs olsun, gelsin islâm behârı,
Ceddinin torunusun o kan damarındadır,
Istersen neler olur, rûhları yanındadır.
Resûlullahın askı, kalbinde, kanındadır.
O senden yüzçevirmez, ara hakîkî yârı!
Sarıl güzel dînine, güzel ahlâkı ihyâ et!
Sünnetin ısıgında, gitsin, yok olsun zulmet.
Dogsun islâm günesi ve hakîkî se’âdet,
yeniden zuhûr etsin, budur islâm siârı!
– 385 – Se’âdet-i Ebediyye 1-F:25