92 — ÎSÂ “aleyhisselâm” INSAN IDI, ONA TAPILMAZ
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimize, Necrândan bir hıristiyan
hey’eti gelmisdi. Necrân, Hicâz ile Yemen arasında bir sehr idi. Bunlar, altmıs süvârî
olup, içlerinden yirmidördü büyükleri idi. Bunların içinde üçü en büyükleri
idi. Reîsleri Abdülmesîh idi. Içlerinden Ebülhâris bin Alkama, en âlimleri idi. Âhır
zemân Peygamberinin alâmetlerini Incîlde okumus idi. Fekat, dünyâ mevkı’ini, söhretini
sevdigi için müslimân olmıyordu. Çünki, ilmi ile meshûr olup, kayserlerden
ikrâm görür, birçok kiliselere emr verirdi. Medîneye gelip, ikindi nemâzından sonra,
Mescid-i serîfe girdiler. Üstlerinde süslü papas elbiseleri vardı. O sırada, onların
da nemâz vakti gelmis oldugundan, Mescid-i serîfde nemâza kalkmıslar,
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” de, (Bırakınız kılsınlar) buyurmusdu.
Sarka dogru kıldılar. Üç büyükleri konusmaga basladı. Söz arasında, Îsâ “aleyhisselâm”
için, ba’zan Allah diyorlar, ba’zan Allahın oglu, ba’zan da, üç tanrıdan biri
diyorlardı. Allah demelerine sebeb, ölüleri diriltir, hastaları iyi ederdi. Gaybları
haber verir, çamurdan kus yapıp üfleyince uçardı diyorlardı. Allahın oglu olduguna
sebeb, belli bir babası olmaması idi. Üçden birisi olmasına sebeb de, Allah
(yapdık, yaratdık) diyor. Eger bir olsaydı, (yapdım, yaratdım) derdi diyorlardı. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem”, bunları dîne da’vet etdi. Birkaç âyet-i kerîme
okudu. Îmâna gelmediler. (Biz senden önce îmân etdik) dediler. Resûlullah “sallallahü
aleyhi ve sellem”, (Yalan söyliyorsunuz! Allahın oglu var diyenin îmânı olmaz)
buyurdu. Allahın oglu degilse, o hâlde bunun babası kim, dediler.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: — Biliyor musunuz? Allahü
teâlâ, hiç ölmez ve herseyi varlıkda tutan Odur. Îsâ “aleyhisselâm” ise yok idi
ve yok olacakdır.
Onlar — Evet biliyoruz.
Resûlullah — Bilmiyor musunuz, babasına benzemiyen hiçbir yavru var mı?
Onlar — Her yavru babasına benzer. [Koyun yavrusu, koyuna benzer.]
Resûlullah — Bilmiyor musunuz, Rabbimiz herseyi yaratıyor, büyütüyor, besliyor.
Hâlbuki Îsâ “aleyhisselâm” bunların birini yapmıyordu.
Onlar — Evet, yapmıyordu.
Resûlullah — Rabbimiz, Îsâ aleyhisselâmı diledigi gibi yaratdı degil mi?
Onlar — Evet, yaratdı.
Resûlullah — Rabbimiz yimez, içmez. Onda degisiklik olmaz, bunu da biliyor
musunuz?
Onlar — Evet, biliyoruz.
Resûlullah — Îsâ aleyhisselâmın anası var idi. O, her çocuk gibi dünyâya geldi.
Onlar gibi beslendi. Yir, içer, zararlı maddeleri kendinden atardı. Bunu da biliyorsunuz
degil mi?
Onlar— Evet, biliyoruz.
Resûlullah — O hâlde, Îsâ “aleyhisselâm” sandıgınız gibi nasıl olur?
Onlar, birsey demeyip, susdular. Biraz sonra:
Yâ Muhammed “aleyhisselâm”! Sen onun (Allahın kelimesi ve Ondan bir rûh)
oldugunu söylemiyor musun, dediler.
Resûlullah — Evet buyurdu.
Onlar — Eh, bu da bize yetisir deyip inâd etdiler.
Bunun üzerine, Allahü teâlâ, onları mübâheleye çagırmasını emr etdi. Resûlullah
“sallallahü aleyhi ve sellem” de, bana inanmıyorsanız, gelin sizinle mübâhele
edelim. Ya’nî, (Hangimiz zâlim isek, yalancı isek, Allahü teâlâ ona la’net etsin, diyelim!)
buyurdu. Allahü teâlânın bu emri, Âl-i imrân sûresinin, altmısbirinci
– 369 – Se’âdet-i Ebediyye 1-F:24
âyet-i kerîmesinde bildirilmekdedir. Seyyid dedikleri Serhabîl, bunları toplayıp,
(Bunun Peygamber oldugu herseyinden anlasılıyor. Bununla mübâhele edersek,
ne biz kurtuluruz, ne de, bizden sonra gelenlerimiz kurtulur. Muhakkak bir belâya
ugrarız!) dedi. Mübâhele etmekden kaçındılar ve (Yâ Muhammed “sallallahü
aleyhi ve sellem”! Senden râzıyız. Ne istersen sana verelim. Eshâbından “radıyallahü
teâlâ anhüm ecma’în” bir emîn kimseyi bizimle berâber gönder, vergilerimizi
ona verelim!) dediler.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” yemîn edip, gâyet emîn bir kimseyi
sizinle gönderirim buyurdu. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” emîn olarak kimin
sereflenecegini merâk ediyorlardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” (Kalk,
yâ Ebâ Ubeyde!) buyurdu. Ümmetin emîni budur, diyerek berâber gönderdi.
Sulh sartı söyle idi: Her sene, ikibin elbise vereceklerdi. Bini Recebde, bini Safer
ayında teslîm edilecekdi. Her elbise ile de, kırk dirhem [135 gram] gümüs verilecekdi.
Reîsleri Abdülmesîh ile seyyidleri Serhabîl, sonradan müslimân olup, Resûlullahın
“sallallahü aleyhi ve sellem” hizmetinde bulunmakla sereflendiler.
93 — ÎSÂ “aleyhisselâm” PEYGAMBERDIR, ONA
TAPILMAZ
Büyük islâm âlimi, (Tefsîr-i kebîr) ve çesidli kıymetli kitâbların sâhibi, Imâm-ı
Fahreddîn Râzî “rahmetullahi aleyh” Âl-i imrân sûresinde, altmısbirinci âyet-i kerîmeyi
tefsîr ederken buyuruyor ki:
Hârezm sehrinde idim. Sehre bir papasın geldigini ve hıristiyanlıgı yaymak
için çalısdıgını isitdim. Yanına gitdim. Konusmaga basladık. Bana, (Muhammed
aleyhisselâmın Peygamber oldugunu gösteren delîl nedir?) dedi. Su cevâbı verdim:
Fahreddîn Râzî — Mûsânın, Îsânın ve diger Peygamberlerin “aleyhimüsselâm”
hârikalar, mu’cizeler gösterdigi haber verildigi gibi, Muhammed aleyhisselâmın
da mu’cizeler gösterdigi haber verilmisdir. Bu haberler tevâtür hâlindedir.
Tevâtür ile gelen haberleri, yâ kabûl eder veyâ red edersin. Red eder ve mu’cize,
bir zâtın Peygamber oldugunu isbât etmez der isen, mu’cizeleri tevâtür ile bize haber
verilen diger Peygamberlere de inanmaman lâzım gelir. Sâyet tevâtür ile gelen
haberlerin dogrulugunu ve mu’cize gösteren zâtın peygamber oldugunu kabûl
eder isen, Muhammed aleyhisselâmın Peygamber oldugunu kabûl etmen lâzım gelir.
Çünki, Muhammed aleyhisselâm; mu’cizeler göstermis ve bu mu’cizeler, bizlere
(tevâtür) denilen saglam haberler ile bildirilmisdir. Diger Peygamberlerin peygamberligine,
tevâtür ile bildirilen mu’cizeler sebebi ile inandıgın için, Muhammed
aleyhisselâmın da, Peygamber olduguna îmân etmelisin!
Papas — Îsâ aleyhisselâmın, Peygamber degil, ilah, tanrı olduguna inanıyorum.
[Tanrı, ma’bûd demekdir. Tapılan seylerin hepsine tanrı denir. Allahü teâlânın
ismi, Allahdır, tanrı degildir. Allahü teâlâdan baska tanrı yokdur. Allah yerine tanrı
demek, yanlısdır ve çok çirkindir.]
Fahreddîn Râzî — Biz simdi Peygamberlik hakkında konusuyoruz. Ilahlıkdan
önce, nübüvvet mevzûunu hal etmemiz lâzımdır. Ayrıca, Îsâ aleyhisselâmın, ilah
oldugunu söylemen de bâtıldır. Çünki, ilahın, tanrının, her zemân var olması lâzımdır.
O hâlde, madde, cism, yer kaplıyan seyler tanrı olamaz. Hâlbuki, Îsâ aleyhisselâm,
cism idi, insan idi. Yok iken var oldu ve size göre öldürülmüsdür. Önce
çocuk idi, büyüdü. Yirdi, içerdi. Bizim gibi konusurdu. Yatardı, uyurdu, uyanırdı,
yürürdü. Her insan gibi yasamak için, birçok seye muhtâc idi. Muhtâc olan, ganî
olur mu? Yok iken sonradan var olan birsey, ebedî, sonsuz var olur mu? Degisen
birsey devâmlı, sonsuz var olur mu?
Îsâ aleyhisselâm kaçdıgı, saklandıgı hâlde, yehûdîler yakalayıp asdı diyorsunuz.
– 370 –
Îsâ aleyhisselâmın o zemân çok üzüldügünü, bu durumdan kurtulmak için çârelere
basvurdugunu söyliyorsunuz. Ilah veyâ ilahdan parça kendisine hulûl etmis olsaydı,
yehûdîlerden korunmaz mı, onları yok etmez mi idi? Niçin üzüldü ve saklanacak
yer aradı? Vallahi, buna hayret ediyorum. Aklı olan kimse, bu sözleri nasıl
söyler, buna nasıl inanır. Akl, bu sözlerin bozukluguna sâhiddir.
Üç dürlü söyliyorsunuz:
1 — O gözle görülen cismânî bir ilah imis. Tanrı imis. Âlemin ilahının cism ve
beser olan Îsâ aleyhisselâm oldugunu söylemek, yehûdîler Onu öldürdügü zemân,
âlemin ilahını öldürdüklerini söylemek olurdu. Bu takdîrde, âlemin ilahsız kalması
lâzım gelirdi. Hâlbuki, âlemin ilahsız kalması mümkin degildir. Ayrıca, yehûdîler,
haksız oldukları hâlde, bunların yakalayıp öldürdügü, âciz, kuvvetsiz bir kimse,
âlemlerin tanrısı olabilir mi?
Îsâ aleyhisselâmın, Allahü teâlâya çok ibâdet etdigi, tâ’ata çok ragbet etdigi husûsu
da, tevâtür ile sâbitdir. Îsâ aleyhisselâm ilah olsaydı, ibâdet ve tâ’atda bulunmazdı.
Çünki ilah, aslâ kendisine ibâdet etmez. [Bilakis baskaları ona ibâdet eder.]
Papasın sözünün bâtıl oldugu buradan da anlasılmakdadır.
2 — Ilah, Ona temâmen hulûl etmisdir. O, Tanrının ogludur diyorsunuz. Bu inanıs
yanlısdır. Çünki, ilah, cism ve araz [sıfat] olamaz. Ilahın, bir cisme hulûl etmesi,
imkânsızdır. Eger, ilah cism olsaydı, baska bir cisme de hulûl ederdi. Cisme hulûl eden
sey, cism olur ve hulûl edince iki cismin maddeleri birbirine karısır. Bu da, ilahın parçalanmasını
îcâb etdirir. Eger ilah, araz olsaydı, bir mahalle, mekâna muhtâc olurdu.
Bu ise, ilahın baskasına muhtâc olması demekdir. Baskasına muhtâc olan ise, ilah
olamaz. [Ilahın, Îsâ aleyhisselâma hulûl etmesine sebeb, ne idi? Sebebsiz Îsâ aleyhisselâma
hulûlü, tercihün bilâ müreccihdir. Bunun ise bâtıl oldugunu, (Cevâb Veremedi)
kitâbımızda Allahü teâlânın bir oldugunu isbât ederken bildirmisdik.]
3 — O, tanrı degildir. Fekat, tanrının bir parçası ona hulûl etmis, yerlesmisdir
diyorsunuz. Eger Ona hulûl eden parça, ilahın ilah olmasında te’sîri var ise, bu parça
ilahdan ayrılınca, temâmen ilahlıgı bozulur. Eger bu parça, ilahın ilah olmasında
te’sîrli degilse, tanrının parçası olmamıs olur.
Îsâ aleyhisselâmın ilah, Tanrı olduguna delîlin nedir?
Papas — Ölüleri diriltdigi, anadan dogma körlerin gözünü açdıgı ve Beras denilen,
derideki çok kasınan beyâz lekeleri iyi etdigi için, O tanrıdır. Böyle isleri ancak
tanrı yapabilir.
Fahreddîn Râzî — Delîl [alâmet] bulunmayınca, medlûlün [delîlin delâlet etdigi
seyin] bulunmıyacagı söylenebilir mi? Delîl bulunmayınca, medlûl de olmaz, var
olmaz dersen, âlem yaratılmadan önce, ya’nî ezelde âlemi yaratanın yok oldugunu
söylemis olursun ki, bu bâtıldır. Çünki, âlem [bütün mahlûklar], yaratanın
varlıgına delîldir.
Delîl bulunmayınca, medlûl bulunabilir dersen, ezelde mahlûklar yok iken yaratanın
var oldugunu kabûl etmis olursun. Fekat, Îsâ aleyhisselâm ezelde yok
iken, ilahın Ona ezelde hulûl etdigini söylersen, bunu delîlsiz kabûl etmis olursun.
Çünki, Îsâ aleyhisselâm sonradan yaratılmısdır. Ezelde var olması delîlin bulunmaması
demekdir. Tanrının Îsâ aleyhisselâma hulûl etdigini delîlsiz kabûl ediyorsun
da, bana, sana, hayvanlara, otlara ve taslara hulûl etmedigini nereden biliyorsun?
Delîlsiz, bunlara hulûl etdigini niçin kabûl etmiyorsun?
Papas — Ilahın Îsâ aleyhisselâma hulûl etmesi ile, sana, bana ve diger varlıklara
hulûl etmemesinin sebebi açıkdır. Çünki, Îsâ aleyhisselâmda mu’cizeler göründü.
Sende, bende ve diger varlıklarda böyle hârikulâde hâller görülmedi. Bundan
ilahın Ona hulûl edip, bize ve diger varlıklara hulûl etmedigini anlıyoruz.
Fahreddîn Râzî — Îsâ aleyhisselâma hulûl etmesine delîl olarak, Onun mu’cizeler
göstermesi oldugunu söylüyorsun. Delîl olmayınca ya’nî mu’cizeler görülme-
– 371 –
yince, hulûl edemiyecegini niçin söylüyorsun? Sende, bende ve diger varlıklarda
hârikalar, mu’cizeler bulunmadıgı için tanrı bunlara hulûl etmez diyemezsin.
Çünki, delîl olmadıgı hâlde, medlûl bulunabilir demisdik. Buna göre, ilahın hulûl
etmesi, delîlin bulunmasına, ya’nî hârikaların, mu’cizelerin görülmesine baglı degildir.
O hâlde, bana, sana, kediye, köpege, fareye de hulûl etdigine inanman lâzım
gelir. Ilahın, bu asagı mahlûklara hulûl etdigini inandırmaga varan bir din, hak
din olabilir mi?
Asâyı [bastonu] ejder, yılan yapmak, ölüyü diriltmekden dahâ güçdür. Çünki,
baston ile yılan, hiçbir bakımdan birbirine yakın degildir. Mûsâ aleyhisselâmın asâyı
ejdere çevirdigine inanıyorsunuz da, Ona, tanrı veyâ tanrının oglu demiyorsunuz.
Îsâ aleyhisselâma niçin tanrı veyâ söyle böyle diyorsunuz?
Papas, bu sözüme karsı diyecek hiç birsey bulamadı, susmaga mecbûr oldu. [Islâm
âlimleri, hıristiyanlıgı red için çok kitâb yazdı. Bunlar arasında, arabî ve türkçe
(Tuhfet-ül-erîb), türkçe (Dıyâ-ül-kulûb), arabî (Izhâr-ül-hak) ile bunun türkçe
tercemeleri (Ibrâz-ül-hak) ve (Îzâh-ul-hak), arabî (Es-sırât-ul-müstekîm), türkçe
(Îdâh-ul-merâm), türkçe ve ingilizce (Cevâb Veremedi), fârisî (Mîzân-ül-mevâzîn)
ve arabî (Irsâd-ül-hiyâra), arabî ve fransızca (Redd-ül-cemîl) meshûrdur. (Îdâh-ulmerâm)
kitâbının basından birkaç sahîfesi, (Cevâb Veremedi) ve (Ingiliz Câsûsunun
I’tirâfları)nın sonlarında basılmısdır. (Ingiliz Câsûsunun I’tirâfları), arabî, ingilizce
ve türkce, m. 1991 de Istanbulda nesr edilmisdir. Bugün, hıristiyanların çogu,
Iznik meclisindeki papasların kabûl etdikleri dört kitâbın, semâdan inen Incîl olduklarına
inanıyorlar. Yuhannâ Incîlinde yazılmıs olan, (Teslîs), dinlerinin esâsıdır.
Îsâ Tanrı degildir. Tanrının Peygamberidir. Ebedî olan tek tanrı, onu çok seviyor.
Onun her istedigini yapıyor, yaratıyor. Bunun için herseyi ondan istiyoruz, ona ve
onu temsîl eden putlarımıza, bu niyyet ile secde ediyoruz, yalvarıyoruz. Baba ve ogul,
çok sevilen kimse demekdir, diyorlar. Tanrının oglu demek, tanrı onu çok seviyor
demekdir, diyorlar. Böyle inananlara (Ehl-i kitâb) denir. Îsâ aleyhisselâmda veyâ
herhangi bir mahlûkda (Ülûhiyyet sıfatı) bulunduguna inanan, meselâ, (O da, ebedîdir.
Herseyi yokdan var ediyor) diyen hıristiyanlar, (Müsrik) olur. Muhammed aleyhisselâma
inanmadıkları, müslimân olmadıkları için, hepsi kâfirdirler.]
94 — IKINCI CILD, 9. cu MEKTÛB
Imâm-ı Rabbânî Müceddid-i elf-i sânî “kaddesallahü teâlâ esrârehül’azîz”, bu
mektûbu molla Ârif Hutenî Bedahsîye yazmısdır. (Lâ ilâhe illallah) kelimesinin
üstünlüklerini ve tenzîh makâmını ve (îmân-ı gayb)ı bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdigi, sevdigi kullarına selâm olsun!
Mevlânâ Muhammed Ârif Hutenî! Önce, bâtıl, bozuk ilâhları yok etmek, sonra hak
olan ma’bûdü bilmek lâzımdır. Nasıl oldugu bilinen ve ölçülebilen hersey yok
edilmeli, nasıl oldugu bilinmiyen bir Allaha îmân etmelidir. Bu yok bilmegi ve îmân
etmegi en iyi anlatan kelime, (Lâ ilâhe illallah) güzel kelimesidir. Peygamberimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem”, (Zikrin en kıymetlisi, Lâ ilâhe illallah demekdir) buyurdu.
Bir hadîs-i serîfde, Rabbinden söyle nakl etdi: (Yedi kat göklerin ve bunlarda
bulunanların ve yedi kat yerin hepsi, Lâ ilâhe illallah kelimesi ile ölçülse, bu
kelimenin sevâbı dahâ çok olur) buyuruldu. Nasıl dahâ çok olmaz ki, bu kelimenin
bir kısmı, Allahü teâlâdan baska herseyi, yerleri gökleri, Arsı, Kürsîyi, Levh ve
Kalemi, bütün Âlemi ve âdemi hep yok etmekde, diger kısmı da, yerlerin, göklerin,
tek yaratıcısı, hak olan ma’bûdün var oldugunu bildirmekdedir. Allahü teâlâdan
baska hersey, ister âfâkda [insanın dısında], ister enfüsde [insanın içinde] olsunlar,
hepsi anlasılabilen, ölçülebilen seylerdir. Âfâk ve enfüs aynalarında görülen
hersey de böyledir. Hepsinin yok bilinmesi lâzımdır. Bildigimiz, ögrendigimiz,
hâtırımıza, hayâlimize gelen, duygu organlarımıza etki eden hersey de böyledir. Hep-
– 372 –
si hâdis, mahlûkdurlar. Çünki, insanın bildigi, his etdigi hersey, kendi eseri, yapdıgı
seydir. Bizim, Allahü teâlâyı tenzîh etmemiz, birseye benzemez dememiz, benzetmek
olur. Bizim anladıgımız büyüklük, küçüklükdür. Tesavvufculara “kaddesallahü
teâlâ esrârehümül’azîz” olan kesfler, tecellîler, müsâhedeler, hep Allahdan
baska seylerdir. Allahü teâlâ (Verâ-ül-verâ)dır. Ya’nî, ötelerin ötesidir. Bunların
hiçbirine benzemez. Ibrâhîm aleyhisselâm, kâfirlere, (Niçin kendi yapdıgınız putlara
tapıyorsunuz? Sizleri ve yapdıgınız isleri Allahü teâlâ yaratdı!) dedi. Bunu
Kur’ân-ı kerîm haber veriyor. Ister elimizle yapmıs olalım, ister aklımız ve hayâlimizle
meydâna getirelim, yapdıgımız seylerin hepsi, Allahü teâlânın mahlûklarıdır.
Hiçbirinin tapınmak için degerleri yokdur. Tapınılmaga hakkı olan, yalnız
Allahü teâlâdır. O, bildigimiz, düsünerek buldugumuz seylerin hiçbirine benzemez
ve nasıl oldugu anlasılamaz. Akl ve vehm Ona yaklasamaz. Kesf ve sühûd, Onun
büyüklügü önünde yıkılıp kalır. Böyle bî-çûn ve bîçigûne olan [ya’nî hiçbirseye benzemiyen
ve akl ile anlasılamıyan] yüce yaratıcıya, gayb yolu ile inanmakdan baska
çâre yokdur. Çünki, görerek, düsünerek anlamaga kalkısarak inanmak, Ona inanmak
olmaz. Kendi yapdıgımız seye îmân etmek olur. Bu sey de, Onun mahlûkudur.
Bunu, Ona serîk, ortak yapmıs oluruz. Belki de, Ondan baskasına îmân etmis oluruz.
Böyle felâkete düsmekden Allahü teâlâya sıgınırız. Gayba îmân edebilmek için,
vehmin, hayâlin yetisemedigi bir yaratana inanmak lâzımdır. Ondan hiçbirseyin hayâlde
yeri olmamalıdır. Bu ma’nâ vehm ve hayâlin dısında olan yakınlık mertebesinde
ele geçer. Çünki, uzaklasdıkca, vehm ile anlasılması kolaylasır ve hayâlde yer
bulabilir. Bu ni’met, ancak Peygamberlere mahsûsdur. Gayb yolu ile îmân etmek,
ancak bu büyüklere nasîb olmusdur “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”. Bunlara
uyup, izlerinde gidenlerden de, dilediklerine ihsân ederler. Bütün mü’minlerin
gayb yolu ile olan îmânları, vehmin karısmasından kurtulamaz. Çünki câhillere göre,
(verâ-ül-verâ), uzaklık demekdir. Böyle anlayısda, vehm de ise karısır. O büyüklere
göre ise “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, (verâ-ül-verâ) yakınlıkdadır. Böyle
anlayısda, vehm ise karısamaz. Dünyâ durdukca ve dünyâ hayâtı ile yasadıkca,
gayba inanmakdan baska çâre yokdur. Çünki, burada görerek hâsıl olan îmân, bozukdur.
Âhıret hayâtı baslayıp, vehm ve hayâlin kuvveti kalmayınca, görerek hâsıl
olan (Îmân-ı sühûdî) kıymetli olur. Vehm ve hayâl tarafından bu îmâna bozuk
seyler karısdırılamaz. Sanırım ki, Resûlullah Muhammed aleyhisselâm, dünyâda Allahü
teâlâyı görmekle sereflendigi için, Onun “sallallahü aleyhi ve sellem” îmânı,
sühûdîdir demek güzel olur. Vehmden ve hayâlden hâsıl olan bozuk seyler, o îmâna
karısamamısdır. Çünki, baska mü’minlere Cennetde ihsân edilecek olan ni’met,
o yüce Peygambere “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” bu dünyâda nasîb oldu. Bu,
Allahü teâlânın çok büyük bir ni’metidir. Allahü teâlâ, ni’metlerini diledigine ihsân
eder. Allahü teâlâ, pek çok ni’met ihsân edicidir.
Sunu iyi anlamalıdır ki, halîlullah Ibrâhîm aleyhisselâm, Allahdan baska seylere
tapınmanın yanlıs oldugunu pek güzel bildirdi. Müsriklige yol açacak kapılardan
hepsini iyice kapadı. Bunun için, Peygamberlerin imâmı oldu. Hepsinden ileride
oldu “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vettehıyyât”. Çünki, dünyâ hayâtında olan
ilerlemenin en yüksek noktası, Allahdan baska tapınılacak hiçbirsey bulunmadıgını
iyi anlamakdır. Çünki, (Lâ ilâhe illallah) güzel kelimesinin ikinci parçasının bildirdigi,
(Ibâdet olunmaga hakkı olan, yalnız Allahü teâlâdır) sözünün tam ma’nâsı,
ancak âhıretde anlasılacakdır. Böyle olmakla berâber, Peygamberlerin sonuncusu
“aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, bu dünyâda, Allahü teâlâyı görmekle
sereflendigi için, bu sözün tam ma’nâsından çok seylere de, bu dünyâda kavusmusdur.
Denilebilir ki, bu ma’nâdan, bu dünyâda mümkin olanı, o yüce Peygamberin
gelmesi ile bildirilmisdir. Yine, diyebiliriz ki, zât-ı ilâhînin tecellîsi, bu dünyâda,
ancak o yüce Peygambere nasîb oldu. Baskalarına, âhıretde nasîb olacagı bildirildi.
Dogru yolda bulunanlara ve Muhammed Mustafânın izinde olanlara selâm
olsun “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ”!
– 373 –