03 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN...90 — SELÂMLASMAK

90 — SELÂMLASMAK

Iki müslimân karsılasdıgı zemân, birbirine (Selâmün aleyküm) demesi ve sonra
el ile müsâfeha etmesi sünnetdir. Müsâfeha ederken günâhları dökülür.
Asagıdaki sekiz kimseye, her zemân selâm vermek harâmdır, günâhdır:

1— Yabancı kızlara, genc kadınlara selâm verilmez.
2— Satranç ve her oyunu oynayanlara selâm verilmez.
3— Kumar oynayanlara selâm verilmez.
4— Içki içenlere selâm verilmez.
5— Gıybet edenlere selâm verilmez.
6— Sarkıcılara selâm verilmez.
7— Âsikâre günâh isliyenlere selâm verilmez.
8— Kızlara, kadınlara bakanlara selâm verilmez.

Asagıdaki onaltı hâlde görülen kimselere, yalnız o hâlde iken selâm verilmez:

1— Nemâzda olana selâm verilmez.
2— Hatîb efendiye, hutbe okurken selâm verilmez.
3— Kur’ân-ı kerîm okuyana selâm verilmez.
4— Zikr ve va’z edene selâm verilmez.
5— Hadîs-i serîf okuyana selâm verilmez.
6— Yukarıda yazılanları dinliyenlere selâm verilmez.
7— Fıkh dersi çalısana selâm verilmez.
8— Mahkemede, hâkimlere selâm verilmez.
9— Din dersi müzâkere edenlere selâm verilmez.
10— Müezzine, ezân okurken selâm verilmez.
11— Müezzine, ikâmet okurken selâm verilmez.
12— Din dersi veren muallime selâm verilmez.
13— Zevcesi ile mesgûl olana selâm verilmez.
14 — Avret yeri açık olana selâm verilmez.
15— Abdest bozmakda olana selâm verilmez.
16— Yemek yimekde olana selâm verilmez.

Mahrem olmıyan ihtiyâr kadınlara selâm verilir. Zarûret oldugu zemânlarda, sehvetden
emîn ise, müsâfeha da edilir [ya’nî eli sıkılır]. Günâh isliyenler, tevbe
ederse, selâm verilir. Günâh islerken mâni’ olmak niyyeti ile selâm verilebilir.
Kâfirlere, ancak is düsdügü zemân selâm verilebilir. Kâfiri tebcîl ederek saygı
göstermek için selâm veren kâfir olur. Kâfiri ta’zîm eden, meselâ üstâdım, gibi
sözlerle saygı gösteren, kâfir olur [Ibni Âbidîn, cild 5]. Aç kimse, sofraya
çagrılacagını bilirse, yemek yiyene selâm verebilir. Talebe, hocasına selâm verebilir.
Selâm verene ve üçe kadar aksırıp da (Elhamdülillah) diyene hemen cevâb vermek
farz-ı kifâyedir. Isitenlerin cevâbı gecikdirmesi harâmdır. Tevbe etmeleri lâzım
olur. Mektûbla gelen selâmı okuyunca hemen (Ve aleyküm selâm) demek farzdır.
Bunu yazıp göndermek müstehabdır. Birisine selâm götürmegi kabûl eden kimsenin,
bu selâmı götürmesi farzdır. Çünki, üzerinde emânetdir. Götürmegi kabûl
etmemis ise (Vedî’a) olur. Vedî’ayı götürmek lâzım olmaz.
Ikinci kısmda yazılanlardan, basdan ikisi, selâma cevâb vermez. Oniki numaraya
kadar olanların cevâb vermesi iyi olur. Dilencinin selâmına cevâb vermek lâzım
degildir. Yirken ve içerken ve halâda iken ve çocugun ve serhosun ve fâsıkın
selâmlarına cevâb vermek farz degildir. (Ibni Âbidîn cild 5. sahîfe 267)
– 363 –
(Selâmün aleyküm) veyâ (Esselâmü aleyküm) diyerek selâm verilir. (Selâm aleyküm)
diyenlere ve baska sözlerle selâm verene cevâb vermek farz olmaz.
(Rıyâd-un-nâsıhîn) kitâbında yazıyor ki: (Fetâvâ-i Sirâciyye)de diyor ki, (Bir
kimseye selâm verirken, cem’ olarak vermeli, çok kimseye verir gibi vermelidir.
Çünki, mü’min yalnız degildir. Muhafaza melekleri ve (Kirâmen kâtibîn) adındaki
iki melek onunla berâberdir.) (Rıyâd-us-sâlihîn) kitâbında, selâmı cem’ kelimesi
seklinde söylemek lâzım oldugunu bildiren hadîs-i serîf yazılıdır.
(Selâmün aleyküm) demek, (Ben müslimânım. Benden sana zarar gelmez. Selâmetdesin)
demekdir. Hadîs-i serîfde, (Tanıdıgınız ve tanımadıgınız müslimânlara
selâm veriniz!) buyuruldu. Kâfirlere selâm verilmez. Onlar selâm verince, yalnız
(Ve aleyküm) denir. Nikâhla alması ebedî harâm olan onsekiz kadına selâm vermek
câizdir. Selâmlarına cevâb vermek farz-ı kifâyedir. Bir sebeb ile, geçici harâm
olan, ya’nî, o sebeb kalkınca evlenmesi halâl olan yedi kadına selâm vermek câiz
degildir. Bunların selâmına cevâb vermek farz olmaz.
Zengine, zengin oldugu için selâm vermek câiz degildir. Zengin önce selâm verirse,
cevâb verilmesi farz olur. Büyüklerin çocuklara selâm vermesi câizdir.
Selâmda sünnet söyledir ki, önce büyük küçüge, sehrli köylüye, devedeki ata binmis
olana, atdaki merkebde olana, merkeb üstündeki yaya yürüyene, ayakda
olan oturana, az olan çok olana, efendi hizmetcisine, baba ogluna, ana kızına verir.
Rütbe ve ni’meti çok olan önce verir. Nitekim, mi’râc gecesi, önce Allahü teâlâ
selâm verdi. Iki müslimân, birbirine aynı ânda selâm verirse, her ikisinin de,
birbirine cevâb vermesi farz olur. Birbirinden sonra selâm verirlerse, ikincinin verdigi
selâm cevâb yerine geçer. Çok kimseye selâm verildigi zemân, bir kisi, hattâ
bir çocuk cevâb verince, ötekiler vermese de olur.
Âdem aleyhisselâmdan, Ibrâhîm aleyhisselâma kadar, selâmlasma, birbirine secde
etmekle olurdu. Sonra, bunun yerine boynuna sarılmakla oldu. Muhammed aleyhisselâm
zemânında, el ile müsâfeha sünnet oldu.
[Sî’îler, verilen selâm gibi cevâb verir. Selâmün aleyküm diyerek cevâb verir.
Aleyküm selâm demezler].
Abdüllah bin Selâm “radıyallahü anh” buyuruyor ki, Resûl-i ekrem “sallallahü
aleyhi ve sellem” Medîneye hicret buyurdugu zemân, mubârek agzından ilk isitdigim
hadîs-i serîf su idi: (Birbirinize selâm veriniz! Birbirinize yiyecek ikrâm ediniz!
Akrabânızın haklarını gözetiniz! Gece, herkes uyurken nemâz kılınız! Bunları
yaparak, selâmetle Cennete giriniz!). (Rıyâd-un-nâsıhîn)in sözü temâm oldu.
Tahtâvî, (Merâkıl-felâh) serhinde, yüzyetmisdördüncü sahîfede diyor ki: (Müslimânların,
birbiri ile karsılasdıgı zemân, müsâfeha etmeleri sünnetdir. Nitekim Süleymân
Ebû Dâvüd Sicstânînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” bildirdigi hadîs-i serîfde,
Ebû Zer Gıfârî “radıyallahü anh” buyuruyor ki: (Resûlullah “sallallahü aleyhi
ve sellem” ile her karsılasdıgımda, benimle müsâfeha ederdi). (Müsâfeha), iki
kisinin, sag elin avuç içlerini birbirine yapısdırıp, iki bas parmagın yanlarını birbirine
degdirmesidir. Simdi moda olan, parmakları tutarak avucuna koyarak yapılan
tokalasma, sî’îlerin üsûlüdür. Sünnet olan ise, karsılasınca, selâm söylesirken,
sag el dört parmak içlerini, çıplak olarak [eldivensiz, örtüsüz karsısındakinin sag
eli dısına bas parmagı tarafına] yapısdırmakdır. Bas parmakda bulunan damardan
muhabbet yayılır. Müsâfeha ederken, birbirine muhabbet geçer). Müslimânların
sevismeleri, bölünmemeleri lâzım oldugu buradan da anlasılmakdadır.
Ibni Âbidîn, besinci cildde, istibrâ bâbında buyuruyor ki, (Câmi’de her nemâzdan
sonra birbiri ile müsâfeha etmek bid’atdir. Sî’îlerin âdetidir. [Bayram
günleri, câmi’lerde müsâfeha ederek bayramlasmak ve nemâzlardan sonra, âdet
etmeden, ara sıra müsâfeha etmek câizdir.] Ihtiyâc oldugu vakt, zimmîye selâm ver-
– 364 –
mek ve müsâfeha etmek câiz olur. Hurmet için ise, câiz olmaz. Kâfire hurmet küfrdür.
On yasına gelen kız ve erkek çocukların yatak odalarını birbirinden ve ana babalarından
ayırmalıdır. Âlimin, ana babanın eli öpülür. Baskasının öpülmez. Arkadas
ile karsılasınca elini öpmek harâmdır.
Büyükler geldigi zemân, kalkarak karsılamak müstehabdır. Kendi gelince, kalkılmasını
sevmek mekrûhdur. Kur’ân-ı kerîmi, ekmegi öpmek câizdir).
(Berîka) kitâbı, binüçyüzotuzdördüncü sahîfesinde diyor ki, (Selâm verirken ve
selâm alırken egilmek günâhdır. Hadîs-i serîfde, (Karsılasdıgınız zemân, birbirinize
egilmeyiniz, kucaklasmayınız!) buyuruldu. Allahü teâlâdan baskası için rükü’
ve secde yapmak harâmdır.) Ibni Nüceym Zeyneddîn Mısrî “rahmetullahi teâlâ
aleyh” (Segâir ve Kebâir) kitâbında, el ile selâm vermek günâhdır diyor. Ismâ’îl Sivâsî,
bunu açıklarken, (Çünki, el ile selâm vermek, kâfirlerin âdetidir) diyor.
Imâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh”, ikiyüzaltmısbesinci mektûbda buyuruyor
ki: (Müslimânların haklarını gözetmek lâzımdır. Hadîs-i serîfde, (Müslimânın
müslimân üzerinde bes hakkı vardır: Selâmına cevâb vermek, hastasını yoklamak,
cenâzesinde bulunmak, da’vetine gitmek ve aksırıp elhamdülillah diyene, yerhamükellah
diyerek cevâb vermek) buyuruldu. Fekat, çagırılan yere gitmek için, sartlar
vardır. (Ihyâ) kitâbında diyor ki, (Yemek sübheli ise, sofrada ipek kumas, altın,
gümüs varsa, tavanda ve dıvarlarda canlı resmleri varsa, çalgı çalınıyorsa,
oyun oynanıyorsa, böyle olan yere gidilmez. Zâlimin, bid’at sâhibinin, fâsıkın ve
kötü kimselerin ve ögünmek için çok para harcamıs olanın da’vetine de gidilmez).
(Sir’at-ül-islâm) kitâbında diyor ki, (Riyâ, gösteris için yapılan da’vete gidilmez).
(Muhît) kitâbında diyor ki, (Oyun oynanan, çalgı çalınan, müslimânlar çekisdirilen,
içki içilen da’vete gidilmez). (Metâlib-ül-mü’minîn) kitâbında da böyle yazılıdır.
Böyle mâni’ler bulunmıyan da’vete gitmek lâzımdır. Bu zemânda, böyle
da’vet az bulunur. Bakıcısı bulunan hastayı ziyâret sünnetdir. Kimsesi yok ise, yoklamak
vâcib oldugu (Miskât) hâsiyesinde yazılıdır. Müslimânın cenâze nemâzını
kılmalı, hiç olmazsa birkaç adım cenâzede bulunmalıdır). Ikiyüzaltmısbesinci
mektûb tercemesi temâm oldu. Ibni Âbidîn (Hazar ve ibâha) kısmında diyor ki,
(Harâm olan seyler, odada ise gidilir. Sofrada ise gidilmez. Bilmiyerek gidildi ise,
kalbi ile begenmiyerek oturulur veyâ bir behâne ile geri dönülür. Çünki, harâm islememek
için, sünnet terk edilir. Gîbet söylemek veyâ dinlemek, çalgıdan ve
oyundan dahâ büyük günâhdır. Söz veyâ makâm sâhibi ise, sofrada günâha mâni’
olmalı veyâ geri dönmelidir).
(Mâ-lâ-büdde)de, zekât bahsi sonunda diyor ki, (Gelen müsâfire üç gün ziyâfet
vermek, müekked sünnetdir. Sonraki günlerde müstehabdır).
(Hadîka)da, dil âfetlerinin sonunda diyor ki, (Birinin evine, odasına, bagçesine
girilecegi zemân izn istemek vâcibdir. Kapıya vurarak, zili çalarak veyâ seslenerek,
meselâ selâm vererek izn istemeden içeri girmemelidir. Ana baba, çocugunun,
çocuk, bunların odasına girecegi zemân da izn istemelidir. Izn üç def’a istenir.
Birincisinde izn verilmezse, bir dakîka kadar sonra, ikinci def’a istemeli, yine
verilmezse, üçüncü def’a istemelidir. Yine izn verilmezse, [dört rek’at nemâz kılacak
kadar beklemis ise], içeri girmemeli, gitmelidir. Kapı aralanırsa, aradıgı
kimseyi sormadan önce, kendini tanıtmalıdır. [Telefon edince de, önce kendini tanıtmalıdır.]
Içeri girmege rızâsı oldugu bilinen kimsenin yanına izn almadan girilebilir).
Süleymâniyye kütübhânesi, Lâleli kısmında (3653) sayılı kitâbın basında, Ahmed
ibni Kemâl efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Kitâb-ül-ferâid)de diyor ki,
(Ebû Ümâmenin bildirdigi hadîs-i serîfde, (Baskalarına benzeyenler bizden degildir.
Yehûdîlere ve hıristiyanlara benzemeyiniz! Yehûdîler parmakları ile isâret ederek,
hıristiyanlar elleri ile isâret ederek, mecûsîler de egilerek selâm verir) buyu-
– 365 –
ruldu. (Kitâb-üs-sünnet-i vel cemâ’a)da diyor ki, selâma cevâb veriniz! Selâm olarak
parmakla veyâ el ile isâret etmek, yehûdî ve hıristiyan âdetidir. Birini görünce
kendi elini veyâ onun elini öpmek ve eli gögse koymak ve egilmek ve yere kapanmak
da mecûsî âdetidir).[1] (Fetâvâ-i Kâri-ül-Hidâye)de ve (Sir’at-ül-islâm)da
diyor ki, (Parmak ile isâret ederek selâm vermek yehûdî âdetidir. El ile selâm vermek
de hıristiyan âdetidir. Müslimân böyle selâm vermemelidir). Mazher-i Cân-ı
Cânân, eli basa kaldırarak ve egilerek selâmlasmaga mâni’ olurdu.
Câmi’ul-ezher kibâr-ı ulemâsından olup, 1361 [m. 1942] de vefât eden esseyh Alî
Mahfûz “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (El-ibdâ’) kitâbının üçyüzaltmısikinci sahîfesinde
diyor ki, (Islâmiyyete uygun selâm vermek unutuldu. Bu, çok kötü âdetdir.
Günaydın demek, el isâreti ile selâmlasmak, bas egmek, yabancı müslimânı görünce
selâm vermemek, eve girince gördüklerine selâm vermemek çok fenâdır. Sünneti
terk etmekdir). Câmi’ul-ezher profesörlerinden seyh Abdüllah-i Dessûkî ve
seyh Yûsüf-i Decvî, (Ibdâ’) kitâbının sonuna takrîz yazmıslar, kitâbı övmüslerdir.
Kıs günleri gidip, behâr gelince,
açılır gafletden, gözü dagların.
Donanır, süslenir, gonca güllerle,
geçmez bülbüllere, nazı dagların.
Gece gündüz, tesbîhledir isleri,
Allah, Allah söyler, dâim kusları.
Göklere uzanmıs, sanki basları,
düâ kıblesine, yüzü dagların.
Kudretden, hepsine, hulle biçilir,
Hak rahmeti, üstlerine saçılır.
Dürlü dürlü, çiçekleri açılır,
Cennet-i a’lâdır, yazı dagların.
Bakıp doyulmaz, yesil alanlara,
hidâyetler olur, Hakdan anlara.
Esen yeli, safâ verir canlara,
miskü anber kokar, tozu dagların.
Bir yanda, zanbaklar, bir yanda lâle,
ırmakları benzer, âb-ı zülâle.
(Sebbe-ha) ma’nâsı, geliyor dile,
sükür Hakka, dâim sözü dagların.
– 366 –
[1] (Kitâb-üs-sünnet-i vel cemâ’at) müellifi Rüknülislâm Ibrâhîmdir. (Kitâb-üs-sünnet)in
müellifi Zâhid-i Saffârdır.
91 — KUR’ÂN-I KERÎM, ALLAH KELÂMIDIR
Bagdâd vâlîsi Sırrî pâsa (Sırr-ı Furkân) kitâbının, Istanbulda [1312] de basılan,
birinci cild, üçüncü baskısı, yetmisbesinci sahîfesinde buyuruyor ki:
Bu kitâbımı yazmadan bir sene önce, Diyâr-ı Bekr sehrinde, bir Cum’a günü,
sehrin ileri gelenleri ile oturuyorduk. Arabî dilinde ve din bilgisinde derinligi ile
tanınmıs olan meshûr Keldânî papası Abd-i Yesû’ da aramızda idi. Müsâfirim olan
Mûsul vâlîsi Muhammed Resîd pâsaya yanımdakileri takdîm ederken, Abd-i Yesû’
için de (arab edebiyyâtında pek derindir) demisdim. Bunun için belâgat üzerinde
çok konusuldu. Sonraları dilden, kavmcilige geçildi. Bu sırada, vaktîle,
Beyrutlu bir Îsevî ile aramızda geçen bir konusmayı, bunlara anlatdım: Herkes kendi
kavminin büyükleri ile ögünür. Siz de Arab ogullarısınız. Size sorsalar ki, büyük
devlet kurmak, ilm, san’at ve belâgat bakımından en büyük adamınız kimdir?
Ne cevâb verirsiniz, demisdim. Beyrutlu hıristiyan da, hemen: Muhammed aleyhisselâm
demege mecbûruz demisdi, dedim ve Abd-i Yesû’a dönerek, size sorsaydım,
ne derdiniz, dedim.
Abd-i Yesû’ — Evet, büyük devlet kurmak, medeniyyete hizmet bakımından,
arabın en büyük, en meshûr adamı Odur derim. Fekat, Muhammed aleyhisselâmın,
arabın en fasîh konusanı oldugunu kabûl etmem. Çünki, bunu gösterecek bir
eseri yokdur. Kur’ânı gösterirseniz, Kur’ân Onun sözü degildir diyorsunuz.
Kur’ânın çok fasîh, pek belîg olması, Onun fasîh ve belîg olmasını göstermez. Evet
O, belîg ve fasîh idi. Fekat, Onun gibi, baskaları da vardı. Meselâ, Alînin “radıyallahü
anh” sözleri gösteriyor ki, bu da, Onun gibi fasîh ve belîg idi. Islâmiyyetden
önce Ümri-ül Kays ve Kus bin Sa’îdenin söhretlerini hepimiz biliyoruz. Hattâ, Kus
bin Sa’îdenin hutbesini, Muhammed aleyhisselâm da begenmisdi, dedi.
Bu sözü dinleyenler, birbiri ile konusmaga, bir gürültü sezilmege basladıgından,
ayaga kalkıp, simdilik kimseden yardım istemiyorum. Lutfen râhat olunuz, dedim.
Herkes susdu. Söyle cevâb verdim:
Su ânda, din hissimizi, teassubumuzu bir yana bırakıp, ilmî ve ciddî konusalım!
Kur’ân-ı kerîm için siz ne dersiniz? Kur’ân-ı kerîm kimin sözüdür?
A.Y. — Kur’ânı, Muhammed “aleyhisselâm” arkadasları ile yapdı.
S.Pâsa — Geçenlerde, vâlîlik emrim okununca, siz arabca bir düâ yapmısdınız.
O düâyı baskası yazıp size verdi deseler, susar mısınız?
A.Y. — Susmam, ben yapdıgımı söylerim.
S.P. — Niçin?
A.Y. — Çünki bu düâyı ben hâzırladım.
S.P. — Hakkınız var. Bes beytli bir gazel yazan kimse bile, bir beytinin çalındıgını
görse, çalanın cezâlanmasını ister. Herkes eseri ile ögünür, degil mi?
A.Y. — Evet.
S.P. — Sizin o düânızdan dahâ güzeli yapılabilir mi?
A.Y. — Evet, yapılabilir.
S.P. — Sizin düânızla, Kur’ân-ı kerîm arasında fesâhat, belâgat bakımlarından
fark var mı?
A.Y. — Elbet, hem de pekçok.
S.P. — Arab edîbleri ve dost ve düsman ilm adamları ugrasarak, Kur’ân-ı kerîm
gibi söyliyememeleri, Kur’ânı yazanlar için büyük bir seref olmaz mı?
A.Y. — Elbet olur.
S.P. — Böyle, yüksek bir eseri, sâhibi baskasına bagıslar mı? Muhammed aleyhisselâm,
(Bu Kur’ân, Allah kelâmıdır. Inanmıyorsanız, bir âyeti kadar siz de
söyleyiniz! Söyliyemezsiniz!) derdi. O kadar düsman oldukları, elele verip ugras-
– 367 –
dıkları hâlde söyliyemediler. Kimisi belâgati, i’câzı görür görmez îmân etdi. Kimisi,
insan bunu söyliyemez diyerek, ister istemez tasdîk etdi. Muhammed “aleyhisselâm”,
bunu birkaç kimse ile birlikde yapmıs olsaydı, düsmanlar da bir araya gelerek,
bunun gibi yapabilirdi. Çünki, müslimânlarda oldugu gibi, kâfirler arasında
da, kuvvetli edîb, fasîh kimseler vardı. Sonra, bununla meydân okurken, malı,
mülkü, mevkı’i ve hükûmeti yokdu ki, yardımcılarını bunlarla susdurdu denilsin.
Kur’ân-ı kerîm, Tevrât, Zebûr ve Incîl gibi, topluca meydâna konmadı ki, yardımcıları,
bu eserlerin böyle kıymetli olacagını önceden düsünememislerdi, sonradan
pismân oldularsa da, is isden geçmisdi denilsin. Kur’ân-ı kerîm yavas yavas
yirmiüç senede indi. Her âyet gelince, herkes hayrân kalıyordu. Yardımcıları olsaydı,
ne kadar sabrlı, fedâkâr olsalar da, kendi eserlerinin, böyle sân ve serefini
görüp de, yirmiüç sene seslerini çıkarmaz, susabilirler mi idi?
A.Y. — Sözün dogrusu, Kur’ânı, Muhammed “aleyhisselâm”, yalnız kendi
yapmısdır.
S.P. — Kur’ân-ı kerîmi siz, nasıl buluyorsunuz?
A.Y. — Çok fasîh, pek belîg, hikmet dolu.
S.P. — Demek, bunu yapan hakîm olmalı.
A.Y. — Evet.
S.P. — Demek ki, Muhammed “aleyhisselâm” hakîm idi.
A.Y. — Sübhesiz hakîm idi.
S.P. — Yalan söyliyen hakîm olur mu?
A.Y. — Olmaz.
S.P. — Muhammed aleyhisselâmın hakîm oldugunu söyliyorsunuz ve hakîm, dogru
söyler diyorsunuz. Zâten, bütün hıristiyanların, Onun dogru oldugunu bilmesi
lâzımdır. Çünki, Mardin köylerinden birinde bulunan “Deyr-i Za’ferân” adındaki
büyük kilisede, nasârânın arabî yazılmıs târîh-i mukaddes kitâbından birinde,
(Muhammed aleyhisselâma peygamberliginden evvel herkes, emîn olan Muhammed
derdi. Çünki, dogrulugu ile meshûr idi) okumusdum. Iste, o dogru sözlü
Muhammed “aleyhisselâm”, bize haber verdi ki, (Kur’ân-ı kerîm, insan sözü degildir.
Allah kelâmıdır). Buna ne dersiniz? Hayır inanmam derseniz, onun hakîm
olduguna da inanmamıs olursunuz. Hakîm idi, sözünde duruyorsanız, Onun sözüne
de inanmanız lâzım gelir.
A.Y. — Dogrusunu istiyorsanız, Muhammed “aleyhisselâm” Peygamber idi. Fekat
yalnız Arabların Peygamberi idi.
S.P. — Tesekkür ederim. Sübhe bulutları sıyrılıp, hakîkat ısıkları parlamaga basladı.
Hakîm yalan söylemez dediniz. Peygamber hiç yalan söyler mi? O hiç söylemez.
Öyle ise, Muhammed aleyhisselâmın bütün insanlara, her millete de Peygamber
olduguna inanmanız lâzımdır. Çünki, O bize; (Ben bütün insanların ve Cinnîlerin
hepsinin Peygamberiyim) diye haber veriyor. Buna ne dersiniz?
Birkaç sâniye durdukdan sonra, kalkıp gitdi ve bir dahâ yanıma gelmedi.
(Herkese Lâzım Olan Îmân) kitâbının (Müslimânlık ve Hıristiyanlık) ve
(Kur’ân-ı Kerîm ve Incîller) ve (Islâm Dîni ve Diger Dinler) kısmlarında ve (Cevâb
Veremedi) kitâbında hıristiyanlık dîni üzerinde genis bilgi vardır.
Allaha tevekkül edenin yâveri Hakdır.
Na-sâd olan bu kalbim, birgün sâd olacakdır.
– 368 –

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...