02 Eylül 2013

TAM İLMİHAL'DEN..DİŞ YAPTIRMAK


Süâl: Dînimizde dis yapdırmanın câiz oldugunda bütün fukahâ ve müctehidlerin
ittifâkı vardır deniliyor. Gümüsden mi, yoksa altından mı yapdırılacagı husûsundaki
ihtilâfları, bu ittifâka te’sîr eder mi?

Cevâb: Dis yapdırmak deyince, düsen disin yerine konulan ve istenilince çıkarılabilen
takma dis veyâ sallanan disi baglamak anlasıldıgı gibi, dis doldurtmak ve
kaplatmak da anlasılır. Hanefî âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
sallanan disleri altın ile de baglamak câiz olduguna fetvâ vermelerini, (Dis yapdırmanın
câiz oldugunda ittifâk vardır. Dis doldurtmak ve kaplatmak câizdir) seklinde
degisdirmek, yâ fukahânın beyânâtını anlamamak veyâ bu beyânları, 

kendi sin-si ve âdî isteklerine göre degisdirmek olur ki, her ikisi de hem ayb, hem de günâhdır.
Müctehidlerimiz, altın ile veyâ gümüs ile baglamakda ihtilâf etmisdir. Hanefî
mezhebinin fıkh kitâblarında, sallanan disi (Sed etmek), (Tadbîb etmek) deniliyor.
Sed, tel ile kuvvetli baglamak demekdir. Meselâ (Sedd-üz-zünnâr), papasların
kusagını baglamaga denir. Tadbîb, serit ile, dadbe gibi, ya’nî kapı sürgü demiri
gibi, enli, yassı birsey ile sed etmek, sarmak demek oldugu, Tahtâvînin ve (Ibni
Âbidîn)in (Dürr-ül-muhtâr) hâsiyelerinde, tadbîb edilmis kürsî üzerine oturmagı
bildirirken ve (Dürr-ül-müntekâ) ve (Câmi’ur-rumûz)da yazılıdır. (Bezzâziyye)
ve (Hindiyye)de diyor ki, (Gümüs ve altın sekller ile süslenmis kapdan yimek, içmek
câizdir. Fekat, elini, agzını gümüse, altına degdirmemek lâzımdır. Imâmeyn,
böyle kapları kullanmak mekrûhdur dedi. Tadbîb edilmis kap da böyledir. Kürsîyi
[kanepeyi] ve hayvan semerini tadbîb etmek câiz ise de, altın ve gümüs bulunan
yerlerine oturmamak lâzımdır. Mushafın cildini tadbîb etmek câizdir. Fekat,
altına, gümüse dokunmamak lâzımdır). Buradan da anlasılıyor ki, tadbîb etmek,
bütün yüzeyi kaplamak demek degildir. Etrâfına metal serid çevirmek demekdir.
Fıkh kitâblarında, (Sallanan disi altın ile tadbîb etmek câizdir) diyor. Bu söz,
sallanan disi, düsmekden korumak için altın tel veyâ serîd ile baglamak câizdir demekdir.
Çünki, bu tellerin altına su sızar. Hem de, gusl abdesti alırken, simdi
takma disler çıkarıldıgı gibi, tel ve serid baglar da yerlerinden çıkarılmakda, temizlenip,
guslden sonra yerlerine konulmakdadır. Çıkarılıp temizlenmezlerse, aralarında
kalan yemek artıkları agızda fenâ koku ve tahrîbat yaparlar. (Sallanan disi
kaplatmak câiz olur dediler) demek, fıkh âlimlerine iftirâ olur. Çünki, sallanan dis
kaplanamaz, baglanabilir. Görülüyor ki, (Tadbîb) sözüne kaplatmak diyerek
bundan (dis kaplatmak câizdir) fetvâsını uydurmak, hakîkî bir din adamının yapacagı
sey degildir. Fıkh kitâblarında, (çürüyen disleri kaplatmak veyâ doldurtmak
câizdir) diye bir yazı bulunmadıgı gibi, altın ile, gümüs ile doldurtmak ve kaplatmak
sözü de yokdur.
Fıkh bilgisi az olan ve müctehidlerin beyânâtını anlamıyanlar, (sallanan disleri
baglamak veyâ takma dis yapdırmak) sözü ile, (dis kaplatmak ve doldurtmak)
sözünü birbirine karısdırıyor. Müctehidlerin beyânlarını, hepsine yaymaga çabalıyorlar.
Zarûret oldugu için, hepsi câizdir diyorlar. Bu zevallılar anlıyamıyor ki,
oynayan disi baglamak ve çıkan dis yerine müteharrik dis [protez] takdırmak
için zarûret aramaga zâten lüzûm yokdur. Çünki, yapması câiz olmıyan bir seyi yapabilmek
için, zarûret aranır. Disleri baglamak veyâ dis takmak yasak edilmemisdir
ki, bunları yapmak için zarûret aransın. Kendi agzındaki kaplama ve dolguların
gusl abdestine zarar vermedigine müslimânları inandırmaga kalkısan ba’zı
kimseler, gümüs yerine altın ile baglamak için zarûret bulundugunu görünce, bu
zarûret kelimesini büyük bir silâh olarak yakalamıslar. (Dis yapdırmanın zarûret
oldugu ittifâkla bildirilmisdir) yaygarasını koparmıslardır. Böylece, hanefî mezhebindeki
müslimânları sasırtmıs, kâtı’-i tarîk-ı ilâhî olmuslardır. Bunlar, sallanan
dislerin kaydsız sartsız baglanacagının beyân buyurulmasını biricik delîl olarak gösteriyorlar.
Hâlbuki, disleri sallanmaz seklde baglayan teller ve çıkarılan dis yerine
protez denilen sun’î takma disler, kolayca çıkarılabilmekde, temizlenip tekrâr
yerine konmakdadır. Âlimlerimiz “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, gusl abdesti
alırken çıkarılabilen bagları ve takma disleri beyân buyurmakdadır. (Gusl abdesti
alırken, dis çukurlarını ve dislerin arasını ıslatmak farzdır) buyuran âlimlerin,
kaplama ve dolgu gibi suyu geçirmiyen mâni’lere cevâz verdiklerini söylemek,
bu büyük insanlara, çok çirkin iftirâ olur. Bu âlimler, gümüs yüzük takmanın da
câiz oldugunu söylemislerdir. Yüzük takmanın câiz olması, altındaki derinin ıslanması
afv olur demek olmamısdır. Yüzügü, çıkararak veyâ oynatarak altını ıslatmak
lâzımdır demislerdir. Dar yüzügün altı ıslanmazsa, abdest ve gusl sahîh olmaz buyurmuslardır.
Dis kaplatmak da yüzük takmak gibidir. Kaplamanın ve dolgunun
altı ıslanmadıgı için, gusl sahîh olmaz.
– 143 –
Süâl: Gusl abdesti alırken zarûret ve mesakkat olan yere suyu ulasdırmak sart
degildir. Gözlerin içini, sünnet derisinin içini ve kadınların örgülü saçlarını yıkamak,
bunun için, sâkıt oluyor. Bası agrıyan kimse mesh edemezse, basını mesh etmesi
sâkıt oluyor. Zarûret ile dis yapdırınca, dislerin ıslanması sâkıt olmaz mı?
Cevâb: Islatılmasında (Harac) bulunan bir yer ıslanmazsa, gusl abdestinin kabûl
olacagı hükmü genel degildir. Bu hükm, bedende zarûrî,kendiliginden hâsıl olan
veyâ islâmiyyetin emri ile yapılan bir sey içindir. Insanın yapdıgı sey için degildir.
Insan tarafından yapılan seylerde harac oldugu zemân, harac bulunmıyan mezheb
taklîd edilir. Siddetli bas agrısı, kendiliginden hâsıl olan bir zarûretdir. Bu basa
el dokunduramamak haracdır. Bunun için, bunun basını yıkaması, mesh etmesi
sâkıt olmakdadır. Bir yara iyi oldukdan sonra, üzerindeki ilâca, merheme, sargıya
mesh etmek câiz olmayacagı, bunları çıkarıp, altını yıkamak lâzım geldigi, cebîre
bahsinde bildirildi. Bunları kaldırmakda harac olursa bunlar, kendiliginden
hâsıl olan bir zarûret olmadıkları için, baska mezheb taklîd edilir. Baska üç mezhebde
de harac varsa, altlarını yıkamak sâkıt olur denildi. Çünki, bunlar, zarûret
ile konulmus idiler. Ya’nî yarayı tedâvî etmek, eski hâline getirmek için konulmuslardı.
Gusl abdesti alırken, diger üç mezhebde de, bütün bedeni ve sudan zarar görmiyen
yarayı yıkamak farz oldugu için, diger üç mezhebden birini taklîd etmege
imkân yokdur. Harac, ya’nî mesakkat, zorluk bulundugu zemân haraca sebeb
olan sey zarûrî var ise, buraları yıkamak sâkıt olur. Saçları örgülü kadının, yalnız
saç diplerini ıslatması farz oldu. Ibni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyuruyor
ki, (Kadınların saçlarını kazımaları yasak oldugu için, örgüyü çözmeleri afv edildi.
Erkeklerde ise, bu zarûret yokdur.) Saçlarını kazımalarının sünnet oldugu Ibni
Âbidînin besinci cildinde yazılıdır. Bunun için, erkeklerin örgülü saçı açıp yıkamaları
lâzımdır. Kadınların örgülü saçlarını açmamaları, erkeklerin örgüsünü
açmamasına sebeb olmıyor. Çünki, birincisinde zarûret ve harac birlikde vardır.
Erkek saçında da harac varsa da, zarûret yokdur.
Sun’î takılan protez dislerin guslde çıkarılmasında harac [herhangi bir zorluk]
yokdur. Kolayca çıkarılıp altlarındaki deri yıkanır. Böyle dis yapdırılması câizdir.
Bunların baska mezhebi taklîd etmelerine lüzûm yokdur.
Süâl: Imâm-ı a’zam, dis yapdırmak husûsundaki zarûretin, gümüs kullanmak sûreti
ile giderilecegini buyurmus. Bunu bir vâ’ızın kitâbında okudum. Yine o kitâbda,
Itkânî diyor ki, imâm-ı Muhammedin söyle demesi müsâiddir: (Dis yapdırma
husûsundaki zarûretin, gümüs kullanmak sûreti ile giderilmis olacagını teslîm etmeyiz.
Çünki, burunda koku yapan gümüs, disde de koku yapar). Dis yapdırmakda
zarûret oldugu açıkca meydândadır, diye okudum. Siz buna ne dersiniz?
Cevâb: Okudugunuz kitâbın bir vâ’ız tarafından yazıldıgı dogru olmasa gerekdir.
Fıkh kitâblarını bu kadar yanlıs ve bozuk nakl eden kimse, yâ çok câhil bir zevallı
veyâ büyük bir yalancı ve sahtekâr olabilir. Bakın (Redd-ül-muhtâr)da (Hazar-
vel-ibâha) kısmında, bu satırlarda nasıl buyuruyor: (Imâm-ı a’zam, disi baglamak
ile burun yapmagı birbirinden ayırdı. Burun gümüsden olunca, gümüsün koku
yapması zarûretine binâen, altından burun yapdırmak câizdir buyurdu. Çünki,
harâm olan sey, ancak zarûret için mubâh olur. Hâlbuki, disde gümüs kullanınca
bu zarûret kalkıyor. A’lâ olan altını kullanmaga ihtiyâc kalmıyor. Itkânî dedi
ki, bir kimse, imâm-ı Muhammed hazretlerine yardım etmek için söyle diyebilir:
Disi altınla baglamakda olan zarûretin, gümüs kullanmakla kalkacagını kabûl
etmeyiz. Çünki, gümüs, burunda oldugu gibi, disde de koku yapar). Görülüyor ki,
ne Imâm-ı a’zam, ne de imâm-ı Muhammed “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” (Dis
yapdırmak husûsundaki zarûret) diye birsey buyurmamısdır. Bu zarûreti, kaplama
disi bulunan bir kimse, cemâ’atin gözünden düsmemek için veyâ dis kaplatanlara
yaranmak için, kendisi uydurmusdur. Imâmlarımız dis baglamakda (Gümüs
koku yapınca, altın ile baglamak zarûreti hâsıl oluyor. Gümüs kullanmak koku yap-
– 144 –
mazsa, bu zarûret kalmıyor) buyuruyor. Zarûret olup olmadıgını söylemek, bizim
gibi avâmın, ya’nî müctehid olmıyan din adamlarının isi degildir. Dînimiz, burada
söz hakkını müctehidlere vermisdir. Müctehid olmıyan din adamlarının burada
söz hakları yokdur. Söylerlerse, sözlerinin kıymeti yokdur. Hicretin dörtyüz senesinden
sonra ictihâd derecesine yükselmis bir âlim yetismedigini, bulunmadıgını
âlimlerimiz sözbirligi ile bildirdiler. Âlimlerimiz, müctehidlerin fetvâlarını bularak,
fıkh kitâblarına yazdılar. Dis çukurundaki yemek artıklarının altına su sızmadıgı
zemân gusl abdestinin kabûl olmıyacagı ve bunda zarûret ve harac bulunmadıgı
fıkh kitâblarında açıkca yazılıdır. Bunu yukarıda bildirmisdik. Çünki, gusl
abdesti alınacagı zemân, dis çukurundaki ve disler arasındaki yemek artıklarını temizlemek
mümkindir ve bunu yapmakda harac, ya’nî güçlük yokdur. (Kâmûs) tercemesinde
diyor ki, (Farzı yapmakda haraca sebeb olan, ya’nî yapmaga mâni’
olan zarûret, yâ cebr, zor ile olur. Kadınların saçlarını uzatması böyledir. Çünki, islâmiyyet,
saçlarını kesmelerini yasak etmisdir. Yâhud hasta bir uzvu sıhhate kavusdurmak
ve tehlükeden korumak için olur. Yâhud da, baska sey yapmaga imkân olmadıgı
için olur). Harac bulundugu zemân, baska mezhebi taklîd mümkin olmaz ise,
zarûret aranır. Kadınların örgülü saçlarını çözmelerinde harac vardır. Bu haracdan
kurtulmak için, baska mezhebi taklîd etmege de imkân olmadıgı ve saçlarını uzatmalarında
zarûret oldugu için, saçlarının örgülerini açmaları afv olunmusdur.
Disi çürüyen, agrıyan kimse, müslimân, sâlih bir dis tabîbine gider. Dis tabîbi,
pamuk ile ilâc koyarak siddetli agrıdan kurtarır. Sonra, bu pamuk atılır. Agrısı giderilmis
dis için, ona iki yol gösterir: Birinci yol, çürümüs, telef olmus disi çıkarıp,
yerine protez yapdırmasını söyler. Ikinci yol, çürümege baslamıs, hasta disin sinirini
alıp, dolgu veyâ kaplama, ya’nî kron yapdırmasıdır. Disin çürümesi yeni baslamıs
ise, dolgu yapılarak, çürümesi az veyâ çok zemân durduruluyor. Dis tabîbinin
mehâretine göre, bu dis uzun seneler, râhat kullanılıyor. Çürüme ilerlemis ise,
dolgu yapılamıyor. Ancak, kaplama yapılarak, disin yalnız kökünden istifâde ediliyor.
Kökü de çürümüs ise, dis çıkarılıp yerine sun’î dis [protez] takılıyor. Protezi
kullanmak, kaplama gibi, kaplama da dolgu gibi râhat olmuyor. Kaplama ve dolgu,
hasta disi tedâvî etmiyor. Eski sıhhatine kavusdurmuyor. Hasta olarak, agrısız
kullanılmasına yardım ediyor. Dolgusu, kaplaması olan kimse, mâlikî veyâ sâfi’î
mezhebini taklîd edince, özrsüz kimseler gibi tam sevâb kazanıyor. Bu mezhebleri
taklîd imkânı olmasaydı, dolgu ve kaplama zarûret hâline dönerdi. Guslü ve
nemâzları sahîh olurdu. Fekat, özrlü oldugu için sevâbları az olurdu. Görülüyor
ki, baska mezhebi taklîd etmesi, ibâdet sevâbının çok olmasına sebeb olmakda, hem
de dislerin sökülmesine mâni’ olmakdadır.
Dis de bir uzvdur. Çürük disi tedâvî etmek zarûret degil midir? Sallanan disi baglamanın
zarûret oldugunu siz de bildirmisdiniz diyerek kaplama ve dolgunun zarûret
olacagını söylemek dogru degildir. Çünki, kaplamak ve dolgu yapmak disi tedâvî
etmek degildir. Çürük disin sinirini alarak, bunu ölü olarak, protez, ya’nî
sun’î dis gibi kullanmakdır. Protez çıkarılabildigi için câizdir. Kaplama, dolgu, çıkarılamadıgı
için, câiz degildir. Bugün agrıyan disi protez yapmakda çok acı, harac
olmıyor. Disin sinirini öldürmek ise, çok acı, pek zahmetli oluyor. (Protezi kullanmakda
harac vardır. Dolguyu, kaplamayı kullanmakda ise yokdur) diyene de sâfi’îyi
taklîd câiz oluyor. Dolgu ve kaplama disin kökünde zemânla mikrop yuvası meydâna
gelip, çesidli organlarda hastalık yapıyor. Sun’î dis ise, hiç mikrop yapmıyor.
Dis agrısı veyâ çürügü olmadan, zînet için kaplama veyâ dolgu yapdırmıs olan
da, gusl abdesti alırken sâfi’î veyâ mâlikî mezhebini taklîd etmelidir. Harac bulundugu
zemân, baska mezhebi taklîd etmek için, zarûret de bulunması sart olmadıgı
Ibni Âbidînde, nemâz vaktleri sonunda açıkca yazılıdır. Agrı, çürük sebebi ile
kaplama, dolgu yapmanın da zarûret olmadıgını yukarıda bildirdik. Bunun için, dis
yapdırmıs müslimânları pis bilmemeli, bunlara sübheli gözle bakmamalıdır.
– 145 – Se’âdet-i Ebediyye 1-F:10
Kullanması erkeklere harâm olan altının, dis için mubâh olması, dis kaplatmanın
ve hattâ baglamanın zarûret olacagını gösterir sanmak, pek yanlısdır. Erkeklerin
gümüs esyâ kullanması câiz olmadıgı hâlde, gümüs yüzük kullanmalarına izn
verilmisdir. Gümüs yüzük mubâh oldu diyerek, yüzük takmakda zarûret vardır sanmak
ve altın, gümüs burun, kulak takmak câiz oldugu için, bunları takmak zarûrî
lâzımdır sanmak ve bundan dolayı da (dis kaplatmak için zarûret oldugunda âlimler
ittifâk etdi) demek, yanlıs ve iftirâ ve günâh olur.
Son ve en kuvvetli delîl olarak bildirelim ki, dört mezhebin ince bilgilerine vâkıf,
derin âlim seyyid Abdülhakîm “rahmetullahi teâlâ aleyh” efendinin mubârek
el yazısı ile hâzırladıkları (Nemâz risâlesi) bu fakîrdedir. Burada buyuruyor ki, (Sâfi’î
mezhebinde guslün farzı ikidir: Birisi niyyetdir. Ya’nî, her uzva su ilk temâs ederken,
gerek ellere, gerek yüze ve gerek sâir bedene su dökerken “niyyet eyledim
cenâbeti ref’ [izâle] için gusl etmege” demekdir. Ya’nî her yerini yıkarken gönlünde
böyle bulundurmakdır. Hanefîde, bu niyyet sart degildir. Ikincisi, bütün bedeni
su ile yıkamakdır. Bedeninde necâset varsa, izâle etmek ayrıca farzdır. Agzın
ve burnun içini yıkamak, ya’nî buralara suyu îsâl etmek sâfi’îde farz degildir. Hanefî
mezhebinde ise, buralara suyu îsâl etmek farzdır. Bunun içindir ki, hanefî mezhebinde
olanlar, dislerini kaplatamazlar ve doldurtamazlar. Çünki, buralara su isâbet
etmez. Disini kaplatan veyâ doldurtan, sâfi’î [veyâ mâlikî] mezhebini taklîd eder).
[(El-mukaddemet-ül-izziyye)de diyor ki, (Mâlikî mezhebinde, bir kabdaki temiz
suya necâset düsse, üç vasfından biri degismez ise, bununla abdest ve gusl sahîh,
lâkin mekrûhdur. Mâ-i müsta’mel de böyledir. Halâya sol ayakla ve bası örtülü
girilir. Eti yinen hayvanların bevli ve pisligi temizdir. Bunların ve insanın ölüsü
ve kemikleri ve tırnakları, boynuz ve derileri ve menî, mezî ve alkollü içkiler
necsdir. Necs yere serili kalın sey üzerinde ve avuç içinden az kan, irin bulasınca
nemâz sahîh olur.[1] Gusle baslarken niyyet etmek, bütün vücûdü delk etmek,
[avuç içi veyâ havlu ile hafîf sıvamak], muvâlât [aralıksız] ve saçı, sakalı hilâllamak,
sık örülü saç çözülüp her tarafını hilâllamak farzdır. Agız, burun ve kulak içini ve
saçları yıkamak sünnetdir. Yıkamadık yer kaldıgını bir ay sonra bile hâtırlayınca,
yalnız orayı hemen yıkar. Hemen yıkamazsa, guslü bâtıl olur. Her guslden evvel
veyâ sonra abdest alınır.
Abdeste baslarken veyâ yüzü yıkarken niyyet etmek ve basın hepsini ve sarkan
saçları, kulak üstündeki deriyi ve altındaki deri görünen hafîf sakalı mesh etmek,
kesîf sakalı yıkamak, muvâlât ya’nî a’zaları ard arda yıkamak, yıkanan yerleri,
kurumadan evvel delk etmek de farzdır. Örülü saç çözülmez. Avuç ve parmak
içleri ile zekere dokunmak, abdest aldıgında veyâ bozuldugunda sübhe etmek, oglanın
veyâ mahrem olmıyan genç kadının derisine veyâ saçına sehvet ile dokunmak,
abdesti bozar. [Lezzet kasd etmeden dokunursa ve dokunurken lezzet duymazsa,
abdesti bozulmaz. Yolda, nakl vâsıtalarında ve alıs verisde temâs korkusu
olan sâfi’î, hanefî veyâ mâlikî mezhebini taklîd etmelidir.] Bedenden kan ve diger
seyler çıkması abdesti bozmaz. Kulakların içi ve dısı, yeni ıslatılmıs parmak ile mesh
edilir. Tırnak kesince, tras olunca abdest bozulmaz. Sakal trasında ihtilâflıdır. El
ile istibrâ vâcibdir. Teyemmüm ederek giyilen mest üzerine mesh edilmez. Mesh
müddeti yokdur. Ikindi vakti isfirâr vaktine kadardır. Yatsının âhır vakti, gecenin
ilk sülüsüdür. Mekkede olanın Kâ’beye, Mekkede olmıyanın Kâ’be cihetine dönmesi
farzdır. Nemâza baslarken (Allahü ekber) demek, Fâtiha okumak, kavmede
dikilmek, celsede oturmak, oturarak bir tarafa selâm vermek ve selâm verirken (Esselâmü
aleyküm) demek farzdır. Ilk iki rek’atde Zamm-ı sûre okumak, iki teseh-
– 146 –
[1] Mâlikî mezhebinde, ikinci kavle göre, her necâset, ne kadar çok olsa dahî, nemâza mâni’
degildir. Yıkaması farz degil, sünnetdir.
hüdde oturmak, tehıyyât ve salevât okumak ve ikinci selâm sünnetdir. Sabâh
ikinci rek’atde sessiz kunût okumak, tesehhüdde sehâdet parmagı kaldırmak
müstehabdır. Sünneti unutunca, secde-i sehv lâzım olur. Bayram ve cenâze nemâzları
sünnetdir. Fâsık, imâm olamaz. Baska mezhebdeki imâma ve özrlü olan imâma
uymak câizdir.
Mâlikîde sefer mesâfesi, sâfi’îde oldugu gibi, seksen kilometredir. Günâh olmıyan
seferde dört rek’at farzları iki kılmak sünnetdir. Dört gün kalmaga niyyet etdigi
mahalde mukîm olur. Müsâfir ile mukîmin birbirlerine imâm olmaları mekrûhdur.
Mâlikîyi taklîd eden hanefî müsâfir ile mukîm, birbirlerine imâm olurlar.
Iki nemâzı cem’ etmemek efdaldir. Vitr nemâzı ve bayramda onbes nemâzın farzından
sonra tekbîr-i tesrîk sünnetdir.) Bir ibâdeti yaparken, baska bir mezhebi
taklîd etmek, kendi mezhebinden ayrılmak degildir. O mezhebin, farzlarına ve müfsidlerine
tâbi’ olmak demekdir. Vâciblerde, mekrûhlarda ve sünnetlerde, kendi
mezhebine uyar. Meselâ, mâlikîyi taklîd eden hanefî müsâfirin, dört gün kalmaga
niyyet etdigi yerde, farzları dört rek’at kılması farz oldugu için, dört kılar.
Mukîm olana uyması veyâ imâm olması, mâlikîde mekrûh, hanefîde sünnet oldugu
için, kendi mezhebine uyarak, cemâ’at ile kılabilir. Bir ibâdeti yaparken, baska
mezhebi taklîd etmek için, kendi mezhebine göre yapmakda harac, mesakkat
bulunması lâzımdır. Mesakkat, zorluk yok iken, taklîd edilmez.]
Dis kaplatmıs veyâ doldurtmus olanların guslde ve abdestde ve nemâz kılarken
mâlikî veyâ sâfi’î mezhebini taklîd etmeleri takvâ degildir. Mezheb taklîdi fetvâ
yoludur, kurtulus çâresidir. Dinde mesakkat yokdur, kolaylık vardır gibi sözleri
zındıklar, silâh olarak kullanarak, birçok farzları terketmekdedir. Bu sözün dogrusu,
Allahü teâlânın bütün emrlerini yapmak kolaydır, zor birsey emr etmemisdir,
demekdir. Yoksa, îmânı za’îf olanların dedigi gibi, nefse güç gelen seyleri, Allahü
teâlâ afv eder. Herkes kolayına geleni yapmalıdır. O rahîmdir, hepsini kabûl
eder, demek degildir. Dis için, mâlikî veyâ sâfi’îyi taklîd etmek mesakkat degildir.
Dartr veyâ Kefeki denilen ve dislerin dibinde hâsıl olan kireçlenmeler, salgılardan,
kendiliklerinden hâsıl oldukları için ve buna mâni’ olan çâre, ilâc bulunmadıgı
için, bunların mevcûd olmasında zarûret vardır. Izâle edilmesinde harac olanlar,
derideki çıbanın, yaranın üstündeki zar, kabuk gibi olup, altlarını yıkamak, dört
mezhebde de lâzım olmaz. Bunun için, baska mezhebi taklîd lâzım olmaz.
(Dis kaplatma ve dolgu meselesi hâl olmus, câiz olduguna fetvâ verilmisdir. Zararı
olmadıgı bildirilmisdir) diyorlar. Ittihâdcılar zemânında din islerine karısan
siyâset adamlarının, sarıklı masonların, din büyüklerini kötülemek, din bilgilerini
bozmak için söyledikleri, yazdıkları yıkıcı propagandalara fetvâ diyorlar. 1329
[m. 1911] senesinde Istanbulda ikinci baskısı yapılan (Mecmû’a-i cedîde) adındaki
fetvâ kitâbında (Dis çukuru doldurulmus kimse, gusl ederken, dis çukuruna su
vâsıl olmasa, bu vechle gusl zarûret olsa, gusl câiz olur) demekdedir. Bu fetvâyı 113.
ncü seyh-ul-islâm Hasen Hayrullah efendinin verdigi bildirilmekdedir. Hâlbuki,
bu kitâbın [1299] daki birinci baskısında bu fetvâ yazılı degildir. Hayrullah efendi
ise, ikinci def’a olarak 18 Rebî-ul-evvel 1293 ve 11 Mayıs 1876 da Seyh-ul-islâm
olmus ve 15 Receb 1294 ve 26 Aralık 1877 de ayrılmısdır. Böyle fetvâsı olsaydı, kitâbın
birinci baskısında bulunması lâzımdı. Ikinci baskının önsözünde (Birinci baskıda
bulunmıyan birkaç fetvâyı, zemânımız seyh-ul-islâmı Mûsâ Kâzım efendinin
emri ile biz ekledik) demekdedir. Her fetvânın sonunda, buna kaynak olan fıkh kitâbının
adı ve bildirdigi sey yazılı oldugu hâlde, dis fetvâsı için böyle bir kaynak
bildirilmemisdir. Müslimânları yanlıs yola sürüklemek için, sinsice hâzırlanmıs böyle
yeni türeyen yazıları, fetvâ zan ederek aldanmamalı, îmânı, ibâdetleri bozmamalı,
uyanık olmalıyız.
Biz, dis kaplatanların, dolduranların gusl abdestlerinin ve nemâzlarının sahîh
olmıyacagını anlatmak istemiyoruz. Dislerini kaplatmıs veyâ doldurtmus olan
– 147 –
hanefîlere, mâlikî veyâ sâfi’î mezhebini taklîd ederek, gusl abdestlerinin ve nemâzlarının
sahîh olacagını anlatmak istiyoruz. Bu durumdaki din kardeslerimize kolay
yolu, çıkar yolu göstermek istiyoruz. Dis doldurtmayın, kaplatmayın demiyoruz.
Kaplama veyâ dolgusu olan imâm arkasında nemâz kılmayınız da demiyoruz.
Birinci kısm, 74. cü madde, 5. ci sahîfeye bakınız! Kaplaması, dolgusu olanlara, din
büyüklerinin gösterdigi kolaylıgı haber veriyoruz. Hanefî mezhebinde olup da, mezhebinin
bildirdigi gibi ibâdet etmek istiyenler için, ya’nî mezheblere kıymet verenler
için, bu kadar uzun yazıyoruz. Mezheb kitâblarına kıymet vermeyip de, kendi
aklına, görüsüne, düsüncesine göre ibâdet etmek istiyenler için yazmıyoruz. Ibni
Âbidîn “rahmetullahi aleyh”, Ramezân hilâlini anlatırken buyuruyor ki, (Birçok
ahkâm, zemânın degismesi ile degisir. Harac olunca, za’îf rivâyet ile amel olunur).
Bundan da anlasılıyor ki, ahkâmın zemân ile degismesi demek, zor vaziyyetde
bulunan kimse, mezheb âlimlerinin meshûr olmıyan ictihâdlarına uyabilir demekdir.
Herkes kolayına geleni yapsın demek degildir. (Dürr-ül-muhtâr) üçüncü
cild, yüzdoksanıncı sahîfede buyuruyor ki, (Mezhebden çıkan kimse ta’zîr olunur.
Ya’nî cezâlandırılır). (Sirâciyye fetvâsı)nda da böyle yazılıdır. Ibni Âbidîn burada
buyuruyor ki, (Dünyâ menfe’ati için mezhebini bırakan kimsenin son nefesde
îmânsız gitmesinden korkulur.)
Dis kaplatan veyâ doldurtan hanefîlerin, mâlikî veyâ sâfi’î mezhebini taklîd etmeleri,
hanefî mezhebinden çıkmak demek, ya’nî mezheb degisdirmek demek degildir.
Yalnız guslde, abdestde ve nemâzda, hanefî mezhebi ile birlikde mâlikî veyâ
sâfi’î mezhebinin sart ve müfsidlerine de uymakdadır. Özrü olmıyanların da, baska
mezhebin farzlarına ve müfsidlerine uymasının müstehab oldugu (Ibni Âbidîn)in
abdest bahsinde ve imâm-ı Rabbânînin (Mektûbât)ının birinci cild ikiyüzseksenaltıncı
mektûbunda bildirilmekdedir. Hanefîde câiz olmıyan birseyi, sâfi’îde veyâ mâlikîde
câiz oldugu için, zarûret ve harac olmadan yapamaz.Meselâ saglam olanın
veyâ kaplama disi oldugu için, mâlikî mezhebini taklîd eden hanefînin, derisinden
kan akınca veyâ idrâr kaçırınca, abdest alması lâzımdır. Bunun, vitr nemâzını
vâcib olarak kılması, yüzdört kilometreden az uzak yerde seferî olmaması ve
dört günden az seferî oldugu yerde nemâzlarını cem’ etmemesi lâzımdır. Hastalık
veyâ ihtiyârlık sebebi ile, ya’nî, zarûret ile idrâr kaçıran hanefînin, tekrâr abdest alması,
harac, zahmet olacagı için, bu kimse, mâlikî mezhebini taklîd ederek, hemen
özr sâhibi olur, abdesti bozulmaz. Ellidokuzuncu maddenin sonuna bakınız! (Tahrîr)
kitâbını serh eden, ya’nî açıklıyan Ibni Emîr Hâc buyuruyor ki, (Nahl sûresi
kırküçüncü ve Enbiyâ sûresi yedinci âyetinde, (Zikr ehline sorunuz!), ya’nî bir hâdise,
olay karsısında ne yapacagınızı, bilenlerden sorunuz buyuruldu. Bu âyet-i kerîme,
müctehide tâbi’ olmak, uymak ve baska mezhebi taklîd etmek vâcib oldugunu
göstermekdedir. Tâbi’ oldugu mezhebe uyarak, bir isi yaparken, harac hâsıl
olursa, bu is, diger üç mezhebden, harac bulunmıyan birini taklîd ederek yapılır.)
Dis dolduran, kaplatan hanefînin, sâfi’î veyâ mâlikî mezhebini taklîd etmesi,
böyledir. Diger üç mezhebde de harac varsa, zarûret aranır. Zarûret de varsa, bu
isi terk etmek, yapmamak câiz olur. Yara üzerindeki sargıyı çıkarıp, yarayı yıkamak
yaraya zarar verdigi zemân, baska mezhebi taklîde imkân olmadıgı için, yarayı yıkamanın
afv olarak, sargıya mesh etmenin câiz olması böyledir.Müctehid olmayan
bizim gibi mukallidlerin, Eshâb-ı kirâm böyle yapardı diyerek veyâ âyet-i kerîmeden
ve hadîs-i serîflerden ma’nâ çıkararak, kendi anladıgımıza göre hareket etmemiz
câiz degildir. Ibni Âbidîn tahâreti anlatmaga baslarken buyuruyor ki, (Mukallidin,
müctehidden gelen bilgilerin delîllerini sorması lâzım degildir). [Ikinci kısm,
onyedinci maddeye bakınız!].
Hak teâlâ intikâmın, kul eli ile alır.
Ilm-i hâli bilmiyenler, onu kul yapdı sanır.
– 148 –

Silinmesin *T6952550267*DOSYA GÖNDERME FORMU(HUKUK)YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ BAŞKANLIĞINA ANKARADOSYAYA İLİŞKİN BİLGİLERMAHKEMESİKARAR TAR...