Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"De ki: Allah her şeyin Rabbi iken ben Ondan başka Rabb mi arayacağım?"
O, bütün kullarını çekip çevirerek ve çeşitli nimetler vererek terbiye edendir. Özel olarak da salih kullarını, onların kalblerini ruhlarını ve ahlaklarını düzeltmek suretiyle terbiye edendir.
Bu sebeple onlar çoğunlukla bu ism-i şerif ile O'na dua ederler. Çünkü onlar Cenab-ı Haktan bu özel terbiyeyi talep ederler.
Ezelde bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve rahmet irâde buyuran, sevdiğini, sevmediğini ayırt etmiyerek tekmil mahlûkâtını sayısız ni'metlere müstağrak kılan.
Bu ism-i şerîf rahmetten sıfat ma'nâsı ifâde ederse de ism-i has olarak kullanılmış ve Lâfza-i Celâle gibi Allahu teâlâ'dan başkasına söylenmemiştir.
"Rahman" Cenab-ı Hakk'a mahsus onun güzel isimlerindendir. Bir başkasının bu sıfatla isimlendirilmesi caiz değildir. Bu isim genellikle, besmelede "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla" dediğimiz gibi onun bir sıfatı olarak kullanılır. Fakat bazen "Rahman arşı istiva etti" ayetinde olduğu gibi Allah'ın ismi yerine de kullanılır.
Rahman sıfatı Allah'ın kendisiyle muttasıf olduğu onun merhamet ve acımasına işaret eden bir isimdir. Lügatçılara göre "Rahman", "rahmet"ten türedikten sonra sonsuz merhamet sahibi, acıyan, acımada dengi olmayan kimse anlamını almıştır. Bundan dolayı Rahman kelimesinin tesniye ve cemisi yapılamaz. Başka bir dile tercüme edilemez. Çünkü bu isim Allah'a mahsus bir isimdir.
Rahman, Allah'ın Rahîm sıfatı gibi ta'zîm kipiyle kullanılır. Fakat Rahman, Rahîm'den daha şümullü ve tazim, ululuk bakımından daha büyüktür. Çünkü Rahman sigası Allah'ın nimet büyüklüğünü içine aldığından, daha umumi mana ifade eder.
Rahman ismi, her ne kadar "rahmet" kelimesinden türemiş olsa da sadece sıfat olarak değil hem isim hem de sıfat olarak kullanılır. Bunlardan birinin diğeri yerine kullanılması mümkündür. Nitekim Kur'ân'da iki şekilde de kullanılmıştır.
Kur'ân'-ı Kerim'de Allah'ın isimlerinden hiç birinin Lafza-ı Celalin yerine kullanıldığını göremiyoruz. Fakat bu isim lafza-ı Celalin yerine kullanılmıştır ve Kur'an-ı Kerim'de olup en fazla bu ismin kullanıldığını görüyoruz.
Allahu Tealâ buyuruyor ki;
1. "(Ey Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin gelip geçtiği bir ümmete gönderdik ki, sana vahyettiğimizi onlara okuyasın. Onlar Rahmanı inkâr ediyorlar. De ki: O benim Rabbimdir. Ondan başka İlah yoktur. Sadece O'na tevekkül ettim. Ve dönüş sadece O'nadır."
2 "Meryem dedi ki: Senden, çok esirgeyici olan Allah'a sığınırım! Eğer Allah'tan sakınan bir kimse isen (bana dokunma)."
3. "Ye, iç gözün aydın olsun! Eğer inananlardan birini görürsen de ki: Ben çok merhametli olan Allah'a oruç adadım; artık bugün hiçbir insanla konuşmayacağım."
4. "Babacığım! Şeytana kulluk etme! Çünkü şeytan, çok merhametli olan Rahman'a asi oldu."
5. "Babacığım! Rahman tarafından sana azap dokunup da şeytanın yakını olmandan korkuyorum."
6. "İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Adem'in soyundan, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail (İshak vb.)'in soyundan doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara çok merhametli olan Allah'ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı."
7. "Bunlar hiçbir haksızlığa uğratılmaksizın cennete, çok merhametli olan Allah'ın kullarına gıyaben vadettiği Adn cennetlerine girecekler. Şüphesiz O'nun vaadi yerini bulacaktır."
8. "Sonra her milletten, Rahmana en çok asi olanlar hangileri ise çekip ayıracağız."
9. "De ki: Kim sapıklıkta ise, çok merhametli olan Allah ona mühlet versin!"
10 "O gaybı mı bildi, yoksa Rahmanın katından bir söz mü aldı?"
11 "Takva sahiplerini heyet halinde çok merhametli olan Allah'ın hızurunda topladığımız gün."
12. "Rahman nezdinde söz ve izin alandan başkalarının şefaata güçleri yetmeyecektir."
13. "Rahman çocuk edindi' dediler."
14. "Rahman için çocuk isnad ettiklerinden ötürü neredeyse o (sözün dehşetinden) gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar yıkılıp darılacaktı."
15. "Halbuki çocuk edinmek Rahman'ın şanına yakışmaz."
16. "Göklerde ve yerde herkes istisnasız, kul olarak Rahmana gelecektir."
17. "İman edip de iyi davranışta bulunanlara gelince, onlar için Rahman, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır."
18. "Rahman arşa istiva etti."
19. "Rahman'ın huzurunda sesler kısılır. Bu yüzden, fısıltıdan başka bir ses işitemezsin."
20. "O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez."
21. "Rahman (olan Allah, melekleri) evlat edindi dediler. Haşa! O, bundan münezzehtir. Bilakis (melekler) lütuf ve ihsana mazhar olmuş kullardır."
22. "(Resulüm!) Kafirler seni gördükleri zaman: "Sizin ilahlarınızı diline dolayan bu mu?" diyerek seni hep alaya alırlar. Halbuki onlar, çok esirgeyici Rahmanın Kitabını inkar edenlerin ta kendileridir."
23. "De ki: Rahmana karşı sizi gece-gündüz kim koruyacak? Buna rağmen onlar Rablerini anmaktan yüz çevirirler."
24. "İşte o gün gerçek mülk (hükümranlık) Rahman'ındır. Kafirler için de pek çetin bir gündür o."
25. "Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan sonra Arş’a istiva eden (ona hükmeden) Rahmandır. Bunu bilene sor."
26-27. "Onlara: Rahman'a secde edin denildiği zaman: Rahman neymiş, bize emrettiğin şeye secde eder miyiz hiç?' derler ve bu emir onların nefretini artırır."
28. "Rahman'ın has kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında incitmeksizin, Selâm! derler (geçerler)."
29. "Kendilerine çok esirgeyici Allah'tan hiçbir yeni öğüt gelmez ki, ondan yüz çevirmesinler."
30. "Sen ancak zikre (Kur’an’a) uyan ve görmeden Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.”
31. "Elçiler dediler ki: Siz de ancak bizim gibi birer insansınız. Rahman, herhangi bir şey indirmedi. Siz ancak yalan söylüyorsunuz."
32. "Ondan başka tanrılar mı edineyim? Rahman, eğer bana bir zarar dilerse onların (putların) şefaati bana hiçbir fayda vermez."
33. "Dediler: "Vah bize, bizi kabrimizden kim kaldırdı? İşte Rahmanın vadettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş!"
34. "(Kur’ân) Rahman ve Rahim olan (Allah) katından indirilmiştir."
35. "Onlardan biri, Rahmana isnad ettiği kız çocuğuyla müjdelenince, hiddetlenerek yüzü simsiyah kesilir."
36. "Onlar, Rahmanın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Acaba meleklerin yaratılışlarını, mı görmüşler? Onların bu şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir."
37. "Ve dediler ki: Rahman dileseydi biz onlara tapmazdık. Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar."
38. "Şayet insanların küfürde birleşmiş bir tek ümmet olması (tehlikesi) bulunmasaydı, Rahmân'ı inkar edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık."
39. "Kim Rahmanı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz."
40. "Senden önce gönderdiğimiz elçilerimize (ümmetlerine) sor! Rahman'dan başka tapılacak tanrılar (edinin diye) emretmiş miyiz?"
41. "De ki: Eğer Rahman'ın bir çocuğu olsaydı, elbette ben (ona) kulluk edenlerin ilki olurdum."
42. "Gaybde (içtenlikle) Rahman'a saygı gösteren ve (Hakka) dönük bir yürek getiren herkesin (mükâfatı budur.)
43. "Rahman Kur'ân'ı öğretti."
44. "O ki birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahman olan Allah'ın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsiniz. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun?"
45. "Üstlerinde kanatlarını aça-kapata uçan kuşları (hiç) görmediler mi? Onları (havada) Rahman olan Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz O, her şeyi görmektedir."
46. "Rahman olan Allah'a karşı şu size yardım edecek askerleriniz hani kimlerdir? İnkarcılar ancak derin bir gaflet içinde bulunmaktadırlar."
47. "De ki: (Sizi imana davet ettiğimiz) O (Allah) çok esirgeyicidir; biz O'na iman etmiş ve sırf Ona güvenip dayanmışızdır. Siz kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu yakında göreceksiniz."
48. "Ruh (Cebrail) ve melekler saf saf olup durduğu gün, Rahman'ın izin verdiklerinden başkaları konuşmazlar, konuşan da doğruyu söyler."
Besmele Tevbe sûresinin dışında bütün sûrelerin başında yeralmıştır. Ancak, Peygamber (sav)'e Tevbe sûresinin başına getirilmesi vahyedilmediği için söz konusu surenin başında zikredilmemiştir. Başında besmelenin yer almamasındaki hikmeti, Müşriklere Hudeybiye antlaşmasıyla verilen eman ve tanınan hakları kaldırması, münafıkların içyüzlerini ortaya çıkarmasıdır. Zira bu sure-i celile müşriklere tehditle başlıyor, onlara ültimatom veriyor. Dolayısıyla bu tehditlerin başında Rahman ve Rahim sıfatlarının yer aldığı besmelenin yer alması uygun düşmüyor.
Neml suresinde ise sure-i celile'nin içinde yer alır.
"(Mektub) Süleyman'dandır, Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla (başlamakta)dır."
"Rahman" Kur'ân-ı Kerim'de, Fatiha sûresinde besmelenin söz konusu sureden sayılması halinde iki kere geçmektedir. Bu sıfat Fatiha sûresinin üçüncü ayetinde "O Rahman'dır, Rahîm'dir" şeklinde geçmektedir.
Bakara sûresinde "ilahınız bir tek Allah'tır. O'ndan başka ilah yoktur. O, Rahman'dır, Rahîm'dir" şeklinde geçmektedir.
Allah'ın "Rahman" sıfatı Râd ve İsra sûrelerinde birer kere zikredilmektedir.
"De ki: İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O'na hastır."
Rahman sıfatının en çok geçtiği sure Meryem sûresi olup, söz konusu surenin, 18, 26, 44, 45, 58, 61, 69, 75, 78, 85, 87, 88, 91, 92, 93, 96. ayetlerinde toplam onaltı kere, Tâhâ suresinin, 5, 90, 108 ve 109. ayetlerinde olmak üzere dört kere, Enbiya sûresinin 26, 59, 60, 63. ayetlerinde dört, Şuarâ sûresinin 5. ayetinde bir kere, Neml sûresinin 30. ayetinde olmak üzere bir kere, Yasin sûresinin 1, 15, 33, 52. ayetlerinde dört kere, Fussilet sûresinin 2. ayetinde bir kere, Zuhruf sûresinin 2. ayetinde bir kere, Zuhruf sûresinin 17, 19, 20, 33, 36, 45 ve 81. ayetlerinde olmak üzere 7 defa, Rahman sûresinin 1. ayetinde bir kere, Haşr sûresinin 2. ayetinde bir kere, Mülk sûresinin 3, 19, 20, 29. ayetlerinde olmak üzere dört, Nebe sûresinin 56 ve 57. ayetlerinde iki kere zikredilmiştir.
Halimi, "Rahman", hastalıkları ve sebebleri giderici manaya gelir, demiştir. Zira Rahman cin ve insanların kendisine kulluk etmesini emretmiştir. Onlara ibadet şekillerini öğretti. İbadetlerin sınır ve şartlarını onlara açıklamış ve beş duyu organının yanında akıl, düşünce ve bu ibadetleri yerine getirebilecek organlar ve bu organları kullanacak güç ve kuvvet vermiştir. Bundan sonra onları muhatap alıp, bir takım sorumluluklar yüklemiştir. Onlara belli bir süre tanıyarak. Güçlerinin üstünde bir şey de yüklememiştir. Böylece, onların itiraz hakkı da kalmamıştır.
Ebu Süleyman, "Rahman" kelimesinin kökü ve anlamı üzerinde ihtilaf edilmiştir" demiştir. Binaenaleyh acaba "Rahman" kelimesi "rahmet" kelimesinden mi türemiştir? Bu konuda bazı alimler onun "rahmet" kelimesinden türediğini söylemişlerdir. Ancak eğer rahmet kelimesinden türemiş olsaydı mevsufa yani merhamet edilene bitişmesi ve izafesi mümkün olurdu. Oysa ki "Rahim bi ibadihi" denildiği halde "Rahman bi ibadihi" denilmez. Çünkü bu söz bu şekilde söylendiği zaman Arap bunu duyduğunda yadırgar. Zira Arapça'da böyle bir kullanım yoktur. Fakat "rahmete rabbihim", "Rablerinin merhameti" biçimindeki bir ifadeyi yadırgamaz.
Nitekim Cenab-ı Hak bununla ilgili olarak:
"Rahman’a secde edin! denildiği zaman: "Rahman da neymiş! bize emrettiğin şeye secde eder miyiz hiç!" derler ve bu emir onların nefretini artırır." buyurmuştur.
Oysa ki ulemanın çoğunluğu Rahman kelimesinin "rahmet" kelimesinden türemiş olup, mübalağa siğasından olduğu görüşündedirler. Buna göre Rahman, çok rahmet sahibi, pek merhametli, çok merhametli, sonsuz rahmet sahibi, merhamette eşi ve benzeri olmayan" anlamına gelir."
Nitekim Abdurrahmân b. Avf Peygamberimiz (s.a.v)'i şöyle derken işittim der. Resulullah (s.a.v.):
"Allah Tealâ: Ben Rahîm'i yaratan Rahman'ım. Ben ismimden isim çıkardım. Her kim ona ulaşırsa Ben de ona ulaşırım. Kim de rahmetini keserse Ben de ondan rahmeti keserim." buyurdu, demiştir. .
Ebu Süleyman el-Hattabı'ye göre Cenab-ı Hakk'ın "Rahman" ismi mahlukatın rızıklarına şamil, geçimlerine, maişetlerine ve barış içinde yaşamalarına sebep olan sonsuz acımasıdır ki Allah'ın bu sıfatı mü'minlere de kafirlere de, salihlere de salih olmayanlara da şamildir.
Gazali, Allah'ın "Rahman" isminin kesinlikle "rahmet" isminden türemiş olup "Allah" ismi yerine kullanılan ona en yakın isimdir, demiştir.
Rahman'dan anlaşılan diğer bir mana rahmetin bir çeşidi olup kullarına çok çok şefkat ve merhamet eden demek olup şu manalara da gelmektedir.
2. Hidayet: İmana erdirme ve mutluluğa sebep olma.
3. Ahirette mutluluğa erdirme.
4. Cenab-ı Hakk'ın mü'min kullarına kendine bakma nimetini vermesi.
Rahman, kullardan dilediğine hayır veren ve bizi Kitab-ı Mübini ile şereflendirendir.
Kendisinden başka ilah olmayan Rahman'a sonsuz hamdü senalar olsun. O Rahman ki Kur'ân'ı öğretti.
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Hamd övme ve övülme, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. O, Rahmandır ve Rahimdir."
"Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki Rabbimin hiç bir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir."
"Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor, Allah kullarına çok şefkatlidir."
Büyük âlim Şeyh Abdurrahman İbn Nasır es-Sa'dî şöyle dedi: er-Rahmân, er-Rahîm, el-Berr, el-Kerîm, el-Cevâd, er-Rahîm ve el-Vehhab isimleri anlamları yönünden birbirine yakındırlar. Bunların hepsi Rabb Teâlâ'nın rahmet, iyilik, cömertlik ve keremle muttasıf/nitelendirilmiş olduğuna, hikmeti gereği bütün varlıkları kaplayan bağışlarının ve rahmetinin genişliğine delalet eder. Bu bağışlardan ve rahmetten özel olarak mü'minlerin daha bol nasibi ve hissesi vardır. Allah Tealâ şöyle buyurur:
"Benim rahmetim her şeyi kuşatmıştır. O'nu takva sahipleri için yazacağım."
Nimetler ve ihsanın tamamı O'nun rahmetinin, cömertliğinin ve kereminin eseridir. Dünya ve ahiretteki bütün hayırlar O'nun rahmetinin eserlerindendir.
"Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir" âyetlerinin tefsirinde şöyle der: Allah Teâlâ insanı yarattığını haber verdikten sonra, mahlukatını nimetlendirdiğini ve onları övünecekleri mertebelere ulaştırdığını beyan etmek için kendisini en büyük kerem sahibi olmakla vasıflandırdı. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurdu:
"Yaratıp, düzene koyan, takdir edip yol gösteren... yüce Rabbinin adını tesbih et."
"Bizim Rabbimiz, her şeye hilkatini veren, sonra da doğru yolu gösterendir."
"Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur."
Yaratma, başlamayı, kerem de sonuçlandırmayı ihtiva eder. Nitekim Fatiha sûresinde Cenab-ı Hak önce "Alemlerin Rabbi" dedi, sonra "Rahman ve Rahîm" dedi. "Kerem" lafzı, bütün iyilikleri ve övülecek şeyleri ihtiva eder. Murad olunan, sadece vermek değil, tam anlamıyle vermektir... Allah Teâlâ ism-i tafdil kalıbıyla ve lâm-ı tarifli olarak "el-Ekrem" olduğunu haber vermiştir. Bu, sadece Allah Teâlâ'nın en büyük kerem sahibi olduğuna delalet eder. Lâm-ı tarifsiz olarak "Ekrem" demiş olsaydı hasr ifade etmiş olmazdı. "Filandan veya falandan daha keremli" de demedi. Bu da O'nun keremin zirvesinde olduğuna, O'ndan daha yüksekte hiçbir şeyin olmadığına ve O'nda eksikliğin olamıyacağına delalet eder.
Kalb yufkalığıdır. Sevdiklerimizden veya tanıdıklarımızdan birinin veya her hangi bir mahlûkun sıkıntı ve ızdırap içine düşmüş olduğunu öğrenince içimizde bir üzüntü duyar ve onun hâline acırz. İşte merhamet, kalbimizde böyle bir teessür ile başlar, bu teessürün tazyiki ile o zavallıyı sıkıntıdan kurtardığımız zaman, sona erer. Sâde acımak kâfi değildir. Acıyı giderip ferahlık vermeye muktedir olmak da lâzımdır. Filânca merhametlidir demek, acınacak hâdiseler karşısında müteessir olur, kederlenir demektir. Eğer o acıyı gidermeğe gücü yoksa, sâde kederlenmekle kalır, başkaca bir yardım yapmak elinden gelmez. Bu hal ile noksan bir merhamettir. Amma falanca merhametlidir, düşkünlere el uzatır, onlara yardım etmekten, iyilik yapmaktan zevk alır, demek, merhamet ma'nâsının tam bir ifadesidir. Şu halde merhamet, iyilik yapmağı istemek ve yeri gelince yapabilmek... Asıl makbul olan ve herkesin sevdiği ve övdüğü meziyet budur. Bu ifâdeye göre merhametde bir teessür ve infial vardır. Halbuki Allahu teâlâ infial ve tegayyürden münezzehdir. Çünkü bu haller mahlûk şanıdır. Onun için Er-Rahmân ism-i şerifi "irâde-i hayr" ma'nâsı ile tefsir edilmiştir, trâde bir infial değil, belki bir işi yapmak veya yapmamak şıklarından birini tercih etmek demektir.
Ezelde henüz mahlûkât yaradılmamışken Allahu teâlâ yaratacağı bu mahlûkât hakkında önünden sonuna kadar, rahmet veya gazabından her hangi biri ile muamele yapmağa müsâvî surette kadir bulunduğu ve bunlardan her hangi birinin tercihinde "Niçin onu tercih ettin" diye O'na bir sual açacak üstün bir kuvvet bulunmadığı halde, bizzat kendisi -lütuf ve ihsan yolu ile- bütün mahlûkâtı hakkında rahmeti tercih ve iltizam edip, onu kendi zât-ı mukaddesine bi'1-ihtiyar vâcib kıldı; rahmeti, ahlâk edindi. Bundan dolayı Allahu teâlâ tarafından mahlûkâta ilk tecellî eden hüküm ve te'sir rahmetten ibaret olmuştur.
Rahmetin zıddı olan gadab, baştan ve birinci olarak ahlâkı İlâhî'nin muktezâsı değildir. Belki halkın isyanı ve verilen ni'metleri kendi istekleri ile kötüye kullanmaları neticesi olarak, ikinci derecede tecellî eden rabbani bir hikmettir. Öyle ya, âsîlere karşı gadabın hükmü olan mücâzat olmasa idi, sonunda tâatle isyanın, îmanla küfrün, küfrân ile şükranın bir farkı olmamak lâzım gelirdi. Bu da hikmete uymayan bir eksiklik olurdu.
Allahu teâlâ, bütün bu eşyayı rahmetiyle yaratmış ve ezelden beri kâffe-i muamelât rahmet üzerine akıp gelmiştir. Bu cümleden olmak üzere, insanları temiz bir fıtrat üzerine yaratmış ve onlara hadsiz hesapsız ni'metler vermiştir. Verdiği bu ni'metleri arttırma ve ebedîleştirme yollarını bildirdiği gibi, o ni'metleri kötüye kullanmak yüzünden zarar ve ziyana uğramak tehlikelerini de göstermiş, bu suretle kâr ve zarar yollarını açarak, bu yolların başında insanı serbest bırakmış ve fakat indirdiği kitaplar, gönderdiği peygamberler vasıtasıyla kâr yoluna gidenlerin, rızasıyla karşılaşacaklarını, zarar yoluna sapanların gadabına uğrayacaklarını da önden haber vererek kâr yoluna teşvik etmiştir, insanın ileride, ebediyet âleminde karşılaşacağı ceza ve ihsanın, vukuundan önce bildirilmesi ne büyük bir lûtuftur.
Sen de serbestliği hayra kullan, kâr yoluna git ki, verilen ni'metlerden sana ziyan gelmesin, küfrân-ı ni'met etmiş olmayasın.
Bu ism-i şerîf hükmünce, Allahu teâlâ'nın lütuf ve ihsanı kapısında mahlukatın tek mümeyyiz vasfı, birbirleriyle kapı yoldaşı bulunmalarından ibarettir. O halde kendilerine yaraşan şey, birbirlerine değil, Allah'ın huzur-u azametinde hepsi bir hizaya gelerek, ancak O'na tapmaktır.
|
|
|
|
|