Her şey vardı ve hiçbir şeyin adı yoktu.
Kelimelerini arıyodu kainat; sesini.
Dalgaların, rüzgarın, yağmurun, ağaçların ve kuşların sesinden başka bir ses.
Bir ses ağaca "ağaç" demeli, rüzgara "rüzgar", dalgaya "dalga".
Ağaç duyunca ismini hışırdamalı tepeden tırnağa.
Dalga işitince adını, "Buradayım!" demeli köpükler saçarak.
Rüzgar karşılaşınca adıyla selam vermeli eğilerek yerlere kadar.
Fakat yükselme zamanı.
Yeryüzünün bütün yazarlarını toplamalı o ahraz dağda:
Bir edebiyat zirvesi.
Kim daha iyi tasvir edecek bulutları, kayaları, sisi?
Kimini kelimeleri yanyana gelip sallar yapacak sımsıkı bağlanmış iri dallar gibi birbirine.
Dil kıyısına çıkaracak, konuşmayı unutmuş kazazedeleri.
İşte geldi vakit akrep kuyruğunu indirdi, indi tokmak,
çınladı evren.
Kalemler dağıtıldı, kağıtlar yerini aldı ahşap zeminde.
Adların henüz konulmadığı o tuhaf günde,
lacivert ve yeşil dalgalar birbirine karıştı; deniz ve orman.
Üzerlerinde derinliğini hiç kimsenin ölçemediği derin sema;
buluttan elleriyle bastırdı ruhlara.
Dekor tamamlandığında sürüler halinde geçmeye başladı hayvanlar önlerinden.
Önce akbabalar, yırtıcı bir akarsu simsiyah üstlerinde.
Sonra koyunlar, o beyaz ırmak.
Ve peşlerinden gri bir nehir, kurt sürüleri.
Bülbüller gelmeden önce yakalarına güller takarak,
ateşler yakmalı alevleri kağıtlarını yalayan.
Haydi betimleyin köpek balıklarını!
Yoksa çatlayacak akvaryumlar..